Sohbet -2729 Ocak 2010
SUNUCU: İyi akşamlar sayın seyirciler, her akşam olduğu gibi yine sizlerle birlikteyiz. Adnan Oktar’la Başbaşa programına hoşgeldiniz. Sayın Adnan Oktar Hocamız hoşgeldiniz.
ADNAN OKTAR: Hoşbulduk. Sen de hoş geldin. O güzel yüzünü gördük içimiz açıldı, nurunla maşaAllah.
SUNUCU: Teşekkür ederim çok sağ olun. Nasıl başlamak istersiniz Hocam?
ADNAN OKTAR: Demin bana bir kitap getirdiler Mevlana Halit El-Bağdadi (k.s) Mektubat-ı Mevlana Halid diye bir eser. “Tasavvuf alimlerimiz demiştir ki” diyor, 81. sayfada. “Silsilenin adları asır ve müceddidlere göre değişmiştir. Şöyle ki Hz. Ebu Bekir Sıddık (ra)’dan Ebu Yezid Bestamiye kadar Sıddıkiye; ondan sonra Hacegan halkasının reisi olan seyidimiz Hz. Şeyh Abdulhaliki Gücdevani’ye kadar Tayfuriye; tarikat reisi nurlu, feyz ve sırlı söz sahibi Hz. Bahauddin Şah-ı Nakşibent (k.s)’e kadar Haceganiye; ondan Gavs-ı Azam Mevlana Hace Ubeydullah el Ahrar’a kadar Nakşibendi’ye denilir. Ondan sırların ve manevi ilimlerin toplayıcısı Tarik-i İmam-ı Rabbani Ahmet es-Serhendi (k.s)’a kadar Nakşibendiyye-i Ahrariye denilir. Ondan Şemsüddin Habibullah Can-ı Canan Mazhar (k.s)’a kadar Müceddidiyye denilir. Ondan şeyhimiz önderimiz Allah-u Teala’ya giden yolda rehberimiz her tarafta irşadı bulunan şarkı ve garbı aydınlatan Zülcenaheyn Mevlana Halid’e kadar, Müceddidiyye-i Mazhariye denir. Mevlana Halid’den sonra felah ve irfan ehlinden yani Nakşibendi tarikatının devamı söyleniyor. İrfan ehlinden olan tarikat ihvanımız arasında Halidiyye olarak adlandırılmıştır. Bakın Mevlana Halid’den sonra felah ve irfan ehlinden olan tarikat ihvanımız arasında Halidiyye olarak adlandırılmıştır. Allah’ın fazl-ı keremiyle onun yüce ihsan ve nimeti, tevkif ve inanetiyle bu tarikat Hazret-i İmam el-Mehdi Sahib-i Zaman (as)’a kadar devam edecektir.” Bakın Nakşibendiyye Mehdi (as) ile son buluyor. Bunu ben söylemiyorum. Bunu kim söylüyor, Mevlana Halid El Bağdadi söylüyor. Yani Nakşibendi’nin en büyük mürşidlerinden. “Hz. İmam el-Mehdi Sahib-i Zaman’a kadar devam edecektir. Bunu yüce tarikatın bazı şeyhleri sahih bir keşf ile müridlerine müjdelemişlerdir” diyor. Onun için Ali Haydar Efendi tarikatı kapatmıştır. Mehdi (as)’a emaneti teslim etmiştir. Aynı şekilde diğer Nakşi büyükleri de, diğer Kadiri büyükleri de aynı şekilde tarikatları kapatmışlardır. Yani vekaleten yürütülüyor. Artık halife bırakmıyorlar. Hilafeti halifeliği Mehdi (as)’a bırakmışlardır. Çünkü hepsi Mehdi (as)’ın geldiğini biliyorlar hicri 1400’de inşaAllah. Mesela diğer Nakşi büyüklerinden Muhammed Raşit Erol Hazretleri Gavs tabir edilen büyük mürşid. O da, hilafet bırakmamıştır. O da hilafeti Hz. Mehdi (as)’a bırakmıştır inşaAllah. Hepsi biliyordu yani Cenab-ı Allah’ın kalplerine sunmasıyle, ihsanıyla hicri 1400 Mehdi (as)’ın zuhur yılıdır inşaAllah. 1400 ile 1500 arasında başka vakit yok inşaAllah. Bunu böylece söylemiş olduk. Bu kitabı isteyen alabilir. Mektubat-ı Mevlana Halid diye bir eser. Oktar Hocam senin anlatmak istediklerinde neler var?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam nasıl uygun görürseniz. İman hakikatleri var. Güzel resimler var. Ayrıca sizin söylediklerinizin bir bir tecelli ettiğini görüyoruz maşaAllah Hocam. Hem İslam Birliği gerçekleşiyor. Bu mesela kayıp çocuklar konusunu gündeme getirdiniz. Meclis gündemine gelmiş Hocam bununla ilgili haberler var.
ADNAN OKTAR: Göreyim bakalım haberleri.
OKTAR BABUNA: Milliyet’te çıkan bir haber. Böyle resimlerini de koymuşlar bazı kayıp çocukların. Sayı da 1600’lere ulaşmış çocukların ve meclis gündemine taşınmış bu konu.
ADNAN OKTAR: Kardeşim Türkiye’yi yıkarım ben böyle bir şey için, çocuk kaybı ne demek? Sabi, ağzı var dili yok. Ne konuşabilir, ne kendini koruyabilir. Ya bir zalimin, psikopatın elindeyse o çocuk, akıl almaz işkenceler yapıyorsa bir psikopat. Türkiye’yi 30 kere yıkar yeniden yaparım onları bulmak için. İnsan yeri göğü birbirine katar. Onun için Meclis gündemine gelmesi çok iyi, hızlandırılması lazım. El birlik yani bütün milletimizin de ayağa kalkması lazım. Baksana verdiğin sayı muazzam bir rakam. Tabi. Evet başka neler var Oktar Hocam?
OKTAR BABUNA: Dün de göstermiştik ama izniniz olursa tekrar göstermek istiyorum. Siz söylemiştiniz bunu “Avrupa’nın beklediği kurtarıcı: Türkiye” diye. Bunu haber yapan da Amerika’nın dünyaca ünlü gazetesi Wall Street Journal’da çıkan bir habere göre bir haber yapılmış. Tam söylediğiniz gibi Hocam inşaAllah. Avrupa Birliği’ni de kurtaracak olan Türkiye’nin önderliğindeki İslam Birliği’dir demiştiniz. Neredeyse kelimesi kelimesine buna yakın bu şekilde Türkiye’nin kurtarıcı olarak görüldüğüne dair ifadeler var Hocam inşaAllah, maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Bak Adriyatik’ten Çin seddine kadar güçlü bir Türk İslam Birliği’nden bahsediliyor. Artık Yusuf’lar diyor kuyudan çıktılar diyor. Yani Mehdiler değil mi zuhur etti. Ahir zamanın büyük Mehdisi de zuhur etti, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Sizin dediğiniz gibi Hocam, evi ve evinin içindeki eşyalar döşeniyor, en son sahibinin zamanını bekliyor. Bu Türkiye’de olan toplantıda da Hocam, Sayın Gül Afganistan Cumhurbaşkanı Karzai ve Pakistan Cumhurbaşkanı Zerdari ile görüşmüşler Hocam. Burada da yine İslam Birliği’ne yönelik adımların atılması söz konusu, hep birlik haberleri geliyor. Hepsi dediğiniz gibi Türkiye’yi doğal lider olarak görüyorlar. Her gün bu şekilde de haberler çıkıyor inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Başka ne var Oktar Hocam göstereceğin?
OKTAR BABUNA: Hocam siz proteinlerin mutlaka protein gerektirdiğini anlatmıştınız. Onu görsel olarak anlatmamız uygun olur mu?
ADNAN OKTAR: Anlat anlat çok iyi olur, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Şimdi tek bir proteinin oluşabilmesi için mutlaka başka proteinlere ihtiyaç var. Öncelikle DNA ve RNA gerekiyor. Yani DNA’da bilginin kodlanmış olması gerekiyor. Şimdi tek bir protein oluşması için gereken bütün aşamaları göreceğiz hep birlikte. Bir kere hücredeki organellerin eksiksiz olarak var olması gerekiyor. Ancak bu organellerde proteinler oluşuyor, dolayısıyla protein olmadan protein kesinlikle oluşamaz. Yani bir proteinin oluşması için bile mutlaka başka proteinler gerekiyor. Örneğin DNA’da bütün bilgiler kodlanıyor. 4 tane harf var. Mesela Türk alfabesinde 29 harf var. DNA’nın alfabesinde 4 tane harften proteinlerin kodları oluşuyor. Proteinler kodlanmış, şifrelenmiş olarak var DNA’mızda. 1 milyon ansiklopedi sayfasına eşdeğer bir bilgi. Dolayısıyla bir proteinin oluşabilmesi için DNA’da proteine ait bilginin olmuş olması gerekiyor. Bu kesin olarak gerekli olan bir şey. Aksi takdirde protein olamaz. Çünkü proteinin şifreleri buradan okunarak, protein imal edilebiliyor. Şimdi bunun da imalatını gösteriyor buradaki film. Bakın bu enzim, DNA’nın üzerinde kopyalıyor ve bu RNA denilen bir moleküle kopyalanıyor. Yani RNA mutlaka gerekiyor protein olması için. Bu RNA, hareketli olarak hücre çekirdeğinden dışarı çıkıyor. Bakın burada gördüğünüz gibi özel kapılardan çıkıyor. Hücrenin içinde şimdi ikinci aşama olarak mutlaka ribozom denilen protein fabrikası gerekiyor. Ribozom proteinlerden oluşan protein fabrikası. Dolayısıyla ribozom olmadan protein de oluşamıyor. Ribozom ne yapıyor protein fabrikasında? Gelen bu DNA’dan gelen RNA’nın kopyasını alıyor, enzimler bakın burada gördüğünüz gibi protein imal ediyor. Yani, taşıyıcı RNA’nın da olması gerekiyor. Devam ediyoruz, aşama aşama bakın burada yine amino asitlerin oluşmasını gösteriyor. Bir proteinin oluşabilmesi için taşıyıcı RNA’ların ribozoma amino asit taşıması gerekiyor. Bakın kaç aşama, tek bir proteinin oluşması için gerekli olan bütün aşamalar. Bunları taşıyınca amino asitleri, bundan proteinin kopyası oluşuyor. Yani protein daha doğrusu oluşuyor. Proteinin sentezlenmesi aşamalarını görüyoruz. DNA’nın gerektiğini gördük, RNA’nın gerektiğini gördük. Taşıyıcı RNA’nın gerektiğini gördük. Ribozomun gerekli olduğunu gördük. Devam ediyor. Bir proteinin oluşabilmesi için üretilen amino asit zincirinin üç boyutlu olarak da katlanması gerekiyor. Aksi takdirde protein oluşamaz. Uygun şekilde katlanmazsa protein oluşamaz. Bunu yapmak için yine proteinler gerekiyor. Belli enzimler var bunlar katlıyorlar, üç boyutlu şekline. Yani protein olmadan, protein kesinlikle oluşamıyor Hocam, siz bunu anlatmıştınız. Tam bir hatta hücrenin oluşması gerekiyor.
ADNAN OKTAR: Bunun üstüne Darwinistler, daha hala Darwin’den bahsediyorlarsa ben onlara ne söyleyeyim? Bak diyoruz ki, protein olmadan protein oluşamaz. Kardeşim, hayır yani o kadar da gerek yok, protein olmadan protein oluşamıyor. Konu bitmiş. Yani Darwinizm ile ilgili başka delil vermeye hiç gerek yok. Başka hiçbir şey anlatmaya gerek yok. Ne fosil, ne şu, ne bu. 300 milyon fosilden bahsediyoruz, onu anlatmaya da gerek yok. Kardeşim yani bunun ne açıklaması olur. Protein olmadan protein oluşamıyor. Bitti. İmkansız demektir bu. Bütün canlıları Allah’ın yarattığının net delili. Tabi.
OKTAR BABUNA: Hatta sizin kitaplardan bir detay daha verebilir miyim Hocam? Protein değil, amino asitler de ancak hücrenin içerisinde sentezlenebiliyor. Mesela insan vücudunda, 20 tane amino asit gerekiyor mutlaka protein için. Onu da dışarıdan bitkilerden ve diğer canlılardan alıyor. Yani amino asit bile canlı hücresi gerektiriyor, kendi başına olamıyor doğada. MaşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah, biz bunları anlatalım, bir süre sonra o kafalarının kıvrımlarına yavaş yavaş bunlar sızacaktır inşaAllah. Bak bir de şöyle, biz bunu anlattığımızda bunu bir kere dinleyenin kesin kanaati geliyor. Direnmeyi hiç esas almamak lazım. Mesela Allah’ın varlığını anlattıktan sonra, delillerini anlattıktan sonra, proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceğini anlattıktan sonra, Yaratılışı ispat eden 300 milyon fosilden bahsettikten sonra adam diyor ki; “Ben inanmadım” diyor. Bakın, böyle bir şey teknik olarak imkansızdır. Ben bir adama diyorum ki arkadaş benim elimde burada kitap var diyorum. Yok, ben inanmıyorum diyor. Elinde kitap yok diyor. İyi saatte olsunlar, hiçbir şey olmaz. Yüzde yüz inanmıştır, inat ediyordur. Yani çocukluğu tutmuştur, inat ediyordur. İnadın hiç üstünde durmamak lazım. Her anlatılandan mutlaka netice alınıyor. Bakın, yüzde yüz netice alınır. Ama Allah vermesin mesela idiotsa, mesela beyninde bir ciddi sorun varsa olabilir yani Allah öyle yaratmıştır. O zaten sorumlu olmaz dinde. Ama, “Ben anlattım inanmadı.” Dünyada öyle bir vaka hiç yok. Böyle bir vaka sıfırdır. Her anlatılanın mutlaka kanaati geliyor. Fakat ona “küfr-ü inadi” denilir. İnat eder. Allah diyor; “zulüm ve büyüklenme dolayısıyla” bak, bir “zulüm ve büyüklenme” enaniyet ve gurur dolayısıyla itiraz ederler diyor Allah. Yoksa kabul etmeme gibi bir şey olmaz. Mümkün mü öyle bir şey? Dışarıda Güneş var diyorum perdeyi açıyorum, Güneş’i gösteriyorum. Adam diyor ki; “Güneş yok” diyor. Yani, ne olduğunu biz anlarız sonra, böyle şey mümkün mü?
OKTAR BABUNA: Siz daha iyi bilirsiniz Hocam. Zaten karşınıza çıkmamalarının sebebi o. Samimi olarak inansa biri, yani hakikaten var olduğunu mutlaka gelir savunur konusunu. Fellik fellik kaçmalarının Richard Dawkins dahil, buradaki çömezleri de fellik fellik kaçıyorlar sizden.
ADNAN OKTAR: Kardeşim, eskiden 71’lerde Darwinizm... Yani adamlar, dinden daha çok etkili oluyor. Yüzde yüz iman ediyorlardı. Devletlerin resmi politikasıydı bu. Sağı her yerde ezmeye kalkıyorlardı, asla kabul etmiyorlardı böyle bir şeyi. Darwinizm kayıtsız şartsız hakimdi. Öyle bir büyü yapmış ki insanlara, akıl almaz bir büyü dünya çapında. Ki Hz. Adem (as)’dan beri belirtilen deccaliyet budur. Mesela diyorlar ki, “Deccal gelecek, harikalar gösterecek”. O çok kısmi bir şey olur o denilen deccal. Bir Mesih deccal gelecektir ileride. Ama Üstad’ın da dikkat çektiği deccaliyet yine Darwinizm. Hz. İsa (as)’ın mücadele edeceği deccaliyet de Darwinizm. Ama diyor ki, “onların büyüklerinin yani onun liderlerinden olan kişi hükümetini, devletini, ona dayandırarak diyor, kendi ilahlığını ilan eder” diyor. Yani bir şahsın ilahlık iddia etmesi bu maskaralık. Bu o kadar ahım şahım bir olay değil. Adamın deccaliyeti anında bozulur. Zaten Hz. İsa (as) onu anında darmakeşan edecektir. Ama diyor, “şahs-ı manevisi olan yani fikir sistemi olan Darwinizm, materyalizm bütün dünyayı kaplar” diyor. “İkna ve telkin kabiliyeti tevessür ettikçe geliştikçe bu taun da diyor veba da gelişiyor tevessür eder, gelişir” diyor. İşte Mehdi (as), bunları bir kaplan gibi boğacak. Kemiklerini kıracak yani. Hz. Mesih (as) bitmiş sistemin üstüne gelecektir. Sadece Mesih deccal yani harikalar sahibi olan, işte hipnoz yapıyor adam, kitle hipnozu yapıyor, bilmem ne yapıyor. Yani bölgesel bir azgın bu. O kadar ahım şahım birisi değil bu. Hz. İsa (as) da mucize gösterip onun büyü etkisini, hipnoz etkisini ortadan kaldıracaktır. O kadar, konu bitiyor. Ama Hz. İsa (as)’ın geldiği ortam zaten İslam’ın muhteşem yaşandığı bir dönemde gelecektir. Hıristiyanlık da, Müslümanlığa tam dönmek üzereyken. “Tam” diyor, “Hıristiyanlık İslam’a inkılab etmek üzereyken, istidadındayken” diyor Said Nursi, “cismi beşerisiyle” diyor, “semavatta bulunan” diyor, bak "beşeri cismiyle semavatta bulunan Hz. İsa (as)’ın inişi, yeryüzüne inişi, ‘kat’i olmakla beraber” diyor, kesin inecek diyor Bediüzzaman. Fakat tabi İslam ahlakının dünyaya hakimiyeti için, şimdi sırf Mesih deccal bizi engelledi, şu engelledi, bu engelledi, böyle bir konu yok. Bunların hiçbirinin gücü olmaz. Diyorlar ki işte ateist masonlar engelliyor. Ateist masonların da etkisi olmaz. İddia edilen Ergenekon örgütü, o da etkili olmaz. Ateist siyonistler diyor, onlar da etkili olmaz. Ne biliyor musunuz? Tek bir sebebi var. Müslümanların bir kısmının keyfine düşkün olması. Ve hayatlarından asla taviz vermemeleri, dünyayı sevmeleri. Bunun başka hiçbir nedeni yok. Doğurmak, doğması, büyümesi, gelişiyor, yine evlenmesi, yeniden doğurması ve ölmesi. Sistem bunun üstüne kurulmuş. Bu olduğunda, İslam ahlakı dünyaya hakim olmuyor. Bir insanın hedefi bu olmayacak. Mesela adamın çocuğu oluyor, aman aman aman hiçbir yere yanaşma, aman aman şöyle yapma. Peki Peygamber, o, nasıl bir insandı o? Nasıl bu kadar riskin içine girdi? O Peygamber diyor. Peki sahabeler? Onlar da sahabe diyor. Sen nesin? Şimdi ağzımdan bir şey çıkacaktı. Her şeye bir kulp buluyorlar. Tabiyim diyor. Onlar tabiyim diyor. Tebbe tabiyim diyor. Onlar da tebbe tabiyim diyor. Bütün sorun burada. Gösterişe dayalı İslam anlayışı olmaz. Fedakarlığa dayalı İslam anlayışı olması lazım. Tabii ki Müslüman bu dünyada çile çekecek. Çileden, riskten şiddetle kaçınıyorlar. Keyiflerinin kaçmasını istemiyorlar. Ve yapmacık dış görünüşe önem veren bir sistem kuruluyor. Allah bunu bilmez mi? Biliyor. Ve Allah eziyor. Koskoca 1,5 milyarlık İslam alemi bakın 150 yıldan beri esir konumunda. İnim inim inliyor. Daha hala anlamıyorlar. Nereden geliyor bu? Azabın kökeni nedir? Bunu araştırmıyorlar. Halbuki Müslümanla çile iç içedir. Hz. Yusuf (as)’ın hayatına da baktığımızda bir kuyuda çilesi var, hapishanede çilesi var. Ondan evvel yine çilesi var. Zaten yaşadığı hayat da çileydi Hz. Yusuf (as)’ın. O kısımlara girilmiyor. Yaşadığı bölge de mesela. Kıskanç kardeşlerin içerisinde yaşıyor. O çok büyük bir beladır. O kolay bir şey değil ki. O küçücük canıyla, o minik tatlı canıyla müthiş hasut, haset içinde olan kardeşlerinin içinde yaşıyor. Ve zor bir ortam. Kardeşi Bünyamin de öyle, çok zor ortamdalar. Arkasından kuyuda azap çekiyor. Arkasından hapishanede azap çekiyor, ki aradaki çektiği azapları Allah anlatmıyor, zorlukları anlatmıyor. Sarayda yaşıyor artık, bak kadın cinsel ilişki teklif ediyor, sarayda. Ki kadının dinle de alakası yok. Kendisi Müslüman Hz. Yusuf (as)’ın, ama kadının dinle alakası yok. Kabul etmiş olsa kadınla ilişkiyi hem nefsani zevk alacak, hem sarayda zaten hem de kadının da desteğini almış olacak, hiçbir şey olmayacak. “Ya Rabbi” diyor “Sana sığınırım. Ben hapishaneye razıyım. Ben Sana sığınırım. İstemiyorum Ya Rabbi” diyor. “Ben helal yaşamak istiyorum” diyor. “Beni koru Ya Rabbi” diyor. “Beni muhafaza et” ve hiçbir şekilde bu ilişkiye girmiyor. Kadın kapıları kapatıyor. Kilitliyor üzerinden. Hz. Yusuf (as)’ın üzerindeki o dehşetli etkileme gücünün sebebi, Hz. Yusuf (as)’ın aklıdır. Çünkü Hz. Yusuf (as) daha önce, kuyudan çıktığı vakit diyorlar. “Pek önem vermediler ona” diyor. Yani normal bir insan görünümünde Hz. Yusuf (as). Sarayda o olgunluğu, aklı ve kişiliğinden dolayı olağanüstü bir heybet geliyor. Kadınların kendini kontrol edemeyeceği derecede, nefsine hakim olamayacağı derecede etkileme gücü veriyor Allah üstüne. Bir mucize bu. Kadın diyor ki, diğer kadınları da çağırıyor, “İsterseniz siz de görün” diyor. Onlar da bakıyorlar, onlar da kendilerinden geçiyorlar Hz. Yusuf (as)’ı gördüklerinde. Ellerini kesiyorlar. Eli ayağı boşalıyor kadınların heyecandan. “Allah’ı tenzih ederiz, bu bir melek herhalde” diyorlar. “Böyle bir şey olamaz” diyorlar. Yüzüne iman heybeti geliyor. İman heybeti kadınları hipnotize eder adeta. Yoksa boy pos falan değil. Var şimdi İtalyan mankenler falan var, izbandut gibi, 2 metre boyunda, bilmem kaç metre eninde ama kadınlara birçoğu bomboş gelir, yani et yığını. Çünkü akıl yok, kişilik yok, derinlik yok, tutku yok, vefa yok, sadakat yok, nezaket yok, akıl, fikir, hiçbir şey yok. Olmayanları söylüyorum. Olanları tenzih ederim. Kadında tabii ki onu et, kemik yığını olarak görüyor ve etkilenmez. O da çok yakışıklı olduğunu zannedip bir süre 8 numaralı bakışla, 9 numaralı bakışıyla, daha da kadını çileden çıkarıp kızdırıyor. Daha da illet ediyor. Mesela kadının arkasından aniden sarılıyor, öpmeye kalkıyor. Kadın iliklerine kadar kasılıyor tiksintiden. O da kahredici bir etkisi olduğunu düşünüyor. İnanmıyor. Cilve yapıyor zannediyor kadın orada. Halbuki hakikaten samimi olarak tiksiniyor kadın. O da “ağır yapıyor” diyor mesela. Halbuki ondaki maneviyatsızlık ve derinlik olmaması, iman heybetinin olmamasından Allah ona içgüdü olarak bir tiksinme hissi veriyor. O yüzden de nefret ediyor. Doğal olarak nefret ediyor. İmanda da müthiş bir heybet ve güzellik olur. Mesela Peygamber Efendimiz (sav) Zeynep annemiz (ra) Resulullah (sav)’i gördü, nefesi kesildi. Hemen boşandı. Allah diyor; “Sen kalbinde gizliyordun ama” Peygamber (sav)’e “Cenab-ı Allah senin kalbinde gizlediğini biliyordu” diyor. İnşaAllah. Zeynep annemiz, helal olsun, gani gani. Çok isabetli ve güzel hareket etti annemiz. Tebrik ederim inşaAllah. Gitti Resulullah (sav)’a, hakkı oydu. Çünkü çok akıllı, kültürlü, derin bir kadındı. İnşaAllah. Zeyd de iftiharla bunu kabul etti. Bir insanın nikahında mesela bir kadın, çok akıllı, dindar. Peygamber (sav) var, kadın diyor ki ben onunla ahirette beraber olmak istiyorum. Yok, tapusu benim üstüme, bir daha vermem. Olur mu öyle şey? Tabii ki kadın hürdür. Attı mı imzayı bittim. Ahiretim, dünyam yandı. Olur mu öyle şey? Kadın takva görürse, çok derin ve yüksek bir ahlak görürse başkasında, eşinde de o takvayı, o ahlakı, o derinliği görmezse boşanır. Niye boşanmasın? İmani bir nedendir bu, Kurani bir nedendir. Mantıksız bir şey yok bunda. Gider Allah’ın tecellisini en yoğun gördüğü insanla evlenir. Bu böyle sıradan bir olay değil ki. Sonsuza kadar beraber olacaksın onunla, sonsuza kadar. Sonsuza kadar olacak bir eşini seçerken insan, Kurani hassasiyeti olmayan bir insanla ne mecburiyeti var? Niçin ona saplanıp kalsın? İmzayı attın. Ölüm fermanını mı imzaladın sen yani? Nasıl oluyor böyle bir şey? İmzayı atacak, karşı bir imza atar, bozar da açarsın da sen. Vasıf olarak Peygamber (sav) çok yüksekti. Zeyd de, Zeynep Annemiz de yakışanı yaptılar. Doğrusu buydu. Ama Peygamberimiz (sav) çok utangaç, çok tatlı, çok güzel huylu. Yüzüne baksan kıpkırmızı oluyor. “Allah biliyordu” diyor “Senin kalbinde sakladıklarını” diyor. Kalben seviyormuş Zeynep Annemiz’i inşaAllah. Ama ısrarla boşanma diyor, aman diyor boşanma, Zeyd’e. Kalben istiyor. Evlenmeyi de istiyor. Allah diyor. “Ben biliyorum kalbinde olanı” diyor. Aslanım benim Peygamberimiz (sav) maşaAllah. Akıl almaz yakışıklı, simsiyah gözler, omuz dağ gibi, maşaAllah. Hz. Ali (ra)’a benziyordu. Çok acı kuvveti vardı. Resulullah (sav)’le o devrin ünlü bir baş pehlivanı vardı. “Beni yenersen” dedi Peygamberimiz (sav)’e “ben sana iman edeceğim. Çünkü imkansız beni yenmen” dedi. “Mucize olur beni yenersen” dedi. Peygamberimiz (sav) aldığıyla bunu vurdu o anda. Adam dedi ki “rastgeldi öyle, ben boş bulundum” dedi. “Peki o zaman bir daha gel” dedi. Bu sefer daha da şiddetli vurdu Peygamberimiz (sav). O bir mucizeydi, akıl almaz kuvveti vardı Peygamberimiz (sav)’in, yüzünden, şecaati... Ama Peygamber Efendimiz (sav)’i gördüklerinde kadınların nefesi kesiliyordu. Mesela annelerimiz aşık olarak evlendiler Peygamber Efendimiz (sav)’le. Hz. Hatice Annemiz (ra), hepsi aşık oldu. Allah’ın tecellisini gördüler onda. Allah’ın ondaki muazzam tecellisinden şiddetli etkilendiler mümin bir kadın olarak. Hz. Ayşe Annemiz (ra) da aşık oldu. Allah’ın tecellisini gördü onda. Aşkla ona yaklaştı. Onun için Allah’ın Resulu (sav)’e, teyzenin kızlarını, halanın kızlarını, upuzun bir liste veriyor. “Başkalarına mahsus olmak üzere değil” diyor. “Sana mahsus olmak üzere helal kıldım” diyor. Çünkü müthiş bir insan sevgisi var. Bu saf şehvet anlamında değildir. Peygamber (sav)’de müthiş bir insan sevgisi var, çok coşkun, tarifi mümkün olmayan bir insan sevgisi vardı. Allah onun için o güzel annelerimizi ona verdi. O sevgiyi yaşasın diye, o coşkuyu. O da onlara çok büyük nimet. Muazzam sevgi yaşamış oldu. Mesela Hz. Hasan (ra), Hüseyin (ra)’ı her tuttuğu yerde öpüyor Peygamberimiz (sav), o da torun sevgisi. Yakalıyor onları, kafasını tutup havaya kaldırıyor o sevimlileri. Muazzam onların o zamanki tavırları, çocuksu tavırları. Özetle Allah sevgisi her şeyin başıdır. Cennette de o yüzden hurilerden bu denli zevk alacağız. Cennetteki mümin kadınlar da eşlerinden o yüzden bu denli zevk alacaklar Allah’ın tecellisi olarak. Yoksa protein, kemik, kalp, kan, sinir dokusu bunlar etkileyici, insanın ruhunda heyecan meydana getiren, tutkuya neden olan şeyler değildir. Bilakis tam tersi etki yapar. Kasaptaki eti gösterdin mi adama, sarıl desen sarılır mı? İnsan derisi mesela ameliyat öncesi çıkartılıyor. Git dokun desen adam irkilir. Hatta kesilmiş saça bile dokunamıyor insanlar. Değil mi kesilmiş berberde aman aman diyorlar. Daha önce başının üstünde durmak şartıyla dokunabiliyor. Daha iç kısmını anlatamıyorum zaten insanların. Demek ki orada bir şey yok. İç organlarında da bir şey yok. Allah aşkı bizi bu kadar coşturuyor. Allah’a olan tutkudan dolayı bu kadar çok seviyoruz. Küfürde başka türlü. Onun bir geçerliliği yok. O bir tutku değildir. Hayvan özelliği gösteriyor. Benim kastettiğim derin tutkuyu yaşayan insanların özelliğini kastediyorum ben.
ADNAN OKTAR: Hatay’a selam buradan. İnşaAllah oradan Tabut-u Sekine’yi çıkaracağız. Hz. Musa (as)’ın sandığını. Kutsal emanetleri çıkaracağız. Orada Tevrat var. Tevrat’ın aslı var. İncil’in aslı var. Onu çıkaracağız. Yalnız Taberiye Gölü’nün dibinden de çıkarabiliriz. Ben biraz şaşırtmaca vereyim en iyisi. Teberiye Gölü’nün dibindeki çamurdan da çıkabilir. İkisinden bir tanesi.
OKTAR BABUNA: Hem İncil hem Tevrat mı Hocam?
ADNAN OKTAR: İncil ve Tevrat ikisi de çıkartılacak. Antakya’daki mağaradan çıkarılacak. İnşaAllah. Fakat bu konuda şaşırtmaca vermek iyidir. Çünkü belirli bir noktaya teksif olurlar. Ayrıca Teberiye Gölü’nün dibinde çamurların iyice altında oradan bir şeyler çıkacak inşaAllah. Ama daha vakti var. Mehdi (as) bizzat kendi elleriyle çıkartacak. Mehdi (as) bizzat kendi katılacak çıkarılış operasyonuna. İnşaAllah. Kutsal sandığı bizzat kendi eliyle açacak Hz. Mehdi (as). Bütün kutsal emanetler o sandığın içerisinde. İçinde çok fazla emanet var. Altın kaplama. Altın olduğu için iyice geçmeli yapılmış. Muhtemelen de katran ile tutturulmuş ağız kısmı. Balmumu veya katranla. Hiçbir şekilde su sızmayacak gibi. Tabi üstü kapalı, üstü sarmalı. Teberiye Gölü’nün dibinde çamurların içerisinde, alt kısmında muhafaza ediliyor. Bak bilindiği halde bulunamıyor. Bu da bir mucize. Halbuki isteseler Cengiz Han, Hülagü fitnesi zamanında işi gücü bırakıp Teberiye Gölü’nün altını açarlar. Gölün suyunu boşaltırlar, onları bulabilirler. Hiç kimseye nasip olmadı. Bekliyor. Mehdi (as)’ı bekliyor. Tabi mesela Tevrat rolesi de. Role halinde inşaAllah Tevrat’ın aslını bulacağız. Mehdi (as) inşaAllah Tevrat’ın aslı ile Musevilere hükmedecek. İncil’in aslı bulunacak. Orijinal böyle kalın ceylan derisinden yapılmış inşaAllah. Orijinal İncil. Onunla da Hıristiyanlara, Kuran ile de Müslümanlara. İnşaAllah. Sen soru sormak istiyorsun herhalde.
SUNUCU: “Hocam size çevremde birçok kişide gördüğüm ve beni çok şaşırtan bir ruh halinden bahsetmek istiyorum. İnsanların büyük bir kesiminin dünyayı çok sevdiğini ve sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bir ruh haliyle yaşadıklarını hayretle izliyorum. 5-10 yıl sonrası için planlar yapıyorlar. İşlerinde yükselebilmek için, ev, araba alabilmek için her şeyi göze alıyorlar. Çok hırs yapıyorlar. Bu istekler makul olabilir ama ahireti hiç düşünmemeleri beni şaşırtıyor. Hocam böyle şiddetli dünya sevgisi olan kişilere karşı bunun anlamsızlığını çok etkili bir şekilde nasıl anlatabilirim. Sevgi Karabaş, Beşiktaş’tan.”
ADNAN OKTAR: Sevgi kardeşimizin Allah sevgisini artırsın. Allah’a karşı sevgisini, müminlere karşı sevgisini artırsın. Sevginin kökeninde de Allah’ın tecellisi vardır. Bunu hiçbir zaman unutmamak gerekir. Mesela ben sana iltifat ediyorum. Beynimde Allah tecelli ediyor senin görüntünde. Ben o tecelliye iltifat ediyorum. Çünkü Allah bir nuraniyet bir güzellik olarak tecelli ediyor beynimde. Allah’ın bir lütfu. Sen dışarıda saydamsın. Atomun yapısından öyle, daha önce söylemiştim. Siyah beyazdır. Aslında bir çizimini yapsak iyi olur. Cam gibi bir insan görüntüsü çok iyi olur, yapalım öyle. Hazır resimler de var öyle bir gösterelim. Aslı nasıl olur? Fabrikaların aslı nasıl? Görünüşü nasıl? Şimdi işte Müslümanların en büyük sorunu bu, rekabet. Aileler arasında da rekabet var. Mesela Hasan Hüsnü Bey’in diyor muhafazakar, mukaddesatçı, mutaasıp bir ailedir diyor. Nazif Bey’in çocuklarını geçmiş onun çocukları diyor. Onlar Avrupa’da okutuyor, o Türkiye’de okutuyor diyor. Olur mu diyor hemen biz de çocuklarımızı Avrupa’ya gönderelim diyor. İşte onların arabası bilmem neymiş diyor, bizim araba bilmem ne, olmaz. Bizimkinin ondan daha iyi olması lazım diyor. Oturup bunun peşindeler. Harıl harıl çocuklarını üniversiteye gönderiyorlar. Tamam güzel. Peki amacın ne? Bol para kazanmak. Parayı ne yapacaksın? Et kemik oluşturacak. Et kemiği kim istiyor? Mezar istiyor. Toprak istiyor. O pilavla hoşafla emek emek geliştirdiğin vücudunu toprak paramparça edecek. Emek emek yaptığın evler Kıyamet’te dümdüz olacak. Hepsi yerlebir olacak ve üstelik Allah sana bunu görüntü olarak gösteriyor. Görüntü olduğunu bildiğin halde bunu anlamazlıktan gelip Allah ile bağlantıyı hemen hemen tamamen kesmiş oluyorlar. Çok çok az, hafiften belli belirsiz Allah ile bağlantı şeklinde. Mesela bakıyorum internet sitelerine Allah’ı coşku ile Allah’ı aşkla anlatan yazılar çok nadir. Nereye baksam kavga. O ona hakaret ediyor. O ona hakaret ediyor. Mesela Süleymanlı kardeşlerimizin sitesine giriyor adam. “Ben yanlış yere girdim, hemen kaçayım buradan” diyor. O da senin kardeşin. Dedim ya, dört kat ense geliştirmiş evinde oturuyor. Hem bir yandan pilav hoşaf, zerdeli hoşaf, parmaklarını yalayarak yemeğini yiyor. Yesin bir şey dediğim yok. Helal olsun. Afiyet olsun. Sen yoluna yürümekten acizsin. İki lafı bir araya getiremiyorsun. Ne icraatın var, ne yapmışsın, nasıl bir hizmet yapmışsın? Kaç kişinin imanına vesile olmuşsun? O mübarek insan on binlerce yüz binlerce insanın imanına vesile olmuş. Ne yapsın yani bazı çevreleri de tabii ki karşısına almak istemez. Denge politikası izliyordur. Niye falancaya saldırı. Kardeşim dinde saldırı yoktur. Din şefkat, merhamet, sevgi ile olur. Ancak böyle iftira atsınlar. İşte Süleyman Efendi Silistre Musevilerinden dönme. Kardeşim velev ki Musevi olsa, birçok sahabe var Musevi, dönme. İftihar ederiz, ne güzel Peygamber soyundan bir insan, Hz. İbrahim (as)’ın soyundan bir insan Müslüman olmuş, iftihar ederiz. Akılsız bunu çok anormal bir şey gibi görüyor. Velev ki dediğin gibi olsun, daha da çok severiz. Bak burada da yine yolunda yürüyemeyen tipler var. İşte kızı mesela bir başörtüsü kapatıyor kafasına, namaz yok, tebliğ yok, Müslümanlarla bağlantısı yok. Sırf başörtüsü ona yetiyor yani. Bizim çocuk kapandı. Peki Allah’ın hükümleri ne olacak? O zaman herkes kafasını örtsün, kadınlar, bir parça kumaş parçasıyla, konu bitsin. Baş örtmekle bu konu bitmez. İslam’ın birçok hükmü var. İslam çileyi ister bizden. Zorluklara girmeyi, fedakarlığı ister. Bütün Peygamber ve sahabeler bize örnek. Sahabelerin her yeri doğrandı, o mübarek büyüklerimizin. Büyük bölümü şehit oldular. Kimse yurt dışında ben tahsil yapayım, işte kızlarımı bir an önce evlendireyim, kocaya gitsinler, doğursunlar, aşiret genişlesin demiyordu. Tamamen kendilerini Allah’a teslim etmişlerdi. Hayır, insan çocuğu olabilir ama Allah’a adarsın. Bütün Peygamberler Allah’a adıyorlar çocuklarını ve Allah için yaşanır dünyada ve bütün hayat Allah’a teksif olarak yaşanır. O zaman hayatın bir anlamı vardır. Havada rüzgar esse pır ortadan kaçıyorlar serçe sürüsü gibi. Müthiş bir korkaklık hakim birçoğunda. Mesela Üstad zamanında o mübareği ezim ezim ezdiler. Kimsenin sesi çıkmamış. Kardeşim 30 yıl yaşlı bir insanı hapiste tutmak ne demek. Hiç bu konu gündeme gelmemiş. Bu korkunç rezalet. Ne yapmış? Adam mı öldürmüş, gasp mı yapmış? Gasp yapan, adam öldüren bile 10 yılda çıkıyorlar. 30 yıl bir insanı hapiste tutmak ne demek? Bir de o devirde alimler çıkıyorlar, ağzı leş gibi adamlar Bediüzzaman’ı eleştiriyorlar. Kardeşim sen yolda yürüyemiyorsun, iki koluna girip götürüyorlar seni ve hiçbir hizmet yapamıyorsun. Bu insan var gücüyle, en güç şartlarda Allah’a hizmet ediyor. Tam yiğit, Allah’tan başka hiç kimseden korkmuyor, gayet güzel, belagatı güzel, üslubu güzel, harikalar sahibi bir insan. MaşaAllah yine Allah razı olsun talebelerinden bir kısmı yalnız bırakmamışlar. Hapse giriyor, 20-30 kişi, 100 kişi beraber girmişler hapse. O da olmasa insan artık ne diyeceğini bilemez. O devirde kendini uyanık zannediyorlar, Peygamberimiz (sav)’in ahlakını almayanlar, Bediüzzaman’ı yalnız bırakmayı bir erdem gibi görüyorlardı. “Allah bizi korudu, ya biz de onlarla beraber içeri girseydik” diyor. Dışarıda kaldın da ne oldu? Yine beyninde hapissin sen. Yine senin canını alacak, değil mi Cenab-ı Allah. Aksinde de cehennemin dar bir odasının içerisinde sonsuza kadar kalacaksın. 1.5 metrekare, 1 metrekarelik küçücük, simsiyah bir odanın içerisinde. Izdırabın, acının içerisinde sonsuza kadar kalacaksın. O orada kalmış ama şimdi ruhu inşaAllah cennette Allah’ın izniyle. Mesela Zübeyir Gündüz Ağabey, çok delikanlı ağabeyimiz, Bediüzzaman’ın talebelerinden. Elinden yüzünden şecaat akıyor böyle, ben delikanlıyım diyor. Hiç laf söyletmemiş Üstad’a. Helal olsun. Bak Sungur Ağabey de öyle, çok yiğittir maşaAllah. Üstad nerede, o orada. Çok yürekli bir insan. Ona da böyle aşağılık iftiralar atmaya kalktı münafıklar. Elhamdülillah bir kükredik şöyle, bütün millet ayağını bir denk aldı. Hocamız yalnız değil. Kanunla, hukukla o dilinizi koparırız dedik inşaAllah. Hukukun pençesiyle paramparça ederiz sizi dedik. Ondan sonra dillerini yuttular. Terbiyesizlik yapmadılar. Müslümanların fedakarlık ruhunu almasının dışında bir yol yok. Çile Müslüman’ın vasfı, fedakarlık Müslüman’ın vasfı, cesaret Müslüman’ın vasfı. Eğer bunlar yoksa namaz kılmakla, hacca gitmekle olmaz. Müşrikler de hac yapıyorlar. Onların da ibadetleri var, onlar da namaz kılıyorlar. İnşaAllah.
SUNUCU: Şimdi Hocam kısa bir ara vereceğiz. Ondan sonra tekrar kaldığımız yerden devam ederiz. Hocam siz söze başlamak ister misiniz, ben size soru sorayım mı?
ADNAN OKTAR: Tamam hadi sor.
SUNUCU: Peki Hocam o zaman sorayım: “’Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.’ Tevbe Suresi. Bu ayetin ebced değeri yani Arapça harflerinin rakam karşılığı hicri 2002 yılını veriyor. Demek ki batıl sistemlerle 2002 yıllarından itibaren fikri mücadele güçlenecek. Darwinistlere, materyalistlere, ateistlere karşı esaslı bir atak olacak. Allah Kuran’da bu duruma işaret ediyor olabilir mi Sayın Hocam?” Ahmet Çakır.
ADNAN OKTAR: Ahmet Hocamız bizi aydınlatmış zaten anlatırken. Doğru söylüyor tabii. Nur Suresi’nin o ilgili ayeti çok harikadır.
OKTAR BABUNA: Bir izleyicimiz demiş ki Hocam; “Hocam bütün dünya şu an sosyal bir kriz içerisinde. Uyuşturucu, ateistlik, ekonomik krizler, açlık, saygının azalması. Bugün dünyada süper devlet olarak adlandırılan devletlerin halkları bile büyük bir arayış ve umutsuzluk içindeyken, nasıl olur da Mehdi (as)’ın gelişini bazı insanlar 570 yıl öteye atarlar anlamıyorum. Bu konu üzerinde bizi aydınlatır mısınız?” Ali Said.
ADNAN OKTAR: Ali Said, ona selam ediyoruz, kardeşimize. Çok güzel söylemiş, doğru söylüyor. Özellikle son yıllarda iman olmamasından kaynaklanan, Allah sevgisi olmamasından kaynaklanan, insanların adeta ruhu çekildi içinden. İnsanların içi boşaldı. Böyle boş kutu gibi oldular. Büyük bölümü, dünyanın % 90’ı bu hale geldi. Allah sevgisi gidince bir şey olmayacak zannediyorlardı. Bir de baktılar ki çok büyük bir şey oldu. İnsan sevgisi kalmadı, kendine sevgisi kalmadı, çevresine sevgisi kalmadı. Sevgisiz dünya da acayip ızdırap vericidir. Tam anlamıyla bir cehennemdir. Şevkleri kalmadı, atılım yapmak istiyor, bir sanayi tesisi kurmak istiyor. Ne güveni var, ne sevgisi var, ne heyecanı var, ne şevki var, hiçbir şeyi yok. “O zaman ben paramı çekeyim” diyor, bütün paramı bankaya yatırayım. “Oradan yavaş yavaş harcayayım” diyor.” Zaten çok az bir ömrüm var. “Burada kaç günlük bir hayat yaşayacağım?” diyor. “Yavaş yavaş oradan idare ederim” diyor. Öbürü de diyor ki, “ben de aynısını yapayım”. “Ben de paramı çekeyim, bir torbanın içine, hatta bankaya da yatırmayayım, banka da çökebilir” diyor. “Evde gizli bir yere koyayım, oradan yavaş yavaş harcarım” diyor. Buna hayatı kayma tabir edilir, halk arasında. Bütün şevk ve heyecanlarını kaybettiler. Sürekli boğuşuyor ama neticesini anlayamıyor. Okulu bitiriyor tamam, iki üniversite bitirdi, ne oldu? Hiçbir şey yok. İşe gidiyor bir beton yığını, sağı beton, solu beton, üstü altı, her taraf beton. Onun içine giriyor. Önüne de bir bilgisayar koyuyorlar, yazıyor, yazıyor, bir şeyler yazıyor. Sonra çıkıyor, bu sefer çelikten bir arabanın içine giriyor, alüminyumdan. Onun içerisinde yol alıyor. Oradan gidiyor betondan evin içine yine giriyor. Orada yemeğini yiyiyor, uykusu geliyor uyuyor. Ertesi gün bu işlem bir daha tekrarlıyor, bir daha, bir daha, bir daha. Elli yıl tekrarlıyor, ondan sonra iş yerine adamın cenazesini getiriyorlar. Çok iyi biriydi diyorlar. Oradan da alıp mezarlığa hep beraber topluca gidiyorlar. Ondan sonra lahmacun yiyorlar üzerine artık, helva falan, konu bitiyor. Hayatı bu şekliyle, açıkça gördükleri için insanlar, Allah sevgisi de olmayınca, dünya kabusa dönüştü bu sefer insanlar için. Sanat çöktü, sanat diye bir şey kalmadı. Hiçbir tiyatro eseri hazırlayamıyorlar, tablo yapamıyorlar. Bir müzik parçası, kaliteli güzel bir şey hazırlanamıyor. Klasik bilinen sanatçıların da içi çekildi, onların da artık feri, gücü kalmadı. Ressamların, hiç kimsenin gücü kalmadı. Mimarlar proje çizemiyor artık. Konuşacak insanların feri kalmadı, televizyon programlarında şevk ve heyecen tamamen bitti, güçleri yetmiyor. Pili bitti derler, beyni tükendi artık yani. Bir şey bulamıyorlar. Allah sevgisi olmayınca, işte böyle olur ve feci şekilde dünya çöktü ve gittikçe çökme devam ediyor ve çökme devam edecek. Ya Kuran’a tam tabi olacaklar, Mehdiyetin zıl ve gölgesi altına girecekler, ya bu ızdırabı yaşayacaklar. Cenab-ı Allah Lütf-u Keremi’nden, insanlar gayret etmese dahi İslam ahlakını dünyaya hakim edecek. Ama biz sebebe sarılıyoruz, bunları anlatıyoruz. Keyif ile, rahatlık ile. Çile çekmeden, acı çekmeden, riske girmeden İslam ahlakının dünyaya hakim olması diye bir konu yok. Bir kere bunu kabul edecekler. Bakın keyfinden bir kısmı diyor ki; “570 sene sonra” diyor. Sırf rahatı kaçmasın, çevresindekilerin de rahatı, keyfi kaçmasın diye. Çünkü adamın şimdi tarikatı dağılacak. Yani Mehdi (as) gelirse tarikat yok. Şeyhinin de etkisi kalmayacak o zaman, çünkü şeyhi de Mehdi (as)’a bağlanmış oluyor, tarikat bitiyor. Enaniyet de yapamayacak. Geçim yolu da kapanmış olacak, kitapları da o zaman satamayacak. İtibarı da kalmayacak, çünkü hadiste belirtiyor, itibarları kalmaz diyor halk arasında, Muhyiddin Arabi diyor. Bu imamın gelişiyle diyor, bayağı bir huzursuz olacaklarını belirtiyor, bir kısım ülemanın. Fukuha, çok bunalacaklar diyor Mehdi (as) geldiğinde, çünkü yani onların menfaat terazisi bozulacak, çıkarları altüst olacak. Onun için geciktirebildikleri kadar geciktirmeye çalışıyorlar. Kimi diyor 200 sene sonra, kimi 500 sene sonra, kimi 570 sene sonra diyor, yani sistemin devam etmesi için bu şart. Böyle, yani insanlara yanlış bilgi veremeyecek, çünkü mesela diyor ki, bu sene ölmek istemiyorsunuz değil mi diyor, bir sene kadar ölmek istemiyorsun. Çok kolayı var diyor, ben size bir dua öğreteyim diyor, bir yıl ölmezsiniz garanti veriyorum diyor. Ölmez diyor, ölmez diyor iki kere tekrarlıyor. Kardeşim biz Allah’tan hayırlısını isteriz, ölmemek bir esas değil ki. Hayırlısı ile bir cennete gidersek inşaAllah değil mi, niye istemeyelim Allah’tan. Cenab-ı Allah bize ölümü verdiğinde iftihar ederiz. Cehennemi veriyorsa, ona da iftihar ederiz. Çünkü Cenab-ı Allah’ın takdiri o. Orada da Allah diye bağırarak gezeriz inşaAllah. Takdir Allah’ın. Biz O’nun deli aşığıyız, inşaAllah. Bizim şartımız yok Allah’a, biz sadece rızasını istiyoruz, bizi sevmesini istiyoruz inşaAllah. Dolayısıyla Hz. Mehdi (as)’ın bir vasfı da bütün insanlığın rahatlığını sağlamakla beraber, sosyal adaleti sağlamakla beraber, bir kısım fukuhanın, dinden geçinenlerin de bütün menfaatlerini elinden almasıdır. Azametlerini, enaniyetlerini, gururlarını, kibirlerini, havalarını, sükselerini, kurdukları o hayali dünyayı, kartondan kuleleri yıkacaktır Hz. Mehdi (as). Bütün yalanlarını ortadan kaldıracaktır. Nerede görülmüş böyle bir şey, bir yıl dua edeceksin, garantili olacak, bir yıl ölmeyecek. Peygamber (sav) diyor bunu söyledi diyor. Peygamberimiz (sav) bizzat kendisi bu duayı yapardı her sene ve bu yıla kadar da yaşardı. Her sene değil mi, o yılın bitmesine yakın, iki gün önce, üç gün önce duayı bir daha yeniler, yine ömrü uzar, yine ömrü uzar, yine ömrü uzar. Sahabeler de bu duayı yaparlar, bilmiyorlar mı bunlar? Bununla, bu konunun hiçbir alakası olmadığı fiili olarak da görülüyor. Böyle bir yalana ne gerek var? Böyle bir yalana inanmaya ne gerek var ayrıca? Böyle bir yalanı desteklemeye ne gerek var? Bütün bu sistemler kalkacaktır işte Mehdi (as) devrinde. Hazreti Mesih (as)’ın gelişiyle de, Hıristiyanların gönlü çok rahat olacaktır, çünkü şu an vicdanen rahatsız oluyorlar. Hz. İsa (as) hakikaten ben Allah’ım dedi zanediyorlar haşa. Hz. İsa (as) öyle bir şey der mi? O, Allah’ın kuzusu, tertemiz insan, Allah’ın Peygamberi. Yemek yiyiyordu diyor Allah, uyuyordu diyor. Doğal ihtiyaçları vardı diyor. Bir insan diyor o, Allah’a dua ediyor. Dolayısıyla bizzat kendisi gelip onları ikna edecek, Hz. İsa (as). Çünkü biz anlatsak da, şimdi bir dereceye kadar olacak. Said Nursi diyor ki; “tam Müslümanlığa inkılâb etme istidadındayken” diyor. Yani tereddüt ediyorlar, artık Müslüman olalım mı, olmayalım mı? Tam, yani böyle, hafif şey üstünde, ama İsa (as) da bekleniyor o devirde. Onun gelişiyle beraber, o diyecek “La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah, ben Kuran’a tabiyim” diyecek. Onlar da “La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah, biz de Kuran’a tabiyiz” diyecekler. Daha önce diyecek ben Tevrat’a tabiydim, sonra İncil’e tabi oldum, şimdi İncil’e tabiyken de Kuran’a tabi oldum diyecek, anlaşıldı mı? Yani Tevrat’tan nasıl İncil’e geçtiyse, İncil’den de Kuran’a geçecek, inşaAllah. O devirde Ehl-i Kitab’ın tamamı iman ediyor. İman etmedik hiç kimse kalmayacak inşaAllah. Bütün tarikatlar bitiyor. Bakın burada Mektubat-ı Mevlana Halid’de açık açık izah edilmiş. Ne diyor; “Mevlana Halid’den sonra felah ve irfan ehlinden olan tarikat ihvanımız” demin okuduğum, “arasında halidiye olarak adlandırılmıştır. Allah’ın Fazl-ı Keremi ile, O’nun yüce ihsan ve nimetiyle, tevfik ve inayetiyle, bu tarikat Hz. İmam El Mehdi (as)”, bak El Mehdi (as), “Sahibü’z- zamana kadar devam edecektir”. Bak Mehdi demiyor, El Mehdi, yani özellikli Mehdi, yani gerçek Mehdi, kastedilen Hz. Mehdi (as). Çünkü birçok Mehdiler gelip-geçmiştir. El Mehdi ayrıdır, yani gerçek Mehdi. “Sahibü’z- zamana kadar devam edecektir” ve bu devam etmiş. Şu an tarikatlar Hz. Mehdi (as)’a teslim edilmiştir, inşaAllah. Bunu kim söylüyor, bunu Yüce Tarikat’ın bazı şeyhleri diyor, “sahih bir keşf ile mülklerini müjdelemişlerdir” diyor. “Gerçekte Hz. Mehdi (as) ve onun içinde bulunacağı zamanda, sarhoşluktan uyanıklığa”; insanlar sarhoş gibi olacaklar diyor. Beyinlerine kan gelecek, uyanacaklar, Fena Makamı’na girecekler inşaAllah. “Fâniden bâkiye dönülecek. Halk hidayete çağrılacak, hem zahir, hem bâtıni reislikte feth-i Mümin gerçekleşecektir”. Bak hem zahir, hem bâtin, kalben. “Reislikte feth-i Mümin,” kalpler feth edilecektir diyor Mehdi (as) tarafından. “Bu hale uygun” devam ediyor. “Nakşibendi tarikati Kıyamet’e kadar, bu Tarikat-i Aliye, Allah’ın güvenliği ve kuvvetli ipine, O’nun izni ve hidayetine bağlı kalacaktır. Yüce Cenab-ı Mevla bizim bütün tarikat ihvanınımızı, Kıyamet gününe kadar onların zümresini haşr etsin, amin” diyor. Yani Mehdi (as)’da son buluyor, inşaAllah. Ama Kadiri, Şazili, Nakşi bütün tarikatlar bu şekildedir, bir tek Nakşiye değil, bütün tarikatlar. Mesela Ali Haydar Efendi, çok büyük bir alimdir, hal ehlidir, mana ehlidir. O teslim etmiştir Mehdi (as)’a tarikatı. Çok açık, aleni durdurmuştur ve hilafet vermemiştir. Bak yüzlerce seneden beri hilafet ile gelen tarikat, onunla hitam buluyor. Çünkü hicri 1400’de Mehdi (as)’ın çıkacağını biliyordu. Said Nursi de, asrımız tarikat zamanı değil diyor. Niye diyor biliyor musun, Mehdi (as)’da hatim bulduğu için. Tabii, Bediüzzaman da halife bırakmamıştır yerine, halef bırakmamıştır. Niye bıraksın, Mehdi (as) var çünkü. Mehdi (as) varken halef bırakır mı, inşaAllah. Şimdi güzeller güzeli, sen aç bir sayfa bana ver Kuran’dan. Şeytandan Allah’a sığınırım, Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla, “(öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekatı vermekten” dikkat edin, “tutkuya kaptırıp, alıkoymaz”. Ahir zamanın belası ne, işte bu; tutkuya kapılıp, vazgeçiyorlar. Çileden, cehd etmekten, mücadeleden vazgeçiyorlar. “Onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı, dehşetten allak bullak olacağı günden korkarlar”, Allah’tan korkuyorlar. “Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer”, serap, görüntü. “Susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz”, hayal olduğunu anlar. Yani bizim her zaman anlattığımız konu var, Kuran buna işaret ediyor işte burada. “Ve yanında Allah’ı bulur”, sadece Allah var diyor. Yani o, her şey görüntüdür, Ben beyninizde görüntü olarak yaratıyorum diyor. Sadece Allah vardır, varlık olarak. Mutlak varlık, sadece Allah’tır. “Allah da onun hesabını tam olarak verir. Allah hesabı çok seri görendir”, anında karşılığını alır diyor Allah. “Ya da inkar edenlerin amelleri engin bir denizdeki karanlıklara benzer”, bak çok geniş bir şey ama simsiyah karanlık. Ne kadar ruhlarının kara ve korkunç olduğunu Allah gösteriyor. “Onun üzerini bir dalga kaplar”, sürekli bir kabus, sürekli böyle acılar, büyük dalga bak; “onun üzerinde bir dalga daha”. Yani sürekli belalar, kabuslar, korkular, vesveseler, “onun da üzerinde bir bulut vardır”. İyice puslu dünyaları, simsiyah karanlık. “Bir kısmı bir kısmının üzerinde olan karanlıklar” yani hani karanlık insan diyorsun, simsiyah dünyası. “Elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek”, kendisinden bile haberi yok adamın, yolda bile yürüyemiyor artık. Değil ki proteinlerin yapısı, işte fosiller evet. “Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur” diyor Allah. Nur, Allah’ın nur vermesi gerekiyor. “Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler”. Bak, “göklerde ve yerde olanlar, dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedirler”. Onların çıkarttığı sesler, Allah’ı tesbih oluyor, ama biz bilmiyoruz. Mesela kuşlar da bizi aynı şekilde algılıyor olabilirler. Onlar da bizim öyle bir ses çıkarttığımızı düşünüyor olabilirler. Bilmiyoruz, çünkü algı değişik. Biz öyle algılıyoruz, onlar da öyle algılıyorlar. Onların daha değişik dünyası, bizimki gibi değil. Başka bir boyutta kuşlar. Daha bir ayrı alemdir onlar. “Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir”. Şuurları açık demek ki. Bak, “her biri, kendi duasını”, bak dua da ediyorlar “ve tesbihini şüphesiz bilmiştir”. Kendi aleminde, kendi boyutunda biliyor. Ama biz onların boyutuna giremeyiz, onlar da bizim boyutumuza giremiyorlar. “Allah, onların işlediklerini bilendir. Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır”. Diyor ki adam, “bu iş yerleri benim”; senin değil, Allah’ın. Çünkü Allah, senin beyninde meydana getiriyor, öyle bir şey yok. “Dönüş yalnızca O’nadır”, diyor Allah. Sonunda herkes Allah’a dönecek. Şimdi bazen televizyona bakıyorum, böyle genç kızlar gösterişli, güzel yürüyorlar falan, topluca hareket ediyorlar, bu Fashion TV mi ne. Bazen ona bakıyorum. Topluca o modeller geliyorlar. Şimdi, gencecik kızlar, aslan gibi hakikaten birbirinden güzel kızlar. Bir düşünüyorum, 90 sene sonra, 100 sene sonra hiçbiri ortada yok, tamamı kemik. Arkasından Allah, toprağın altından bir o kadar daha genç kız çıkarıyor. Bu sefer onlar yürümeye başlıyorlar. Onları toprağın altına alıyor Allah, yine bir daha çıkıyorlar, yine onları da toprağın altına alıyor. Toprak sürekli insan çıkartıyor, Allah toprağı vesile ediyor, toprak çıkartıyor sonra sürekli toprak da kendi içine alıyor. Bir çıkarıyor, bir alıyor, bir çıkarıyor, bir alıyor. Birbirinden güzel kadınlar var, birbirinden yakışıklı delikanlılar var, hepsini toprak bekliyor. Bir süre sonra bakıyorsun, dümdüz kara toprak olmuş hepsi. Bu sefer kara topraktan yine bir vesilelerle, Allah onlardan mesela bitki meydana getiriyor orada toprakta, yiyecek meydana getiriyor. Onun babası onu yiyiyor, işte sperm oluyor, annesinin yumurtası oluyor. Topraktan aldığı gıdalarla yeniden bir çocuk daha meydana geliyor, o da yine ortaya çıkıyor. Her baktığımda, hepsinin toprak olacağı aklıma geliyor. Ama gözlerine bakıyorum, robot gibi. Çoğunluğu öyle, bomboşlar. Hiçbir anlam yok. Sanki böyle plastikten imal edilmiş gibi. Çok nadir yani gözünde anlam görebildiklerim, böyle derinliği görebildiklerim. Bu çok ürkütücü. Delikanlılar da öyle. Aslan gibi delikanlı ama robot gibi, plastikten gibi. Hani var ya bu korku filmlerinde falan yapılıyor, laboratuvarda yapılmış insan modelleri oluyor gösteriyorlar, onu andırıyorlar. Bu çok ürkütücü bir şey. Halbuki insan dediğin, dolu dolu olması lazım. Tavrıyla, konuşmasıyla, kişiliğiyle, şahsiyetiyle, derinliğiyle, aşkıyla, tutkusuyla, fedakarlığıyla, yiğitliğiyle, cesaretiyle, her şeyi ile böyle adeta fışkırması lazım. Vasıfları yok yani, hiçbir vasıfları yok aşağı-yukarı. Bir aşağıya yürüyor, bir yukarı yürüyor. Ne biliyorsun diyorsun, bir aşağıya yürümeyi biliyorum, bir de yukarı yürümeyi biliyorum diyor. Hayır içinde hakikaten kültürlü, görgülü, aklı başında olanlar var, ben onları tenzih ediyorum. Ama sanki hiç ölümü düşünmüyorlarmış gibi havaları, kakara kikiri falan. Sürekli gülüyorlar falan, bilmem ne işte, yaşasın bilmem ne TV falan. Tamam da, bu yapmacık bir hava oluyor biraz, değil mi? Niye samimi, niye derinliği yaşayan insan olmazsınız? Ve bunun sonucunda da mutlu olmuyorlar, suratları bir karış. Hiçbirinde bir mutluluk göremiyorum. Dolayısıyla da yaratıcı ruh olmuyor işte. Dünyada da ne sanat gelişiyor, ne bilim gelişiyor, ne teknoloji gelişiyor. Dünya ölüme doğru gitmeye başladı, çökmeye doğru başladı. Hz. Mehdi (as), hepsini Allah’ın izniyle diriltecek. Bütün ölüleri diriltecek, ölü kalpleri diriltecek. Mehdi (as)’ın bir özelliği de, Mesihiyet özelliği vardır. Hz. Mesih (as) ile beraberdir zaten. Hz. Mesih (as)’ın birçok özellikleri onda vardır. Milyonlarca, milyarlarca ölüyü diriltecektir Mehdi (as). Mehdi (as)’ın bir vasfı da, milyonlarca insanı cehenneme göndermektir, bu bilinmiyor. Çünkü Hz. Mehdi, İslam’ı teklif edecek, Kuran’ı teklif edecek. Teklif gelmiş olmasını anlamasa, belki kurtulacak. Belki fetret ehli gibi olacak. Ama tebliğci gelmiş, mürşit Mehdi (as) gelmiş, duymuş, işitmiş buna rağmen yapmamış, hiçbir açıklaması yok. Cehennemin gerekçesi oluşmuş oluyor işte. İmamların zaten özelliğidir, ahirette sorgulamada onlara soruluyor. Mesela Mehdi (as)’a soracaklar bir kafir sorgulanırken, “sen o devirde İslam’ı anlattın mı?” diyecekler, Mehdi (as); “Ya Rabbi anlattım” diyecek, “ben Sana tabiyim tabii ki” diyecek. “Sen duydun mu” diyecek, “duydum” diyecek, “yaptın mı gereğini, hükümleri”, “yapmadım” bitti. Çünkü Allah diyor, “bahaneleri kalmaması için gönderiyorum” diyor, yani bir kaçamak ifade vermemeleri için Ben göndereceğim elçilerimi diyor. Mehdi (as) da bir nevi elçidir, inşaAllah. Ve milyonlarca insanın cehennemine vesile olacaktır. Milyarlarca insanın da cennetine vesile olacaktır. Hz. Mehdi (as) çok acayip bir varlıktır, ahir zamanın işte onun için diyor, “acip şahıs” diyor Said Nursi. Acayip bir insan, tarif edemiyorsun. Vehbi ilme sahip. Mesela diyor ki, Arapça’yı pek bilmez diyor hadiste, ama mutlak müctehid aynı zamanda, mutlak müceddid, vehbi ilme sahip ve ledün ilmine sahip. Özü kapsayan bir bilgiye sahip, Zülkarneyn gibi özel bir insan. Mehdiyetin, tabii Mehdi (as)’ın müceddidliği, müctehidliği aynı zamanda kendi talebeleri ve kuruluyla oluşacaktır. Mehdi (as)’ın sırf şahsından dolayı müceddid değildir. Talebeleriyle beraber yapacaktır. Çünkü o diyor şahsın bizzat kendisinin sadece bu işleri yapacağını zannettikleri için diyor, o eşhas-ı harika çıktığı vakit herkes onu tanıyacak gibi bir şekil vermişler diyor Bediüzzaman. Halbuki bu dünya bir tecrübe meydanıdır, akla kapı açılır, fakat ihtiyarı yani seçme özelliği elinden alınmaz diyor. Öyleyse o deccal dahi diyor, kendisi dahi kendisini bilmez diyor. Belki o eşhas-ı ahir zaman, Hz. Mehdi (as) ve Hz. İsa (as) imanın nuruyla tanınabilirler diyor. Yani samimi bakıldığında, imanın nuru budur. Sahtekarlık yapmadan, dürüst bakarak, çileden, acıdan kaçınmayarak, objektif, akılcı, düzgün bakıldığında Mehdi (as) Güneş gibi belli olacaktır. Öyle zor anlaşılacak şeklinde bir Mehdi (as) gönderilmesi yok. Mehdi (as) çok şiddetli belli olacaktır. O ayrı, iddia etmeyecek Mehdiliği ama, anlamadım derse çok acayip bir konuma düşer insan. Ben anlayamadım, Kuran’ı da anlayamadım diyecek zaten. Mehdi (as)’ı anlayamayan Kuran’ı da anlayamaz zaten, hadisi de anlayamadım ben diyor. Ama bülbül gibi şakıyor ahirette, adeta böyle dili çağlayan gibi oluyor. Konuşmasa da dili konuşmaya başlıyor. Mesela Allah gözüne soruyor, “gördün mü” diyor, göz “ben gördüm” diyor. Acayip tedirgin oluyor gözü konuşunca. Diline soruyor, “sen söyledin mi” diyor, dil “ben söyledim” diyor. Kulağına soruyor Allah, kulak da konuşuyor, “duydum ben” diyor. Bütün azaları konuşmaya başlıyor, başedemeyecekler vücutlarıyla. “Buna ne oluyor” diyorlar zaten, “ne oldu bana böyle” diyor. Acayip şaşırıp dehşete kapılıyor. “Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp çıktığını görürsün”. Bak, “Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır”, yani yağmur bulutlarının oluşumu açıklanıyor Kuran’da, bu da bir mucizedir. Bilimsel bir açıklamayı Kuran açıklıyor. Bu bilinecek bir konu değil, yeni bulundu bu. “Böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar gibi bulutlar indirir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir”, tabii muazzam bir parlaklık, gök gürültüsü de Cenab-ı Allah’ı hatırlatan çok mühim bir olaydır. Bu dolu olayında, bir kere çok muzzam bir dolu yağıyordu bizim evde, gerçi böyle şeyler anlatılmaz ama güzel olduğu için anlatıyoruz. Cenab-ı Allah’ın bir ikramı, çok hoş, bayağı iri ve çok şiddetli dolu yağıyordu, ben bir tanesi elime değsin diye pencereden elimi uzattım, hemen dolu durdu, akışı durdu. Ama çok kalabalıktı evin içi müthiş şaşırdılar, elimi çektim yeniden dolu başladı. Bu tip olaylar var, dört beş tane olay var. Bir tanesi de buydu, bunu anlatmamıştık, evet.
OKTAR BABUNA: Kuş vardı Hocam.
ADNAN OKTAR: Onları anlattık hepsini.
OKTAR BABUNA: Karınca vardı.
ADNAN OKTAR: Karıncayı anlattık, ama bunu anlatmamıştık. Böyle birkaç tane daha var ama bunu önemli gördüğüm için, şimdi dolu konusu geçince oradan aklıma geldi. Hatta ben o kadar üzerinde durmadım, anladım ben, hoşuma gitti. Fakat bir şey demedim, onlar dediler, Hocam siz elinizi uzattınız, durdu dediler, siz elinizi çektiniz başladı dediler. Hakikaten aniden durdu, ben bir tane avucuma değsin, dokunsun diye uzattım. Yakalamak için, doludan bir tane yakalamak için zınk diye kesildi, çektikten sonra da elimi şiddetle başladı yeniden, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Ben karıncada oradaydım Hocam. Birkaç tane var gerçi ama bir tanesine şahit oldum inşaAllah. Siz vakit vermiştiniz.
ADNAN OKTAR: 15 dakika verdim.
OKTAR BABUNA: 15 dakika verdiniz, 12 dakikada size haber geldi, gittiler mi diye, gitmediler dediler. Kaç dakika var demiştiniz 3 dakika daha var denmişti. Tamam demiştiniz siz. 15 dakika sonra tekrar haber geldi hepsi gittiler diye inşaAllah.
ADNAN OKTAR: O çok acayip hakikaten, inanılır gibi değil. Banyonun giriş yeri duvar camla kaplıydı, milyonlarca karınca, bir kısmı uçuyor, bir kısmı evden çıktılar. Evlerde çoğunda olur öyle hiç gördün mü sen, görmemişsindir. Böyle simsiyah duvarı kaplamışlardı, havada uçuşuyorlar böyle bahar vaktiydi. Onları ilaçla öldürsek mi acaba dedim, acıdım olmaz dedim. Elektrik süpürgesiyle alsak kilo hesabıyla çıkacak, öyle az buz değil çok fazlalar. Onlara, o dişi karıncalardan birtanesini aldım söyledim, bak 15 dakikaya kadar çıksınlar dedim, yoksa hepsini almak durumunda kalacağız dedim. Ama ben daha önce de öyle olaylar oldu, öyle bir şey söylememiştim, ilk defa onu söylemiştim. Öyle bir aklıma geldi, olacak diye de içimde bir şey yoktu yani, ben öylesine söyledim onu. Olacağına dair bir bilgim yoktu. Hakikaten hepsi kaybolup gitti hayvanların, yuvaya girdiler yeniden. Küçük bir çıkış yerleri vardı, geldiğimizde şu kadarcık bir yerde 15-20 tane falan az bir şey kalmışlardı. % 99’u gitmişti, % 99.99 diyebilirim yani. Çok şaşırtıcı o maşaAllah. “Allah, her canlıyı sudan yarattı”, Dabbet-ül Arz’ı neden yarattı?
OKTAR BABUNA: Topraktan Hocam.
ADNAN OKTAR: Bak bir tek onda topraktan yarattım diyor. Yani topraktan mamuldür diyor. Ama bak her canlıyı sudan yarattım diyor. Topraktan yaratılmış, o zaman magnezyum, demir, çinko, aliminyum, silisyum, kobalt, bakır hepsi yerden bilgisayar olduğu anlaşılıyor inşaAllah. “İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört ayağı üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir”. Tamamını Ben yarattım diyor Allah. “Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik”, şimdi anlaşılmaz bir yön yok diyor Allah, açıklayıcı, açıklıyoruz diyor Allah. “Allah, dilediğini doğru yola yöneltip-iletir”; demek ki bizim uğraşmamızla değil, Allah’ın dilemesiyle oluyor. “Onlar derler ki, Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik", tamam kabul ettik diyorlar Allah’a iman ediyoruz, Peygamber (sav)’e de iman ettik. “Sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler”, münafıklar. Bizde de çıkıyor münafık, her yerde çıkar. Mehdi (as) cemaatinde de çıkacaktır münafıklar. Münafık dünyanın en aşağılık, en haysiyetsiz mahlukudur ve çok büyük bir mucizedir. Mesela Peygamber (sav) zamanında, Peygamber (sav)’in bulunduğu mekanda münafık çıkıyor. Mucize görüyor, vahyin inişini görüyor, Peygamber (sav)’in güzelliğini görüyor, heybetini görüyor, harika güzel ahlakını görüyor, buna rağmen kahpe münafık. İnsanın beynini zorluyor artık, mucize, şaşırtıcı. Hz. Mehdi (as)’ın da devrinde münafıklar olacaktır. Yani onun çevresinde böyle aşağılık mahluklar olacaktır. Mehdi (as)’ı, Mehdi olmadığını zannederek, kendilerince yıkmaya, devirmeye çalışacaklardır. Küfürle iş birliği yaparak, dinsizlerle, münafıklarla, alçaklarla, haysiyetsizlerle iş birliği yaparak devireceklerini zannedecekler. Mehdi (as) olduğuna da kanaat getiremiyor, zaten Allah’ın varlığına da kanaat getiremiyor, Kuran’ın hak olduğuna da kanaat getiremiyor, dolayısıyla Mehdi (as)’ın Mehdi olduğuna da kanaat getiremiyor. O yüzden de hakikaten onu devirebileceğini düşünecektir. Adetullah ortamı olduğu için onların gözüne Allah, öyle gösterecektir. Hakikaten zarar verebileceğini, etkisiz hale getirebileceğini düşünecektir. Mehdi (as) ortadan kalkmadan münafık rahat edemez. Çünkü ona vicdan azabı veren şey, Mehdi (as)’ın varlığı. Kuran’a zaten inanmaz münafık. Ama Mehdi (as) canlı bir varlık, elle tutulan, gözle görülen bir varlık. O durduğu müddetçe münafığın kalbi rahatlamaz. Onun için, mutlaka öldürmek azminde olurlar. Mutlaka yok etmek, yahut en azından hapsettirebilmek, ama asıl istediği şey öldürebilmektir. Münafığın isteği budur. Mehdi (as)’ı öldürmeden içindeki o suçluluk duygusu gitmez. Mehdi (as)’ı öldürebilirse, öldürebilme ümidinden dolayı, yahut etkisiz hale getirebilirse, o zaman içindeki o Mehdiyet korkusu da gitmiş olacaktır. Dolayısıyla yatışacak, bir parça daha yatışacak. Allah’tan zaten korkmadığı için öyle bir şey yok, inşaAllah. Onun için, var gücüyle Mehdi (as)’ı yok etmeye gayret edecektir münafıklar. Ahir zamanın özelliğidir bu. Allah da onlara, onu öyle gösterecek, sanki kolaymış gibi gösterecek. Defalarca girişimde bulunacaklar, hatta diyor, “3 defa Medine sarsılır” diyor Mehdi (as) devrinde, İstanbul. “Münafık atakları olacak” diyor, çeşitli. “Ama demirin pasını atığı gibi bu pislik temizlenecek” diyor. Yani saf demir kalacak, hani demir eridiğinde nasıl köpüğü kalıyor. O köpük diyor temizlenecek, saf metal olan kısım kalacak diyor, temiz olarak kalacak diyor. Hatta Resulullah (sav) buğday kurtlarına benzetiyor onları, böyle iğrenç. Buğdaya musallat olacak onlar diyor, Mehdi (as) onları her seferinde temizleyecek diyor buğdaydan o kurtları, yine kurtlanacak diyor buğday, yine temizleyecek. Bu defalarca olacak, sonunda 313 tane aslan kalıyor. Onlarla işte İslam ahlakını dünyaya hakim ediyor. Münafık, Müslüman’ın adrenalinidir. Onu gayrete getiren, heyecanını artıran, mücadele azmini artıran adrenalinidir. Haberi bile olmaz onun. Her atağı, Müslümanları canlandırır, şevkini artırır. Yoksa Allah esirgesin, Müslümanlarda meskenet, bitkinlik meydana gelebilir. Mehdi (as)’a yapılan atakların, meydana getirilen saldırıların kökeninde, Mehdi (as)’a olan bir iman kamçısıdır o. Yani Mehdi (as) onunla canlanır. Mehdiyet onunla canlanır, yani Cenab-ı Allah onu hikmetle yaratır. Mesela Resulullah (sav)’in zamanında da münafıkların saldırısı, Müslümanların aşkını ve azmini artırıyor. Mücadele gücünü artırır. Münafık olmazsa, daha sakinleşir insanlar. Küfür saldırmazsa, Müslümanlara biraz bitkinlik gelir. Onun için küfür saldırısı çok önemlidir, münafık saldırısı çok önemlidir. Kan yapar Müslümanda o, böyle ruh verir, enerji verir. Mesela soğuk su ile nasıl duş aldığında insan canlanıyor? Nasıl elini yüzünü yıkadığında canlanıyorsa, münafık da Müslüman’ın üzerindeki kiri alır. O bir pisliktir, Müslüman’ın üzerinden o pislik gitmiş olur, kir gitmiş olur. Münafık kiri gitti mi, yani Müslüman yıkandığında üzerindeki o kir gitmiş oluyor, dinç ve zinde olur. Her seferinde Müslüman yine kirlenir, yıkanır münafık gider yine dinçleşir, inşaAllah.
SUNUCU: “Hocam, Başkan Obama geçtiğimiz yıl, din işleriyle ilgili yeni kurduğu bölümü basına açıklarken, ne kadar maddi yatırım yapsak da, ne kadar hassas şekilde politikalarımızı belirlesek de, Amerikalıların aradığı değişim sadece hükümetten gelmeyecektir. İyilik için hükümetin de üzerinde bir güç vardır, diyerek dinin hükümetten daha güçlü bir etken olduğunu belirtmişti. Hocam, 3 yıla yakın bir süredir sizin röportajlarınızı izliyorum. En baştan beri dinin, Allah sevgisinin insanları birbirine yaklaştıracak, savaşları sona erdirecek, çatışmaların, karmaşaların ortadan kalkmasını sağlayacak güç olduğunu sık sık açıklamıştınız. Geçen hafta basın toplantınızda İsrailli Bakan, gerek kaçırılan asker Gilad için, gerekse İsrail ve Filistin arasındaki barış için, politik temaslarla somut bir sonuç alınamadığını, ancak sizin bu konuyu çözmeye vesile olacağınıza inandığını belirtti. Siz bu dikkat çekici açıklamaları nasıl yorumluyorsunuz?”, Konya’dan Canan Adıgüzel sormuş.
ADNAN OKTAR: Din diyor değil mi, Obama, hükümetlerin gücünün üzerindedir diyor. Hükümetler tabii ki milletin içerisinden çıkan bir güç. Ama milletin manevi gücü çok hayatidir. Milleti millet yapan ana öğedir din. Atatürk de bunu söylüyor değil mi, ne diyor, “dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur”. Milleti millet yapan ana öğe olduğu için, din tabii ki çok mühim, hayatın en önemli konusudur, hayatın sebebidir. Yaşama sebebimizdir. Hayatın anlamıdır din ahlakı, sevginin kökenidir. Dolayısıyla Obama’nın bu güzel tesbiti çok önemli. Obama’nın da boş bir insan olmadığı, Hz. Mesih (as)’ın zıl ve gölgesi altında olduğu buradan anlaşılıyor. Diğer kişilerin de bu şekilde Hz. Mesih (as)’ın gölgesine girdikleri anlaşılıyor. Bunlar çok güzel gelişmeler, çünkü Obama’nın kendi daha önceki düşüncesinden kaynaklanan bir fikir olmadığı anlaşılıyor bunun. Mesihiyetin gölgesinden, Mehdiyetin gölgesinden bunun oluştuğunu anlıyoruz. Bu çok güzel, bu artarak devam edecektir inşaAllah. Bölgede de bu açıkça kabul edilmeye başlandı. Dindir insanlara ruh veren, heyecen veren, şevk veren. Sanatın, bilimin kökeninde din vardır. Din olmadan bilim olmuyor, gördü de insanlar. Bak şu an yaşıyorlar, bunu görmüyorlar, bilim yok, görüyorlar insanlar. Sanat da öldü ve sevgi olmuyor din ahlakı olmadan, bak sevgi de öldü. İşte Kuran’ın bereketiyle, Kuran’ın bize ruh vermesi ile Mehdiyetin zıl ve gölgesiyle büyük bir diriliş olacak inşaAllah. Allah, Mehdi (as)’ı vesile ederek, milyonlarca, milyarlarca ölüyü diriltecek inşaAllah. O, Mehdi (as)’daki Mesihiyet özelliğidir bu inşaAllah. Manevi ölümden insanları diriltmek, inşaAllah, bunu göreceğiz.
OKTAR BABUNA: Bu Obama’nın Hocam, Din Danışmanı ile bir görüşmeniz olmuştu aylar evvel. Ona aynen bu söylediklerinizi aktarmıştınız Hocam. Ona söyleyeceğini, ileteceğini söylemişti. Hz. Mehdi (as)’ın geldiğini, Hz. İsa (as)’ın da geleceğini, özellikle bu konuyu vurgulamıştınız Hocam, maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet, yine Avrupa’da önemli bir devletin, Devlet Başkanı’nın Din Danışmanı önümüzdeki günlerde buraya misafirim olarak geliyor. Ama güvenlik nedeniyle söylemeyeceğim, inşaAllah. Oktar Hocam, göstereceğin bir şeyler var mı, resimler?
OKTAR BABUNA: Bu gün gazetede çıkan bir ilan var, o olabilir.
ADNAN OKTAR: Nedir ilan?
OKTAR BABUNA: Bu Vakit Gazetesi’nde çıkan bir ilan Hocam. “Samimi Olmaya Davet Ediyoruz”, ilanın başlığı. Benim babamın Objektif Programı’nda, 2000 yılında yaptığı bir röportajda söyledikleri var. Tam samimi kanaati, ben çünkü bilerek söylüyorum. Diyor ki; “fakat yüzün üzerinde kitabı”, sizin için söylüyor bunu, “ve şu gördüğünüz, bunların hepsi bilimsel kitaplar. Ancak kendi hayatını vakfetmiş bir insan, anlaşılıyor, devamlı okuyan bir insan, hiç dışarı çıkmıyor. Başka kim yazacak? Adnan Oktar’ın yanında bir atom profesörü bilmem ne yok ki. BAV camiası hakkında da, bu çocukların hepsinin fevkalade iyi ailelerden geldiğini, fevkalade iyi yetiştiklerini yani temenni edilecek vasıflara sahip insanlar. Bunları ben; milli, manevi değerlere bağlı, memleketini seven, fevkalade dürüst ahlaklı kimseler olarak aylarca beraber kalmak suretiyle tanıdım. Aylarca, bir gün, iki gün değil”. Annem Semin Babuna’nın da sizinle ilgili açıklamaları var. Diyor ki; 2002 yılında yazdığı bir dilekçesinden; “en baştan belirtmeliyim ki ben bu insanları, yani Bilim Araştırma Vakfı mensuplarını, eşimin Bilim Araştırma Vakfı’nın bilimsel çalışmalarına katılımlarından dolayı yıllardır tanıyorum. Bu nedenle de yapılan suçlamaların hiçbirisinin doğru olmadığını biliyorum. Ayrıca ortaya atılan iddiaların gerçek olmadığını bilmemin bir diğer sebebi; bu davanın, yani Bilim Araştırma Vakfı’na karşı açılan davanın, ne kadar anlamsız gerekçelerle yürütüldüğünü ve örgüt suçlamasının da nasıl kanuna aykırı temellere dayandırıldığını şahsi tecrübelerimle görmüş olmam. Ayrıca eşim ve ben, Sayın Adnan Oktar’ı da tanır, sever ve kendisine büyük hürmet duyarız. Adnan Bey gibi kültürlü ve saygın bir insanı sadece Türkiye’de değil, dünyanın herhangi bir ülkesinde de bulmak son derece güçtür. Kendisiyle tanışmak bizim için büyük bir şeref oldu. Eserleri, dünyanın hemen her yerindeki insanlar tarafından biliniyor ve okunuyor. Hatta bildiğim kadarıyla birçok Avrupa ülkesinde en çok okunan eserler arasında yer alıyor. Saygılarımla, Prof. Cevat Babuna’nın eşi Semin Babuna”, imzası da burada.
ADNAN OKTAR: Annen de baban da, beni bu kadar sevdikleri halde, bu kadar saygı duydukları halde, bu kadar değer verdikleri halde, sonradan birilerin onlarla görüşmesiyle 180 derece değiştiler. Allah her şeyi bir hayır ve hikmetle yaratıyor. Tamam, peki vaktimiz doldu mu, nedir?
SUNUCU: Vaktimiz doldu Hocam ama son söylemek istediğiniz son bir şeyler varsa alabilriz.
ADNAN OKTAR: Allah milletimize selamet, bereket, huzur, güzellik, hayır, hasenet, iyilik nasip etsin. Bereket nasip etsin. Zenginlik nasip etsin inşaAllah.
SUNUCU: İnşaAllah Hocam. Bugünlük programımızın sonuna geldik. Şimdilik iyi akşamlar diliyorum, hoşçakalın.