III. Bölüm:Avrupa'yı Kuşatan Tapınakçı Şebekesi

Tapınak Şövalyeleri, Hıristiyanlığa düşman bir tarikat olarak, dünya hakimiyeti ideallerini gerçekleştirmek için her türlü yönteme başvurdular. İstedikleri güvencelere kavuşur kavuşmaz, göz boyama maksatlı misyonerlik yeminlerini ve sözde dindarlıklarını bir yana bırakıp geniş çaplı bir hakimiyetin finansmanını toplamaya koyuldular. Tapınakçıların kurdukları ağ, eşine ancak günümüzün uluslararası mafya kartellerinde rastlanabilecek organize faaliyetler neticesinde, bütün Avrupa'yı, deniz ticaretinin kalbi olan Akdeniz gemi yollarını ve limanlarını sarmıştı. Ayrıca, tarikat mensupları, İngiltere, İrlanda gibi kuzey ülkelerinin deniz ve kara ticaretinden de büyük bir pay alıyorlardı.

Tapınakçılar nakliye işlerini deniz yoluyla yapmaya başladılar.

Tapınakçılar, kanunsuz yollardan kazandıkları geliri çeşitli yatırımlar için harcıyorlardı. Toprak satın alımı ve inşaatçılık bu yatırımların başında yer alıyordu. Tapınakçılar, büyük şato ve kilise inşaatlarında uzmanlardı. Sahip oldukları topraklarda köyler, kasabalar ve hatta şehirler kurarak paralarını aklıyorlardı. Kurdukları yerleşim yerleri sayesinde yeni nüfuz alanları oluşturup vergi, haraç gibi farklı ve önemli gelir kaynakları elde ediyorlardı.
Bankerlik, emlakçılık ve inşaat işlerinden sonra şövalyelerin en önem verdikleri sektör denizcilikti. O çağda kara yolculukları çok masraflı, zor ve tehlikeliydi. Deniz yolları ise daha rahat, ekonomik ve güvenliydi. Dolayısıyla, Hıristiyanların hakim olduğu merkezler arasında güvenli ve hızlı nakliye yapmak oldukça karlıydı. Bu nedenle, Tapınakçılar nakliye işlerini bu alana kaydırdılar. Başlangıçta Venedikliler, Cenevizliler gibi uzman denizcilerle çalışarak kısa sürede denizciliği öğrenip kendi filolarını kurdular.

Tapınakçılara ait yük gemilerinden bir görüntü.
Büyük ticari ayrıcalıklar elde ettikleri Marsilya, Tapınakçıların Akdeniz'deki en önemli merkeziydi. Ancak, varlıkları Marsilya'yla sınırlı kalmadı. İskenderiye'den Tripoli'ye, Antakya'dan Sayda'ya kadar, bütün önemli limanlarda tarikatın merkezleri ve ticaret gemileri mevcuttu. 1216-33 yılları arasında büyük bir deniz gücüne ulaşan tarikat, nakliye yollarında üstünlüğü ele geçirirken, denizcilikle uğraşan tüccarların da zor durumda kalmalarına yol açtı. Denizcilik konusunda kazandıkları büyük tecrübe, daha sonraki dönemlerde Tapınakçıların engizisyondan kaçışlarını, Amerika gibi uzak ülkelere ulaşmalarını ve sömürgecilik faaliyetlerinde önemli rol oynamalarını sağlayacaktı.
Tehlikeli gidişatı, Fransa Kralı IV. Philippe'den çok önce fark eden Roma İmparatoru II. Frederick, 1220 yılında, şövalye tarikatlarının serbestçe ve hiçbir sınırlama olmadan toprak almalarını yasakladı. Çünkü, gidişata bakılırsa, bir ülkeyi topyekün ele geçirmeleri ihtimal dahilindeydi. Frederick, zaman içinde, kendi topraklarındaki Tapınakçıların mallarına el koydu ve ayrıcalıklarını kaldırdı. Bu gelişme Tapınakçıların, dolayısıyla da Papa'nın öfkesini üzerine çekti ve 1227'de Papa IX. Gregory, Kral'ı aforoz etti. Böylece tarikat, bir müddet daha faaliyetlerini kesintisiz olarak sürdürme imkanı buldu.

Tapınakçılara ait gemi kolonisi (solda). Roma İmparatoru II. Frederick (sağda).
1258 yılında Roma İmparatoru Manfred tahta çıktığında, Tapınakçıların bölgedeki üstadı Canellili Albert, çeşitli rüşvetlerle Kralı ikna ederek kaybettikleri imkanları geri aldığı gibi, Manfred'in özel koruyuculuğunu da sağladı.

Fransa Kralı VII. Louis'yi gösteren resim. VII. Louis'nin baş danışmanı da Tapınakçıydı.
Bu tarihlerde, Tapınakçılar bütün Avrupa'ya yayılmış, devlet içinde yeni bir devlet oluşturmuşlardı. Kendi yönetim birimleri ve sistemleri Avrupa'nın önemli merkezlerinde faaliyet halindeydi. Tarihçi yazar Funk, Tapınakçıların gerçek yüzünü şöyle tasvir etmektedir:
'İsa'nın yoksul askerleri' olma iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Oysa hiçbir şey, gerçeklerden bu kadar uzak olamazdı. Tapınakçılar arasında Avrupa'nın en zengin insanlarını, Paris ve Londra'nın önde gelen bankerlerini görmek mümkündü: Champagne Kontu Hugh, Castilli Blanche, Alphonso de Poitiers, Artoisli Robert, Aragon Kralı I. James ve Napoli Kralı I. Charles'in maliye bakanları, Fransa Kralı VII. Louis'nin başdanışmanı Tapınakçıydı.11

Tapınakçılar o kadar zengin olmuşlardır ki, faaliyet yürüttükleri krallıklardaki bazı hükümdarlar tamamen onların desteğine bağımlı hale gelmişlerdir. 13. yy. Tapınakçılarına ait bir şato görülüyor.
Tarikat, belirli ülke ve bölgelere daha fazla önem vermiş, buralarda kendi merkezlerini kurmuştu. Bunların başında, Kudüs, Tripoli, Antakya, Fransa, İngiltere, Poitiers, Aragon (İspanya), Portekiz, Apulia (İtalya) ve Macaristan geliyordu. Sadece İngiltere'de, şövalyelere ait 5000 adet mülk tespit edilmişti. Butler ve Dafoe bu konuyu şöyle açıklar:
Sonuç olarak, Tapınakçılar o kadar zengin olmuşlardır ki, faaliyet yürüttükleri krallıklardaki bazı hükümdarlar tamamen onların desteğine bağımlı hale gelmişlerdir. İngiltere'nin birçok kralı, tarikata olan devasa borçlarına karşılık Kraliyet hazinesini Londra'daki Tapınakçı merkezlerine ipotek etmiştir. Bu durum, karar mekanizmalarını etkilemede Tapınakçılara büyük bir güç vermiş, onlar da bu gücü, savaşan hükümdarlar arasında sürekli hakemlik yaparak kullanmışlardır.12
Tapınakçıların ekonomik hakimiyeti bir başka kaynakta da şöyle aktarılmaktadır:
Gerçekte, İngiliz tahtı müzmin bir şekilde Tapınakçılara borçluydu. Kral John ve 1260-1266 yılları arasındaki askeri seferlerde hazinesi tükenen III. Henry, devamlı olarak Tapınakçılardan borç almıştı.13
Şehir merkezlerinde politika, ticaret, finans işleriyle uğraşan şövalyeler şehir dışında, geniş araziler üzerinde kurulan tarikat evlerinde tarım, hayvancılık, madencilik gibi sektörleri yönetmekteydiler. Tapınakçı merkezlerinde 2 ila 4 arasında şövalye bulunur, bu biraderler işlerin kontrolünü ve yönetimini sağlarlardı. Bu sistemi, günümüzdeki çok uluslu şirketlere benzetmek mümkündür. Tapınakçılar, kanun dışı yöntemlerle varlığını devam ettiren dev bir şirket haline gelmiş, şirketlere ait bütün bilgileri büyük bir gizlilikle saklamış, Kilise'ye bile bu konuda bilgi vermemişlerdi.

Tapınakçılar, kanun dışı yöntemleri olan dev bir şirket haline gelmiş, bütün bilgileri büyük bir gizlilikle saklamış, Kilise'ye bile bu konuda bilgi vermemişlerdi.

İngiltere Kralı III. Henry, devamlı olarak Tapınakçılardan borç alıyordu.
Yine de çeşitli verilerden yola çıkarak Tapınakçıların gizli faaliyetleri hakkında çeşitli bilgiler edinmek mümkündür. Tarihi kaynaklara göre, o dönemde en az 20 bin şövalye ve şövalye başına 7-8 kişilik kadro faaliyet halindeydi. Bu kadrolar, şövalyelerin kontrolü altında denizcilikten ticarete, tarımdan inşaat sektörüne kadar tarikat mensuplarının işlerini görüyordu. Yani basit bir hesapla, takibata uğradıkları dönemde Tapınakçılar en az 160 bin kişilik bir kadroya sahiptiler.14 Bir ağ gibi bütün Avrupa'yı ve Akdeniz kıyılarını kuşatan bu kadro, aynı zamanda dönemin en büyük lojistik gücünü de oluşturuyordu.
Tarikatın böylesi geniş bir alana yayılmış olan mal varlığına tümüyle el koymak ne Fransa Kralı ne de Papa için mümkün olabilmiştir. Kralların servetleriyle yarışan mal varlıkları, (engizisyondan kaçtıkları dönemde) Tapınakçılara ihtiyaçları olan korumayı ve güvenceyi sağlamaya yetmiştir.

Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan sömürgecilik, emperyalizm, vahşi kapitalizm, uluslararası organize suç, kara para gibi sömürü sistemlerinin ilk modelleri tarikat tarafından bu dönemlerde icat edildi ve yoğun bir biçimde uygulandı. The Temple and The Lodge (Tapınak ve Loca) adlı kitapta, yazar bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:
Hiçbir Ortaçağ kurumu kapitalizmin yükselişine Tapınakçılar kadar katkıda bulunmamıştır.15
1307 yılında başlayan Tapınakçıların sorgulandığı mahkemeler, II. Frederick'in şüphelerinin ne kadar haklı olduğunu ortaya koymuştur. Yıllar süren takip, tutuklama ve infazlar sonucunda Kilise her ne kadar resmen ortadan kalktığını iddia etse de tarikat, bütün Avrupa'da isim ve kimlik değişikliğine giderek faaliyetlerine devam etmiştir.
Buraya kadar verilen bilgi ve örneklerden de anlaşılacağı gibi, tüm Avrupa'yı kontrol altına alan Tapınak Şövalyeleri tarikatı, Hıristiyanlık prensiplerine bağlı dindar bir tarikat değildi. Tam tersine, tüm faaliyetleri din ahlakına tamamen tersti. Sonraki bölümde de göreceğimiz üzere, Tapınakçı tarikatına hakim olanların inançları ve uygulamaları, Hıristiyanlığa uzak, hatta ona düşman bir yapı sergilemekteydi.
DİPNOTLAR
11. The Trial Of The Knights Templar, Gmelin, Die Tempelherren; Henry D. Funk, “The Builder, 1916.
12. The Templar Continuum, Alan Butler-Stephen Dafoe, Templar Books 1999, s. 75.
13. The Financial Relations of the Knights Templars to the English Crown, Ferris, s.10.
14. The Templar Continuum, Alan Butler-Stephen DafoeTemplar Books 1999, s. 76.
15. The Temple and the Lodge, Michael Baigent, Richard Leigh, London: Corgi Books, 1990, s. 81.