İsrail'in Uluslararası Cinayet Şebekesi: Mossad
Ve Rab Musa'ya söyleyip dedi: İsrailoğulları'na vermekte olduğum Kenan diyarına casusluk yapmaları için adamlar gönder.(Eski Ahit, Sayılar, 13/1)
Mossad; tüm dünyada faaliyet gösteren, en gizli, en bilinmeyen, en korkutucu ve belki de en "etkili" istihbarat örgütü... Çoğu kimse İsrail gibi "küçük" bir devletin niçin böyle bir organizasyona sahip olduğunu, ve nasıl olup da onu bu kadar başarıyla çalıştırdığını anlayamaz. Bunu anlayabilmek için İsrail'in içinde bulunduğu sendromları, bu sendromlara yol açan coğrafi, sosyo-politik ve psikolojik sebepleri, ve İsrail'in orta ve uzun vadeli planlarını iyi analiz etmek gerekir. "Süper Güç" ABD'nin haberalma aygıtı CIA'dan sonra dünyada bu kadar etkin tek istihbarat örgütünün İsrail'e ait olması ancak bu saydığımız ve ilerleyen sayfalarda izah edilecek sebeplerden kaynaklanmaktadır.

Solda; İtalyan Panorama Dergisi'nin, İsrail'in uluslararası cinayet şebekesi MOSSAD'ı tanıtan kapağı. Sağda; MOSSAD'in dini motifler içeren amblemi.
Mossad'ın global ölçekte 20.000 kişisi faal, 15.000 kişisi ise "uyuyan" (göreve hazır durumda bekletilen) olmak üzere yaklaşık olarak 35.000 ajanı bulunmaktadır. Bu ajanların oluşturduğu örgüt, Şubat 1978 tarihli Time dergisine göre dünyanın en başarılı istihbarat servislerinden biridir. Onu bu konuma getiren üstünlüğü ise, mükemmel bir organizasyona sahip olması ve dışarıdan içeriye sızılmasının mümkün olmayışıdır.1
Mossad'dan önce İsrail Devleti'nin istihbaratı SHAI isimli örgüt tarafından sağlanıyordu. MOSSAD'ın kurulmasıyla bambaşka bir yapılanmaya gidildi ve dünyanın en tehlikeli "cinayet şebekesi" oluşturuldu. Bu cinayet şebekesi tüm dünyada mafyayı, terör örgütlerini ve kontrgerillayı örgütledi. Bu konunun ayrıntıları ilerleyen bölümlerde görülecektir.
İsrail'in Mossad henüz yokken gizli kapaklı işlerini yürüten örgüt SHAI'dir ve bu, İbranice "Bilgi (İstihbarat) Servisi" anlamında "Sherut Yediot" kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır. SHAI, 1948'e kadar Haganah'ın (Devlet öncesi yahudi ordusu) istihbarat bölümü olarak görev yapar. Ancak İsrail Devleti'nin resmen kurulmasıyla Haganah İsrail Ordusu'nun içinde erir ve dolayısıyla SHAI de izleyen altı hafta içinde görevini yeni kurulan istihbarat servisi Mossad'a bırakır.
SHAI'nin son başkanı Isser Beeri, örgütün son toplantısında yaptığı açıklamada, Ben Gurion'un SHAI'nin dağıtılmasını istediğini ve bunun yerine çok daha profesyonel ve iyi organize olmuş yeni birimler kurulmasını emrettiğini duyurur. Anlaşıldığı kadarıyla olay sadece basit bir isim değişikliği değildir. Artık resmen bir Devlet kurulmuştur ve İsrail, yeni oluşumlar ve yeni hedefler doğrultusunda daha güçlü ve etkin bir gizli servise ihtiyaç duyacaktır.

MOSSAD'ın Tel Aviv'deki binası
İşte bu aranılan özelliklere sahip örgüt, 1 Nisan 1951'de Mossad adı ile çalışmalarına başlar. İbranicesi "Ha-Mossad Le-modi'in Ule-tafkidim Meyuhadim", yani Özel Konular ve İstihbarat Örgütü'dür.2
Mossad'da ilk Başkanlık görevini, bir hahamın oğlu olan Reuven Shiloah üstlenir. Shiloah, görevi çok kısa sürmesine rağmen teşkilatın temel kurallarını belirleyen kişi olmuştur. Ona göre başarılı bir haberalma örgütü düşmanlarının "kimlik tesbitini" açıkça yapmalı, bunlar hakkında geniş çaplı bilgi sahibi olmalı ve müttefik edinmek amacıyla sürekli bir arayışta olmalıdır. Ortadoğu'da, kendini zorla içine "zerkettiği" coğrafyada, bu sevilmeyen yeni devlet dostuyla düşmanını iyi ayırabilmelidir.
Shiloah'ın kişisel görüşleri kısa zamanda İsrail Devleti'nin stratejileri haline gelir.
İsrail'in Haberalma Organları
İsrail Devleti'nin istihbarat çalışmalarında, Mossad'ın yanısıra bir kaç örgüt daha görev yapmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Askeri İstihbarat Bölümü "Aman"2. İç Güvenlik Servisi "Shin Bet"3. Yabancı İstihbarat Servisi "Varash Komitesi"4. Aliyah Bet Enstitüsü
Aman
İbranice adı "İstihbarat Kanadı" anlamında "Agaf ha-Modi'in"dir. Görev yelpazesi Arap orduları hakkında bilgi toplamaktan, İsrail ordusu içindeki güvenliği temin etmeye kadar uzanabilmektedir.
Aman çok iyi organize edilmiş askeri bir birliktir. Altı kademeden oluşur. En etkin iki bölümü "Collection" ve "Production"dır. "Collection" bölümü sınır ötesine ajanlar göndermekten, radyo kanallarını ele geçirmekten, ve gerekli görüldüğü taktirde hedef ülkelerdeki telefon konuşmalarını dinlemekten sorumludur. "Production" bölümünde görev yapan 3.000 memurun temel sorumluluğu ise, yabancı ülkelerden çalınan belgelerin ve sızdırılan bilgilerin analizidir. Bu analizler raporlar halinde politikacılara sunulur ve bunların karar almalarında rol oynar. "Aman" basına verilen bilgileri de kontrol altında tutar.3
Aman'ın bir başka bölümü, sınır ötesi harekatlar için oluşturduğu Sayeret Matkal4 adlı çok gizli bir komando birliğidir. Bu bölümün faaliyetlerine bir örnek olarak, Unit 131 adında ve Sayeret Matkal'a bağlı bir kolun 30 Haziran 1954'te Mısır'da dözenlemiş olduğu bir operasyon gösterilebilir.

"Operation Susannah" adlı harekat bir seri sabotaj görevidir. Bombaların hedefi ise Mısır askeri üsleri değildir. Hedef olarak tamamen sivil kurumlar olan İngiliz ve Amerikan enstitüleri, sinema salonları ve postaneler seçilmiştir. Operasyonun temel amacı Washington ve Londra'da Mısırlılara karşı bir öfkenin provoke edilmesi ve Kahire'deki yeni hükümetin istikrarsız, güvenilmez bir yapıda gösterilmesidir. Bu operasyonun başına bir Alman Yahudisi olan Avraham Seidenwerg getirilir. Seidenwerg, 1952 yılında Unit 131'e alındığında ordudan atılmış, işsiz ve boşanmış biridir. Yani düşman topraklarında gerçekleştirilecek tehlikeli görevler için "biçilmiş kaftan"dır. Askeri İstihbarat ona bir Kibbutz üyesinin kimliğini verir. Artık yeni adı Paul Frank'dır. Frank iki yıl içinde kendisine verilen ufak çaplı görevleri başarıyla sonuçlandırır ve Mısır'da düzenlenecek operasyonu yönetmeye hak kazanır.
Ardı ardına patlayan bombalardan sonra, eylemcilerden biri, Philip Nathanson, üzerinde patlayıcılarla yakalanınca Operation Susannah sona erdirilir. Ancak Mısır hükümeti basına şiddetli bir sansür uyguladığından harekat istenilen sonuçları vermemiştir.
Aman'ın bir diğer eylem kolu ise, Gadna adı verilen yarı askeri bir gençlik grubudur.5
Tüm bu gizli operasyon grupları sayesinde Aman, Mossad'ın stratejik planlarını uygulayabileceği uygun zeminler meydana getirme görevini yürütür. 1989 yılından beri Mossad'ın başında bulunan Shabtai Shavit'in açıklamaları da Aman'ın önemini vurgular niteliktedir. Buna göre Mossad, yeni dönem politikalarında, dış istihbarat bağlantılarını Aman'a bağlı olarak çalışan ve İsrail elçiliklerinde görev yapan askeri ateşeler aracılığıyla yürütecektir.
Shin Bet

"Genel Güvenlik Servisi" anlamına gelen Shin Bet, İsrail'in yurtiçi gizli servisidir. İbranicesi Sherut-ha-Bitachon ha-Khali'dir. "Destek" ve "Operasyon" olmak üzere iki bölüme ayrılır. Destek bölümünde, sorgulama teknolojileri, koordinasyon ve operasyonlar için lojistik destek vardır. Operasyon bölümü ise üç aygıttan müteşekkildir:
1. Koruma ve güvenlik. (İsrail elçiliklerini ve görevlilerini, Başkan'ı ve İsrail Savunma Sanayini şemsiyesi altına alır.)2. Müslüman ülkelerle ilişkileri yürüten teşkilat. (Özellikle İsrail sınırlarındaki Arap ülkeleriyle ilgilenir.)3. Müslümanlar olmayan ülkelerle ilişkileri yürüten teşkilat. (En geniş kadroya sahip ve en önemli departmanlardan biridir. Karşı-casusluk, yabancı diplomatların takibi görevlerinin yanı sıra, komünistlerle ve diğer politik aşırı-uçlarla mücadele eder.)
Varash Komitesi
Bu servisin ilk başkanı Boris Guriel'dir.
Yabancı İstihbarat Servisi Varash'ın toplantı yeri ve saati, görevlileri ve üst düzey askeri yetkiler dışında kimse tarafından bilinmez. Bu bilgi dikkatlice saklanır. Varash'ın faaliyetleri de halka hiç açıklanmamıştır. Varash'ın temel görevi, çeşitli gizli servisler arasında bağlantı kurmaktır.6
Politika Şubesi, Machlakit Medinit adıyla, İsrail istihbaratının denizaşırı kolunu oluşturur. Bu şubenin ajanları diğer gizli servislerle bağlantı halindedirler. Politika Şubesi ajanları operasyonlarını Londra, Roma, Paris, Viyana, Bonn ve Cenevre gibi Avrupa'nın büyük başkentlerinde bulunan İsrail konsolosluklarında diplomasi kisvesi altında yürütürler. Böylece diplomatların sahip oldukları bir çok ayrıcalıktan ve en önemlisi dokunulmazlık zırhından faydalanabilirler.
Aliyah Bet Enstitüsü

Shaul Avigur
İbranice "ha-Mossad le-Aliyah Bet" olan örgüt, isim benzerliğine rağmen Mossad teşkilatıyla karıştırılmamalıdır.
Shaul Avigur başkanlığında ilk kurulduğu dönemde, Yahudileri gizlice Filistin'e kaçırma görevini üstlenmiş olan örgüt, Davlet kurulduktan sonra bu iş yasal hale gelince çalışmalarını değişik yönlere kaydırmak zorunda kalır.
Siyonistlerin "yapay antisemitizm yaratma" taktiklerini uygulama görevini bu bölüm üstlenmiştir. Bunun en güzel örneklerinden birisi "Operation Magic Carpet" (Sihirli Halı Operasyonu)dur. Bu gizli görevin amacı, Yemen ve Aden topraklarında yaşayan Yahudilerin İsrail'e kaçırılmasıdır. Amerikan orijinli Near East Air Transport Corporation bu amaçla kurulur ve başına da bir İngiliz işadamı görünümündeki Richard Armstrong geçer. Aslında bu kişinin gerçek adı Sholomo Hillel'dir ve o da Mossad ajanıdır. Şirket 1948-1949 yılları arasında elli bin Yahudinin İsrail'e ulaşmasını sağlar.
İki yıl süren aktif anti-semitik baskıdan sonra, Irak Hükümeti, ülkeyi terketmeyi arzulayan her Yahudinin bu hakkı kullanabilmesini sağlayan yasayı meclisten geçirir. Yahudilerin tek yapmaları gereken şey, Irak vatandaşlığından feragat etmeleridir. Aslında bu yasanın, İsrail'e savaş açmış ve yüzlerce Yahudiyi siyonist aktiviteleri yüzünden tutuklamış bir rejim tarafından çıkarılmış olması şaşırtıcıdır. Ancak herşey, göç kapılarını açan Başbakan Tevfik El-Sawidi'nin durumu incelendiğinde aydınlanacaktır. O, aynı zamanda Iraq Tours isimli şirketin Yönetim Kurulu Başkanı'dır, bu şirket ise Near East Air Transport Corporation'un yetkili acentası olarak çalışmaktadır. Sözün kısası, Irak yönetimi, İsrail Gizli Servisi'nden hiç beklemediği şekilde bir darbe yemiştir. Bu darbenin kaynağı da Aliyah Bet'tir.
Son günlerde basında çıkan bir haber de İsrail'in bu yapay anti-semitizm çalışmalarını gözler önüne sermiştir. 1997 Nisanında, Gazze Şeridi'nde bulunan Yahudi yerleşim yerleri Kfar Darom ve Netzarim yakınlarında intihar saldırıları gerçekleştirilmiş, bunun neticesinde yakalanan İbrahim Halebi adındaki Filistinli ilginç açıklamalarda bulunmuştur. Halebi'ye göre bu intihar saldırılarının arkasında İsrail'in İç Güvenlik Servisi Shin Bet vardır. Filistin güvenlik güçlerinin düzenlediği basın toplantısında konuşan Halebi, kullanılan patlayıcıları Shin Bet istihbarat görevlilerinin sağladıklarını söylemiştir.7
Mossad'ın Eylem Metodları
Mossad propaganda mahiyetindeki, büyük stratejik önemi olmayan eylemlerini açık bir güç gösterisi şeklinde yapar. Bunların sonuçlarını da yine kendi kontrolündeki basın organları aracılığıyla dünya kamuoyuna duyurur. "Entebbe Baskını" gibi operasyonlar bu sınıfa dahildir. Ancak İsrail'in ve siyonizmin menfaatlerini doğrudan ilgilendiren ciddi konularda son derece gizli ve örtülü bir politika uygulanmaktadır. Mossad bu gibi durumlarda kendi eylemlerini başka kişi ve örgütlere yıkarak, tamamen ilgisiz bir tutum takınır. Bunu da yine dünya çapında kendine bağlı basın organları, gazeteci ve yazarlar, film yönetmenleri, siyasi yorumcular kanalıyla kamuoyuna benimsetir.
Türkiye'de de yapısı itibariyle bu konuda idealist yaklaşımları olan bazı özel TV kanalları sayesinde, Mossad patentli bazı filmleri izlemek mümkün olmaktadır. "Zalim" Filistinlilerin rehin aldığı "mazlum" Yahudilerin öyküsünün anlatıldığı "Delta Force", Münih Olimpiyat Köyü'ndeki olayların İsrail lehinde çarpıtılarak aktarıldığı "Münih'te 21 Saat" bunlardan sadece bir kaçıdır.
1972'de Münih Olimpiyat Köyü'nü basan Filistinlilerin öldürülmesi, 1976 Entebbe Baskını... Bu eylemler hakkında filmler çekilmiş, kitaplar yazılmış ve Mossad dünya kamuoyuna yalnızca İsrail Devleti'ni çıkarlarını koruyan, diğer devletlerin içişlerine karışmayan, kahraman bir örgüt gibi tanıtılmıştır.
Nazi savaş suçlusu olarak lanse edilen Adolf Eichmann ve İsrail'in nükleer santralı Dimona ile ilgili bilgileri basına sızdıran Mordecai Vanunu'nun kaçırılmaları gibi eylemler tüm dünyaya "İsrail'e ihanet edenleri nerede olurlarsa olsunlar buluruz, cezalandırırız" mesajı vermek için düzenlenmiş Mossad eylemleridir. Bu eylemler dünya kamuoyu önünde rahatlıkla gerçekleştirilir. Daha sonra basın organları aracılığıyla da sıkça gündeme getirilerek Mossad'ın caydırıcı mesajı kitlelere ulaştırılmış olur.
CIA'dan bürokratik kanallarla elde edilebilecek enformasyonları, Mossad'ın bir güç gösterisi yapmak amacıyla köstebek kullanarak sızdırmasını da bu grup eylemlere dahil edebiliriz.
Tüm dünyaya yayılmış örümcek ağını andırır şebekesiyle Mossad'ın, uyuşturucu ve silah ticaretinin hatırı sayılır bir bölümünde parmağı vardır. Kendi çıkarlarına ters düşebilecek "sevkiyatlara" ise kesinlikle izin vermez. Papa ve Kennedy suikastleri, Olof Palme'nin öldürülmesi, Maxwell'in sır dolu ölümü, Türkiye'nin güneydoğusundaki eylemler, çeşitli ülkelerdeki faili meçhul cinayetler, mafyanın örgütlenmesi, kontrgerilla ve terör örgütlerinin teşkilatlandırılması, tüm dünyadaki kontralara verilen destekler hep Mossad'ın belirli noktalardan müdahaleleriyle sonuçlanmaktadır. 2000'e Doğru dergisi bu konuda şu saptamada bulunmaktadır:
Mossad, Kıbrıs'tan Sibirya'ya uzanan Irak, Suudi Arabistan, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne Seylan üzerinden ajan sokan tek örgüt, ve Afrika ve Latin Amerika'ya ajan ihraç eden en belalı şirkettir. Türkiye'de Güneydoğu Sorunu'na ilişkin sıkı önlemler alınırken okun sivri ucunu Irak ve Suriye'ye yöneltmeye çalışan, bu arada Türkiye'yle ilişkileri geliştirmeye çalışan bir örgüt şeması çizer Mossad.8
Mossad Kuzey Irak'taki Barzani bağlantısıyla, Orta Asya'daki Türk Devletleri'nde İslam aleyhinde gösterdiği yoğun propaganda faaliyetleri ve bu ülkelerin birçok yeraltı kaynaklarının kullanımını kendi tekeline almasıyla, Ortadoğu'da maaşa bağladığı piyon devlet başkanlarıyla, Bosna-Hersek'te müslümanların maruz kaldığı katliamlara yaptığı katkılarla, sürgün ettiği aydın Filistinlilerle, Latin Amerika'daki uyuşturucu işini organize eden kontralarıyla, gündemi meşgul eden bir yeraltı örgütüdür.
Mossad'ın Açık Eylemleri

Solda, Eski İsrail Genel Kurmay Başkanı Ehud Barak ve Rabin Döneminin Savunma Bakanı. Sağda, 1949-50 döneminde Aman sefliği yapmış olan Hayim Herzog, Cumhurbaşkanlığı sırasında, yine Aman'in eski şeflerinden Ehud Barak ile birlikte. Genel Kurmay Başkanlığı'na kadar yükselen Ehud Barak, ordudan ayrıldıktan sonra İşçi Partisi saflarında siyasete atıldı. Peres'in ardından parti liderliğine aday.
1969 yılında Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulle'ün İsrail'e göndermekten kaçındığı 5 roket-atar hücumbotunu, Mossad düzenlediği bir operasyonla kaçırır.
İsrailli komandoların 1970 yılında Mısır'ın Şedvan Adası'na düzenledikleri "Rodos Operasyonu", Sayeret Matkal'ın 1972'de beş üst düzey Suriyeli istihbarat görevlisini kaçırdığı "Sepet Operasyonu" da Mossad'ın başarılı eylemlerindendir.
1972 yılında FKÖ'lülerin Münih Olimpiyat Köyü'nde İsrailli sporculara yönelik yaptığı baskın bahane edilir ve 12 Filistinli, Golda Meir tarafından kurulmuş olan X Komitesi tarafından tek tek katledilir. Mossad'ın ölüm listesindeki 12 kişi tek tek "temizlenirken" Filistinli olmayan birçok kişi de bu 12 kişinin yanında ölüm timlerinin hedefi olur. Bu kişiler arasında eylemle en ufak ilgisi olmayan Filistinli aydınlar da bulunmaktadır.
2 Ağustos 1976 Entebbe Baskını, Mossad ajanlarının giriştiği önemli eylemlerden biriydi. Uganda sınırları içinde FKÖ tarafından esir alınan uçaktaki İsrailli yolcular Entebbe Havaalanı'ndan kurtarıldı. Bu baskın Mossad'ın tüm dünyaya bir gövde gösterisi oldu. Entebbe Baskını hemen filme alınmış ve "Entebbe" adıyla gösterilerek dünya çapında Mossad propagandası yapılmıştır.
İsrailli deniz komandolarının El-Fetih eylemlerinde kullanılan Lübnan'ın Tyre limanında demirli gemileri batırmaları, Lübnan'daki FKÖ kamplarının bombalanması hep Mossad'ın planlı eylemlerindendir. Bu eylemler dünya kamuoyunun önünde açıklıkla yapılarak, İsrail'in FKÖ-İsrail mücadelesi veren bir ulus olduğu imajı verilerek dünya çapındaki asıl eylemlerinin meraklı gözlerden saklanması sağlanır.
İsrail Dimona nükleer santraline sahip olduğu halde Bağdat yakınlarındaki Osirak nükleer reaktörünü havaya uçurarak dünya kamuoyuna nükleer silahlara karşı bir imaj verme gayretini de sürdürür.
Ebu Cihad "269. Birim" tarafından 1988 yılında evinde öldürülür. 1989 yılında İsrail komandoları Hamas lideri Şeyh Abdülkerim Obeid'i kaçırır. 1992'de Hizbullah lider kadrosundan Abbas Musavi Güney Lübnan'da İsrail timleri tarafından öldürülürken, Körfez Savaşı sırasında Scud füzesi saldırılarına misilleme olarak Irak lideri Saddam'ı öldürmek için "269. Birim" komando timinin Türkiye üzerinden Irak'a girmesine ilişkin plan tim görevlilerinden birinin kazayla silahını erken ateşlemesi üzerine yarım kalır. Bu operasyonun detaylarını İsrail Genelkurmay Başkanı General Ehud Barak ve Aman Başkanı'ndan oluşan bir grup saptamıştır. 1994 yılında da İslami Cihad üyesi gazeteci Hani Abed Gazze Şeridi'nde arabasına konulan bombayla öldürülür.
Aman tarafından yürütülen operasyonla İslami Cihad örgütü lideri Fethi Şakaki Ekim 1995 tarihinde Malta'da öldürüldü. Saldırının kim tarafından düzenlendiği resmi olarak ortaya çıkmadıysa da, İsrail tarafından gerçekleştirildiği biliniyordu. Kaddafi'nin bu operasyonda Aman'a yardım etmesi iddiası ise bir başka çarpıcı gerçektir.
Bir süre sonra da yine Filistin direnişinin önemli isimlerinden biri olan Yahya Ayaş öldürülür. Mossad Ayaş'ı cep telefonuna yerleştirdiği patlayıcı ile ortadan kaldırmıştır.
Entebbe Baskını ve İdi Amin'in Misyonu
27 Haziran 1976'da, Paris-Tel Aviv seferini yapmakta olan 139 sefer sayılı Air France uçağı, teröristlerce kaşırılarak Uganda'nın Entebbe Havaalanı'na indirilir.
Basına yansıtıldığı kadarıyla teröristlerin liderleri, ikisi FKÖ'ye mensup Filistinli, diğer ikisi ise Baader-Meinhof Çetesi üyesi toplam 4 kişidir ve uçağı da hapisteki arkadaşlarını serbest bıraktırmak amacıyla kaçırmışlardır. Ancak olayı ayrıntılarıyla incelediğimizde bu "senaryo" ile uyuşmayan bir çok ayrıntı ile karşılaşmaktayız.
Uçakta mürettebat ile birlikte 250 kadar yolcu vardır ve bunların 83 tanesi İsraillidir. Çok iyi silahlanmış oldukları görülen teröristler, uçaktaki tüm Yahudileri alıkoyarken, kalan yolcuların hepsinin gitmelerine izin verirler. Teröristlerin kalabalık arasından Yahudileri bularak yaptıkları bu seçim insanlara, Nazilerin toplama kamplarına gelenler arasından gaz odalarına yollamak üzere Yahudileri seçmelerini anımsatmıştır.
Terörist grubun lideri konumundaki kişi Wilfred Boese'dir. Boese, Baader-Meinhof Çetesi'ne üyedir ve Avrupa polis teşkilatları tarafından aranılan bir suçludur.9 Ancak asıl önemli özelliği "Çakal" Carlos olarak tanınan "suç makinesi"nin yakın dostu, yardımcısı ve teknik danışmanı olarak tanınmasıdır.10 Terörist gruptaki bir diğer kişi, Gabriele, Alman uyruklu bir suçludur fakat o da kendisini Halime isminde bir Filistinli olarak tanıtmıştır. Carlos'un onunla da organik bir bağı vardır: Gabriele ve "Çakal"ın birlikte yaşadıkları bilinmektedir.11
Boese ve Gabriele'in yanısıra, uçakta Carlos'un da bulunduğu açıklanır. Çakal "İlich Ramirez Sanchez" Carlos dünyaca tanınan bir teröristtir ve pek çok şiddet eylemine karıştığı için o da Boese gibi dünyanın her köşesinde aranmaktadır. Üstelik hareketleri gizli servisler tarafından adım adım takip ediliği halde bir türlü yakalamak mümkün olmamıştır. Bu durum da onun bazı istihbarat teşkilatları ve özellikle de yakın bağlantıda olduğu Mossad tarafından taşeron olarak kullanıldığı imajını güçlendirmektedir.
Peki ama teröristlerin açık kimlikleri böyleyken, neden kendilerini Filistinli olarak lnse etmek yoluna gitmişlerdir? Eylemin ayrıntılarını incelemeye devam edelim.
Uçağın kaçırılarak indirildiği yer özellikle seçilmiştir. O sırada Uganda'nın başında İdi Amin görev yapmaktadır ve İsrail ile oldukça sıcak ilişkilere sahiptir. Daha 1963 Nisanında, o zaman İsrail Savunma Bakanlığı'nda Müsteşar olan Şimon Peres Uganda ile askeri işbirliği yolunu açmıştır. Dışişleri Bakanı Golda Meir İsrail-Uganda arasında yardım ve işbirliği anlaşması imzalar. Mossad'ın askeri kanadı Uganda Ordusu'nun eğitimi görevini üstlenir ve ihtiyaç duyulan tüm teçhizatı tedarik eder. İsrail'in bu "yakın ilgi" politikası 1967'de Arap ordularıyla yapılan savaştan hemen sonra artarak gelişir ve İsrailliler, Afrika ülkeleri üzerinde daha fazla söz sahibi olabilmek amacıyla aktif bir siyaset benimserler. Uganda'da kurulan askeri eğitim merkezleri bu aktif siyasetin meyveleridir. 1971'e gelindiğinde 26 adet eğitim ve taşıma uçağı Ugandalılara teslim edilmiş, İsrailli danışmanlar bu ülkeyi "komşu kapısı" yapmışlardır. Zamanla kurulan sıcak ilişkiler güçlenecek ve İsrail'in "adamı" İdi Amin, henüz orduda albay rütbesinde olduğu yıllarda, Devlet Başkanı Milton Obote'yi karşısına almak pahasına İsrail'i savunup destekleyecektir.12
İsrail'in Uganda'daki askeri birliğinin komutanı, Albay Bar-Lev, 1970'lerde Uganda'daki yabancı uzmanların faaliyetlerine son verilmesi kararı alındığında, İdi Amin'i ikna edebilmiş ve iki ülke arasında üç yıllık bir askeri eğitim programı imzalanmıştır.13 Amin tüm bu yardımları karşılığında, ilerleyen yıllarda fazlasıyla ödüllendirilecektir.
Ugandalı askerler eğitim amacıyla dönüşümlü olarak İsrail'e gönderiliyordu. Bu arada İdi Amin de sık sık yahudi ülkesini ziyaret ediyor, yeni dostluklar kuruyordu. Bir süre sonra Amin, çok nadiren yabancılara layık görülen "Paraşütçü Nişan Madalyası" ile şereflendirilir. Moritanya seyahatinde nişanını gururla göğsünde taşımaktadır.14
İlişkiler, Amin'in Uganda'nın başkenti Kampala'da İsrail Askeri Ataşesi olarak görev yapan Za'av Şaham'dan özel bir operasyon isteğiyle doruğa ulaşır. Kongo'dan çok yüklü miktarda altın çalınmıştır ve bunların elden çıkarılması için İsrail'den yardım talep edilmektedir. İsrailli bankerler, altının kaynağını fazla "kurcalamadan" satış işlemlerini gerçekleştirirler.15
1970 yılına girildiğinde Uganda'yı çalkantılı günler beklemektedir. Askeri bir darbeyle "anti-siyonist" Devlet Başkanı Milton Obote devrilir ve yerine İsrail'in "yakın müttefiki" İdi Amin başa geçer. Darbenin her aşamasında Mossad'ın desteği Amin'in yanındadır.16 CIA ve MI6 da bu darbeye bulaşmış görünmektedir.
Amin Uganda'nın başına geçer geçmez İsrail ve İsraillilerden nefret eden bir yahudi düşmanı görünümüne bürünür. Bu tavır, geçmişini bilenler tarafından komik bulunmaktadır.
Böylece 1976 yılına gelindiğinde, Air France uçağı önceden planlandığı şekilde Uganda'ya kaçırılır ve Entebbe Havaalanı'na indirilir. İsrail bu gizli operasyon sayesinde bir taşla iki kuş avlayacaktır: Hem "yapay anti-semitizm yaratma" faaliyetlerine bir yenisi eklenecek, İdi Amin yahudi düşmanı görüntüsünü tazeleyecek ve İsrailli askeri timlerin yapacağı rehine kurtarma operasyonu açık bir güç gösterisi olarak dünyaya duyurulacaktır. Her ne kadar "Entebbe" filminde Amin İsraillilere karşı hiç de dostane olmayan tavırlar sergiliyor gibi görünse de, hergün onları ziyaret ettiği, onların koruyucusu pozunda dolaştığı da bilinmektedir. Uçaktaki rehinelerden birinin günlüğünde göze çarpan şu satırlar, son derece çarpıcıdır:
İdi Amin Uganda'daki kalışımız süresince mümkün olduğu kadar rahat edebilmemiz için elinden geleni yapacağını söyledi. Afrikalı kadınlar bulunduğumuz yere koltuk taşıyorlardı. Hepimize yetecek sayıda koltuk getirdiler. Bundan sonra kahvaltı verildi: Çay, muz, ekmek, tereyağı, yumurta ve hatta patates. Arkadan bir doktorla bir hemşire geldi. Her birimize hasta olup olmadığımızı ya da tıbbi müdahale gerektiren herhangi bir şeyimiz olup olmadığını sordular.17
Sonunda Mossad'ın ölüm timleri bitirici vuruşu gerçekleştirirler. Sayeret Matkal, Sayeret Tzanhanim ve Sayeret Golani Timleri başarılı bir operasyonla rehineleri kurtarırlar. Taaruz Gücü Komandoları ilk ateşi açtıklarında, bir dakika kadar bir süre içinde 7 teröristi avlamışlardır. Diğer üçünün ise Timler tarafından gizlice esir alındığı sanılmaktadır. Açılan ateş sırasında sadece iki yolcu hayatını kaybetmiş, İsrail askerleri ise sadece Seçkinler Birliği'nin lideri Teğmen Yonatan Netanyahu'nun öldüğünü açıklamışlardır. Netanyahu Ugandalı bir Sniper'ın (keskin nişancı) silahından fırlayan kurşunla vurulmuştu. Operasyon dünyaya şaşırtıcı boyutlarda destansı öğelere sahip askeri bir "macera" olarak tanıtılır. Komandolar da "savaşçılar"ın ruhuna sahip, askeri istihbarat ve rehine kurtarma konularında son derece iyi eğitim görmüş cesur insanlar olarak lanse edilir.
Operasyon esnasında nedense havaalanında çok az Uganda askeri bulunmaktadır ve bunlar operasyona hemen hiç müdahale etmemişlerdir. Operasyon son derece dakik yürütülmüş ve Uganda Ordusu'nun askeri destek ekipleri havaalanına ulaştıklarında rehineler uçaktan çıkarılmışlardır.
Görünürde operasyonla ilgili hiçbir bilgi dışarı sızdırılmamıştı ama çok sayıda gazeteci olayı dramatik boyutlarda ele alarak yazıya dökmüş, bir kaç hafta içinde tüm dünya basınında operasyonla ilgili methiyeler birbiri ardınca yayınlanmaya başlamıştı. Bu gelişmeleri müteakiben baskınla ilgili kitaplar yayımlandı ve bir de film çevrildi. Başrollerde dünyanın en meşhur aktörlerinden Burt Lanchester, Kirk Douglas, Elizabeth Taylor vardı.
Üzerinden yıllar geçtikten sonra, insanların hatırlarında Entebbe Havaalanında bir uçak kaçırma olayının yaşandığı, FKÖ'nün yeni bir terörist eylem amacıyla masum İsraillileri rehin aldığı ve mükemmel organizasyonuyla İsrail timlerinin rehineleri kurtardığı kaldı. "Operasyon" amacına ulaştı sözün kısası.
Münih Olimpiyat Köyü Baskını Üzerindeki Şüpheler
1972 yılında Münih Olimpiyat Köyü'nde İsrailli sporcuların bir grup özel tim tarafından kurtarma operasyonu sırasında öldürülmesi, "başarılı" Mossad eylemlerinden biridir.
İsrailli sporcular Olimpiyat öncesi yapılan onca tehdide rağmen neden korumasızdı, Olimpiyat Köyünde, olay esnasında neden hiç polis yoktu ve bu sporcuların kurtarılması için neden Filistinlilerin istekleri ısrarla yerine getirilmedi? Moshe Dayan'ın Başkanlığı'nda Mossad Şefi Zwi Zamir'in de aralarında bulunduğu, Münih'e gelen özel tim, kurtarma adı verilen katliamda ne gibi rol aldı? Golda Meir ve Zwi Zamir neden ısrarla uzlaşmaya yanaşmadı? Herkes özel timin Filistinlileri ve İsrailli sporcuları öldürdüğünü bildiği halde bu neden kamuoyundan gizli tutuldu ve katliamı Filistinliler yapmış gibi göstererek Golda Meir'in kurduğu X Komitesi tarafından birçok Filistinli aydın katledildi? Neden İsrailli sporcuların sürekli korumaları baskın sırasında görevleri başında değildi?
Tüm bu soruların cevapları hep aynı noktada kilitlenmektedir: Mossad bu eylemi propaganda amaçlı bir şova dönüştürmüş, Filistinli teröristlerin yanısıra İsrailli sporcuları da öldürtmüştür. Sporcuların ölümü FKÖ'ye yıkılmış, olayın ardından bir çok Filistinli aydın da olayla ilgili oldukları iddia edilerek vurulmuştur. Mossad'ın güvendiği dostlarından Yahudi Markus Wolf Doğu Alman Gizli Servisi STASI'nin başındadır ve Filistinli eylemcilerin kullandıkları silahları temin eden kişinin de kendisi olduğu iddialar arasındadır.18
Sonradan yayınlanan bir deklarasyonda, Filistin Devrimci Destek Grubu, bu rehine pazarlığının İsrail hapishanelerindeki 200 Filistinliyi kurtarmak amacıyla yapıldığını açıklar. Bunun için İsrailli sporcular rehin alınır ve Alman polisiyle bir anlaşma yapılır. Ancak en başından itibaren Almanların bu anlaşmaya sadık kalmaya hiç niyeti yoktur, çünkü Bonn'daki İsrailli yetkililer hiçbir şekilde rehine-mahkum değiş tokuşuna yanaşmamaktadır. Tel Aviv'den gelen ve başkanlığını Moshe Dayan'ın yaptığı özel tim, Alman polisiyle toplantıya girer.19 Bu timde Mossad'ın başı Zwi Zamir de bulunmaktadır. Operasyonun hemen öncesinde Tel Aviv-Münih seferini yapan bir Boeing 737 ile iki İsrailli uzman Almanya'ya gelir. Kimlikleri çok gizli tutulan bu subaylar, operasyonun stratejik adımları için görüş bildirirler.20 Ardından ölüm operasyonuna yeşil ışık yakılır. Filistinlilerin yanında masum İsrailli sporcular da vurularak öldürülür. Her Filistinli eylemci için ikişer keskin nişancı olması gerekirken, 11 Filistinlinin bulunduğu yere sadece 5 vurucu görderilir. Bu yüzden atış kontrolü kaybolur ve nişancılar tüm hareketli hedefleri "nötralize" ederler. Kurtarma helikopterini kullanan pilot bile açılan ateş sonucu hayatını kaybeder. Yardımcı pilot yere yatarak ölü taklidi yapar ve canını kurtarmayı başarır.
Almah polisi İsrailli sporcuların kimler tarafından öldürüldüğünü kesin olarak ortaya çıkarabilecek otopsi sonuçlarını halka açıklamayı reddetmiştir.21 Tüm bunların bilançosu olarak FKÖ ve terörizme duyulan nefret bir kat daha artar, bir çok Filistinli aydın öldürülür, ve Mossad dünya çapında terörizmi bir kez daha kınadığını duyurur. Yahudi Dayanışma Birliği Başkanı Bertram Zweiben, verdiği demeçte "bunun misillemesi ancak dünya çapında Arap diplomatlarının öldürülmesiyle olabilir"22 diye konuşur. Çok açık bir mesajdır bu.
Mossad'ın Nükleer Oyunları

Benjamin Yeruşalmi; MOSSAD ajanı Benjamin Yeruşalmi Burhan Yarısal takma adını kullanarak Türk pasaportu edindi ve İsrail'e uranyum kaçırdı.
Mossad'ın en önemli görevlerinden biri de İsrail'in büyük bir nükleer güce ulaşmasıdır. Nükleer saldırı silahları dünyada çok az devletin sahip olduğu bir avantajdır ve caydırıcı özellikleri de tüm konvansiyonel silahların üzerindedir. Ortadoğu'da henüz nükleer silah üretebilecek teknolojiye ulaşmış devlet İsrail'in haricinde yoktur ve bu ayrıcalığını İsrail asla kaybetmek istememektedir. Bununsa tek yolu vardır, kendi gücü korunup geliştirilirken, tehdit arzedebilecek tüm düşmanların nükleer güce sahip olma girişimleri engellenmelidir.
İsrail'in kuruluşundan itibaren Devlet Başkanı Ben Gurion, nükleer güç elde etmeyi Devletinin en önemli stratejik hedeflerinden birisi olarak açıklar ve İsrail kurulduktan henüz 7 ay sonra , Fransız Atomik Enerji Komisyonu üyesi ve Fransız atom bombasının mimarı Maurice Surdin İsrail'e getirtilir. Rus kökenli bir Yahudi olan Maurice (asıl adıyla Moshe Surdin) önderliğinde, İsrail Atomik Enerji Komisyonu 1952'de faaliyete geçer. Komisyonun başına Ernst David Bergman getirilir. Ben Gurion, bilim adamları, askerler ve politik danışmanlar, nükleer bir reaktör satın almak için her fırsatı değerlendirmeye çalışırlar. Bu fırsat karşılarına 1955 yılında çıkacaktır.
Tel Aviv'in 10 mil güneyindeki Nahal Sorek'te Eisenhover'ın "barış için atom programı" dahilinde küçük bir reaktör oluşturulur. Aynı yıl Şimon Peres daha büyük bir tanesi için Fransa Hükümeti ile temasa geçer. Ben Natan, Fransa'nın İsrail'e nükleer reaktör vermesi için yoğun lobi faaliyetlerinde bulunur. 3 Ekim 1957'de Bourgers Maunoury ve Dışişleri Bakanı Pineau, Peres ve Natan ile gizli bir antlaşma imzalar. Anlaşma 24 megawatlık bir reaktörün gerekli tüm teknik donanımı ile İsrail'e verilmesini içermektedir.
İsrail'de nükleer santral projesi tarihte görülmediği kadar gizli yürütülmüştü. Peres, İsrail istihbaratından nükleer santrallerine koruma vermesini istemedi. Çünkü ona göre İsrail'in nükleer gücünün, tamamen bağımsız bir "nükleer istihbarat servisine" ihtiyacı vardı. 1957'de Peres, nükleer meseleler için bu istihbarat servisini kurdu ve başına Bünyamin Blumberg'i getirdi. Blumberg daha önce Haganah'da çalışmış, 1948-49 Savaşı'ndan sonra Shin-Bet'e katılmış bir uzmandı. Shin-Bet'in "Lakam" departmanındaki görevi, Savunma Bakanlığı adına çeşitli projeler üstünde çalışan fabrikaların güvenliğini sağlamak ve bu projelerin gizliliğini korumaktı. Lakam ajanları bilim ataşeleri olarak Avrupa ve ABD'deki İsrail konsolosluklarına giderler ve edindikleri bilgileri Dışişleri Bakanlığı'ndan önce kendi ofislerine rapor ederlerdi. Bilim danışmanları halktan her türlü enformasyonu almakla ve gönderildikleri ülkedeki bütün bilim adamları ile ilişkiye geçmekle yükümlüydüler. Peres'in desteği ile Blumberg, Lakam istihbaratını diğer branşlardan ayrı tutuyordu. Isser Harel'e göre "Devletin üst düzeyinde bazı kişiler bile Lakam'ı oluşturan ünitelerden habersizdi"

Fransa'dan gelecek yeni reaktör en üst derecede gizlilik konumuna sahipti. Bu reaktör için Negev Çölü seçildi. (Negev Tevrat'ta Hz. İbrahim'in sevdiği vaha olarak geçer) Bu konuda sadece Lakam değil, Fransız İstihbaratı da hassastı. Paris'ten bir ajan papaz kılığında Negev'e gönderildi. Dimona'daki nükleer santralin inşaatı başladığında yerli halka bir tekstil fabrikasının yapımına başlanıldığı söylendi. Bu fikir Blumberg'indi. Ancak Charles De Gaulle, İsrail'in Dimona Reaktörü'nü askeri amaçlarla kullanacağını hissediyordu ve bu, Fransız Başkanı rahatsız ediyordu. Mayıs 1960'da De Gaulle Dışişleri Bakanı'na, İsrail Konsolosluğu'nu artık Dimona'ya uranyum göndermeyecekleri konusunda haberdar etmesini istedi.23
Fransa'nın silah ambargosu koyarak uranyum sevkiyatını durdurması üzerine İsrailliler zor durumda kalmıştı. Ama Moşe Dayan her ne pahasına olursa olsun bir atom bombası istiyordu. "Gerekirse bu nesneyi çalmalıyız" diyordu. Isser Harel'in yerine Mossad Şefi olan Meir Arit'e, 200 ton uranyum bulma görevi verildi. İsrail Gizli Servisi, Brüksel'deki Madenler Genel Merkezi'nin (MGM) depolarında büyük miktarda uranyum bulunduğunu tespit etmişti. Bu uranyum MGM'ye, Belçika Kongosu'nda faaliyet gösteren bir firmadan kalmıştı. Böylece bir operasyon planı yapıldı ve buna kimyadaki bir kurşun bileşeninin adı verildi: "Plumbot Operasyonu".
Operasyonun ilk adımı, uranyumu şüphe çekmeden satın alabilecek bir "iş arkadaşı" bulmaktı. Tabii bu kişi uranyumu olduğu gibi İsrail'e devredecekti. Nihayet Mossad ajanlarından Daniel Aerbel Tel Aviv'e göreve uygun birisini bulduğunu bildirdi. Bu kişi Alman bir işadamı olan Herbert Schulzen'di. Shulzen, Wiesbaden de kurulmuş olan "Asmara Kimya Şirketi"nin ortağıydı. Bu şirket kimyasal ve radyoaktif zehirlenmelere karşı kullanacak yeni ilaçlar ve yöntemler bulmakla uğraşıyordu.
Fakat Shulzen'in küçücük şirketinin 200 ton uranyumu değil işletmek, depo bile edemeyeceği aşikardı. Bunun MGM yöneticileri tarafından anlaşılması zor olmayacağından, Asmara'ya İtalya'dan Sarca adında paravan bir ortak firma bulundu.24
Plumbot Operasyonu bir saat gibi kusursuzca işliyordu. MGM'nin elindeki plutonyumu "yasal" yollardan alabilmek için gerekli zemin oluşturulmuştu. Ancak aşılması gereken iki önemli nokta daha vardı. Bunlardan birincisi plutonyumun İsrail'e sevkiyatıydı. İkincisi ise EURATOM (Avrupa Atom Enerjisi Teşkilatı) kontrollerinden sıyrılabilmekti. Eğer teşkilat derinlemesine bir inceleme yaparsa işin iç yüzü meydana çıkabilirdi. Ancak Mossad tüm bunlara hazırlıklıydı. EURATOM başkanı Etienne Hirsch ve Atom Enerjisi Komiserliği başkanı Robert Henry Hirsch bilinçli birer yahudiydi.
Sevkiyatı gerçekleştirmek amacıyla Zürih'te, 24 saat gibi kısa bir sürede "Biscayne Traders Shipping Corporation" isimli paravan bir şirket kuruldu. Ardından bunun aracılığıyla Liberya orijinli bir başka deniz taşımacılığı şirketi meydana getirildi. Şirketin başkanı Daniel Ert tecrübeli bir Mossad ajanıydı. Diğer ortak ise bir Türk armatörü, Burhan Yarısal olarak gösterilmişti. Ancak bu isim sahteydi ve aslında Burhan Yarısal diye tanıtılan kişi de bir başka Mossad ajanı, Benjamen Yeruşalmi idi25. Yarısal/Yeruşalmi 1968 yılının 27 Eylülünde 1,2 milyon mark nakit ödeyerek 78 metre boyunda "Scheersberg" isminde bir tekne satın aldı. Geminin kaptanı Percey Barrov da, rahatlıkla tahmin edilebileceği gibi, bir Mossad ajanıydı.
Barrov ve emrindeki istihbarat subaylarından oluşan mürettebat, EURATOM'dan izin çıkar çıkmaz uranyumu gemilerine yüklediler ve Kıbrıs'a doğru rota çizdiler. 29 Kasım 1968'de, gece yarısına doğru Scherrsberg bir israil tankeriyle Kıbrıs açıklarında buluştu ve yükünü buna devretti.26 Artık İsrail nükleer güce çok yakındı.
İsrail tankeri "malı" hızla Hayfa Limanı'na ulaştırdı ve uranyum buradan büyük güvenlik önlemleri altında Negev Çölü'ndeki Dimona Nükleer Santrali'ne taşındı. EURATOM uranyumun satış işlemlerindeki gariplikleri ancak 7 ay sonra farketti, ama bu da bir işe yaramayacaktı, olay örtbas edilmişti.
Böylece İsrail nükleer saldırı silahları üretebilecek kapasiteye ulaşır ve hiç gecikmeden bunların hazırlanmasına da başlar. Bu arada yahudi lobilerinin ve İsrail Gizli Servisi'nin yoğun çalışmaları bu nükleer silahların dünyanın gözüne batmasını engeller. The Samson's Option adlı kitabında yazar Seymour Hersh, ABD başkanlarını İsrail'in sürekli genişleyen nükleer kapasitesini dünya kamuoyundan saklamakla itham eder. Ayrıca çeşitli çevreler tarafından batılı ülkeler, tüm casus uyduları ve gizli teknolojik "sürveyans" sistemlerine rağmen İsrail'e inanmakla "saflık" gösteriyor olmakla suçlanır. Ancak tüm bunlar sonucu değiştirmez.
Bugün, Nükleer Silahların Sınırlandırılması Antlaşması'nı imzalamamış olan İsrail'in füzeleri, Yakın ve Ortadoğu'da nüfusu 100 bin kişinin üzerindeki her şehri vurabilecek kabiliyettedir. Hedefe isabet oranı son derece yüksek olan Jericho 2B tipi balistik füzeler, taşıyabildikleri nükleer savaş başlıklarıyla 1.660 km'lik hedef çapına sahiptirler ve bu mesafe Türkiye sınırlarındaki her noktaya ulaşabilecekleri anlamına gelir. Bu uzun menzilli füzelerin yanısıra, İsrail ordusunun cephaneliklerinde Jericho 1 tipi 650 km menzilli, ve MGM5-2C Lance tipi 130 km menzilli füzeler bulunmaktadır. İsrail Ordusu ayrıca nükleer savaş başlıklarını yükleyebileceği bombardıman uçakları ve uzun namlulu toplarıyla büyük bir nükleer tehdittir.27
Kurulduğu günden bu yana hep ulaşmaya çalıştığı hayali artık İsrail için gerçek olmuştu. Dünyanın en büyük nükleer santralleri arasında girmeyi başaran Dimona ile birlikte, İsrail de dünyanın en güçlü devletleri arasına katılmıştı. Şu an tahmin edildiği kadarıyla (İsrail gerçek rakkamları ve sahip olduğu gücü dikkatle gizlemektedir) İsrail, dünyada ABD, Rusya ve Çin'den sonra dördüncü büyük nükleer güçtür.
Ancak İsrail'in çok önemli bir problemi vardı. Nükleer bir reaktör kurmuş, uranyum çalmış, uzmanlar getirtmiş ve sonunda nükleer silah üretme teknolojisine kavuşmuştu. Fakat tüm bunlar büyük gizlilik içinde yürütülüyordu. Durum böyle olunca da dünyanın bundan haberdar olması beklenemezdi. Oysa nükleer silahların en önemli özellikleri kullanılırlıkları değil, caydırıcılıklarıydı. Nitekim Soğuk Savaş döneminde, dünyanın iki süper gücü, ABD ve SSCB, inanılmaz bir silahlanma yarışına girmişlerdi. Bunun temelinde ise "düşmanından bir fazla silaha sahip olursan sana saldıramaz" düşüncesi yatmaktaydı. Aynı satrançtaki gibi, taraflar ilk saldırıyı yapabilmek için güç dengesinin kendi lehlerine değişmesini bekliyorlardı. Bunun yolu da daha çok, daha kabiliyetli, vuruş gücü ve savaş başlığı sayısı daha yüksek nükleer silaah üretmekten geçiyordu.
Bu güç İsrail'de vardı. Ama sorum şuydu: Bunu kimse bilmiyordu. İsrail tüm çalışmalarını son derece gizli yürütmüş, planlarını dünyanın gözünden kaçırmayı başarmıştı. Zaten plutonyum çaldığını, kurduğu santrali enerji üretimi için değil askeri amaçları için kullandığını açıklaması da beklenemezdi. Peki o halde sahip olduğu üstün nükleer silahların tanıtımını nasıl yapmalıydı? Kendisi için tehdit oluşturanlara nasıl gözdağı verecekti?
Mossad bunu da sansasyonel biçimde yapmanın yolunu buldu.
Mordecai Vanunu Olayı
1986 yılı Ekim ayında, tüm dünyada yankı uyandıran bir olay gerçekleşti. İsrail'den kaçan bir teknisyen, bir İngiliz gazetesine İsrail'in dev bir nükleer santrale sahip olduğunu ve burada çok sayıda nükleer silah ürettiğini açıkladı. Söz konusu reaktör, Negev Çölü'ne kurulmuş olan Dimona Nükleer Santrali idi. Dünyanın en büyük nükleer santrallerinden biri olan Dimona'da silah üretildiğini haberini basına sızdıra "hain", Mordecai Vanunu adında Dimona'da on yıl geçirmiş bir bilim adamıydı.
İsrail ordusunda askerlik görevini mühendis-teknisyen olarak yaptıktan sonra, Tel Aviv Üniversitesi'nde açılan nükleer fizik kurslarına devam etti. Ardından Dimona'daki Nükleer Araştırma Merkezi Kamag'a (Kirya le-Mechkar Gar'ini) iş başvurusunda bulundu. İşe alınmadan önce ilk olarak Dimona'nın güvenlik subayları tarafından araştırıldı. Bu subayların Shin-Bet ile yakın çalıştıkları bilinmekteydi. Alkol ve uyuşturucu kullanmadığı, sabıkası olmadığı, radikal siyasi görüş taşımadığı tesbit edildikten sonra ilk aşamayı geçtiği bildirildi. Ardından fizik, kimya, matematik ve İngilizce kurslarına yollandı. İki aylık eğitimden sonra sınava alındı ve bunu da başarıyla geçti. Tüm bunların ardından ilk defa Dimona'ya getirildi ve burada bir "sözleşme" imzaladı. Öğrendiği herşeyi gizli tutacağına, gördüğü ve duyduğu hiçbir şeyi başkalarına anlatmayacağına dair yemin etti ve sonunda Vanunu, Dimona'daki görevine başladı.
Bu seremonilerin üzerinden on yıl geçti ve Mordecai Vanunu, elinde bir sürü belge ve fotoğrafla Avustralya'ya "tatile" gitti. Dimona'daki işinden kovulmuş ve parasız kalmıştı. İki ay sonra bir gelişme daha oldu ve Vanunu Hristiyan olmayı tercih etti. Avustralya'da tanıştığı Kolombiya asıllı bir gazeteciyle, Oscar Guerrero ile yakın dostluk kurdu. Ve bir süre sonra da sırrını yeni dostuna söyleyiverdi. Elinde, Dimona'da gece vardiyalarında çektiği iki rulo renkli film vardı ve bunları ne yapacağını bilemiyordu! Guerrero bu filimleri çekebilecek kamerayı nükleer tesise nasıl soktuğunu, neden böyle bir tehlikeyi göze aldığını, çektiği filmleri İsrail'den nasıl çıkardığını hiç sormadı. Bu detaylara gerek yoktu. Karşısında altın bir yumurta yumurtlamak üzere olan bir tavuk duruyordu. Elindeki sansasyonel haberi bir kaç gazete ve dergiye teklif etti ancak hiçbiri bunun güvenilir bir kaynak olduğuna inanmıyordu. Sonunda Londra Sunday Times Guerrero'ya bir şans vermeyi kabul etti. Kısa bir süre sonra İsrail'in nükleer gücü dünyanın gözleri önüne serilmişti. Bu, İsrail'in düşmanlarına açık bir mesajdı: Sakın denemeyin...
Mordecai Vanunu yakalandı ve İsrail'de hapse atıldı, fakat belleklerde cevaplanmamış bazı sorular kalmıştı:
- Vanunu neden vatanına ihanet etti?- İsrail'in en değerli ve en iyi korunan tesisine bir kamerayı nasıl sokabildi?- Kimseye yakalanmadan 60 poz film nasıl çekebildi?- Bu filmleri tesisten nasıl kaçırdı?- Aceleyle çektiğini söylediği filmlerde tüm ayrıntılar çok net ve berraktı, bunu nasıl başardı?- Bu filmleri ülke dışına nasıl çıkarabildi?
Detaylarına indikçe daha da çetrefilleşen ve izahı zor bu senaryo, Mossad'ın bilgisi haricinde gerçekleşme imkanı bulamazdı. Dimona'nın onlarca kilometre çapındaki çevre bölgesinde "uçan kuştan" haberdar olan Mossad, elindeki tüm teknolojiye rağmen bu teknisyenin ihanetini görememiş miydi?
Aslında Dimona'nın varlığı, ilk olarak Mordecai Vanunu tarafından ortaya çıkarılmış da değildi. Belirli çevrelerin durumdan, reaktör kurulduğu zamanlardan beri haberi vardı. Kennedy'nin olağanüstü bir suikaste kurban gitmesi, Dimona'ya karşı çıkmasıyla bağdaştırılmamış mıydı? 1980 yılı Aralık'ında Dimona'nın resmini basarak tesisi tanıtan dergi, Türkiye'de yayımlanan Hayat Dergisi değil miydi? 19 Aralık 1960'da Times Dergisi'nin birinci sayfasını muhabir Finney'in "Dimona" başlıklı haberi kaplamamış mıydı?
Aslında İsrail'in gözbebeği tesisi biliniyordu, ama son zamanlarda cesareti artan bazı düşmanlara açık mesaj vermek ve caydırıcılık gösterisi yapılması gerekliydi. Vanunu işte bu planın küçük bir parçasıydı sadece.
Mossad'ın Bir Başka Casusluk Numarası:"Eichmann'ın Kaçırılması"
İsrail’in ulusal propaganda konusu olan "Soykırım" anlatımını tüm dünya çapında canlı tutmak Mossad'ın işlevlerinden birisidir. Bu amaçla düzenlenmiş olan operasyonlardan biri de ünlü "Eichmann Olayı"dır. Nazi Almanyası'nda Yahudi konusuyla ilgilenen en üst düzeyiki SS'den birisidir Adolf Eichmann. Savaş sonrasında, Mossad'ın verdiği bilgilere göre, Mossad tarafından gizlendiği Arjantin'de yakalanıp İsrail'e götürülür ve yargılandıktan sonra idam edilir. Şimdi bu operasyonun detaylarını inceleyelim.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Eichmann, savaş suçlusu olarak hapse atılmıştır. 1950'de hapisten kaçar ve Arjantin'e sığınır. Burada on yıl boyunca Ricardo Klement adıyla burada yaşar. Fakat Mossad onun peşindedir. Sonunda İsrail Gizli Servisi'nin ajanları Eichmann'ın izini yakalarlar ve operasyon planı yapılır.
11 Mayıs 1960'da akşam saat 18:30 da, Eichmann her zamanki gibi otobüsten indiğinde, 3 kişi tarafından etrafı sarılır. Bir dakikadan kısa bir süre içinde, bekleyen bir arabaya bindirilip, Buenos Aires'te kiralık bir eve götürülür. Yakalanışı esnasında hiçbir direnişle karşılaşılmadığından, sodyum pentatol gibi bir uyuşturucu, ya da kaçmasını engelleyecek ip veya kelepçe kullanılmaz. Eichmann kendisini kaçıranlara karşı koymaz, ve dudaklarının arasından şu sözler çıkar: "İsraillilerin elinde olduğumu biliyorum" (Daha sonra, bir gazetede Ben Gurion'un kendisinin bulunup yakalanmasını istediğini okuduğunu açıklayacaktır.)28
Böylece Mossad elemanları Eichmann'ı İsrail'e götürürler. Hem ABD hem de SSCB bu operasyona destek verirler. Sözde Soykırım suçlularının yargılanmaları konusunda hassasiyetlerini göstermektedirler. Eichmann 1961 yılında Nisan-Aralık ayları arasında mahkemeye çıkarılır, yargılanır ve suçlu bulunur. 1962 yılına gelindiğinde bir savaş suçlusu olarak Ramleh Hapishanesi'ne atılmıştır. Aynı yıl burada asılarak cezası infaz edilir. Ölüsü de yakılır ve külleri de Akdeniz'in sularına savrulur. Eichmann'ın bilinen öyküsü böyledir. Fakat arkasında hiçbir iz bırakmadan tarihe gömülmüştür, kaçırılıp İsrail'e getirilen ve yargılanarak idam edilen kişinin gerçekten Eichmann olup olmadığı bile sadece Mossad tarafından bilinen bir sırdır.
Eichmann'ın Siyonistlerle İlişkilerİ
Adolf Eichmann, III. Reich'in "Yahudi İşleri" sorumlusu olduğu yıllarda gizli bağlantılar kurmuş biriydi. "Yahudi düşmanı" olmaktan çok, Siyonistlerin Alman Yahudilerini Filistin'e transfer etme hedefine destek olan bir yardımcı görünümündeydi. Öte yandan, kültürlerini incelediği Yahudilere de giderek daha fazla hayranlık besliyordu. Şalom'un ifadesine göre "Eichmann hiçbir zaman Yahudi karşıtı olmadığını her zaman Yahudileri sevdiğini söylüyordu".29 Eichmann'ın gençlik arkadaşlarından çalıştığı şirkete kadar hepsi, Yahudi cemaatinin içindeydi. Masonlara yaklaşması da bu sıralarda oldu ve Schlaraffia Locası'na kabul edildi.30
Bu gelişmelerin hemen ardından da bir Nazi olarak daha iyi görev yapılacağına inandığından SS teşkilatına alındı. O yıllarda bugün bilinenin tam aksine Nazi Partisi Yahudi ve masonlarla dolup taşmaktaydı. Eichmann'ın görevindeki ilk işi masonluk hakkındaki bütün bilgileri dosyalamak ve masonluk müzesini kurmak oldu. Ardından Yahudilerle ilgili yepyeni bir bölüme geçti.31
Eichmann'ın kariyerindeki hızlı yükseliş de bu sıralarda başladı. Öncelikle tam bir siyonist olarak yetiştirildi. Hatta Theodor Herzl'in "Der Judenstaat"ını (Yahudi Devleti) okuduktan sonra siyonizmi SS arkadaşları arasında yaymayı amaçladı. Eichmann'a verilen görev Almanya'daki Yahudilerin sağ ve güvenli şekilde Filistin'e yerleştirilmesiydi. O tarihte Nazi Partisi'nde Yahudi işlerine bakan görevlilerin izlediği politikanın özü, eski şartlardan nefret eden ve Filistin'e göç etmeyi istemeyen Alman Yahudilerinin üzerindeki siyonist etkiyi genişletmekti. Özel eğitilmiş olan SS subayları Siyonist çalışmaları teşvik ederken anti siyonist olanları da engelliyorlardı. Hatta Eichmann 1935 yılında Alman polis kararnamesinde, Filistin'e göç etmeye eğilimli olan siyonist gençlerin, diğer Yahudilere oranla kayırılmasını öneren bir kanun çıkarılmasını da başarmıştı.
Amaçlanan tek şey Alman Yahudilerinin kendi istekleriyle ya da bilinen diğer yollardan Filistin'e göç etmelerini sağlamaktı. Aynı yıl içinde Eichmann, Haavarah-Transfer adıyla bilinen bir antlaşmanın Nazi otoriteleri ve Filistin Yahudi Acentası arasında yapılmasını sağladı. Bu antlaşmaya göre Filistin'e gidecek olan Yahudiler paralarını da yanlarında götürebileceklerdi. Bunların yanısıra Eichmann Filistin'e gidecek öncülerin kullanması için 6 milyon poundun da toplanması işiyle ilgilendi.32
1937 yılında Eichmann, Filistin topraklarının Yahudilerin yerleşmesine uygun olup olmadığını araştırmak üzere Filistin'e gitti. O sıralarda bir Nazi'nin ülke dışına çıkması özellikle uzak bölgelere gitmesi yasaktı.Bu hareket doğal olarak garip karşılandı.33
Eichmann bir yıl sonra Yahudi Göç Ofisi'nin Viyana Başkanı olarak Viyana'ya atandı. Burada siyonist delege Motze Bar Gilad'la bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşma uyarınca, Eichmann genç Yahudilerin eğitilmesi için Viyana dışında bir çiftlik satın aldı. Gerekli malzeme sağlanarak burası bir savaş kampı haline getirildi. Elbetteki kampın ve eğitilen Yahudilerin korunması da Nazi askerlerine aitti. 1938'in sonuna kadar bu kampta 1.000 kadar Yahudi genç eğitildi. Bu gençler daha sonra Filistin'de bir çok Müslüman Arab'ın öldürülmesinden sorumlu Haganah, Stern ve Irgun çetelerinin kadrolarını oluşturdular.34
Aynı sırada 150.000 kadar Yahudinin kanuni yollardan yurt dışına çıkarılması ve Filistin'e yerleştirilmesi yine Eichmann'ın sayesinde gerçekleştiriliyordu. 1939'da Prag'daki Yahudiler için, bir başka Yahudi göç bürosu kurdu.35
1939 Şubatı'nda Viyana'da yapılan bir toplantıda Eichmann, Alman Yahudi liderleri ile bir antlaşmaya vardı. Viyana'da kurduğu kampların aynısının işgal altındaki Prag'da da kurulmasını kararlaştırdılar. 1940 yılında savaş bütün hızıyla devam ederken Eichmann gene Avrupa'dan 35.000 Yahudinin Filistin'e gönderilmesini organize etti. 1941 yılına gelindiğinde Eichmann, 250.000'den fazla Alman Yahudisinin düzenli bir şekilde Filistin'e yerleşmesini sağlamıştı.
Bu Yahudiler göç ederken mal varlıklarının büyük bir bölümünü Yahudi otoritelere bırakıyorlardı. Bu para yeni İsrail Devleti'nin kurulmasında kullanılıyordu. Parası olmayan "niteliksiz" Yahudiler ise Nazi Almanyası'na işgücü sağlamak için kamplarda toplanıyorlardı.
"Eichmann'ın İdami" Hikayesindekİ Kuşkular
Hayatı boyunca Yahudi davasına hizmet etmiş birisinin Mossad tarafından yakalanıp İsrail'e getirildiği ve burada asılarak idam edildiği şeklindeki senaryo hiç inandırıcı değildir. Nitekim bir çok yazar ve araştırmacı bu konunun üzerine gitmiş, karanlıkta kalan sorulara cevap aramışlardır. Bu araştırmanın zorluğu, ortada Mossad'ın bilinmesini istediğinden başka bilginin bulunmayışında gizlidir. Eichmann'la ilgili tüm evraklar kayıplara karışmıştır ve hiçbir yazılı kaynak bulunamamaktadır.
Adolf Hitler'in özel sekreteri Martin Bormann hakkında iki dosya hazırlayan Nazi avcısı Simon Wiesenthal'ın iddiasına göre, Eichmann hiçbir zaman Arjantin'e gitmemiştir. Ölümüne kadar Avrupa'da yaşamış ve orada son nefesini vermiştir. Ayrıca Buenos Aires'deki Alman Büyükelçiliği'ne Arantin'de hiçbir savaş suçlusunun bulunmadığı haber verilmiştir.36
Mossad'ın Soykırım PropagandasınıCanlı Tutmak İçin Yaptığı 7 Yıllık "Korkunç İvan Şovu"

Solda, İsrail'in Necef Çölü'nde gizlice inşa ettiği Dimona Nükleer Santrali. Ortada, Mordechai Vanunu. Dimona'da çalışırken, santralin fotoğraflarını "gizlice" çeken ve İsrail'in nükleer kapasitesini dünya basınına yansıtan İsrailli teknisyen. Ancak İsrail gizli servisi tarafindan yakalandı ve İsrail'e götürülüp mahkum edildi. Sağda, "Vanunu Şovu"nun en çarpıcı örneği. Vanunu olayını konu eden Hollywood yapımı "Secret Weapon" adlı film. Gerçekte İsrail'in nükleer gücü Vanunu olayından çok daha önceleri de biliniyordu. Ancak Yahudi devleti, bilinçli olarak yaptırdığı bu sızıntı ile birlikte, Ortadoğu'daki diğer ülkelere gövde gösterisi yapmış oldu.
Eichmann olayının bir benzeri de "Korkunç İvan" davasıydı. Yedi yıl boyunca İsrail mahkemelerinde yargılanan ve basın yoluyla sürekli gündeme getirilen John Demjanjuk, İsrail'in soykırım propagandası yapmak için kullandığı bir şov malzemesine döndü.
Oysa deliller, daha mahkeme başlarken bile bu olayın düzmece olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Duruşmalar sırasında Treblinka'dan kurtulmayı başaran beş kişi olduklarını iddia eden şahıslar Demjanjuk'un Korkunç İvan lakaplı kişi olduğunda ittifak ettiler. Fakat Sovyet arşivleri aksini idda ediyordu. Buna göre tanımlanan Korkunç İvan Manchenko, Demjanjik'tan 9 yaş büyüktü. Fakat Ona karşı büyük bir kampanya başlatılmıştı. Dönemin Adalet Bakanı Avraham Sharir, mahkeme öncesinde Demjanjuk'tan hep Nazi savaş suçlusu diye bahsediyordu. Savunma Avukatı Yoram Sheftel "Mahkemede hiç şansımız yoktu. Davalıya her gün gözdağı veriliyordu. Herkes onu linç etmek istiyordu" demişti.37 Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Yehuda Bauer ise "Demjanjuk davası, soykırım vahşetini İsrailli genç nesillerin gözleri önüne sunmuş olması açısından son derece önemlidir"38 diyordu.
Demjanjuk olayında şahitler ve avukatlar görevlerini tam anlamıyla yaptılar. Eichmann'ın avukatı gibi Demjanjuk'un avukatı da Yahudiydi. Bir yetkilinin belirttiği gibi İsrailli avukat Yoram Sheftel Demjanjuk'a yapılabilecek en kötü savunmayı yaptı. Soykırım senaryosu Korkunç İvan temsiliyle yedi sene kamuoyunu meşgul etti. Ve sonunda Demjanjuk serbest kalıp mükafatını aldı.
Kennedy Suikastine Giden Yol
1960 yılında ABD'de yapılan başkanlık seçimlerini Demokrat Parti'nin genç ve karizmatik adayı John F. Kennedy kazandı. Başarılı her lider gibi onun da en az dostları kadar düşmanı vardı.
Özellikle İsrail Lobisi Kennedy'e sıcak bakmıyordu. Amerikan tarihindeki ilk Katolik Başkandı; ayrıca eski bir büyükelçi olan babası Joseph Kennedy de zamanında Lobi tarafından boy hedefi haline getirilmişti. Kennedy de Lobiye ve İsrail'e pek sıcak bakmıyordu; propaganda çalışmaları sırasında Yahudi Lobisi'nden aldığı ve seçim kampanyasına yapılacak yüklü bir bağış karşılığında Ortadoğu politikasını yeniden gözden geçirme teklifi onu Lobi'den bir hayli soğutmuştu.
İlerleyen aylarda da Başkan, İsrail yönetimiyle büyük bir çatışmaya girdi. Anlaşmazlık, İsrail'in nükleer programı nedeniyle patlak vermişti. İsrail Başbakanı Ben-Gurion, hummalı bir nükleer silah üretme programı izliyordu, Kennedy ise nükleer silahlanmayı durdurma programı çerçevesinde Yahudi Devleti'ni bu işten vazgeçmesi için ikna etmeye çalışıyordu.
Pulitzer ödüllü Amerikalı yazar Seymour M. Hersh, The Sampson Option: Israel, America and the Bomb adlı kitabında Kennedy ile Ben-Gurion arasında, İsrail'in nükleer programı hakkında "kavga"ya dönüşen fikir ayrılığını ayrıntılarıyla aktarır. Buna göre, bir keresinde dostu Charles Bartlett'e "Bu o... çocuklarının (İsraillilerden bahsediyor) nükleer kapasiteleri konusunda bana sürekli yalan söylediklerini biliyorum" diyen Kennedy, elinden geldiğince Yahudi Devleti'nin Dimona reaktöründeki gizli nükleer çalışmalarını engellemeye çalışmıştı. Ben-Gurion'un yazdığı mektuplarda kendisinden "genç adam" diye söz etmesi ve daha üst bir konumdaymış gibi bir üslup kullanması yüzünden de çileden çıkıyordu.
Bu arada Kennedy'nin Araplara yönelik olumlu bakış açısı da, onu İsrail ve Yahudi Lobisi nezdinde tam anlamıyla boy hedefi haline getirmişti. Kennedy'nin Ortadoğu'da adil bir politika uygulamaya niyetlendiği, daha senatör olduğu sıralarda Fransa'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Cezayir'i desteklemesiyle ortaya çıkmıştı. Cezayir'in bağımsızlığını kazanmasını engellemek için Fransa'ya büyük askeri destek veren İsrail, JFK'nın "tehlikeli" biri olduğunu daha o zaman sezmişti. Genç Başkan, Beyaz Saray'a yerleştikten sonra da Arap ülkeleriyle, özellikle de Mısır'la olumlu ilişkiler kurmaya çalışmıştı.
Kısacası, Amerika ve İsrail'deki Yahudi liderler, oldukça büyük bir sorunla karşı karşıya kalmışlardı. Ancak Kennedy halktan çok büyük destek alıyordu ve bir sonraki seçimleri kazanacağına da kesin gözüyle bakılıyordu. Ancak İsrail ve Lobi, bir beş sene daha kendi ideolojilerine ve stratejik çıkarlarına karşıt bir başkana tahammül edemezdi.
Peki ne yapmalıydılar? Kennedy ikna edilemeyecek gibi gözüküyordu; bunu zaten seçimden kısa bir süre önce denemiş ve ters tepkiyle karşılaşmışlardı. Bu durumda Kennedy'nin yerine geçebilecek muhtemel başkanlar üzerinde düşünmek gerekiyordu. Kennedy'nin Cumhuriyetçi Parti'den rakibi olan Nixon da onlar için pek işe yarar gözükmüyordu. Seçimlerde Nixon'a büyük bir destek verip Kennedy'nin kaybetmesini sağlasalar bile, yine de ellerine bir şey geçmeyecekti. Ancak bir başka isim, onlar için çok uygun sinyaller veriyordu. Bu, Kennedy'nin yardımcısı Lyndon B. Johnson'dı. Son dönemlerde özellikle dış politika konularında Kennedy'le çokça tartışan ve Başkan'la arası oldukça açık olan Johnson, Lobi açısından "ideal Başkan" prototipi çiziyordu. Politik kariyeri boyunca İsrail'e desteğini sık sık vurgulamış ve Başkan Yardımcılığı yaptığı dönem boyunca da Yahudi Devleti'ne olan sempatisini açığa vurmuştu.
Eğer İsrail ve Lobi, bir yolunu bulur da Kennedy'nin yerine Johnson'ı Başkan koltuğuna oturtabilirlerse, oldukça büyük bir iş başarmış olacaklardı. Ama bu normalde mümkün değildi; böyle bir koltuk değişimi için Başkan'ın ya istifa etmesi ya da ölmesi gerekiyordu. Başkan'ın istifa etmeye hiç niyeti yoktu ve geriye tek bir yol kalmıştı...
Suikastte "Son Hüküm": Başkan'ı Mossad Öldürdü!...
Amerikan Kongresi eski üyesi Paul Findley'e göre Kennedy suikasti hakkında üretilen komplo teorileri arasında İsrail'in adı hiç geçmemektedir. Oysa Yahudi Devleti'nin Kennedy'i ortadan kaldırmak için çok fazla sebebi vardır. Ayrıca Findley'in dediği gibi Kennedy suikasti ile ilgili olarak sanık sandalyesine oturtulan Küba lideri Castro, mafya, fanatik anti-komünistler ya da diğer zanlılar bu işin üstesinden gelebilecek güç ve yeteneğe sahip değillerdir. (Oliver Stone'nun JFK adlı filminde ortaya konduğu gibi Kennedy suikasti son derece planlı ve sofistike bir eylemdir ve devlet içindeki bazı odakların işin içine karıştığı kesindir.) Findley, Mossad'ın Kennedy'i ortadan kaldırmayı isteyecek nedenlere ve bu işi yapabilecek güç ve yeteneğe kesin olarak sahip olduğunu hatırlatır. Bu gerçeğe rağmen sanıklar listesinde Mossad ve İsrail isimlerinin hiç geçirilmemesi, kuşkuları daha da artırmaktadır.
Kennedy suikastinde Mossad'ın rolü ile ilgili en detaylı çalışma ise Amerikalı araştırmacı Michael Collins Piper'ın 1993 yılında yayınladığı Final Judgement (Son Hüküm) adlı kitapta ortaya konur. Piper, 335 sayfa ve 600 dipnottan oluşan kitabında Kennedy suikasti ile ilgili "son hükmü" vermektedir: Suikast Mossad ürünüdür!...39
Piper, öncelikle Kennedy ile İsrail yönetimi arasındaki çatışmanın detaylarını inceliyordu. Bu çatışma o kadar keskindi ki, İsrail Başbakanı Ben-Gurion, Nisan 1963'te Kennedy'nin varlığının İsrail'i tehdit ettiğini öne sürerek istifa etmişti.

Kennedy'nin vurulduğu an.
Suikastin ayrıntılarında çok sayıda Mossad bağlantısı vardı. Piper, New Orleans Savcısı Jim Garrison (JFK filminde Kevin Costner'ın canlandırdığı kişi) tarafından suikast ile ilgili olarak soruşturmaya uğrayan Clay Shaw'a dikkat çekiyordu. Çünkü delil yetersizliği ile davadan beraat eden, ancak suikastle ilgisi olduğu aşikar olan Shaw, Mossad'ın paravan şirketi olarak işlev gören bir firmanın yönetim kurulunda çalışıyordu. (Piper'a göre, yönetmen Oliver Stone, JFK filminde Clay Shaw'un bu Mossad bağlantısını atlamıştır, çünkü Stone'un en büyük finansörü, Arnon Milchan adlı İsrailli bir silah tüccarıdır).
Piper'ın kitabında konuyla ilgili önemli bilgiler aktaran eski bir Fransız istihbaratçı vardır. Bu kişi, Mossad'ın suikastçilerle bağlantı kurarken, Fransız istihbaratındaki bir ajandan yararlandığını söyler. Mossad'la suikastçiler arasında aracılık yapan bu Fransız ajan, Cezayir yanlısı tutumundan dolayı Kennedy'den nefret etmektedir.
Piper, suikastteki Mossad bağlantısının hasıraltı edilmesine de değinir. Belli kişiler, suçu mümkün olduğunca uzak adreslere göndermeye çalışmışlardır. Suikasti inceleyen Warren Komisyonu'na, sorumlunun KGB olduğu konusunda en çok telkinde bulunan kişi, CIA eski Şefi James J. Angleton'dır. Angleton'ın en önemli özelliği ise İsrail ve Mossad'a olan yakınlığıdır; CIA Şefi olduğu dönemde "Mossad'ın manevi babası" ünvanını kazanmıştır.
Suikastteki "İsrail bağlantısını"nı güçlendiren bir başka nokta ise, Kennedy'nin ardından Başkan olan Johnson'ın İsrail'e olan büyük yakınlığıdır. O tarihe kadar görev yapan Amerikan başkanları içinde "en İsrail yanlısı" sayılan Johnson, ilk kez Yahudi Devleti'ne büyük miktarlarda silah yardımı yapmış, 1967 Savaşı sırasında İsrail'e gizli yollardan askeri araç ve deneyimli personel göndermişti.40 Paul Findley, Johnson hakkında şunları söylüyor: "İsrail hükümeti Johnson Başkan olursa herşeyin lehlerine dönüşeceğini bilmekteydi ve gerçekten de öyle oldu. Kennedy'nin ölümünden sonra ABD ilk defa İsrail'e çok geniş çapta silah göndermeye başladı. Lobi, Johnson döneminde lobi yapmaya gerek bile duymamıştı.
Kennedy Dosyası'nın Mossad Tarafından Kapattırılışı
Kennedy'nin öldürülmesinin ardından kurulan ve Warren Komisyonu olarak bilinen Senato Özel Soruşturma Komisyonu, cinayeti tek başına hareket eden Lee Harvey Oswald'ın işlediği sonucuna varmıştı. Ancak gerek cinayetin sorumlusu olarak gösterilen Oswald'ın gerekse henüz mahkeme önüne çıkmadan onu öldüren Jack Ruby'nin ve olaya adı karışan bazı kişilerin kuşkulu biçimde öldürülmeleri, gerekse soruşturmanın yürütülmesindeki bazı kuşkulu noktalar, ABD kamuoyunda birçok spekülasyona yol açmıştı. Olayla ilgili olarak toplanan binlerce sayfalık belgenin bugüne dek gizli tutulması da ortaya birçok komplo teorisinin atılmasına neden oldu.
Cinayeti gören 47 şahit, kaza veya hastalık sebebiyle (!) ya da intihar ederek (!) öldü. FBI'ya göre Oswald cinayeti tek başına işlemişti. Tek silah kullanılmıştı. Hiçbir ABD gizli servisi olaya karışmamıştı. Olay böylece basit bir bireysel terör hareketi olarak gösterilmek isteniyordu.
Olayı sözde araştırmak amacıyla iki komisyon kuruldu. 1964 ve 1975'de kurulan Warren ve Rockefeller Komisyonlarında aynı sonuçlara ulaşıldı. Komisyonların raporlarına göre Polonyalı bir Yahudi olan Ruby sıkı bir milliyetçiydi ve katil olarak tanıtılan Oswald'ı da Başkanı'nı öldüren kişiden intikam almak amacıyla vurmuştu. Oysa sonradan, Oswald ve Ruby'nin beraber hareket ettikleri ortaya çıktı.
Olayı gören birçok şahit Warren Komisyonu'nca dinlenmiyor, dinlenenlerin ifadeleri de değiştiriliyordu. Daha sonra, Yahudi senatör Frank Church'ün başkanlığını yaptığı Church Komisyonu'nun hazırladığı raporda da hiçbir sonuca ulaşamaması bu suikastin arkasındaki güçlerle ilgili gerçekler hakkında soru işaretlerinin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Ortada çok ilginç gerçekler vardı ve bu gerçeklerin hepsi bir komplonun düzenlenmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktaydı. Dikkati dağıtmak için, Kennedy'yi mafyanın öldürdüğü söyleniyordu. Acaba mafya tören güzergahını değiştirebilir miydi? Başkan'ın korumalarını kaldırabilir miydi? FBI'yı, Dallas polisini, Warren komisyonunu yönlendirebilir miydi? Otopsiye müdahale edebilir, medyaya yalan haber yazdırabilir miydi?
Kennedy üç ayrı yerden gelen kurşunlarla vurulmuştu. Bu otopside kanıtlanmış, ama üstü örtülmüştü. Kennedy'nin yanında vurulan Teksas Valisi Conoly'nin kanlı üniforması temizlikçiye, Kennedy'nin limuzini yıkamaya gönderilmişti. Başkan'ın otopsi için açılan beyninin ise kaybolduğu söyleniyordu!
Oswald'ın 2 kurşunundan 8 yara izi çıktığı söyleniyordu. Fakat otopsi gereğince yapılmıyor, bulgular askeri doktorlar tarafından örtbas ediliyordu. Otopsiyi Ordudaki general ve amiraller yönetiyorlardı.
Birçok kaynak Oswald'ın Amerikan gizli servisi CIA adına hareket ettiğini yazdı. Oswald bu tip bir iş için çok daha önceleri "hazırlanmış" bir kişiydi. CIA, suikastten çok daha önceleri Oswald'ı eğitmek için Rusya'ya göndermişti. Oswald Rusya'da kendini Amerika'ya ihanet eden bir vatan haini olarak tanıtmıştı, ama aslında CIA, onun oradaki durumunu en ince ayrıntısına kadar yönetiyordu. Daha sonra Rusya'dan ayrıldı. Küba'da bir delegasyonla görüştü. Bu arada CIA hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyordu. Oswald, ardından İsviçre'de bir üniversiteye yazıldı. Buradan İngiltere'ye gitti. Sonra Sovyet vatandaşı oldu. 2 yıl sonra Yahudi stratejist Kissinger'in ilerde ortağı olacak olan B. Classon, Oswald'ın ABD'ye dönüşünü ayarladı. FBI ve CIA tüm bu gelişmeleri denetliyordu. Oswald, 1962'de Pentagon'da çalışmaya başladı. 1963'de FBI aniden Oswald'ın KGB ajanı olduğu söylentilerini yaydı, bu konuyla ilgili Oswald'a ait sahte belgeler ortaya çıkarıldı. Böylece Kennedy suikasti öncesi, Oswald'ı bir KGB ajanı gibi gösteren senaryo düzenlenmiş oldu. Kennedy suikastinden 1-2 gün önce Oswald Küba'yı savunan ABD karşıtı yazılar yazdı ve Dallas'da polislerin eline tehdit mektupları verdi. Ve bunu nedense CIA, FBI, Deniz Kuvvetleri haberalma binalarının bulunduğu bir meydanın ortasında yaptı! Bu senaryo, aslında olayın içine Küba ve KGB gibi değişik alternatifler sokmak için yapılmıştı. Kennedy'nin ölümünden sonra ise Oswald'ın CIA ajanlığıyla ilgili tüm belgeler yok edildi.41
Olayı ısrarla KGB'nin üzerine atanların başında ise CIA'nın Mossad'la bağlantılarını gerçekleştiren eski CIA Şefi James Jesus Angleton vardı. Dikkati dağıtıp, mafya-Küba teorileri ortaya çıkarmak için mafya-Küba bağlantılı birçok CIA ajanı olayla ilgiliymiş gibi gösterilerek, dikkat başka yönlere çekiliyordu. Bu bir aldatmacaydı. Ayrıca, mafya da zaten Mossad'ın bir uzantısından başka bir şey değildi. ABD Mafyası'nın başı Yahudi Meyer Lansky zaten Mossad'la doğrudan bağlantılı çalışmaktaydı. Mossad'ın bilgisi dışında eylem yapması mümkün değildi. Meyer Lansky, CIA ile de ortak işler yürütüyordu.42
Oswald ve onu öldüren Ruby'nin Dallas'taki polis otoriteleriyle ve FBI'yla yakın ilişkileri vardı. FBI Ruby'i birçok görevde kullanmıştı. Ruby konuşmasının engellenmesi için hapiste kendisine kanser yapıcı ilaçlar verildiğini söyler ve esrarengiz bir şekilde kanserden ölür.43
Olayla ilgilenen polis M. Tippit, olaydan kısa bir süre sonra elinde Oswald'ın resmiyle suikastçıyı arıyordu! Daha sonra o da öldürüldü. Dallas'da bilinmeyen bir nedenle askeri koruma görevlileri görevlendirilmemişti. Oswald askeriye tarafından 12 saat soruşturuldu. Sonuç açıklanmadı. Kennedy suikastini soruşturan Warren Komisyonu Oswald'ın cinayeti tek başına işlediğini sonucunu çıkardı, fakat Amerikan halkının sadece yüzde 10'u buna inandı.44
Suikasti Örtbas Eden "Loca": Warren Komisyonu
Kennedy suikastini çözmek için görevlendirilen Warren Komisyonu'ndaki kişilere bakıldığında, bu kişilerin Kennedy'nin ölüm emrini bizzat vermiş kişiler olduğunu görmek zor değil. İşte Warren Komisyonu'nun "birader"leri:
Earl Warren: 33 Dereceli Büyük Üstad mason, Komisyon'un başkanı.45
Allen Dulles: CIA'nın kurucusu, Kennedy'nin görevden almayı düşündüğü mason, CFR, Bilderberg üyesi mafya bağlantılı CIA Şefi46, Mossad ile ortak operasyonlar yapıyordu.47
Gerald Ford: Mason, aynı zamanda Bilderberg üyesi.48 Ford, Malta Locası numara 405'e kayıtlıydı. 1963'de 33. dereceye yükseldi.49
John McCloy: Mason, CFR, Bilderberg üyesi.50
Richard Russell: Mason.51
John Sherman Cooper: Rotaryen.52
Suikast hakkında komisyonca üretilen teoriler, komisyonun CIA-FBI ve Johnson'a bağlılığıyla ilgili sorular ortaya çıkardı. Çünkü komisyon KGB teorisini ısrarla gündemde tutuyordu. Resmi KGB masalı, medya tarafından da körüklenince, JFK dosyaları açılmadan kapatıldı. FBI Şefi mason Edgar Hoover ve Kennedy'nin yerine Başkan olan Lyndon Johnson kimin emrindeydi? Kennedy'nin karşı çıktığı Vietnam Savaşı'ndan kimin çıkarı olabilirdi? Bu sorular bizi Mossad hipotezine biraz daha yaklaştırıyor. Johnson İsrail'in gelmiş geçmiş en iyi dostu oldu. Hoover Mossad'ın ABD'deki tüm eylemlerini örtbas eden bir "dost"uydu. Vietnam, Arap-İsrail sorunlarına ABD'nin tarafsız yaklaşmasını engelleyen önemli bir faktör oldu. Yahudi silah tüccarları Vietnam'dan önemli karlar elde ederken İsrail, Vietnam krizinden istifade ederek Kennedy'nin karşı çıktığı Dimona'daki nükleer santralin inşasına büyük bir hız verdi.

Üstte, Warren Komisyonu. Komisyon, suikasti araştırmakla görevlendirildi ama sadece gerçekleri hasıraltı etti. Ve üyelerinin neredeyse tümü masondu.
Suikastte karanlıkta kalmış birçok nokta aralanmış olmasına rağmen, günümüzde bile Yahudi Lobileri kontrolündeki medya kamuoyunu aldatmaktadır. Kennedy belgeselleri, JFK filmi gibi birçok program aracılığıyla olay genelde mafya-Küba-KGB ağırlıklı, bazen de Mossad'dan bağımsız bir CIA-FBI komplosu gibi gösteriliyor. Yahudi Jack Ruby ve Oswald, her ikisi de FBI ajanı olarak çalışmıştı. Kennedy Hoover'ı FBI şefliğinden almayı planlıyordu. Suikast günü Hoover özel bir iş için (!) Dallas'taydı. 1977 yılında olay hakkında bilgisi olan 10 FBI ajanı garip ve hala açıklanmayan koşullarda öldü.
Suikaste Göz Yuman Mason FBI Şefİ Edgar Hoover

Kennedy ve J. Edgar Hoover
Kennedy'nin ölmeden önce görevden almayı düşündüğü FBI Şefi mason Hoover, İsrail'in dostları olan Truman, Johnson ve Nixon dönemlerinde son derece popüler bir yöneticiydi. FBI Şefi'nin iki büyük özelliği daha vardı; çok üst dereceli bir masondu ve bir homoseksüeldi. Anthony Summers'ın yazdığı Resmi ve Gizli: J. Edgar Hoover'ın Gizli Yaşamı adlı kitapta Hoover'ın eşcinsel olduğu ve bu gerçeği saptayan mafya babası ve Mossad ajanı Meyer Lansky'nin bunu Hoover'e karşı ölünceye kadar koz olarak kullandığı belirtiliyordu. Hoover'in kadın kılığına girmiş halde cinsel ilişki halindeki fotoğrafları OSS Şefi William Donnovan tarafından Meyer Lansky'ye vermiş ve bu fotoğraflar Meyer Lansky tarafından hayati koz olarak kullanımıştı.53
CIA ajanı Carl Duckett'ın, İsrail'in 3 ya da 4 nükleer bombaya sahip olduğu yolundaki 1968 yılına ait çok gizli bir CIA raporu, bir Amerikan Yahudisi olan Zalman Şapiro'nun 4 bombaya yetecek miktardaki 100 kg.'dan fazla zenginleştirilmiş uranyumu İsrail'e kaçırmış olmasına dayanıyordu. Kaçırılan uranyum, Duckett'ın İsrail'in en az on bombaya sahip olduğu şeklindeki değerlendirmesinin de temeliydi. CIA açısından Şapiro, İsrail'e destek olan bir Yahudiden daha fazla bir şeydi. O, nükleer -yakıt-işleme işinde olan, İsrail'e düzenli seyahatler yapan ve İsrail hükümetiyle bazı cüretkar işlere girişen bir Yahudiydi. Pek çok başka yönden de tipik bir çifte sadakat örneğiydi. Litvanya'dan göçeden bir hahamın çok başarılı oğluydu. Şapiro'nun en büyük koruyucusu ise mason Hoover idi.
Kısacası, Kennedy'nin başlattığı, "Amerika'nın İsrail'den bağımsız olabilme mücadelesi" yine Kennedy ile sona erdi...
George Bush'un Yanlışları ve Mossad'ın "Bush Suikasti'"Planı
Kennedy suikastının ardından İsrail ve Mossad bir başka ABD başkanına yönelik bir operasyonu olmadı. Zaten sonraki başkanların çoğu "sorun" çıkarmadı; Johnson, Ford, Carter, Reagan ve Clinton, İsrail'in gönüllü destekçileriydiler. Biraz pürüz yaratan Nixon ise Watergate ile, yani "demokratik" yollardan aşıldı.
Ancak Mossad, bir ABD Başkanı'nı ortadan kaldırmak için Kennedy'nin ardından bir kez daha suikast planı yapmıştı. Suikast "kıl payı" bir farkla gerçekleşmedi.
1988 yılında Beyaz Saraya oturan George Bush'un İsrail Lobisiyle olan ilişkisi inişli-çıkışlıydı. İlk başta, Lobi Bush'a gayet olumlu bakıyordu. Reagan'ın Başkan Yardımcılığı'nı yaptığı dönemde, Lobinin gözüne girmek için Siyonizmi ırkçılık sayan 1975 tarihli Birleşmiş Milletler kararının değişmesine ön-ayak olmuştu. Bu konuda yaptığı bir konuşmada "Siyonizmi ırkçılıkla birleştiren Birleşmiş Milletler kararı bir an önce geri alınmalıdır... Her ulusun doğal hakkı olan milliyetçiliği İsrail'den esirgenmemelidir" demişti. Körfez Savaşı sırasında da İsrail ve Lobi Bush'tan çok memnun kaldılar. Başkan, savaşı tam Kissinger'ın gösterdiği biçimde, yani İsrail hesaplarına uygun olarak yürütmüştü.

Victor Ostrovsky
Körfez Savaşı'nın ardından Washington'daki hemen herkes Bush'un bir sonraki seçimi kazanacağına kesin gözüyle bakıyordu. Çünkü Başkan, kazandığı askeri başarıdan dolayı büyük kamuoyu desteği toplamıştı ve Lobi de onu destekliyordu. Ama herşey çok kısa bir süre içinde değişti.
Sorun, ilk olarak ekonomik sıkıntıdan doğdu. Amerikan ekonomisi kötüye gidiyordu ve bu da seçmenleri Bush yönetimi hakkında olumsuz düşünmeye itiyordu. Körfez Savaşı'nın büyüsü kısa sürede geçti ve asıl olarak "eline geçen paraya" bakan sokaktaki Amerikalı, Bush'un aleyhine dönmeye başladı. Ve tam da bu sırada gerçek sorun ortaya çıktı: İsrail'deki Yitzhak Şamir hükümeti, işgal altındaki Batı Şeria'da yeni Yahudi yerleşim bölgeleri inşa etmek için Amerika'dan 10 milyar dolar yardım istediğini açıkladı. Bush bu parayı verebilir ve seçimde Lobinin desteğini kazanabilirdi. Ama parayı verdiğinde ekonomi iyice kötüye gidecekti. Bu nedenle Başkan, İsrail'e hayır demeye karar verdi. Parayı vermediğinde ekonomiyi toparlayabileceğini, hem de bu tavrı nedeniyle Amerikan seçmeninden olumlu puan alacağını düşünmüştü.
Ama yanılmıştı. Amerikan seçmeni, Bush'un İsrail'e para vermeyerek kendileri açısından iyi bir karar aldığını seçimlere kadar unuttular. Ama Lobi, Bush'un hatasını unutmadı. Tüm Yahudi örgütleri, Yahudi kontrollü medya ve İsrail sempatizanları, Bush aleyhinde ateşli bir kampanya başlattılar. İsrail'de Bush'u firavun giysileri içinde gösteren afişler çizilmiş ve altına "Firavunların üstesinden geldik, Bush'un da üstesinden geleceğiz" cümlesi yazılmıştı.
Aslında İsrail'in Bush'a olan nefreti, yalnızca aleyhinde propaganda yapmakla kalmamış, Yahudi Devleti'nin gizli servisi, Başkan'ı öldürmeyi de planlamıştı. Eski Mossad ajanı Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception'da, Mossad'ın düzenlediği "Bush suikasti" planına da değinmektedir.54 Ostrovsky'nin yazdığına göre, İsrail, Mossad ve Lobi Bush'u bir numaralı düşman olarak belirledikleri sıralarda, Başkan Yardımcısı Dan Quayle'ye olan sempatilerini koruyorlardı. Çünkü Quayle, Bush'un İsrail'e yönelik son tutumunu desteklemediğini açıkça belli ediyordu. Sicili de Bush'a göre daha temizdi; her zaman İsrail'e olan bağlılığını ifade etmiş ve kanıtlamıştı. Ostrovsky, Başkan ve Yardımcısı arasındaki bu ilginç farkın, ilginç bir şekilde gelenekselleşmiş bir durum olduğuna, daha önce de İsrail'le çatışan başkanların yanından İsrail'e sürekli göz kırpan Başkan Yardımcıları'nın hep var olduğuna dikkat çekiyor. Eski ajan, bu konuda Eisenhower dönemini, Kennedy-Johnson ve Nixon-Ford yönetimlerini örnek veriyor. Bu ilginç durumun tek mantıklı açıklaması ise Başkanlık koltuğunda oturan kişinin İsrail'e hayır demeyi göze alabilirken, bir sonraki dönemde Lobinin desteğiyle Başkan olmayı uman Başkan Yardımcısı'nın siyasi kariyerini düşünüyor olması...
Bir başka deyişle, İsrailliler daha önce Kennedy'e uyguladıkları planı, "Başkan'ı vur, Yardımcısı'nı getir" formülünü uygulamaya karar vermişlerdi.
Ostrovsky'nin yazdığına göre, Bush suikasti, 1991'de Madrid'de yapılan Arap-İsrail barış görüşmeleri sırasında gerçekleştirilecekti. O sıralar görüşmelerin yapılacağı Madrid Sarayı dünyanın en iyi korunan yeri sayılırdı; Madrid polisi olağanüstü güvenlik önlemleri almış, ayrıca konferansa katılan liderler de kendi güvenlik servisleri tarafından koruma altına alınmıştı. Kimse, bu güvenlik önlemlerini aşıp, hem İspanyol polisi, hem de CIA tarafından korunan Bush'u vurmayı başaramazdı. Ancak Ostrovsky'nin belirttiği gibi Mossad, konferansın güvenlik sisteminin sorumluluğunu İspanyol servisleriyle ortak olarak üstlenmişti ve doğal olarak alınan güvenlik önlemlerinin detaylı bir planına sahipti. Mossad yönetimi, Bush'u öldürmek için ne yapılması gerektiğini de hesaplamıştı. Bu iş için Mossad içinde özel bir "Kidon Grubu" (infaz timi) görevlendirilmiş ve bunlar da üç Mossad işbirlikçisi profesyonel Filistinli'yi bu iş için ayarlamışlardı. Suikasti, Mossad'ın hazırladığı plana göre bu üç Filistinli —Ostrovsky adlarını Beijdun Salameh, Muhammed Hüseyin ve Hüseyin Şahin olarak veriyor— yapacak ve suç da Filistin örgütlerinin en radikallerinden Ebu Nidal üzerine atılacaktı. Mossad, söz konusu üç militanın Bush'a yaklaşmasını sağlayacak, suikastin ardından da Bush'u koruyamadıkları için üzgün olduklarını ama zaten kendilerinin birinci görevlerinin bu olmadığını açıklayacaklardı.
Ancak Ostrovsky'nin yazdığına göre, bu plan, gerçekleşmesi hesaplanan günden kısa bir süre önce, Mossad içindeki bazı ılımlı elemanlar tarafından medyaya sızdırıldı. Jack Anderson ve Jane Hunter gibi Ortadoğu konusunda uzman sayılan gazeteciler, bu planı köşelerinde yazdılar. Bunun üzerine de Mossad suikastten vazgeçti. Amerika, ikinci bir Kennedy vakasının eşiğinden dönmüştü.
Ancak İsrail yine de kısa bir süre sonra öldürerek değil ama daha "demokratik" bir yoldan kurtuldu Bush'tan. 1992 seçimlerinde tüm Yahudi örgütleri, tüm İsrail sempatizanı medya, Bush aleyhinde yoğun bir kampanya izlerken, Bush'un rakibine de büyük destek verdiler. Başkan seçildiğinde İsrail'in çıkarlarını korumak için herşeyi yapacağına söz veren Clinton, seçimleri kazandı ve Beyaz Saray'a oturdu.
Basın Kralı, Mossad Ajanı Maxwell'in Sır Dolu Ölümü

Robert Maxwell
Basın kralı olarak bilinen ve dünyada sayısız yayın organından oluşan dev bir kartelin sahibi Robert Maxwell... 54 metrelik lüks teknesiyle denize açılıyor ve bu onun son son deniz yolculuğu oluyor. İddialara göre güvertede dolaştığı sırada kalp krizi geçiriyor ve denize düşerek boğuluyor. Ardından bir çok soru işareti bırakarak tarihe karışıyor. Cenaze töreni görkemli bir şekilde Kudüs'te yapılıyor. Törene İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog, Başbakan Yitzhak Şamir ve çok sayıda üst düzey politikacı ve devlet adamı katılıyor.
Şimdi bu esrarengiz olayın perde arkasını detaylarıyla inceleyelim.
Maxwel'in ölümünün resmen açıklanmasından 45 dakika önce, gazetesine bildiren Jerusalem Post gazetesi polis muhabirinin kimliği hala gizli tutuluyor. Gazetenin bir yazarı olan Fettman, bu gazetenin olayı 45 dakika önceden nasıl bildiği sorusuna cevap veremiyor.55
İngiltere'de yayınlanan Sunday Sports gazetesi KGB istihbaratına dayanarak denizde boğulan kişinin Maxwell'in kullandığı dublör Andreas olduğu ve Maxwell'in katılmadığı bazı toplantılara bu kişinin gönderildiğini bildiriyor.56
Bugüne dek elde edilen bulgular, Maxwell'in hala hayatta olabileceği yolundaki şüpheleri doğrular niteliktedir. Maxwell'e ait olduğu iddia edilen ve Kanarya Adaları'nda denizden çıkarılan cesedin zehirli gazla kalp krizi geçirtilerek öldürülen Andreas olduğu ve çalışanlarının emeklilik sigortalarından 426 milyon sterlin çaldığı öne sürülen Maxwell'in, Güney Amerika'da gizli bir yere gitmiş olmasının kuvvetli bir ihtimaldir.
Maxwell'in öldüğünü "ispatlamak" için İsrail'de, Tel Aviv'deki sağlık Enstitüsü'nde ölümünden dört gün sonra cesedine gizli bir otopsi yapılır. Otopsiyi yapan İsrailli doktorlar diş yapısından cesedin kesinlikle Maxwell'e ait olduğunu iddia ederler. Ancak kısa bir süre sonra İngiliz Guardian gazetesi, bu otopsi sonuçlarının gerçeği yansıtmadığını, diş ve parmak izi incelemelerinin doğru olmadığını iddia eder. Ayrıca otopside Maxwell'in kulağına benzemeyen bir kulak yapısı saptanmıştır.
Böylece sır dolu bu ölüme yeni soru işaretleri eklenmiş oldu. Şimdi akıllara takılan sorular şunlardı:
- Her zaman yanında bir sekreter bulunduran Maxwell, yatına neden yalnız başına binmişti?- Kaybolduğu anlaşılınca kaptan neden İspanyol makamları yerine Londra'yı haberdar etti? Neden denizde hemen bir aramaya başlanmadı?- Adli Tıp uzmanları yatı neden incelemedi?- Yatta daima 4 kişi devriye gezerdi. Neden kimse, Maxwell'in denize düştüğünü görmedi, duymadı?- İngiliz-İsrail dostluk derneği toplantısında bir konuşma yapması gereken Maxwell bunu niye iptal etti?
Kayboluşundan bir süre önce Pulitzer ödüllü yazar Seymour M. Hersh, The Sampson's Option adlı kitapta Maxwell'in Mossad ajanı olduğunu açıklamıştı. bunun üzerine Maxwell'in sahibi olduğu Mirror Grubu'nun borsaya kote edilmiş hisse senetlerinde hızlı bir değer kaybı başladı. Zaman kısaydı. Bunun nedeni 68 yaşındaki Maxwell'in iş imparatorluğu çökmeden öldürülmesiydi. Durumunu savunması engellenmeliydi; ayrıca İsrail ajanlarına yaptığı tehditleri gerçekleştirmemeliydi. Bundan hemen sonra görev emri sona eren ve deşifre olan Maxwell garip bir ölüme doğru yol aldı. İngiltere'de yayınlanan Business Age dergisinin yazarlarından Kevin Cahill yönetimindeki bir gazeteci ekibi İspanya, İsrail, ABD, Kanada ve İrlanda'da yaptıkları araştırma ve röportajlardan sonra Robert Maxwell'in Mossad'ın denetimindeki eski ajanlarca öldürüldüğü sonucuna vardılar. Hersh kitabında Maxwell'in kısa süre içerisinde iflas edeceği kehanetinde de bulunmuştu. İşin ilginç yanı, Maxwell'in cesedinin bulunmasından üç gün önce, yani 2 Kasım 1991'de İsrail kabinesine yakın bir yetkili Hersch'e Maxwell'in safdışı edilmek üzere olduğunu söylemişti.

Maxwell'in kullanılma fikri dönemin başbakanı Yitzhak Şamir'den gelmişti ama operasyon tamamen Mossad'ın kontrolü altındaydı. Konjonktürel şartların değişmesi yüzünden İsrail ile Sovyetler Birliği arasında para akışını sağlayan Maxwell'in bir değeri kalmamış, üstüne üstlük kendisine verilen paraların bir kısmını hesabına geçirmiş ve geri ödenmesi istenince de şantaj yapmaya kalkmıştı. İsrail parasıyla milyarder durumuna geçen Maxwell İsrail'deki bir çok kuruluşa borçluydu ve onlar Maxwell'e ödemesi için baskı yaptıkça, o da bunları açıklamakla tehdit ediyordu. Bütün şartlar Maxwell'in aleyhine gelişmişti. Otopsi yapmak isteyen birçok doktorun isteği her nedense Maxwell'in ailesi ve avukatlarınca geri çevrildi. İsrail'de yapılan gizli otopsiden sonra Maxwell Kudüs'te devlet töreniyle gömüldü.
Mossad Türkiye'de Ne Yaptı?
İsrail, 1948'de kendisini zorla "zerkettiği" coğrafyada tutunabilmek için orta ve uzun vadeli bir çok plan yapmakta, gizli stratejiler geliştirmektedir. Ortadoğu'nun tek nükleer gücü olmaya çabalaması, etrafını sarmış Arap ülkelerine karşı gelişen her hareketi desteklemesi ve bu ülkelerde iç karışıklıklar yaratarak bunları güçten düşürmeye çalışması, dünya çapındaki lobileri ve gizli servisiyle faaliyetlerine meşru zemin yaratmaya çalışması İsrail Devleti'nin hep bilinen faaliyetleridir. Belki de bu faaliyetler, kendine yaşama alanı yaratmaya çalışan ufacık bir devletin bekaası için mecburen başvurduğu taktiklerdir diye düşünülebilir. Oysa Yahudi Devleti'nin özellikle gizli servisi aracılığıyla giriştiği faaliyetler, Tevrat kaynaklı "Büyük İsrail" hayalleri ve Yeni Dünya Düzeni çabaları, vurgulanan bu "mazlum devlet" imajıyla hiç bağdaşmamaktadır. İsrail'in gizli çalışmaları "kendini savunma" durumunu geçmiş, tam bir saldırı ve istila pozisyonuna girmiştir.
Peki bu pozisyonda Türkiye'nin yeri nedir? Türkiye Cumhuriyeti, Ortadoğu'nun en büyük ve en güçlü ülkesidir ve jeo-stratejik konumu itibarıyla çok da "değerlidir". Üstelik İsrail'i kuşatan müslüman coğrafyanın içindeki tek demokratik parlamenter rejime sahip ülkedir. Bu önemli konumu itibarıyle Türkiye'nin, Ariel Şaron'un değimiyle "İsrail'in ilgi alanı içinde" olmaması mümkün değildir. Liberation gazetesinde yayımlanan bir haber de bu sözleri destekler niteliktedir. Buna göre bir İsrailli yönetici, Türkiye'nin kendileri için bir stratejik derinlik sağladığını, özellikle onların akciğeri olduğunu, ve onsuz boğulacaklarını söylemiştir.57 Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat da yaptığı bir konuşmasında Türklere seslenerek "Ortadoğu'da yeni tuzaklarla karşıkarşıyayız. Türkiye'yi de içeren bir takın siyonist faaliyetlerin haberlerini alıyoruz. Kesinlikle sizi bir çembere sokmaya çalışıyorlar. Dikkatli olun" diye uyarmıştı.

Jonathan Pollard
İsrail'le Türkiye arasında ilk diplomatik ilişkiler 9 Mart 1950'de kuruldu. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının İsrail'le ilişki kurmasıyla Türkiye'nin Arap ülkeleriyle karşılaşacağı zorluklar da başlıyordu. İsrail'in tanınması daha sonra iktidarı devralan Demokrat Parti lideri Adnan Menderes'e CHP tarafından bırakılan "bir dış politika yükü" olarak görüldü.58
1954'te Türkiye dünyada hiçbir ülkenin olmadığı şekilde, üç uluslararası savunma paktına bağlıydı. Bu alışılmadık statü, İsrail yetkililerinin Ankara'yı öncelikli politik ve askeri dikkat merkezi yaptı. Türkiye'nin açık istihbarat için geniş bir faaliyet alanı oluşturduğunu ileri süren İsrailli politikacılar, istihbarat toplamak amacıyla Ankara temsilciliğine askeri ateşe bulundurulmasını önerdiler. İsrail'in Türkiye'deki faaliyetleri için Türkiye'nin politik pozisyonu önemli bir nedendi. Ortadoğu'daki kilit coğrafi pozisyonuyla Türkiye'nin İsrail için değeri artmaktaydı.59
İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Walter Eitan, Türkiye'nin Ortadoğu'daki gelişmelerle ilgili bilgi için en iyi istihbarat kaynağı olduğunu söyledi. Bu amaçlarla İsrail Ankara temsilciliğinde daha etkili iletişim faaliyetleri planladı ve Türkiye'nin Irak ve Suriye sınırlarına yakın şehirlerinde konsolosluklar kurmak için çabalar harcadı. 1956 yılında Süveyş Kanalı krizini takiben Türkiye'nin İsrail'e karşı net bir tavır takınmasının ardından 23 Kasım 1956'da Tel Aviv büyükelçisi Şevkati İstinyeli İsrail'den ayrıldı. 22 Aralık 1956'da da İsrail Ankara'daki elçisi Maurice Fisher'i geri çağırdı.
İsrail bu dönemde Ben Gurion tarafından geliştirilen "Periphery" yaklaşımına göre Arap dünyasının etrafında yeralan İran ve Türkiye'nin oluşturduğu "kuzey bağlantısı" ile diğer uçta yeralan Etiyopya'nın bulunduğu "güney bağlantısı" işbirliği alanının temelini oluşturuyordu.
Türkiye'nin önemi İsrail'i kuşatan arap dünyasının "kalbinde" yeralması ve coğrafi açıdan bu bölgenin "dış noktasını" oluşturmasından kaynaklanıyordu.
Bölgede güvenliğini sağlamanın yolunu "düşmanlarının ardına dolaşıp vurma" stratejisi temeline oturtan İsrail, askeri istihbarat Aman tarafından organize edilecek bu işbirliğinde Türkiye'nin müdahale alanları olarak Suriye ve Lübnan'ı belirlemişti.60
İsrail yönetimi 1957 yılı Ağustos ayında Mossad'ın Ortadoğu Bölüm Başkanı ve çok deneyimli bir istihbaratçı olan Eliyahu Sasson'u Ankara'ya büyükelçi olarak atadı. Türkiye'yi işbirliğine ikna etmekle görevlendirilen Sasson sık sık Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile biraraya gelerek işbirliği konusunu ele aldılar. Bu görüşmelere İsrail Dışişleri Bakanlığının ordu ve istihbarat birimleri arasındaki koordinasyonu sağlayan "Özel Görevler" danışmanı ve sonradan Mossad'ın başına getirilen Reuven Shiolah aracılık etmişti.

Meir Amit
Şam doğumlu ve bir arap uzmanı olan Eliyahu Sasson, Ankara'da görev yaptığı süre içinde iki ülke arasındaki "geniş alan faaliyeti" potansiyeline rağmen "Politik Taksim" adını verdikleri istihbarat alışverişi yoksunluğundan dolayı hem ajan hem de diplomatlık yapmak zorunda kalma münasebetsizliğinden yakınıyordu.
Ankara'da yapılan heyetlerarası istihbarat toplantılarında Türk grubuna MAH reisi Hüseyin Avni Göktürk, İsrail grubuna da Mossad Şefi Reuven Shiolah Başkanlık etti.
Böylece Türkiye-İsrail ve İran arasında üçlü işbirliği ağı Trident kuruldu.
Bu dönemde Mossad'la ilişkiler öylesine tuhaflaşmıştı ki Adana ve çevresi İsrailliler'e çalışma alanı olarak verilirken MAH'ın hizmet reisi Ziya Selışık, İsrail elçiliğinden dışarı çıkmaz olmuştu.61
Türkiye ile İsrail arasındaki işbirliğinin bu denli gelişmesinde iki ülke liderlerinin geçmişlerinde aldıkları eğitimlerin de büyük rolü vardı. Türk Cumhurbaşkanı Celal Bayar, merkezi Avrupa'daki Evrensel İsrail Birliği tarafından Yahudilere lisan öğretmek amacıyla dünyanın dört bir yanında kurulan Alliance Israelite okulunun Bursa şubesinden, İsrail'in kurucusu Ben Gurion da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuştu.
İşbirliği anlaşmasının yarattığı olumlu havanın ardından Türkiye'deki NATO üslerine ait binaların inşaatı İsrailli Solel Boneh adlı inşaat firmasına verildi. Solel Boneh, İsrail devletinin stratejik bölgelerde kullanmak üzere planladığı her türlü bina ve kompleksin inşaatını üstlenmişti. Yaptığı "güvenli" inşaatlarla ünlü bu firmanın bu özelliğinden Türkiye'deki NATO Ortak Savunma Tesisleri de nasibini almıştı.62
Amerikan ve Türk yöneticiler yüksek derecede stratejik öneme sahip bu tesislerin inşasını bir İsrail firmasına vermesinin faturasının ne olabileceğini bundan 30 yıl sonra anladılar. Amerikan donanmasında görev yapan Amerikan Yahudisi John Pollard'ın "en sadık müttefiklerinden" İsrail hesabına casusluk yaptığının anlaşıldığı 1988 yılında başlatılan soruşturmanın boyutları genişledikçe herkesi şoka uğratacak birtakım bilgilere de ulaşıldı. Amerikan Adalet Bakanlığı tarafından yürütülen soruşturmada Türkiye'deki ortak savunma tesisleri ve bunların içinde saklanan nükleer silahlara ait gizli bilgiler, Pakistan ve Suudi Arabistan'ın savunmasıyla ilgili yüksek dereceli gizliliğe haiz bilgilerin Sovyetler'in eline nasıl geçtiği de ortaya çıktı.63
1964 yılı Temmuz ayında İsmet İnönü Paris'te Mossad'ın Şefi Meir Amit'in "gözde ajanı" olarak yetiştirdiği İsrail Başbakanı Eshkol Levi ile buluşmuştu. Ziyaret, askeri istihbarat Aman'ın başındaki General Aharon Yariv'in kurumunun etkisini genişletmek için her tür olanağı harekete geçirmek için seferberlik ilan ettiği döneme rastlamıştı. Yariv'in bu istihbarat seferberliği içinde en büyük önem atfettiği konu ise bölgede görev yapan NATO askeri istihbarat servisleri ile işbirliğini geliştirmekti.
İstihbarat alanındaki ilişkileri "rutin" bir işbirliğine giren iki ülke görevlilerini 17 Mayıs 1971 tarihinde İsrail'in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom'un THKP-C tarafından kaçırılması biraraya getirdi. Mossad ajanı olduğu gerekçesiyle kaçırılan ve nerede olduğu bilinmeyen Elrom'un bulunması için iki ülke gizli servis görevlileri bir kurtarma operasyonunun üzerinde çalışıyorlardı ki, 23 Mayıs günü Elrom'un cesedi İstanbul Nişantaşı'nda bir apartman dairesinde bulundu. Bu olayın ardından silahlı Türk solu ve özellikle de THKP-C üzerinde "çalışmaya" başlayan Mossad çok kısa bir süre içinde bu örgütlerin Lübnan ve ispanya'daki Filistin kamplarındaki silahlı eğitim notlarından mali kaynaklarına kadar elindeki bütün bilgileri Türk istihbaratına vererek THKP-C üyelerinin tek tek yakalanmaları ve hatta öldürülmelerinde büyük rol oynadı.
Bu yardımı doğrulayan bir Türk istihbarat yetkilisi "Sol Elrom'u öldürerek hayatının hatasını yaptı. Bu hem fiziksel bir darbe yemelerine hem de dünya medyasını elinde tutan Yahudi cemaatinin sempatisini yitirmelerine yol açtı" değerlendirmesini yapıyordu." 64
1980'lere geldiğimizde Savunma Bakanı Ariel Sharon, İsrail'in "ulusal güvenlik çıkar alanlarının" genişletilerek bu konseptin içine "Ortadoğu ve Kızıldeniz'den öteye Türkiye,İran, Pakistan'la Basra Körfezi, Orta ve Kuzey Afrika'nın da dahil edilmesi" çağrısında bulundu. Görev yaptığı süre içinde Lübnan'ı kan gölüne çevirecek olan Sharon, İsrail'in Ulusal güvenliğinin güneyde Kenya'dan Türkiye'ye, batıda Moritanya'dan Pakistan'a kadar olan geniş bölgedeki olayları etkileyebilmesine bağlıyordu.
İsrail cephesinde bu gelişmeler olurken Milli Selamet Partisi, Türkiye'nin "Yahudilerle ilişkisini kesmediği" için Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen hakkında bir gensoru önergesi vererek bakanlıktan düşmesini sağlıyordu.
12 Eylül'le birlikte Türkiye İsrail'le maslahatgüzarlık düzeyinde yürüttüğü diplomatik temsili en alt seviyeye indirme kararı aldı.

15 Mayıs 1982'de Türkiye'ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Alexander Haig, İsraillilerin isteği üzerine Ankara'daki temasları sırasında Türkiye'nin Tel Aviv'e karşı izlediği sert tutumu yumuşatması konusunu bir kez de "yüzyüze" anımsattı.
Bernard Lewis, Henry Kissinger, Richard Perle, Zbigniew Brzezinski, George Harris, Morton Abramowitz, Paul Henze, Moris Amitay, Stephen Solarz, Nelson Ledsky, Ellen Laipson, Moris Abram bu isimler Mossad'ın Türkiye'yi nasıl bir ilgi alanı haline getirdiğinin en açık göstergeleri olarak boy gösterdiler.
Mossad'ın Türkiye'deki geniş faaliyetleri Terör, Güneydoğu, faili meçhuller gibi hassas konuları içeriyor.
Emekli albay ve avukat Emin Değer'e göre istikrarlı bir Türkiye istemeyen Mossad'ın, Türkiye'deki terörün tırmanmasında parmağı olabilirdi. Değer, 12 Mart öncesi ve 12 Eylül öncesindeki olaylara, 1 Mayıs 1977 olaylarına Mossad'ın karışmış olabileceğini belirtiyordu. 1940'ların sonunda İstanbul Mossad ajanları için önemli bir merkezdi.65
Türkiye bir çok gizli servisin ajanlarının cirit attığı bir ülkeydi. Bunun en açık göstergesi de CIA geçmişine sahip ABD büyükelçileriydi kuşkusuz.
1950 sonrasında Türkiye'ye gelenlerin ortak yönü, siyasi anlamda dünyanın sıcak bölgelerinde savaş içinde "pişerek" yetişmiş olmalarıydı. Çoğu "Crisis Management" (Kriz Yönetimi) deneyimi olan parlak diplomatlardı. Büyükelçilerin çoğu bir dönem uzun veya kısa CIA bünyesinde analist olarak görev yapmıştı. Örneğin Commer, Türkiye'den sonra ABD'nin savaş halinde olduğu Vietnam'a gönderilmiş, daha sonra da ABD Savunma Bakan Yardımcısı olmuştu. Türkiye'ye uygulanan ekonomik ambargonun mucidi Spiers da bir dönem CIA'da analistlik yapmış seçkin diplomatlar arasındaydı. Yetiştirilme tarzı açısından önce İslam ülkelerinde gezdirilmiş, batı başkentlerinde önemli görevlerde bulunmuş ve nihayet Türkiye'ye atanmıştı. James Spain de uzun yıllar Hindistan, Afganistan ve Pakistan'da görev yaptıktan sefir olarak Ankara'ya gelmişti. Onun da biyografisinde, CIA'da analist olarak çalıştığı maddesi yer alıyordu. Hatta bir dönem CIA'da çalışmış olması Türkiye'ye atanacağı sırada ABD Kongresi'nde bazı sorunlar yaratmış, Şükrü Elekdağ'ın aracılığı ile konu Ankara'ya sordurulmuş, Ankara'nın bir sakınca görmediğini Washington'a bildirmesi üzerine Türkiye'ye gelmişti.66
Gazeteci-yazar Fehmi Koru da Mossad'ın Türkiye üzerinde planları olduğunu şöyle belirtiyor:
Mutlaka İsrail'in Türkiye üzerinde planları vardır. Türkiye'deki yönetim konusunda düşünceleri vardır. Bu amaçla da kendilerini güvenlikten yoksun amaçlı gelişmeleri hissedecekleri zaman ellerinden gelen bütün gücü ortaya koyarak Türkiye'nin alacağı biçimi etkilemeye çalışmaları normaldir. Bunu nasıl yapabilir? Bunu iki şekilde yapıyor İsrail. Bir, Mossad'ın çekirdek bir kadrosu var.. Vurucu timleri var. Bir günlüğüne Türkiye'ye gelip dönebilecek durumdadırlar. İsrail'den gelmesi İsrail'e dönmesi gerekmez. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelip oralara dönebilirler...
Demek ki iki şekilde yapabilir:
1. Kendi çok iyi yetişmiş elemanlarıyla... Vurucu tim de olabilir, istihbarat görevlileri de olabilir. Herhangi bir ülkeye gönderip hedef noktayı halledip dönerler.
2. Bir de kendi ülkemizin içerisinde onlarla işbirliği yapabilecek olan, kendi ırklarından olabilir bu, başka ırktan da olabilir.67
Milliyet gazetesinde Yonca Özkaya, İsrail ve ABD'nin Türkiye üzerine son planını ele almıştı. Plan, Every Spy a Prince kitabının yazarı ve Mossad'ın sözcüsü Melman'ın imzasıyla çıkan haberden alıntı yapılarak aktarılıyor:
İran'a karşı Türkiye'yle birlikte hareket etmeyi planlayan ABD ve İsrail yetkililerinin Şubat ayı sonunda Washington'da "ABD, Türkiye ve İsrail'in Ortak Çıkarları" başlıklı bir belge hazırladığı bildirildi. İsrail gazetesi Haaretz'de 12 Mart'ta Yossi Melman imzasıyla çıkan "Türkiye Seçeneği Tekrar Gündemde" başlıklı makalede, Amerikalıların İran'a karşı bölgede bir karşı güç oluşturmak istendiğinden söz ediliyor. Melman'ın makalesi şöyle: "İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, önceki gün ABD'de Başkan Clinton ile bir araya geldi. Görüşmede ele alınan konular arasında 'Türkiye seçeneği'de yer alıyor. "Türkiye seçeneği" terimi, diplomasi ve Ortadoğu siyasi ilişkileri uzmanı Yahudi asıllı Amerikalı Profesör Nadav Safran'a ait. İsrail Dışışleri Bakanı Şimon Peres, geçen ay Washington'da Amerika'lı yetkililerle görüşürken Türkiye'ye bu konuda daha fazla destek olunması konuşuldu." 68
Türkiye'nin İsrail çıkarlarına paralel destek bulabileceği, 1986 Nisanı'nda Mehmet Altan'ın "Batı, Türkiye'nin nereye kadar kalkınmasını ister" sorusuna Süleyman Demirel'in verdiği cevapta da hissediliyordu:
Batı'nın Türkiye'ye karşı dış politikasını ayarlarken gözettiği iki husus vardır. Bir tanesi Türkiye'nin Yunanistan'ı ezecek güce sahip olmaması, diğeri de bir gün İsrail için tehlike teşkil edebilecek güce sahip olmamasıdır. Gerek İsrail gerek Yunanistan batı'nın karakollarıdır. Ayrı devletlerdir ama bunları Batı ile müşterek saymak lazımdır.
Batı ile karşılıklı menfaatler dendiği zaman, bizim menfaatimiz güçlenmek ve kuvvetlenmektir. Onların menfaati de, onların gayelerini aşan kuvvetlendirmeye mani olmaktır. Bütün mesele onların iradesine tabi olmadan güçlenip, kuvvetlenmeyi başarabilmektir.69
Türkiye-İsrail Askeri Anlaşması'yla Mossad'ın Türkiye içindeki etkinliği bir başka boyut kazandı. Wall Street Journal gazetesinin Amerikalı ve İsrailli yetkililere dayanarak verdiği haberde, Türkiye ile İsrail arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşmasının gizli maddelerinde Mossad'a Türkiye sınırları içinde eylem izni verildiği belirtildi. Gazetenin söz konusu anlaşma ile ilgili olarak yayınladığı gizli madde şöyledir: "İsrail ajanları özellikle İran ve Suriye ile ilgili olarak Türk toprakları üzerinde bilgi toplama operasyonları düzenleyecektir." Bu madde Mossad'a Türkiye sınırları içinde yasal olarak İran, Suriye, Filistin ve gerekli görürse tüm İslam ülkelerinin vatandaşlarını tutuklama yetkisi vermektedir. Filistinli üç üniversite öğrencisinin 21 Mayıs 1996 tarihinde ülkelerine dönmek için geldikleri Atatürk Havalimanı'nda Mossad ajanları tarafından gözaltına alınarak İsrail'e götürülmesi bu uygulamanın bir örneğidir.
Araştırmacı yazar Suat Parlar'da 20.500 kilometre karelik topraklarında nükleer deneme imkanı olmayan İsrail'in nükleer deneme için Türkiye'yi seçtiğini belirtir.
İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısı Matan Vilnai'nin temasları Türkiye-İsrail askeri işbirliği anlaşmasının sadece İsrail savaş uçaklarının Türk hava sahasında eğitim uçuşları yapmasıyla sınırlı olmadığını göstermiştir. Anlaşmaya göre Türkiye, sınırlarını İsrail savaş uçaklarına emanet edecektir.
İsrail ABD'nin de desteğiyle bölgede bir "Terör Devleti" olmaya devam etmektedir. Şii-sünni çatışması, Türk-Kürt, laik-antilaik ayrımı Mossad'ın Ortadoğu'da kullandığı böl ve parçala ilkesinin bir sonucu olarak sürekli körüklenmektedir. Sahte dinci örgütler, kontra terör örgütleri, izi bir türlü bulunamayan bombaların ve cinayetlerin arkasındaki asıl gücü gözardı etmek Türkiye'yi karanlıklara kendi elimizle itmekten başka birşey olmayacaktır.
80 Sonrası Gelişmeler
12 Eylül Darbesi gerçekleşmeden önce, başlarında Hahambaşı David Asseo olduğu halde, Türk Musevi Cemaati'nin yoğun bir propaganda faaliyetine tanık olmuştuk. O dönemde MSP'nin Genel Başkanı olan Necmettin Erbakan, yaptığı konuşmalarda anti-siyonist mesajlar veriyor, bu konuşmalar Ankara'daki Amerikan Askeri Yardım Dairesi mensuplarının Türk komutanlarla yaptıkları özel sohbetlerde tartışılıyordu. Türkiye'nin radikal islama kaydığı endişesi vardı.
Bu olaylar 12 Eylül'e 6 ay kala bir Musevi-Türk heyetinin Amerika'ya gitmesine yol açtı. Heyet, Türkiye'deki gidişatın cemaatleri için tehlike arzettiğini vurgulamış, gerekmesi halinde hızlı bir göç için yolun açık tutulması dileğinde bulunmuştu. Amerikan makamları, dünyanın her köşesindeki Musevi taleplerine hassas olduğundan Türkiye Musevileri'nin girişimi çabucak yanıt bulmuş, "göçün mümkün olabileceği, ancak buna gerek kalmayacağı umudunun korunduğu, bu yüzden acele edilmemesi gerektiği" konusunda cemaate telkinlerde bulunulmuştu.
12 Eylül'le birlikte Musevi cemaatinin göreceli bir rahatlamaya kavuştuğu Hahambaşı David Aseo'nun Milli Güvenlik Konseyi'ne çektiği bir telgrafta "Türk Musevileri askeri yönetim altında kendilerini huzurlu hissediyor" demesinden belli olmuştu...70
Yahudi Lobisi'nin önde gelen isimlerinden Brzezinski'nin ifadelerinde de 12 Eylül'ün perde arkasında kalan gizli "galiplerine" göndermeler vardı. Brzezinski şunları söylüyordu:
İran'da meydana gelen devrim Başkan Carter'ın huzurunda tartışılırken ben Türkiye'de bir siyasal değişikliğin harekete geçmesi gerektiğini ifade ettikten sonra, Türkiye'de Brezilya'da olduğu gibi bir askeri idareninki, zamanla sivil idareye dönüşmektedir, en iyi çare olduğunu savundum.71
12 Eylül dönemindeki ABD Büyükelçileri de sadece CIA'nın ünlü analistleri değil aynı zamanda Cosmos Kulüp gibi üst düzey mason localarına da üye olan şahıslardı. Massachusetts Avenue 2121 numaradaki Cosmos Kulüp Washington'un elit yerlerinden birisiydi. Yıllık aidatı 4 bin dolar olan klübe üye olmak için zengin olmak yetmiyor, zenginliği bir özel ilgi alanı ile, ama mutlaka süslemek gerekiyordu. Briç masalarında III. Dünya Ülkelerinin kaderlerinin konuşulduğu klübe, ne kadar süslenirlerse süslensinler, kadınların girmesi mümkün değildi. Eğer mümkün olsa 150 yıllık maun kapısının üzerinde "Kadınlar Giremez" yazmazdı.72
12 Eylül döneminin ABD Büyükelçisi James Spain de Cosmos Kulübün üyeleri arasındaydı. James Spain, Commer, Paul Henze gibi tanıdık isimler Rand Corporation'in araştırma konseyinde askeri stratejistti.73
Tüm bunları niye anlatıyoruz? Mossad'ın ve dolayısıyla İsrail'in stratejik çıkarları konusunda başka ülkelerin içişlerine karıştığı, yöneticileri manipüle ettiği ve suikast, bombalama ya da provakasyon gibi eylemleri düzenlediği bilinen bir gerçek. Ancak bunları nasıl yapıyor? Doğrudan eylem planı yaptığında hemen hemen tüm gizli servisler operasyonlarını iki ya da üç "taşeron" üzerinden gerçekleştirirler. Böylece operasyonun herhangi bir aşamasında piyonlardan biri yakalanacak olursa kimse gerçek "patrol"la arasında bağlantı kuramayacaktır. Ancak gizli servislerin kullandığı bir diğer yöntem de bir ülkedeki mevcut yapıyı ajite ederek, ya da yepyeni bir yapı oluşmasını sağlayarak bu yapının sonuçta kendi istedikleri sisteme dönmesini sağlamaktır. İsrail'in bekaasına zarar verebilecek siyasi bir gidiş herşekilde durdurulmalıdır. Bu yüzden Mossad, o ülkede bir yandan yeraltı faaliyetleri yürütürken, diğer yandan da kendi yandaşları olan yöneticiler, politikacılar, başkanlar göndererek, ya da ülkede bulunanları kullanarak gerekli altyapıyı oluşturmaya çalışır. Burada anlatılan ve örnekleri verilen tüm bağlantılar da bunun kanıtıdır.
İşte Türkiye'de de 1980'den itibaren bu faaliyetler büyük ivme kazanmıştır.
İran'ın başını çektiği bir grup Arap ülkesinin her yıl İsrail'in Birleşmiş Milletler'de temsil edilmesinin yasaklanmasına ilişkin önerisine "çekimser" oy veren Türkiye 1989 yılında ilk kez "hayır" oyu verdi. Bu karardan önce Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'ın New York'ta American Jewish Committee üyesi George Gruen ile yaptığı görüşmede Türkiye'nin alacağı tavrı muhatabına bildirmişti.74
Hiram Abas değerli bir Ortadoğu uzmanıydı. Ölümünden bir yıl önce 6 eylül 1989 tarihli raporunda ABD'nin Ortadoğu politikasını tahlil ederken Türkiye'nin Ortadoğu'daki gelişmeleri yakından ve dikkatle izlemesi gerektiğini düşünüyordu. Hiram Abas raporunda şöyle diyordu:
Amerika'nın Kissinger devri döneminden itibaren bir Ortadoğu planı mevcuttur ve Amerika'nın politik, ekonomik yönden bölgeye hakim olabilmesini hedeflemektedir. Bu plana göre:
1. Bölgede Amerika'nın jandarmalığını yapacak olan İsrail, büyük İsrail planına uygun vaziyette Fırat-Nil nehirleri arasındaki sahada hakim ve etkili duruma girmelidir.
2. Bölgedeki Alevi, Sünni, Hıristiyan toplumları, Ermeniler, Kürtler, ekalliyetler kullanılarak, bölünerek, plana karşı gücü meydana getirebilecek devletler zayıflatılmalı ve iç problemleri ile uğraşır duruma sokulmalıdır.
3. Filistin davasını ortadan kaldırmak için, Lübnan bölünmeli ve topraklarının güney bölümü üzerinde bir Filistin iskanı imkanı sağlanmalıdır.
4. İsrail ve Suriye arasındaki Golan problemini çözüme ulaştırmak yönünden Lübnan'ın büyük bir bölgesinin Suriye'ye verilmesi gerekmektedir.
5. Suriye Lübnan'da olaylara batmış Amerika ile işbirliği içerisinde tam görülmüş ve diğer İslam ülkelerinin tepkisini çekmiş, zayıflamıştır. PKK'yı desteklemesi muvacehesinde Türkiye'nin çok sert şekilde üzerine gitmesi mümkündür. Tepki gösterebilmesi imkanına sahip bulunmamaktadır.
6. Lübnan'daki gelişmeleri Türkiye yakinen takip etmelidir. Ortadoğudaki politik gelişmelerin ve değişimlerin en iyi takip edilebileceği saha Lübnan'dır. Sahada istihbarat olanaklarımız üst seviyede götürülmelidir.75
Hiram Abas'ın dikkat çektiği "Büyük İsrail Planı"nın alanen konuşulması bazı kesimleri öylesine rahatsız etmişti ki Abas hakkında bu dönemde yoğun karalama kampanyaları yapılmaya başlandı.
Irak Kuveyt'i işgal etmiş, Türkiye için yeni ve aktif bir dış politika devri başlamıştı. Ölümünden 35 gün önce Hiram Abas 21 Ağustos 1990 tarihinde Körfez Krizi ile ilgili bir rapor yazarak Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a sundu. Raporunda bağımsız enformasyondan bahsettiği bölüm dikkat çekiciydi:
Günümüzde televizyon ve basın ajansları her büyük olayı anında dünyanın her tarafına duyurmakta ve dolayısıyla olayların takibinde belki de Dışişleri Bakanlığı ve diğer dış örgütlerin önüne geçebilmektedirler. Ancak dış basın ve yayın büyük ölçüde Amerika ve İsrail kontrolündedir. Dolayısıyla bu bilgileri milli kaynaklarımıza tetkik edecek bir seviyeye ulaşamazsak, dezinformasyona maruz kalmamız tehlikesi ortaya çıkmaktadır.76
İsrail'in basını yönlendirmesi konusundaki teşhisleri dikkatlerin bir kez daha Abas'a çevrilmesine sebep oldu. Bu arada Abas boş durmuyor Emeç ve Aksoy cinayetlerinin dış gizli servislerle olan ilişkisini çözmeye uğraşıyordu.
Hiram Abas, Emeç ve Aksoy cinayetlerinin arkasında kimlerin olduğunu tesbite çalışıyor, "bu suikastler ayrı örgütlerin de faaliyetleri olsa, arkasında yabancı devlet ve planlama desteği olup, olmadığı hususlarının öğrenilmesi lüzumludur. Çünkü sonuç ve güdüler, gayenin Türkiye'nin stabilitesini bozmak olduğunu düşündürmektedir" diyordu.77
Bu hayati raporlar Hiram Abas'ın son raporları oldular. Hiram Abas sol taşaron örgütlerden biri tarafından 26 Eylül 1990 tarihinde öldürüldü. Gladio'nun sol kanadının temsilcisi olan bu örgüt rakip sol grupları ihbar etmesi ve mafyayla ve uyuşturucu satıcılarıyla yakın temaslarıyla tanınmış bir oluşumdu.
Stratejik doğrultusu önemli yanıltmalarla değiştirilen Türkiye Eylül 1992'de yıllardır kapalı olan Kudüs Başkonsolosluğu'nu da hizmete açtı.
Bundan sonra iki ülke arasındaki işbirliği askeri işbirliği anlaşmasının imzalanması noktasına kadar vardı.
Mossad'ın ABD'li Dostu Abramowitz
Mossad'ın Türkiye faaliyetleri değerlendirilirken unutulmaması gereken bir isim de ABD'nin eski Ankara büyükelçisi Morton Abramowitz'dir. Abramowitz, ABD-Çin istihbarat işbirliğinin mimarlarından ve CIA ile Amerikan Dışişleri'nin eski koordinatörlerindendir. Bulunduğu ülkelerde "karıştırıcı" faaliyetlerde bulunduğu, birçok Üçüncü Dünya ülkesindeki akıl almaz işlerde parmak izi bıraktığı söylenmektedir. Tecrübeli büyükelçi Türkiye'deki ilk yılında, "demokrat adam" imajı yaratmak dışarda pek önemli bir faaliyette bulunmamıştı. Veya bulunmuştu da kimsenin ruhu duymadı. Zaten asıl korku da buydu.78 NATO ve istihbarat uzmanları da Abramowitz'i yakından tanıyorlar, "siz onu yakından takip edin. Hiç kuşkusuz bulutlar dağılınca Güneydoğu'ya gidecektir" diyorlardı.79
Abramowitz Türkiye'ye büyükelçi olarak atanmadan önce, yollanılması düşünülen bütün ülkelerden reddedilmişti. Mısır, Malezya ve Pakistan, bu şahsın ülkelerine büyükelçi oalarak atanmasına karşı çıkmışlardı. Her üç ülkenin de Washington'a bildirdikleri gerekçe şuydu: "Bahse konu olan kişi CIA ajanıdır. Görev yaptığı ülkelerin içişlerine karışmayı alışkanlık haline getirmiştir. İstemiyoruz."
Mossad ajanı olarak da kabul edilen Yahudi Abramowitz'in ABD'nin Türkiye Büyükelçisi olduktan sonra 1989 yılında ilk özel ziyaretini Jak Kamhi'ye yapması ise oldukça düşündürücüydü. Abramowitz, ABD'nin kontrgerilla örgütlenmesinde önde gelen kuruluşu AID ile TOBB arasında da bir anlaşmanın öncülüğünü yapmıştı.
1989 yılında AID'in Türkiye'nin önde gelen özel sektör kuruluşlarıyla işbirliği yapacağı açıklanmıştı. Hatta ABD Büyükelçisi Abramowitz ile TOBB Başkanı Ali Coşkun'un imzaladıkları bir de anlaşma parafe edilmişti. Anlaşmanın imzalanmasından bir hafta önce Ali Coşkun "bu uzman kuruluşun bilgi birikiminden yararlanacağız" diye demeç vermişti.80
Türkiye'den ayrıldıktan sonra Clinton yönetiminde de önemli bir konuma gelen Abramowitz'in Çekiç Güç konusunda da ilginç fikirleri vardı. Ona göre Çekiç Güç, Türkiye için herhangi bir karar konusu olamazdı. Bu ideolojik bir meseleydi. Çekiç Güç'ün muhafazası Türkiye'nin Batı ile kurduğu bağları simgeliyordu. Bu ideolojik simgenin ülkeden uzaklaştırılması, Türkiye'nin tercihini Batı'dan yana değil, Üçüncü Dünya'dan yana yapması olarak algılanacaktı.
Takvimler 7 Mart 1993'ü gösterdiğinde, Abramowitz ani bir ziyaretle Türkiye'ye gelmiştir. Bu ziyaretin sebebi olarak Carnegie Vakfı'nın yayımladığı dergide bir yazı yazacağını, ve bunun için eski dostlarını görmeye geldiğini açıklar. Abramowitz'in Türkiye'ye gelirken belirlenen misyonu, ABD-İsrail-Türkiye üçgenini güçlendirerek Ortadoğu'da Amerikan hegemonyasını pekiştirmektir.81 Aynı zamanda Türkiye'de islamın gelişimi hakkında inceleme yapmak üzere teşrif etmiştir ve bu gelimeden duyduğu kaygıyı dile getirerek konunun acilen çözülmesini ister. Ziyareti sırasında Erbil ve Zaho'ya da gitmiş ve buralarda 10 gün geçirmiştir. Kürt sorununda ani manevralar dönemi de bu ziyaretin hemen arkasından gerçekleşmiştir. PKK lideri barış taaruzuna geçer, hem de bir profesyonelin kaleme aldığı hemen anlaşılan bir bildiriyi ve stratejiyi açıklayarak...82
Öte yandan, Abramowitz, ABD'nin önde gelen "think tank"larından Carnegie Vakfı'nın da başkanıydı. Kurumun amacı, Amerikan Devleti için fikir ve proje üretmekti. İlgi alanı ise genellikle askeri, siyasi ve ekonomik konulardı.
Abramowitz, aynı zamanda ABD'de "208 numaralı komite" üyesiydi. Komite ABD'nin Üçüncü Dünya Ülkeleri'ndeki operasyonlarıyla yakından ilgileniyor, bu ülkelerde gizli veya açık ilişkiler kurup, çalışmalar yürütüyordu.
Ferit İlsever'in de dediği gibi, bütün bu gelişmeler içinde net bir biçimde ortaya çıkan gerçek şudur: ABD Ortadoğu'da "Yeni Dünya Düzeni"ni halkları birbine düşman ederek, kan akıtarak kurmaktadır. Abramowitz'in "barış" ve "insan hakları" şovlarının ardında bölge halkları için yeni tuzaklar yatmaktadır. Kafkaslar'da, Balkanlar'da ve dünyanın en hareketli bölgelerinde de aynı senaryo uygulanmaktadır. Bugün hiçbir ulusal sorun, ABD'ye karşı net tavır almadan çözülemez. Ulusların ve halkların esenliği anti-emperyalizmden geçmektedir.83
Mossad, KGB'ye Nasıl Sızdı?

KGB amblemi

Israel Beer
KGB'nin etkin pozisyonlarındaki Yahudi ajanlarına en iyi örnek, İsrail Başbakanı Ben Gurion'un başdanışmanı Israel Beer'dir. Siyonist teşkilatın ilk günlerinde tanınmış bir isim olan Beer, Haganah'ın üst düzeydeki askeri komutanlarındandı. 1950'de politik kariyerine başladığında askeri ve istihbarat örgütleriyle yüksek düzeyli ilişkisine devam etmekteydi.
Beer bir dönem İngiliz Haberalma Teşkilatında da görev yapmıştı. Tabi bu görev aslında İsrail adına casusluk yapmaktı. Haganah'a katıldıktan sonra onlar adına İngiliz Manda Haberalma Teşkilatı'nın Alman Bölümü'nde gönüllü olarak çalışmaya başlayarak güya Siyonist liderleri yakın takibe almıştı. Beer'in Haganah'la olan ilişkisinden haberleri olmayan İngilizler, ona Almanca konuşan Siyonist liderlerle ilgili kayıtlara sınırsız girme iznini vermişler, bu ayrıcalığı elde eden Beer'de Haganah'ın üst düzey yetkililerinin tutuklanmasını engellemişti. (Aynı zamanda da Beer hangi Yahudiler'in İngilizler'e bilgi sağladığını da öğrenebiliyordu.)84
Beer Mossad Şefi Isser Harel'in önemli yardımcısı konumuna gelmişti ancak Harel de uzun yılların verdiği tecrübeyle ortada bir gariplik olduğunu sezinliyordu. Mossad'ı dünyanın en iyi haberalma teşkilatları arasına sokan Harel, bu ününü operasyonlarda "insan unsuruna" önem vererek kazanmıştı. Yani karşısındakinin "iyi casus"mu, yoksa "kötü casus"mu olduğunu kolaylıkla anlayabiliyordu. Ve şimdi sezgileri Beer için hiç iyi şeyler söylemiyordu. Aslında onun KGB adına çalıştığından emindi.

KGB'nin Moskova'daki merkezi.
Harel'in aradığı kesin kanıt, ona BND'den ulaştırıldı. Beer, Alman Ordusu subaylarına bir konferans vermek üzere Batı Almanya'ya gittiği sırada, bir kaç saatliğine Doğu kesimine geçmişti. Fakat BND tarafından konfirme edilen bu detay Beer'in döndüğünde hazırladığı raporunda görülmüyordu. İsrailli bir ajanın orada ne işi olabilirdi? Beer takibe alındı ve 1961 yılının Mart ayında bir çanta dolusu evrakı sızdırırken suçüstü yakalandı. Tutuklandı ve 10 yıl hapse mahkum edildi. Ancak olay ub noktada çok ilginç bir hal alacaktı: Beer'in kimliği ve geçmişine ilişkin tüm bilinenler sahteydi. Gerçek Beer yıllar önce İspanya İç Savaşı sırasında ölmüştü ve kimliği alınarak başkasına verilmişti. Sahte Israel Beer 1966'da kalp sorunları sebebiyle hayatını kaybetti. Böylece hapisteki kişinin kim olduğu asla öğrenilemedi.
Aslında Mossad da KGB'de köstebek bulunduruyordu. Stanislav Aleksandrovich Levchenko Yahudi asıllı bur KGB ajanıydı. Çaldığı gizli bilgileri Mossad'a sızdırıyordu. KGB içindeki rolü de oldukça aktif ve önemliydi. KGB Levchenko'yu endüstriyel yönden bir tehdit olabilecek biçimde hızlı gelişen Japonya'da görevlendirmişti. Bu göreve seçilmesinin önemli bir nedeni, Moskova Üniversitesi'nin yabancı diller bölümünde okumuş ve ardından da bir kaç kez Japonya'ya giderek Japoncayı çok iyi öğrenmiş olmasıydı.

Sovyet Barış Komitesi'nde ve Afrika Asya Dayanışma Komitesi'nde çalışarak zeki bir propagandacı olduğunu göstermiş ve yabancıları da etkileyebileceğini kanıtlamıştı. Ardından Moskova Radyosu için çeviriler hazırladı. Novoye Vremyo dergisinde makalele yazdı. KGB onu dış görünümüyle dahi etki uyandırdığından diplomatik yemeklerde bile kullanıyordu.85 Levchenko da bu sırada KGB'ye ihanet etmekle meşguldü.
1981 Ağustos'unda askeri mahkeme tarafından ihanetten suçlu bulundu. Ancak bu olayın duyulması Rusya için kötü propaganda olacaktı. Böylece KGB suçunu gizli tutmaya karar verdi.
Bu arada Levchenko Tokyo'daki ABD İstihbaratçılarıyla kontak kurmuştu. Daha sonra Tokyo üzerinden ABD'ye kaçtı. Karargahlarda, FBI ofislerinde, CIA'nın saklı konferans salonlarında, Hava Kuvvetleri üslerinde, Ulusal Savaş Koleji'nde, Kongre'de, Beyaz Saray'da Levchenko, KGB hakkında konuştu. Levchenko disiplinli bir tempoyla haftanın her günü 12 saat CIA'ya bilgi verdi.86
Dünyadaki tüm terör örgütlerini silahlandıran Yahudi Henri Curiel de KGB'de yıllarca aktif görev alarak bu bilgileri Mossad'a aktarmıştı. Yahudi Sharansky de, 1977 yılında Sovyet gizli belgelerini CIA ve Mossad'a sızdırmıştı.
KGB'nin En Ünlü Ajanı Kim Philby De Mossad'ın Emrinde

Philby
KGB adına İngiliz haberalma teşkilatının içine sızmış ve bu teşkilatın sırlarına 30 yıl boyunca ihanet etmiş bir ajan idi Philby. Kısa bir zamanda bu teşkilatta şef olmuş, yani insan aklının düşleyebileceği tüm casusluk fantazilerini gerçekleştirerek karşı taraf için çalışan haberalma teşkilatı şefi özelliğini kazanmıştı. Oysa Philby ne KGB'ye ne İngiliz Haberalma Teşkilatı'na aitti. Ait olduğu yer Mossad'dı. Ve bu sırrını ustalıkla saklamayı başardı.87
OSS ve CIA için İngiliz bağlantısı olan Kim Philby İspanya İç Savaşı'nda meşhur olmuştu. 1943'te Viyana'da Komünist-siyonist ajan Litzi Friedmann ile evlendi. Evliliğindeki şahidi Teddy Kollek'di. Kollek, İsrail teröristlerinin mali desteğini sağlıyordu. Şimdiyse Tel Aviv'in Belediye Başkanı'dır.
Sovyet Köstebeği olarak çalışan Philby 1934'te Hitler taraftarı dergi (Anglo-German Fellowship'i) yayınlamak için Schroder Bank'tan para almıştı. Times daha sonra onu İspanya'ya İçsavaş'ını yazmaya gönderdi... Philby orada General Franco'yla görüştü... 1940'da İngiliz SIS'e alındı. 1949'da Philby, CIA ve FBI ile SIS bağlantı görevlisi olarak Washington'a gönderildi. J. Edgar Hoover (mason FBI Şefi) sık sık CIA'dan James Angleton ve Philby ile Harvey's Restaurant'ta öğle yemekleri yiyordu. Roma'da CIA Şefi iken Angleton, Siyonist teröristler Teddy Kollek ve Jacob Meridor ile yakın olarak çalıştı ve sonradan CIA'nın İsrail Masası'nın Şefi oldu. Amerikan vergi mükelleflerince finanse edilen uluslararası Mossad Casusluk operasyonunu kurmak için Philby'ye yardım etti.88
Philby'nin Sovyet ajanı olduğundan şüphelenildiği halde CIA ve FBI'nın çok gizli dosyaları ona gösteriliyordu. 1984'te Tad Szulc, Washington Post'ta Philby'nin hiçbir zaman Sovyet ajanı olmadığını fakat CIA kaynaklarına göre üçlü bir ajan olduğunu yazıyordu.89
KGB-MI6-CIA Bağlantılı Ajan George Behar

George Behar
George Blake'i anlamak için, öncelikle, 1922 yılında George Behar adıyla Amsterdam'ın en saygın ve köklü Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldiğini bilmekte yarar vardır. Ünlü bir İngiliz okulunda eğitim için geldiği Kahire'de zamanının büyük bölümünü KGB'de uzun süreli çalışmış hem de Mısır komünist partisinin öncülerinden olan dayısı Henri Curiel'in yanında geçirmişti. Curiel kısa zamanda bu zeki delikanlıdaki casusluk potansiyelinin farkına vardı.
Genç Behar Almanlar 1940'da ülkeyi istila ettiklerinde Belçika üzerinden Londra'ya kaçtı. İngiltere'de adını Blake olarak değiştirerek, haberalma teşkilatında çalışmaya başladı. Henri Curiel'in telkinleriyle MI6'a sızdı. 1948'de ilk önemli görevi olan Seul istasyonunun şefliğine atandı. 1955'te, merkezdeki iki yıllık masabaşı çalışmasından sonra, MI6'nın en önemli görev yerlerinden biri olan Berlin'e atandı. Blake bu önemli istasyona atanmakla kalmamış, MI6-CIA ortak komitesinin İngiliz temsilcisi olarak da çalışmaya başlamıştı. Curiel'in de önerisiyle MI6'ya Ortadoğu'da çalışmak istediğini iletti. MI6 bu isteği kabul ederek onu Lübnan'a gönderdi.
Bu sırada CIA Blake'in bir KGB köstebeği olduğunu saptamıştı. Bir sonraki casusluk görevini konuşmak bahanesiyle MI6 yetkilileri tarafından Londra'ya çağrılan Blake, hiçbir şeyden kuşkulanmayarak MI6 merkezine gitti ve aleyhindeki delillerle yüzyüze kaldı. Sonuçta Blake 42 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçen altı aydan sonra 1967'de Blake, eski arkadaşı IRA'nın önde gelenlerinden Sean Bourke'un yardımıyla hapisten kaçtı. Bourke Blake'i birkaç hafta saklamayı başardıktan sonra Ruslar'la bağlantı kurdu. Ruslar'da Blake'i Moskova'ya kaçırdılar. Blake 1990'da Sovyet televizyonunun kendisiyle yaptığı bir söyleşide, 600 CIA ve MI6 ajanına nasıl ihanet ettiğini açıklayarak övündü.
Kızıl Orkestra'dan Bir Yahudi: Leiba Domb
Leiba Domb savaş öncesi Rus Ordu Haberalma Servisi GRU'da çalışmaya başladı. Mayıs 1939'da Domb, Brüksel'e geldi ve hemen işe başladı. Tüm Avrupa'da, Nazi Almanyası'nın içine sızabilecek ve ticari kisveyle işlerini yürütebilecek bir dizi eleman bulmaya çalıştı. Kanada asıllı işadamı Jen Gilbert adlı yeni kimliğiyle Domb, Simexco adında paravan bir şirket kurdu. Bir yıl sonra, buna Paris'te Simex şirketini ekledi. Hiç zaman yitirmeden, kaynaklarını işe almayı başardı. II. Dünya savaşı patlak verdiği sırada, profesyonel ajanlardan, sivil kaynaklardan ve yerel komünistlerden oluşan kalabalık bir ekibi kendi aralarında bölümlere ayırmıştı. Bu çalışma zinciri Kuzey Denizi'nden İsviçre'ye kadar uzanıyordu. Ayrıca, Nazi Almanyası'nın içinde de küçük bir zincir kurmuştu. Bu zincirin halkaları, politik görüşlerini bir sürelik bir kenara bırakıp, hükümetin içinde görev almayı başarmış inançlı Alman komünistleriydi.
Domb paravan şirketi aracılığıyla Alman Todt örgütü arasında yakın ilişki kurmuştu. Bu büyük örgüt Alman savaş cihazları için gereken askeri inşaatların yanısıra, diğer lojistik ayrıntılarla da ilgileniyordu.
Domb Almanya'nın Sovyetler Birliği'ni işgal edeceğini çok önceden haber vermiş, daha sonrada Alman askeri birliklerinin düzeni ve Kafkasya'ya yapılacak saldırıyla ilgili Alman planının ayrıntılarını Moskova'ya iletmeyi sürdürmüştü.
Ekim 1942'de Domb'un KGB adına çalıştığını saptayan Alman Ordu istihbaratı ABWEHR'in ajanları Domb'u funkspiel olarak kullanmaya karar verdiler. Yani Moskova'yı yanıltıcı ve yanlış bilgiyle besleyeceklerdi. Haziran 1943'te Ruslar'ın bu durumun farkında olduğunu gören Almanlar funkspiel'i sona erdirdi. Bu arada Domb ABWEHR ajanlarından kaçarak Moskova'ya gitti.
Moskova'da Kızıl Orkestra'ya ihanetten 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Stalin'in ölümünden sonra serbest bırakıldı ve Polonya'ya geri dönmesine izin verildi.
Polonya'da Siyonizm davasına sarıldı. Polonya Yahudi toplumunun arta kalanlarının lideri oldu. Polonya hükümeti Yahudilerin İsrail'e iltica etmelerine karşı çıkınca da, yetkililerle arasında tartışma çıktı. Yine hapis tehdidiyle karşı karşıya kalan Domb KGB tarafından kurtarıldı.
Domb Polonya'da hapse girmekten kurtulmuştu ama hükümet yetkilileri yaşamının geri kalan bölümünü İsrail'de geçirmek isteyen Domb'a bir türlü iltica izni vermiyorlardı. Sonunda Moskova'dan gelen baskılarla 1974 yılında İsrail'e gitmesine izin verildi. 1983'te Kudüs'te öldü.
Budapeşte'nin Kamburu Gabor Peter
1919'da yeni Macaristan ulusunda devrim rüzgarları eserken, Budapeşte'de iktidarı ele geçiren militanların arasındaydı ve yeraltı teşkilatındaki Gabor Peter adını kullanıyordu. Komünist devrimci Bela Kun'un denetiminde bir Sovyet Cumhuriyeti kurulduğu açıklandığında, tüm militanlar, komünist olmayan muhalefete karşı bir sindirme hareketi başlattılar. Peter terörist bir örgütün başı olarak, Kun'un düşmanlarını yakın takibe aldı ve korkunç işkencelerden sonra da onları boğazlattı. Macarlar Peter'in çetesine "Kızıl Terör" adını vermişlerdi.
Kun'un kısa ömürlü Cumhuriyeti 1919 yılında çöktüğünde Peter ve militan arkadaşları Sovyetler Birliği'ne kaçtılar. Bu çirkin adamdaki potansiyeli gören KGB onu hemen kendi bünyesine kattı. 1930'da Peter Viyana'ya gönderildi.
Peter burada Blau Weiss olarak bilinen siyonist yeraltı örgütünde tanıştığı Litzi Friedman'ı KGB'de kurye olarak kullanmak için işe aldı.
Peter daha sonra Siyonist Litzi Friedman'ın eşi Kim Philby de KGB'de kuryelik yapmak üzere işe aldı. Philby'nin bir gün tarihin en büyük köstebeklerinden biri olacağı o günlerde Peter'in aklına hiç gelmemişti, ama genç İngiliz komünistin işe alınması daha sonraları KGB'deki ününe ün katacaktı. 1930'ların sonuna doğru Stalin'in emirleriyle Sovyet haberalma teşkilatının tüm Yahudilerden arındırılması sırasında KGB'de esen Yahudi karşıtı rüzgardan etkilenmemişti. fakat KGB Şefi Beria'nın teşkilatı Yahudilerden temizleme operasyonunda hemen saf değiştirmiş ve Beria'nın yanında yer almıştı.
Koyu bir Stalinci olan ve Stalin isterse düşünmeden ölüme atılabileceğini söyleyen Peter, Macaristan'ın komünist kıskaca alınması emriyle Budapeşte'ye varmıştı. Burada Macar Haberalma teşkilatı AVH'ı kurarak Macar komünistleri arasında bulabileceği en acımasız Stalinci katilleri işe aldı.
1948 yılında Peter Macaristan'ı tek partili bir polis devletine dönüştürmüştü. Peter Macarlar arasında Macaristan'ın Beria'sı olarak ün salmıştı. 1949 yılında Peter büyük ve uğursuz bir örümcek gibi ülkenin üstüne çökmüştü. Nüfusu yalnızca 9.5 milyon olan Macaristan'da 80.000 jurnalcinin oluşturduğu haberleşme ağı herşeyi, hatta basit vatandaşların en masum konuşmalarını bile anında Peter'e ulaştırdığı için Macarlar tüm hareketlerinde son derece dikkatli davranmak zorundaydılar. Sonunda AVH gece yarısı tutuklamaları başlatmış, bu baskınları işkenceler izlemiş, bazı tutuklular birkaç yıllığına çalışma kamplarına gönderilirken, bazıları da anında öldürülmüşlerdi.
Peter KGB'nin emriyle 1953 yılında tutuklandı. Siyonist haberalma teşkilatlarının ajanı olduğunu itiraf etti. (Siyonist sözcüğü, Stalin'in yeni Yahudi karşıtı temizlik harekatının, yani Yahudi ajanlarının otomatik olarak İsrail haberalma teşkilatının denetiminde değerlendirileceğinin altını çizmek için kullanılmıştı.)
1959'da Peter'in tutuklayıp işkence ettiği Janos Kadar Peter'in serbest bırakılmasını emretti. Peter'e hükümette küçük bir görev verdi. Peter 1993 yılında öldü. Hükümetin emriyle üzerinde hiçbir yazı ve işaret olmayan bir mezara gömüldü.
KGB-ABWEHR-AVH Bağlantılı Yahudi Ajan Kauders
Kauders 1903 yılında Yahudi bir annenin çocuğu olarak Viyana'da doğmuştu. 1939 yılında KGB'de çalışmaya başladı. KGB Kauders'i Alman İstihbaratı ABWEHR'in Sovyetler Birliğindeki ana kaynağı olacak şekilde eğitiyordu. Kauders Moskova'nın yardımıyla ABWEHR'e sürekli önemsiz bilgi aktararak güvenilirliğini kanıtladı. Bu arada Zagreb'deki Amerikan konsolosluğundan diplomatik evrak çalarak ününe ün katıyordu. Alman haberalma teşkilatının lideri Reinhard Gehlen ve ABWEHR'den Wilhelm Canaris Kauders'in bir altın madeni değerinde olduğunu açıkladılar. 1943 yılında Kauders'in verdiği yanıltıcı bilgilerden KGB adına çalıştığı anlaşıldı böylesi bir davranışın cezası idamdı. Ne var ki Kauders üst düzey ilişkilerinden ötürü bu cezadan kurtuldu. Bu arada ABWEHR dağıldı, Nazi haberalma teşkilatı SD idareyi ele geçirdi. Nedense SD, Kauders'in çok özel biri olduğuna ilişkin inancını sürdürdü ve onu Macar haberalma teşkilatı AVH'ya gönderdi. Ama bu da işe yaramadı Kauders bir Alman hapishanesine gönderildi. 1945 yılında Nazi Almanyası artık tüm gücünü yitirdiği bir sırada, Kauders serbest bırakıldı. Avusturya'ya kaçtı, ama birkaç hafta sonra da bu kez bir Nazi ajanı olarak Amerikalılar tarafından tutuklandı.
Kauders bir yıl içinde hapisten kurtularak Avusturya haberalma teşkilatında, bu kez Sovyetler Birliğine karşı çalışmaya başladı. KGB'nin kendisini kaçırma emri verdiğini öğrenen Kauders hemen ortadan kayboldu. 1964 yılında bu kez Viyana'da ortaya çıktı ve CIA'ya işbirliği önerdi. Bundan kuşkulanan CIA onun bu önerisini geri çevirdi ve Kauders yine ortadan kayboldu. Birkaç yıl sonra Alman haberalma kayıtlarını inceleyen CIA Kauders'in doğu cephesindeki Alman askeri operasyonlarını çökertmek için çalışan bir KGB köstebeği olduğunu anladılar.
HVA-BND-Mossad Bağlantısı

Alman gizli servisindenYahudi Markus Wolf
Markus Wolf 1923 yılında komünist oyun yazarı Yahudi Friedrich Wolf'un oğlu olarak dünyaya gelmişti. KGB'yle bağlantılı çalışan Wolf kısa sürede HVA Başkanlığı'na getirildi.
Doğu Almanya İstihbarat Servisinin başında 1958'den 1987'ye kadar Markus Wolf bulunuyordu. Bu soğuk savaşın en gözde casusu, Batı Almanya'da ve diğer NATO ülkelerinde yüzlerce ajan yetiştirdi. Almanya birleştiği zaman, Wolf tutuklanmaktan kurtulmak için Moskova'ya kaçmıştı. Alman Hükümeti'nin kabul ettiğine göre Federal İstihbarat Servisi tarım malzemesi adı altında İsrail gizli servisi Mossad'a askeri malzeme yollamıştı. Oysa bu, Wolf'u hiç şaşırtmıyordu. İyi bilmekteydi ki BND ile Mossad arasında yakın bir işbirliği mevcuttu. Mossad'ın içinde BND'den, BND'nin içinde de Mossad'dan delegeler vardı.90
Yahudi şef Markus Wolf'un başkanlığında Doğu Alman gizli servisi HVA, Münih Olimpiyatları'nda İsrailli sporcuların öldürülmesi, Margaret Thatcher'e suikast girişimi, Beyrut'ta 17 CIA ajanının öldürülmesi gibi birçok olaya karışmıştı.

Kara Eylül gerillalarından biri
The Post gazetesi, yayınlanan bir köşe yazısında casus Wolf'un şu olaylarla ilişkisi olduğunu iddia etti: 1972 Münih Olimpiyatları'nda İsrailli atletlere karşı düzenlenen Kara Eylül saldırısına silah sağlanması, Margaret Thatcher'i öldürmek için Brighton Grand Hotel'in IRA tarafından bombalanması, 1983'te Beyrut'taki Amerikan Konsolosluğu'nda 17 CIA ajanının öldürülmesi... Yahudi asıllı Wolf, bir kitap yazmak için yakın geçmişte Doğu Berlin'den Moskova'ya gitmişti. Batılı istihbarat kaynaklarına göre gerçekte Wolf, Mikhail Gorbaçov tarafından KGB'nin yeniden düzenlenmesi için Rusya'ya çağrılmıştı. Batılı kaynaklara göre, Sovyetler bir KGB generali olan Wolf'u ve Batı Alman kuruluşlarına yerleştirdiği "adamlarını", Birleşmiş Almanya'yı NATO'dan çıkarmak için kullanmayı planlıyordu.
Doğu Almanya'da reform hareketlerinin lideri olmasına rağmen, birçok Doğu Alman, Wolf'un şimdi resmen dağılmış olan Alman gizli polis örgütü Stasi ile ilişkisini göz önüne alarak, kendisinin gerçek amacı konusunda kuşku duyuyorlardı.
Bu arada BND, pek çok istihbarat örgütünün Mossad'a yaptığı "hizmeti" de yapmış, İsrail aleyhtarı tutukluları "sorgulamaları" için Mossad ajanlarının eline vermişti.
1979'da Almanya'da bir skandal ortaya çıktı. Bu skandal Der Spiegel'de açıklandı. Buna göre İsrail ajanları Alman hapishanelerine alınıp, rahatlıkla Filistinli mahkumları sorguya çekebiliyorlardı. Hıristiyan Demokrat Partisi Başkanı Franz Joseph Strauss'da bunu basın toplantısında teyid etmişti. BND ve Mossad ilişkileri Camp David'den sonra daha da kuvvetlenmişti.91

Eski Nazi generali Reinhard Gehlen'in gençliği ve yaşlılığı.Gehlen, savaş sonrasında Batı Alman Gizli Servisi BND'nin başına geçti ve BND-MOSSAD ilişkisini geliştirdi. Almanya'daki kontrgerilla hareketini de "Gehlen Harekati" adı altında örgütledi.
BND-Mossad ilişkisinin kilit isimleri arasında eski Nazi subayları da vardı: "BND Başkanı, eski Nazi subayı Gehlen de Mossad'la sıkı işbirliği içindeydi. Gehlen, Alman gizli servisi BND'nin başında bulunduğu sürece BND ile Mossad arasında etkin bir işbirliği vardı. Mossad Almanlarla yaptığı bu işbirliğine karşılık Alman cezaevlerinde bulunan Mossad aleyhtarlarını sorguladı.92
BND Başkanı Gehlen emekli olunca, yerine Gerhard Wessel geçti. Gerhard Wessel de Gehlen gibi eski bir Nazi subayıydı. Daha sonraları BND'ye yeni genç isimler de katıldı. Fakat siyonizm ile iyi giden ilişkiler hiç bozulmadı. Eski Nazi ajanlarının İsrail'i güçlendirmeye yardım etmesi böylece sürüp gitti.
Almanya'da kontrgerilla hareketinin adının da "Gehlen Harekatı" olması tabii ki ilginç rastlantılardandı. BND'nin bağlantıları, Yahudi finans lobisi Trilateral ve Rockefeller'a kadar uzanıyordu: BND'den Gehlen, 1955 yılındaki Bilderberg toplantısına katılmıştı.93
Manfred Murstein'da Mossad adına BND'de faaliyet gösteren Mossad'ın üst düzey ajanlarındandı. Ernest Volkman konuyu şu şekilde özetliyor:
Manfred Murstein takma adlı Mossad ajanı BND'de çalışıyor. Yıllarca Monzar Al Kassar adlı uyuşturucu ve silah kaçakçısını Mossad adına takip ediyor. Saddam Hüseyin'in gerektiğinde öldürülmesi için yapılan planlardan biri Murstein'a ait. Plan şöyle: Saddam Hüseyin'e yakın bir kişiyi para karşılığı ya da tehditle ayarlayıp Saddam'ın odasının planı istenecek. O kişinin haberi olmadan üstüne patlama gücü yüksek olan patlayıcı yerleştirilecek. Sığınağın tesisatını yapan Alman şirketiyle anlaşılıp bu bombanın ateşlenmesi ayarlanacak.
BND'den Ghunter (Yahudi) David Rockefeller yönetimindeki Trilateral Komisyonu'nun kurulmasında yer aldı.94

Üstte Mossad'ın üst düzey iki Alman ajanı Wolfgang Lotz (sağda) ve Manfred Morstein.
Wolfgang Lotz 1921 yılında Almanya'da doğmuş bir Yahudiydi. Lotz 16 yaşında yeraltı teşkilatı Haganah'a katılmıştı. 1956 yılında İsrail askeri haberalma teşkilatı Aman ona yaşamını değiştirebilecek bir görevde çalışmak isteyip istemediğini sordu. Bu sırada İsrailliler, Mısır Devlet Başkanı Cemal Nasır'ın füze konusunda uzman eski Alman bilim adamlarıyla diğer ordu uzmanlarını kendi bünyelerine aldığını işitmişlerdi. Aman'ın bu son derece sıkı korunan yapıya sızabilecek bir ajana ihtiyacı vardı. Lotz bu plana en uygun kişiydi. Sarı saçları ve mavi gözleriyle asla bir Yahudiye benzemiyor, aksansız ve kusursuz bir Almanca konuşuyordu. Lotz'un kimliği değiştirildi ve Nazi hedefleri ve ideolojisine yakınlık duyan Kuzey Afrika'da savaşan eski bir Alman askeri oluverdi. BND gerekli evrakların düzenlenmesinde İsrailliler'e yardımcı oldu. Lotz efsanesini tamamlamak amacıyla, BND kaynağı olan sarışın bir Alman kızını da eşi rolüyle ortaya çıkarmışlardı. (Aslen İsrailli olan bu genç kız daha sonra gerçekten de Lotz'un eşi olmuştur.) Lotz 1959 yılında Kahire'ye gitti. Lotz'un yakın ilişki kurduğu Mısırlı üst düzey ordu mensuplarından bazıları, Alman bilim adamlarını yakından tanıyorlardı. Mısırlılar Lotz'u askeri üslere çağırıyor ve burada İsraillilerin çok merak ettikleri konular olan askeri güçlerinden, takviye kuvvetlerinin niteliklerinden, uçaklarının kapasitesinden rahatça söz ediyorlardı. Mısırlılar 1965 yılının başlarında Rus Ordu Haberalma Servisi GRU'nun yardımıyla Lotz'un yasadışı telsiz yayını yaptığını saptadı. Lotz ve karısı tutuklandı. Lotz BND ajanı rolü oynadı ve karısıyla beraber ömür boyu hapse mahkum oldu. 1967 Savaşı'nda İsrailliler Lotz ve karısı karşılığında 500 Mısırlı tutsağın iade edileceğini söylediğinde, Mısırlılar Lotz'un İsrailli olduğundan emin olabilmişlerdi. Sonuçta gönülsüz bir şekilde anlaşmaya razı oldular.
Fransız Gizli Servisi SDECE-Mossad Bağlantısı
Fransız istihbaratı ve ordusu illegal olarak İsrail gizli servisiyle çok sağlam bir ilişki kurmuştu. Fransa-İsrail gizli servislerinin işbirliğinde en büyük pay Albay Haim Herzog'undu. Fransa Devlet Başkanı De Gaulle'ün gizli servisler konusunda en yakın danışmanı Jacques Foccart'ın Yahudi olması SDECE-Mossad bağlantısının gücünü göstermek açısından küçük bir örnekti.
SDECE İsrail Devleti kurulduktan sonra Mossad'ın oluşmasına da yardım etti. 3 ajanlar (İsrail-Fransa-İngiltere) Süveyş Kanalı'nın istilasında çalışıyorlardı. 1961 ortasında Mossad, SDECE'nin güvenilir bir müttefiği haline geldi. General De Gaulle'ün İsrail Başbakanı David Ben Gurion'la dostluğu bunu etkileyen bir faktördü. 1961'de İsrail'i "dostumuz ve müffetiğimiz" olarak nitelendiriyordu. İsrail'in Dimona'daki Nükleer Santralı Fransızlarla beraber kuruldu. SDECE'nin elemanları İsrail'in bu projesine gönülden yardım ettiler.95
1950'li yıllardan beri Fransa ile İsrail arasından su sızmıyordu. Fransız Savunma Bakanı Tel Aviv saatine göre yaşıyordu. İki devletin üst düzey görevlilerinin birbirinden hiçbir saklısı yoktu. İki ülkenin casusları birbirleri için çalışıyorlardı. 1956'da Sosyalist Guy Mollet zamanında Fransız hükümetinin içinde İsrail Savunma sorumlularıyla gizlice çalışacak bir bölüm açıldı. Simon Peres ve yanındaki Mossad ajanlarının Fransa'da Saint Dominique sokağında çalışma yapabilmesi için bir büroları oldu.96
Mossad-SDECE bağlantısının bir diğer ajanı, P2 Mason Locası'ydı: P2 Locası'nın üyelerinden Miceli, SDECE'ye de mensup idi.97 Öte yandan (Yahudi) David Rockefeller koruması altındaki Ricard da Fransız İstihbaratı SDECE'dendi.98
1 Temmuz 1981'de SDECE'nin başına Alexander de Marenches'in yerine Pierre Marion geçti. 14 Temmuz törenlerinden hemen sonra Marion Tel Aviv'e bir yolculuk yaptı. Fransız ve İsrail gizli servisleri arasındaki bağı çok güçlü bir hale getirmek için yapılmıştı bu gezi...99
İngiliz İstihbarat Servisi MI6-Mossad Bağlantısı
İngiliz istihbarat yüksek düzey yetkililerinden MI6 bölüm şefi Maurice Oldfield ve Peter Wright, Amerika'da CIA Şefi Angleton'un yaptığını İngiltere'de yaptılar. Mossad'la İngiliz istihbaratı arasında sıkı bağlar oluşturdular. Daha sonra Mossad bağlantı subayları MI6 ile Mossad ve CIA arasındakine benzer bir işbirliği anlaşması imzaladılar. (İsrail'in İngiliz İstihbaratı'nda en önemli adamı Maurice Oldfield, Kudüs Belediye Başkanı Teddy Kollek'e her zaman siyonizmi benimsediğini söylemişti.) Oldfield 1970 yılında MI6'nın başına geçti ve İngiltere'de her zaman İsrail'in savunucusu oldu.100
İspanya Gizli Servisi CESID-Mossad Bağlantısı
İspanya'da, 100'den fazla Mossad ajanı çalışmaktadır. İspanya, Mossad'ın operasyonlarını gerçekleştirdiği aktif bir bölge... Mossad İspanya'da en önemli ajanlarını kullandı, göstermelik amaçlarla operasyonlar düzenledi, halen düzenliyor. Sessiz bir şekilde etkili ve güçlü bir teşkilatlanma kurdu. İspanya'da Mossad gayrı resmi bir şekilde çalışıyor ve olayların çoğunda da İspanyol haberalma teşkilatlarıyla işbirliği yapıyor. İspanyol gizli servisi CESID ve Askeri İstihbarat, Mossad'la işbirliği yapıyor. İsrailli casuslar İspanya'da yetkililer tarafından hiçbir takibe uğramamışlardır. Mossad'ın İspanyol gizli servisleriyle yaptığı işbirliği geniş çaplı. Birçok İspanyol askeri, istihbarat görevlisi ve tüm kontra birlikleri eğitimlerini İsrail'de yapıyorlar. Mossad'a bağlı İsrailli diplomatlar İspanya yönetiminde etkili olan partilerle bağlantı kuruyorlar.101
Çin Gizli Servisi, "Çift-Silah" Abraham Cohen ve Mossad
Dünyanın en eski istihbarat örgütlerinden biri sayılan Çin Gizli Servisi ile Mossad arasında bir ilişki olabileceği pek kimsenin aklına gelmez. Oysa, Çin istihbaratı içindeki bazı önemli Yahudiler aracılığı ile kurulmuş olan çok ilginç bağlar vardır iki tarafın arasında.
İngiliz, İsrail ve Rus gizli servisleri ile ilgili çok kapsamlı kitaplar yayınlamış olan İngiliz araştırmacı Richard Deacon, The Chinese Secret Service adlı kitabında bu konuda ilginç bilgiler verir. Buna göre, iki taraf arasındaki ilişki, herşeyden önce, Çin istihbaratının en üst düzeylerine kadar tırmanmış olan Morris (Moishe) Abraham Cohen'in misyonuna dayanmaktadır.

Abraham Cohen
Cohen, Polonya'dan göçen Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1889'da Londra'da dünyaya gelir. Zeki ve becerikli bir çocuk olarak yetişir, 1905'te ise öğrenimini tamamlayarak, Kanada'ya, aile dostlarının yanına göçer. Kanada'nın Edmonton kentine yerleşir. Kentte bir de "Çin mahallesi" vardır ve Cohen'in Uzakdoğu misyonu da burada başlar. Bir gün soyulmakta olan bir Çinli'ye yardım eder ve bu şekilde başlayan dostluk, Çin mahallesinin önde gelenleriyle tanışmasına yol açar. Cemaatin içinde, o sıralar Çin'de devrim yapmaya uğraşan Sun Yat-Sen'in hizmetindeki gizli servisin "Tsing Chunghui" adlı bir kolu vardır. Cohen'in yetenekleri, Tsing Chunghui'nin şefinin dikkatini çeker ve bu genç Yahudiyi aralarına almaya karar verirler. Teklif, Cohen için caziptir.
Aslında Cohen, Tsing Chunghui'ye kesin olarak kabul edilmeden önce iki yıl boyunca denenir. Sonra da bir "şeref üyesi" yapılır; bu bir yabancı için kolay kolay ulaşılamayacak bir payedir. Bundan sonra Çin istihbaratı içinde hızla yükselen Cohen, önce Sun Yat-Sen'in sonra da faşist diktatör Chiang Kai-Shek'in en yakın danışmanı haline gelecektir.
Cohen'in Sun Yat-Sen ile tanışması 1910'da olur. Sun, bu genç Yahudinin fikirlerinden çok etkilenir ve onu ABD ve Kanada'yı kapsayan iki aylık gezisine yanında götürür. Gezinin sonunda da Cohen'den, Batılı ülkelerdeki ilişkilerini kullanarak Çin için silah ve cephane temin etmesini ister. Cohen bunu başarmakla kalmaz, kendi seçtiği özel Çinli gençlerden oluşan elit bir askeri birlik kurar. Bu yıllarda, çift tabanca taşıdığı için "Çift-Silah Cohen" adıyla anılmaya başlar. Eğittiği birlikten dolayı kendisine verilen bir ikinci isim ise "General Ma" ya da Çince Mah Kun'dur.
Cohen, I. Dünya Savaşı'nda Çin'in dış politikasına da etki eder. Sun Yat-Sen, Batılı ülkelere karşı uzak durmakta ve Dünya Savaşı'na girmemeyi istemektedir. Cohen ise asıl büyük tehlikenin Japonya olduğunu savunur ve Japonya'ya karşı Batı ile ittifak aranması gerektiğini telkin eder Sun'a. Sun, bir süre sonra da olsa, sonunda Cohen'in çizgisini benimser. Batı ile kurulacak yakınlaşmada en büyük pay ise, yine Cohen'e düşecektir. 1922 yılında Sun Yat-Sen'in isteği ile, Kanada Kuzey İnşaat Şirketi (Nothern Construction Company of Canada) ile Çin'de 500 millik bir demiryolu inşası için anlaşma sağlar. Bu arada asıl misyonunu, yani gizli servisi de ihmal etmemektedir. Eskiden beridir İngiliz gizli servisinin ketumiyet kurallarını beğenen Cohen, aynı sistemi Çin gizli servisine de uygular ve Deacon'a göre İngilizler'den de büyük bir başarı elde eder. Öte yandan, Çin'in silah bağlantılarını genişletmeye devam etmektedir. Hepsinden önemlisi, Cohen Batı'da ilk kez bir "Çin Lobisi"nin çekirdiğini oluşturur; Deacon'a göre, Cohen'in 1922 ile 1924 yılları arasında ABD'ye yaptığı sayısız gezinin en önemli sonucu, "kalıcı bağlantılar kurmak ve daha sonradan "Çin Lobisi" olarak adlandırılacak olan ilişkileri tesis etmek" olmuştur.102

Bir Macar yahudisi olan Ignatus Trebitisch Lincoln, Çin Gizli Servisi içinde giderek yükselmiş ve Çin diktatörü Chiang Kai-Shek 'in en yakın danışmanı haline gelmişti. Yaşamının son yıllarını Budist rahip kılığında geçirdi. Üstte rahip görüntüsünde çektirdiği fotografi ve Çince takma adıyla aldığı bir tren bileti. Sağ altta, Çin Gizli Servisi'nin amblemi.
Sun Yat-Sen ölünce, Koumintang'ın liderliği Sun'a göre daha faşizan ve dikta yanlısı olan Chiang Kai-Shek'e geçer. Cohen yine sahnededir; kısa sürede Chiang Kai-Shek'in en önemli danışmanı haline gelir. Komünistlere karşı yürütülen mücadeleyi özellikle üstlenir. ABD'ye göçmüş olan Çinli komünistlerin faaliyetlerini Amerikan hükümeti ile kurmuş olduğu ilişkiler sayesinde baltalar. 1927'de, Çin Merkez Bankası'nın en önemli karar mekanizması da ona bağlanır; artık istediği zaman para basabilme yetkisine sahiptir.103 1928'de komünistlerin Canton'da düzenledikleri darbe girişimi ise, Cohen tarafından önceden haber alınır ve bir karşı operasyon ile etkisiz hale getirilir.104
Cohen, Mao'nun liderliğini yaptığı komünistlerin Çin'i 1949'da tamamen ele geçirmelerinin ardından ülkeyi terk eder ve Kanada'ya gider. Ancak misyonu hala devam etmektedir. Çin'den kaçarak Tayvan adasında "Milliyetçi Çin" adıyla yeni bir devlet kuran Chiang Kai-Shek'in tarafındadır yine. 1956 yılında Komünist Çin'e bir ziyarette bulunur ve tahmin edildiğine göre, Kızıl Çin hükümetine Başkanlık eden Chou En-Lai ile Chiang Kai-Shek arasında kuryelik yapar. 1966'da Pekin'de Sun Yat-Sen'in anısına düzenlenen törenlere katılır. Ve 81 yaşında iken İngiltere'de ölür.
Richard Deacon'a göre, Cohen'in Çin Gizli Servisi içindeki bu çarpıcı kariyeri, gerçekte Çinliler ile Yahudiler arasında farklı dönemlerde ve farklı coğrafyalarda gerçekleşen ilginç işbirliklerinin yalnızca bir örneğidir. Deacon'a göre "iki halk arasında, farklı toplumlar arasında görülen iyi ilişkilerin çok daha ötesinde, geleneksel ve karşılıklı bir birbirini anlama ve saygı vardır". Dahası, Cohen gibi başka Yahudilerin de Çin Gizli Servisi'ne büyük destekleri olmuş, ve dünyanın farklı yörelerinde "Yahudi-Çinli işbirlikleri" gerçekleşmiştir.105
"Çift-Silah" Abraham Cohen'in tüm bu maceralı yaşamı ise, sahip olduğu Yahudi kimliği ile yakından ilgilidir. Bu kimlik, Deacon'ın sözünü ettiği "Yahudi-Çinli işbirlikleri"nin çarpıcı bir örneğini oluşturduğu kadar, Cohen'in Batı ile olan ilişkilerinde ve kurduğu "Çin Lobisi"nde de etkili olmuştur. "General Ma"nın Yahudi kimliğinin bir başka sonucu da, Çin ve İsrail gizli servisleri arasındaki ilişki olmuştur. Richard Deacon, Çin gizli servisinin İsrail gizli servisiyle kurduğu ilk ilişkinin Cohen tarafından organize edildiğine dikkat çeker.106
Cohen'in "Yahudi bağlantısı", yalnızca İsrail'le ilişki kurulmasında değil, başka Yahudi ajanların Çin gizli servisi saflarına kazandırılmasında da etkili olmuştur. Cohen aracılığı ile Pekin'e kazandırılan bu ajanların en ünlüsü, dünya istihbarat tarihinin en ilginç ve anlaşılması zor simalarından biri olan Macaristan Yahudisi Ignaz Trebitsch ya da daha yaygın ismiyle, Ignatius Timothy Trebitsch Lincoln'dür.
Trebitsch Lincoln'ün yaşamı, biyografisini yazanların bile kafasını karıştıracak kadar komplekstir. Macaristan'ı genç yaşta terk edip önce Güney Afrika'daki petrol kuyularında danışmanlık yapar, sonra da Kanada'ya yerleşir. Orada kendini dine verir ve İngiltere Kilisesi tarafından Montreal Başrahibi ilan edilir. 1903'de İngiltere'ye gider ve bir kaç yıl sonra politikaya bulaşır. İlk büyük çıkışı, İngiliz Parlamentosuna Liberal Parti'den solcu bir milletvekili olarak girmesiyle olur. Ama sağcı çevrelerle de iyi ilişkiler içindedir; özellikle ünlü silah tüccarı Sir Basil Zaharoff ile çok yakın bağlantıları vardır, bazılarına göre bu dönemde onun için bir tür ajanlık yapar.
I. Dünya Savaşı çıktığında İngiliz istihbaratında resmi bir görev almak için çabalar. Ama İngilizler şüphelenirler ve bir süre sonra da şüphelerinde haklı çıkarlar; çünkü Lincoln gerçekte Almanlar adına çalışmaktadır. Lincoln ise farkedildiğini fark eder ve yakalanmadan ülkeyi terk edip New York'a ulaşmayı başarır. Ancak orada yakalanır ve üç yıllık bir hapis cezasına çarptırılır. Cezası bitince de İngilizler tarafından Macaristan'a yollanır.
Macaristan'da Bela Kun'un komünist rejimiyle karşılaşınca sessizce Almanya'ya geçer ve ünlü Kont von Bernstoff'la bağlantı kurar. Dahası, kısa bir süre sonra, Almanya'daki rejimi devirmek ve Versailles Barışı hükümlerini geçersiz kılmak için düzenlenen aşırı sağcı "Kapp komplosu"nun bir parçası olur. Bu darbe denemesi başarısız olunca da, ilk kez, Çin gizli servisi ile bağlantıya geçer. Çinliler, kimseye sadakat duymamasıyla ünlenen bu profesyonel ajana güvenmezler, ama o sıralar Çin gizli servisinde büyük bir otoriteye sahip olan "Çift-Silah" Abraham Cohen'in ısrarıyla, Lincoln'ü kullanmaya karar verirler.
1920'lerin başında Lincoln'ün nerede ne yaptığı belli değildir, tek bilinen şey, Çinliler tarafından gözlerden uzak bir yerde korunduğudur. Bir süre sonra da Chao Kung ismi ile sahneye çıkar. Ve 20'li yılların ortasında, Richard Deacon'ın yazdığına göre, aynı "Çift-Silah" Abraham Cohen gibi, Çin'de önce Sun Yat-Sen sonra da Chiang Kai-Shek iktidarlarının sağlamlaşması için çalışır. Bu iki lidere, Çinli toprak ağalarına karşı yürüttükleri müdalede taktik ve stratejik yardımlarda bulunur. Batılı gizli servisler hakkında bildiklerinin hepsini de Çinlilere anlatır.107
Bu arada Mart 1926'da İngiliz gizli servisine ilginç bir rapor ulaşır; o sıralar bir İngiliz kolonisi olan Seylan'daki bir Budist manastırında bir süredir yaşamakta olan "Dr. Leo Tandler", gerçekte Trebitsch Lincoln'dür! London Times 5 Mayıs 1926 tarihli sayısında ise, Lincoln'ün yanında bir SS Subayı olduğu halde Seylan'ı terk ederek Cenova'ya gittiğini yazar (Lincoln artık adı sık sık medyaya taşınan ünlü bir ajandır). Yolda sohbet ettiği bir memura, yakın zamana kadar Çin hükümeti için politik danışmanlık yaptığını ama artık bir Budist rahip olarak inzivaya çekilmeye karar verdiğini söyler. 1926 yılında ise Abbot Chao Kung adıyla İngiltere'ye gizlice girer, idam edilmek üzere olan oğlunu son bir kez görebilmek için.
Budist rahip görüntüsünü korumaktadır, ama 1927'deki bir eylemi, hala Çin gizli servisi adına çalışmakta olduğunu gösterir. Merkeze yolladığı bir raporda "Çin Komünist Partisi'nin işçi sınıfı arasındaki gizli örgütlenmesi" ile ilgili kapsamlı bilgiler sunar ve Chiang Kai-Shek yönetimi buna dayanarak Kiangan bölgesindeki komünist hücrelerin üzerine çok sayıda asker yollayıp solcu işçilerin çoğunu tutuklatır ya da öldürtür.108
İlerleyen yıllarda da Lincoln'ün Çin'e olan sadakati devam eder. Artık "açık" oynamaya da başlamıştır. "Çin'in yeniden inşası sekiz yıl alacak" diye bir demeç verir gazetecilere. Kafasında bir "Büyük Çin" projesi vardır. Çin yeterince güçlenince, Fransız Hindiçini'ni Yunan eyaleti sınırından işgal edecek, Tibet'e saldıracak, Hind sınırlarını ve hatta Afganistan ve İran'ı tehdit edecektir. Ve "süper ajan", sonuçta, 1943 Ekiminde Shanghai'de ölür. Efsanesi ise devam eder. Mayıs 1947'de İngiliz basınına yansıyan haberlere göre, Seylan'daki bir gazeteci, Mart 1947 tarihli ve Lincoln imzalı bir mektup almıştır...
Bu ilginç ve karmaşık kimliğin çok yönlü bir ajan olduğuna, hemen her zaman çift taraflı çalıştığına kuşku yoktur. Ama Çin'le olan gerçek dostluğu inkar edilmez. Deacon'a göre, Lincoln, "herkesi kandırmış, bir tek Çinlilere sadık kalmıştı." 109
"Çift-Silah" Abraham Cohen ve Ignatius Timothy Trebitsch Lincoln gibi Yahudilerin Çin Gizli Servisine ve dolayısıyla da Çin'e karşı bu denli büyük bir yakınlık duymaları, anlamsız değildi. Bu durum, Deacon'ın ifade ettiği gibi, "iki halk arasında, farklı toplumlar arasında görülen iyi ilişkilerin çok daha ötesinde, geleneksel ve karşılıklı bir birbirini anlama ve saygı" olmasının bir sonucu ve dünyanın farklı yörelerinde gerçekleşmiş olan "Çinli-Yahudi işbirlikleri"nin ilginç bir örneğiydi.
Nitekim Cohen ve Lincoln'ün ardından da Çin Gizli Servisi ile İsrail arasında ilginç ilişkiler kuruldu.
Özellikle Tayvan'la İsrail arasındaki bağlar son derece kapsamlıydı.
Tayvan, 1949'da bağımsız bir devlet haline geldi. Çin'in tümüyle Mao'nun önderliğindeki komünistlerin yönetimine geçmesi üzerine ülkeden ayrılan Chiang Kai-Shek, ailesi ve "kadrosu"yla birlikte Tayvan'a yerleşti ve ülke o tarihten bu yana Chiang ailesi tarafından yönetildi. Chiang Kai-Shek'in Cohen ve Lincoln aracılığıyla edindiği "Yahudi bağlantısı" geleneği ise Soğuk Savaş yıllarında İsrail'le işbirliğine dönüştü. Tayvan, özellikle 70'li yıllarda İsrail'le çok büyük bir askeri işbirliğine girdi. İsrail, Tayvan rejimine 30 kadar Devora hücumbotu sattı (Tayvanlılar bunlara Tsu-Chiang adını veriyorlardı); Tayvan, İsrail yapımı Gabriel füzelerini üretme lisansı aldı; ayrıca, Tayvan'a, yine İsrail yapımı olan Shafrir füzeleri, top mermileri, Galil ve Uzi tüfekleri, askeri içerikli elektronik malzemeler satıldı. Dahası, İsrail Tayvan'a nükleer silah teknolojisi ve kimyasal silahlar konusunda önemli bir "know-how" transferi gerçekleştirdi. Ve, CIA raporlarına göre, Tayvan gizli servisleri İsrail gizli servisi (Mossad) tarafından istihbarat eğitiminden geçirildi.110
Öte yandan, "Cohen-Lincoln geleneği", Kızıl Çin'in gizli servisi ile İsrail arasında da bazı ilişkiler kurulmasını sağladı. Richard Deacon'ın yazdığına göre, Numeyri rejimi sırasında İsrail ile Çinliler arasında Sudan merkezli ilginç bir ittifak oluşmuştu. Soyvetler Birliği ile uzun süre flört eden Numeyri, 1971'deki komünist darbe girişiminin arkasında Moskova'nın olduğunu görünce hızla Kremlin'den uzaklaşmıştı. Çin, boşluğu doldurmak için devreye girdi, Çin Gizli Servisi Hartum'da ciddi bir yapılanma oluşturdu. Ve Hartum'daki bu Çin istihbaratı ile İsrail gizli servisi arasında gizli ve önemli ilişkiler kuruldu. 1973'te ortaya çıkan bir rapora göre, bir İsrail ajanı, uzun yıllar boyunca Çinliler ile Yahudi Devleti arasında Afrika'nın çeşitli bölgelerinde ortak operasyonlar düzenlemişti. Bunların başında ise, Mısır lideri Nasır'a yapılması planlanan suikast girişimi geliyordu. (Nasır, İsrailliler için olduğu kadar, Çinliler için de rahatsız edici bir figürdü). Avrupa doğumlu bir Yahudi olan söz konusu Mossad ajanı, Çin Gizli Servisi yetkilileri ile Kahire'de düzenli görüşmeler yapıyordu. Mısır'da İsrail ve Çin adına çeşitli sabotajlar düzenledikten sonra ülkeden ayrıldı ve San Francisco'ya gitti. Oradaki "Çin mahallesi"ne yerleşti ve ölene dek de orada yaşadı.111
Herhalde bu, Çin mahallelerindeki "Yahudi-Çinli" işbirliklerinin "Çift-Silah" Abraham Cohen'dan onyıllar sonra yaşanan yeni bir örneğiydi...
Ve Diğer Gizli Servisler...
Mossad diğer ulusların güvenlik servisleriyle Kilowatt adlı uluslararası gizli bir gruba katılarak bağlantı kurdu. Bu gruba İtalya, Belçika, Almanya, İngiltere, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre, Danimarka, Kanada, Fransa, İrlanda ve Norveç gizli servisleri üye. Mossad'ın ayrıca Portekiz, İspanya ve Avusturya ile de bağlantısı var. Bu ülkelerin birçoğunda Mossad'ın istasyonu vardır. Bu istasyonlar genellikle İsrail konsolosluklarında "diplomasi" adı altında operasyonlarını yürütürler.112
Norveç'te yakalanan İsrail ölüm komandoları bu duruma şaşmışlardır. Çünkü İsrail ve batılı gizli servislerin varlıkları, bir anlaşma gereği İsrail komandolarına sınırsız bir dokunulmazlık sağlamıştı. Filistinli aydın Wael Zu-alter ve Mahmut Ham Şavi'nin Roma ve Paris'te öldürüldükleri sırada İsrail gizli servis şefi General Zwi Zamir'in de Roma ve Paris'te bulunması yerel gizli servislerin gözünden kaçmış olamaz.113
Mossad'ın gizli suikast gruplarından biri de "Tanrı'nın Öfkesidir" (WOG). Bu organizasyon İtalyan, Alman ve Fransız Yahudilerden oluşuyordu. Bu resmi olmayan organizasyonun arkasında Mossad vardı. Plana göre Mossad, hedefi belirleyecek, gereken bilgileri toplayacak ve WOG işi halledecekti. Eğer yanlış giden iş olursa WOG bağımsız gibi hareket edecekti.
Mossad ayrıca Şili İç Güvenlik Servisi'ni, İran'ın Savak teşkilatını, Kolombiya emniyet kuvvetlerini, Arjantin, Batı Almanya, Güney Afrika'yı ve Uganda Diktatörü İdi Amin'in ve Panama eski diktatörü Manuel Noriega'nın Gizli polis örgütünü eğitmiştir.114
Mossad'ın ayrıca Japon, Gana, Kenya, Liberya, Singapur gizli servisleri ve Latin Amerika'daki tüm kontra hareketleriyle yakından bağlantısı vardır.
Mossad Faaliyetlerine En Büyük Destek:İsrail Dışında Yaşayan Yahudiler
EL-AL Havayolları Mossad'ın tüm dünyada koruyucu örtüsü görevini görür. Mossad, EL-AL Havayolları'nı o ülkeye rahatlıkla sızmak ve gerekli istihbarat için paravan olarak kullanır.
Mossad'ın Politik Hareket ve Bağlantı Şubesi, gizli ikinci Dışişleri Bakanlığı konumundadır. Mossad'ın politik Hareket Şubesi'nin amacı, hedef ülkelerde endüstriyel ve ticari kuruluşlar oluşturmak ve bunların hükümet üzerinde baskı kurmalarını sağlamak, bu ülkeye danışmanlar gönderip önemli mevkilere ajanlar yerleştirmek. Bu sistem İsrail tarafından dünya çapında uygulanan bir sistem. Endüstriyel ve ticari kuruluşların başında bulunan ülke dışındaki Yahudilerin yanında konsolosluklarda da Mossad ajanları diplomasi adı altında görevlerini sürdürürler.
İsrail'in diğer ülkelerde pek görülmeyen biçimde, İsrail dışında, dünyaya dağılmış Yahudi cemaatinden anlamlı ve sadık bir kadrosu vardır. Bu, ayrıcalıklı bir gönüllü Yahudi yardımcılar şebekesidir. Bu Yahudiler siyasi olsun ya da olmasın bulundukları ülkelerdeki işyerlerini, mevkilerini, görev ve olanaklarını Mossad'ın hizmetine sunarlar.
Dünyanın her yerindeki Yahudi topluluklarında siyonistler ve sempatizanları vardır. Ve bu kişiler İsrail gizli servisine destek verirler. Mossad'a bu kanallarla bilgi ve materyal verilir. Bu kişiler yoluyla propaganda yapılır ve diğer pek çok hedef elde edilir. Mossad'ın aktiviteleri İsrail'in resmi veya resmi olmayan kurumlarıyla bağlantı içindedir. Bu resmi olmayan kurumların bir kısmı özellikle bu iş için kurulmuştur. İsrail'in gizli servisi çeşitli ülkelerdeki Yahudi toplumlarına, organizasyonlarına dayanır. Bu organizasyonlar ajansı güçlendirir ve bilgi akımını artırır.
Her İsrail vatandaşı potansiyel birer ajandır. Mossad'ın başarısının en önemli nedeni, her İsrail vatandaşını potansiyel bir ajan olarak kabul etmesiydi. Örgütün güçlülüğünün bir nedeni de, Mossad'ın bilgileri toplarken ya da eylemlere girişirken bunları doğrudan kendi ajanlarıyla değil, üçüncü kişiler aracılığıyla yaptırmasıdır.
Bir CIA görevlisine göre, suikast ve kara propaganda gibi psikolojik ve yarı askeri, sabotaj türünden eylemlerin yanında; İsrail istihbarat servisinin işlevlerinden biri de;'Batı'daki İsrail karşıtı grupları susturmak için kullanılmak üzere bilgi toplamaktır. Dünyanın hemen her ülkesinde var olan Yahudi cemaatlerinde, İsrail gizli servisine yoğun destek veren Siyonistlere her türden sempatizan bulunmaktadır. Bu tür bağlantılar özenle kurulmakta, korunmakta ve bilgi, yanıltmaca, propaganda ve başka amaçlarda kullanılmaktadır. Aynı zamanda muhalefeti nötralize etmek için anti-siyonist unsurlara da sızmaya çalışılır.115
CIA ve Mossad
Mayıs 1951'de Ben Gurion ABD'ye gider. CIA Başkanı Walter Bedell Smith ve onun yardımcısı Allen Dulles'la yaptığı toplantıda Gurion açık bir teklifte bulunur. İsrail İstihbarat Servisi CIA ile birlikte çalışmak istemektedir. CIA bu teklifi kabul eder. Gurion'un ziyaretinden bir ay sonra Reuven Shiloah, Washington'a giderek detayları görüşür. Bedell Smith, Dulles ve James Jesus Angleton bu konuyla ilgili kişilerdir. Angleton kariyerinin sonuna kadar CIA-Mossad ilişkileri için çalışır. CIA'da da şef olur.116
ABD, İsrail oluştuğu anda istihbarat alışverişi için anlaşmıştı. CIA ve FBI yeni arkadaşlarına şifreleme ve şifre çözme için gerekli malzemeyi vermeye ve İsrail yöneticilerine bunları kullanmayı öğretmeye hazırdı. Haim Herzog ve Mossad'ın ilk Şefi Reuven Shiloah İsrail adına ilk bağlantıları kurdular.

Reuven Shiloah
CIA merkezinde o zamanlar son derece gizli tutulan özel bir bölüm kurulmuştu. Bu bölümün tek görevi CIA ile Mossad arasındaki ilişkileri yürütmek ve ortak operasyonlar düzenlemekti. Bu bölümün şefi James Jesus Angleton'dur. CIA Savunma Bölümü Başkanı Angleton, İsrailliler ile birlikte Şah karşıtı yüzbinlerce İranlı'ya işkence eden ve öldüren Şah'a bağlı İran gizli servisi SAVAK'ın elemanlarını birlikte eğitmişlerdi. Amerikan ve İsrail gizli servisleri arasındaki bu sıkı işbirliği Angleton döneminde doruk noktasındaydı.
Nixon taraftarı aşırı tutucu Angleton, Amerikan basını ve kamuoyu tarafından şiddetle suçlanmaya başlamıştı. Angleton'un emriyle Şili Devlet Başkanı Allende'nin devrilmesi için CIA kanalıyla darbe düzenlenmiş ve yine onun emriyle CIA ajanları Vietnam Savaşı sırasında onbinlerce Amerikan vatandaşını savaş aleyhtarı oldukları için izletmiş ve haklarında dosyalar düzenletmişti.
"Mossad'ın manevi babası" Angleton, bu göreve tesadüfen seçilmiş birisi değildi tabii.
Angleton İsrail'le 20 yıl boyunca hep çok samimi ilişkiler içinde oldu. Hatta bu samimiyet o kadar ilerlemişti ki, bazı bilgileri Yakındoğu'daki kendi ajansının (CIA) operatör ve analistlerinden bile gizledi. 1984'te Suudi Arabistan'dan, Nikaragualı sandinist hareketin kontralarına silah sağlamak için gizli bir yardım almıştı.117
Kudüs ile Tel Aviv arasındaki yolda bir mezarın üzerindeki kayıtta hem İngilizce hem de İbranice şöyle yazar:
James Jesus Angleton 1917-1987. İyi arkadaşımızın anısına...118
Ünlü CIA Şefi Angleton onuruna, İsrail'in 3 ana haberalma servisinin başında bulunanlar Kudüs yakınlarında bir tepede bir orman fidanlığı kurdular. Eski bir Mossad görevlisi, CIA Şefi Angleton için "O bizim manevi babamızdı" demişti.
Mossad, Krusçev'in 1956 yılındaki SBKP'nin 20. Genel Kurulu'nda, Stalin yönetimini suçlayan konuşmasını daha önceden ele geçirmiş ve Amerikalılara hediye etmişti. Bu büyük bir siyasi olaydı. CIA Savunma Bölümü Başkanı James Angleton'a bu hediye verilmişti.119
CIA'nın diğer şefleri de Angleton'dan farklı değildi. Yahudi şef James Schlesinger CIA'nın başına Nixon tarafından 1972'de getirilmişti. CIA'nın başında 5 ay kalmasına rağmen 1.000 süper ajan yetiştirdi. Bunlar hükümet darbesi yapmada uzmanlaştırılmış kişilerdi. Ayrıca katliam, ihtilal ve her türlü provokasyon işinde uzmanlardı.120 Schlesinger, aynı zamanda siyonist örgütü B'nai B'rith'e üye idi.121
Schlesinger CIA'dan ayrıldıktan sonra Savunma Bakanı oldu. Bunu Henry Kissinger sağlamıştı. Amacı CIA'daki değişmeleri engellemekti. Bir yandan da CIA'yı tamamen elinde tutmaya çalışıyordu. Kissinger'le Schlesinger'in ayrı eğilimleri, ayrı fikirleri, ayrı davranışları ama tek amaçları vardı.122

Amiram Nir
Kissinger, 1968'de Nixon'un milli güvenlikle ilgili özel danışmanlığına getirildi. ABD Başkanı'nın güvenlik müşaviri olan Kissinger, böylece ABD'nin gerçek hükümeti olarak kabul edilen National Security Council (Milli Güvenlik Konseyi) ve görevi bu meclise yardım etmek olan National Security Council Planning Board ve Operations Coordinating Board isimli teşekküllerin kontrolünü ele aldı. CIA Milli Güvenlik Meclisi'ne bağlı. Böylece Kissinger CIA 'ya da hükmetmiş oldu. Daha sonra Nelson Rockefeller'in desteğiyle ABD Dışişleri Bakanı oldu.
Watergate skandalıyla CIA, Amerikan kamuoyunda itibarını kaybetti ve faaliyetleri zayıfladı. Birçok eylemleri ve ajanları da açığa çıktı. Watergate skandalından sonra bir hükümet buhranıyla toplumsal şok geçiren Amerikalılar artık CIA'nın dünyanın dört bir yanında pis işlere bulaşmasını istemiyorlardı. Ama tabi ki bu istekler CIA'yı pek etkilemedi...
İsrail, CIA'yı kontrol altında tutmak için kilit noktalara yerleştirdiği adamlarını kullandı. Pentagon'daki İsrail gücü bunun bir örneğiydi. ABD Genelkurmayı, Pentagon'da her ofiste bir Yahudi sempatizanı olduğunu söylüyordu. Bir çok askeri görevlinin de zaman zaman İsrail adına çalıştığını bilyorlardı.123
1977'de ABD Hava Kuvvetleri'nden Joseph Churba'nın İsrail'le gizli ilişkileri olduğu öğrenildi. 1979'da BM Amerika temsilcisi Andrew Young, Filistin Kurtuluş Örgütü temsilcisiyle yaptığı gizli konuşmaları Mossad'a verdi. 1984'de CIA danışmanı Charles Waterman, İsrail Büyükelçiliği'ne yakın bir basımevine bilgi verdi. 1985'de California'da Hutington'un şirketlerinden birinin müdürü Richard Smyth, İsrail'e kanun dışı yollardan nükleer patlamalar için kripto yolladığı ortaya çıkmadan az evvel yok oldu. Ayrıca NATO yanında bir danışma bürosunda da çalışıyordu.124
CIA'nın daha sonraki şeflerinden William Casey de başa geldikten sonra yabancı gizli servislerle ilişki içine girmesi gerektiğini anladı. Ama özellikle İsraillilerle gizli bir ortaklık geliştirilmesi gerekiyordu. Hatta 1982'de Tshal'ın İkinci Bürosu'nun şefi General Sagu'yla Langley'deki merkez lokallerinde İsraillilerle yaptığı görüşmelerinde şöyle söylemişti: "Bir probleminiz olduğunda beni aramakta tereddüt etmeyin."
16 Mart 1984'de ilk telefonu kendisi açar. Aynı gün kaçırılan Beyrut şube şefi Buckley'in bulunmasına yardımcı olmak istemektedirister. Bu ilk ve son görüşme olmayacaktır kuşkusuz. Bir sonraki yıl CIA'nın Etiyopya'dan kaçırılan bir ajanının bulunmasında da rolü vardır. Mossad'ın 1985'de İran'ı silahlandırması olayında da Casey iki sorumluyu cesaretlendirmekten çekinmez. Bunlar alışverişi organize eden Başkan Danışmanı McFarlane ve Oliver North'dur.125
Casey dönemi boyunca da CIA-Mossad, ABD-İsrail ilişkileri hep "içli-dışlı" olmuştur.
16 Mart 1984'de William Casey 'e Langley'den bir telefon gelir. Beyrut ajanı William Buckley bilinmeyen kişilerce kaçırılmıştır. Buckley sadece bir ajan değil Casey'in OSS'den (Office of Strategic Service) samimi arkadaşıdır. Buckley, CIA 'nın casuslar listesindedir. Bir ihanet olayında basın tarafından tanınmıştır. Bu yüzden onu gerçek kimliğiyle Beyrut'a gönderemezlerdi. Bu öğrenilirse CIA adına bir rezalet çıkabilirdi. Bu yüzden hemen Mossad'ı arar.126
Bu iletişim artık çok normal karşılanıyordu. İsrail'in her yere ulaşan "uzun eli" dünyanın en iyi gizli servisi olarak tanınışı, Lübnan'da İsrail ordusunun bulunması ve Casey'in İsrail'e olan kişisel sevgisi bu refleksi açıklıyordu. Ama dahası da vardı. 1983'de de Etiyopya'da Bush'un bir casus arkadaşı kaçırılmıştı. O zaman da Bush ve Casey hemen Mossad'ı aramışlardı. Bunun karşılığında Mossad, ABD gizli servislerinden bir yardım istemişti. Amerikan ordularının çektiği Irak nükleer santrallerinin resmi İsrail'e verildi. Bush, Washington'daki İsrail büyükelçisi Meir Rosen'e "size bir iyilik borçluyum" der. 1985 Ocak ayında Mossad bu sözü hatırlatır. Yahudilerin İsrail'e giderken Sudan'da durdurulduklarını söyler. Düzinelerce ABD uçağı bu Yahudilerin Kızıldeniz'i geçmelerine yardımcı olur. Casey, İsrail casusluk servislerinden yardım isteyen tek istihbarat görevlisi değildi.127
CIA Başkanı William Casey 1981 ilkbaharında Yakındoğu'daki Mossad ofislerini ziyaretinden sonra oluşan Mossad hayranlığını asla gizlememiştir. Osirak'ın bombalanması sırasında İsraillilerin uydu resimleri olmasa başarılı olamayacaklardı. Casey Mossad'la olan güven bağlarını sağlamlaştırmak istemişti. Bu nedenle başa James Angleton getirildi. Angleton, İsrail ile o kadar samimi bir ilişki içerisine girmişti ki, Yakındoğu'yla ilgili özel bilgileri kendi servisinden bile saklıyordu.128
Casey Mossad'la ortak ilişkilerinde McFarlane ve Oliver North'u ön plana çıkarmıştır. Oliver North, Beyaz Saray'daki bürosundan hemen terfi edip üst düzeylere yükselmiştir. Ve gizli operasyonların iplerini elinde tutmaya başlamıştır. Bu operasyonlar bazen ABD resmi politikasından farklı yollar da izlemişti. Oliver North İsrail'le ortak çalışmak için devletten William P. Goode adlı bir pasaport, McFarlane ise Amiral Pointdexter adlı bir pasaport alır. North, İsrail'de Peres'in özel danışmanı olan Amiram Nir'le bağlantı kurar.129 Mossad Hükümetin içinde ve dışında olan Yahudiler sayesinde ABD desteğini kazanmıştır. ABD'nin İsrail'e vermek istemediği teknik bilgileri bu yolla ele geçirebilmektedir. CIA ajanları, Mossad'ın herhangi bir seçkin Yahudiden istediği gibi yardım alacağını bildirirler. ABD, Mossad'ın kendi topraklarındaki operasyonlarına tolerans gösterir. Hatta 1954'de CIA ve Mossad arasında bir antlaşma bile imzalanır.
Mossad'ın bir diğer özelliği de, her ülkeden Yahudilerin desteğini alıyor olmasıdır.
1979'da CIA bir analiz hazırladı. Bu 48 sayfalık raporun adı "İsrail Yabancı Casusluk ve Güvenlik Servisi" idi. Raporda ABD'nin, Mossad'ın operasyonlarında odak noktası olmaya devam edeceği bildiriliyordu ve Mossad'ın operasyon yöntemi de anlatılıyordu. Mossad yıllardır yüksek mevkilerdeki ve hükümetteki yetkililerden faydalanıyordu. Dünyanın her yerindeki Yahudi topluluklarında siyonistler ve sempatizanları vardı. Ve bu kişiler İsrail Gizli Servisi'ne destek veriyorlardı. Mossad'a bu kanallarla bilgi materyalleri verilir, propaganda yapılır ve diğer amaçlarla kullanılır. Mossad'ın çalışmaları İsrail'in resmi olmayan kurumlarıyla bağlantı içindedir. Bu resmi olmayan kurumların bir kısmı özellikle bu iş için kurulmuştur. İsrail'in gizli servisi çeşitli ülkelerdeki Yahudi toplumlarına, organizasyonlarına dayanır. Bu organizasyonlar ajansı güçlendirir ve bilgi akımını artırır. Mossad yetkilileri Yahudi organizasyonlarla çok gizli bir şekilde ilişkiye girer.130
CIA-Mossad yakın işbirliğinin yanı sıra Mossad, zaman zaman iplerin kimin elinde olduğunu hatırlatacak uygulamalara da gider. Bir seferinde İsrail Pentagon'dan bir mermi üretme makinesi istemişti. Yetkililer hayır deseler bile İsrail'in alacağını bildikleri için henüz makine üzerindeki çalışmaların bitmediğini söylediler. 1967'de Richard Helms CIA Başkanıydı. İsrail askeri servisi ABD'den bir rapor istedi. Rapor yanlış bilgilerle doluydu. İsrail subayları belgeyi tekrar gönderdiler. Belgedeki bütün yanlışlıklar düzeltilmişti. Ama belgeyi İsrail'in normalde bilmemesi gerekiyordu, çünkü çok gizliydi. Ve İsrailliler Helms'e bir not eklemişlerdi. "Belki de Pentagon bizim ne istediğimizi anlamamıştır..."
Ortadoğu politikasında uzman olan ABD eski Savunma Bakanı yardımcısı Les Sanka'nın açıklamalarına göre İsrail'e yapılan silah satışlarında normal yollar izlenmemektedir. İsrail'e yapılan satışlar diğerlerinden farklıdır. İsrail'in Pentagon'daki operasyonları her zaman hazır ve en profesyonel yöntemlerdir. ABD sistemini anlayan adamları vardır ve her seviyede, en dipten en yükseğe tanıdıkları vardır.
Bir gün bir İsrailli, ismini vermek istemeyen ABD'li bir subaya geliyor ve İsrail'in istediği askeri araçların listesini veriyor. ABD'li subay olayı şöyle anlatıyor: "Subayın bana uzattığı listede bir not vardı: "Buradaki bilgiler son derece gizlidir ve sizin hiçbirini öğrenmeye yetkiniz yoktur." Bütün belgelerin kopyasını sonradan yok etmekle emrolunmuştum. Belgeler, bazı elektronik araçların kodlarıyla ilgiliydi. Ben içindekileri bilmiyordum, ama İsrail biliyordu." 131
İsrailliler kendi gizli operasyonlarında kullanmak için teknik ve bilimsel bilgileri de çalarlar. Bu çaldıklarına ABD'nin ve diğer batılı ülkelerin savunma sistemleri de dahildir. Yasak aşkları da bağlantı kurmak için kullanırlar. Kudüslü bir kız Amerikan konsolosluk görevlisiyle aşk yaşadı ve çok gizli belgeleri aldı.132
İsrail, Amerikan sistemini değişik yönlerden kontrol altına almış durumdadır. Bu sayede de her istediğini rahatlıkla elde eder. Bunun bir örneğini bir ABD silah uzmanı anlatıyor:
İsrail ajanları ABD sisteminin çok yakın izleyicileridir. Onlarla ilgili her konu, her şehirde bir numaradır. Onlar sizin ne yaptığınızı bilirler, şu an ne yaptığınızdan ve yarın ne yapacağınızdan da haberdardırlar. Şu an ne yaptığınızı ve ne söyleyeceğinizi de bilirler. Kanunları, kanunların geçmişini ve geleceğini de bilirler. Eğer ele geçirmeye uygun gördükleri şeylerde bir problem varsa İsrail gazetelerine haber sızdırırlar. Hemen ertesi gün bir gazeteci hemen Devlet Bakanlığı'na veya Savunma Bakanlığı'na gider. Bu gazeteci sadece İsrail devlet yetkililerinin bilebileceği konular hakkında çok detaylı sorular sorar. Bazen de baskı, doğrudan Yahudi Lobisi AIPAC'tan gelir. İşler tamamen sarpa sarınca bu sefer Kongre üyeleri mektuplar ve telgraflar yollamaya başlarlar. Bir gün İsrailliler bizden gizli bir liste istediler. Belgeyi daha önce Carter'ın sekreteri Harold Brown'la kontrol etmiştik. Kimseye vermememiz gerekiyordu. Onlara "hayır" cevabını verdim. Bir hafta sonra Harold Brown'dan bir telefon geldi. Senatör Henry onu aramış ve neden İsrail'e o belgeleri vermediğimizi sormuş. Belgeleri verdik...133
Belgeler gösteriyor ki, 1950'den beri İsrail istihbarat ajanları Amerikan hükümeti yetkililerinden hassas istihbarat ve teknik bilgileri almak için şantaj yapmışlar, gizli dinleme cihazı yerleştirmişler, telle gizlice dinlemişler ve rüşvet teklif etmişlerdir.134
Amerikalı Yahudilerin Mossad'a bilgi akışını sağladığından bir şüphe var mı? Yok, aslında yoktur. "CIA, Mossad'la aralarındaki işbirliğinin derecesinin oldukça yakın olduğunu ve o yüzden birbirleriyle ilgili casusluk yapmaya gerek bile kalmadığını onaylamaktadır.135
ABD hükümetinin istihbarat kalesi Harvard Üniversitesi profesörü Nadav Safran, Ortadoğu Çalışmaları Merkezi'nin başında bulunuyordu. Safran CIA'dan maddi destek alırken, aynı zamanda Mossad'la da ilişki içinde. Harvard Üniversitesi Basın Müdürü Arthur Rosenthal da CIA'nın maddi desteğini biliyormuş. Amerikan Yahudi Komitesi'nin 2. Başkanı ve Safran'ın Harvard'daki önde gelen kefili Henry Rosovsky'nin CIA bağlantısını bildiği ortaya çıktı.136
Yahudi Lobilerinin ve Sermayesinin Gizli Örgütü: CIA
CIA, 1947'de Truman Doktrini'yle birlikte, ABD'nin mason Başkanı Truman tarafından kurulmuştu. 1949'da Başkan'ın onayı ile başka ülkelerin içişlerine karışma yetkisi aldı. CIA, 1953'te İran petrol kaynaklarını millileştiren Musaddık'ın devrilmesi, 1954'te Guatemala Başkanı'nın görevden uzaklaştırılması ve bunun gibi birçok eylem gerçekleştirdi. 1950'li yıllarda ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'ın kardeşi Allen Dulles tarafından örgütlenen CIA dünya haritasına yayılan en güçlü Amerikan silahı olarak nitelenir.
CIA'nın ABD için önemini herkes bilir. Fakat CIA'nın göz ardı edilen, daha doğrusu gözler önüne serilmeyen yönü, gerçekte Yahudi sermayesinin ve ideallerinin bir uzantısı ve örgütü olduğudur. CIA'nın uluslararası operasyonlarının, iç müdahalelerinin ardında genelde ABD yönetimine hakim olan Yahudi Lobileri ve sermayedarlarının çıkar ve hedefleri yatar. CIA'nın yönetimi de zaten bu çevrelerin elindedir.
1960'lı yıllardan başlayarak CIA, Amerika'nın, diğer deyişle söz konusu lobi ve sermayedarların, hoşuna gitmeyen devlet adamlarına karşı örtülü cinayet planları düzenlemiştir. Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Çu En Lay, Burma'yı ziyaretinde, CIA'nın hazırladığı bir bombalı suikastten kıl payı kurtulmuştur. Kongo'nun devrimci lideri Patrick Lumumba 1960'da önce zehirli pasta ile öldürülmek istenmiş, daha sonra CIA'nın katkısıyla yok edilmiştir. Yerine Mobutu getirilmiştir. CIA, ilginç cinayet yöntemleri geliştirmiştir:
Fidel Castro'yu zehirli puro ile ortadan kaldırma planının altından çıkan CIA başkanlarından Colby, Senato Soruşturma komutanlığında verdiği ifadelerle CIA'nın yüz metre uzaklıktan atılan zehirli iğneler geliştirdiğini bu iğnelerle öldürülenlerin otopsi kontrollerinde hiçbir ize rastlanmadığını itiraf etmiştir.
Colby, CIA'nın Şili'de Allende rejimine karşı girişilen darbedeki rolünü de yadsımamıştır. CIA Ortadoğu'da, Mossad'la beraber ortak operasyonlar düzenlemiştir.137

1947'de kurulan CIA'nın temel amacı, Amerikan hükümetlerinin çoğunluğu gizli, kanun dışı davranışlarına güç kazandırıp desteklemek, ABD'yi rakip tanımayan uluslararası tek lider yapacak bir dünya düzeni kurmaktır. Amacına ulaşabilmek için her türlü davranışın hoşgörüldüğü bu kuruluşun dikkat ettiği en önemli nokta, eylemlerinde Amerikan hükümetinin bir ilgisi olmadığını yaymak, tek delil ve ipucu bırakmamaktır.
31 Mayıs 1961'de öldürülen Trujillo, 2 Kasım 1963'de öldürülen Güney Vietnam Cumhurbaşkanı Ngo Dinh Diem, 22 Ekim 1970 Rene Schneider Şili lideri. CIA tüm bu olanlardan haberdardı. Gerekli silahları o temin etmişti. Eisenhower'ın Lumumba'yı öldürme emri verdiği kesin. Trujillo'nun öldürüleceğini de haber almıştı. Kastro olayından herkes haberdardı. Bir tek Kennedy haberdar edilmemişti. Küba'ya yönelik operasyonlarda ABD'nin her zamanki gibi tehlikede olma durumu yoktu. Ne Castro, ne Trujillo, ne de Allende Amerika için bir tehlike teşkil etmiyorlardı. Küba'da Batista sayesinde Amerika, aslında Yahudi şirketleri ITT, Standard Oil, General Motors, General Electric, Sheraton, Hilton vasıtasıyla yeraltı kaynaklarının % 90'ı, şekerin % 40'ı, demiryollarının % 45'i, petrolün % 100'ünü kontrol ediyorlardı. Kumar, fuhuş, alkol, uyuşturucu piyasası da CIA kontrolündeki mafyanın elindeydi.138
CIA devlet içinde devlet gibidir. İstediğini yapabilir. Kanunun üzerinde bir yeri vardır. Yerleşik yapının yıkılmasında gerektiğinde rol üstlenir. CIA pek çok gazeteciyi bilgi kaynaklarını öğrenmek için takip ettirmiştir. 1960-1965 yılları arasında Fidel Kastro'yu öldürmek için CIA sekiz tane komplo düzenlemiştir. Çok değişik yöntemler kullanarak; dolmakaleme zehir koyarak, zehirli purolarla, vücudu zehirleyen mayolarla, Kastro'yu öldürülmeye çalışılmıştır.139
Küba Devrimi, Küba'daki bütün kumarhane ve fuhuş yuvalarını kapattığı için, 1960 yılında CIA mafya ile işbirliği yapmıştı. Domuzlar Körfezi Çıkartması'nda mafya eski sermayelerinin sevdasında idi. Amerikalı yazar Beni Lyrocs, Amerika kıtasındaki uyuşturucu ve silah kaçakçılığına ilişkin yazdığı kitapta, CIA'nın uyuşturucu ve silah kaçakçılığına karıştığı ülkelerde iç karışıklık ve darbe çıkardığını iddia eder.

Langsey, Virginia'daki CIA merkezi
70'li yıllarda sokaktaki insanın anlayamayacağı, ama araştıran için çok önemli olaylar olmuştu. Yahudi silah şirketi Lockheed'in skandalı (son kurbanı İtalya Cumhurbaşkanı Giovanni Leone'dir), Watergate Skandalı, CIA tarafından hazırlanan katliam ve ihtilaller, Carrero Blanco'nun safdışı bırakılışı ve daha birçok olay... İtalya'da Fiumicino, Calabressi, Moro, Fransa'da Revelli-Beaumont, Suarez, Zenteno, Garcia Plata'nın öldürülmesi hep CIA'ya bağlı eylemlerdir.
Üçüncü dünya ülkelerinde Mossad'la birlikte operasyonlarını düzenleyen CIA'nın Afrika'daki eski şefi John Stockwell, New Africa dergisine yaptığı itiraflarında CIA'nın üçüncü dünya ülkelerinde gerçekleştirdiği gizli operasyonlar yüzünden 2–3 milyon insanın öldüğünü söyledi. Örneğin, CIA'nın Endonezya'da gerçekleştirdiği operasyonda toplam 800 bin kişi öldü. Herkes tarafından bilinen Phoenix Planı uyarınca katledilen 20.000 Vietnamlı da bu rakama dahildir.140

CIA Nikaragua, Afganistan, Kampuçya ve Angola'ya askeri müdahalede bulundu. CIA'nın etkin Başkanı William Casey bu konuda daha temkinli olan Başkan Yardımcısı John McMahon'un istifa edip, yerine Robert Gates'in geçmesiyle daha da rahatladı. Son zamanlarda CIA'nın faaliyetlerinde askeri müdahaleler dışında bir çeşitlenme de söz konusuydu. Çad'da Hissene Habren'in iktidara gelişinde katkısı olmuştu. Liberya'da Başkan Samuel Doe'nin korunması için alınan önlemlere yardımcı olmaktaydı. Etiyopya, Surinam, Mauritius'ta ise politikaya iyice burnunu sokmuş, muhalefete destek vermişti.141
Amerikan Senatosu'nun yaptığı bir araştırmaya göre, 1961'den bu yana CIA, birkaç bin gizli harekata girişmiş, bu harekatların çoğu kanlı olmuştu. Bu harekatlarda toplam 3 milyon insan öldürülmüştü, ancak öldürülenler Rus değildi, hatta çok az bir kısmı dışındakiler komünist bile değildi, Üçüncü dünya halklarıydılar. ABD'nin yaptığı, siyasetini onaylamadığı bir ülkenin siyasetini ve hükümetini değiştirmek amacıyla o ülkede kargaşa yaratmaktı. Örneğin Sandinista gerillalarını değil, Nikaragua halkını sefalete sürükleyerek ülkeyi çökertmek için çalışmıştı.142
CIA'nın dış ülkelerdeki eylemlerinde AID'i (Uluslararası Kalkındırma Örgütü) paravan olarak kullandığını görüyoruz. Ayrıca DIA'da (Savunma İstihbarat Örgütü) CIA'e yardımcı görev görmektedir. Bütün bu kuruluşlar 40'lar Komitesi tarafından denetlenmektedir. CIA İran, Sudan, Suriye, Guatemela, Ekvator, Zaire, Guyana, Gana'daki hükümetlerin devrilmesiyle ilgili suikastlerde görev yapmıştır. Yunanistan'daki albayların baskıcı rejimi getirme faaliyetlerine katılmıştır.
CIA İran'dan Şili'ye, Tibet'ten Guetamala'ya, Libya'dan Laos'a, Yunanistan'dan Endonezya'ya kadar ülkelerin politik içişlerine karışmakla suçlanmıştır. Suikastler, darbeler, oy satın alma, ekonomik savaşlar hepsi CIA'nın eşiğinde yatmaktadır. Bugün dünyada CIA'nın karışmadığı öne sürülen çok az politik kriz vardır.143

Solda, Clinton'ın ilk döneminde CIA şefliğini yürüten Woolsey, bu görevinden önce, İsrail ordusuna daha fazla yardım sağlamak için çalışan Jewish Instutite for National Security Affairs'in yönetim kurulundaydı. Hatta bu nedenle, "CIA'nın başına bir MOSSAD ajanı oturdu" diyenler olmuştu. Sağda, John Deutch, MOSSAD'la olan ilişkileri geliştirerek sürdürdü.
Clinton tarafından CIA Başkanlığı'na getirilen James Woolsey'in Mossad ajanı olması da CIA'nın kimin emrinde olduğunun apaçık bir göstergesi olsa gerektir. 144
CIA'nın (eski) Başkanı James Woolsey, Jimmy Carter'ın Donanma İkinci Sekreteriydi ve İsrail ile olan ilişkileri kuvvetlendirme taraftarı olan bir kişidir ve kendini İsrail'e adamıştır. Les Aspin ve Woolsey, İsrail ordusu için daha fazla yardım sağlamak için çalışan Jewish Institute for National Security Affairs (JINSA)'nın Yönetim Kurulu'ndaydı. Aspin 1992'de JINSA'dan Henry Jackson (Distinguished Service Award) ödülü almış ve Yahudi topluluğu ile İsrail'in olağanüstü destekçisi olarak tanımlanmıştır.145
1960'larda CIA'daki en hassas harekatın kod adı; KK Mountain idi (KK, CIA'nın İsrail'le ilgili belge ve mesajlarda kullandığı addır) ve Mossad'a yapılan yıllık milyonlarca dolarlık nakit ödemeleri sağlıyordu. Buna karşılık da Mossad, ajanlarını Kuzey Afrika ülkelerinde ve Kenya, Tanzanya ile Kongo gibi ülkelerde Amerikan ajanlarının vekilleri gibi davranmakla görevlendiriyordu.146
1979'da Amerika'nın en önemli askeri sırrı yörüngedeydi. Müstahkem mevzilerin ürkütücü, paha biçilmez değerdeki fotoğraflarını çekiyordu. KH-11 diye bilinen bu uydu, bir teknoloji harikasıydı. Çektiği resimler dijital olarak "anında" yer istasyonlarına ulaştırılıyor ve haberalma birimlerince anında analiz ediliyordu.
İlk KH-11 uydusu, Jimmy Carter'ın Başkan Gerald R. Ford'u yenmesinin ardından 1976'da fırlatıldı. Carter yönetimi, Ford'un izinden gitti ve yüksek kalitedeki resimlerin, başka ellere geçmesine izin vermedi. Haberalma konusunda Amerika'nın en yakın müttefiki olan İngiltere, fotoğrafları sınırlı ölçüde ve ancak yeri geldiğinde görebiliyordu. Yoğun güvenlik sistemi, Başkan Carter'ın İsrail'e KH-11 fotoğrafları vermeye karar vermesiyle delindi. Anlaşma; İsrail'e, komşuları Lübnan, Suriye, Mısır ve Ürdün'ün sınırları içinde 160 km. (100 mil) mesafeye kadar olan yerlerdeki her türlü askeri harekatı ya da başka tehdit edici faaliyetlerle ilgili olarak uydunun kaydedeceği bilgileri elde etme izni veriyordu.
Jimmy Carter'ın bu yüksek teknolojik görüntüleri İsrail'e verme kararı, Amerikan istihbaratının bazı üst düzey yetkililerince kuşkuyla karşılandı. Aslında bu, bir yıl önce Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'la Camp David'te başarılı bir zirve toplantısı gerçekleştiren İsrail Başbakanı Menahem Begin'e bir ödüldü. Bu yetkililer, Beyaz Saray'dakilerin pek çoğunun anlamadığı bir şeyi anlamışlardı: Sisteme İsrail boyutunu katmak büyük bir taahhüttü.
KH-11, zamanının, uzay keşifleri için en ileri, en gelişmiş teknoloji ürünüydü. Yaklaşık 19 m. boyundaki uydunun can alıcı unsuru, kamerasının önündeki aşağıya bakan aynasıydı. Bir periskop gibi bir yandan bir yana dönen kamera sayesinde uydu, atmosferde yol alırken tek bir bölgeyi izleyebiliyordu. Sonuçta alışılmamış boyutta yüksek kalitede streoskopik bir görüntü elde ediliyordu ki, bunu bilgisayarla daha da mükemmelleştirmek mümkündü.147

William Webster
KH-11 yöneticilerinin amacı, uydunun programını dikkatle ve öncelikleri hesaba katarak planlamak, doğru yerde, doğru zamanda bulunmasını sağlamaktı. İyi yönlendirildiği takdirde, milyonlarca dolara malolan bu uydu, sınırlı miktardaki yakıtıyla çok daha uzun bir süre yörüngede kalıp, çok daha fazla bilgi toplayabilecek, daha "hesaplı" olacaktı. Ne var ki, Carter'ın İsrail'in KH-11'e doğrudan "girmesine" izin veren kararı, bazı Amerikan haberalma birimlerinin uydudan daha az yararlanması demekti. İsrailliler ise, KH-11 anlaşmasını Carter yönetiminin kendilerine duyduğu saygının ve desteğin bir belirtisi şeklinde değerlendirdiler.
1979 anlaşmasına göre, özel istihbarat isteme hakkı vardı. Her isteği tek tek ele alınıp inceleniyordu. Bu durum, İngiliz haberalma yetkililerini "çılgına" çevirdi. Kendileri, II. Dünya Savaşı müttefiki ve NATO üyesi oldukları halde bu bilgilerden yararlanamazken, İsrail bu şansa sahipti.
İsrail gerçekten de KH-11'den en değerli istihbaratı elde ediyordu. Bu konuda, Ronald Reagan'ın, CIA Başkanı William J. Casey'in kilit adam olduğuna dair işaretler vardı. Casey, göreve geldiği günden beri, uydu fotoğraflarının İsrail'le ortak kullanımını heyecanla destekliyordu. Ve daha ilk günlerde İsrail irtibat görevlilerine, CIA merkezine yakın bir özel büro tahsis edilmesini emretti. Bundan amaç, belliydi ki, KH-11 fotoğraflarıyla ilgili Amerikalı görevlilerle İsrail görevlilerinin doğrudan temasını kolaylaştırıp tüm önemli bilgilerin ellerine geçmesini sağlamaktı. İsrail için neyin daha önemli olduğunu ancak İsrailliler bilebilirdi zira.148
Eski bir NSA (Milli Güvenlik Teşkilatı) üst düzey yetkilisi, Reagan döneminde İsrail askeri yetkililerinin, KH-11 uydusunun yeni görev ve yörüngesinin tesbiti için yapılan Pentagon toplantılarına katıldıklarını öğrendiğinde öfkeden deliye döndüğünü söyledi. "Bunu kim duysa saçını başını yolmak geliyordu içinden" dedi. Ne var ki, bir başka Amerikan istihbarat yetkilisi bu konuda çok daha rahat görünüyordu. "Gerçekten de pek çok kişi bunu öğrendiğinde neye uğradığını şaşırıyordu, ama ben bunda bu kadar büyütülecek bir şey görmüyorum doğrusu" dedi. Ona kalırsa, İsrail'e bilgileri doğrudan edinme izni verilmesi bir uzlaşmaydı. "İsrail önemli hiçbir şeyin gözünden kaçmamasını istiyordu."
Zira Sovyet ve Doğu Avrupalı Yahudi göçmen dalgaları İsrail'e akmaya devam ediyordu. Angleton ve İsrail'de aynı işi yapan meslektaşları, "fare hattı" diye bilinen Yahudi göçmen akınını yönettiler. CIA'dakilerin çoğunun farkettiği gibi, Sovyet bloku içinden en önemli bilgileri, ilk savaş sonrası yıllarında batıya sağlayanlar Yahudi göçmenlerdi. Programların bazıları, KK Mountain'ın bir bölümü olarak CIA kontenjan fonlarından finanse edildi.
Pentagon'a atanan İsrail yetkilisi, KH-11 programı görevlisine İsrail'in ihtiyacı olan bilgilerin neler olduğunu belirtiyordu sadece. KH-11'in resimleri Washington'a iletişimi yanında durup beklemesine de izin veriliyordu.
Richard Allen'e göre de, İsrail'in KH-11 anlaşmasını istismarı o kadar önemli değildi doğrusu. Pentagon'da dostları vardı ve daha geniş bilgileri gayr-ı resmi olarak sağlayabilirlerdi. Gerçekten de Amerikan istihbarat birimlerinde bile, 1981'de İsrail'in, neden Sovyetler Birliği'ne ait uydu resimlerini topladığını ve de Şaron'un neden bu bilgileri edinmekte bunca ısrarlı olduğunu anlayabilen pek fazla kimse yoktu. Aslında İsrail'in kendisi de artık bir nükleer güçtü.
Yüksek düzeyde yetkili ve bilgili Amerikalı ve İsrailli kaynaklar iki ülke arasındaki istihbarat ilişkisinin oldukça iyi olduğunu belirttiler. Bundan daha önemlisi işbirliği olmasıdır. Hatta, neredeyse "yüksek derecede hassas istihbarat alanlarında" aralarında belirli bir işbölümü yapmışlardır.149
İstihbarat ilişkileri İsrail'le Amerika arasında sağlam bir şekilde ilerledi. Adeta iki ülke istihbarat konularında aynı dalga boyundaydılar. Washington'daki İsrail Büyükelçiliği'ndeki Mossad vekili CIA'yla yakın ilişkiler içerisindeydi. Görev yapan Mossad ajanları başka isim altında ABD'de çalışmalarını yürütürler. İsrail yetkilileri hemen hemen her gün CIA liderleriyle görüşüyor ve çalışıyordu. Kissinger bu iki teşkilatın yakın bağlantısının farkındaydı.150
Washington'daki İsrail Büyükelçiliği diplomatlarının bütün vakti, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Ulusal Güvenlik Konseyi, Pentagon ve CIA'daki uzmanlardan bilgi toplamakla geçer. Yıllarca, İsrail Savunma Bakanları, Washington'a yaptıkları ziyaretler sırasında CIA direktörleriyle buluşmuşlardır. Bu toplantılar hiçbir zaman halka açıklanan programlarda kayıtlı değildir. Fakat düzenli olarak gerçekleşir. Mossad Başkanı Washington'u sıkça ziyaret eder. Bu tür gezilerden kamuoyunun haberi olmasa da, çok nadir kendilerinin başkalarınca farkedilmesine izin verir. Mossad Başkanı resmi misafir listesinde kesinlikle "Mossad Başkanı" olarak geçmez. Amerika'daki CIA Başkanının tersine, İsrail'de onun kimliği çok gizli tutulur. İçerdekiler bilmese de CIA ve Mossad'ın ilişkileri uzun yıllardır kuvvetlidir. Bu ilişkiler en çok CIA'nın casusu ve İsrail'le yapılacak gizli ilişkiler şefi olan James Jesus Angleton zamanında artmıştır.151
Pek çok Amerikalı Yahudi bugüne kadar İsrail ve Ortadoğu'yu içine alan çok hassas ulusal güvenlik görevlerinde bulunmuşlardır. Mesela Henry Kissinger Dışişleri Bakanı, Sol Zinowitz, Robert Strauss, Ortadoğu Uzmanları. Belgeler gösteriyor ki 1950'den beri İsrail istihbarat ajanları, Amerikan hükümeti yetkililerinden hassas istihbarat ve teknik bilgileri almak için şantaj yapmışlardır. Gizli dinleme cihazı yerleştirmişler ve rüşvet teklif etmişlerdir. Başka bir Amerikalı'dan daha çok, 1973 Yom Kippur Savaşı'ndan itibaren Amerika'nın İsrail ve Ortadoğu politikasını Kissinger şekillendirmiştir.
ABD'nin Baker dönemindeki Ortadoğu politikasını da Ortadoğu Bölüm Başkanı Yahudi Dennis Ross, Yardımcı asistan Yahudi Daniel Kurtzer, Milli Güvenlik Konseyi üyesi Yahudi Richard Haas, politika belirleme analisti Yahudi Aaron Miller belirlemişti. Yitzhak Şamir'e yakın çevreler bu kişileri "Baker'ın Yahudi oğulları" olarak tanımlıyorlardı.152
Bunları göz önünde bulundurunca daha iyi anlaşılıyor "süper güç ABD"nin ne olduğu ve kimlere hizmet ettiği...
CIA'nın Yahudi organizasyonlarıyla bağlantısına bir örnek de, Siyonist Örgüt B'nai B'rith'in bir kolu olan ADL'nin, CIA Başkanı William Webster'dan gördüğü destektir.
1985'te dönemin FBI Başkanı William Webster daha sonra CIA'nın başına geçti. Tüm şubelere, görevlerini gerçekleştirirken ADL ile işbirliği yapmalarını söyledi... Bugün ADL'nin Irwin Suall tarafından New York merkezden yönetilen "Fact Finding Department" (Delil Bulma Bölümü) CIA yardımıyla birçok operasyon yönetmektedir. Bunların arasında polis departmanlarına girmek, federal hükümete ve medyaya yanlış ve çarpıtılmış haber sağlamak gibi maddeler vardır.
Suall ve onun sadık arkadaşları ABD polis şefleri ve şerifleri için İsrail'e bedava seyahatler düzenliyordu. ADL'ce finanse edilen İsrail ziyaretlerinin amacı ADL'ye göre "Yahudi devleti ve Amerikan polisleri arasındaki duygusal bağları güçlendirmek"ti.153
Görüldüğü gibi, Yahudi örgütleri ve Mossad'ın etki alanı çeşitli yöntemlerle FBI'ya kadar uzanmaktadır. Mossad'ın bunu sağlamak için kullandığı bir yöntem de, Pollard örneğinde gördüğümüz gibi, kimi zaman illegal yöntemlerle "bilgi çalmaktır."
Tom Gerard, San Fransisco Polisi ve FBI tarafından Mossad'a polisin istihbaratını satmak suçundan sorgulandı. Gerard 1980'lerin ortasında CIA için El Salvador'da bomba uzmanı olarak çalışmıştı.
Gerard'ın amiri John Willet, Gerard'ın Mossad'a bilgi sattığından şüpheleniyordu. Ve araştırmaya başladı. Gerard bu arada Filipinler'e kaçtı ve yazdığı mektupla istifa ettiğini bildirdi. Yapılan araştırma sırasında, Gerard'ın ADL (Siyonist örgüt B'nai B'rith'in bir kolu) için çalışan Roy Bullock'la bağlantısı ortaya çıkarıldı. Gerard'ın olayı İsrail basınında manşetten verildi. Gerard, Jonathan Jay Pollard gibi kahraman olarak lanse edildi. İsrail'in günlük gazetelerinden Haaretz'de Başbakan Yitzhak Rabin şöyle diyordu: "Gerard, insanların yaşamlarını kurtarmak isteyen vatansever bir kahramandır."
Gerard 1991'de İsrail'e gitti, orada İsrail polisiyle ve istihbarat yetkilileriyle görüştü. Yolculuğun bütün masrafları ADL tarafından ödendi. Gerard bir arkadaşına İsrail'de bulunduğu sırada Etyopyalı Yahudilerin İsrail'e kaçırılmasına yardım ettiğini da anlatmıştı.154
Kontralar, Uyuşturucu Baronları ve Silah Ticareti:Mossad'ın Arka Bahçesi Latin Amerika
İsrail ülkeleri kışkırtıp savaşa sürüklemekten anarşi ve teröre, uluslararası silah ve uyuşturucu ticareti yapmaktan her türlü siyasi oyuna kadar varan binbir kollu bir entrika ağı kurmuş durumdadır. Bu ağın bir parçası da Latin Amerika'dır kuşkusuz.
Son 25 yıldır Latin Amerika'da yüzbinlerce insan öldürülmüş, çocuklar bile işkence görmüş, kadınların ırzına geçilmiştir; bölgede terör, çarpışmalar, darbeler, yoksulluk, açlık yaşanmaktadır.
Dünya uyuşturucu üretimi ve satışında 1 numara olan Kolombiya'da hükümet-mafya ortak çatışmaktadır. Bu çatışmalar sonucu, olaylarla ilgisi olmayan, masum halkın kanı akmaktadır. Bir başka uyuşturucu üreticisi de Peru'dur. Kelime manası "Bolluk ülkesi" olan Peru'da bugün "kronik kıtlık" yaşanmaktadır. Panama ise, dünya polisi olmaya soyunan Amerika'nın müdahalesine maruz kalmış durumdadır. Masum halkın kanı akmakta ve ekonomi felç durumdadır. Nikaragua'da, güya hükümete karşı savaşan kontralar, halkı katletmektedir. Şili, El Salvador, Guatemala'da diğerlerinden farklı bir durum yoktur. Değişmeyen tek şey devlet terörü, kan, vahşet, açlık ve sefalettir...
Latin Amerika halkına tüm bunları yaşatan Amerika, bölgede sözde insani görevler üstlenmektedir. Kimi zaman uyuşturucu ile mücadelede hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, kimi zaman demokrasi için savaşıyor, kimi zaman dünya polisi gibi görünüyordur! Bu görüntünün altında da "yüksek çıkarları" uğruna terör uygulamaktan sakınmamaktadır. Bunlar işin görünen kısmıdır. Bir de görünmeyen ya da gösterilmeyen kısmı var ki, olayların arkasında bir başka karanlık gücün varlığını barındırmaktadır: İsrail...
İsrail Nikaragua'daki kontralardan tutun da, Kolombiya'daki askeri ve polis güçlerinden, Medellin kartelindeki kokain baronlarına kadar, Latin Amerika'daki diktatörleri, devlet terörü yapanları eğitmekte, yönlendirmekte ve silahlandırmaktadır. İsrail'in yönlendirdiği uyuşturucu ticaretinin en önemli parçalarından biri de Panama'dadır.
Panama'ya uyuşturucu kaçakçılığı, Mossad gözetiminde ve İsrail uçaklarıyla yapılmaktadır.155
Mossad ajanı Mike Harari, Panama'ya özel bir görev için gönderilmiştir. İsrail Hükümeti için çalışırken Panama diktatörlerinin yakın dostu olmuştur. General Manuel Noriega'nın arkasındaki adam diye de bilinir.156
Bazı İsrailliler Latin Amerika'ya tamamen yerleşirler. Bunların arasında % 5-10 komisyon karşılığında İsrail Silah Endüstrisi ile diktatörlük arasında aracılık görevi üstlenen silah tüccarları da vardır.
İsrailliler Guatemala, Honduras, El Salvador ve Kolombiya'da askeri ve polis güçlerini eğitirler. 1989 Ağustosunda dünyaya yayılan bir video kasette Albay Yair Klein ve diğer İsraillilerin kokain baronu Medellin'in suikast birliği olarak bilinen Kolombiya Ordusunu eğittiği ortaya çıkar.
Sadece Nikaragua değil, fakat Latin Amerika'nın herhangi bir yerindeki diğer bir faktör, ABD'nin faşist müşterilerinin başka bir yerden silah satın almasıdır. Bu yer İsrail'dir.157 İsrail 4 yıl boyunca Latin Amerika'nın diktayla yönetilen ülkelerin sağ kanatlarına askeri teçhizat yardımı yapan destekçilerin başıdır. Ülkenin silah ihracatının önemli bir kısmı Latin Amerika'ya yapılmıştır.158
İsrail Latin Amerika'da dostlar edinmekle kalmamış gerçek hayranlar kazanmıştır. bunlar, Şili'de General Pinochet, Guatemala'da General Romeo Lucas Garcias, El Salvador'da Roberto D'Aubuisson, Paraguay'da General Alfredo Stroessnar ve Nikaragua'da Somozo Debayle'dir.
Nikaragua diktatörü Somoza halkın desteğini kaybettikten sonra bile Mossad ajanları ona silah sağlayarak halka karşı kanlı diktatörlüğünü sürdürmesine yardım etmişlerdir.159
İsrail, istihbarat ve gizli polis konusunda da Pinochet rejimine özellikle yardımcı olmuştur. Şili'li liderler İsrail'e ve İsrail-Şili ilişkisine pozitif duygular beslemişlerdir.
Guatemala'da İsrailli askeri danışmanlar görev yapmaktadır. Korkunç katliamlardan sorumlu olan rejim, başarısını çok sayıda İsrail danışmanın sağladığı güce borçludur. Guatemala'nın önceki kanlı Lucas Garcias rejimi İsrail'e model olarak duyduğu hayranlığı açıkça dile getirmiştir.160
İsrail'in önemli müşterileri arasında Napoleon Duarte tarafından yönetilen El Salvador iktidar cuntası vardır ki, bu cuntanın silahlı kuvvetleri ayda ortalama 2.000 insan öldürmüşlerdir. Cuntanın askeri malzemelerinin % 81'i İsrail'den gelmektedir.161
Paraguay'ın yakın dostları Güney Amerika ve Şilili General Augusto Pinochet'dir. İsrail'in Paraguay Başkanı Stroessner ile olan ilişkisinden İsrail basınında "mükemmel" olarak bahsedilmiştir. Diktatör El Excelentisimo sadece İsrail yapımı silahlar kullanmaktadır ve İsrail silahlarının iyi bir müşterisidir.162
Tegucigalpa'da bir Mossad istasyonu vardır. Mossad bölgede İsrail'in yaptığı operasyonlarla meşguldür. Bu operasyona kontraları eğitmek de dahildir. İsrail, Orta Amerika tarihinin bir parçası olmuştur. 1975'de bölgeye büyük bir silah satış kaynağı olarak girer. Time dergisine göre 1984'de bölgedeki silah satışının tutarı 12 milyon dolardır. Bu bölge çok fakir olduğu için bir birkaç milyonluk silah binlerce insanı donatabilmektedir. Birçok Orta Amerikalı general İsrail'e hayran olduklarını sık sık belirtirler.163
Bölgedeki generallerle İsrailli emekli subaylar arasında kişisel ilişkiler vardır. Bu subaylar Orta Amerika'da dolaşıp kendi kişisel yardımlarını teklif ederler.
İsrailli teknisyenler de resmi ilşkilerin sonucu olarak bu bölgeye giderler. İsrail'le bağlantıya geçmeyi tercih etmelerinin bir sebebi de ABD'de ki güçlü İsrail Lobileridir.
Bir Knesset üyesi olan Matityahu Peled şöyle demiştir: "Orta Amerika'da İsrail, ABD için pis işlere arabuluculuk yapıyor. ABD'nin suç ortağıdır ve ABD'nin uzantısı gibi davranır. İsrail, Guatemala'daki askeri rejimi desteklemekle, ABD'nin hiçbir zaman yapamayacağı bir işi yaparak, ABD'ye çok mühim bir hizmet vermektedir." 164
DİPNOTLAR
1. Mehmet Eymür, Analiz, ss. 170-171.
2. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, s. 16.
5. Noam Chomsky, Kader Üçgeni, s. 229.
6. Foreign Report, 16 Haziran 1994, s. 26.
8. 2000’e Doğru, 8 Nisan 1990.
9. Richard Deacon, The Israeli Secret Service, s. 303.
10. Uri Dan, Entebbe Havaalanı’nda 90 Dakika, ss. 68-69.
12. Richard Deacon, The Israeli Secret Service, s. 301.
13. Uri Dan, Entebbe Havaalanı’nda 90 Dakika, s. 93.
16. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, ss. 153, 217.
17. Uri Dan, Entebbe Havaalanı’nda 90 Dakika, s. 59.
19. Vincent Monteil, Dossier Secret Sur Israel: Le Terrorisme, s. 86.
20. L’Express, 11-17 Eylül 1972.
22. Vincent Monteil, Dossier Secret Sur Israel: Le Terrorisme, s. 88.
23. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, ss. 66-74.
28. Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem, s. 219.
30. Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem, s. 28.
36. Jewish Chronicle, 7 Şubat 1992.
39. Michael Collins Piper, Final Judgement.
40. Paul Findly, “In Kennedy Assassination, Anyone but Mossad is Fair Game for US Media”, The Washington Report on Middle East Affairs, Mart 1992.
41. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, ss. 41-51.
42. Jacques Derogy, Israel Connection: La Mafia En Israel, s. 71.
43. David Wallechinsky, Irwing Wallace, People’s Almanac #3, s. 15.
44. US News and World Report, 17 Ağustos 1992.
45. Marquis, Who’s Who in America, 1974-1975, Cilt 2, 38.b., s. 3218.
46. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 19.
47. Wilbur Crane Eveland, Ropes of Sand, s. 95.
48. Marquis, Who’s Who in America, 1982-1983, Cilt 1, s. 1121.
49. Georges Virebeau, Mais Qui Gouverne L’Amerique, s. 19.
50. Yann Moncomble, La Trilaterale et Les Secrets du Mondialism, s. 171.
51. Marquis, Who’s Who in America, 1974-1975, Cilt 2, 38.b., s. 2670.
52. Marquis, Who’s Who in America, 1982-1983, Cilt 1, s. 667.
54. Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception: A Rogue Agent Exposes the Mossad’s Secret Agenda, ss. 227-282.
57. Shalom Cohen, Liberation, 8 Ağustos 1992.
58. Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, s. 43.
59. Amikam Nachmani, Israel, Turkey and Greece, Uneasy Relations in the East Mediterranean, ss. 6-7.
60. Samuel Katz, Soldier Spies, s. 141.
61. Cüneyt Arcayürek, Darbeler ve Gizli Servisler, ss. 51-52.
62. Ian Black, Benny Morris, Israel’s Secret Wars, s. 163.
63. Ronald Payne, Israel’s Most Secret Service, s. 180.
64. Nezih Tavlaş, Avrasya Dosyası (İsrail Özel), Cilt 1, Sayı 3, Sonbahar 1994, s. 12.
66. Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvet’in Gölgesinde, s. 16.
67. Fehmi Koru, Terör ve Güneydoğu Sorunu, s. 87.
68. Yonca Özkaya, Milliyet, 18 Mart 1993.
69. Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvet’in Gölgesinde, s. 205.
70. Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, s. 69.
71. Ahmet Kekeç, CIA ve 12 Eylül, s. 83.
72. Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, s. 9.
73. Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvet’in Gölgesinde, s. 49.
74. Şebnem Atiyas, Cumhuriyet, 25 Ekim 1989.
75. Mehmet Eymür, Analiz, ss. 154-156.
78. Türkiye’de ve Dünyada Yılın Olayları, Nokta, 1989.
79. 2000’e Doğru, 20 Ağustos 1989.
80. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 36; Cumhuriyet, 2 Ağustos 1989.
81. Soner Yalçın, Aydınlık, 14 Mayıs 1993.
82. Nur Batur, Milliyet, 1 Nisan 1993.
83. Ferit İlsever, Aydınlık, 14 Mayıs 1993.
84. Ernest Volkman, Casuslar, s. 39.
85. John Barron, KGB The Hidden Hand, s. 50.
87. Ernest Volkman, Casuslar, s. 8.
88. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 96.
91. The Middle East International, Eylül 1981.
92. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, s. 57.
93. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 26.
95. Seymour M. Hersh, The Sampson’s Option, s. 321.
96. Jacques Derogy, Hesi Carmel, Israel Ultra Secret, s. 73.
97. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 302.
99. Jacques Derogy, Hesi Carmel, Israel Ultra Secret, s. 283.
100. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, s. 92.
101. Cambio, No. 804, 27 Nisan 1987, s. 50.
102. Richard Deacon, The Chinese Secret Service, s. 168.
110. Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 27.
111. Richard Deacon, The Chinese Secret Service, ss. 370-371.
112. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, ss. 153-154.
113. Livia Rokach, Israel’s Sacred Terrorism, Son Söz, s. VII.
114. Mehmet Eymür, Analiz, ss. 170-171.
115. Noam Chomsky, Kader Üçgeni, s. 34.
116. Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 41.
117. Jacques Derogy, Hesi Carmel, Israel Ultra Secret, s. 154.
118. Wolf Blitzer, Between Washington and Jerusalem, s. 15.
120. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 90.
121. Georges Virebeau, Mais Qui Gouverne L’Amerique, s. 10.
122. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 90.
123. Paul Findly, They Dare To Speak Out, s. 146.
124. Jacques Derogy, Hesi Carmel, Israel Ultra Secret, s. 168.
130. Paul Findly, They Dare To Speak Out, s. 149.
134. Wolf Blitzer, Between Washington and Jerusalem, s. 96.
136. The Middle East International, 10 Temmuz 1986.
137. Milliyet, 20 Temmuz 1980.
138. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 30.
139. L’Histoire, Eylül 1984, s. 70.
140. Hürriyet, 22 Aralık 1985.
142. Cumhuriyet, 18 Mart 1985.
143. Charles W. Kegley, Eugene R. Wittkopf, American Foreign Policy, s. 110.
144. The Spotlight, 1 Şubat 1993.
146. Seymour M. Hersh, The Sampson’s Option, s. 14.
149. Wolf Blitzer, Between Washington and Jerusalem, ss. 83-84.
152. Newsweek, 1 Haziran 1992.
153. New Amerikan View, Sayı 8, 15 Nisan 1993.
154. The Spotlight, 1 Şubat 1993.
155. 2000’e Doğru, 22 Eylül 1991.
156. Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 246.
157. Noam Chomsky, Edward S. Herman, The Washington Connection and Third World Fascisme, s. 291.
158. The Middle East International, Ağustos 1987.
160. Noam Chomsky, Kader Üçgeni, s. 559.