İsrail'in Antisemitizm Politikası
Kitabın bu bölümünde İsrail Devleti'nin izlediği bazı politikaları ele alacağız. Bu konuyu detaylı olarak incelemeye geçmeden önce şunu hatırlatmak gerekir ki, İsrail Devleti'nin politikalarını bir bütün olarak ele almak ve bir bütün olarak eleştirmek çok doğru bir yaklaşım değildir. Diğer pek çok devlet için geçerli olduğu gibi, İsrail Devleti'nin politikasını da yönlendiren çok farklı unsurlar vardır. Burada ele alınan ve deşifre edilen politika ve uygulamalar ise İsrail derin devletinin içinde yer alan radikal çevrelerin sapkın faaliyetleridir. Bu çevreler, radikal Siyonist ideolojinin etkisi altında kalan, Muharref Tevrat'ın yanlış yorumlarına dayanarak Yahudiler dışındaki tüm insanları aşağılık gören, onlara zulmetmeyi makul karşılayan, dünyaya hükmetme hedefinde olan, tüm bu nedenlerle de barışın önündeki en önemli engeli teşkil edenlerdir. Dolayısıyla bu bölümde yer verilen bilgilerin de bu bakış açısıyla incelenmesi gerekir.
Kitabın ilk bölümünde, siyasi Siyonizmin bazı önderlerinin İsrail Devleti'ni kurabilmek için 20. yüzyılın başından itibaren uygulamaya koydukları radikal Siyonizm-antisemitizm iş birliğini incelemiştik. Kuşkusuz bu iş birliğinin en çarpıcı örneği Nazi Almanyası ve birtakım Siyonistler arasındaki ilişkilerdi. Söz konusu Siyonistlerin amacı, her ne pahasına olursa olsun Avrupalı Yahudileri Filistin'e göndermek ve orada bir Yahudi Devleti'nin kurulmasını sağlamaktı.
Bu politika iki ayrı boyutta başarıya ulaştı. Öncelikle, gerçekten de çok sayıda Yahudi, Nazilerin antisemitizm politikasının bir sonucu olarak Filistin'e göç etti. Başarının ikinci boyutu ise, psikolojik yöndeydi: Tüm dünya, II. Dünya Savaşı sırasında tarihin gördüğü en büyük katliama uğrayan Yahudilerin, Filistin'de bir ulusal devlet kurmasını kabullenebilir hale gelmişti.

Doğu Kudüs'ün İsrail tankları tarafından işgali.
Sonuçta 1948 yılında İsrail Devleti kuruldu. Ama bu küçük devlet, bazı Siyonist liderlerin hayalindeki devlet değildi. Birleşmiş Milletler, Filistin'i yaklaşık %50 toprağa sahip iki ayrı devlete; bir Yahudi bir de Arap devletine bölmüştü. Ancak İsrail Devleti ilan edilir edilmez başlayan Arap-İsrail Savaşı'nın ardından Yahudi Devleti topraklarını genişletti ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi hariç tüm Filistin topraklarını 1948 yılı içinde ele geçirdi. 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda ise, Batı Şeria, Gazze, Doğu Kudüs dahil olmak üzere tüm Filistin toprakları işgal edildi. Ayrıca Suriye'ye ait olan Golan Tepeleri ve Mısır'a ait olan Sina Yarımadası da İsrail işgali altına girdi. 1982 yılında bu kez Lübnan, Yahudi Devleti tarafından işgal edildi. İşgalin ardından İsrail Lübnan'ın güneyinde tek taraflı bir "güvenlik kuşağı" ilan ederek toprak işgalini sürdürdü.
Tüm bu işgal politikası, bazı İsrail liderlerinin hayalindeki "Büyük İsrail" hedefinin bir sonucuydu. Bu hedef, Muharref Tevrat'ta yer alan bazı açıklamaların yanlış yorumlanmasından kaynaklanıyordu. Bu yanlış yoruma göre Ortadoğu topraklarının büyük çoğunluğu İsrailoğulları'na vaat edilmekteydi. Radikal çevreler de tüm bu toprakları ele geçirmeyi ve bu toprakların Arap nüfusundan temizlenerek Yahudileştirilmesini öngörüyorlardı. İsrail, yönetiminde etkin olan bu tarz radikal görüşler nedeniyle, işgal ettiği toprakları mümkün olduğunca elinden bırakmadı. Özellikle de "Vadedilmiş Topraklar"ın en önemli parçalarını içeren Batı Şeria'yı işgal altında tuttu ve Yahudileştirmeye çalıştı. "Yahudileştirme" için işgal altındaki topraklara Yahudi yerleşimciler yerleştirmek gerekiyordu. Bu yerleşimcilerin bir kısmı, bu işi dini bir misyon olarak gören radikal Yahudilerdi. Ama bu topraklara asıl yerleştirilecek olan Yahudiler, diasporadan İsrail'e göç ettirilen Yahudilerdi.

Sina Yarımadası'nın İsrail tarafından ele geçirilişi
Kısacası İsrail, kurulduğu tarihten itibaren diaspora Yahudilerinin göç etmesine ihtiyaç duydu. 1948 yılına dek Filistin'e göç ettirilen Yahudiler, hala dünya Yahudilerinin küçük bir bölümüydü. Yahudilerin çoğunluğu diasporada yaşamakta ısrar ediyorlardı. Bazı İsrail liderleri, hayallerindeki "Büyük İsrail"i oluşturabilmek için bu Yahudileri İsrail'e göç ettirmeyi hedeflediler. Ancak her geçen yıl biraz daha hayal kırıklığına uğradılar. Her dönemde bir göç miktarı hedef olarak tespit ediliyor, ama ilerleyen yıllarda bu hedefi yakalamanın ancak bir ütopya olacağını anlıyorlardı. 1951-1961 dönemi için, Ben Gurion'un koyduğu 4 milyonluk hedefe ulaşılamadı; çağrısına yalnız 800 bin kişi karşılık verdi. Aynı on yılın son döneminde, göçmen miktarı yılda 30 bine kadar düştü. 1975 ve 1976'da İsrail'den göç edenlerin toplamı, İsrail'e olan göçü aştı.
Jerusalem Post'un 7 Ekim 1978 tarihli sayısında, "The General with a Phantom Army" (Fantom Ordulu General) başlıklı yazıda, Meir Merhav, Yahudi halkının İsrail'e göç etme konusundaki isteksizliğini şöyle dile getiriyordu:
Siyonizm ve İsrail Devleti'nin tarihinde hiçbir zaman çok büyük bir göç olmamıştır. Dindar veya Siyonist olan Yahudiler her zaman küçük sayılarda gelmişlerdir. Bunların çoğu idealist olduğu için gerçekler hayallerindekiyle uyuşmayınca İsrail'i terk etti. Tüm Yahudi toplulukları en zor anlarında bile, İsrail'e değil, başka yerlere gitmeyi tercih ettiler. Almanya'daki 300 bin Yahudi'nin en fazla 60 bini 1933-39 döneminde İsrail'e gelebilirdi. Fakat bunların çoğunluğu İsrail'e gitme ihtimalini bile göz önüne almadı. Bu diğer Yahudi toplulukları için de geçerlidir. En fazla baskıya uğrayan Rus Yahudilerinin %50-60'ı bile, İsrail dışında bir yere gitmeyi düşünmektedir. Gerçekleri beğenmiyoruz, ama bunları inkar edemeyiz. Bir şeyi anlamalıyız ki, hiçbir zaman diasporadan büyük bir göç yaşanmayacaktır.

NAHUM GOLDMANN: "Antisemitizmin gerilemesi Yahudiliğin bekası için yeni bir tehlike oluşturabilir."
Kısacası diaspora Yahudileri, İsrail'in kuruluşunun ardından da, aynı 1920'li, 30'lu yıllarda olduğu gibi göç etmekte direndiler. Peki bu Yahudileri İsrail'e getirmek için ne yapılmalıydı?.. Bu sorunun cevabı basitti: Daha önce ne yapılmışsa, o yapılmalı; yani diaspora Yahudileri antisemitizm tehlikesi körüklenerek İsrail'e göç etmeye ikna edilmeliydiler. Nitekim bazı Siyonistler bunu açık açık söylüyorlardı. Amerikan Yahudi Kongresi'nde, Leo Pfeffer'in sunduğu formüle göre, Yahudiliğin devamı için Yahudi düşmanlığı gerekiyordu. "Yahudiliğin bekası için antisemitizm gereklidir" demişti Pfeffer.1 Dünya Siyonist Örgütü Başkanı Nahum Goldman ise, 1958 yılında, Siyonizmin antisemitizme olan kaçınılmaz ihtiyacını vurgulamış ve şu uyarıyı yapmıştı: "Antisemitizmin gerilemesi Yahudiliğin bekası için yeni bir tehlike oluşturabilir."2
"Yahudiliğin bekası" için daha önce Naziler kullanılmıştı. Şimdi de benzeri yerel antisemitlerle bağlantı kurulabilir ya da doğrudan İsrail tarafından düzenlenecek eylemlerle yapay bir antisemitizm oluşturulabilirdi. Öyle de yapıldı. İlerleyen sayfalarda Yahudi Devleti'nin diaspora Yahudilerine karşı giriştiği bu savaşın değişik cephelerini birlikte inceleyeceğiz.
İsrail Liderlerinden Diaspora Yahudilerine Tehditler
İlk İsrail Başbakanı David Ben Gurion, göreve geldiği andan itibaren İsrail'e göçü yoğunlaştırabilmek için her türlü yolu denedi. Bir grup Amerikalı'nın İsrail'e ziyareti nedeniyle 31 Ağustos 1949'da yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu:
Bir Yahudi Devleti kurma rüyamızı gerçekleştirmiş olmamıza karşın, henüz işin başındayız. Yahudi halkının büyük bir kısmı hala dışarda; bugün İsrail'de yalnız 900 bin Yahudi var. Gelecekte bütün Yahudiler İsrail'de toplanmalıdırlar. Ana babaları, çocuklarını buraya getirmeye çağırıyoruz. Yardım etmeyecek olurlarsa, gençliği İsrail'e biz getireceğiz. Ancak umarım ki, buna gerek kalmaz.3
1960 yılının Aralık ayında, Kudüs'te yapılan 25. Dünya Siyonist Kongresi'nde, Ben Gurion yaptığı konuşmada, yine İsrail'e göç etmekte direnen Yahudileri aforoz ediyordu. İsrail'in dışında yaşayan Yahudileri, kendince "Tanrısız Yahudiler" olarak tanımlıyor, "Amerikalı Yahudilerin, bir Yahudinin ne demek olduğundan dahi haberdar olmadıklarını" söylüyordu.

Solda, BEN GURION: "Sürgün süprüntülerini kurtarmalıyız. Ayrıca onların mülklerini de kurtarmak zorundayız. Bu iki şey olmadan, bu ülkeyi kuramayız." Sağda, ISRAEL GOLDSTEIN: "Amerikalı Yahudiler daha ne bekliyorlar? Bir Hitler'in kendilerini zorla kovmasını mı? Öteki ülkelerdeki Yahudileri göç etmeye zorlayan trajedilerin kendi başlarına gelmeyeceğini mi zannediyorlar? Kurtulacaklarını mı sanıyorlar?"
İlerleyen yıllarda, Yahudi halkının her ne şekilde olursa olsun, İsrail'e göç ettirilmesi gerektiğini düşünenlerin arasına ünlü bir isim, Moşe Dayan da katıldı. Dayan, 1968 yılının Temmuz ayında yaptığı bir konuşmada göç edenlerin sayısını yeterli gören Yahudilere karşı sert bir tavır ortaya koyuyordu: "Her gün daha çok Yahudiyi buraya getirmeyi amaç edindik. Hiçbir Yahudinin yolun sonuna geldiğimizi söylemesine izin vermeyiz."4
Yahudi işleri danışmanlarından Simon Rifkind ve Louis Levinthal ile Siyonist lider Haham Philip Bernstein'in önayak olmasıyla, 2 Mayıs 1948'de Amerikan Yahudi Konferansı toplandı. İşte bu konferansta radikal Siyonist lider Haham Klausner sunduğu ünlü raporunda, Yahudi halkını açıktan açığa tehdit etti. Yahudi halkını göçe zorlamak için, radikal Siyonist liderlerce yaratılan baskı politikasının dün uygulandığını itiraf eden Klausner, bugün de uygulanmaya devam edilmesini hararetle şöyle savunuyordu:
Halkın Filistin'e gitmeye zorlanması gerektiği kanısındayım... 'Zor' sözünden bir programı kastediyorum. Bu yeni bir program değil, daha önce ve yakın geçmişte de kullanılmıştı... Böyle bir programda ilk adım, şu ilkenin kabul edilmesidir: Dünyadaki Yahudi toplumu Filistin'e gitmeye ikna edilmelidir. Bu programı gerçekleştirmek için Yahudi toplumunun politikasını değiştirmek ve yersiz kalan Yahudi halkı rahat ettirmek yerine, mümkün olduğu kadar rahatsız etmek gerekir... 'Amerikan Ortak Dağıtım Komitesi'nin yardımları kesilmelidir... Daha sonra, Yahudileri tedirgin edecek Haganah türünde bir örgüt kurmak gerekebilir. İsrail dışındaki Yahudiler, ne yapacakları kendilerinden sorulacak değil, kendilerine söylenmesi gereken hasta insanlardır... Program kabul edilmediği takdirde Amerikan Yahudi toplumunu, politikasını gözden geçirmek ve burada önerilmiş olan değişiklikleri yapmak zorunda bırakacak bir kaza meydana gelebilir, o zaman çok daha fazla acı çekilmiş olur.5
Klausner'in yukarıda da itiraf ettiği gibi, İsrail derin devletinin politikası, İsrail'e göçü sağlamak için Yahudi halkını "zor kullanarak ikna etme"ye dayalıydı. "Zor kullanarak ikna" yönteminin pratikteki uygulanışının nasıl olacağını açıklamakta bir sakınca görmüyordu Klausner: "Yahudi halkını mümkün olduğunca rahatsız ve tedirgin etmek." Tüm bunlara rağmen, yine de İsrail'e beklenen göçün gerçekleşmemesi durumunda, Klausner tarafından öngörülen son çare, Yahudi halkının başına nelerin geleceğini haber veriyordu: Yahudiler, "çok fazla acı verecek bir kaza" ile karşı karşıya kalabilirlerdi. Daha önce de, 1940'lara kadar göç etmemekte direnen Yahudi halkına karşı, II. Dünya Savaşı'nda, radikal Siyonistler ile Nazilerin iş birliği neticesinde yaratılan "kaza" gibi.

Radikal Siyonist Haham JOSEPH KLAUSNER: "Halkın Filistin'e gitmeye zorlanması gerektiği kanısındayım... Dünyadaki Yahudi toplumu Filistin'e gitmeye ikna edilmelidir... Bu programı gerçekleştirmek için yersiz kalan Yahudi halkını mümkün olduğu kadar rahatsız etmek gerekir... Daha sonra, Yahudileri tedirgin edecek Haganah türünde bir örgüt kurmak gerekebilir... İsrail dışındaki Yahudiler, ne yapacakları kendilerinden sorulacak değil, kendilerine söylenmesi gereken hasta insanlardır... "
Nitekim Siyonist lider Dr. Israel Goldstein de, Yahudi halkının halen İsrail'e göç etme konusunda gösterdiği gevşeklikten ötürü bir yandan yakınıyor, bir yandan da örtülü, imalı, tehditkar mesajlar savuruyordu:
Amerikalı Yahudiler daha ne bekliyorlar? Bir Hitler'in kendilerini zorla kovmasını mı? Öteki ülkelerdeki Yahudileri göç etmeye zorlayan trajedilerin kendi başlarına gelmeyeceğini mi zannediyorlar? Kurtulacaklarını mı sanıyorlar? 6
Ben Gurion, İsrail için, "Yahudileri rehinden kurtarmanın dinsel bir zorunluluk" olduğunu iddia ediyordu. 1949'daki İsrail seçimlerinden sonraki bir konuşmasında ise, İsrail dışında yaşayan Yahudileri birer "süprüntü" olarak gösterecek kadar ileri gidebiliyordu:
"Sürgün süprüntülerini kurtarmalıyız. Ayrıca onların mülklerini de kurtarmak zorundayız. Bu iki şey olmadan, bu ülkeyi kuramayız."7
Ben Gurion'un bu sözleri, İsrail Devleti'nin gelecekteki politikasını belirliyordu. İsrail'e zorla göç ettirilecek ilk "sürgün süprüntüleri", Nazi toplama kamplarından kurtulan Yahudiler oldu.
Savaş Sonrasında Toplama Kamplarında Radikal SiyonistlerinYahudilere Karşı Uyguladığı Terör

Naziler tarafından kamplara toplanan Yahudilerin bir kısmı savaş sona erdikten sonra da gidecek bir yerleri olmadığı için Yersiz İnsanlar Kampı olarak adlandırılan kamplarda yaşamak zorunda kaldılar.
II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra, Nazi toplama kamplarındaki Yahudiler serbest bırakılmıştı. Ancak gidecek herhangi bir yerleri olmadığı için kendileri için açılan "Yersiz İnsanlar Kampları"nda (Displaced Persons Camps) kalmaya mecbur oldular. Bu kampların idari yönetiminde bazı Siyonist liderler etkin konumdaydı. II. Dünya Savaşı boyunca, göç etmedikleri için birtakım Siyonist liderlerce cezalandırılan Avrupalı Yahudi halkın dramı henüz sona ermemişti. Savaş bitmişti, fakat yaşam şartlarında en ufak bir değişiklik olmamıştı. Nazilerin yerini artık neredeyse onlar kadar acımasız olan radikal Siyonist liderler almıştı, o kadar.
Haham Klausner'in Yahudilerin Filistin'e göçe zorlanması gerektiğini öne süren az önce değindiğimiz raporu, "Yersiz İnsanlar Kampları"nda, radikal Siyonist örgüt Irgun vasıtasıyla Yahudi halka karşı uygulanan çeşitli terör yöntemlerinin kaynağı oldu. Radikal Siyonist liderlerin Yahudi halkına karşı giriştiği bu baskı politikası, daha sonraki yıllarda gün ışığına çıkacaktı. Kısa adı OMGUS olan (Office of Military Government for Germany/U.S.) Alman/Amerikan Askeri İdaresi Ofisi'nin raporlarında, Irgun'un para toplamak ve Filistin'de Araplarla savaşmaları için zorla Yahudi halktan adam toplamak gibi uyguladığı şiddet içeren taktikler, tekrar tekrar bildiriliyordu. İşte OMGUS'un hazırladığı bu raporların bazıları:
Irgun, bu kamplardaki yönetimi kontrol altında tutuyordu. Örgüt, bu kamplardaki polis gücünü de etkisi altına almıştı. Irgun ve kamp polisi korkutarak, tehdit ederek, eğer gerekirse kan dökerek şiddet yöntemleri kullandılar... 1948 yılında Polonya'dan Berlin'e yerleşmek için gelen Yahudiler, Irgun'un 'Yahudi toplama' işleminden kurtulmak için Amerika'ya göç etmişti. Duppel Göçmen Kampı'nda, Filistin'de Araplarla savaşmaya gitmek için gönüllü olmayan Yahudiler, Irgun üyeleri tarafından dövülmüş, gitmek istemeyenler ise ölümle tehdit edilmişlerdi. Bu tip askere yazılmalara Yahudi halkı zorlanırken, kampların ana kapıları kaçışları önlemek için kapatılıyordu.8
Haganah militanları da Yahudilere karşı zor kullanıyordu. Amerikalı yazar Stephen Green de konuyla ilgili şunları yazıyor:
Bazı kamplar, Haganah'ın da Irgun gibi şiddet taktikleri uyguladığını rapor etmekteydi. Haganah'ın içinde 'Sochnut' adlı elit ve askerüstü bir grubun tehdit, korkutma ve dövme gibi yöntemler kullandığı sürekli bildirilmekteydi. Bu olay fark edilmesine rağmen, Irgun tarafından çok uzun bir süredir uygulanmaktaydı. Nazi terörünün mağdurları, bu sefer de Siyonist terörden kaçmak için, tekrar ailelerini ve arkadaşlarını terk etmek zorunda kalmışlardı.9
Alman-Amerikan Askeri İdaresi'nde, istihbarat ofisinin şefi olan Peter Rodes, radikal Siyonistlerin Yahudi kamplarında yaptıklarından oldukça rahatsız olmuş ve bu radikallerin baskılarından şöyle söz etmişti: "300 kişi İsrail'e gitmek için Tikwah'dan ayrıldı. Bu sayının %65'i İsrail'e gitmeleri için değişen şiddette baskılara maruz kaldı."10
1948 yılının ortalarında, Amerikan ve Alman Askeri İdaresi Ofisi (OMGUS)'nin raporları, kamplarda yapılanları, "terörist taktikler" olarak tanımladı. Bu "terörist taktiklerin" de, Haganah ve Irgun tarafından kullanılan standart bir toplama prosedürü olduğunu rapor etti. Bavyara'nın Traunstein bölgesindeki "Kriegslazarett Kampı"ında ise çarpıcı bir olay yaşanmıştı:
Kamp polisi, herhangi birinin giriş çıkışını önlemek için binanın etrafını kordonla sardı. 14 Haziran'daki Yahudi bayramında, İsrail'e gitmeyi reddeden Yahudilerin sinagoga gelmemeleri istendi ve uyarı yapıldı. Aksi takdirde zorla sinagogdan çıkartılacaklardı...
İsrail'in kuruluşundan beri Kriegslazarett Kampı'ndan yaklaşık bir düzine kişi gönüllü olarak ayrıldı. Bu gönüllülere 'Ghuis' deniyordu. Bu adamların altı ya da yedisi birkaç gün sonra geri döndü. Kamplarda kaldıkları süre içinde İsrail'e gitmek istemeyen diğer gençlere terör uyguladılar. İsrail Devleti kurulunca, Filistin'de yaşayan Yahudi kesim, İsrail'e göçe razı etmek için, kamplarda yaşayanlar arasında terörü organize etti.11
"Yersiz İnsanlar Kampları"nda, her türlü baskıya maruz bırakılan Yahudi halkının tek suçu, radikal Siyonizmi benimsememesiydi. Bu insanların, "Vadedilmiş Topraklar"a göç etmelerini sağlayabilmek için, radikal Siyonist liderlerin yapmaları gereken işlem, onları zorla da olsa birer radikal Siyoniste dönüştürmekti. Bu nedenle, "Yurtsuzlar Kampları'nda, radikal Siyonist olmayanlara ve anti-Siyonist Yahudilere karşı şiddet ve ayrım eylemlerine girişildi."12
Birtakım Siyonist liderlerin, bu kamplarda yaşayan Yahudilere yönelik uyguladığı baskı politikasının artık gizlisi saklısı kalmamıştı. Açıktan açığa düzenlenen "şiddet özendirici" kampanyalarla, Yahudi halkına yönelik yaratılan bu terör, hummalı bir propagandaya dönüştürüldü. Amerikan The New Leader dergisi, 21 Ağustos 1948 tarihli sayısında şu bilgileri veriyordu:

1950 yıllarında, İsrail'in Yahudileri Kutsal Topraklar'a göç ettirmek için kullandığı propaganda posteri: "İstikamet: İbrani diyarı". Bir yanda, günlük güneşlik aydınlık bir İsrail görüntüsü, öte yanda, toplama kampları, karanlık ve tehlikeli diaspora ülkeleri.
'Uluslararası Kadın Giyim Sendikası Başkan Yardımcısı' ve 'Örgü Ürünler İşçileri Sendikası Yöneticisi' Louis Nelson, önemli bir Amerikalı işçi önderidir. Louis Nelson genel bir kampanya yürütmektedir. Yersiz kalmış insanları Siyonizmi kabul etmeye zorlamak, onları Yahudi Ordusu'na katılmaya 'ikna etmek', düzenlenen bu kampanyanın amaçlarındandı."
Siyonist idareci Louis Nelson'un başlattığı bu kampanya, kamplarda yaşayan Yahudilerin hayatlarında, son derece olumsuz değişiklikler meydana getirecekti:
Günlük tayınlara el koyma, işten çıkartma, yurtsuzların zanaat eğitimi için Amerikalıların gönderdikleri makineleri parçalama, muhalefet edenleri yasal korumadan ve vize haklarından yoksun etme biçiminde oluyor, hatta onları kamplardan atma noktasına kadar varıyordu. Bir keresinde, böyle birisi herkesin önünde kırbaçlandı. Bunlardan başka, ABD'de de yapılan 'pogrom'lara (pogrom: Yahudilere yapılan saldırı) dair hikayeler anlatılıyor, yurtsuzlar tedirgin ediliyorlardı.13
Bazı Siyonist yöneticilerin yürüttükleri bu çok yönlü baskı politikası, bir dönem sonra meyvelerini verdi. Zaten savaş boyunca psikolojik olarak yıpranmış Yahudi halkın üzerinde, yıldırıcı bir etki yarattı. Söz konusu Siyonistler sayesinde, bu kamplardan kurtulan (!) Yahudi halk, zorunlu olarak, başları önünde, İsrail'in yolunu tuttu. "Yurtsuzların Kampları boşaltıldıktan sonra, bu Yahudilerin çoğunun göç etmeye niyeti yokken, baskı ve propaganda karışımı, buna zorlandılar."14
Radikal Siyonist idareciler, bir yandan bu kamplardaki Yahudilere göç etmeleri için baskı yapıyorlar, bir yandan da, II. Dünya Savaşı sonrasında yersiz kalan bu Yahudilerin mağduriyetlerini, uluslararası siyasi platformda politik bir malzeme olarak kullanmaktan da geri kalmıyorlardı.
İsrailli yazar Amos Perlmutter şöyle diyor:
Ben Gurion ve diğer Siyonistler, soykırım ve bağımsızlığı, yersiz Yahudilerin ve kamplardan sağ kurtulanların içinde bulundukları zor durumu ayrılma kavramı ile birleştirmeye karar verdiler... Yurtlarından edilen insanlara yönelik bir politika, Siyonistlerin başlıca amaçlarından biri olmamıştı. Bazı tarihçiler ne kadar bunda ısrar etseler de böyle bir şey yoktur. Sonra 1946'da, İngiliz kamplarındaki yersiz kimselerin içinde bulundukları kötü durum pragmatik politikalarla çeşitli yönlerden uyuştu. Siyonist ideal için, İsrail'e dönmek her zaman en önemli hedefti.15

İsrailli liderlerden Şimon Peres.
İsrail'in liderleri, Araplara karşı kazandıkları 1948 savaşı ile Birleşmiş Milletler'in kendilerine ülkenin kuruluşunda verdiği toprakları (Filistin'in yaklaşık %50'si) çok daha büyütmüşlerdi. Bu yayılma, bazı İsrail liderlerine çok daha fazla Yahudiyi Vadedilmiş Topraklar'a getirme cesareti verdi. 1949 yılında, tüm dünya Yahudileri İsrail'e göç etmeye resmen çağrıldılar. Ertesi yıl ise, bu çağrı bir kanunla desteklendi: Geri Dönüş Kanunu. Kanun, dünyanın neresinde olursa olsun, İsrail'e göç etmek isteyen "gerçek" (Yahudi bir anneden doğmuş) bir Yahudinin, ülkeye göçe hakkı olduğunu ve ne olursa olsun İsrail'de barındırılacağını ilan ediyordu.
Geri Dönüş Kanunu, yıllardır İsrail'de tartışma konusudur. Kimi entelektüeller, kanunun açık bir "ırkçılık" örneği olduğunu söylemektedir. Ancak bu konudaki resmi politika asla değişmez. İsrail resmi ideolojisinin bu konuya bakış açısını, Şimon Peres, Davar gazetesinin 25 Ocak 1972 tarihli sayısındaki bir demecinde ortaya koymuştur:
Askeri yönetim temelini teşkil eden 125 sayılı kanunun (Geri Dönüş Kanunu) kullanılışı Yahudileri bu topraklara yerleştirmek ve göçe zorlamak için girişilen savaşın bir devamıdır.
Peres'in ifade ettiği gibi, "Yahudilerin toplanması" gerçekte bir savaştır. Çünkü İsrail yönetiminde etkin olan bazı çevreler dünya Yahudilerini, bu Yahudilerin aksi yöndeki isteklerine rağmen toplamıştır ve toplamaktadır. Bu nedenle de bu çevrelerin savaşı, yalnızca düşman ülkelere ya da düşman örgütlere karşı değil, aynı zamanda ırk bilincini yitirdiği öne sürülen ve radikal Siyonizme yüz çevirmiş dünya Yahudilerine de karşıdır.
Mossad'ın Göç Organizatörü: Aliyah Bet
Haham Klausner, 2 Mayıs 1948'de Amerikan Yahudi Konferansı'na sunduğu ünlü raporunda, az önce de değindiğimiz gibi, diaspora Yahudilerinin Filistin'e gitmek için zorlanmaları gerektiğinden söz etmişti. Yahudileri mümkün olduğunca rahatsız etmenin gereğinden söz ediyordu. Ayrıca Klausner radikal Siyonist hareket içinde çok önemli bir isimdi, hatta İsrail'in ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday gösterilmişti. Bu nedenle Klausner'in "Yahudileri zorlama" yönündeki düşünceleri, kişisel bir görüş değil, radikal Siyonist hareketin genel politikası olarak anlaşılmalıdır. Nitekim, aynı dönemde Israel Goldstein, hatta David Ben Gurion gibi bazı liderlerin de benzer açıklamalarda bulunmuş olmaları önemli bir göstergedir.
Kısacası, İsrail yönetimi içinde yer alan birtakım kimseler ilk yıllarından itibaren diaspora Yahudilerini göçe zorlamak için sofistike bir plan geliştirdi ve uyguladı. Bu programda kastedilen "rahatsız etme yöntemi" ise öncelikle yapay antisemitizm hareketleridir. Antisemitizm bu çevreler tarafından teşvik edilecek, hatta üretilecekti. Bunun en etkili yöntemi, Mossad ve özellikle bu iş için kurulmuş olan Mossad'ın alt bölümü yeraltı gizli işler servisi Aliyah Bet tarafından gerçekleştirilen operasyonlarla, sinagoglara ve Yahudilerin topluca bulundukları yerlere saldırılar düzenlemekti. Bu şekilde yaşadıkları ülkede tehlike içinde olduklarına inandırılan Yahudilerden, "kurtuluşu göçte bulmaları" bekleniyordu.

Mossad'ın diaspora Yahudilerini İsrail'e göç etmeye zorlayan eylemlerinin de katkısıyla, kuruluşundan itibaren dünyanın dört bir yanından Yahudi Devleti'ne göçler yapıldı. Yandaki harita, farklı ülkelerden İsrail'e yapılan Yahudi göçünü gösteriyor.
Aliyah Bet, İsrail'e göç etme konusunda istekli olmayan Yahudileri, "Vadedilmiş Topraklar"a döndürmeye çalışırken, halkına karşı insancıl yöntemlere rağbet etmeyecekti. Prof. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık adlı kitabında şöyle diyor:
İsrail'e göçenlerin %80'inden fazlası, Doğu Avrupa ülkeleri ile Arap Ortadoğusu ve Kuzey Afrika'dan gelmişti. Bu Yahudilerin çoğunun göçmeye niyeti yokken, baskı ve propaganda karışımı, onları buna zorladı. Heyecanlı çağrılar ve aşılanan korkularla, Irak, Yemen, Suriye, Tunus, Cezayir ve Fas'tan çıkarılan 700 bin kişiye katılma konusunda gönülsüz olan Mısırlı Yahudiler ise, artık kendilerini son derece tehlikeli bir durumda görüyorlardı.16
İsrail'in en güçlü servisi olarak görev yapan Aliyah Bet, birçok kirli operasyonla İsrail dışında yaşayan binlerce Yahudinin "Vadedilmiş Topraklar"a göç etmesini sağladı. İşte, Aliyah Bet Örgütü'nün, Yahudi halklara yönelik yaptığı bu karanlık operasyonların en kirlileri:
• 1949-1950 yılları arasında, 50 bin Yemen Yahudisini, "Mesih İsrail'de yeryüzüne indi" yalanıyla kandıran Aliyah Bet örgütü, bu operasyonuna "Sihirli Halı Operasyonu" adını verdi.
• 1950-1959 yılları arasında, 120 bin Irak Yahudisi, Aliyah Bet'in Bağdat'taki sinagoglara yönelik yaptığı bombalı saldırılar neticesinde, kurtuluşu (!) İsrail'e göç etmekte buldu. Aliyah Bet yaptığı bu operasyona "Ali Baba Operasyonu" adını verdi.
• 1984 yılında, 7 bin Etiyopya Yahudisi, Aliyah Bet tarafından hava yolu ile Doğu Sudan'dan İsrail'e "Musa Operasyonu" adı altında kirli bir operasyonla kaçırıldı.
• 1991 yılında, 15 bin Etiyopya Yahudisi, ülke liderlerinden adeta köle gibi satın alınarak, "Solomon Operasyonu" ile Aliyah Bet tarafından İsrail'e kaçırıldı.
Aliyah Bet Örgütü tarafından yönetilen bu kirli operasyonlar, istenen etkiyi sağladı ve geniş bir Yahudi kitlesi "kurtuluşu" (!) İsrail'e göç etmekte buldu. İsrailli gazeteciler Dan Raviv ve Yossi Melman, Aliyah Bet'ten şöyle söz ediyorlar:
Aliyah Bet'in gizli ajanlarına teşekkürler. Kuruluşunun ilk dört yılında İsrail nüfusunu iki katına çıkardılar... İstihbarat üyeleri, terörist taktikleri kullandıklarını reddediyorlardı. Fakat buldukları yeni ve orijinal metotlarla Yahudileri İsrail'e göç ettirecekleri için gurur duyuyorlardı. Her şeye rağmen onlar yeni kurulan Yahudi Devleti'nin yaşaması için mücadele veriyorlardı.17
Aliyah Bet ajanları kuruluşunun ilk dört yılında İsrail nüfusunu iki katına çıkartacak bir başarı göstermişlerdi. Ancak radikal Siyonizmin daha önceki göç ettirme operasyonlarında olduğu gibi, kirli yöntemlerle sağlanmış bir başarıydı bu.
Irak Yahudilerine Mossad Bombaları, ya da Ali Baba Operasyonu
Batılı Yahudileri göçe zorlamak için bazı Siyonist liderler tarafından sistemli bir şekilde uygulanan baskı politikası, herşeye rağmen beklenen yoğunlukta bir "göç transferi" yaratamamıştı. Bu sonuç, söz konusu Siyonist liderleri Yahudi halka karşı daha da radikal önlemler almaya itti. Prof. Türkkaya Ataöv'ün Siyonizm ve Irkçılık'ta dediği gibi, "Batılı Yahudilerin beklenen akışı gerçekleşmeyince, İsrail dışındaki Yahudilerin başına dertler açarak onları göç ettirmek, Filistinli Arapların terk ettiği yerleri işgal ettirmeye ikna etmek hatta zorlamak, radikal Siyonistlerin hesaplı politikası oldu."18
Ve böylece, göçe zorlamak için "başına dert açılmasına" karar verilen ilk Yahudi cemaati, birtakım İsrail liderlerince tespit edildi: Irak Yahudileri. Irak Yahudileri, Babil'e sürülen ve 2500 yıldan beri orada yaşayan bir topluluktu. Sayıları 150 binlere varan ve 60 kadar havraya sahip olan bu insanlar, Müslümanlarla barış içerisinde yaşamlarını sürdürüyorlardı, ta ki Mossad ajanları Irak'a gelinceye kadar...
1950 yılında çıkartılan Göç Kanunu'na rağmen, Irak Yahudileri İsrail'e göç etme konusunda istekli değildi. Irak Yahudilerinin isimlerini göçmen listelerine yazdırmada acele etmediklerini gören Mossad ajanları, "tehlikede olduklarını kendilerine anlatmak" maksadıyla üzerlerine bomba yağdırmaktan çekinmediler. Masouda Shemtov Sinagogu'na yöneltilen bir bombalı saldırı sonucunda, üç Irak Yahudisi öldü, on tanesi de yaralandı. Yahudi halka karşı girişilen bu bombalı saldırının sorumlularının Mossad ajanları olduğu, ilerleyen günlerde ortaya çıkacaktı. Siyonizm ve Irkçılık kitabında "Bağdat'taki Masauda Shemtov Sinagogu'nun bombalanma olayında suç failleri olarak İsrail ajanları çıktı ve yargılandı" deniyor.19 Aynı konu, İsrailli gazeteciler Dan Raviv ve Yossi Melman'ın yazdığı Mossad'ı konu edinen Every Spy a Prince (Her Casus Bir Prenstir) adlı kitapta da anlatılır.
Irak Yahudilerinin maruz kaldığı bu olayı bizzat yaşamış olan, Irak Yahudisi David Reuben, Ali Baba Operasyonu'nu daha sonraları şöyle anlatmıştı:
Siyonistler, baskılı bir psikolojik savaş başlattılar... Irak'taki yaşamın belirsizliklerinden doğan doğal korkular kurnazca istismar edildi. 'Müslümanlardan satın almayın' başlıklı broşürler havralarda dağıtılıyor ve Müslümanların eline geçerek Yahudi aleyhtarlığı yaratmaları isteniyordu...
Irak'taki Yahudilerin paniğe kapılması için sürdürülen Siyonist çabalar hem bir itişin hem de bir çekişin gerekli olduğu teorisine dayanıyordu. İtişin kaynağı, Irak'taki Yahudilerin uğradığı baskı olacaktı ki, bu bir uydurmaydı. Çekişin kaynağı ise, bütün Yahudiler için ana yurdun, İsrail olduğu konusunda sürekli yapılan Siyonist duyurulardı...
Gazetelerde, bir havra da dahil olmak üzere, Yahudilerin sık sık gittikleri yerlerin bombalanmasıyla ilgili hikayeler anlatılıyordu. Bu bombalamalar sonucunda hiç ölü olmaması ve fazla zarar vermemesi kuşku çekiciydi... Bombalamaların altında radikal Siyonistlerin olduğu bence çok açıktı. Yapmak istedikleri, Yahudileri korkutmak ve Müslümanların kendilerine karşı harekete geçtiğine Yahudileri inandırmaktı.
Bombalamaların çok az fiziksel zarar vermesi, kimi zaman da hiç zarar vermemesine karşın bunlar, Iraklı Yahudiler üzerinde genel olarak etki yaptı. Bazı Siyonistlerin evlerinde ve havralarda büyük miktarlarda silahlar ele geçmeye başladı. Hükümet, Yahudi mağaza ve kahvelerinde çok az zarara neden olan bombaların, Yahudi konutlarında ve havralarda bulunan cephanelerle aynı kaynaktan olduğuna ve sorumluluğun da aynı kişilerde bulunduğuna karar verdi.20
İsrail derin devleti içinde yer alan radikal Siyonistlerin Yahudi halkı hedef aldıkları bu karanlık olay, daha sonra gün ışığına çıkmış ve İsrail tarihinin kirli sırlarından biri olan bu kanlı göç operasyonu İsrail basınında konu edilmiştir. Haftalık İsrail gazetesi Ha'olam Hazeh 20 Nisan ve 1 Haziran 1966 tarihli sayılarında; günlük Yedioth Aharonot ise, 8 Kasım 1977 tarihli sayısında bombalamaların Mossad tarafından gerçekleştirildiğini yazmış; Yahudi yazar Ilan Halevi de La Question Juive (Yahudi Sorunu) adlı 1981 basımı kitabında konuya değinmiştir. Ali Baba Operasyonu, ayrıca 1972 Ağustosu'nda Kokhavi Shemesh tarafından, İsrail'de yayımlanan Siyah Panterler gazetesinde de doğrulanmıştır. Ayrıca, 7 Kasım 1977 de, Tel-Aviv Büyük Mahkemesi'nin aracılığıyla, gazeteci Baruch Nadel tarafından eski bakanlardan İsrail tarafından Irak’a gönderilen ajanlardan biri ve daha sonra da Knesset üyesi olacak olan Mordechai Ben Porat'a yöneltilen sorulara verilen cevaplarla da açıklık kazanmıştır.
Mossad'ın bombaları sonucunda kaygıya düşen Irak Yahudileri, "kurtuluşu" (!) İsrail'e göç etmekte bulacaklardı. Iraklı Yahudi halkın İsrail'e zorla göç ettirilmesini konu alan ve adına da "Ali Baba Operasyonu" denilen bu kirli operasyon, işte böylece radikal Siyonist liderlerce başlatılmış oldu. Operasyon sonucunda 1950-59 yılları arasında toplam 120 bin Irak Yahudisi İsrail'e transfer edildi.

Mossad tarafından sinagogları bombalanan Irak Yahudileri, zorunlu olarak "kurtuluşu" İsrail'e göç etmekte buldular. Yukarıdaki fotoğraf, bir grup Irak Yahudisi'nin İsrail'e getirilişi sırasında uçakta çekilmiştir.
Iraklı Yahudilerin İsrail'e getirilişinde rol oynayan bir diğer faktör ise, İsrail derin devleti ile Irak Hükümeti içindeki bazı kimseler arasında kurulan bir dizi karanlık diplomatik ilişkilerdi. Aliyah Bet ajanları, dönemin Irak Hükümeti Başbakanı'na rüşvet vererek Iraklı Yahudileri satın almışlardı.
Kendisini, 'İngiliz iş adamı Richard Armstrong' olarak tanıtan, Shlomo Hillel isimli göçten sorumlu Aliyah Bet ajanı, Amerika'daki Yakın Doğu Hava Taşımacılığı Şirketi adına Irak Hükümeti'yle konuşmalar yapmaya gitti. 1950 yılının Mart ayında, Richard Armstrong'un etkisiyle Irak Parlamentosu, isteyen her Yahudinin ülkeyi terk edebileceğine dair bir kanun çıkardı. Başbakan Tevfik el-Savidi idi. Bu, İsrail'e savaş açmış ve yüzlerce Yahudiyi Siyonist hareketler yüzünden tutuklamış bir hükümet için sürpriz olarak göründü. Bu sürpriz gelişmenin açıklaması, Başbakan'a kapıları açması için sunulan şeylerde yatıyordu. Başbakan, aynı zamanda Irak Turları'nın da başkanı idi ve tesadüf eseri olmayarak Yakın Doğu Hava Taşımacılığı Şirketi'ne vekil olarak seçilmişti. Diğer bir deyişle, Irak Hükümeti'nin başı, İsrail İstihbarat Teşkilatı'ndan rüşvet, komisyon alıyordu. Bu karanlık Amerikan hava şirketi, İsrail Hükümeti ile olan yakın bağlarını gizlemek için gerçek yüzünü itina ile saklıyordu. Daha önce 1948-1949'da da bu şirket aracılığıyla, 50 bin Yemen ve Aden Yahudisi İsrail'e uçuruldu.21
İsrail'e göçe zorlanan Iraklı Yahudi halka karşı uygulanan baskı politikasını, Naeim Giladi, bugünlerde yazdığı kitaplarda dile getirmektedir. Naeim Giladi, gençliğinde aktif bir radikal Siyonistti. O zamanlar, radikal Siyonist liderlerin emrinde olan Naeim Giladi, Irak'ta Yahudi halka karşı uygulanan şiddete de bizzat şahit oldu. Naeim Giladi'nin bugün anlattıklarının hepsi birer itiraf niteliğindedir ve o günleri yaşamış canlı bir tanık olması açısından da oldukça önemlidir. New American View dergisi, Naeim Giladi için yaptığı özel haberde, konu ile ilgili şu bilgileri aktarıyor:
Naeim Giladi (Khalaschi), 1930'da Irak'ta doğmuş bir Yahudidir. İngilizler tarafından, 1941 yılında, Bağdat'ta organize edilen Yahudi katliamından sonra yeraltı Siyonist hareketine katıldı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra, Yahudilerin Irak'tan İsrail'e kaçırılmalarıyla uğraştı. Giladi, 1992 yılında Ben Gurion's Scandals: How the Haganah of the Mossad Eliminated Jews (Ben Gurion'un Skandalları: Mossad'ın Haganah'ı Yahudileri Nasıl Yok Etti) isimli bir kitap yazdı. Giladi, yazdığı bu kitabında, Irak'taki yeraltı Siyonist örgütünde yaşadığı tecrübelerini anlattı. Ayrıca Iraklı Yahudilerin Bağdat'tan İsrail'e göçünü sağlayan, Siyonist yeraltı ajanı Ben Porat hakkında da bilgiler verdi. Giladi'ye göre, Ben Porat, Yahudilerin 2500 yıldır barış ve zenginlik içinde yaşadıkları Irak'ı terk etmeleri için teröre başvurup onları korkutmuştu. Giladi, Mossad teröristlerinin Yahudilerin gittikleri kafe ve sinagogları, onları İsrail'e göçe zorlamak için bombaladıklarını ve Ben Porat gibi Siyonistlerin bu olaydan Iraklıları (Müslümanları kastediyor) suçladıklarını iddia ediyordu. Plan işlemişti, Yahudiler İsrail'e uçmuşlardı. Fakat İsrail'i kontrol eden Avrupalı Yahudiler tarafından ezilen, ikinci sınıf vatandaşlar konumunda kendisini bulmuştu Iraklı Yahudi halkı.22
Gerçekten de, binlerce yıldır yaşadıkları vatanları olan Irak'tan zorla kopartılarak İsrail'e göç ettirilen Iraklı Yahudi halk Naeim Giladi'nin yukarıda da belirttiği gibi yeraltı örgütlerine sahip radikal Siyonistlerce ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürülmüştür. Irak'tan göç etmeye zorlanırken sıkıntıya sokulan Iraklı Yahudi halkının dramı, bugün de İsrail'de devam etmektedir:
İsrail'de Iraklı Yahudiler hayal kırıklığına uğramışlardı. Avrupa doğumlu olan ve İsrail Devleti'ni yöneten Yahudi liderleri, kendilerini ilkel konutlarda ve kulübelerde, çok az iş ve ev bulma ümidi ile zorla getirdikleri için suçluyorlardı. Böylece yöresel olarak getirilen bu yeni göçmenlerin üstlerine böcek ilacı sıkılması ve kendilerine de başka bir seçim hakkı tanınmaması üzerine, kendilerini aşağılanmış hissettiler.23
Etiyopyalı Yahudilerin Yurtlarından Sökülmesi,ya da Musa ve Solomon Operasyonları
Etiyopya'da asırlardır yaşayan siyah derili Yahudiler (Falaşalar) da İsrail derin devletinin "sürgünleri toplama" programından paylarını aldılar. Falaşalar'ın İsrail'e göç ettirilmesi, Aliyah Bet tarafından düzenlenen, 1984 yılındaki "Musa Operasyonu" ile 1991 yılındaki "Solomon Operasyonu" aracılığıyla gerçekleştirildi.
1984'teki operasyon için İsrailliler Etiyopya yönetimine yüklü miktarda rüşvet vermişlerdi. İsrail derin devleti sadece Etiyopya liderine rüşvet vermekle kalmadı, aynı zamanda Yahudilerin Sudan üzerinden taşınabilmesi için devrik Devlet Başkanı ile yakın yardımcılarına da rüşvet sundu. Sudan Başkanı Cafer Nimeyri ile Başkan Yardımcısı Ömer El Tayid ve her türlü yasa dışı işleme karışmakla ünlendiği için adı 'Bay Yüzde 10'a çıkan özel danışman Baha İdris, İsrail derin devletinden Falaşaların Sudan üzerinden nakledilmesine göz yummaları karşılığında 56 milyon dolar aldılar. Kısacası Etiyopya ve Sudan liderleri ile yapılan pazarlıklar sonucu, Falaşalar radikal Siyonist liderlerce satın alınmışlardı; sahibinden satın alınan köleler gibi. Bu pazarlığa oturan taraflar, Etiyopya Yahudilerine nerede yaşamak istediklerini dahi sorma gereği duymamışlardı. Etiyopya liderlerine parası ödenen Falaşalar, yurtlarından sökülüp düzenlenen seri uçak seferleri ile İsrail'e götürüldüler. Nokta dergisi, uçaktan inen Falaşalar'ın dramatik görünümlerini şöyle dile getiriyordu:
Alınlarına yapıştırılmış numaralarıyla uçaktan inen Falaşalar, insanda oldukça genç, yitik ve kolayca incinebilir bir izlenim bırakıyorlar. Sayıları 14 bini bulan bu insanlar, Zion'a ayak basarken, taşıdıkları numaralar, ister istemez yıllar önce bileklerine dövme yapılan Nazi kamplarındaki Yahudi tutsakları anımsatıyor.24
Falaşalara yapılan bu uygulama, birtakım uluslararası kuruluşların dikkatinden kaçmadı. Örneğin Fransız Dayanışma Birliği adlı insan hakları örgütü İsrail Hükümeti'ne tepki gösterdi ve Etiyopyalı Yahudilerin Vadedilmiş Topraklar'a göç ettirilişinde insancıl amaçlar güdülmediğini ilan etti:
Fransız Dayanışma Birliği, İsrail Hükümeti'nin Etiyopyalı Yahudileri insancıl amaçlarla İsrail'e nakletmediğini öne sürerek kurtarma operasyonunun esas amacının işgal altındaki topraklarda yeni yerleşim merkezleri kurmak, böylelikle İsrail'in yayılmacı politikasını sürdürmek olduğunu iddia etti. Bu arada binlerce Falaşanın gizlice İsrail'e kaçırılması olayının yarattığı tepkiler sürüyor. Olayın kopardığı gürültü nedeniyle İsrail Hükümeti göçü durdurmak zorunda kaldı.25
1991 yılında ise bu kez "Solomon Operasyonu" ile bir diğer grup Falaşa İsrail'e transfer edildi. Bu göç operasyonunun mimarları, Uri Lubrani başkanlığında İran Yahudisi David Alliance ile Irak Yahudisi Sami Shamoon'du. Ve yine gerekli yerlere rüşvet verilmişti; operasyon, göçü gerçekleştiren Uri Lubrani ile Etiyopya'nın Başkanı Mengistu Haile Mariam arasındaki para pazarlığı sonucunda gerçekleşmişti. Uri Lubrani, Etiyopyalı Başkan Mengistu Haile ile görüşerek 15 bin Yahudinin İsrail'e alınması için izin istedi. Görüşmeler Mengistu'nun 100 milyon dolar teklif etmesiyle başlamıştı. Lubrani, limiti 25 milyon dolar olarak belirtse de Mengistu 57.5 milyon doların altına inmeyeceğini söyledi. En sonunda 30 milyon dolara anlaştılar. Pazarlık sonucunda, 25 Mayıs 1991'de, 36 saat süren hava köprüsü transferi ile gerçekleştirilen "Solomon Operasyonu" ile İsrail'e 14 binden fazla Etiyopya Yahudisi gönderildi.

Mossad'ın düzenlediği özel operasyonlarla İsrail'e getirtilen Falaşalar (Etiyopyalı Yahudiler), İsrail yönetimindeki bazı kimseler tarafından ikinci sınıf insan muamelesi gördü. Falaşalar Mossad tarafından satın alınmış ve alınları numaralandırılmıştı.
Aslında, Falaşaların gerçek dramı İsrail'de başlayacaktı. Bazı Siyonist liderler, içinde hayvanların bile güçlükle barınabileceği son derece sağlıksız bir ortamı, Etiyopyalı dindaşlarına yaşamaları için uygun buldular. Bin bir parlak vaatle kandırdıkları dindaşları için toplama kamplarını reva gördüler.
Etiyopyalı Yahudilerin İsrail'e getirildikten sonra kabusa dönen yaşamlarıyla ilgili olarak Gündem gazetesinin yayımladığı bir yazı son derece ilgi çekiciydi. 10 Ekim 1992 tarihli ve "Vadedilmiş Topraklardaki Etiyopyalı Yahudilerin Getto Kabusu" başlıklı haberde şunlar yazılıydı:
Vadedilmiş Topraklar'da bir trajedidir yaşamak... Okul ve iş olanaklarının çok uzaklarında, çölün kenarındaki topraklar üzerine kurulmuş karavanlarda çile dolduran ve adeta çürümeye terk edilen binlerce Etiyopyalı Yahudinin yaşamı bir kabusa dönüşmüş. Artık onların yaşadığı bu döküntü yerler, birer siyah getto durumunda.
Geçen yıl yirmi iki saatlik bir hava harekatıyla, apar topar uçaklara taşınan ve İsrail topraklarına getirilen 14 bin siyah Yahudiden hiçbirine sürekli yaşayabileceği bir konut verilmedi. Bunların bin kadarı yurtlarda, geri kalan 13 bini ise karavanlarda yaşamlarını sürdürüyorlar. Karavanlar İsrail toplumundan tamamen yalıtılmış durumda... Topluluğun liderleri sosyal bir felaket olarak dile getirdikleri bu koşulların değişmesi için bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyorlar. 'Karavanlar tıpkı gettolar gibi' diyen Etiyopyalı siyahların liderlerinden Rahamim Elazar, 'İsrail, bu siyah Yahudileri toplumdan yalıttığı için bütün dünya tarafından ırkçı bir ülke olarak değerlendirilecektir' yorumunu yapıyor.
Kendi karavanlarıyla Güney Afrika'nın siyah yerleşim yerlerini karşılaştıran Elazar, 'Karavanlar o kadar kirli ve altyapıdan o kadar uzak ki, bunlara modern Soweto demeye dilim varmıyor' derken, gelecekten pek umutlu olmadığını ifade ediyordu. Beş çocuk annesi Maaritesh Kandia, 'Yazın bunaltıcı berbat bir sıcak, kışın ise dondurucu berbat bir soğuk yaşanıyor. Keşke kalabileceğimiz normal bir yerimiz olsaydı' diyor.
1991 yılında, 'Solomon Operasyonu' ile getirilen 13 bin Etiyopyalı, kumların karşısına sıra sıra dizilmiş 400 karavanda yaşıyor. Maaritesh Kandia ve diğerleri, böyle tecrit edilmiş bir durumda yaşamaktan ve çocuklarının Kudüs'teki okula gitmek için iki saat yolculuk yapmak zorunda olmasından şikayet ediyor.26
Falaşaların İsrail'e getirilmelerinin ardından yaşadıkları dram o denli açıktı ki, bu durumu ilgili İsrail makamları bile kabul etmiş, hazırladıkları resmi raporlarla bu dram onaylanmıştı. Şalom bu konuda şunları yazmıştı:
İsrail Göç ve Uyum Bakanlığı'nın araştırmalarına göre, 5 yıl önce Musa Operasyonu ile Etiyopya'dan İsrail'e gelen Yahudilerin üçte biri devamlı bir ikametgaha sahip değil. Aynı bakanlık, doğu şeridindeki Kiryat Arba şehrine yerleştirilen göçmenlerin pek iyi durumda olmadıklarını bildiren raporları onayladı.27


21 Eylül 1984 tarihli Günaydın'ın haberinde, Falaşaların İsrail'de karşılaştıkları uygulamalar şöyle anlatılıyordu: "BURASI BİR NAZİ KAMPI DEĞİL... Durumun Nazi kamplarından farksız olmasına rağmen mağdurların siyah derili olması diğer Yahudilerin durumu görmezlikten gelmelerine neden oluyor... Siyah arkadaşlarının yok olmalarını adeta memnunlukla izliyorlar".Burası bir Nazi kampı değil
İsrail'e getirilmelerinin üzerinden 10 sene gibi uzun sayılabilecek bir süre geçmiş olmakla birlikte, kendilerini İsrailli Yahudilerden çok Araplara yakın hisseden Etiyopyalı Yahudilerin dramını konu alan bir haber de Arap Elmecelle dergisinde yayımlandı. Söz konusu haberde Falaşaların İsrail'de karşı karşıya kaldıkları ayırımcı politikalardan şikayetçi olduklarına şöyle dikkat çekiliyordu:
Etiyopya Yahudileri İsrail'e geldikleri ilk günden bu yana kendilerinin 'Falaşa' olarak adlandırılmasını reddediyorlar. Çünkü 'Falaşa' Etiyopya dilinde 'Diğerleri-Ötekileri' anlamına geliyor. Ayrıca maruz kaldıkları ayırımcı uygulamaların, sakin ve huzurlu bir hayat sürdükleri Etiyopya'da değil, İsrail'e ulaştıklarında başladığını ifade ediyorlar... İsrail Ordusu'nda teknisyen olarak çalışan Yusuf Minkaşa 'bir gün muhakkak İsrail'i terk edip Etiyopya'ya geri döneceğini' belirtiyor... İlk çocuğuna hamile kalan bir Etiyopyalı hanım ise şöyle diyor: 'İsrailliler her türlü ilişkide, bizi kendilerinden farklı gördüklerini ispatladılar. Kendimi Araplara daha yakın hissediyorum ve Arap bir doktorun beni tedavi etmesini tercih ederim, çünkü o bana saygı duyar ve o şekilde muamele eder.28

Etiyopya'daki yuvalarından kopartılarak İsrail'e getirilen Falaşalara bazı İsrailli liderlerce takdir edilen Ambover kasabasındaki toplama kampı-getto karışımı yerleşim bölgesi.
Yaşadıkları yerleşik kurulu düzenden kopartılarak zorla İsrail'e kaçırılan Etiyopyalı Yahudiler, ilerleyen günlerin yıpratıcılığıyla psikolojik şoka girmiştir. Şalom, "Musa Harekatı'nın 5. yılında Etiyopyalı Yahudilerin Yüzü Gülecek mi?" sorusuyla verdiği haberde şöyle yazıyor:
Bu toplumun en önemli sorunu, Etiyopya'da kalan ailelerine duydukları özlemdir. Bu özlemin yarattığı mutsuzluk, Etiyopyalılar arasında birçok intihar olayına sık sık rastlanmasına yol açmaktadır. Bugüne kadar intihar eden Etiyopyalıların sayısı 25'tir. Etiyopyalı Yahudiler 'Mivtsa Moshe' (Musa Operasyonu) ile büyük bir toplumsal şok geçirmişler, çok farklı bir uygarlıktan bir diğerine geçiş kendilerinde bir bunalıma neden olmuştur.29
16 Haziran 1991 tarihli Nokta dergisi, intihar eden Falaşa sayısının 50'yi bulduğunu yazmıştı. İntihar vakaları, sonra da devam etmiştir.
Etiyopya Yahudilerinin durumu, İsrail'deki bazı Siyonist idarecileri zerre kadar ilgilendirmiyordu. İşte bu yüzden İsrail'e kaçırılan Falaşaların tutunacak dalları kalmamış, çareyi Amerikalı Yahudilerden yardım istemekte bulmuşlardı. Birtakım İsrailli liderlere duydukları sitemi ifade eden bir mektup yazarak Amerikalı Yahudilere yolladılar. Söz konusu mektup, 16 Eylül 1988 tarihinde The Jerusalem Post'da yayımlanırken, Şalom da aynı haberi kaynak göstererek, "Amerikan Yahudilerine, Etiyopya Yahudilerinin Çektikleri Acıları Anlatan Açık Mektup: Suskunluk Cinayettir" başlığı ile 16 Kasım 1988 tarihinde yayımlamıştı. Söz konusu mektupta şu satırlar yer alıyordu:

21 Eylül 1984 tarihli Günaydın, Falaşaların İsrail'deki durumlarını "Toplama Kamplarında Yaşıyorlar" başlığıyla verdiği bir haberde konu etmişti. Üstte, söz konusu "toplama kampı"ndan bir görüntü.
Gün geçmiyor ki acı çığlıkları bizlere ulaşmasın. Mektuplar ölümden ve açlıktan bahsetmektedir. Mektuplar yalnız kadınlardan, açlıktan ölen çocuklardan, yok olmakta olan köylerden bahsetmektedir. Fakat dört yılı aşkın zamandır ailelerimiz adeta suskunluğa terk edilmiş, açlık ve yokluktan ölüme mahkum edilmişlerdir. Buna maruz kalanlar Habeşistan Yahudileridir. Ailelerimizi birleştirmeye yardımcı olmaları için Amerikan Yahudilerine yanaştık. Amacımız, ailelerimizle ilgilenecek daha geniş bir topluma seslenmektir.
… bu suskunluğa sebep, Musa Operasyonu'na son veren hatanın tekrar edilmek istenmemesidir. Demek ki Yahudi liderler, Habeşistan Yahudileri konusunda katı kötü niyeti sürdürmeye kararlıdırlar. Bu çağ dışı mantık Etiyopya Yahudilerini ikinci kez ölüme mahkum etmektedir. Bu sorumsuz davranış liderliğe yakışır mı? Münakaşa konusu, parçalanmış ailelerin birleşmesi için, beynelminel seviyede talepte bulunmayı destekleyip desteklememekti. Talep dilekçesi, aşağıda zikredilenlere şöyle değinmektedir:
'Yaşamın değişik kesitlerinden olup aşağıda imzası olan bizler Etiyopya Hükümeti'nin, Etiyopya Yahudilerinin en tabii hakları olan, çocukları, babaları, anaları ve diğer yakınları ile birleşmelerini kabul etmemesini hayret ve esefle karşıladığımızı bildiririz.' En basit bir insani hak, Etiyopyalı Yahudilere tanınmamaktadır. Ailelerimiz bölünmüştür. Duyarlılığı kuvvetlendiren temel fiil olan, dilekçe imzalamak dahi, reddedilmiştir. Bu Yahudi liderlerin hiç vicdanı yok mudur? Halen diaspora Yahudi liderlerine hakim olan tavır, ailelerimizi ayrılık ve ölüme mahkum etmektedir.
Şlome Mula (Etiyopyalı Yahudi Öğrencileri Derneği Başkanı)
Rahim Elazar (İsrail'deki Etiyopyalı Yahudiler Derneği Başkanı)
Uri Tekele (Beta Israel Derneği Başkanı)
Yisrael Yitzhak (Etiyopyalı Mülteciler Derneği Başkanı)
Radikal görüşe sahip İsrailliler, Etiyopyalı Yahudilere kötü davranmakla kalmıyor, Falaşaların Etiyopya'da maruz kaldıkları baskıları da örtbas ediyorlardı. 1987 yılında Etiyopya Hükümeti'nin elinde bir kısım Falaşa tutuklu vardı. Ve bu tutuklu Etiyopyalı Yahudiler hapiste işkence görüyordu. Radikal İsrailliler Etiyopya'daki dindaşlarının karşı karşıya kaldıkları durumdan haberdar olmalarına rağmen herhangi bir kurtarma faaliyeti içine girmekten kaçınıyorlardı. Nitekim bu konuyla ilgili olarak, Etiyopyalı Göçmenler Derneği Sekreteri Mesfin Ambaw, "İsrail Devleti bizimle hiç ilgilenmiyor; köylerde insanlar öldürülüyor ve çok kötü şeyler meydana geliyor" demişti.30
Birtakım İsraillilerin gösterdikleri bu vurdumduymazlığın sebebi, ileride İsrail'e düzenleyecekleri bir göç operasyonunu dünya kamuoyunun gözünde meşru bir zemine oturtmak, ayrıca Falaşalara kendi rızalarıyla Etiyopya'dan kurtulmayı istetecek kadar yoğun bir sıkıntı ortamının olgunlaşmasını beklemekti. 16 Haziran 1991 tarihli Nokta, olayı şöyle özetliyordu:
O dönemdeki İsrail Hükümeti ise Falaşalara yönelik Etiyopya Hükümeti'nin tavrı karşısında sessiz kalmayı yeğliyordu. Bunun nedeni de daha fazla Etiyopyalı Yahudiyi getirmek istemesiydi.

İsrailliler Falaşaları tam Yahudi saymıyorlardı; göç ettirilmek istenmelerinin nedeni de, işgal altındaki Arap topraklarına yerleştirilecek olmalarıydı. Dolayısıyla İsrail'in Falaşalara yönelik politikası hiçbir zaman insancıl olmadı. 1984 yılında, gerçekleştirilen Musa Operasyonu ile 7000 Falaşa bazı Siyonist liderlerce İsrail'e kaçırılmıştı. Her ne kadar İsrailli yöneticiler bu göç operasyonunu bir "kurtarma" operasyonu olarak tanımlayıp dünya kamuoyunu ferahlatmaya çalışsalar da, aslında yaşanmış gerçekler hiç de öyle "pembe" değildi. Falaşalar bu göç ile iddia edildiği gibi kurtulamamış, aksine birçoğu bu operasyon sırasında can vermişti. Nitekim Şalom da bu gerçeği itiraf ediyor, Musa Operasyonu'nu, "son yüzyılın en büyük Etiyopyalı Yahudi kaybı" olarak tanımlamak zorunda kalıyordu:
Musa Operasyonu'nun 1000 Etiyopyalı Yahudinin ölümüne neden olduğu belirtilirken, bu ölümlerin yüzyılın en büyük Etiyopyalı Yahudi kaybı olduğu vurgulanıyor. Ölümlerin çoğunun Sudan'a geçiş sırasında vuku bulduğu biliniyor.31
"Mesih İsrail'de Yeryüzüne İndi" Yalanıyla KandırılanYemen Yahudileri ya da Sihirli Halı Operasyonu

İsrail'e sürülen Falaşalar.
Göçü suni olarak körüklemek için, antisemitizmi ortadan kaldırmak değil, tam tersine her gün bu yolda yeni senaryolar hazırlamak gerekiyordu. Zaten en başından beri, Filistin'e göç, suni bir şekilde yaratılmıştı. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de, 1948'den önce, önemli bir doğu cemaati görünümündeki Yemen Yahudilerinin kandırılarak İsrail'e getirilmeleriydi.
O dönemde İsrail'de, Arap işçileri yüksek ücretlerle ziraat, endüstride kol gücü, ev temizliği gibi en yorucu işlerde çalışıyorlardı. Maliyetleri düşürmek ve Arap nüfusunu bölgeden tasfiye etmek için yeni bir formül bulmak gerekiyordu. Nitekim bulunmuştu da... Dünya Siyonist Örgütü (WZO)'ne bağlı olan Yahudi Ajansı'ndan Dr. Thon, henüz 1908'de konuya şöyle bir çözüm getiriyordu:
Sadece doğu Yahudileri, Arapların aldığından daha düşük ücretlerle çalışabilirler. Böylece İsrail'e getirilecek doğu Yahudileri, Siyonizmin 'İbrani el emeği' hedefine yardım edecekleri gibi, Filistin el emeğinin de tasfiye edilmesine yol açacaklar... Eğer Yemenli ailelerin, göç bölgelerine devamlı olarak yerleşmelerini sağlayabilirsek, bir problemi daha çözümlemiş olacağız: Yemenlilerin kızları ve kadınları şu sırada hemen hemen her göçmen ailede hizmetçi olarak çalışmakta olan Arap kadınlarının yerlerini alabilecektir. Araplar ayda 20 veya 25 frank gibi çok yüksek bir ücret alıyorlar.32
Evet, teoride soruna çözüm getirilmişti: Yemen Yahudilerinin erkekleri amele, kadınları da hizmetçi olarak, hem de en düşük ücretlerle, en yorucu işlerde çalıştırılacaklardı. Şimdi üzerinde düşünülmesi gereken nokta, bu Yahudilerin İsrail'e göç etmesine nasıl ikna edileceğiydi. Bu sorun da İsrail derin devletinin kirli tarihine yakışacak bir şekilde halledildi.
1910 yılında Yemen'e yalancı bir vaiz gönderildi. Sosyalist Siyonist Warshevki, günün şartlarına uygun biçimde vaftiz edilerek Haham Yavni'éli oldu. Haham Yavni'éli Yemenli Yahudilere, Mesih'in İsrail'de yeryüzüne indiğini müjdeliyor ve İsrail'in üçüncü krallığının Kudüs'te kurulduğunu haber veriyordu. Bu tarihten çok sonra, 1948'de Yemenli göçmenler, 'Sihirli Halı' adı verilen bir operasyonla İsrail'e doğru yol aldıkları sırada uçakta, Ben Gurion'un adına 'David! David! İsrail Kralı' şarkısını söylüyorlardı. Operasyon iki kademede gerçekleştirilmişti. 1948 yılının Aralık ayından, 1949 Martı'na ve 1949 Temmuzu'ndan 1950 Eylülü'ne kadar devam eden taşıma işine 5.5 milyon dolar harcanmıştı.33

1949-1950 yıllarında, "Sihirli Halı Operasyonu" ile 45 bin Yemen Yahudisi, "Mesih İsrail'de yeryüzüne indi" yalanıyla İsrail'e götürüldü. Üstte Yemenli Yahudilerin bu "Sihirli Halı Operasyonu" sırasında İsrail'e kaçırılırken uçakta çekilmiş bir fotoğrafı yer alıyor. Yüzlerde aynı şaşkınlık, endişe ve mutsuzluk... Ne başlarına gelenler, ne de yüzlerindeki ifade bu insanların "kurtarıldığını" doğruluyor.
'Sihirli Halı Operasyonu' ile 1948-1949 yılları arasında, toplam 50 bin Yemen Yahudisi İsrail'e transfer edildi. Yemen Yahudileri, işte böylesine kirli bir yöntemle kandırıldı. Ancak dramları daha yeni başlıyordu. Çünkü, "Vadedilmiş Topraklar"da zannettikleri gibi uhrevi ve rahat bir yaşam kendilerini beklemiyordu. Aksine, onları bekleyen, bu toprakların en pis ve angarya işleriydi:
Göçmen Yahudilerin çoğunluğu, ya sanayi ve nakliye işçisi ya da tarımcı oldu. Ve bataklıklar tarıma elverişli hale getirilirken birçok genç bu bataklıklarda yaşamını yitirdi.34
İsrail yönetimi içinde yer alan radikal kesimler ilerleyen yıllarda da Yemen'de kalan diğer Yahudileri İsrail'e getirebilmenin yollarını aradı. Yemen'den Vadedilmiş Topraklar'a suni olarak yeni bir Yahudi göçü meydana getirmeyi hedefleyen İsrail ajanları bölgede dolaşıyordu. 21 Ağustos 1982 tarihli Zaman gazetesişunları yazıyordu:

DR. OSIAS THON: Yemenli Yahudileri yalanlarla İsrail'e götüren kişi.
Yemen'de faaliyetlerine devam eden ABD Yahudilerinden Listen Bismirka'nın, Yemen Yahudileri arasında dolaşarak onları İsrail'e göçe teşvik ettiği bildirildi. Eş-Şark ül Evsat gazetesinde yer alan bir haberde, Listen Bismirka'nın Yemen'in dağlık bölgelerinde faaliyet göstererek, öncelikle din adamlarını İsrail'e göçe ikna etmeye çalıştığı ifade edildi. Bu suretle, Yemen Yahudilerinin tamamının İsrail'e göç ettirilmesinin hedeflendiği bildirildi.
Radikal İsrailliler, Yemen'de yürüttükleri bu yeni faaliyetlerinde kısmen başarılı oldular. Ancak yine olan, kandırılan Yemenli Yahudilere olmuş, parlak vaatlerle göçe ikna olan bu Yahudiler, yeni yaşamlarında son derece büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardır. Zaman, aynı haberinde şöyle ekliyordu:
Yemen'den aldatılmak suretiyle İsrail'e göç ettirilen ailelerin sıkıntı içinde bulunduğu bildirildi. Yemen Hükümeti yetkililerine özel bir mektup gönderen iki Yemenli Yahudi ailesi, burada sıkıntı içinde bulunduklarını belirttiler. Yemen'e dönmek istediklerini kaydeden Yahudi aileler, 'Burada zor durumdayız. Elimizde bulunan 25 bin dolar paramızı ve pasaportlarımızı aldılar. Bize pasaport ve ülkemize dönüş bileti gönderin.' şeklinde dert yandılar.
Yemenli Yahudilerin İsrail'deki yeni yaşamlarında son derece büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldıkları gerçeği, o denli açıktı ki, Yahudi basın organları birer birer konuyla ilgili haberler yaptılar. Fransa'da yayımlanan Tribune Juive dergisinden alıntı yaptığı haberde, Şalom, İsrail'de Yemenli Yahudilerin başına gelenleri şöyle itiraf ediyordu:

Üstte, 1950 Ocağı'ndaki yoğun yağmurlu dönemde 10 bin göçmenin bulunduğu Beth Lid isimli kamptan bir insan manzarası. Bu fotoğraf, Yemenli Yahudilerin İsrail'de yaşadıkları zorlukların bir kesitini çarpıcı bir şekilde yansıtmakta.
Herşey 'Sihirli Halı Operasyonu' ile başlar. 48 bin kişi İsrail'de alelacele kurulan 'Maaborat'lara yerleştirilir. Ama ne yazık ki, bu kamplarda ölüm oranı çok yüksektir. Kötü beslenme şartları, İsrail'e varana kadar yapılan yıpratıcı yolculuk, bunca mülteci karşısında yetersiz kalan sağlık kuruluşları bu acıklı durumun başlıca nedenleridir.
1949 yılının kışında hüküm süren dondurucu soğuklarda Rosh Hasim Kampı'nda tuhaf sahnelere tanık olunur: Kaybolan bebeklerini arayan anneler ve babalar... Bu senaryo muntazam bir şekilde tekrarlanır. 12-18 aylık bebeklere herhangi bir hastalık teşhisi konur, hastaneye yatırılır ya da ailesinden uzaklaştırılır. İkinci aşamada, aile çocuğun ölümünden haberdar edilir. Ama sadece birkaç aileye bir ölüm belgesi verilir. Dahası, aile çocuğun gömülü olduğu yeri bir türlü öğrenemez. 'Bebek hastalığın bulaşmasını önlemek için hemen olduğu yerde gömüldü' denir, acılı anne babaya...
Bir tanığa göre, çocuğu ne yapıp edip son bir kere görmek için mücadele veren bir anne, çocuğunu hastaneden sapasağlam bir şekilde çıkarmayı başarmıştır. Hastane yetkilileri, 'Kayıtlarda bir yanlışlık oldu' diye, ondan özür dilemekle yetinmiştir. Bundan böyle, 'Maaborat'larda bir söylenti yayılır: Bebekler hastanelerde kaybolup gidiyormuş. Bu garip şartlar altında kaybolan bebeklerin sayısı 500'ün üzerinde diye tahmin edilir.35
30 sene sonra, yani 1980'lerde kaybolan yüzlerce bebeğin esrarı çözülecekti. Aynı tarihli Şalom'dan öğreniyoruz:
İsrail basınında bir haber Yemen cemaatini oldukça heyecanlandırdı: 'Bizler 30 yıl önce İsrail'e gelen Yemenli mültecilerin ellerinden alınan çocuklarıyız...' ABD'li aileler tarafından bebeklik çağlarında evlat edinilmiş insanlar, İsrail'de yaşayan Yemen asıllı gerçek ebeveynlerini aramaya koyulmuşlar.
Şalom, yukarıdaki haberinden tam 9 sene sonra, "İsrail'de Yemen Yahudileri Haklarını Arıyorlar" başlığı ile verdiği bir diğer haberde, esrarengiz bir şekilde kaybolan Yemenli bebeklerin hikayesine şöyle devam ediyordu:
Hala yanıtsız kalan ilk soruları şu: Ailelerinden ayrılıp daha 'gelişmiş' ailelerin yanına verilen 613 Yemenli çocuğun akibeti ne olmuştur? Bu çocukların bir yerlerde var olduğu biliniyor, ne var ki İsrail Hükümeti araştırmalara pek yardımcı olmamıştır.36
Bu olayı özetlemek gerekirse, İsrail derin devleti içinde yer alan bazı idareciler bir kere daha Yemenli Yahudilere darbe vurmuştur. İlk önce, mutlu bir yaşam sürdükleri Yemen'den kopartılmışlardır. Bununla yetinmeyen bu İsrailli yöneticiler, daha sonra da, bebeklerini de Yemenli Yahudilerin ellerinden almış, "bebeğiniz öldü" yalanıyla bir kere daha onları kandırmışlardır ve bu bebekleri ABD'li Yahudilere yollamışlardır.
İsrailli bazı liderlerin, Yemen Yahudilerine yaptıkları bunlardan ibaret değildir: Yemen Yahudilerinin son derece değerli el yazması binlerce dini kitabı ellerinden alınmış ve bir daha da kendilerine iade edilmemiştir. Birtakım İsraillilerin yaptıkları bu gasp olayı, Yemenlilerin uçaklarla İsrail'e kaçırılmaları sırasında yapıldı. Bu değerli dini kitaplar, uçaklarda fazladan yük oluşturdukları bahanesi ve sonradan iade edilecekleri vaadiyle, Yemenli Yahudilerin ellerinden alındı. Bir müddet sonra da, söz konusu İsrailli yöneticiler, kitapların depolandığı hangarın yandığını, dolayısıyla kitapların da kül olduğunu bildirdiler.

10 bin Yemen Yahudisi'nin son derece kötü şartlar altında yaşamaya zorlandıkları, ölüm oranlarının çok yüksek olduğu Beth Lid kampında 1950 Ocağı'nda görüntülenen bir başka manzara.
Ancak sonraki yıllarda, Yemenlilere ait bu dini kitaplar, Vatikan'da, British Museum'da, Yeshiva Üniversitesi'nde yeniden ortaya çıktı. Yemenli Yahudiler açısından olayın dramatik bir diğer tarafı da, bu kitapların, İsrailli bazı yöneticiler tarafından açık arttırma ile bir bir satılmaları oldu. Bu İsraillilerin Yemenli Yahudilerden gasp ettikleri dini kitaplar ile ilgili olarak anlattığımız bu skandalı, Şalom, "İsrail'de Yemen Yahudileri Haklarını Arıyorlar" başlığı ile, 27 Kasım 1991 tarihinde okuyucularına haber vermişti.
Ancak Yemenli Yahudilerin yaşadıkları dram tüm bunlarla da sona ermeyecekti. Bazı İsraillilerin Yemen Yahudileri üzerine ürettikleri karanlık politikaların ardı arkası kesilmiyordu. Ne yapıp edip Yemen'deki Yahudilerin tamamı İsrail'e getirilmeliydi.
Radikal bazı İsrail liderleri, Yemen Yahudilerini İsrail'e göç ettirebilmek için yeni bir yöntem denediler. Birdenbire Yemen'deki Yahudilerin dinlerinden ötürü işkence gördükleri ve öldürüldükleriyle ilgili kaynağı belirsiz söylentiler ortaya çıktı. Hatta bu konuyla ilgili, bazı resmi raporlar bile ortada dolaşmaya başladı. Yahudilerin bu şekilde Yemen'de kalarak güvenlikte olamayacakları ve kurtulabilmeleri için de çözümün ancak İsrail'e göç etmek olacağı yolunda kamuoyu oluşturulmak isteniyordu. Ancak ilerleyen günlerde, bir kere daha İsrail yönetiminin kirli tuzağı gün ışığına çıkacaktı. Çünkü bu yanıltıcı propagandanın ardında İsrail derin devletinin parmağı vardı. Söz konusu söylentiler de, raporlar da gerçekleri yansıtmıyordu; hepsi düzmeceydi. İsrail derin devleti açısından son derece güven sarsıcı olan böyle bir olayın gün ışığına çıkması karşısında hemen bir "önlem" alındı: Suç Yemen Yahudilerinin üzerine atıldı; asılsız söylentiler ile düzmece raporların kaynağının aslında Yemen Yahudileri olduğu iddia edildi.37
Ancak Yemen Yahudilerinin yapısal özellikleri, uzun bir süredir içinde bulundukları sakin taşra yaşamı, böylesine provokatif, aşamalı bir organizasyonu beceremeyeceklerini gösteriyordu. Üstelik Yemen'de de son derece mutlu bir yaşamları, kurulu bir düzenleri vardı. Dolayısıyla böyle bir şeye ihtiyaçları yoktu.
Nitekim her ne kadar, radikal bazı İsrailliler düzenledikleri kirli göç operasyonunu temize çıkarmak için, bugün Yemen Yahudilerinin İsrail'e gelmeden önce dinlerinden ötürü baskı, işkence gördüklerini ve bu yüzden Yahudilerin kurtarılması için bu operasyonu düzenlemek zorunda kaldıklarını iddia etseler de, Şalom, bu kişilerin bu operasyon "mazeretini" adeta yalanlamaktadır:
Kuzey Yemen'deki 1000-1100 Yahudinin gerçek durumu şöyledir: Dinin tüm gereklerini özgürce yerine getirme hakkına sahipler. Halen Yemen'de açık olan ve kullanılan birçok sinagog mevcut.38
İsrail'in Başka Satın Alma Yöntemleri;Romen Yahudileri ve Lüksemburg Antlaşması

Solda, Romanya'nın eski Dış İşleri Bakanı olan Ana Pauker ortodoks Yahudi bir aileden gelmekteydi ve kardeşi Siyonist hareketin önde gelen isimlerindendi. Sağda, Çavuşesku döneminde son derece etkin olan Haham Rosen, Romen Yahudilerin İsrail'e göçünü organize etmişti.
İsrail'e göç etmek zorunda bırakılan Yahudi halklardan biri olan Romanyalı Yahudilerin başına gelenler, ülke yöneticilerinden rüşvet yoluyla satın alınan Etiyopyalı Yahudilere benziyordu. Tek fark, bu defa İsrail gizli devleti içindeki malum çevrelerin, Romanya'da da rüşvetle Yahudileri İsrail'e transfer etmek için direkt olarak yöneticilerle bağlantı kurmamış olmalarıydı. Bu sefer arada hatırı sayılır bir "aracı" vardı: Romanya'daki Yahudilerin lideri Başhaham Moses Rosen. İşte Romanya Hükümeti'nde, özellikle de Çavuşesku döneminde son derece büyük bir nüfuza sahip olan Moses Rosen'in Romanyalı Yahudileri göç ettirme hikayesi:

"En gurur duyduğu başarısının Romanya'daki Yahudilerin %97'sini İsrail'e göç ettirmek" olduğunu söyleyen Başhaham Moses Rosen, Bükreş'te Choir Sinagogu'nda Romanyalı Yahudilere vaaz verirken.
Exodus-The Last Jews of Romania (Çıkış-Romanya'nın Son Yahudileri) adlı kitabında, Andrew Billen isimli araştırmacı-yazar, Romanya'nın Başhahamı olan, Mosses Rosen hakkında bizi bilgilendiriyor. Moses Rosen Romanya'daki Yahudi halkının sayısını azaltmış, İsrail'e göç etmelerini sağlamıştı. Yahudiler ile güçlü bağlantıları olduğu bilinen Çavuşesku, bu göçü engelleyememişti. Çavuşesku'nun ayrıca İsrail ile diplomatik ilişkileri de vardı. Haham Rosen şöyle diyor: 'En gurur duyduğum başarım Yahudilerin %97'sinin buradan ayrılmasını sağlamak oldu.' İlginç olan bir başka nokta da Haham Rosen'in, 1957 yılından beri Romanya Parlamentosu'nda yer almasıydı. Bu, kendisinin Çavuşesku hükümdarlığıyla bağlantı kurmasını kolaylaştırıyordu. İsrailli radikaller Romanya'dan Yahudileri satın alıyorlardı. Güvenlik dairesinin başı Ion Pacepa'ya göre, 1978'e gelindiğinde, her eyaletten alınan Yahudi vatandaş karşılığında toplanan para, 2 bin dolar ila 50 bin dolar arasında değişiyordu.39
Romanyalı Yahudilerin İsrail'e göç ettirilmesi politikasının mimarlarından birisi de, Ana Pauker'di. Romanya'nın önde gelen komünist liderlerinden, eski Dış İşleri Bakanı olan Ana Pauker, Siyonist Zalman Rabinsohn’nun ablasıydı. Siyonistlere sağladığı destek gerekçesiyle, 20 Kasım 1952’de Komünist Parti tarafından Prag Duruşmaları'nda içlerinden 11’i Yahudi olan 13 komünist liderle birlikte yargılandı.
İsrail'in Çağdaş Nazilerle Kurduğu Gizli İlişkiler

İsrail'in eski başbakanlarından Yitzhak Rabin.
II. Dünya Savaşı'nın ardından İsrailliler, savaş sırasında soykırıma uğratılan Yahudilerin intikamını almak için "Nazi avı" başlattılar. Ancak bazı İsrailli liderler için Nazi avının gerçek bir adalet arayışından ziyade, bir tür propaganda malzemesi olduğunu söylemek mümkündür. Bunun çarpıcı bir göstergesi, söz konusu kişilerin, Nazilerin önemli bazı isimlerinin peşine hiç düşmemiş olmalarıdır. Peşine düşülenler, Eichmann gibi yalnızca ünlü ve sansasyon yaratan Nazilerdir.
SS Generali Kurt Becher bu konuda ilginç bir örnektir. Becher'in savaş sırasındaki görevi "toplama kampları genel komiserliği"dir. Yani eğer İsrailliler bir düşman arayacaklarsa, Becher "kara liste"nin başına yerleştirilmelidir. Oysa bazı İsrailliler hiç de böyle düşünmemektedirler. Becher'i yakalayıp cezalandırmak bir yana dursun, İsrail derin devleti içinde odaklanmış birtakım çevreler dünün Nazi generali ile açık açık ekonomik ilişki içine girmiştir. Yahudi asıllı Amerikalı araştırmacı Ralph Schoenman eski Nazi ile bu kimseler arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor:
Dünün Nazi toplama kamplarının komiseri olan SS Komiseri Kurt Becher, bugün pek çok şirketin başkanı olarak İsrail'e buğday satışının başında bulunmakta. Aynı zamanda, kendi şirketi olan 'Cologne-Handel Gesellschaft' da, bugün İsrail Hükümeti ile iş yapmaktadır.40
Güney Afrika'nın ırkçı "apartheid" rejiminin liderleri de hem eski birer Nazi hem de çok yakın birer İsrail dostuydular. Hele Güney Afrika'nın ırkçı lideri John Vorster'in İsrail'le olan ilişkileri oldukça ilginç bir görüntü çiziyordu. Kudüs İbrani Üniversitesi'nde psikoloji profesörü olan Yahudi yazar Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection: Who Israel Arms and Why (İsrail Bağlantısı: İsrail Kimi Neden Silahlandırıyor) adlı kitabında Vorster'in gezisinden şöyle söz ediyordu:
Birçok İsrailli için, Vorster'ın ziyareti sadece bir yabancı lider tarafından yapılan bir diğer resmi ziyaretti. Vorster, İsrail basını tarafından, İsrail'in yakın bir dostu ve Kutsal Topraklar'a kutsal gezi yapan dindar bir adam gibi gösterilmişti. Sadece, İsrail'in New York Times'ı sayılan Haaretz gazetesinin editörü, Vorster'ın bir Nazi iş birlikçisi olduğunu ve İsrail kanununa göre tutuklanması ve İsrail topraklarına ayak bastığı anda yargılanması gerektiğini yazdı. Oysa Vorster Tel-Aviv Hava Alanı'na indi, yere kırmızı halılar serildi ve İsrail'in Başbakanı Yitzhak Rabin onu sıcak bir şekilde karşıladı. İsrail basınında birçok sıcak karşılama haberi çıktı.
Hallahmi, bu bilgilerin ardından şöyle diyor: "Güney Afrikalıların İsrail'den aldıkları ilk ve en önemli şey ilhamdır. İkincisi askeri atılımlarının her adımında gördükleri yardım ve destektir." Ve İsrail'e hayranlık besleyen söz konusu Güney Afrikalı liderlerin büyük bir bölümü, Hallahmi'nin de vurguladığı gibi Nazi kökenlidirler. Bir Güney Afrikalı yazar Breyten Breytenbach, bu ilginç durumu şöyle vurguluyor:
Afrikanerlerin (Güney Afrikalı beyazlar) İsrail'le olan ilişkileri son derece gariptir. Çünkü bu ülkede her zaman için güçlü bir antisemitizm var olmuştur ve dahası bugünkü Güney Afrika liderleri de Nazi ideologlarının mirasçılarıdırlar. Ve bu liderler İsrail'e karşı da en büyük hayranlığı besleyen insanlardır. Kendilerini İsrail'le özdeşleştirirler: Kendilerini, aynı İsrailliler gibi Tanrı'nın Kutsal Kitap'ta seçtiği insanlar olarak görürler ve yine aynı İsrailliler gibi bir düşman deniziyle çevrili savaşçı, modern bir ülke olarak algılarlar.41
Tüm bunlar İsrail derin devletinin gerçek Nazilerle olduğu kadar çağdaş Nazilerle de çok iyi anlaştığının bir göstergesidir. Radikal Siyonizm ile faşizm, genelde bilinenin aksine, birbirleriyle son derece uyumlu iki ideolojidir ve bu uyum her uygun şartta aktif bir iş birliğine dönüşmektedir.
DİPNOTLAR
1. The National Jewish Post and Opinion, 6 Kasım 1959.
2. New York Times, 24 Temmuz 1958.
3. New York Times, 13 Aralık 1951.
4. Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, İstanbul, 1983, s. 166.
5. M. Lilienthal, What Price Israel, s. 194-195.
6. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, Ankara, 1985, s. 54.
7. Alfred M. Lilienthal. What Price Israel, s. 197.
8. Copy in Publications File, Records of the Document Library Branch, Office of the Assistant Chief of Staff, G-2, Record Group 319, National Archives, Secret Weekly Intelligence Report 112 from the Office of the Director of Intelligence, OMGUS, Dated July 3, 1948.
9. Stephen Green, Taking Sides: America's Secret Relations with a Militant Israel, New York, 1984, s. 50.
10. Copy in Publications File, Records of the Document Library Branch, Office of the Assistant Chief of Staff, G-2, Record Group 319, National Archives, Secret Weekly Intelligence Report 112 from the Office of the Director of Intelligence, OMGUS, Dated July 3, 1948.
11. Copy in Publications File, Records of the Document Library Branch, Office of the Assistant Chief of Staff, G-2, Record Group 319, National Archives, Secret Weekly Intelligence Report 112 from the Office of the Director of Intelligence, OMGUS, Dated July 3, 1948.
12. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, s. 55.
13. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, s. 55.
14. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, s. 56.
15. Amos Perlmutter, Israel: The Partitioned State: A Political History since 1990, New York, 1985, s. 113.
16. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, s. 56-57.
17. Dan Raviv & Yossi Melman, Every Spy a Prince: The Complete Story of Israel's Intelligence Community, Boston, 1991, s. 38-39.
18. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, s. 55.
19. Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçılık, s. 57.
20. Jerusalem Post, 21 Temmuz 1964.
21. Dan Raviv & Yossi Melman, Every Spy a Prince, s. 36.
22. New American View, 1 Ağustos 1993.
23. Dan Raviv & Yossi Melman, Every Spy a Prince, s. 38.
32. La Question Juive, İlan Hale'vi, s. 24. Dr. Thon'un söz konusu raporu, ilk defa 1970 yılında, İbranice olarak, Tel Aviv'de, Massada yayınları tarafından yayınlanan Siyonist Kolonilizasyon Tarihi isimli kitapta yayınlanmıştır.
33. Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, s. 153-154.
34. I. Rennap, Anti-Semitizm ve Yahudi Sorunu, İstanbul, 1991, s. 88-89.
39. David Musa Pidcock, Satanic Voices Ancient & Modern: A Surfeit of Blasphemy Including the Rushdie Report. From Edifice Complex to Occult Theocracy, Oldbrook, 1992, s. 164-165.
40. Ralph Schoenman, The Hidden History of Zionism, San Francisco, 1988, s. 37.
41. Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection: Who Israel Arms and Why, New York, 1987, s. 161.