Yahudi Soykırımı

1933 yılında tüm Almanya'ya karanlık çöktü. Yıllardır sokak çatışmaları, kin ve nefret mitingleri, ırkçı saldırılar ve savaş çığırtkanlığı ile Almanya'yı sarsan Nazi Partisi, iktidara geldi. Nazi lideri Hitler, seçimlerde en yüksek oyu alarak Şansölye ilan edildi. Kısa sürede, Almanya'nın tartışılmaz diktatörü haline gelecekti.

1933'ten 1945'e kadar geçecek olan 13 zorlu yıl, dozu giderek artan bir vahşete sahne olacaktı. Naziler önce siyasi rakiplerini öldürmeye başladılar. Sonra kendi saçma ırk teorilerine göre "zararlı" buldukları masum insanları (akıl hastalarını ve sakatları) katletmeye giriştiler. Bir yandan da Yahudilere ve Almanya'da yaşayan diğer azınlıklara karşı baskı ve işkence yapmaya başladılar. Baskı ve işkence, 1939 yılından itibaren toplu katliamlara dönüştü. Naziler kurdukları korkunç "çalışma kampları"nda toplam 11 milyon insanı göz kırpmadan öldürdüler. Bu kamplar, teknolojinin sistemli olarak insan öldürebilmek için kullanıldığı, küçücük çocukların, kundaktaki bebeklerin, yaşlı, hasta, zavallı insanların sadistçe katledildiği birer soykırım makinesine dönüştü. Naziler, hastalıklı ideolojileri uğruna başlattıkları II. Dünya Savaşı boyunca da, işgal ettikleri her ülkede, özellikle de kendilerince "aşağı ırk" olarak gördükleri Doğu milletlerinin topraklarında sayısız toplu cinayet gerçekleştirdiler. Bu savaşta toplam 55 milyon insan öldü ve bunların en az 30 milyonu Naziler tarafından öldürülen sivil insanlardı.

Kısacası 1933 ve 1945 yılları arasında, dünya daha önce benzerini görmediği bir vahşete sahne oldu.

Benzer cinayet ve soykırımların bir daha asla yaşanmamasını, aynı hastalıklı fikirlerin bir kez daha güçlenmemesini sağlamak tüm insanlığın üzerine bir borçtur. Bunun için de, Nazi vahşetini dünyanın her yerinde ve her fırsatta yeniden hatırlamak, bu vahşetin masum kayıplarını anmak ve elbette bu vahşetin fikri dayanaklarının ne kadar saçma ve çürük olduğunu açıklamak gerekmektedir. Kitabın bu bölümünde işte bu konu işlenecektir.

Nazi İdeolojisi ve Düşmanları

Nazi Partisi 1920'li yıllarda kuruldu ve gelişti. Hitler ve diğer Nazi kurmayları da bu yıllarda ortaya çıktılar. Ancak kuşkusuz bu partinin ideolojisinin önemli bazı öncüleri vardı.

Nazizm'in en temel öğretisi, ırkçılık yanılgısıydı. Bütün ideoloji, Alman ırkının üstün olduğu, bu üstünlüğün aşağı ırklar tarafından tehdit edildiği, bu tehdidin kaldırılması için de eyleme geçilmesi gerektiği şeklindeki ırkçı bir şablona dayanıyordu. Bu hastalıklı ideolojinin kaynağı ise, "sosyal-Darwinizm" olarak bilinen bir 19. yüzyıl icadıydı.

Sosyal-Darwinizm, Darwin'in evrim teorisinin sosyal bilimlere uyarlanmasından başka bir şey değildi. Darwin 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni ve ardından 1871 yılındaki İnsanın Türeyişi adlı kitaplarında, canlıların bir "ırk mücadelesi" sonucunda geliştiklerini ve doğanın güçlü ırkları diğerlerine üstün kıldığını ileri sürmüştü. Darwin doğada İlahi bir düzen ve uyum olduğu gerçeğini inkar etmiş, tüm canlıların ve canlı "ırklarının" daimi bir çatışma içinde oldukları yalanını öne sürmüştü. Dahası beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğu ve onları yakın gelecekte yeryüzünden sileceği gibi akıl ve mantık dışı bir görüşü savunmuştu. Bu görüş, bilimsel bir kanıtı olmamasına rağmen, ideolojik nedenlerle birtakım çevreler tarafından benimsendi ve desteklendi.

Darwin'in teorisi, ırkçılığın bir anda Avrupalı bazı fikir çevrelerinden revaç bulmasına neden oldu. Bu çevreler genellikle din ahlakının yaşanmasına karşı olanlardı. Herbert Spencer adlı İngiliz düşünür, Darwin'in daha ziyade biyolojik terimlerle ifade edilmiş olan teorisini toplum bilimlerine adapte etti ve "sosyal-Darwinizm"i oluşturdu. Sosyal-Darwinizm yanılgısının en ateşli savunucuları, modern ırkçılığın babası sayılan Fransız yazar Arthur Gobineau ve onun ırkçı teorilerini daha da fanatik bir noktaya sürükleyen İngiliz yazar Houston Stewart Chamberlain'di. Chamberlain, İngiliz olmasına rağmen bir Alman hayranıydı. Ari ırkın (Hint-Avrupa kökenli beyaz ırkların) Semitik ırka (Yahudiler ve Araplar gibi Ortadoğulu ırklara) göre üstün oldukları aldatmacasını savunan Chamberlain, koyu bir Yahudi düşmanıydı. Chamberlain İsrail soyunu, Almanların putperest atalarına göre kendince geri görüyor ve onlardan nefret ediyordu.

Chamberlain 1927 yılında öldü. Ölüm döşeğinde ünlü bir ziyaretçisi vardı: Adolf Hitler. Hitler, Chamberlain ve benzeri sosyal-Darwinist ideologların yanılgılarından etkilenerek Nazi ideolojisini oluşturmuştu. Irkçı görüşlerini açıkladığı Kavgam isimli kitabının başlığını sosyal-Darwinizm'in "ırklar arası çatışma" tezinden almıştı. Hitler'in sapkın mantığına göre tüm dünya tarihi Alman ırkına göre şekilleniyordu:

1) Hitler, Alman ırkının hem fiziksel hem de zihinsel ve kültürel olarak diğer ırklardan üstün olduğu yalanına inanmıştı. Özellikle de Semitik ve Slav ırkların aşağı olduğu gibi hastalıklı bir düşünceye sahipti. Onun sapkın görüşlerine göre Alman ırkının daha fazla "yaşam alanı"na ihtiyacı vardı ve bunu, Almanya'nın doğusundaki Semitik ve Slav halkları (Yahudiler, Polonyalılar, Ruslar vs.) yok ederek kazanmalıydı.

2) Hitler, kendince Alman ırkının "saf" kalmasına büyük önem veriyordu. Hitler'in akıl dışı düşüncelerine göre ırkın sözde saf kalması için hem fiziksel önlemler alınmalı (yani Almanlar ile başka ırktan insanların evlenmeleri engellenmeli) hem de kültürel tedbirler uygulanmalıydı. ("Alman olmayan fikirler ve inançlar" yok edilmeliydi.)

3) Hitler'in sapkın ırk saflığı kavramı, aynı zamanda Alman ırkının adeta bir hayvan türü gibi "ıslah" edilmesi, bu amaçla kalıtsal hastalıklara sahip insanların toplumdan dışlanması ve son olarak yok edilmesi gibi insanlık dışı bir eylemi de öngörüyordu.

4) "Alman olmayan fikirlerin yok edilmesi", Nazi ideolojisine uygun düşmeyen fikir ve inançların da yok edilmesi anlamına geliyordu. Dindar Hıristiyanlar, liberaller veya farklı dini mezhepler, Nazilerin sapkın inanışlarına göre yok edilmeleri gereken unsurlardı.

İşte bu sosyal-Darwinist, ırkçı ve acımasız ideoloji, dünyanın gördüğü en büyük soykırım ve katliamları doğurdu. İlerleyen sayfalarda Nazi vahşetinin masum kayıplarının hikayesini inceleyeceğiz. Önce Nazilerin en büyük hedefi olan Yahudileri, ardından da Yahudiler kadar acı çekmelerine rağmen çoğu kez göz ardı edilen diğer insanları, yani "unutulan soykırım"ların kayıplarını ortaya çıkaracağız.

Yahudi Soykırımının Ayak Sesleri

Naziler iktidara geldikten sonra düşman olarak gördükleri toplum kesimlerine karşı sistemli bir baskı başlattılar. Nazilerin sapkın ideolojisinde "dünyadaki kötülüklerin kaynağı" olarak tasvir edilen Yahudiler, bu toplum kesimlerinin başında geliyordu.

Nazilerin SA'lar (Yıldırım Kıtaları) adı altında örgütledikleri sokak çeteleri, iktidara gelmeden önce de ülkedeki Yahudilerin evlerine ve iş yerlerine saldırılar düzenliyorlardı. İktidarla birlikte SA taşkınlıkları daha da arttı. Sokaktan geçen yaşlı bir Yahudi veya okuluna giden küçük bir Yahudi çocuk, SA'lar ve diğer Nazi çeteleri tarafından kolaylıkla taciz edilir hale geldi. Aynı yıl içinde Naziler Yahudi dükkanlarına ve iş yerlerine yönelik bir boykot başlattılar. "Yahudilerin mallarını satın almayın" sloganlarıyla ve Yahudileri çirkin ve korkunç gösteren resimlerle dolu posterler, Almanya'nın dört bir yanına asıldı. Aynı yılın Eylül ayında yayınlanan bir kanun, Yahudilerin toprak sahibi olmasını yasakladı. Kasım ayında, Yahudilerin gazete editörü olmaları yasaklandı.

Hitler Almanyası'nda çocuklar da antisemitist öğretilerle yetiştiriliyorlardı. Üstte, Yahudileri aşağılayan sloganlar öğrenen çocuklar görülmektedir.

1934 yılında Yahudileri sendikalardan, sağlık sigortasından, avukatlık ve hakimlikten dışlayan kanunlar yayınlandı. 1935 yılında ordudaki tüm Yahudiler atıldılar.

1935'te yayınlanan Nürnberg Kanunları ise, Yahudilerin Alman toplumunun pek çok mevkisinde çalışma ve iş bulma imkanını sona erdirdi. Yahudilerin Almanlarla evlenmeleri yasaklandı ve bir suç haline getirildi. 1937 yılında "Alman halkını fikren veya bedenen zehirleyecekleri" gerekçesiyle, Yahudilerin öğretmen, doktor veya dişçi olmaları yasaklandı. Aynı yılın Kasım ayında Eternal Jew (Ezeli Yahudi) isimli antisemik film tüm Almanya'da gösterilmeye başlandı.

Okullarda ise öğretmenler öğrencilerini sözde "Yahudi tehlikesi"ne karşı eğitiyorlardı. Derslerde Yahudileri hem fiziksel hem de manevi yönden aşağılayan telkinler veriliyordu. Aşağıda yer alan bir anı, Nazi Almanyası'nda toplumun beyninin nasıl yıkandığını göstermesi açısından ibret vericidir:

Bugün, Mr. Birgmann'ın 7. sene sınıfında bir canlılık var. Öğretmen, Yahudiler hakkında konuşuyor. Mr. Birgmann, tahtaya bazı şekiller çizmiş ve bunlar, herkesin inanılmaz ilgisini çekmiş. ... Mr. Birgmann, saate bakar:

"Öğlen oldu çocuklar. Şimdi önceden öğrendiklerimizin bir özetini yapmalıyız. En son neler konuşmuştuk?"Herkes parmaklarını kaldırır ve Mr Birgmann da, ön sırada oturan Karl Scholtz'a söz verir."Yahudileri nasıl tanıyacağımızı öğrenmiştik...""Güzel! Peki biraz daha açar mısın?'Küçük Karl, ayağa kalkar ve tahtadaki şekilleri göstererek devam eder:

"Yahudileri, burunlarından tanımak çok kolaydır. Burunları, '6' sayısına benzer ve 'Yahudi altısı' denir. Yahudi olmayan bazı insanların da kemerli burnu vardır, fakat onlarınki yukarı doğru kıvrılmıştır, aşağı doğru değil. Böyle burunlar kanca burun veya kartal burundur, Yahudi burnuyla alakası yoktur.""Çok güzel" der öğretmen... "Evet şimdi de Richard buraya gelip Yahudileri ayırmanın yollarından bahsetmeye devam edebilir."Güleç yüzlü sarışın Richard, tahtaya kalkar: "Bir Yahudi hareket ve davranışlarından da anlaşılabilir. Yahudi kafasını sürekli ileri geri sallar. Yürüyüşü de bir gariptir, sağa sola sallanır. Konuştuğu zaman el hareketleri yapar. Sesi de gariptir, sanki burnundan konuşur. Kötü, tatlımsı bir kokusu vardır. Burnunuz iyi koku alıyorsa, bir Yahudi'yi kokusundan da tanırsınız."Öğretmen tatmin olmuştu."İşte böyle çocuklar. Dikkatli olun! Eğer okuldan çıktığınızda bunları aklınızda tutup dikkat ederseniz, Yahudiler sizleri aldatamaz!"

Öğretmen tahtanın arkasını çevirir ve öğrencilerden biri de tahtada yazan şiiri okur:Bir Yahudi'nin yüzünden,Kötü şeytan bize konuşurHer bir ülkedeBulaşıcı bir veba olan şeytan Yahudilerden kurtulalımYeniden neşeli ve mutlu olalımTüm gençler savaşmalıBu şeytanları aldatmalı!1

Bu telkinlerle "eğitilen" Alman toplumu içinde Yahudi düşmanlığı giderek arttı. Nazilerin Yahudiler üzerine uyguladıkları her yeni baskı, toplumdan onay görüyordu. 1938 yılında Yahudilere ait tüm mal, mülk ve para fişlendi ve yeni yaptırımlar getirildi.

9-10 Kasım 1938 gecesi yaşanan Kristallnacht (Kristal Gecesi) olayı ise, Yahudilere yönelik zulmün yeni bir dönemini başlatıyordu. Bu olay, 7 Kasım günü, ailesine Naziler tarafından eziyet edilmiş olan Herschel Grynszpan adlı 17 yaşındaki Polonyalı bir Yahudi gencin, Paris'teki Alman Büyükelçiliği'ndeki bir görevliyi vurmasının ardından patlak verdi. Bu olayı bir provokasyon malzemesi olarak kullanan Naziler, tüm Almanya çapında Yahudi ibadethanelerine, evlerine ve iş yerlerine yönelik saldırılar düzenlettiler.

Yahudilerin evlerinin ve iş yerlerinin yağmalandığı Kristal Gecesi'nde yakılıp yıkılan yüzlerce sinagogtan biri de, Fasanenstrasse Sinagogu idi.

Bir gecede 1350 sinagog yakılıp yıkıldı. 90'dan fazla Yahudi öldürüldü. 30 bin Yahudi, toplama kamplarına gönderildi. 7000 Yahudi iş yeri yağmalandı, binlerce Yahudi evine de zarar verildi. Geceye "Kristal Gecesi" denmesinin nedeni ise, yağmalanan binaların kırılan camlarının ortaya çıkardığı görüntüydü. Bütün bunların üzerine bir de Alman Hükümeti, bu olaylardan Yahudileri sorumlu tuttu ve "kırılan camların karşılığı" olarak Alman Yahudilerine 1 milyar mark gibi akıl almaz bir tazminat çıkardı.

Kristal Gecesi'nin ardından Yahudilere yönelik baskı ve işkenceler arttı. Almanya'nın 1938'de Avusturya ile birleşmesiyle birlikte, sayıları 55 bin kadar olan Alman Yahudilerine 200 bin kadar da Avusturya Yahudisi eklendi ve tüm bu insanlar Nazilerle iş birliği içinde olan bir grup Siyonist hariç korku dolu bir yaşam sürmeye başladılar.

Ancak asıl vahşet, savaşla beraber başlayacaktı.

Savaş Yılları ve Soykırımın Başlangıcı

Nazi Almanyası'nda Yahudiler kimliklerini belirten bu armayı kıyafetlerinin üzerine takmak zorundaydılar.

Nazi orduları 15 Mart 1936'da Çekoslovakya'yı işgal ettiler. Aynı yılın 1 Eylül günü Polonya'yı işgal ettiklerinde ise, İngiltere ve Fransa Almanya'ya savaş ilan etti ve II. Dünya Savaşı başlamış oldu. Polonya'nın işgali, Nazilerin "Yahudi sorunu" dedikleri saplantılarına yeni bir boyut getiriyordu. Ülkenin Almanya tarafından işgal edilen bölgesinde (kalan bölgeyi ise Sovyetler Birliği işgal etmişti) 1 milyondan fazla Yahudi yaşıyordu. Naziler birbiri ardına çıkardıkları kararnamelerle bu Yahudileri ya dev gettolara (kapalı alanlara) ya da yeni kurulan toplama kamplarına kapattılar. Tüm Yahudilerin, kimliklerini belli eden sarı renkli ve altı köşeli yıldız şeklinde bir işaret takmaları emredildi.

Gestapo Şefi Heydrich, SS Einsatzgruppen (SS Özel Aksiyon Birlikleri) olarak anılan ölüm mangalarına, tüm işgal altındaki bölgelerde Yahudileri tek tek aramaları için emirler verdi. Gettolarda ve kamplarda Yahudileri ya ölüm ya da ölümden beter bir yaşam bekliyordu.

Nazi orduları 1940 sonbaharına dek; Danimarka, Norveç, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Bulgaristan, Yugoslavya ve Yunanistan'ı da işgal ettiler. Daha önce Nazi Almanyası'yla ittifak yapmış olan İtalya ve Japonya'ya ilave olarak Macaristan, Romanya ve Slovakya da Alman müttefiki olduklarını ilan ettiler. Nazi orduları en büyük işgal operasyonunu ise 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ne saldırarak başlattı. Alman Ordusu 12 haftada Kiev'i ele geçirdi, bundan bir ay kadar sonra ise Moskova yakınlarına kadar ilerledi.

Kısacası II. Dünya Savaşı'nın ilk iki yılında, Fransa sahillerinden Moskova'ya, Danimarka'dan Yunanistan'a kadar neredeyse tüm kıta Avrupası Hitler'in veya müttefiklerinin eline geçti. Naziler 1945 yılındaki çöküşe dek, tüm işgal ettikleri bölgelerde acımasız bir soykırım başlattılar. En başta Yahudiler, sonra da ileride inceleyeceğimiz diğer etnik veya dini gruplar, Naziler tarafından sistemli bir biçimde öldürülmeye başlandı. Almanya'nın savaşı kaybedeceği 1944 yılında açıkça ortaya çıktıktan sonra bile, Naziler soykırımı sürdürdüler. Hatta savaşın bu son evresinde Yahudileri ve diğer sözde "aşağı ırk" olarak görülen Çingene, Leh ve Slavları yok etmek, Nazilerin birinci amacı haline geldi. Hitler, savaşı kaybedeceğini biliyor, ama bundan önce tüm Yahudileri yok etmek istiyordu. Bu soykırımın birkaç ana "uygulama alanı" vardı:

1) Gettolar: Yahudilerin zorla hapsedildikleri bu açık hava hapishaneleri, insanları yavaş yavaş öldürmek için kullanıldı.

2) Toplama Kampları: Söz konusu kamplar önce Yahudileri ve diğer tutukluları "köle işçi" olarak kullanmak için kurulmuştu. Ancak 1942 yılının başından itibaren bu kamplarda tutukluların toplu olarak imhasına başlandı. Toplam 11 milyon insan (5.5 milyon Yahudi ve buna ilave olarak 500 bin Çingene, 3 milyon Polonyalı, 400 bin özürlü, yüz binlerce Rus, Slav ve diğer milletlerden savaş esiri) bu kamplarda sistemli biçimde öldürüldü.

3) İşgal edilen bölgelerdeki toplu kıyımlar: Başta "Yahudileri bulmak ve öldürmek"le sorumlu olan SS Einsatzgruppen birlikleri olmak üzere, Alman Ordusu'nun özel birlikleri, pek çok yerde sivil halkı kurşuna dizdi.

Gettolarda Yaşam ve Ölüm

Gettoların en büyüğü, Varşova Gettosu'ydu.

Naziler gelmeden önce, Varşova'nın 1 milyonluk nüfusunun yaklaşık üçte biri Yahudilerden oluşuyordu. Nazi işgalinin ardından kente başka bölgelerden de Yahudiler transfer edildi ve önce 330 bin olan Yahudi nüfusu 450 bine çıktı. Ancak Naziler, bu kadar kalabalık bir nüfusu şehrin, etrafı duvarlarla çevrilen %2.3' lük bölümünde sıkıştırdılar. Şehrin en fakir mahallesi Yahudilere ayrıldı ve tüm diğer semtlerdeki Yahudiler zorla buraya getirildiler. İçeriye girmeden önce üzerlerindeki tüm para ve değerli eşyalara el kondu.

Solda, kamplara toplanan Yahudilerin öncelikle üzerlerindeki para da dahil olmak üzere herşeylerine el konuyordu. Sağda, 1943'deki Varşova Gettosu ayaklanmasına katılan tüm Yahudiler toplu olarak katledildiler. Bu Yahudiler, gettodan çıkarıldıktan kısa bir süre sonra öldürüldüler.

Gettoda yaşam çok feci şartlardaydı. Bir odaya ortalama 7 aile sıkışıyordu. İçeriye çok az yiyecek veriliyordu ve herkes ölüm sınırında yaşıyordu. Binalar fare ve böcek doluydu. Gettoda yaşayanlar Nazilerden her an dayak, alay, küfür gibi muamelelere maruz kalabiliyorlardı. Naziler yürüyemeyecek kadar bile çökmüş durumda olan yaşlı Yahudilere sokakları su ve sabunla yıkatır, çektikleri sıkıntıya gülerlerdi. Gettodaki insanlara rastgele dayak atılır, Naziler yaşlıların dini inançları gereği uzattıkları perçemlerini veya sakallarını keserek bununla eğlenirlerdi. Günde ortalama 100 kişi açlıktan, hastalıktan veya dayak ve işkenceden dolayı yaşamını yitiriyordu. Varşova Gettosu'ndaki aç, sefil, hasta çocukların resimleri, buradaki masum insanlara ne gibi acılar çektirildiğini tüm açıklığıyla hissettirir.

Açlığın, sefaletin ve yokluğun hakim olduğu Varşova Gettosu'nda yüz binlerce masum Yahudi katledildi.

Varşova Gettosu'nda yaşamış olan bir Yahudi'nin aşağıdaki anıları, şehirdeki durumu gözler önüne sermesi açısından önemlidir:

Zulüm, Almanlar şehre girer girmez, 34 masum Yahudi'yi vahşice öldürdüklerinde başlamıştı. Alman SS'ler Yahudileri öldürmek için öylesine bahaneler arıyorlardı. SS, Yahudi olmayan birine, Yahudilerin nerelerde yaşadıklarını sordu. O, Itzhak Goldfliess'in evini işaret etti. SS, arkadaşımın evinin içine girdi, anne-babasını, karısını ve 2 çocuğunu öldürdü. İşgalin ilk Şabat'ında, Almanlar tüm Yahudileri toplamış ve şehrin merkezine büyük, geniş bir çukur kazmalarını emretmişlerdi. Sonra da bu çukurları doldurmak için kovalarla moloz ve umumi tuvaletlerden kanalizasyon suyu getirmelerini emretmişlerdi. Daha sonra eve gidip, Şabat giysilerini giydikten sonra, öğle vakti yeniden orada toplanmaları söylenmişti. Herkesin şaşkın bakışları içinde, Yahudiler, pislik dolu çukurların içine sokulup sıraya geçirildiler. Yahudileri, iğrenç kanalizasyon pislikleriyle dolu çukurda 1 gün boyunca durmaya zorlamışlardı. Almanlar, onları sopalarla dövüyor, bazen de eli sopalı, odunlu, tırmıklı Ukraynalılara Yahudilere saldırmaları için fırsat veriyorlardı. Ne zaman birisi çukurdan çıkmaya çalışsa, hemen Alman SS subayları veya Ukraynalı siviller tarafından dövülür, geriye düşmesi sağlanırdı.2

1942 yılı boyunca gettoda bulunan 300 bin kişi yaşamını yitirdi. Bazıları açlık ve salgın hastalıklardan dolayı öldü, diğerleri de gönderildikleri toplama kamplarında katledildi. Nisan 1943'te gettoda kalan yaklaşık 60 bin Yahudi'den bir kısmı, ümitsiz bir ayaklanma başlattılar. Hemen hiçbir silahları olmadığı halde tam 3 hafta boyunca Nazilerle göğüs göğüse çarpıştılar. Sonunda Naziler tekrar kontrolü ele geçirdi ve gettodaki tüm Yahudileri öldürdüler. Sonuçta Varşova Gettosu'nun ilk başta 500 bin olan nüfusundan, sadece bir avuç insan hayatta kalabildi.

Naziler tarafından kurulan diğer gettolarda da yüzbinlerce Yahudi sefalet, açlık, korku ve işkence altında yaşadıktan sonra katledildi.

"Nihai Çözüm" ve Toplama Kamplarının Kurulması

1942 yılının başlarında, Hitler ve kurmayları Yahudiler konusunda "Nihai Çözüm"e varmayı kararlaştırdılar. Nihai Çözüm, tüm Yahudilerin sistemli bir biçimde katledilmesi, Nazi yönetimi altındaki topraklarda tek bir Yahudi'nin bile sağ bırakılmaması anlamına geliyordu.

Toplama kampları bu karar uyarınca birer "imha kampı"na dönüştürüldü. Sonra da Almanya'nın kendi topraklarındaki Yahudiler başta olmak üzere, Polonya, Fransa, Çekoslovakya, Hırvatistan, Romanya, Sırbistan, Yunanistan, Rusya, Ukrayna, Macaristan gibi Nazi işgali altındaki ülkelerde Yahudiler bu iş için görevlendirilmiş özel SS birliklerinin denetiminde söz konusu kamplara transfer edilmeye başlandılar. Yahudilere kamplarda işçi olarak çalışacakları söyleniyordu. Oysa kamplara vardıklarında çoğu hemen öldürülecek, diğerleri ise işçi olarak sömürüldükten sonra katledilecekti.

Yahudilerin toplama kamplarına götürülme süreci bile, Nazilerin ne denli insanlık dışı bir zulüm uyguladıklarını göstermeye yeterlidir. Evlerinden veya kapatıldıkları gettolardan silah zoruyla, dövülüp sövülerek sökülüp çıkarılan Yahudi aileler, daha önceden hayvan veya yük taşımak için kullanılan trenlere doldurulmuşlardır. Bu trenlere bindirilmek için götürülen insanların yüzlerindeki korku ve onlara emirler yağdıran Nazilerin sadist nefreti, bu olayları belgeleyen fotoğraflarda açıkça okunmaktadır. Küçük çocuklar, zorlukla yürüyen yaşlı kadın veya erkekler, hamile kadınlar; bunların hepsi Naziler tarafından acımasız ve vicdansız bir biçimde ite kaka, silah zoruyla, korkutularak ve hatta kırbaçlanarak sürüklenmişlerdir.

Soykırımdan canlı kurtulabilmiş bir Yahudi'nin aşağıdaki anıları, Yahudilerin yaşadıkları yerlerden transfer edilme sürecinin bile ne kadar zalimce gerçekleştirildiğini gösterir:

Bizi sabah saat 9'da toplamışlardı, Chortkow'a vardığımızda ise akşam olmuştu. Bütün günü, aç olarak, hiç mola vermeyerek ve karda yürüyerek geçirmiştik. Herkes yorgunluktan bitkindi.

Sonra bizi hapise götürdüler. Orada bir sıra SS subayı ve Ukraynalı polisin önünden geçmek zorundaydık, her biri elinde bir sopayla herhangi bir Yahudinin kafasına vurmak için sabırsızlıkla bekliyordu. Neredeyse 80 kişi kadardılar ve bir Yahudi'nin 80 kişilik bir sıradan dövülerek geçebilmesi epey uzun zaman alıyordu... Hücreme sokulduğumda her tarafım morarmıştı ve kanlar içindeydi. Acaba Almanlar bizi öldürmek mi istemişlerdi, yoksa sadece eğleniyorlar mıydı?

Naziler işgal ettikleri hemen her yerde toplu katliamlar yapıyorlardı.

Bu olaydan sonra, 60 kişiyle dolu küçücük bir hücreye tıkılmıştım. Oturacak, uzanacak hiçbir yer yoktu. Sıkışık bir şekilde, her tarafımızdan kanlar akarken, aç, susuz ve ağrılar içinde ayakta durmak zorundaydık...

Sabah olunca bizleri dışarı çıkartacaklarından ve biraz yiyecek vereceklerinden emindik. Fakat yanılıyorduk. Sabah, hiçbir şey değişmedi. İkinci gün boyunca, hatta gece de aynen ayakta ve sıkışık biçimde kaldık...

Birçok insan, ölmeden önce söylenmesi gereken Şema Yisrael duasını mırıldanmaya başlamıştı. Tam o sırada Almanlar kapıları açtılar ve bizi hücrelerden dışarı çıkarttılar. Herkes, vücudunu oynatmaya ve derin nefes almaya çalışıyordu... Sonra, Alman askerlerinden biri, yemek masasından sokak köpeklerine yiyecek atarmış gibi bizlere ekmek parçaları fırlatmaya başladı. İnsanlar, hayvanlar gibi ekmeklere saldırıyordu ve başkası onu kapamadan ağızlarına tıkıştırıyorlardı. Bir küveti suyla doldurmuşlardı ve hepimiz inekler gibi oradan su içtik. Su içmeye tam başlamışken, bir asker gelip bizi dövmeye başladı: "Haydi, haydi ilerleyin!"...

Hapishaneden 1 kilometre uzaklıktaki tren yoluna bizleri koşturdular. Yol boyunca, Alman askerleri ellerindeki sopalarla istedikleri herşeyi yapabiliyorlardı. Her an, birisi, boynuna yiyeceği bir sopayla veya karnına yiyeceği bir tekmeyle yere yığılabilirdi. Bu yüzden o zayıf halimize rağmen, koşabildiğimiz kadar hızlı koşmaya çalışıyorduk. Tren istasyonuna vardığımızda, tren yolunda sığır vagonlarını gördük. Kapılara giden hiçbir merdiven veya rampa yoktu, bu nedenle SS askerleri öndeki insanları, merdiven oluşturmaları ve diğer insanların onların üstüne basarak trene binebilmeleri için "Yere eğilin, yere eğilin" diyerek dövüyorlardı...

Almanlar, yeterince insanın vagonlara doldurulduğuna inanınca, içeri birkaç ekmek attılar ve kapıları kapadılar. Bizi dışarıdan kitlediklerini duyduk. O zamanlar, benim kasabamda, Auschwitz veya Majdanek ölüm kampları hakkında bir şey duymamıştık, 'Nihai Çözüm'ün ne olduğunu da bilmiyorduk. Bildiğimiz, Almanların Yahudileri iş hayvanı olarak kullanmak istemeleriydi. Katliam planlarından habersizdik.3

Trenler

Toplu olarak yurtlarından çıkarılan Yahudiler, tıka basa dolu yük trenleriyle ölüm kamplarına taşınıyorlardı.

Nazilerin tutukladıkları insanları toplama kamplarına taşımak için kullandıkları trenler de ayrı bir işkence aracı olmuştur. Küçük bir yük vagonunun içine kadın, erkek, çocuk, yaşlı onlarca insan tıka basa sokulmuş, üzerlerinden kapılar kilitlenmiş ve günler süren yolculuk boyunca su ve yemek verilmeksizin, hava almalarına dahi fırsat tanınmaksızın yolculuk sürdürülmüştür. Birkaç dakika bile bulunmanın insana büyük bir sıkıntı vereceği bu ızdırap ortamında, çok sayıda insan açlık, susuzluk ve nefes darlığından ölmüştür. Diğerleri, en sevdikleri yakınlarının cesetleri hemen yanlarında olduğu halde hiçbir şey yapamadan yolculuğa devam etmek zorunda kalmışlardır.

Bu korkunç şartları yaşayan bir görgü tanığının ifadeleri, Nazi vahşetini tüm detaylarıyla gösterir:

"Polisler, silahlarını sırayla savurup ateşleyerek, hala daha fazla insanı, zaten dolmuş olan arabalara sıkışmaya zorluyorlardı. Silah sesleri devam ediyor, büyük kalabalık öne doğru itiliyordu. Trene en yakın olanlar dayanılmaz bir baskı altında eziliyorlardı… Öndeki bu insanlar, üstlerinde tüm ağırlığı hissettiklerinden çaresiz durumdaydılar ve destek için saçlarını, giysilerini çekiştiren, boyunlarını, yüzlerini, omuzlarını çiğneyen, kemiklerini kıran, bağırıp çağıran insanlara acı dolu inlemelerle karşılık veriyorlardı. Vagonlar, normal kapasitelerini çoktan aşmış olmalarına rağmen, birçok adam, kadın ve çocuk bu şekilde binebiliyorlardı. Daha sonra polisler, demir parmaklıklardan neredeyse fışkıracak, sıkıştırılmış insanların yüzüne kapıları kapattı.

Pek çok insan daha kamplara gelmeden, trenlerde ezilerek veya havasız kalarak can veriyordu.

Almanlar, hayvan vagonlarına 120 Yahudi'yi balıklar gibi sıkıştırmadan evvel, her vagonu 7 cm kalınlığında yakıcı kireçle kaplıyorlardı. Normalde, yapı işlerinde kullanılan bu kireç, tene değdiği anda yakıyordu. Bu yüzden, yüzlerce Yahudi daha Belzec'e gelmeden önce ölmüştü bile...

"Vagonların tabanı, kalın, beyaz bir tozla kaplıydı. Bu, sönmemiş kireçti. Kirece temas eden çıplak deri, hemen su kaybedip yanıyordu. İçerdeki insanlar, gerçek anlamda yandıklarından çoktan ölüyorlardı. Kemiklerin etrafındaki et, eriyip gidiyordu. Kireç de, cesetlerin hastalık yaymalarını önlüyordu.

Her bir kompartmanda iki kova bulunurdu. Birinde su vardı. Diğeri ise, mümkünse, ayaklarla itile itile tuvalet olarak kullanıldı.4

Bu şartlarda günlerce süren yolculuktan sonra varılan yer ise Auschwitz, Treblinka, Majdanek, Belsen gibi korkunç ölüm kamplarıydı:

Almanlar, "Los scnell! Los schnell!" diye bağırıyorlardı. "Çabuk olun, çabuk olun!" Bir yandan da bizlere sopalarla ve tüfeklerle vuruyorlardı. Merdiven veya rampa olmadığından, trenden 1-1.5 metre yukarıdan atlayarak çıkıyorduk. Hemen yanımızda bekleyen Alman askerlerinin tekmelerinden kurtulmak için de çarçabuk ayağa kalkmaya çabalıyorduk. Açlıktan ölüyorduk, susuzduk ve çok zayıf düşmüştük. Yine de, vagonlar boşaldıklarında, çalışma kampına doğru 2 kilometre boyunca koşturulduk. Bazı kişiler, korkudan, bazıları ise rahatlamadan dolayı ağlıyordu. Kendimizi o kadar kaptırmıştık ki, manzarayı fark etmemiştik bile. Kampa ulaştığımızda, tüm grup sessizliğe büründü. Bakıp, dikkatlice dinledik. Tüm alan, inanılmaz sessizdi. Karşımızda duran kampa ölüm sessizliği hakimdi.5

Ölüm Kampları

Auschwitz başta olmak üzere, Avrupa'nın çeşitli yerlerinde bulunan ölüm kamplarında yaşanan aşağılanma ve zulüm tarihte eşine az rastlanır nitelikteydi.

Nazi vahşetinin en büyük uygulama alanı, kuşkusuz yaklaşık 11 milyon insanın can verdiği korkunç ölüm kamplarıdır. Bu kamplar, din ahlakından yüz çeviren, vicdanını yok eden insanların ne kadar acımasız ve cani olabildiklerinin tarihi bir kanıtıdır.

Bu kamplar öncelikle birer "çalışma kampı" olarak kurulmuştur. Başta Auschwitz olmak üzere hemen hepsi büyük endüstri komplekslerinin yanında açılmış ve kamplara getirilen tutsaklar Alman savaş endüstrisine köle iş gücü olarak hizmete koşulmuştur. Ancak habis Nazi ideolojisi bu "pragmatik" zulümle kalmamış ve bu kampları birer ölüm kampına dönüştürerek "istenmeyen ırkların imhası"na girişmiştir. 1941 yılının son aylarından 1944 yılının sonlarına kadar geçen 3 yıla yakın bir süre boyunca, bu kamplarda 5.5 milyonu Yahudi olan toplam 11 milyon insan; gaz odalarında ve diğer toplu imha araçlarıyla katledilmiş ya da açlık, hastalık ve işkence sonucunda yaşamını yitirmiştir. Naziler, küçük bebeklere, masum çocuklara, yaşlı ve zavallı insanlara, sakat veya hastalara dahi hiç acımamışlar, sadist bir vahşetle tarihin en büyük kıyımını gerçekleştirmişlerdir.

Toplama kamplarında Ziklon B gazı kullanılıp kullanılmadığına dair tartışmalar vardır. Ancak burada önemli olan, bu kamplarda masum insanların katledilip katledilmediğidir. Bu acımasız katliam için nasıl bir yöntem kullanıldığı ise neticeyi değiştirmemektedir. Hangi yöntem uygulanmış olursa olsun milyonlarca mazlum ve zavallı insan vahşice yok edilmiştir. Neticede ortada çok büyük bir Nazi vahşeti ve bir Yahudi soykırımı bulunduğu kesindir. Toplama kamplarının müttefikler tarafından kurtarıldığı sırada görüntülenmiş olan insan cesetleri ve cesetten farksız olan zavallı insanlar, yaşanan akıl almaz trajediyi ispatlamak için yeterlidir.

Soykırım, tutsaklar kamplara adım attıkları andan itibaren fiili olarak başlamıştır. Bu insanlara reva görülen "yaşam", zaten yavaş yavaş ölümden farklı bir şey değildir. Kamionka toplama kampından kurtulabilmiş bir Yahudi tutsağın anıları, kamplardaki "yaşam standardı"nı gözler önüne serer:

Kampın kapısından yürüdüğüm zaman, bazı korkunç sahneler gördüm. Alman askerleri, ellerinde makinalı tüfeklerle, gözetleme kulelerinden bizleri izliyorlardı. İçeride bulunan herkes, 50 kadar Rus, 100 kadar Polonyalı ve bin kadar da Yahudi korkunç bir haldeydi. Herkesin üstünde, 5 santime 5 santimetre kare bir kumaş parçası vardı. Ruslar'ın ve Polonyalılarınki kırmızı, Yahudilerinki ise sarıydı. Herkes o kadar zayıftı ki, neredeyse yarı ölü sayılırlardı. Adamlar, pislik dolu bahçede uykuda gezer gibi dolaşıyordu. Çoğunun, vücutları hala yaşadığı halde, ruhları tamamen ölmüştü. Bizim grubumuz girişte durmuştu ve uzun boylu bir Alman asker önümüzdeydi. Sürekli bizi izliyordu. Bize seslenmeden önce boğazını temizledi:

Kamplardan kobay olarak seçilen insanlar (aşağıda) üzerinde, canice deneyler yapan Josef Mengele (sağda).

"Üstünüzdeki saatleri, değerli eşyaları, mücevherleri teslim edin! Eğer üstünüzde herhangi bir şey bulunursa, hemen vurulacaksınız."

Onun pis yüzüne ve güçlü silahına bakınca, dediklerine uymaktan başka çarem olmadığını anladım. Saatimi çıkarıp, cebimdeki bozuklukları ararken, Alman askerler midelerimize sopalarıyla vurmaya veya suratlarımıza tokat atmaya başlamışlardı bile. Bu sadist eğlenceden hiç vazgeçmiyorlardı...

O ilk gece, bir bardak 'çorba' içtikten sonra, barakalara götürüldük. O yerin zavallılığını anlatmak çok zor. Aslında hayvanlar için yapılmıştı ve insanlar için yapılan tek değişiklik ahırlara, 2-3 katlı tahtadan bitmemiş yatakların eklenmiş olmasıydı. Rüzgar, duvarlardaki çatlaklardan içeri giriyordu. Her yer pirelerle doluydu ve birkaç gün içinde pireler hepimize bulaşmıştı! Kısa zamanda, pirelerle yaşamaya alıştım. Pireler, tifüs taşıdıkları halde, kampın diğer sorunlarıyla karşılaştırıldığında, çok da önemli değillerdi...

Sabah saat 5:30'da uyandırıldıktan sonra, bize giyinmemiz için 2 dakika verdiler. Hazırlanamayan biri olursa, dövülecekti. Ancak herkes hazır olduktan sonra, bir bardak kahve alabilmek için sıraya girebiliyorduk. Kahve dedikleri aslında çok pis sıcak sudan başka birşey değildi. Bunun yanında bir dilim ekmek de verirlerdi; unun kumla karıştırılmış olduğu sert, yenilmesinin çok zor olduğu bayat bir dilim… Bunlar bütün gün için verilen tek yiyecek olduğundan, bazıları ekmeklerinin bir bölümünü 'öğle yemeği' için saklardı, bazılarıysa açlığa dayanamayarak o an hepsini çiğneyip yerdi. Ben bir bölümünü günün geri kalanı için saklardım. Bütün gün çalıştırılacağımızı, tüm fiziksel kuvvetimin eriyip gideceğini ve açlığımın daha da dayanılmaz boyutlara ulaşacağını biliyordum.6

Diğer tüm toplama kamplarında da bundan farklı bir yaşam standardı yoktur. Çalıştırılan insanlara hiçbir acıma ve merhamet gösterilmemiş, sadist Nazi subaylarının keyfi hakaretleri, tehditleri, işkenceleri altında, açlıktan ve yorgunluktan bitap şekilde yıllarca köle hayatı sürmüşlerdir.

Belsen kampında 10 bin insana ait gömülmemiş ceset bulunmuştur.

Bazı toplama kamplarında tutsaklar üzerinde çok daha korkunç işkenceler de yapılmıştır. Bunların başında, en büyük ölüm kampı olan (yaklaşık 1.5 milyon insanın katledildiği) Auschwitz'in cani doktoru Josef Mengele'nin insanlar üzerinde yaptığı deneyler gelir. Mengele, kamp tutsakları arasından "kobay" olarak seçilen yetişkinler ve çocuklar üzerinde, insan vücudunun acıya veya soğuğa ne kadar dayanabildiğini anlamak için korkunç denemeler yapmıştır. Soğuk kış gününde buz dolu sulara zorla sokulup bekletilen insanların, donmadan önce kaç dakika yaşayabildikleri test edilmiştir. Mengele'nin, denekleri üzerinde hiçbir anestezi yapmadan cerrahi operasyonlar yürüttüğü, örneğin insanların kollarını, bacaklarını veya midelerini canlı canlı kestiği bilinmektedir.

Mengele'nin en zalim deneyleri ise, kampa gelen ikiz çocuklar üzerinde olmuştur. Mengele kampa gelen tüm ikizleri diğer tutsaklardan ayırmış ve üzerlerinde farklı denemeler yaparak kalıtımsal faktörlerin etkisini ölçmüştür. Ancak kullandığı metodlar inanılmaz derecede zalimdir. İkizlerin kanını birbirine enjekte ederek tepkiyi ölçmüş, çoğunda ikizlerin biri veya ikisi şiddetli ağrılar ve yüksek ateş yaşamıştır. Mengele göz renginin kalıtsal olarak değiştirilip değiştirilmeyeceğini ölçmek istemiş ve bu amaçla ikizlerin gözlerine mavi mürekkep enjekte etmiştir. Çoğu denek büyük acılar çekmiş ve bir kısmı kör olmuştur. Küçük çocuklara çeşitli hastalıkların mikropları enjekte edilmiş ve bu hastalıklara ne kadar dayanabildikleri ölçülmüştür. Pek çok masum çocuk, Mengele adlı bu Nazi canavarının elinde işkence çekmiş, sakat kalmış veya ölmüştür.

Kamplardaki korkunç vahşet, ancak müttefiklerin savaşın sonlarında Nazi ordularını yenmesi ve kampların bulunduğu bölgeleri kontrol altına alması ile ortaya çıkmıştır. Kampları kurtaran Sovyet, İngiliz ve Amerikan birlikleri, karşılaştıkları korkunç manzara karşısında şoke olmuşlardır. Bergen-Belsen kampını kurtaran İngiliz birliklerinin düştüğü kayıt şöyledir:

Burası, ünlü Belsen Toplama Kampı'dır.İngilizler tarafından 15 Nisan 1945'te kurtarılmıştır.Burada 10 bin gömülmemiş ölü bulunmuştur.13 bin insan da o zamandan bu yana dek ölmüştür.Hepsi, Avrupa'daki Alman "Yeni Düzen"inin birer eseridir,Ve Nazi kültürünün birer örneğidir.

Einsatzgruppen: Nazilerin Ölüm Mangaları

Gettolar ve toplama kamplarından başka Yahudi soykırımının bir başka uygulama alanı, daha önce de sözünü ettiğimiz ölüm mangalarıdır.

Bu mangalar, Nazilerin Polonya'yı işgal etmesinin ardından, Hitler'in talimatı ile Gestapo Şefi Heydrich'e verilen bir yetkiyle kurulan "Einsatzgruppen" timleridir. Bu özel birliklerin görevi, işgal edilen bölgelerde düzenli ordunun ardında hareket ederek, imha edilmesi gereken grupları bulmak ve öldürmektir. Bu grupların başında Yahudiler gelmektedir. Einsatzgruppe (çoğulu Einsatzgruppen) timleri, önce Polonya'da, ardından da işgal edilen Soyvet topraklarında şehirleri ve köyleri didik didik arayarak Yahudi avına çıkmışlar, buldukları insanları kadın-çocuk ayrımı yapmadan acımasızca kurşuna dizmişlerdir.

Einsatzgruppe komutanları tarafından Berlin'e verilen "başarı rakamları", işlenen cinayetlerin çapını gözler önüne sermektedir. Bu rakamlara göre Polonya ve Ukrayna ağırlıklı olmak üzere, Nazi işgalindeki bölgelerde toplam 1 milyonun üzerinde Yahudi kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Einsatzgruppe, bir şehre girdiğinde oradaki Yahudileri biraraya toplamış, sonra topluca şehir dışına götürmüş, burada onlara dev bir çukur kazdırmış, sonra da çukurun başında hepsini kurşuna dizerek cesetleri toplu mezar şeklinde gömmüşlerdir. Bazı kişiler çukura düştüklerinde henüz ölmemiş oldukları için, toprağın altında havasızlıktan boğularak can vermiştir.

Polonya'yı işgal eden Alman birlikleri ilk olarak tüm köy, kasaba ve şehirlerde Yahudi avına çıktılar.

Kiev kentinin 19 Eylül 1941 günü işgal edilmesinin ardından, bu kentteki Yahudilere karşı gerçekleştirilen Einsatzgruppe infazı, uygulanan vahşete dair bir fikir verebilir. 29 Eylül günü kentte anonslar yapılmış ve Yahudiler "yeniden yerleştirme yapılacağı" ilan edilerek şehrin dış mahallelerindeki bir mezarlığa çağrılmıştır. Yanlarına yemek, sıcak tutacak giysiler, evraklar, para ve değerli eşyalarını da almaları emredilmiş, böylece olayın bir katliam olduğunun anlaşılmaması sağlanmıştır. Olayın gelişimi, daha sonra yargılanan Nazi iş birlikçisi Ukraynalı bir subay tarafından şöyle anlatılmaktadır:

Bir tür toplu göç gibi olmuştu... Yahudiler dini şarkılar söyleyerek yürüyorlardı. Tren yoluna gelindiğinde ellerindeki yiyecekler ve eşyalar onlardan toplandı. Sonra da Almanlar onları itekleyerek daha dar şekilde sıraladılar. Çok ağır hareket ediyorlardı. Uzun bir yürüyüşten sonra iki tarafı Alman polisleri tarafından çevrili bir koridora getirildiler. Burada sopalar ve kırbaçlarla dövüldüler ve bazı polisler yanlarındaki polis köpeklerini Yahudilerin üzerine saldırttılar... Yahudilerin çoğu kan ve yara içinde kaldılar. Almanlar onları biraz daha yürüttüler ve Babi Yar'a getirdiler. Önlerinde derin vadi uzanıyordu. Ukrayna milisleri, Almanların talimatıyla, Yahudilere kıyafetlerini tamamen çıkarmalarını emretti. Reddedenlere, karşı koyanlara saldırdılar ve kıyafetlerini parçaladılar. Vücutlarından kan akan çıplak insan bedenleri her taraftaydı. Çığlıklar ve kahkahalar birbirine karışıyordu.7

Bundan sonra ise Yahudiler topluca kurşuna dizilmiş ve cesetleri derin vadinin içine atılmıştır. Kayıtlar o gün yaklaşık 33.700 kişinin bu şekilde katledildiğini göstermektedir.

Einsatzgruppe timlerinin infazları, soykırımın varlığını reddeden "revizyonist"lerin genelde görmezden geldikleri bir konudur. Soykırım konusundaki iddialarını genellikle gaz odalarının teknik kapasitesi veya Ziklon B gazının fonksiyonu üzerinde odaklamakta, ancak gettolardaki vahşeti ve Einsatzgruppe cinayetlerini konu edinmemektedirler. Oysa sadece bu timlerin varlığı bile, Nazilerin Yahudilere yönelik bir soykırım amaçladıklarını ve uyguladıklarını göstermeye yeterlidir. Masum insanları kadın, çocuk ayrımı yapmadan kurşuna dizen, bu katliamı gerçekleştirmek için özel timler kuran bir rejimin, aynı insanlara toplama kamplarında neler yapabileceği ortadadır.

Nazilerin Din Düşmanlığı

Yahudi soykırımı değerlendirilirken, önemli bir soruya cevap bulmak gerekir: Nazilerin Yahudilerden bu kadar nefret etmelerinin nedeni nedir?

Bu sorunun cevabı, sapkın Nazi ideolojisinde gizlidir. Bu kitabın giriş kısmında da belirttiğimiz gibi, Nazizm, "yeni paganlık" (yeni putperestlik) olarak tanımlanabilecek bir harekettir. Hitler ve Rosenberg gibi Nazi ideologları, Alman milletinin Hıristiyanlık öncesi batıl pagan kültürüne özlem duyma cehaletini göstermişlerdir. Bu pagan kültürün temel vasıfları, sapkınca kibiri, savaşı ve şiddeti yüceltmesidir; Hıristiyanlık ise tevazuyu, barışı ve merhameti yücelten ahlak anlayışı ile buna tamamen zıt bir kültür getirmiştir. Söz konusu Hıristiyanlık nefreti, ilk başta Nietzsche ile doğmuş, onun takipçisi olan Martin Heidegger ile devam etmiş ve bu iki ideoloğun batıl fikirlerini devralan Hitler ve Rosenberg'de doruğa çıkmıştır.

Din ahlakına düşman olan Naziler, özellikle Yahudilerin dini değerlerini hedef alıyorlardı. Altta Yahudiler için kutsal olan bir Tevrat rolesi görülmektedir. Nazi iktidarı boyunca yüzlerce dini kitap yakılmıştır.

Hıristiyanlık nefretinin doğal bir sonucu ise Yahudi düşmanlığıdır. Çünkü Naziler kendilerince Hıristiyanlığı "Yahudi kültürünün Avrupa'yı istila etmesi" olarak yorumlamışlardır. Bunun nedeni, Hıristiyanlığın gerçekte Yahudiliğin içinden doğmuş bir din olmasıdır. Hıristiyanların inandığı Kitab-ı Mukkades'in büyük bölümü (Eski Ahit kısmı) Yahudilerin de kutsal kitap olarak kabul ettiği "Tora"dan oluşur. Yahudi peygamberlerinin hepsini Hıristiyanlar da sever ve benimserler. Dahası Hz. İsa ve onun havarileri de Yahudi soyundandır. Tüm bunlar, Naziler ve benzeri yeni paganların Hıristiyanlığı kendilerince bir "Yahudi komplosu" olarak görmelerine neden olmuştur. Naziler bu ırkçı nefrete bir de Yahudileri ırk yönünden aşağı gören sosyal-Darwinist bir nefret eklemişler, böylece son derece fanatik bir Yahudi düşmanlığı formüle etmişlerdir.

Nazi zulmüne maruz kalan Yahudilerin anılarında, Nazilerin Yahudi düşmanlığının aslında bir "din düşmanlığı"nın sonucu olduğunu gösteren pasajlar vardır. Nazilerin Yahudilerin dini sembollerine ve dini inançları nedeniyle giydikleri giysilere veya uzattıkları saç ve sakallarına olan saldırıları bunun en bilinen örnekleridir. Pek çok dindar Yahudi, özellikle de yaşlı insanlar, SS'ler ve diğer Nazi grupları tarafından sokak ortasında çevrilmiş, dini inançları gereği uzattıkları sakalları ve perçemleri makasla kesilmiştir. Yahudilerin dini kitapları yakılmış ve parçalanmıştır. Varşova Gettosu'nda yaşanan bir olay, görgü tanığı bir Yahudi'nin ifadelerinde şöyle anlatılmaktadır:

Bir öğlen, eve dönerken, bir grup genç insanın elleri havada duvar kenarında sıraya geçtiklerini gördüm.

Bu da neydi? Merak edip biraz yaklaştım. Acaba bir hırsızlık mı olmuştu? Bu çocuklar ne yapmıştı? Almanlar, bu kişileri bu şekilde neden sıraya sokmuşlardı?

Orada, parlak siyah botlarıyla elinde bir kamçı tutan bir SS subayı duruyordu. Görünüşü bana, hırsını karşısındakinin acısını görerek tatmin eden bir köpek eğitimcisini çağrıştırmıştı. Diğer bir SS görevlisi, elinde makasıyla, acı dolu kanayan suratlardan sakalları kesmekle uğraşıyordu.8

Nazilerin söz konusu din düşmanlığı, gerçekte Nazi zulmünün tarihte Firavun, Nemrud, Neron gibi pek çok örnekleri görülmüş olan dinsiz despotların yeni bir örneği olduğunu göstermektedir. Naziler, kendi ideolojilerini kabul etmeyen herkesi, özellikle de dindarları yok etmeye uğraşmışlardır. Bu dindarlar arasında Yahudiler olduğu gibi, Katolikler veya Yehova Şahitleri de vardır. Bunun detaylarını ilerleyen sayfalarda inceleyeceğiz.

Nazi zulmüne maruz kalan dindar Yahudilerin de onları Firavun'la özdeş olarak görmüş olmaları anlamlıdır. Toplama kamplarında çalışmış bir Yahudi'nin aşağıdaki anıları, bu konuda oldukça dikkat çekicidir:

…Tırmıkları çamura saplıyor, tekrar çıkarmaya çalıştığımızda ise ağırlıklarından ürküyorduk. El arabasına doğru yaklaşırken, çamur, tırmığın dişleri arasından akıyor, geriye azıcık kalıyordu. Yeniden daha kalın bir çamur parçasını hedefleyerek eğiliyorduk. Yine de, el arabasına varana kadar pek azı kalıyordu. Tekrar ve tekrar zayıf vücutlarımızı zorluyorduk. Bu iğrenç, mantıksız ve umutsuz işi yaparken arkadaşlarımı gözlüyordum ve aklımda trajik bir sahne canlanıyordu: Mısır'da Firavun'un şehirlerini kuran esir Yahudiler…

Yahudiler açlık sınırında yaşamaya çalışıyorlardı. Günlük öğünleri; başparmağı kalınlığındaki bir dilim siyah ekmekten, bir parçacık margarinden ve çorba olduğu iddia edilen bir kap sıvıdan ibaretti. Ara sıra içinde yüzen birşeylere belki rastlanabilirdi. 24 saat için tüm yiyecek buydu.

İlkel darağaçları kurulmuştu. Platformda, 6 genç adam durmaktaydı. Cellat, ipleri boyunlarından geçirmekteydi. Genç adamlardan ikisini tanıdığımı zannettim: Bunlar Spielman'ın kardeşleri değiller miydi? Evet, gerçekten de onlardı! Bu onların 'daha merhametli ' cezalarıydı.

"Herkes baksın!" diye her taraftan emirler yağdı. Ürperdim.

Birden Spielmanlar'dan birinin konuştuğunu duydum. Nazilere meydan okuyarak, ölümün yüzüne gururla baktı: "Siz bizi öldürebilir, binlerce Yahudi'yi de yok edebilirsiniz. Fakat Yahudi ulusunu asla yok edemeyeceksiniz! Her zaman olduğu gibi hayatta kalmayı başaracaklar, ...."Bununla, Şema İsrael'i söylemeye başladılar: Ölmeden önce mırıldanmayı başarabildiler: "Aşem Ehad-Allah birdir."9

Soykırım Yıllarında Radikal Siyonistler

Bu bölüm boyunca incelediğimiz gerçekler, II. Dünya Savaşı yıllarında korkunç bir Yahudi soykırımı yaşandığını açıkça göstermektedir. Tarihin en büyük zulümleri arasında yer alan bu büyük trajediyi şiddetle ve nefretle kınamak, her vicdan sahibi insanın görevidir.

Ancak ne ilginçtir ki, bazı insanlar, hem de Yahudilerin içinden çıkmış bazı insanlar, bu vahşete karşı çıkmak yerine, bu vahşetin sorumlusu olan Nazilerle iş birliği yapmışlardır. Bu kişiler, kitabın ilk bölümünde incelediğimiz gibi, radikal Siyonistlerdir. Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için Nazi Almanyası ile kirli bir iş birliği yapan bazı Siyonistler, soykırım yıllarında bile Nazilerle dirsek temasını korumuşlar, dahası Yahudilerin Nazi zulmünden kurtarılması için en ufak bir girişimde bulunmamışlardır.

Polonya'da idam edilen Yahudiler.

Bu, tarihsel kanıtlarla belgelenmiş bir gerçektir. Amerikalı Yahudi tarihçi Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators adlı kitabında, II. Dünya Savaşı sırasında asimilasyonist Yahudi organizasyonlarının Nazi işgali altındaki ülkelerdeki Yahudileri kurtarmak için ellerinden gelen herşeyi yaptıklarını yazar. Ancak Brenner'ın özellikle vurguladığı gibi, birtakım Siyonistler Nazilerin elindeki Yahudilerin kurtarılması konusu ile hiç ilgilenmemişler, hatta bu konudaki çabaların bir kısımını engellemişlerdir. Brenner, WZO'nun (Dünya Siyonist Örgütü) bu konudaki tepkisizliği karşısında, pek çok Yahudi'nin "Avrupalı kardeşlerimiz katledilirken, siz nasıl buna sırt çevirebilirsiniz?" mantığı ile isyan ettiğini yazar.10 Polonyalı Siyonist lider İzak Gruenbaum, bu konuda bazı Siyonistlere yöneltilen suçlamaları ve kendilerinin cevabını 1943'teki bir yazısında şöyle anlatır:

Şu içinde bulunduğumuz dönemde, Erez İsrail'de bazı yorumlar yapılıyor. Bize, 'Erez İsrail'i (İsrail topraklarını) şu zor günümüzde öncelikli hedef yapmayın, Yahudiler yok edilirken yalnızca Filistin ile ilgilenmeyin' diyorlar. Ben bunu kabul etmiyorum. Ve insanlar bize 'Keren Hayesod'dan (Filistin'deki Siyonist fon) Avrupalı Yahudileri kurtarmak için para ayıramaz mısınız?' diye soruyorlar. Ben de 'Hayır' diyorum. Tekrar ediyorum, 'Hayır'... Bence Siyonist hareketi ikinci sıraya koymaya çalışan bu eğilime karşı çıkmalıyız. Ve bu yüzden insanlar bize 'antisemit' diyorlar, Yahudileri kurtarma işlerine öncelik tanımadığımız için.11

Gruenbaum, yazısının sonunda ise "Siyonizm herşeyin üzerindedir" diyordu.

Radikal Siyonistlerin mantığı açıktı: Onlara göre, Avrupalı Yahudileri kurtarmakla uğraşmak Siyonizme ihanet olurdu. Ellerindeki tüm güç ve imkanı Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak için kullanıyorlardı ve Avrupalı Yahudileri Nazilerin elinden kurtarmak için hiçbir girişimde bulunmayacaklarını açıkça ifade ediyorlardı.

Polonyalı Siyonist lider İzak Gruenbaum.

Peki neden kendi soydaşlarına karşı bu denli acımasız davranabiliyorlardı? Siyonist HeChalutz Örgütü'nün İsviçre temsilcisi Nathan Schwalb'ın Siyonist dostlarına yazdığı bir mektup bu sorunun cevabını bulmak açısından oldukça değerlidir. Şöyle yazmıştır Schwalb:

Aynı I. Dünya Savaşı'ndan sonra olduğu gibi, bu savaş bittiğinde de galip devletler dünya coğrafyasını yeniden belirleyeceklerdir. Dolayısıyla, savaş sonunda Erez İsrail'in İsrail Devleti'ne dönüşmesi için elimizden gelen herşeyi yapmalıyız. Ancak şunu bilmeliyiz ki, savaş sırasında müttefik ülkelerin çok kanı dökülmüştür ve dökülmektedir. Bu durumda, eğer bizim hiç kanımız dökülmezse, savaş sonunda kurulacak pazarlık masasında nasıl ne hakla toprak isteyebiliriz?.. Yalnızca kanımızı akıtarak toprağa sahip olmamız mümkündür.12

Kısacası bazı Siyonistler Yahudilerin topluca öldürülmesinin, savaş sonrasında Filistin'i isterken kendilerine büyük bir haklılık kazandıracağını düşünmüşlerdir. Bu nedenle Avrupalı Yahudileri soykırımdan kurtarmak için hiçbir girişimde bulunmamışlardır.

Bunun pek çok kanıtı vardır. Örneğin Amerika'da Siyonist hareketin önderi olan Stephen Wise, asimilasyonist Yahudiler ve insan hakları savunucuları tarafından kurulan "Avrupa Yahudilerini Kurtarmak İçin Acil Komite" (Emergency Committee to Save the Jewish People of Europe) adlı kuruluşun Nazi topraklarındaki Yahudileri bir an önce güvenli bölgelere kaçırma çabalarına şiddetle karşı çıkmıştır. Çünkü bu kurtarılacak Yahudiler Filistin'e değil, başka herhangi bir yere transfer edilecektir. Bunun üzerine çileden çıkan Komite yöneticilerinden Peter Bergson, Wise'a şöyle demişti: "Eğer yanan bir evin içinde olsaydınız, dışardaki insanların ne diye bağırmalarını isterdiniz; 'şu yananları kurtarın' diye mi, yoksa 'şu yananları Waldorf Astoria Oteli'ne götürerek kurtarın' diye mi?"13

Kısacası birtakım Siyonist liderler, Nazi vahşeti altında zulüm gören ve can veren soydaşlarına açıkça ihanet etmişlerdir. Bugün bu gerçek, radikal Siyonizme karşı çıkan Yahudiler tarafından ısrarla dile getirilmekte ve ihanetin hesabı sorulmaktadır.

Soykırımın Bazı Siyonistlerce Sömürülmesi

Yahudi soykırımı bir gerçektir. Asla unutulmaması, asla küçümsenmemesi gereken büyük bir insanlık trajedisidir. Bu, sadece Yahudilerin değil, tüm insanlığın acısıdır ve bu şekilde görülmesi gerekir.

Ancak soykırım gerçeğinin siyasi amaçlar veya ekonomik çıkarlar uğruna sömürülmesi, propaganda malzemesi yapılması asla kabul edilemez. Bu, soykırımda hayatlarını kaybedenlerin anısına yapılabilecek bir ihanettir. Hem de bunu yapanlar, bir zamanlar Nazilerle iş birliği yapmış olan radikal Siyonistler olunca...

İsrail'in resmi söylemlerine bakıldığında, neyi kastettiğimiz anlaşılabilir. İsrail, bilindiği gibi, 1967'den bu yana Arap topraklarını işgal altında tutan bir devlettir. Dahası bu işgali son derece acımasız yöntemlerle korumuş, özellikle Filistin halkına karşı uzun vadeli bir zulüm politikası yürütmüştür. İsrail'in bu tutumları aleyhinde Birleşmiş Milletler'de çıkarılan pek çok karar vardır.

İsrail söz konusu politikasını dengelemek, dünya kamuoyunda sempati kazanmak içinse, kimi zaman soykırımı öne sürmektedir. Naziler tarafından katledilmiş olan 5.7 milyon Avrupa Yahudisi'nin trajedisi, bazı radikaller tarafından kendi suçlarını hafifletmek için sözde psikolojik bir dayanak gibi kullanılmaktadır.

Bu yöntem, sadece İsrail yönetimindeki bazı kesimler tarafından değil, Batılı ülkelerdeki birtakım "İsrail lobileri" tarafından da kullanılmaktadır. Bu durum, konuya daha samimi yaklaşan Yahudiler tarafından da eleştirilmektedir.

Norman G. Finkelstein'ın (sağda) The Holocaust Industry: Reflections on the Explotation of Jewish Suffering (Soykırım Endüstrisi: Yahudilerin Acılarının Sömürülmesi Üzerine Düşünceler) adlı kitabının kapağı.

Örneğin Fransa'daki Ecole Pratique des Hautes Etudes adlı eğitim kurumundaki Çağdaş Yahudi Tarihi Kürsüsü'nün Başkanı Esther Benbassa, 11 Eylül 2000 tarihli Liberation gazetesinde yayınlanan yazısında, "Yahudi soykırımının neredeyse bir din haline getirildiğini" belirtmiş ve şöyle yazmıştır: "Kendini soykırım mağduru konumuna sokma, her Yahudiyi eleştiriye karşı güvence altına alıyor ve böylelikle İsrail'i de eleştirilere karşı güvence altına alıyor."14

Yahudi soykırımının siyasi ve ekonomik bir propaganda aracı haline geldiği gerçeğini vurgulayan en önemli çalışma ise, New York Üniversitesi'nden Yahudi asıllı tarihçi Norman G. Finkelstein'in The Holocaust Industry: Reflections on the Explotation of Jewish Suffering (Soykırım Endüstrisi: Yahudilerin Acılarının Sömürülmesi Üzerine Düşünceler) adlı kitabıdır. Kendi öz anneannesi de Nazi toplama kamplarında tutsak olarak yaşamış bir soykırım mağduru olan Finkelstein, 2000 yılı basımı olan kitabında, soykırım kavramının gerek İsrail gerekse Batı'daki Yahudi örgütleri tarafından tam anlamıyla sömürüldüğünü anlatmaktadır.

Fragments (Parçalar)adlı kitabın içinde yer alan bilgilerin doğru olmadığı ortaya çıkmıştır.

Bilindiği gibi, II. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan uluslararası mahkemelerin kararıyla, Almanya Nazi mağduru tüm Yahudilere büyük bir tazminat ödemiştir. Milyar dolarlarla ifade edilen bu tazminatın taksitleri, Almanya tarafından İsrail'e ve dünyanın farklı ülkelerindeki Yahudilere on yıllardır ödenmiştir ve halen ödenmeye devam etmektedir. Sadece Almanya değil, başta İsviçre olmak üzere çeşitli Avrupa ülkeleri, İsviçre'nin birer finans imparatorluğu niteliğindeki uluslararası bankaları, hatta Nazi işgali sırasında Yahudilere yardım etmeyen Doğu Avrupa ülkeleri de defalarca Nazi mağduru Yahudilere "tazminat" ödemişlerdir.

Finkelstein, Holokost Endüstrisi adlı kitabında, tüm bu tazminatların kullanılmasında çok büyük yolsuzluklar yapıldığını, Nazi mağduru Yahudilere verilmek üzere Almanya ve benzeri hükümetlerden çok büyük paralar alındığını, ancak bunların gerçek sahiplerine, yani Nazi mağduru Yahudilere değil, radikal Siyonist örgütlerin finansmanına kullanıldığını anlatmaktadır.

Örneğin Yahudi örgütleri geçtiğimiz yıllarda "Nazi kamplarında köle işçi olarak çalıştırılan Yahudilerin emeklerinin tazminatı" olarak Almanya'dan yeni bir ödeme istemişlerdir. Bu ödemeden yararlanacak Yahudilerin sayısı olarak verdikleri rakam ise 135 bindir. Oysa Finkelstein, resmi istatistiklere dayanarak, Nazi kamplarında işçi olarak çalıştırılmış olup halen hayatta bulunan Yahudilerin sayısının 14-18 bin civarında olduğunu açıklamaktadır. Arada kalan büyük fark, "tazminat" adı altında Siyonist örgütlerin kasasına aktarılmaktadır.15

Soykırımın sömürülmesine yönelik benzer bir eleştiri de, Amerikan Soykırım Anma Müzesi'nde (US Holocaust Memorial Museum) görevli olan Tim Cole tarafından yazılan Selling the Holocaust: From Auschwitz to Schindler, How History is Bought, Packaged and Sold (Soykırımı Satmak: Auschwitz'ten Schindler'e, Tarih Nasıl Satın Alınıyor, Paketleniyor ve Satılıyor) isimli kitapta yapılmaktadır. Cole, 1999 basımı kitabında, soykırımın ticari bir meta haline getirildiğini anlatmakta ve bunu şiddetle eleştirmektedir.

Sonuç

Bu bölümde Nazi Almanyası'nın Yahudilere karşı yürüttüğü soykırımı ana hatlarıyla inceledik. Kuşkusuz bu konuda daha yüzlerce cilt kitap yazılabilir ve Nazi vahşetinin detayları açıklanabilir. Ancak burada özetlediğimiz bilgiler dahi, Yahudi soykırımının tarihin büyük zulümlerinden biri olduğunu göstermeye yeterlidir.

Ancak bu noktada dikkatli olmak gerekir. Çünkü birileri, söz konusu zulmü sömürerek kendi siyasi veya ekonomik hedefleri için kullanma çabasındadır. Bunların böyle bir şey yapmaya hiç hakları yoktur, çünkü 1930'lu yıllar boyunca Nazilerle iş birliği yaparak antisemitizmi körükleyen, soykırım başladığında ise Avrupa Yahudilerini yüzüstü bırakanlar onlardır. Onlar, yani radikal Siyonistler, soykırımı kullanarak yeni bir soykırıma (İsrail'in Filistinlilere karşı yürüttüğü etnik temizliğe) dayanak bulmak amacındadırlar ki, bu asla kabul edilemez.

Radikal Siyonist propagandanın geçersizliğini göstermek içinse, iki önemli şeyi yapmak gerekir:

1) Nazilerle bazı Siyonistler arasındaki iş birliğini ortaya çıkarmak

2) II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan soykırımı, "sömürü malzemesi" olmaktan kurtarmak, tarihteki gerçek yerine oturtmak

Elinizdeki kitabın ilk bölümünde, Nazi- radikal Siyonist iş birliğini detaylarıyla incelemiştik. Bu bölümde ise, II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan soykırımı ele aldık. Ancak hem tarihsel gerçeklerin anlaşılması hem de konunun bir sömürü malzemesi olmaktan kurtarılması için, önemli bir gerçeği daha belirtmek gerekmektedir: Nazi vahşetinin mağdurları, sadece Yahudiler değildir.

DİPNOTLAR

1. "Holokost: Bilimsel Yahudi Nefreti", http://www.sevivon.com/holokost/genelbakis/article7.htm

2. "Holokost: Getolar", http://www.sevivon.com/holokost/genelbakis/article17.htm

3. "Holokost: Trenler", http://www.sevivon.com/holokost/genelbakis/article21.htm

4. "Holokost: Trenler", http: //www.sevivon.com/holokost/genelbakis/article21.htm

5. "Holokost: Trenler", http://www.sevivon.com/holokost/genelbakis/article21.htm

6. "Holokost: Calışma Kampları", http://www.sevivon.com/holokost/genel_bakis/article24.htm

7. Dawidowicz, "What is the Use of Jewish History?" s. 106-107

8. "Holokost: Nazilerin Yahudiler Hakkındaki Planları", http://www.sevivon.com/holokost/genelbakis/article15.htm

9. "Holokost: Çalışma Kampları", http://www.sevivon.com/holokost/genel_bakis.htm

10. Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators: A Reappraisal, Chicago, 1983, s. 233.

11. Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators: A Reappraisal, Chicago, 1983, s. 234.

12. Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators: A Reappraisal, Chicago, 1983, s. 237.

13. Lenni Brenner, Zionism in the Age of Dictators: A Reappraisal, Chicago, 1983, s. 242.

14. Milliyet, "Yahudi soykırımı din haline getirildi", 31 Ekim 2000

15. Norman G. Finkelstein, The Holocaust Industry, Verso Press, New York, 2000, s. 126.