Giriş
Herşeyden önce, bu kitapta ele alınan "terör" kavramının günlük lisanda kullanılan terör kavramından daha geniş bir kapsamı olduğuna dikkat çekmek yerinde olur. Güncel Türkçe'deki terör kavramı, genellikle kurulu düzene karşı yürütülen ideolojik ve silahlı mücadeleyi ifade etmektedir. Oysa terör, en geniş anlamda, yoğun ve sistematik bir korkuyu ve bu korkuya neden olabilecek her türlü şiddet eylemini içerir. Bu nedenle, kurulu düzene karşı terör uygulanabildiği gibi, kurulu düzen tarafından da terör uygulanabilir. Ancak her iki durumda da terörün kendisine yöneldiği hedef, dolaylı ya da doğrudan halkın kendisi olmaktadır.
Bir terör örgütü, halkı kendi yanına çekebilmek için terör uygular: Elde edeceği korkunun kendisine güç vereceğini, bu güç sayesinde de halkı, ya da çoğu kez halkın bir bölümünü kendisine destekçi kılabileceğini hesaplar. Gerilla savaşının temelini oluşturan "kurtarılmış bölge" kavramı da budur: Örgütün uyguladığı terörden dolayı dehşete kapılan insanlar, güvenliği yine örgüte sığınmakta bulurlar. Bu zoraki taraftarlar, merkezi otoriteden bağımsızlaştırılmış, yani sözde "kurtarılmış" toprak parçaları oluştururlar. Hedef "kurtarılmış bölge"lerin giderek yayılması ve sonuçta tüm ülkenin ele geçirilmesidir. Çin Devrimi'nin lideri Mao Tse-Tung tarafından geliştirilen ve uygulanan bu gerilla savaşı teorisi, Mao'nun ardından dünyanın çeşitli bölgelerindeki terör örgütleri tarafından da kullanılmıştır. Aynı yöntemin kırsal alanda değil de, şehirde yürütülen versiyonu ise, Vladimir I. Lenin'in çizdiği yolu izler.
Bu sözünü ettiğimiz terör türü, "terör" dendiğinde ilk anlaşılan şeydir ve genellikle "sol terör" olarak tanımlanır.
Ancak bir de Üçüncü Dünya ülkelerinde rastlanan ve kurulu düzenin kendisi tarafından uygulanan bir "faşist terör" vardır. Aslında buradaki mantık, sol terördeki mantığın bir "makro" uygulamasından başka bir şey değildir. Kurulu düzenin sahibi olan devlet, baskıcı bir devlettir; toplumu adaletsiz bir biçimde yönetmekte, yöneticiler kendi menfaatleri için her türlü yolsuzluğu uygulamaktadır. Ve bu yüzden yönetim çeşitli toplumsal muhalefetlerle karşı karşıyadır. Bu muhalefetlerin belki bir kısmı da üstte değindiğimiz türden bir "sol terör"ü kendisine yöntem olarak benimsemiştir. Bu durumda, söz konusu devlet, muhalefetten daha güçlü olduğunu kanıtlamak için yine aynı formülü kullanır: Terör uygular ki, halk kendisinden korksun. Ve bu korku ona güç sağlasın.
"Üçüncü Dünya" olarak tanımlanan coğrafyadaki devletlerin önemli bir bölümü bu tarif ettiğimiz "terörist devlet" tanımına uyarlar. Belki her yıl "terörist devletler" listeleri yayınlayan büyük devletlerle işbirliği içindedirler ve bu yüzden adları bu listelerde geçmez. Ama belki de o listelerin tepesine konan devletlerden çok daha teröristtirler.
Büyük devletler ise, kendilerini başka devletleri "terörist" ilan edecek kadar terörden ari sayarlar, çünkü kendi terör evrelerini aşmışlardır. Terörü, kuruluş aşamalarında uygulamışlar ve bu sayede istedikleri gibi —yani genelde homojen— bir toplum elde etmişlerdir ve artık onu gerekli görmemektedirler. (Fransız sosyolog Ernest Renan'ın da belirttiği gibi, Batı'daki ulus-devletlerin hemen hepsi, toplumlarını homojenleştirmelerine yaramış olan toplu katliamların ve "techir"lerin ürünleridirler).1 Üçüncü Dünya faşizmi, henüz bu evrenin içinde olduğu için terörü kullanmaktadır. Buna karşılık, modern Batılı devletlerin önemli bir bölümü, toplumu yönlendirmek için çok daha sofistike bir yöntem olan propaganda ve eğitimi kullanırlar.
Ancak kimi zaman söz konusu Batılı kapitalist devletlerin de teröre başvurdukları olur. Bunu kuşkusuz Üçüncü Dünya'nın otoriter rejimleri gibi açık açık yapmazlar. Aksine, son derece gizli bazı "terör timleri" oluştururlar. Bunların amacı, kurulu düzenin bekasına, o düzen tarafından konmuş olan kuralları gizlice çiğneyerek yardımcı olmaktır.
Batılı kapitalist devletlerin uyguladığı bu "gizli devlet terörü"nün iki farklı stratejik amacı olur genellikle: Birincisi, tehlikeli rejim muhaliflerinin ortadan kaldırılması ya da susturulmasıdır. Özellikle de düşüncelerinin rejim için tehlike oluşturduğu düşünülen entellektüeller ile siyasi parti ya da sivil toplum liderleri hedef alınır. İkincisi ise, toplum üzerinde etki yaratacağı kestirilen hedeflere yapılacak saldırılarla, toplumu istenen biçimde yönlendirmektir. Yani provokasyon. Provokasyonlarda kimi zaman önemli bir toplumsal figür öldürülür, kimi zaman da rastgele toplu cinayetler işlenir, örneğin kalabalık bir merkez bombalanır ya da topluluk üzerine rastgele ateş açılır. Burada amaç, ölenleri öldürmüş olmak değildir; ölenleri kullanarak toplumun düşüncesini değiştirmektir. Çoğu provokasyon, "sakıncalı" görülen bir adresin üzerine suç atmak için yapılır.
Kısacası, terör, hem devlete karşı savaşanlar, hem de bazı devletler tarafından etkili bir yöntem olarak dünyanın dört bir köşesinde uygulanmaktadır. Amaçlar farklıdır, ama izlenen yöntem ortaktır.
Ancak bu noktada terörün çok ilginç bir özelliği dikkat çeker. Terörü bir yöntem olarak benimseyenler, kimi zaman giderek birbirleri ile pragmatik bir ittifak içine girmektedirler. Çünkü terör, ilk başta bir "ideal" için b~aşlatılmış olsa da, giderek bir mesleğe, hatta kimi zaman oldukça karlı bir mesleğe dönüşebilmektedir. Terörü uygulayanlar, özellikle de devlet adına uygulayanlar, ellerindeki silahın kendilerine sağladığı birtakım "rant"ları elde etmektedirler. Bu noktada, artık idealler kaybolur. Terörün varlığının koruması bizzat bir amaç haline gelir.
Terörün varlığının korunması için de, bir karşı-terörün varlığının korunması şarttır. Eğer sol teröristler olmasa, sağ teröristlerin varlığının bir anlamı kalmaz çünkü. Eğer "devleti yıkmak için çalışan komünist teröristler" yoksa, o komünistlere karşı el altından ya da açık açık savaş yürütsünler diye kurulan sağ terör timleri, varlık nedenlerini yitirmiş olurlar.
İşte bu yüzden, terörizmin dünyası son derece karmaşık ve muğlaktır. Hiç umulmadık ilişkiler hiç umulmadık gruplar arasında yaşanabilir. İstihbarat örgütleri ile terörist gruplar arasında, ya da zıt görünen terörist grupların kendi aralarında beklenmedik bağlantılar kurulabilir.
Ve bu kitap, terör dünyasının perde arkasında yaşanan bu umulmadık ve beklenmedik bağları gözler önüne sermektedir.
İsrail Bağlantısının Anlamı
Kitabı okumaya başlayan okuyucular hemen göreceklerdir: Bu kitapta diğer herhangi bir terör odağından daha fazla, İsrail kaynaklı özellikle de başta Mossad olmak üzere İsrail gizli servislerinden kaynak bulan teröre dikkat çekmektedir. Diğer terör odakları ele alınırken de, bunların sahip oldukları İsrail bağlantısı özellikle vurgulanmaktadır.
Bu nedenle, neden İsrail üzerinde bu denli durulduğu sorusuna açıklık getirmek gerekiyor. Öncelikle terörün kullanımı ile ilgili iki önemli prensibi vurgulamakta yarar var.
Birincisi; terörün gerçek kaynağının devlet bazında oluşudur. Evet dünyanın dört bir yanında "terör örgütleri" vardır, ama bu örgütlerin uyguladığı terörün arkasında devletler vardır. Bir ülkede etkili bir biçimde terör uygulayan bir örgüt, mutlaka başka devlet ya da devletler tarafından destekleniyordur. Modern çağın yegane siyasi birimi devlet olduğuna göre, terör örgütlerini devletlerden bağımsız ve kendi başlarına ayakta duran odaklar olarak düşünmek doğru olmaz. Terör örgütleri, belki kendi içlerinde belirli bir ideolojiye hizmet ettiklerini düşünüyor olabilirler, ama gerçekte devletler arası güç mücadelelerinin birer aracısıdırlar.
Dolayısıyla eğer uluslararası terörün kaynakları aranacaksa, bu kaynakların devletler bazında aranması gerekir.
Eğer bir devlet kendisine yöntem olarak terörü benimsiyorsa, bu onun siyasi bir rahatsızlık ya da beklenti içinde olduğunu gösterir. Bir başka deyişle, eğer bir devlet teröre başvuruyorsa, ya kendisini tehdit altında hissetmektedir ya da ulaşmak istediği büyük bir siyasi hedef vardır, örneğin siyasi bir hegemonyanın peşindedir. Buna karşın, kendisini tehdit altında hissetmeyen, hegemonik hesapları da olmayan bir devletin teröre başvurması beklenmez. Örneğin İsveç gibi "kimseyle başı belada olmayan" bir devletin, teröre eğilim göstermesi pek olası değildir.
Bu iki prensibi göz önünde bulundurarak dünya siyasetine bir göz attığımızda ise, İsrail'in oldukça müstesna bir yere sahip olduğunu görürüz. Çünkü İsrail, terörü bir yöntem olarak benimseyebilecek devletlerin iki temel özelliğine fazlasıyla sahiptir. Kendisini tehdit altında hissetmektedir; çünkü düşman bir Müslüman-Arap coğrafyasının ortasında 4 milyonluk nüfusuyla daimi bir yaşam mücadelesi içindedir. Ayrıca büyük bir siyasi hedefi vardır; kurulduğu günden bu yana, hem söz konusu tehdidi bertaraf edebilmek, hem de kendisine "vaadedildiğine" inandığı toprakları ele geçirmek için Ortadoğu'da siyasi ve hatta askeri bir hegemonya kurmak için çabalamaktadır.
Bu iki faktör, İsrail'i, terörü bir yöntem olarak benimsemeye yatkın devletler listesinin en başlarına açık bir biçimde yerleştirir.
En az bunun kadar önemli olan bir başka nokta ise şudur: İsrail, geniş çapta bir terör programı uygulayabilecek bir güce de sahiptir. Yahudi Devleti'nin Ortadoğu'daki gücü tartışılmaz. Ancak bunun da ötesinde, stratejik hesapları Latin Amerika'dan Uzakdoğu Asya'ya kadar uzanmaktadır (bunu kitabın içinde inceleyeceğiz). Çünkü İsrail, kendi stratejik geleceğinin, yalnızca içinde yaşadığı bölgenin şartları tarafından değil, aynı zamanda tüm bir dünya sistemi tarafından belirleneceğini düşünmektedir. Ve bu nedenle de anılan dev coğrafya içinde, İsrailli profesör Benjamin Beit-Hallahmi'nin "İsrail'in dünya savaşı" dediği büyük mücadeleyi yürütmektedir.2
Bir diğer önemli nokta ise, İsrail'in bu "dünya savaşı"nın son derece örtülü bir biçimde yürütmesidir. Terörün kaynağı olmak için en az İsrail kadar önemli "gerekçe"lere sahip olan ABD'nin uluslararası terördeki rolü, daha kolay ve açık bir biçimde görülebilir. Ancak İsrail, uluslararası terördeki rolünü çok daha ustaca gizleyebilmektedir. Bunu yapabilmek için kullandığı en büyük araç ise, "Yahudi Soykırımı" efsanesinin kendisine kazandırdığı dokunulmazlık kalkanıdır.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı, mantıksal bir analiz, bizi İsrail'in uluslararası terörde önemli fakat çok az farkedilen bir rolü olduğu sonucuna vardırmaktadır ki, kitabın içinde incelenen somut verilerin ortaya koyduğu tablo da bunu doğrulamaktadır.
Kitabın içinde sık sık vurgulayacağımız İsrail bağlantısının anlamı ve gerekçesi de budur.
Masonik Bağlantı
Kitabı okuyanlar, İsrail kadar bir diğer terör kaynağının daha sık sık anıldığını göreceklerdir: Masonluk, özellikle de örgütün İtalya'da deşifre edilmiş kolu olan P2 Locası.
Bu durum, bazıları tarafından ilk başta yadırganabilir. Çünkü bu örgütün, hümanistik prensiplere bağlı bir elit kulübü olduğunu ve terörle pek bir ilgisi olamayacağını düşünebilirler.
Oysa söz konusu örgüt, büyük siyasi hedeflere sahiptir ve bu nedenle de, tarih boyunca olduğu gibi bugün de terörle ilişkilidir. Kuşkusuz bu durum örgütün üyelerinin hepsi tarafından bilinmez, aksine çoğu bu durumdan habersizdirler. Terör bağlantısını kuranlar örgütü yöneten çekirdek kadrodur, bağlantıdan habersiz olan diğerlerini ise daha "legal" amaçlar için kullanmaktadırlar. Terör bağlantısı, sıradan mason localarından değil, çekirdek kadronun oluşturduğu özel ve izole localardan yürütülür ki, İtalya'daki P2 Locası buna bir örnektir.
Masonluk üzerinde durmamızın bir diğer önemli nedeni ise, örgütü yöneten çekirdek kadronun, bir yandan da uluslararası terörün etkili odağı olan İsrail'le yakın ilişki içinde oluşudur. Masonluk, İsrail kurulmadan çok daha önceleri Yahudi sermayesiyle ve Yahudi politik gücüyle ittifak yapmış bir örgüttür. Felsefi bir ortak zemin üzerinde gelişen ittifak, iki tarafından ortak düşmanı olan kurulu dinlere karşı büyük bir mücadele vermiş ve günümüze kadar da kesintisiz sürmüştür. İki güç arasındaki bu tarihsel ittifak, daha önceki bazı çalışmalarımızda çok ayrıntılı biçimde incelenmişti.3
Örgüt, özellikle örgütün P2 benzeri localarda bir araya gelen çekirdek kadrosu, bugün de dünyadaki Yahudi sermayesiyle ve Yahudi politik gücüyle ve buna bağlı olarak da İsrail'le yakın ilişki içindedir. Ve İsrail'in uyguladığı global terörde önemli bir aracılık görevi üstlenmektedir. Kitabın içinde bunun örneklerini inceleyeceğiz.
Terörün Perde Arkası
Tüm bunların ardından, Terörün Perde Arkası'nın İçeriği hakkında biraz önbilgi vermekte yarar var.
Kitap, İsrail gizli servisini inceleyen bir bölümle başlıyor. Bu bölümde Mossad'ın çeşitli eylemlerinin bilinmeyen yönleri ve örgütün diğer gizli servislerle olan ilişkileri konu ediniliyor.
İkinci bölüm, Vatikan'ı konu ediyor. Katolik dünyasının merkezinin nasıl masonlar tarafından dejenere edildiği, "33 günlük Papa" I. Jean Paul'ün örgüt tarafından nasıl ortadan kaldırıldığı ve Vatikan'daki bu masonik etkinin Papalığın Yahudiler'e ve İsrail'e olan tavrına nasıl etki ettiği inceleniyor.
Üçüncü bölüm, mafyanın ve silah tüccarlarının bilinmeyen dünyasından bazı önemli bilgiler veriyor. Amerika'daki mafya dünyasının İsrail'le olan ilişkileri ve İsrail'in Yahudi silah tüccarları aracılığıyla çeşitli terör örgütleri ile kurduğu bağlantılar ortaya konuyor.
Dördüncü bölüm, P2 Mason Locası skandalı ile ilgili. Locanın İsrail'le ve Mossad'la olan ilişkilerine değinerek başlanan araştırma, P2'nin ülke içinde ulaştığı inanılmaz gücü ve yürüttüğü kirli işleri tüm açıklığı ile ortaya seriyor.
Beşinci bölüm, ünlü Gladio örgütü ile ilgili. İtalya'da ortaya çıkartılan ve "rejimin bekası" adına bir çok cinayet ve sabotaj gerçekleştiren ve sayısız yasadışı faaliyet yürüten "kontrgerilla" örgütünün P2 Locası ile olan ilişkisi, P2 üzerinden kurulan Mossad bağlantısı ve mafya bağlantısı ele alınıyor.
Altıncı bölüm, öncekilerden çok daha farklı bir konuya el atarak, dünyanın dört bir yanındaki "antisemit terör"ün perde arkasında kalan bazı şok edici gerçekleri gösteriyor. İsrail'in, "Yahudi kimliğinin bekası için Yahudi düşmanlığına gerek vardır" mantığı ile antisemitizmi nasıl körüklediği ve el altından desteklediğinin örnekleri ortaya konuyor.
Bundan sonraki iki bölüm ise, devlet terörüne kaynaklık eden iki temel ideolojiyi bunların somut örneklerini inceliyor. Yedinci bölüm, Faşizm ile ilgili. Konu, Faşizmin felsefesinin terörle olan "bire-bir" ilişkisi ve çeşitli faşizm örneklerinin teröre olan bağlılıkları. Ayrıca, kitabın genelinde olduğu gibi, bu bölümde de "perde arkası"nda kalan İsrail bağlantısı inceleniyor.
Sekizinci bölümdeki konu ise, öteki uçta yer alan Komünist terör. Marksizmin teorik gelişimi ve SSCB'deki uygulanışında kalıtımsal olarak yer alan terör geleneği vurgulanırken, bir yandan da söz konusu ideolojinin terörün malum uluslararası kaynakları ile ilişkisi ele alınıyor.
Kitapta ortaya konan ilişkiler, bazı okuyucular tarafından ilk anda kabul edilmek istenmeyebilir. Bu kuşkusuz belirli bir "dünya görüşü" ve kazanılmış entellektüel alışkanlıklar ile ilişkilidir. Eğer bir insan, dünyadaki sosyo-politik sistemin tam da göründüğü gibi olduğuna ve hiçbir "gizli yanı" bulunmadığına sıkı sıkıya inanıyorsa, bu kitabı yadırgaması doğaldır. Ama bu önyargıdan kurtularak objektif bir biçimde kitabı değerlendirmesini öneririz.
Çünkü ortaya konan bağlantılar, bir hayli "beklenmedik" de olsalar, son derece somuttur.
DİPNOTLAR
1. Ernest Renan, “What is a Nation?”, H. Bhabha, Nation and Narration, ss. 8-22.
2. Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection, s. 243.
3. Masonluk ile Yahudi siyasi gücü ve Yahudi sermayesi arasındaki ilişkinin tarihsel, felsefi ve stratejik boyutları hakkında bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen: Dünyanın 500 Yıllık Gerçek Tarihi ve Dünya Düzeni’nin Gizli Yöneticileri, 2.b. İstanbul: Vural Yayıncılık, Mart 1997.