IV. Bölüm:Tapınakçıların Sapkın Dini

Tapınakçı tarikatını kuranlar ve sonradan tarikata katılanların büyük bir kısmı Hıristiyanlıktan uzak insanlardı. Zaten, tarikatın önde gelen destekçilerinden Aziz Bernard'ın amacı da, savaşçı şövalyeleri Kilise'ye bağlı askerler haline getirmekti. Ancak bu plan başarısızlığa uğradı; ilk başta Kilise'nin lehinde gibi gözüken anlaşma, kısa sürede Hıristiyanlığın aleyhine döndü. Bunun asıl sebebi, şövalyelerin, Kilise'nin sunduğu inancı kabul etmeyip farklı bir inancın temsilciliğini yapmalarıydı.

Kilise, ilk kurulduğu günden itibaren farklı akımlar yüzünden büyük sıkıntılara düşmüş, bir Hıristiyanlık birliği kurulana kadar yüzyıllar geçmişti. Bu dönem içinde, Gnostiklikten Ariusçuluğa, Bogomilcilikten Waldoculuğa kadar çok sayıda akım Katolik Kilisesi'nin alternatifi olmuştu. Belirli bir döneme kadar bu akımları bastırmayı hatta yok etmeyi başarmışsa da, Reformasyon hareketiyle doruğa çıkan tepkiler, Kilise'nin mutlak hakimiyetini sona erdirmişti. Kilise, özellikle şövalyelerin yaşadığı dönemde, bütün Avrupa'ya hakim bir görüntü çizmesine rağmen, halk arasında çok farklı inançlar varlığını sürdürüyordu. Güney Avrupa'ya hakim Latin halklarla, başta Germenler olmak üzere Kuzey Avrupa'ya hakim halklar arasında da büyük bir inanç ve gelenek farkı vardı. Genelde şövalyelerin köklerinin de dayandığı kuzey kavimleri, başlarındaki kralların zorlamalarıyla Hıristiyanlığa girmiş olduklarından, kendi inançlarını ve batıl geleneklerini kaybetmemiş, aksine bu inançları Hıristiyanlığa dahil etmeyi başarmışlardı. Böylece, görünüşte Hıristiyan, gerçekte ise kendi geleneksel inançlarını yaşayan halklar tarih sahnesine çıkmış oldular.

Kabala, genel olarak Yahudi mistisizmini temsil eden bir kelimedir ve dilden dile aktarılan gizli geleneği anlatmak için kullanılır. Kabala'nın üzerindeki Tapınakçı haçları dikkat çekiyor.

Ortaçağ Avrupası bu karanlık dönemde, büyük bir cehalet içindeydi; Kilise'ye bağlı kurumlarda bile okuma yazma bilen sayısı çok azdı. Dini metinler Latince olduğundan, farklı ırklara ve dillere mensup halklar, dini konular hakkında kulaktan dolma bilgilere sahiplerdi. Halk, Kilise'yle bağlantısını, çoğu zaman kendisini köle gibi çalıştıran, büyük vergiler ve bağışlar alan, manastırlarında zengin bir hayat yaşayan bazı yerel dini otoriteler aracılığıyla kuruyordu. Bu kişilerin halka verebilecekleri doyurucu bir bilgi yoktu. Cahil halk, doğru bilgi yerine efsanelerle, uydurma bilgilerle kontrol altında tutulmaktaydı.

Kökleri eski Mısır'a, İran ve Hint efsanelerine, Yunan, Roma, Viking, Kelt mitolojilerine dayanan hurafeler, geniş bir kesim tarafından hiç şüphe duyulmadan kabul ediliyordu. Büyücülük, şifacılık, simya, astroloji, falcılık gibi batıl uğraşlar, hem korkulan hem de güç ve fayda elde etmek için yaygın olarak başvurulan yöntemlerdi. Akıl dışı yöntemlerin yanı sıra, periler, canavarlar, homunculus adı verilen cüce insanlar, sihirli objeler, tılsımlar, büyülü ormanlar gibi hayal ürünü unsurlar da bu karanlık dünyada önemli bir yere sahipti.

Tapınakçıların sapkın inanışları böyle bir ortamda gelişti. Hıristiyanlıkları ve Kilise'ye bağlılıkları sözde kalan şövalyeler, kendi uluslarında, kendi toprak ve geleneklerinde yerleşik batıl inançların etkisi altındaydılar. Üstelik, soylu kesim arasındaki Hıristiyanlık inancı cahil halka oranla çok gevşek bir yapı sergiliyordu. Krallar ve soylular yeri geldiğinde Kilise'ye karşı gelmekten çekinmiyorlardı; çünkü Kilise'yle girilen çıkar ilişkileri, farklı kaynaklardan gelen istihbaratlar, diğer uzak milletlerde neler yaşandığı hakkında ulaşan bilgiler kralların ve soyluların Kilise hakkında şüpheye düşmelerine, hatta Kilise büyüklerini iktidar rakibi olarak görmelerine yol açıyordu.

Doğudaki büyük hazineleri ele geçirmek, kahraman olarak yüksek mevkilere çıkmak hayali, fakir Avrupa'nın bütün soylularını olduğu kadar Tapınakçıları da etkisi altına almıştı. Ne var ki, Kutsal Topraklara yerleşen Tapınakçılar efsanelerdeki sonsuz hazineleri bulamayınca büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Hatta, kendilerine sonsuz bir güç vereceğine inandıkları kutsal objeleri bulmak için Süleyman Mabedi'nde kazılar yaptılar. 16

Doğa güçlerini kontrol altına almanın yöntemi olduğuna inanılan Kabala, şövalyelerin aşina oldukları büyüler, tılsımlar, gizemler, semboller ve bunların nasıl kullanılacağı konusunda bilgiler içermekteydi. Şövalyelerin Kabala'yla bu kadar yakından ilgilenmelerinin sebebi aslında çok açıktı: İstedikleri maddi gücü elde etmek için, sözde doğaüstü yöntemlerden yardım almaları gerektiğine inanıyorlardı.

Uğradıkları büyük hayal kırıklığına rağmen Tapınakçıların amacında bir şaşma olmadı; aksine dünyevi hakimiyeti sağlayacak yeni yöntemlerin peşinde koşmaya başladılar. Bu dönemde, tarikat mensupları bir nevi eğitim dönemine girdiler. Yahudi mistisizmi, Kabalacılık, gnostiklik, Haşhaşilik gibi farklı öğretilerden; Monarkiyanlar, Paulisyenler, Katarlar gibi Hıristiyanlık akımlarından farklı bir bakış açısı edindiler. Bir yandan da, Yahudi bilginlerinden denizcilik, ticaret, mühendislik, bilim gibi konularda gerekli eğitim ve tecrübeyi aldılar.

Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan Albert Pike.

Tapınakçıların bu dönem sonunda nasıl sapkın bir inanca ve zihniyete ulaştıklarını şu şekilde özetleyebiliriz:

1- Tapınakçılar, temel olarak Kabala* (*Kabala, genel olarak Yahudi mistisizmini temsil eden bir kavramdır ve dilden dile aktarılan gizli geleneği anlatmak için kullanılır. Kabala üstadları çeşitli meditasyon, büyü, muska yöntemlerini kullanarak şeytani güçlerle ilişki kurmayı ve onları yönetmeyi amaçlarlar.) mistisizminin etkisi altına girdiler. Doğa güçlerini kontrol altına almanın yöntemi olduğuna inandıkları Kabala, şövalyelerin aşina oldukları büyüler, tılsımlar, gizemler, semboller ve bunların nasıl kullanılacağı konusunda bilgiler içermekteydi. Daha önce de değindiğimiz gibi, bu dönemde büyü, simya, astroloji gibi konular hiç şüphe edilmeden kabul görmüştür. Tapınakçılar, Kabala ilmini doğrudan Kabalacılardan öğrenmişlerdir. Şövalyelerin Kabala'yla bu kadar yakından ilgilenmelerinin sebebi aslında çok açıktı: İstedikleri maddi gücü elde etmek için, doğaüstü yöntemlerden yardım almaları gerektiğine inanıyorlardı. Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan Albert Pike, Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçıların amacını şöyle açıklar:

Tapınakçılar günümüz satanistlerinkine benzer şeytani bir telkinin etkisi altındaydılar.

"... Tapınakçılar, en baştan beri Roma'nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti."17

2- Tapınakçılar, ayrıca, İran kökenli Mani inancıyla başlayan ve Katarlarla Fransa'da doruk noktasına ulaşan sapkın dualist inancın da etkisi altındaydılar. Bu sapkın inanca göre dünya hakimiyetinin yolu şeytana hizmet etmekten geçmektedir. Görüldüğü gibi, Tapınakçılar bugünkü satanistlerinkine benzer şeytani bir telkinin etkisi altındadırlar. "Görmedin mi, Biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar" (Meryem Suresi, 83) ayetinde bildirildiği şekilde şeytan, tüm inkarcılara yaptığı gibi Tapınakçıları da bu tür sahte vaadlerle kandırıp peşine düşürmüş, onları doğru yoldan uzaklaştırıp kendisiyle birlikte cehenneme sürüklemiştir. Göklerde ve yerde olanların tümünün sahibi olan ve mülkte kimseyi Kendisi'ne ortak edinmemiş olan Yüce Allah şeytanın aldatan ve cehenneme sürükleyen vasfını Kuran'da şöyle haber vermiştir:

(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey vaad etmez. Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 120-121)

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan vaadi vaad etti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır." (İbrahim Suresi, 22)

Şeytan da herkes gibi Allah'ın yarattığı ve herşeyiyle Allah'ın kontrolünde olan aciz bir varlıktır. Kendisine ait herhangi bir gücü ve etkisi yoktur, ayrıca ayette bildirildiği gibi, "... Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır."(Nisa Suresi, 76)

Homoseksüellik Tapınakçılar arasında meşru olarak kabul ediliyordu. Tapınakçıların resmi mühürlerinin üzerinde yer alan yukarıdaki figürün bu sapkınlığı sembolize ettiği söylenir.

Allah, şeytanı insanlar için bir imtihan vasıtası kılmış, ona uyan ve peşinden giden inkarcılara cehennemi, ona uymayıp Allah'ın gösterdiği doğru yola tabi olan müminlere de cenneti vaat etmiştir.

Kuran'da Allah, şeytana şöyle buyurduğunu haber vermektedir:

Demişti ki: "Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza. Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. "Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur." Vekil olarak Rabbin yeter. (İsra Suresi, 63-65)

Tapınakçıların peşinden gittiği yukarıda bahsettiğimiz batıl inançlar, onları bir başka sapkınlığa daha yöneltmiş ve homoseksüellik Tapınakçılar arasında meşru olarak kabul edilmiştir. Fransa'da Tapınakçıların yargılanması sırasında ortaya çıktığı gibi, bu cinsel sapkınlık Tapınakçıların yaygın uygulaması haline gelmiştir.

3- Tüm bu sapkın inançların bir sonucu olarak, Tapınakçılar Hıristiyan ahlakından tamamen uzaklaşmış, yalnızca dünyevi çıkarlarını gözeten karanlık bir örgüt haline gelmişlerdir.

Tapınakçıların, yukarıdaki ana başlıklar altında özetlenebilecek olan zihniyet ve idealleri, daha sonradan dönüştükleri masonluk örgütüne miras kalacak ve yeryüzünün perde arkasındaki yöneticilerinin temel zihniyeti olarak günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürecektir. Halen dünya üzerinde yaygın olan dine uygun olmayan yaşam felsefesinin mimarları ve uygulayıcıları da şeytanın sadık hizmetkarları olan bu sapkın tarikatın mirasçılarından başkaları değildir.

Tapınakçıların zihniyet ve idealleri masonluk örgütüne miras kalmış ve yeryüzünün perde arkasındaki yöneticilerinin temel zihniyeti olarak günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürmüştür.

Gerçekte Tapınakçıların sahip oldukları ve yaptıkları tüm bu kötülüklerin kaynağı şeytandır. Kudüs'te, Kabala ve birtakım mistik öğretilere kapılmalarından itibaren şeytanın sapkın felsefesinin etkisi altına girmişler ve onun sapkın yolunu benimsemişlerdir. İşte o zamandan günümüze dek Tapınak Şövalyeleri ve onların mirasçıları olan masonların önemli bir bölümü şeytanın izinden giden, şeytanın sapkın felsefesini yeryüzünde yerleşik kılmaya çalışan topluluklar olmuşlardır. Gerçekte bu güruh şeytanın peşinden gidenlerin nasıl kötü bir sonuca varabileceğini göstermesi açısından iman edenler için bir ibret vesilesidir. Allah, iman edenleri şeytana uymamaları konusunda Kuran-ı Kerim'de şöyle uyarmaktadır:

Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur Suresi, 21)

Ancak şunu da hiçbir şekilde unutmamak gerekir ki, asırlardır şeytanın etkisiyle "kötülüğün düzenleyicisi" olan ve "çirkin utanmazlıkları emreden" bir kısım masonlara da içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için yardımcı olmak gerekmektedir. Masonları güzel sözle, hoşgörüyle, tevazuyla ve sevgiyle Allah'ın dinini yaşamaya davet etmek, bu karanlık dünyadan kurtulmaları için onlara yardım etmek tüm iman sahiplerinin üzerine düşen çok önemli bir sorumluluktur. Hiç şüphesiz onlar da asırlardır süregelen bu bozguncu düzenin kendileri için hem dünyada hem de ahirette ne kadar büyük kayıplara neden olduğunu anladıklarında pişmanlık duyacak, yaptıkları kötü işlerden vazgeçeceklerdir.

Bu kararı aldıktan sonra Allah doğru yolu bulmalarında onlara yardımcı olacak, kalplerine huzur ve güven duygusu verecek, barış ve sevgi dolu bir hayat yaşatacaktır. Bu nedenle masonların gerçekleri anladıktan sonra bir an bile tereddüt etmeden, yaptıkları tüm kötülükleri arkalarında bırakmaları ve sapkın hayatlarından uzaklaşmaları gerekmektedir.

DİPNOTLAR

16. The Hiram Key, Christopher Knight ve Robert Lomas, , Arrow Books, 1997, s. 37

17. Morals and Dogma, Albert Pike, The Roberts Publishing Co., Washington, 1871.