II. Bölüm:Bir Ortaçağ Mafyası: Tapınakçılar

Truva Konsülü'nden sonra, Tapınakçılar büyük bir hızla güçlerini ve sayılarını artırıp dönemin en güçlü ve en korkulan şövalye tarikatı haline geldiler. Büyük bağışlar toplamış, özel vergi gelirleri elde etmiş, inşaat, tarım, hayvancılık, nakliye, denizcilik gibi sektörlerde önemli yatırımlar yapmışlardı. Fakat bu çalışmalar ana gelir alanı olmaktan çok, göstermelik faaliyetlerdi; çünkü tarikatın asıl gelir kaynağı kara paraydı.

Tapınakçıların karanlık sermayelerini oluştururken kullandıkları yöntemler, organize suç örgütlerinin günümüzde kullandıkları yöntemlerden farklı değildi. Kaldı ki, bugün mafya sistemi olarak bilinen örgütlü suç yöntemlerini tarihte ilk defa icat edenler aslında onlardı.

Zorba kralların veya kötü yola sapmış Kilise görevlilerinin bireysel olarak gerçekleştirdikleri kanun dışı uygulamalar, Tapınakçılar tarafından sistemli bir kara para kaynağı haline getirildi ve onlara bilinen güçlerini kazandırdı. Fakirlik yemini etmiş, sözde misyoner hayatı yaşayan bir tarikatın, kısa sürede krallarla yarışacak bir servete ulaşmasının nedeni kullandıkları organize mafya yöntemleridir. Bu yöntemleri aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:

a) Tefecilikb) Savaş adı altında soygun, yağma, gaspc) Rüşvetç) Spekülasyond) Politik oyunlare) Keyfi vergilerf) Haksız imtiyazlarg) Köle ticaretiğ) Sömürgecilik faaliyetlerih) Uyuşturucu (haşhaş) trafiği

Tapınakçılar krallarınkine eşdeğerde bir servete sahiptiler.

Görüldüğü gibi Tapınakçılar kötülüğün her çeşidini organize hale getirip bunu yaygınlaştırmayı ve bundan dünyevi güç ve çıkar elde etmeyi temel görev edinmişlerdi. Allah kötülüğü örgütleyip düzenleyenler hakkında Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler?Ya da onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden (mi emindirler?) Ki onlar (bu konuda Allah'ı) aciz bırakacak değildirler.Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler)? Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 45-47)

Tapınakçıların kara para vurgunlarında kullandıkları yöntemlerin başında tefecilik gelmektedir. Aslında Hıristiyanlıkta tefecilik kesinlikle yasaklanmıştır ve karşılığında büyük cezaları vardır. Bu yüzden tefecilik, Ortaçağ'da bazı Yahudilerin tekelindeydi. Cezalardan muaf Yahudi bankerlerin bir kısmı para ticareti yaparak büyük kazançlar sağlıyor, krallara ve soylulara verdikleri borçlar sayesinde imtiyazlar elde ediyorlardı. Tapınakçılar, hiçbir Hıristiyanın girmediği bu alana el atarak kısa sürede söz konusu Yahudi bankerlerin yerini aldılar.

İngiltere Kralı I. Richard

Tapınakçılar, para ticaretinden kazandıkları yaklaşık yüzde onluk faiz gelirine, kira, masraf gibi isimler takarak yasak olmasına rağmen bu işlere devam ediyorlardı. Bütün önemli merkezleri kapsayan bir ağ oluşturmuş, başta Kutsal Topraklar ve bu merkezler arasında olmak üzere, bilinen bütün önemli noktalar arasında güvenli para transferi gerçekleştirmişlerdi. Özellikle kraliyet makamlarında, ticaret merkezlerinde ve hac yollarında kurulan ve bir banka şubesi gibi çalışan Tapınakçı malikanelerinde yüksek miktarda para depolanmıştı. Para transferi yapmak isteyen kişi, belirli bir noktada parasını bu malikaneye yatırıp karşılığında senet alıyor ve gittiği noktadaki malikanede senedi verip belirli bir faiz ödeyerek parasını tahsil ediyordu. Tapınakçı banka şubelerine yatırılan paralar çok farklı amaçlar için kullanılıyordu. Burada en önemli unsur, sözde hayır işleri yapan örgütün fakir halk da dahil olmak üzere çeşitli kesimlerden topladığı büyük faiz geliridir. Bu gelir, hiçbir otorite tarafından denetlenemeden, meçhul amaçlarda kullanılmak üzere şövalyelerin kasasına akıyordu. Daha da ilginç olanı, Tapınakçıların kar sistemlerini gizli tutmalarıydı. Hiç kimse hesap soramadığı için, tarikat, tefeciliği misyoner teşkilatı içinde kurumsal bir hale getirmişti. Sonraki dönemlerde ise tefecilikleri ortaya çıkmış ve mahkumiyetlerinin sebeplerinden biri olmuştur.

Papa III. Innocent 1207 yılında şövalyeleri, imtiyazları istismar etmekle suçlamıştı.

I. Haçlı Seferi sırasında Fransa'nın toplam yıllık geliri 250 bin frank civarındaydı.5 Yapılan tahminlere göre, tarikatın sadece Avrupa'da -9000 ayrı noktadaki büyük gayrımenkul varlığı bir yana- o dönemdeki yıllık nakit geliri ise yaklaşık 30 milyon franktır.6 Bu geliri günümüz rakamlarıyla kıyasladığımızda, Tapınakçıların ne kadar büyük bir servete hükmettikleri, krallarla yarışacak düzeyde varlığa sahip oldukları daha iyi anlaşılmaktadır. O kadar ki, 1191'de Kıbrıs'ı Kral Richard'dan 25 bin marka satın almış ve bir yıl sonra Lusignanlı Guy'a satana kadar ağır vergiler koyarak adadan büyük gelir sağlamışlardı.

Şövalyelerin kirli parasının bir kısmı da yağmacılıktan geliyordu. Kutsal Topraklarda, ya da şatolarının bulunduğu sınır noktalarında ganimet avına çıkan Tapınakçılar, savunmasız kervanlara ve sivil yerleşim birimlerine saldırmalarına rağmen, bunu sözde düşman askerleriyle yapılan bir savaşmış gibi gösteriyorlardı. Oysa, asıl yaptıkları gasp, toplu cinayetler, yağma, adam kaçırma gibi eşkıya eylemleriydi. Bu eylemlerin en dikkat çekici örneklerinden biri, tarikatın sapkın Haşhaşiler'le yaptığı iş birliğiydi. İki örgüt, yılda 2000 bezant karşılığında anlaşmaya varmıştı. Bu karanlık ilişki sonraki dönemlerde daha ileriye götürülmüş, Haşhaşiler, aldıkları paralar karşılığında, Tapınakçıların rakibi olan krallara suikast bile düzenlemişlerdi. Şövalyeler, hayranlık duydukları bu sapkın tarikatın yöntemlerini kısa sürede benimsemişlerdi. 7

Tapınakçıların yağmalama konusunda ne kadar hevesli ve aç gözlü oldukları ve bu yüzden Hıristiyanların defalarca yenilgiye uğramalarına yol açtıkları tarihi belgelere de yansımıştır. 1150 yılında Aşkalon'a düzenlenen saldırı sırasında, şehir duvarlarından birisi yıkılmış, Hıristiyanların savaşı kazanma ihtimali ortaya çıkmıştı. Tam bu noktada Büyük Üstad Tremelaylı Bernard, Haçlı askerlerini durdurarak, ilk yağmayı yapmak üzere duvardan önce Tapınakçıların geçmesini sağladı.

Tapınakçılar, köyleri basarak masum Müslüman halkı kaçırıyor ve köle olarak Avrupa'ya satıyor ya da kendi işlerinde kullanıyorlardı.

Ancak bu aç gözlülük, savaşın kaybedilmesi ve Tapınakçıların ölümüyle sonuçlandı. Şövalyeleri kendi hırslarının peşinde koşmakla suçlayan, dönemin ünlü tarihçisi ve din adamı Surlu William, bu olayı şöyle anlatmıştır:

Tremelaylı Bernard, askerlerine, ilk saldırı sırasında hiç kimsenin kendilerine katılmasına izin vermemelerini emretti; çünkü şehri ele geçirmenin şanının ve yapılacak yağmada aslan payının tarikata kalmasını istiyordu.8

Tapınakçılar, belirli bir sermayeye ulaştıktan sonra işlerini halletmek için rüşvet yöntemine daha sık başvurdular. Tapınakçılar için rüşvet vererek veya alarak her türlü işi halletmek mümkündü. Bir bölgeye yerleşmek isteyen tarikat, o bölgenin yöneticisine yardım adı altında büyük miktarlarda rüşvet veriyor, böylece hem bölgeyi hem de gerekli ayrıcalıkları elde ediyordu. Tapınakçılar, İngiltere Kralı I. Richard öldükten sonra yerine geçen kardeşi John'a da, at ve 1000 pound rüşvet vererek haklarını ve imtiyazlarını garanti altına almışlardı. Avrupa'nın fakir soylularını, ucuz hediyeler ve az miktardaki paralarla satın almak, tarikatı daha da cesaretlendirmiş, rahat hareket etmelerini sağlamıştı.

Müslümanların dostu olarak tanınan Kutsal Roma İmparatoru II. Frederick, Papa'yla birlik olup kendisine karşı savaşan Tapınakçıların bütün mallarına el koyduğunda, tarikatın işlerinde çalışan yüzlerce Müslüman köleyi, hiçbir karşılık istemeden serbest bırakmış, böylece şövalyelerin büyük nefretini kazanmıştı.

Tapınakçılar rüşvet verdikleri gibi, rüşvet almayı da bir gelir yolu olarak benimsemişlerdi. Bunu yaparken, daha çok Kilise'den kazandıkları imtiyazları kullanmışlardı. Savaşa gitmek istemeyen asiller, şövalyelere yüklü bir bağışta bulunuyor, böylece kendi adlarına onların savaşmasını sağlıyorlardı. Aforoz edilmiş asiller de tarikata belirli rüşvetler karşılığında katılarak bu yaptırımdan, yani aforoz cezasından kurtulabiliyorlardı. Aranan suçlular kendilerini şövalyelere teslim ediyor, böylece dokunulmazlık kazanıyorlardı. Tapınakçıların kendilerine verilen imtiyazları bu şekilde istismar etmeleri bir dönem Papa'nın da tepkisine sebep olmuştu. 1207 yılında III. Innocent, şövalyelerin kibirli olduklarını ve imtiyazları istismar ettiklerini söylemişti. Cebinde biraz parası olan herkesin tarikata girebildiğinden, "uzun bir ip gibi, günaha günah ekleyenlerin", aforoz edilenlerin, Kilise'ye bile alınmayacak kişilerin kutsal mezarlara gömüldüklerinden şikayet eden Papa, gerekenin yapılmasını istemişti.9

Tapınakçılar inşaat, emlak, nakliye gibi işlere el attıktan sonra, bu işlerden kazandıkları mallar ve menkuller üzerinden spekülasyon yapmaya da başladılar. Emlak ve arsa spekülasyonu sayesinde hem kendi topraklarının değerini hem de topladıkları vergi ve kiraları artırıyorlardı. Ayrıca, stokladıkları değerli madenler ve ticaretini yaptıkları mallar üzerinde de spekülasyona giriyorlardı. Sözgelimi, İngiltere'de, sahip oldukları büyük mal varlığının ve toprakların değerini kısa sürede yaklaşık %50 oranında artırmış, ticari imtiyazlar sayesinde de İngiliz yününü bütün Avrupa kıtasına ihraç ederek büyük paralar kazanmışlardı.

Tapınakçılar fakir halktan para toplarken, Hıristiyanlık adına savaşıp büyük mücadeleler verdiklerini söylüyorlardı. Oysa bu, tarikatın bağış kaynaklarını canlı tutmak için uydurulmuş bir yalandı. Tapınakçılar, Truva Konsülü'nden sonra girdikleri ilk üç savaşta da hezimete uğramışlardı. Abartılı kahramanlık hikayelerinin aksine, şövalyeler yenilmez savaşçılar değillerdi. Tek yaptıkları masum ve savunmasız halkı katletmekti. Savaşmaları gerektiğinde ise, topladıkları büyük bağışların önemli bir kısmını savaş ve savunma dışında başka amaçlarla kullanılmak üzere karanlık sermayelerine eklediklerinden, genellikle yenilgiye mahkum oluyorlardı.

Papa IX. Gregory

Tapınakçılar, adı geçen kirli yöntemlere ek olarak, köle ticareti ve kaçakçılıkta da organize olmuşlardı. Köle ticaretinde yaptıkları büyük sahtekarlıklar tamamen ortaya çıkınca Papa onları uyarmak zorunda kalmıştı. Bilindiği gibi, o dönemlerde köle ticareti kanun dışı bir iş değildi; ancak bir Hıristiyanın, Hıristiyan bir köleye sahip olması yasaklanmıştı. Tapınakçılar, bu yüzden, köyleri basarak masum Müslüman halkı kaçırıyor ve köle haline getirip Avrupa'ya satıyor ya da acımasızca kendi işlerinde kullanıyorlardı. Müslümanların dostu olarak tanınan Roma İmparatoru II. Frederick, Papa'yla birlik olup kendisine karşı savaşan Tapınakçıların bütün mallarına el koyduğunda, tarikatın işlerinde çalıştırılan yüzlerce Müslüman köleyi, hiçbir karşılık istemeden serbest bırakmış, böylece şövalyelerin büyük nefretini kazanmıştı.10

Yalnız Müslüman kölelerle yetinmeyen şövalyeler, Ortodoks Hıristiyan olan Yunan, Bulgar, Rus ve Romenleri de Müslüman diyerek köle ticaretinde kullanıyorlardı. Papa IX. Gregory, 1237 yılında bu istismar konusunda Suriye piskoposu ve Tapınakçıların üstadına şikayette bulunduysa da, Tapınakçılar, önemli bir gelir kapısı olarak başta Afrika halkı olmak üzere, köle ticaretiyle insanları sömürmeyi sürdürdüler.

Tapınakçılar, bu tür mafya yöntemlerinin yanı sıra siyaset alanında da kirli oyunlara girmekten geri kalmadılar. Yerli halka zorba yöntemlerle büyük sıkıntılar yaşatarak, sözde dindar bir tarikat görünümünden çıkıp, nefret edilen, karanlık yöntemlere sahip, çok zengin bir örgüte dönüştüler. Kısa bir süre sonra deşifre olan sapkın inanç ve yaşantıları da bu imajı tamamladı ve sonunda Hıristiyanlığın utanç kaynağı haline geldiler.

DİPNOTLAR

5. The New Knighthood, Malcolm Barber, Cambridge Uni. Press 1994, s.232.

6. The Knights Templars and the Complete History of Masonic Knighthood, C.G. Addison, Robert Macoy, 1874, s. 488.

7. The New Knighthood, Malcolm Barber, Cambridge Uni. Press 1994, s. 103.

8. The Templars, Piers Paul Read, , Da Capo Press, 2001, s. 138.

9. The Trial of the Templars, Malcom Barber, Cambridge Uni. Press 1978, s. 13.

10. The Templars, Piers Paul Read, Da Capo Press, 2001, s. 209.