Sohbet -2628 Ocak 2010
SUNUCU: İyi akşamlar sayın izleyicilerimiz ve dinleyicilerimiz. Her akşam canlı olarak yayınlanan Adnan Oktar’la Başbaşa programına hoşgeldiniz. Yanımda birbirinden kıymetli konuklarımız var: Beyin Cerrahı Oktar Babuna ve tüm dünyada kitaplarıyla büyük bir ilgiyle takip edilen yazar Sayın Adnan Oktar. Hoş geldiniz.
ADNAN OKTAR: Efendim sizler de hoş geldiniz, sefa getirdiniz.
SUNUCU: Nasılsınız?
ADNAN OKTAR: Allah’a hamdolsun, sizler nasılsınız?
SUNUCU: Hamdolsun sağ olun. Oktar Hocam nasılsın?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam çok iyiyim elhamdülillah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Evet, ne konuşalım Oktar Hocam?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam siz her zaman öyle güzel şeyler anlatıyorsunuz ki, Türk İslam Birliği, Kuran’dan ayetler anlatıyorsunuz inşaAllah. Üstad Said Nursi’nin izahları.
ADNAN OKTAR: Üstadın seyit olmasıyla ilgili geçenlerde gazetede bir yazı çıkmıştı. Kardeşim Üstad seyit de olabilir, olmayabilir de. Yani bu o kadar üstünde durulacak bir konu değil. Olabilir yani Üstad diyor, “bu devirde” diyor, “nesiller bilinmiyor” diyor, “ben kendimi seyit bilemiyorum” diyor. “Ben kendimi Kürt biliyorum” diyor. Neslen öyle biliyorum diyor. Ama mümkündür de, Güneydoğu’daki insanlar çoğu zamanında Cengiz Hülagu fitnesinden kaçmış, hicret etmiş Müslümanlar. Yani seyit olan Müslümanlar, olabilir mümkündür herhangi bir şekilde soyunda öyle bir bağ olabilir. Ama Üstad ben eğer seyit olursam Mehdi (as) olmam kesindir, ama seyit değilsem de Mehdi (as) değilimdir demiyor. Mehdi (as)’ın şartlarını belirtiyor, bir kere Mehdi (as) devrinde İslam ahlakı dünyaya hakim oluyor bunun üstünde duruyor Said Nursi. İttihad-ı İslam var; Müslümanların ittihad etmesi, birleşmesi. Ve “Hıristiyanlarla ittifak ederek” diyor Mehdi (as) İslam ahlakını dünyaya hakim eder. Bir kere Hıristiyanlar da o devirde Mehdi (as) ile omuz omuza mücadele veriyorlar. Ve sonunda bütün Hıristiyanlar da Müslüman olacaklardır. Bu gerçekte ayrıca vurgulanmıştır Bediüzzaman tarafından ve “en büyük hakimdir” diyor Mehdi (as) için, hakimlik görevi yapacak diyor. “En büyük mürşiddir” diyor. Onun zamanında bütün mezhepler kalkıyor. Said Nursi Hazretleri Şafi mezhebini takdir eden mukalliddi. Bizler gibi, ben mesela Hanefi mezhebinde mukallidim. Hanefi mezhebine tabiyim, Ebu Hanefi’ye tabiyim. Said Nursi de İmamı Şafi’ye tabi. Yani mukallid. Dolayısıyla mezhepleri ortadan kaldırmış değil Said Nursi Hazretleri. Mehdi (as) geldiğinde bütün mezhepleri ortadan kaldıracak, mukallid olmayacak. Bütün mezhepler kalkıyor onun zamanında. Dolayısıyla bütün tarikatler de kalkıyor, bütün tarikatler ona bağlanıyorlar, yani tarikat kalmıyor. Bunları Said Nursi çok detaylı anlatmıştır, üç büyük görevi olacak diyor. “Diyanet, siyaset ve saltanat aleminde görevleri olacak” diyor. “Daha önceki müceddidler ve mehdiler diyor bunu bir cihette yapmışlardır” diyor. Mesela, “diyanetle ilgili görevi bir cihette, saltanatla ilgili görevi bir cihette, siyasetle ilgili görevi bir cihette yapmışlardır” diyor. Ama “Mehdi (as) bu üç görevi birden her alanda ve mükemmel yapacaktır” diyor. “Tam mükemmel yapacaktır” diyor. Yani diyanette de, siyasette de, saltanat aleminde de üç görevi bütün yönleriyle, tam anlamıyla yapacaktır diyor. Biz buradan Mehdi (as) konusunu kavrıyoruz ve tarih veriyor Said Nursi, hicri 1400 diyor net tarih vermiş. “Benden 100 yıl sonra gelecek Mehdi (as)” diyor. Net, Risale-i Nur Külliyatı’nda açık açık belirtiyor. “Ben diyor kabrimden seyredeceğim” diyor ve “Allah’a şükredeceğim” diyor. Ben o vakit vefat etmiş olacağım diyor, Mehdi (as) geldiğinde. Hatta seyit Salih Özcan Hocamız’ın değil mi, böyle alnına vuruyor şakadan, ben görmedim Keçeli diyor, ben görmeyeceğim ama sen göreceksin Mehdi (as)’ı diyor. Dolayısıyla Mehdi (as) olup olmamasıyla bağlantılı değildir, seyit olup olmamasıyla bağlantılı bir konu değil. Seyitse Mehdi (as)’dır, seyit değilse Mehdi (as) değildir diye bir konu yok. Bir de geçenlerde Bediüzzaman’ın Mehdiliğini kabul etmeyen bir kardeşimiz vardı ve o işte seyit değildir, Mehdi (as) seyit olacaktır diyor. Bu kardeşimiz bir sebeple tutuklandı geçenlerde. Yani oh oldu, belasını buldu gibi bir üslup yakışık alacak gibi bir üslup değil. Olabilir, Müslüman her zaman tam isabetli düşünmeyebilir, yanlış haraketler yapabilir. Ama oh oldu düşüncesi yani belasını buldu mantığı, veyahut işte Risale-i Nur’a uymadığı için böyle bir karşılık aldı mantığı yanlış olur. İnşaAllah o kaderinde onun. Ben bu tip üsluplardan pek hazetmiyorum. Yanlış yani bir Müslüman’ın hakkında bu tip konuşulması, pek iç açıcı bir şey değil. Bir hayrı vardır, bir hikmeti vardır demek daha doğru inşaAllah. Üstad’ın bu konudaki izahlarını anlamamak imkansız. Mesela şu kitap var, “Risale-i Nur Külliyatı’nda Hz. İsa ve Hz. Mehdi Gerçeği”. Mesela bu kitap gayet kapsamlı bu konuyu açıklıyor, Said Nursi’nin bu izahlarını çok güzel anlatıyor. Bak diyor ki burada, Mektubat’ta 56-57. sayfalarda; “evet her vakit diyor semevattan melaikeleri, gökyüzünden melekleri yere gönderen, bazı vakitte insan suretinde vaaz eden,” Hz. Cibril’i Dihye suretinde, mesela Cibril (as) geliyor, Cebrail (as) Hz. Dihye suretinde geliyor. “Ruhanileri alem-i ervahtan gönderip beşer suretinde, insan şeklinde temessül ettiren,” bazen evliyalar geliyor insan suretinde temessül ediyorlar, dünyada görünüyorlar. Her şeye muktedir olan Yüce Allah Hz. İsa (as)’ı da, Hz. İsa (as) dinine ait en mühim bir hüsnü hatemesi, güzel neticesi için, çünkü biliyorsunuz teslis inancı Hıristiyanlıkta hakim oldu, dolayısıyla çok ciddi bir bozulmaya uğradı Hıristiyanlık. “Hüsnü hateme, güzel neticesi için, semai dünyada, gökler aleminde cesediyle, insani bedeniyle bulunan ve hayatta olan Hz. İsa belki” diyor “alem-i ahiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi” diyor, “yine şöyle bir netice-i azime, büyük bir sonuç için ona yeniden ceset giydirilip dünyaya göndermek O Hakimin hikmetinden uzak değil, belki O’nun hikmeti öyle iktiza ettiği için gerektiği için vaat etmiş ve vaat ettiği için elbette gönderecek”, Hz. İsa (as) kesin gelecek diyor. Dolayısıyla Mehdi (as) Hz. İsa (as)’la da birlikte oluyor. Said Nursi Hz. İsa (as)’la beraber olmadı. Hz. İsa (as) Said Nursi Hazretleri’nin arkasında namaz kılmadı. Birlikte ittifak edip dünyaya İslam ahlakını hakim etmediler. Bunlar olacak diyor Said Nursi Hazretleri. Geldiği vakit, ilk geldiğinde Hz. İsa (as) belli değil bilinmiyor. Fakat sonra Hz. İsa (as) bilinecek. İnşaAllah. Dolayısıyla onu seyitlikle bağlantılı kılmak doğru değil, bir de Üstad Mehdi (as) olmaması onun değerini düşürmez, onu ben anlayamıyorum. Ben mesela Üstad’ı çok büyük bir insan olarak biliyorum ve çok değer veriyorum, çok seviyorum. Mehdi (as) gelmiş olsa apayrı bir yeri olur benim için Bediüzzaman’ın ve onun eseri hicri 1543’lere kadar etkisini devam ettirecektir. 1543’lerde hem Kuran, hem diğer dini eserlerin hiçbiri kalmayacaktır, Said Nursi’nin bu izahıdır. Dolayısıyla hicri 1400’le 1500 arası bir tarih vermiştir Said Nursi Hazretleri, her şey o tarihler arasında olup bitecektir. Bunu Said Nursi söylüyor. Hicri 1506’lar 1507 gibi diyor, artık mağlubiyete dönüşmeye başlayacak diyor Müslümanların durumu yavaş yavaş. 1506’lardan sonra. Dolayısıyla bu durumu anlamazlıktan gelmek pek yakışık almıyor. Kardeşlerimizin bu konuda daha makul, daha samimi ve daha dürüst düşünmesi gerekiyor. Anlamıyorlarsa da zaten sürekli anlatacağız inşaAllah.
SUNUCU: Hocam size gelen sorulardan bir tanesini sormak istiyorum. “Sevgili Hocam geçenlerde uykudan uyandığım da gördüğüm rüyanın gerçekliğinin şiddetini hissederek uyandım. O an kimse benim bu yaşadıklarımın gerçek olmadığına inandıramazdı. Hocam tıpkı bir rüyadan gerçeğe geçiş gibi, dünyadan sonsuz ahirete geçişimiz de rüyadan uyanmaya mı benzeyecek? Tamer Akay, Gaziantep”.
ADNAN OKTAR: Çok güzel söylemiş tabii kalkıyorlar rüyada veya komada olduklarını da düşünüyor olabilirler. Komadan bir hastalık halinden kalkmış olduklarını düşünüyorlar. Çünkü bir türlü toparlayamıyorlar ilk kalktıklarında. Kaç gün kaldıklarını kendi aralarında soruyorlar. Kimi on gün kaldık diyor, kimi bir gün kaldık diyor, kimi bir günün bir vakti kadar kaldık diyorlar. Çağırıcıya uyuyorlar, yani uzaktan birisi onları çağırıyor. Bir melek çağırıyor, o tarafa doğru hızla koşmaya başlıyorlar. Ondan sonra orada anlıyorlar öldüklerini. Eyvah diyorlar, bu din günü diyorlar ayette. Kastedilen doğruymuş diyorlar. Biz öldük diyorlar yani o zaman öldüklerini anlıyorlar. O vakte kadar anlamıyorlar. Düz arazi olduğu için bir şey oldu zannediyorlar, böyle baygın. Durumu kavramaya çalışıyorlar nedir burası, niçin geldik, nasıl oldu gibisinden ondan sonra olaylar, safhalar gelişmeye başlıyor. Allah diz üstü çöktüreceğim hepsini diyor. Ehl-i küfür, Allah inanmayanlar diz üstü çöktürülüyorlar. Bir kısmını yüz üstünde süründürteceğim diyor Allah. Yani aşağılamak için, çünkü enaniyetli, kibirli ve azametli adamlar orada tam zavallı hale geliyorlar. Bu alçak dağları ben yarattım kafasında tipler oluyor, onlar tam zavallı oluyorlar, tam acze düşüyorlar. Allah bunu belirtiyor Kuran’da. Fakat bu dünyayı insanlar o kadar iyi kavrayamıyor, bir kısım insanlar. Onun için kendilerini dünyaya çok kaptırıyorlar. İşte bir Müslüman mesela düşünüyorum, hemen ilk düşündüğü kızını zengin bir kocaya vermek. Birkaç defa Cuma namazını bile kılmış olsa yetiyor onlara, hatta Bayram namazını bile kılsa. En mütedeyyin ailelerde bile ben bunu görüyorum. Hatta dinle, imanla alakası olmasa bile sen onu zamanla yetiştirirsin diyor. Eli yüzü düzgün olsun, zengin olsun, mal olsun tamam. Ondan sonra İslam’a, dine kendini adamış genç kızlar bir bakıyorsun, hemen ev hanımı olmuş. Bütün faaliyetlerinden vazgeçiyor, bütün arkadaşlarıyla bağlarını koparıyor, bütün aktiviteleri duruyor. Sorduğunda da işte çoluk-çucuğa karıştık diyor, artık evlendik diyor. Dolayısıyla kendini haklı görüyor yani İslam’a, Kuran’a hizmet etmeme konusunda bir makul zemin meydana getirmiş oluyor. Halbuki, Kuran’da bu belirtiliyor. “Mallarınız, oğullarınız, eşleriniz, yarım kalmasından korktuğunuz ticaret, içinde oturduğunuz evler, aşiretiniz Allah’tan, Resulü’nden ve Allah yolunda mücadeleden daha hayırlı geliyorsa” size diyor Allah, yani daha hoşunuza gidiyorsa o yönden Allah yolunda mücadeleden, “Bekleyedurun” diyor Allah yani belanızı vereceğim diyor. Nitekim hayatın çok kısa olduğunu bir süre sonra görüyorlar. İki on sene sonra, 20 yaşında bir gerç kız, iki on senenin içerisinde 40 yaşında bir teyze oluyor. Eli yüzü buruşuyor, menapoza giriyor bütün gücü kırılıyor. Artık hastalıklar başlıyor; kanserler, ülserler, birçok hastalıklar başlıyor ve hayatın kısa olduğunu anlamış oluyor. Ama yine anlamazdan geliyor. Çünkü topluma bakıyor, yani kalabalığa bakıyor. Halbuki Allah “Eğer kalabalığa uyarsanız doğru yoldan şaşarsınız.” diyor Kuran’da Allah. Topluluğa uymak yok, Kuran’a uymak var. “Eğer çoğunluğa uyarsanız” diyor. Bunu kabul etmiyor Cenab-ı Allah, Kuran’da açıkça ayet var. İşte mesela evlenirken karşıdaki kişide de kendi çocuklarında da, ne amacın diyor? İşte kariyer sahibi olmak diyor, kariyer-buziyer bilmem ne bunlarla alakası yok. Tabii. Burada yapılacak şey, Allah’a tam teslim olup dünyanın harikalığını çok iyi kavramak. Çünkü olağanüstü bir ortamdayız. Biz buraya eğlenmeye, sadece üremeye, mal-mülk sahibi olmaya gelmedik. Mal mülk sahibi bile olmuş olsa, on seneler böyle bir sene gibi geçiyor. Kısa sürede netice oluyor. Mesela kırk yaşındaki genç kadınlar şu an seyreden kişilere sorsanız, daha dünün gençleri. Anında artık gelmişlerdir 40 yaşına. Mesela 60 yaşında olanlar içinde daha dün gibidir. Akıl almaz bir süratle gelmiş olur o yaşa. Ama genç olanlar zannediyorlar ki çok uzun süre yaşayacaklar. Halbuki hiç öyle olmuyor onlar onu görecekler. Kısa sürede bu iş bitiyor. Hemen arkasından kanserler, ülserler, kalp hastalıkları devreye giriyor. Hastanelerde onlarla boğuşuyorlar. Zaten kırk yaş, elli yaş arası, kanserin, ülserin, kalp hastalıklarının en yoğun olduğu dönemlerdir. Artık ondan sonra ölüm devri başlıyor insanlar için. Artık ölüme karşı direniyorlar, ölmemek için uğraşıyorlar. İlaçlarla, tedavilerle, gayretlerle zoraki kendini yaşatmak için çalışıyorlar. Yani normal haline bıraksalar ölecekler, fakat direniyorlar ölüme. Halbuki, dünyada bir fevkaledelik var. Ben sadece imtihan için ve Bana kul olmanız için gönderdim diyor Allah buraya. Bunu ısrarla anlamazlıktan geliyorlar.Yani dünyada ne var. Binbir zahmetle yiyecek elde ediyorlar, binbir zahmetle o yiyeceğin sıkıntısını yaşıyorlar arkasından. Her gün banyo yapmaları gerekiyor. Her gün kendilerine bakmaları gerekiyor. Mesela bir kadın kendine bakmazsa perişan oluyor. Bir insan da kendisine bakmayınca, bir erkek de kendine bakmayınca o da perişan oluyor. Günün 8 saati uykuyla geçiyor nedereyse yarısı, yani. 8 saati de çalışmayla geçiyor.
OKTAR BABUNA: Bakıma da saatler ayrılıyor.
ADNAN OKTAR: Evet, ondan gerisini de yemeğe, şuna buna ayırıyorlar, işte banyo yapmaya şuna buna vakit ayırıyorlar. Gün yetmiyor, yani ucu ucuna olmasına rağmen. Hatta birçok yemeği ayakta yiyorlar. Mesela sandviç alıp yiyor vakti yetişmediği için. Bu kovalamaca içerisinde yine dünyaya çok meraklı oluyor birçok insan. Sanki dünyadan çok acayip bir şey kazanacaklarmış gibi. Dünyada bir şey yok. Dünyanın en güzel yönü Allah’ı sevmektir, Allah aşkıdır, tutkuyla Allah’a bağlanmaktır, Allah’ın hükümlerini, Kuran’ın hükümlerini çok sevmektir. Allah’ın hükümlerini yerine getirmek çok lezzetlidir. Kuran’dan asla taviz vermemek çok zevkli bir olaydır. Kuran’a sıkı sıkıya sarılmak çok zevklidir. Ayrı bir derinliği vardır, ayrı bir özel zevki vardır, Müslümanların bildiği özel bir zevktir. Allah’ı aşkla, tutkuyla sevmek zaten muazzam bir nimettir ve aşkla tutkuyla Allah sevildiğinde insanları da o zaman biz aşkla tutkuyla, Allah rızası için severiz. Allah’ın tecellisi olarak severiz. O zaman da o bizde derin ve şiddetli etki meydana getirir. Yoksa insanda bir şey yok ki. Protein, kemik, bağırsak, karaciğer, dalaktan falan oluşmuş bir et yığını, yani bir şey yok insanda. Allah’ın tecellisi olduğu için bu kadar şiddetli seviyoruz. Bu tutkunun nedeni Allah’ın tecellisi olmasıdır. Allah çünkü bize insan şeklinde tecelli ediyor beynimizde, bu şekilde görüyoruz. Allah’ı sevdiğimiz için insanı seviyoruz biz. Yoksa öbür türlü insan bizim için hiçbir şey ifade etmez, dünya da hiçbir şey ifade etmezdi. Denizler bizi korkuturdu, dağlar korkuturdu, hatta insan da korkuturdu. İnsanı gördüğünde insan kaçacak yer arardı. Hiçbir şey ifade etmeyecekti. Allah’ı sevdiğimiz için içimizdeki bu aşk ve tutku duygusu şiddetli olarak ruhumuzda var. Çünkü Allah sonsuz güzel, bize de sonsuz aşk ruhu vermiştir bize. O devreye girdiğinde mümin olduğunda şahıs, işte cenneti aşkla seviyor. Cennetin ağaçlarını aşkla seviyor, cennetin bitkilerini, insanlarını oradaki vildanları, hurileri hepsini Allah aşkıyla seviyor. Ondan dolayı çok zevk alıyor. Yoksa bir dinsizi götürsen cennete koysan sıkılır adam, bunalır. Cennet köşkleri onun için hiçbir şey ifade etmez. Cennetteki insanlardan da rahatsız olur. Ancak imanla bu zevkli oluyor. Oktar var mı senin anlatmak istediğin?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Siz daha önce bahsetmiştiniz. Arıların ısı yükselterek düşmanlarını savunma tekniğini. Bunun filmi vardı gösterelim mi?
ADNAN OKTAR: Gösterelim.
OKTAR BABUNA: Kovana bir yaban arası giriyor eşekarısı, davetsiz misafir olarak. Bu arılar Japonya’daki bir arı çeşidiymiş bu, Japon arıları. Gelen yabancıyı etkisiz hale getirmeye çalışacaklar. Bunu yaparken de bir ısı meydana getirerek etkisiz hale getiriyorlarmış.
ADNAN OKTAR: Japon arısı mı?
OKTAR BABUNA: Evet Japonya’daki bir çeşit.
ADNAN OKTAR: Onlar nasıl bir yöntem kullanıyorlar?
OKTAR BABUNA: Özel bir yöntem kullanıyorlarmış Hocam, bir dereceleri var, Allah’ın bir iman hakikati olarak. Şimdi üzerine çullandılar, burada iğneleriyle sokarak etkisiz hale getirmiyorlarmış. Sadece kaslarını ve vücutlarını titreştirerek büyük bir ısı meydana getiriyorlar. Fakat meydana getirdikleri ısı derecesi çok kritik, onu gösteriyor film zaten iman hakikati inşaAllah. Biraz sonra gösterecek, termal kamerayla çekmişler bunu. Kaç dereceye getirdiğini ortaya koymuşlar. Şimdi sağdaki yazan derece bu 45 derece, meydana getirdikleri ısı. 45 derece tam öldürmek için yeterli bir ısı eşek arısını, fakat diğer arılara zarar vermiyor çünkü 48 dereceye kadar dayanıklıymış Hocam inşaAllah. Bu 3 derecelik farktan dolayı onu öldürüp kendileri devam ediyorlar hayatlarına.
OKTAR BABUNA: MaşaAllah, bunu ayarlamaları tabii bir mucize, çünkü termometreleri yok, birçok arı hepsi birden bu ısı meydana getiriyor ve 45 dereceyi geçirmiyorlar.
ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım, Bakara Suresi, 214; “yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” Sizden önce gelip geçenler, yani Hz.Yusuf’ların, Hz. İbrahim (as)’ların, İshak (as)’ların, Yakup (as)’ların başından geçenler. “Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldalar ki”, öyle büyük olaylarla karşılaştılar ki, “sonunda elçi beraberindeki müminlere Allah’ın yardımı ne zaman diyordu”, yani o kadar zorlanmışlar. “Dikkat edin şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.” “Andolsun” diyor Cenab-ı Allah yine Bakara Suresi, 155; “Biz sizi biraz korku, açlık, bir parça mallardan canlardan, ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele”, 155. “Ey iman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti haber vereyim mi?” Bakın bunu yapmazsanız diyor Allah, acı bir azapla karşılaşacaksınız. Size bir ticaret söylüyorum, acı azaptan kurtaracak diyor Allah. “Allah’a ve O’nun Resulü’ne iman ederseniz. Mallarınızla ve canlarınızla”, bak mal ve canınızla, Allah yolunda mücadele ederseniz, cehd ederseniz diyor. Eve doluşup dalmazsınız diyor, değil mi ayette? “Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz”, Saf Suresi, 10-11. “Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani bilginler mücadele ettiler”, gayret ettiler. “Ve Allah yolunda kendilerine isabet eden güçlük ve mihnetten dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler”; ne iftara, hakaret, baskı hiçbir şeyden yılmıyorlar. “Allah sabredenleri sever”, Al-i İmran Suresi, 146. “Yoksa siz, Allah içinizden cehd edenleri, çaba harcayanları belirtip ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” Cennete gideceğini zanneden çok fazla insan var öyle. Bak Allah diyor ki; “içinizden cehd edenleri, gayret edenleri belirtip ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” diyor. Öbür ayet de bu konuyu açıklıyor. “Daha önceden gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” diyor. Cennet öyle kolay değil. Var öyle kardeşlerimiz işte baş örtüsünü örteriz diyorlar, bir de bir adam buluyor evleniyor. Kız, mesela çocuğu var. Onu bir önce okutuyor. İşte kariyer, buziyer bilmem falan öyle bir yollardan da geçiyorlar. Ondan sonra diyorlar; “sen şey gibi bir adamsın, seni şimdi evlendirme vakti, üreme vakti geldi” diyorlar artık yani “doğdun, büyüdün ve geliştin, üreme devrindesin, üredikten sonra da öleceksin” diyor. Sanki görevi buymuş gibi ve onu hemen başgöz ediyorlar anında. Allah yolunda cehd etmeye, gayret etmeye, Allah yolunda bir zorluğa girmiyor. Müslümanlardan fellik fellik kaçıyorlar. Ama bir de sorsan diyor ki, biz mutaassıp aileyiz, çok mütedeyyin aileyiz. Bilmem ne eşraflarından, bilmem ne beyefendi diyorlar. Kısa üç numara traş, ense dört kat olmuş, böyle bol yağlı pilav yiyerek. Ondan sonra diyor; “aslan gibi de kızı yetiştirdik. Artık şunu da bir başgöz edersek” diyor, “tam mütedeyyin olmuş olacağız” diyor. “Ve Allah yolunda da çok mücadele ediyoruz biz, daha geçen sene Umre’ye gittik” diyor. Umre’yi de artık böyle bir bayram seyahati gibi, hani bayramlarda falan var ya böyle millet eğlenmeye gidiyor oraya buraya. Oranın en lüks otellerine gidiyorlar. Orada yemeli, içmeli artık pilavlar, hoşaflar. Orada ticaret, ondan sonra biraz da dedikodu da yapıyorlar. Ondan sonra buraya uçakla geliyorlar geri, uçakla gidiyorlar. Umre yapmış, sakal da göbeğine kadar o da tamam, onu da yapmış. Ticaret de yapıyor, ticaret sünnet zaten, pilav yemek de sünnet, kavun yemek de sünnet, onları da yerine getirmiş. Cehd etmeyi de işte adamlar yapsın, var böyle tipler. Onların böyle eleştireceği, değil mi böyle uzaktan haberlerini inceleyecekleri kişiler oluyor. Onlar da cehd edecekler. “Hepsini birden yapamayız ki biz” diyor, “hepsini nasıl yapalım” diyor. “Umreyi yaptım” diyor, “pilav sünnetini de yaptım, kavun sünnetini de yaptım, sakal sünnetini de yaptık, tebliği de artık sizler yapacaksınız” diyor. “Ama riskli adamsın sen, biz çekiniriz senden. Tehlikeli işler bunlar” diyor. “Şimdi benim çoluğum, çocuğum, ailem var” diyor “ben bu işlere girmeyeyim. Ben sağlam zaten mütedeyyinim” diyor. Ondan sonra “mutaassıp aileyiz biz” diyor, “biz zaten öyle bir şeylere giremeyiz” diyor. “Milletin içinde nasıl gidip tebliğ yapalım” diyor. Bu kafa Suriye’de de daha önce olmuş, mesela gelmişler Müslüman gençler, demişler ki bir fabrika sahibine, “memleket elden gidiyor, memleket komünist olacak, bak komünist darbe söylentileri var, gelin bize yardım edin” demişler adama, fabrika sahibine. Adam da çıkartmış, bir dolar vermiş. Çocukların avucuna koymuş. Bir hafta sonra komünist darbe oldu diyor, o bir dolar veren yurt dışına kaçmış, fabrikalarını, her şeyini bırakıp. Bütün malına mülküne her şeyine el kondu diyor, tamamı gitmiş elinden. O zaman Stalinistti rejim Suriye’de. Böyle bir mantık içerisinde, yani bela ta kapıya gelinceye kadar bekleyen insan mantığı. Bir de sorsan, yani böyle fitneden kaçınan, mütedeyyin, aklı başında adam havalarında. “Biz evde toplanıp kitap okuyoruz” diyor, ev mücahidi yani böyle. 6-7 tane arkadaşı oluyor, güzel çaylar geliyor, börekler de geliyor. Hanım börek de yapmış oluyor. Kitaptan zaten okurken uyumaya başlıyorlar o anda. Kimi yan yatıyor, kimi düşüyor. Hatta direkt gözlük burnundan düşüp böyle kendisini kaybedip uyuyanlar mı dersin. Takma dişi ağzından düşüyor artık böyle olayın şiddetinden. Ve bunlar ev mücahidi ve çok muazzam netice almış oluyorlar. Yani sorsan hepsi tamam işte, “ne istiyorsa yapıyoruz” diyorlar. Ama biz diyorlar tehlikeli tiplerden uzak dururuz. Nemize lazım mesela tebliğ yapmak, gidip okullarda kitap dağıtmak, aman aman diyor, aman kardeşim öyle işler sakat işler. Burada mücahit nedir biliyor musun? Bütün hayatını Allah’a vakfeden, Allah için gayret eden, cehd eden, İslam’ı ahlakını yaymak için var gücüyle gayret eden, maddi, manevi bütün imkanlarını kullanan adama mücahit denir. Hz. İbrahim (as) bir mücahitti. Peygamber Efendimiz (sav) bir mücahitti. Ne yaptı? Bütün malını, mülkünü, hayatını tam anlamıyla Allah’a adadı. Sabah erkenden kalkıyordu, Müslümanları hazırlıyordu. Sabahtan akşama kadar cehd ve tebliğle uğraşıyordu. Oturmuyordu evde. Hz. İbrahim (as) da mesela; putlara herkes orada saygı gösteriyordu, kimse sesini çıkarmıyordu. O daha çocukken gitti, bütün putları kırdı. Çok da zekiydi, büyük putu bıraktı ama. Bak, o büyük putu bırakması; ledün ilmidir işte. İlm-i ledün, batın ilmidir bu. Boynuna baltayı astı, çok da zeki. Sordular; “Ey İbrahim sen mi yaptın?” dediler. “Yok” dedi “Ben yapmadım. Bu büyük put yaptı” dedi. Alay ediyor onlarla, aşağılıyor. Demek ki; küfürle mücadelede, oradaki akılsızlığı, akıl eksikliğini, muhakeme ve yargı bozukluğunu nezaketiyle vurgulamak önemlidir. Nitekim o, içlerinden geçiriyor adamlar, diyorlar. Kuran ayetinde var. Şeytandan Allah’a sığınırım “Sen de biliyorsun” diyorlar, “biz de biliyoruz böyle bir şey olmayacağını” haklı olduğunu söylüyorlar. Ama bir süre sonra birden delileniyorlar, Hz. İbrahim (as)’a diyorlar; “seni yakacağız’. Yakarak şehit etmeye niyet ediyorlar. Cenab-ı Allah biliyorsunuz Hz. İbrahim (as)’ı kurtardı. “Ey ateş ona karşı soğuk ve selamet ol” dedi Allah. Bir mucize meydana geldi, yakamadılar Hz. İbrahim (as)’ı, Allah onu kurtardı. İşte mücahitlik böyle olur. Hz. İbrahim (as) da biliyordu. Alırdı çocuklarını, kızlarını mütedeyyin yetiştirirdi. Yer içerdi, otururdu, putları da kırmazdı, putlarla bir mücadelesi de olmazdı. Dolayısıyla ateşe atılması diye bir olay olmazdı. Rahatça yaşardı yani, kendi kafası neyi gerektiriyorsa o an onu yapabilirdi. Fakat yapmadı, orada muazzam bir cesaret gösterdi. Onun için, ben mütedeyyinim, biz aklı başında aileyiz, işte çocuğuma kariyer, buziyer bilmem ne, şunu yaptırıyorum, bunu yaptırıyorum. Ahirette bunun hesabını verecek insanlar. Bunu bilecekler, bunu anlamadım yok. Bak, açıkça belirtiyor Allah. Kariyer yapılır ayrı bir mesele ama onu Allah rızası için yapmak lazım. İslam’a hizmet kastıyla. İslam’a, Müslümanlara fayda getirsin diye yapmak lazım. Onu kendi çıkarı, kendi nefsi için yapıp da İslam’a, Kuran’a hizmet için yapıyorum diye kendini kandırırsa, Allah bunun karşılığını verir. Allah intikam sahibidir. Hem kendi çıkarı için yapacak, hem de Kuran’a maledecek. Mesela canı gezmek istiyor, sıkılıyorlar ailece. Hadi bakalım bir hacca gidelim diyorlar. Bir değişiklik olsun, ailece cümbür cemaat doluşup gidiyorlar. Böyle olmaz. Sıkıldığı için değil, Allah rızası için yapılır. Yoksa; Suudi Arabistan olsun, Kuveyt olsun bunlar akıl almaz zengin ülkeler. İsteseler bütün Avrupa’yı kitaplarla donatabilirler. Muazzam bir kitap faaliyeti yapabilirler, ücretsiz kitap dağıtabilirler. Darwinizm’i, materyalizmi ortadan kaldıracak muazzam çalışmalar yapabilirler. Bilimsel okullar kurabilirler, devlet kütüphaneleri kendi emrinde. Muazzam sayıda kitap bastırıp, ücretsiz, tırlarla bütün Avrupa’ya, her yere, Müslüman ülkelere dağıtabilirler. Yapmıyorlar, futbol kulüplerine üye oluyorlar, onları satın alıyorlar, Avrupa’da büyük malikaneler satın alıyorlar, büyük kulüplere ortak oluyorlar veyahut tamamen satın alıyorlar. Ama sorsan; tam takva oldukları kanaatindeler, kusursuz şekilde takvayı yerine getirdiği kanaatindeler. Bu samimiyetsizlikten dolayı böyle bir azap içinde Müslümanlar. Bak, “Eğer yakın bir yarar, orta bir sefer olsaydı onlar mutlaka seni izlerlerdi” diyor Cenab-ı Allah Peygamber Efendimiz (sav)’e Tevbe Suresi, 42’de. "Yakın bir yarar” çıkar sağlayacaklarını bilseler peşinden gelirler diyor Allah ve "orta bir sefer olsaydı” fazla vakit kaybetmeyecekleri kadar olsaydı, mutlaka seni izlerlerdi. "Ama zorluk onlara uzak geldi”. “Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık.” diye Allah adına sana yemin edecekler. Bir de takva gösteriyorlar kendilerini. Bir de ne diyor? "Eğer güç yetirseydik, muhakkak seninle birlikte çıkardık”. Niye güç yetiremeyesin? Gayet de güzel güç yetirirsin. Ama bir çıkarı olmadığı için güç yetiremediğini iddia ediyor. "Kendi nefislerini helake sürüklüyorlar, Allah onların gerçekten yalan söyledikleri biliyor” diyor Allah. Bak, "kendi nefislerini helake sürüklüyorlar” helak olacaklar diyor Allah. "Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor” diyor. Allah onlardan nefretle bahsediyor. Allah yanlarına bırakmayacağım diyor, Tevbe Suresi, 42. “Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde (savaşa çıkmamak için) senden izin isterler” diyor. “Fabrika var” diyor “evliyiz, işimiz, gücümüz var, çoluk çocuk. Bize müsaade” diyor, “biz bu işlere girmeyelim” diyor. “Ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler”. Yani evde oturuyor, ev Müslüman’ı. “ Geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler” bak Allah o nefreti ifade eden bir üslupla anlatıyor. “Allah, onların kalplerini mühürlemiştir”. Ne demektir kalbi mühürlenmiş? Cehennemlik demektir. “Bundan dolayı onlar, bilmezler.” diyor Cenab-ı Allah. “Gerçekten Allah, içinizden alıkoyanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri bilir”. Aman aman diyorlar, oraya gitme sakın, tebliğ tehlikeli ortam diyor. Sana ne, otur evinde, kitabını oku, Kuran’ı oku, sen işine bak, başka bir şeye karışma diyor. “Ve bize gelin diyenleri bilir” diyor, kardeşlerine sakın, sen evdeki ailenin içine otur, işine gücüne bak diyor. “Bunlar, pek azı dışında zorlu-savaşlara gelmezler.” Bak, “pek azı dışında zorlu mücadelelere gelmezler”. Zoru gördü mü bana müsaade diyorlar yani, Ahzab Süresi, 18. “Oysa andolsun, daha önce 'arkalarını dönüp kaçmayacaklarına' dair Allah'a söz vermişlerdi." diyor, sorsan en mücahidi… Şöyle yaparız, böyle yaparız, Allah yolunda mücadele yaparız diyor ama zorlu bir durum olduğunda hemen ortadan kayboluyorlar. Ayet diyor ki; “arkalarına dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah'a verilen söz (ahid) ise, (ağır bir) sorumluluktur” diyor Allah. Tehdit ediyor Allah. “ Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cehd edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız?” Mesela, ben su dağıtıyorum diyor, benim görevim bu diyor, siz de cehd edin diyor. Allah bir değildir diyor, oyun oynuyor kendince, Allah ben bunu kabul etmiyorum diyor. “(Bunlar) Allah Katında bir olmazlar. Allah zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” diyor, Allah zulüm olarak görüyor, Tevbe Suresi, 19.
OKTAR BABUNA: Hocam sizin hayatınız çok güzel bir örnek. Siz ilk defa İstanbul’da faaliyetlerinize başladığınız zaman gencecik bir yaştasınız. Direkt komünistlerin arasına giriyorsunuz. Ölümle tehdit ediyorlar sizi, hemen akabinde 6 sene sonra hücre hapsi, akıl hastanesi başlıyor. Ondan sonra 30 sene bu şekilde devam ediyor hiç durmaksızın, ara vermeksizin maşaAllah. Siz demiştiniz “orada ben, dur önce mimar olayım, önce evleneyim, önce bir ailem olsun, para kazanayım, kariyer yapayım. Bunun ne kadar samimiyetsiz olduğunu düşündüm” demiştiniz Hocam.
ADNAN OKTAR: Kardeşim bir kere komünistlerin olduğu bir okul. İnsan ne der? Bir kere burası çok sakat bir yer, ben hiç gitmeyeyim der. Yahut gitse bile, o kafayla düşünen için diyorum, samimiyetsizler için kastedilen, ben Müslümanlığımı tamamen gizleyeyim, kafir gibi davranayım der. Ne tebliğ yapayım, ne Kuran’dan bahsedeyim, ne İslam’dan bahsedeyim, çıtımı çıkartmayayım, okuldan mezun oluncaya kadar kendimi hissettirmeyeyim diyebilir, ki zaten genelde birçok kişinin yaptığı bu idi o zamanlar. Ben böyle bir şeyin çok yanlış olduğunu düşündüm. Öldüreceklerse şehit olurum dedim. Evde saklanmanın çok çok kötü, aşağılayıcı bir hareket olduğunu düşündüm. Baktım evlensem, % 70-80 vaktim oraya gidecek. Bu da olmaz dedim. Yüzde 70-80 vaktimi veremem çünkü ben bayağı iyi tebliğ yapan bir insanım. Niye vaktimi ayırayım dedim. Mesela o zamanlar fazla da paramız yoktu işte kredi alıyorduk Yurtlar Kurumu’ndan. Evden aldığım, ailemden aldığım paralar vardı. Kıyafet için para veriyordu annem, götürüp kitaba yatırıyordum, dağıtıyordum. Ücretsiz dağıtıyordum kitapları. Hatta pantolonumun paçaları delindi. İçini uhu ile içeriden yapıştırdım, yama yaptım yine gidip kıyafet almadım. Düşünüyorum bir türlü içime sinmiyor. Şimdi kıyafete versem, dünyanın kitabını kaybetmiş olacağız. Acil de, faaliyet de acil. Okul hep komünistlerin kontrolünde. Bir an önce Darwinistlerin, materyalistlerin yenilmesi lazım. Ateist düşüncenin yok edilmesi gerekiyor. Şimdi okula derse giriyorum, vakit geçiyor yani mesela 7-8 saatimi alır. Ben akşama kadar tebliğle vakit geçiriyordum. Sonra da maket dersi oluyordu bizim. Maket dersine giriyordum, hocalar acayip şaşırıyorlardı. Arkadaşların akşama kadar yaptıkları maketi, ben en fazla bir saatin içinde bitiriyordum. Onlar saat sekiz buçukta başlıyorlardı, akşam beşe-beş buçuğa kadar ancak bitiriyorlardı. Ben tam 1 saatin içinde bitiriyordum. İyi ayarlıyordum vakti, hep tebliğle vakit geçiriyordum, anlatıyordum. Hatta hocalar çok şaşırıyorlardı, birçoğu yaşıyor hocaların, bilirler, tanıyorlar yani birçoğu. Doğrudan Allah’a teksif olmuş bir tavır içindeydim, yani paramı, imkanımı, mesela benim halamdan bana ev hissesi kalmıştı, epey değerli idi o zamanlar. Şu anın yaklaşık 140 milyarı. Olduğu gibi kitaplara, ücretsiz kitap dağıtmaya harcadım o devirde. Sırf faaliyetlere harcadım, paramın hepsi bitti yani, tamamen harcamıştım. Arkadaşlarım da bilir, herkes bilir. El elde baş başta böyle kaldık yani, iftiharla yani. Şimdi ben oturup onunla ev alsam, bunda nasıl bir mantık olabilir. Geleceğimi düşüneceğim diyeceğim, yani Allah her an canımı alabilir. O evde değil mi, nasıl gönül huzuru içerisinde oturayım, ortalık cayır cayır yanarken. Dinsizlik bu kadar yaygınken, ateizm yaygınken. Okulda rezalet bir ortam vardı, çok zordu, inşaAllah. O fikir açısından tabii diyorum. Allah bu gayretlerimizi sonunda neticelendirdi. Ama mesela beni akıl hastanesine de soktular, hapis de edildim, defalarca göz altına alındım. Polis nefes aldırmıyordu bana o zamanlar. Hafta sekiz, gün dokuz eve polis gelirdi. Ben asla yılgınlık duymadım. Mesela annem çok çekiniyordu polislerin gelmesinden, ama ondan dolayı vazgeçmem ben, annem üzülüyor diye. Ben böyle hani tatlı su balığı değilim ben, inşaAllah. Yani öyle şey olmaz. Falanca üzülüyor, o da beni ilgilendirmez. Yok kariyerim, o da beni ilgilendirmez. Benim buradaki amacım sadece Allah’ın rızasıydı. O zamanlar akılalmaz laflar ediyorlardı böyle, işte “ne gerek böyle tehlikeli işlere giriyorsun, sana mı kaldı, işte devletin Diyanet İşleri Kurumu var o ilgilenir, sana ne. Sen eğitim almamış adamsın, dini eğitim de almadın, senin üzerine ne vazife. Cami hocaları yapar bu tebliği, senin yapacın iş mi?”, yani akla hayale gelmedik sözler. Akıl hastanesine girdik, bu sefer de akıl hastası olmadığımı ispatla uğraştım. Rapor gösteriyoruz insanlara, diyoruz ben deli değilim, alın raporum var diye. O evinde böyle keyifle oturan tiplere; bazı kişileri kastediyorum, sakalı göbeğinde adamlara, bunları anlatmakla uğraşıyorduk. Mesela ben kokain kullanmadım diye senelerce uğraştım onlara anlatıncaya kadar. Adam diyor ki, “yahu olabilir sıkılmış içmişsindir” diyor, bak inanmış adam. Değil mi, bu iftiradır demiyor adam. Sıkılmış içmiş olabilirsin diyor. Onlara da mesela, o Adli Tıp raporlarını gösterdik, mahkeme kararlarını gösterdik, mahkemede nasıl beraat ettiğimi gösterdim ve uzun uzun uğraşarak onu anlatabildik. Adam çünkü risk içinde yaşamadığı için, yani riske de girmediği için, zaten o tip olaylarla zaten karşılaşmıyor. Karşılaşanın da konumunu hayretle karşılayıp, bir de onun dedikodusunu yapıyor. Yani adam, bir yandan hem pilavını, hoşafını falan yiyiyor, bir yandan televizyon, “görüyor musun hanım” diyor, “yahu neler yapmış adam” diyor. Şimdi bir de onlarla da uğraşmamız gerekiyor. Mesela Ebru Şimşek olayını anlatıncaya kadar alnımızın derisi çatladı. Kardeşim dedik, bizim bulunduğumuz evde kolon yok aşağıya doğru. Kiriş yok. Asmolen tavan dedik, dümdüz tavan ve ben ikisini mahkemede insanlara gösterdim. Anlattım, hakimlere gösterdik. Ve orada ayrıca bakın, mahkeme kendisi o sistemi kurması gerekirken, biz götürdük sistemi kurduk. Yani bak, beladan kurtulmak için bizim uğraştığımız olaylara bak yani. Götürdük iki tane televizyon sistemi kurduk. Bilir kişiyi biz getirdik. Evin video filmi alındı, noter huzurunda. O bayanın evinin filmi de geldi, ikisini karşılaştırdık. Dedik, bakın benim bulunduğum evde tavan dümdüz, asmolen tavan ve kirişler aşağıya sarkmıyor, böyle bir şey yok. Bu evde kirişler aşağıya sarkıyor. Bilir kişi dedi ki, “bu ev tamamen yıkılmadıktan sonra ve yeniden yapılmadıktan sonra böyle bir şey olmaz. Bu ev ile bu ev farklı” dedi. Ayrıca tapudan da evin planını götürdük, o evin planı ile karşılaştırdılar. Uzaktan yakından alakası yok. Yapı planını gösterdik.
OKTAR BABUNA: Apartman dairesi küçücük, öbürü dört katlı bina.
ADNAN OKTAR: Evet, 60 metrekarelik bir şey, bin küsur metrekarelik villa öbürü. Arada yani muazzam fark var. Pencereler tavandan tabana kadar, bizim bulunduğumuz evde. Orada küçük pimapen pencere evde. Bunu mahkemenin huzurunda ispat ettik ve beraat ettik. Bu basına yansımadı, bize bu sefer tek tek, ev ev millete anlatmak durumunda kaldık insanlara. Müslüman kardeşlerimize de, olmayanlara da, inananlara da, inanmayanlara da, hepsine anlattık. Cehd eden insanın bir de bu konuları ispat etmesi, yani komploların bir oyun olduğunu anlatmakla mükellef oluyor ayrıca. Sırf tebliğle vakit geçirmiyorsun, bir de senin dedikodunu yapmamaları için ve yeni yeni oyunlar olmaması için yoğun tedbir almakla da vakit geçiriyoruz. Şimdi yine bize bir komplo daha hazırladılar yeniden. Onunla da uğraşıyoruz. Toplamışlar 3-5 kişiyi, işte her birine bir şey söyletmişler. Eskiden bizimle yaşayan arkadaş bir tanesi, 20 yıl beraber yaşadığımız adam, gitmiş bunlar çete diyor. O zaman çete isek, o zaman 20 yıl bizim aramızda niye yaşadın sen. Müslümanların yiyeceğini niye yedin, evinde niye oturdun? 20 yıl gözün kör müydü, 20 yaşından 40 yaşına kadar. Ama baktı ki 40 yaşına geldi, ne evi var, ne arabası var, ne parası, hiçbir şey çıkmadı. Bir şey kazanmadı arkadaş grubumuzdan. Bu sefer biz ne olduk, hemen çete olmuş olduk, yani onun inancına göre. Gitmiş, gizli tanık olarak ifade vermiş. Mesela gidip bunu ispat etmemiz gerekiyor bu sefer. Bu adamın yaptığı iftirayla uğraşıyoruz. Böyle bir münafıkla da ayrıca uğraşmak gerekiyor. Münafık tiynetlilerle de ayrıca uğraşmak gerekiyor. Topluyorlar genç kızları, çocukları, akıl almaz sözler ettirmişler. Sonra o çocuklar pişman oldular dediler ki, bizi oyuna getirdiler dediler. Açıkça bizi tehdit etti, korkuttular dediler, biz de bunu söylemek durumunda kaldık dediler. Ama böyle bir şey yok aslında dediler. Ama bu sefer onu da ispat etmememiz gerekiyor tek tek. Hem tebliğ yapıyoruz, hem böyle iftiralarla, karşı ataklarıyla uğraşmaya çalışıyoruz, yani yoğun bir faaliyet var. İşte bu makbul bir faaliyettir. Müslüman’ın böyle olması gerekiyor. Buna “cehd” denir. Ki bu az bile yani. Allah yolunda feda olsun. Ama biz de istesek evimizde otururduk, biz de pilav sünnet, kavun sünnet derdik. Biz de göbeğimize kadar sakal bırakırdık, evlenirdik, kariyer sahibi bilmem ne falan, o kafa ile devam ederdik, aynı mantıkla. Ama bak bu müjdelerin sonucunda, söke söke Darwinizm’i Türkiye’de ezdik. % 99 oranında şu an milletimiz Darwinizm’e inanmıyor ve Türk İslam Birliği’nin gelişmesi için var gücümüzle gayret ettik. Muazzam bir yansımasını gördünüz. Bakın ana temelleri oluştu şu an Türk İslam Birliği’nin. Bina kuruldu, mobilyalar taşınmaya başlandı, ev sahibini bekliyor, Mehdi (as)’ı bekliyor. Tabii, binayı kurdular, inşaAllah, her şeyi hazır. Şimdi bak, Hamaney de diyor değil mi, Türk İslam Birliği için yine bir açıklama yapmış. Bir de İslam ülkeleri de birleşsin diyor. Bir İslam Nato’su oluşsun diyorlar. Şimdi onun için de bir girişim var. Said Nursi’nin dediği işte bu. “Milyonlar kişiden oluşan diyor, Müslüman kişilerden oluşan bir ordu da oluşacaktır” diyor Mehdi (as) döneminde. Milyonlarca elemanı bulunan bir ordudan bahsediyor Said Nursi. Buna doğru da gidiyoruz.
OKTAR BABUNA: Hocam, bu söylediğiniz haber, burada İslam Kalkınma Örgütü Başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu, İslam Barış Gücü hazırlığı var diye sizin biraz önce bahsettiğiniz, büyük İslam Ordusu’nun oluşması yönünde inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet, İhsanoğlu Hocamız, bu değerli bir insan, inşaAllah. Bak İslam Barış Gücü hazırlığı ilk defa oluyor. Niye acaba Mehdiyet devrine rast geldi bunlar, bilin bakalım. Mehdiyetin hızlı tırmanışı işte bu. Tek tek hep anlattığım olaylar bir bir gerçekleşiyor görüyorsun, inşaAllah, maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Vizeler kalkacak dediğinizden beri, sürekli bu yönde müjdeler var. Yeni bir müjde daha var Hocam inşaAllah. Birleşik Arap Emirlikleri, 7 ülkeden oluşan Birleşik Arap Emirlikleri ile de vizeler kalkıyor diye Bülent Arınç’ın açıklamaları var inşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Hz. Mehdi (as)’ın evi hazır, mobilyaları da hazırlanlandı. Son rötuşlar yapılıyor inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bir de siz söylemiştiniz Hocam, Avrupa’yı da Türkiye’nin liderliğinde İslam ülkeleri kurtaracak diye. Yine Avrupa’nın beklediği kurtarıcı Türkiye diye ünlü Amerikan gazetesi Wall Street Journal’da bir yazı çıkmış Hocam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Bu da bizim şehidimizin resmi. MaşaAllah, Allah ahirette karşılaşmayı nasip etsin. Yiğit kardeşimiz, o da Türk İslam Birliği için var gücüyle gayret eden mübarek bir insandı. Muhsin Yazıcıoğlu kardeşimiz pek muhterem, pek mübarek, çok değerli bir insan. Sevmeyenleri var ama, onu sevmeyenler kendilerini de sevmiyorlar zaten. Kendini seven, onu sever inşaAllah. Evet, neler anlatalım, bu nedir, yarınki Vakit gazetesi mi? Vakit gazetesi aslandır, her zaman söylüyorum maşaAllah. Nedir?
OKTAR BABUNA: Bu Cevat Babuna, Semin Babuna’nın daha önceki samimi olan itirafları var Hocam inşaAllah. Bunlar samimi düşünceleri. Sizin hakkınızda, Bilim Araştırma Vakfı camiası hakında. Sonradan değişti. Sizi öve öve bitiremiyorlar. Mesela babamın Objektif Programı’nda konuşmalarından bölümler var. Bu kitapları sizden başkasının kesinlikle yazamayacağını, her birinin çok üstün eserler olduğunu, ben diyor, birlikte seyahat ettim diyor. Sizin için de diyor ki; “ancak kendi hayatını vakfetmiş bir insan, öyle anlaşılıyor, devamlı okuyan bir insan, hiç dışarı çıkmıyor, başka kim yazacak” diyor kitaplarınız için. “Adnan Oktar’ın yanında bir atom profesörü bilmem ne yok ki”. BAV Camiası hakkında da, “bu çocukların hepsinin fevkalade iyi ailelerden geldiğini, fevkalade iyi yetiştiklerini, yani temenni edilecek vasıflara sahip insanlar. Bunları ben, milli, manevi değerlere bağlı, memleketini seven, fevkalade dürüst ahlaklı kimseler olarak aylarca beraber kalmak suretiyle tanıdım. Aylarca, bir gün, iki gün değil”. Ben diyor, birlikte kalarak diyor, ne kadar üstün ahlaklı kişiler olduklarını gördüm diyor Hocam inşaAllah. Annem de aynı şekilde, mesela Adli Yargı Komisyonu Başkanlığı’na yazdığı, 2002 tarihli dilekçesinde diyor ki; “en baştan belirtmeliyim ki, ben bu insanları eşimin, Bilim Araştırma Vakfı’nın bilimsel çalışmalarına katılımından dolayı yıllardır tanıyorum. Bu nedenle de yapılan suçlamaların hiçbirisinin doğru olmadığını biliyorum. Ayrıca ortaya atılan iddiaların gerçek olmadığını bilmemin bir diğer sebebi, bu davanın ne kadar anlamsız gerekçelerle yürütüldüğünü ve örgüt suçlamasının da nasıl kanuna aykırı temellere dayandırıldığını şahsi tecrübelerimle görmüş olmam. Ayrıca eşim ve ben Sayın Adnan Oktar’ı da tanır, sever ve kendisine büyük hürmet duyarız. Adnan Bey gibi kültürlü ve saygın bir insanı sadece Türkiye’de değil, dünyanın herhangi bir ülkesinde de bulmak son derece güçtür. Kendisiyle tanışmak bizim için büyük bir şeref oldu” diyor, ondan sonra gidip mahkemede aksini söylüyor bu samimi düşüncelerinin.
ADNAN OKTAR: Şimdi de bu kişilerin açtığı yeni bir mahkeme daha var. Bir de bunlarla uğraşacağız. Kardeşim bize 2002’den beri, 2001’den beri sürekli çete davası açılır. Sürekli beraat ediyoruz, sürekli açılıyor, yine beraat ediyoruz. İnsanların bundan haberi yok. Gece gündüz çete. 10 kişiyi bir araya getiriyorlar, 3-5 kişiyi bir araya getiriyorlar. Çete iddiası için çeşitli kriterler gerekiyor. Biri işte mali sömürü, biri işte tehdit, bir şeyler olması gerekiyor. Herkese bir tane maddeyi söyletiyorlar. Mesela biri diyor ki “mali sömürü var” diyor. Öbürü “beni tehdit etti” diyor. Öbürü “şunu yaptı” diyor. Öbürü “bunu yaptı” diyor. Çetenin bütün maddelerini oluşturmuş oluyorlar, kanuni maddelerini. Anlaşıldı mı, bunlar bir dilekçe verip müracaat ettiğinde çete davası hemen açılıyor. Ondan sonra ifade ver. Anlat, avukat tutacaksın, savunacaksın, mahkemeye çıkacaksın, beraat ediyoruz, yine bir tane daha açıyorlar. Bak, şimdi, senin annen değil mi bu, yeni bak, ayrı bir çete davası da bunlar açmışlar.
OKTAR BABUNA: Tam söylüyor, ben diyor hiçbir suçu olmadığına inanıyorum diyor, tamamen iftira olduğuna, ondan sonra gidip hayır, öyle değil diyor. Bu davaya gönderilen bir tane de ihbar mektubu var, güya birisi bir evde alıkonulmuş, işte kapatılmış, baskı yapılmış gibi bir bayanın ağzından bir ihbar mektubu gönderiliyor. Savcı buna itibar etmeyip adli kontrol yaptırıyor. Adli Tıp’da bunun bir bayana ait olmadığı ve bir erkeğe ait olduğu anlaşılıyor. Tabii onun üzerine savcı takipsizlik verdi, ki defaaten takipsizlik verdi.
ADNAN OKTAR: Dört defa takipsizlik aldı. Özetle yarınki Vakit gazetesini alan kardeşlerim bu konuda detaylı bilgi alabilirler. Vakit gazetesi, yine söylüyoruz aslan gazete. Yöneticileri de sahipleri de çok değerli insanlar. Açıkça, samimi olarak söylüyorum, yakından tanıdığım insanlar, çok güvenilir, iyi insanlar maşaAllah. Allah yardımcıları olsun. Tamam başka ne var Oktar Hocam anlatacağın?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam, eğer uygun görürseniz örümceğin avlanma taktiğiyle ilgili kısa bir filmimiz var, gösterelim mi Hocam onu.
ADNAN OKTAR: Evet bakayım.
OKTAR BABUNA: Bir örümcek ağının üzerine gelen bir böcek. Bakın büyük bir yaylanma yapıyor örümcek ağı. Bunun şimdi sebebini gösterecek. Bu yaylanmadan dolayı kopmaması sağlanıyor ve yapışıyor ona. Bunun sebebi örümcek iplikçiklerinin üzerinde olan yapışkan maddeler. Fakat bu yapışkan maddenin içinde aynı zamanda ipek birkaç tur atmış bollanma şeklinde. Bunun yüzey geriliminden dolayı birarada tutuyor. Bir böcek geldiği zaman, bir cisim bu yüzey gerilimine karşı olarak uzamasından dolayı, bakın o iplikçik kopmadan açılıyor. Birçok iplikçik olduğu için bunun içerisinde o esnemeyi meydana getiriyor. Fakat yapışkan bir madde olduğu içinde böcek yapışıyor, oradan ayrılamıyor.
ADNAN OKTAR: O gıcık oluyordur Allahualem.
OKTAR BABUNA: Ondan sonra da gelip bunu paketleyecek. Son derece milimetrik hassas. Bu örümcek böceğin nerede olduğunu da bakın bu eklemlerin üzerinde aralıklarda çok hassas duyargalar var. Bunlar mikroskobik görüntüleri. İplikçiklerin oynaması o eklemlerdeki bu duyargaları harekete geçiriyor, örümcek de o avın nerede olduğunu kestiriyor. Ağın neresinde olduğunu, hangi yönden geldiğini, o yöne giderek bulacak avını. O hassas titreşimlerin eklemlerindeki o minnacık o aralıklarda bulunan duyargalarla hissediyor, maşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Ne yapıyor çeke çeke?
OKTAR BABUNA: Dolandı tabii, kurtaramıyor kendini.
ADNAN OKTAR: Belalısı gelmiş.
OKTAR BABUNA: Böylece ağında esneme de, gevşeme de olmuyor bu darbelerden dolayı ve kopma da olmuyor. O yapışkan maddenin yüzey geriliminden ve iplikçiği birkaç kat içinde tutmasından dolayı. Şimdi burada özel bir iplikçik daha çıkarıyor, bu daha yassı bir şey. Paketlemede kullanıyor bunu yani ağ yapmada değil, bakın tabaka halinde.
ADNAN OKTAR: Jelatin gibi.
OKTAR BABUNA: Jelatin gibi dediğiniz gibi. Onunla paketliyor avını, tam tesirsiz hale getiriyor yani yiyebileceği bir şekle sokuyor.
ADNAN OKTAR: Konserve gibi muhafaza ediyor. Sonra…
OKTAR BABUNA: O da ikinci ipekçiği.
ADNAN OKTAR: Benim anlatmak istediğim; samimi Müslümanlar Allah yolunda mücadeleden kaçınmayacaklar. Eğer candan bir mücadele içerisinde olurlarsa Allah İslam ahlakını dünyaya hakim edecek. Bunu görecekler. Ama yapmazlarsa da yine Allah hakim edecek ama ahirette sorumlulukları çok ağır olur. Allah’ın açıkça tehdidi var. Bunu anlamazlıktan gelmek olmaz. Kendi kafasına göre de bir din anlayışı olmaz. “İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün” şeytandan Allah’a sığınırım. Bakın Müslümanlar ne kadar zorlu bir ortama giriyorlar. “Size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi” yani karşılaştığınız büyük hadise Allah’ın izniyle oldu. “(Bu, Allah'ın) mü'minleri ayırt etmesi;” bak müminler ayırt ediliyor bu konumda, zorluk ve dehşet ortamında müminler ayırt ediliyor. “Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi”. Aksine Allah münafık bunlar diyor, aksini yapan münafık olur diyor Allah. “Onlara "Gelin, Allah'ın yolunda mücadele edin ya da savunma yapın" denildiğinde, "biz mücadele etmeyi bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler”. Biz bilmiyoruz diyorlar mücadele etmeyi, ben ailemle, çoluk çocuk birlikte değil mi kavun yiyoruz, ondan sonra bal da sünnet, o sünnetini de yerine getiriyoruz. Ondan sonra işte ne bileyim tirit yemeği, o da sünnet onu da yapıyoruz. “Sarık da var kafamda zaten” diyor, “Ben sarık sünnetini de yerine getirdim” diyor. “Ondan sonra benden sakıt oldu” diyor, “artık sen onu yap” diyor “ben de bunu yapayım” diyor. “Mücadele edin ya da savunma yapın denildiğinde,” İslam’ı Kuran’ı savunun, anlatın, tebliğ yapın, Darwinizm’e, materyalizme karşı mücadele edin denildiğinde, "biz mücadele etmeyi bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler”. Yani biz bilmiyoruz zaten bilen sensin biz ne alakası var, diyor. “O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar”, diyor Allah. “Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir”. İçleri çok daha berbat diyor Allah Al-i İmran Suresi, 166-167. “Kendilerine; ‘Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin’ denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi” şu anda da öyle Allah’tan korkar gibi insanlardan korkuyorlar. “Hatta” diyor Cenab-ı Allah “daha da şiddetli bir korkuyla korkuya kapılıyorlar”, insanlardan Allah’tan daha fazla korkuyorlar diyor, şu anda da bunu birçok kişide görüyoruz." ‘Rabbimiz, ne diye cehd etmeyi üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?’ dediler” diyor. Biz bunu keşke yapmasak diyorlar, böyle bir şeye girmeyelim biz Ya Rabbi diyorlar, bizi erteleseydin keşke diyorlar Allah’a haşa. “De ki: ‘Dünyanın metaı azdır,” az bir şey vardır dünyada maddi olarak kazanacağın ama “ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır” çünkü sonsuz ahiret ve çok mükemmel “ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız” diyor Cenab-ı Allah. Nisa Suresi, 77. “Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün.” Artık dermakeşan oldunuz bakın üstünüze geliyor herkes, herkes size saldırıyor, iftira var, hakaret var, mahkemelere veriliyorsunuz, hapsediliyorsunuz artık vazgeçin, bırakın bu mücadeleyi diyorlar. “Şu halde dönün. Onlardan bir topluluk da ‘Gerçekten evlerimiz açıktır’ diye Peygamber (sav)’den izin istiyordu”. Ben anneme döneyim, babam evdekiler var diyor. Evliyim veyahut diyor çoluk çocuk var onlarla ilgileneyim bana müsaade et diyor, ben bu cehde girmeyeyim diyor, ben böyle bir gayret içerisine girmeyeyim diyor. “Oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı.” diyor Allah. Bak aşağılıyor Cenab-ı Allah. Ahzab Suresi, 13. “Bedevilerden geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti”. Kız çocuğu yetiştiriyoruz diyor, evlendireceğim ben onu diyor. Ticaret yapıyoruz diyor, mallar var şimdi diyor, senetler geldi, çekler geldi, biz bunlarla uğraşıyoruz diyor, şimdi faal haldeyiz diyor, biz çocuk yetiştiriyoruz, kariyerleri de var çocukların onlarla da uğraşıyoruz, diyor. Bak "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile”. Allah’a bizim için tevbe et diyor, Allah bizi bağışlasın diyor, vaktimiz yok diyor. Küçük bir şey olarak görüyor, önemsiz görüyor. "Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar” diyor Allah. “De ki: ‘Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir?’ Mesela kanser olabilirsiniz, trafik kazasında ölebilirsiniz, mide kanamasından ölebilirsiniz, beyin kanamasından ölebilir, ani bir kalp enfaktisünde hiçbir şey yapamaz. “Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir?” diyor Allah böyle bir konumda. “Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır" diyor Allah. Fetih Suresi, 11. "Allah’ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler” mesela kadınla beraber evin içinde oturuyor adam, bağdaş kuruyor. Birlikte artık orada elini sokarak pilavdan yiyor sünnet diye, arada sırada ağzını da misvaklıyor. Oturup kalmalarına seviniyor. Biz çok doğru yoldayız, mütedeyyin aileyiz diyor. Muhafazakâr aileyiz. “Ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd etmeyi çirkin görerek” mesela kitap dağıtmak, para harcamak mesela televizyon programları yapmak, bunun için malını mülkünü, her şeyini harcamak. “Ve canlarıyla” yani ölüm tehlikesini göze alarak, geceli gündüzlü uykusuz kalarak, yorgun olarak cehd etmeyi çirkin görerek. “Ya” diyor “bunlara ne gerek kardeşim” diyor “sen işine gücüne bak”, “Evlen çoluğuna çocuğuna bak” diyor, “sen hayatını kazan namazını da kıl” diyor “orucunu da tut ama ne alakası var böyle”. “Çirkin görerek, ‘Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın’ dediler” diyor. “Hava sıcak, muazzam sıcaklık var” diyor, “git otur serin evde değil mi buzlu şerbet iç, o da sünnet” diyor “bu sıcakta dışarı çıkılır mı?” diyor. “De ki: ‘Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” diyor Allah. Bu ne demektir biliyor musunuz? Sizi cehenneme koyacağım, “bir kavrayıp-anlasalardı.” diyor Allah Tevbe Suresi 81’de. “Şüphesiz içinizden ağır davrananlar vardır”. Hele dur bakalım yaparız diyor acelesi ne yani yavaş yavaş anlatırız diyor. Bak “ağır davrananlar vardır”. Allah bunu bir suç olarak belirtiyor. “Şayet size bir musibet isabet edecek olsa” mesela tımarhaneye konulsan, hapishaneye konulsan veyahut tutuklansan yahut dövülüp sövülsen, hakarete uğrasan veyahut basın üzerine gelse, “doğrusu Allah bana nimet verdi der” diyor size böyle bir şey olduğunda. “Çünkü onlarla birlikte olmadım”. Allah korudu bizi diyor onlarla birlikte olsaydık bizde hapse atılacaktık diyor bizim de üstümüze hakaretler yağacaktı, bizi de toplumdan bir kesim baskı altına alacaktı. “Eğer size Allah’tan bir fazl zafer isabet ederse” mesela İslam ahlakının dünya hakimiyeti. Böyle muazzam bir şey. “O zaman da sanki onunla aranızda hiçbir yakınlık yokmuş gibi” sanki hiçbir olay olmamış gibi, sanki onlara o söylememiş gibi, “kuşkusuz şöyle der: Keşke onlarla birlikte olsaydım, böylece ben de büyük 'kurtuluş ve mutluluğa’ erseydim." Nisa Suresi, 72-73. “İşte kalplerinde hastalık olanları: "Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz". Bakın zamanın, şimdi ahir zamanın felaketleriyle; işte, tutuklanmak, dövülmek, sövülmek, şehit edilmek, malının mülkünün elinden alınması, her şey olabilir. Çünkü mesela adam tutuklanıyor, mecburen bütün malını mülkünü satmak durumunda kalıyor, kazancı kalmıyor. Onları harcamak durumunda kalıyor. “Felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz". Ya başımız böyle belalara girerse diyor, ya çoluk çocuk okuyamazsa, ya aileme bir şey olursa, ya kariyerlerini tamamlayamazlarsa, ya pilav yemede bir eksiklik olursa. Böyle sakalları mesela sıvazlayacak malzemeyi bulamazsa. Bak diyor ki; "zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz". Şeytandan Allah’a sığınırım, “diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün”. Aralarında çaba da yürütüyorlar, gayret de ediyorlar. “Umulur ki Allah, bir fetih veya Katından bir emir getirecek”. Yani İslam ahlakının hakimiyeti, Mehdiyetin zuhuru. “Onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır”. İşte bu ahir zamanda Mehdi (as) devrinde ortaya çıkacaktır. Böyle ağır davrananlar, İslam ahlakının hakimiyetini, Türk İslam Birliği’ni geciktirmeye kalkanlar; 300-500 yıl sonrasına atmaya kalkanlar veyahut Mehdi (as) geldi geçti diyenler. Hadi dese bile, İslam ahlakının dünyaya hakimiyeti için tek kelime konuşmaya gerek duymayanların çok büyük pişmanlık yaşayacaklarını Kuran ayetlerinden görüyoruz. Neden İslam ahlakının dünyaya hakimiyetini istemediniz derse Cenab-ı Allah, bunu açıklayamayacaklar. Çünkü bu bir söz, onu dahi söyleyemiyor birçok insan. Kardeşim ne kaybedersin? De ki, İslam ahlakı dünyaya en kısa sürede hakim olsun istiyorum de, en kısa sürede. Bu ay, bu hafta, bu yıl hakim olsun de. Dilin mi kopar? Söyleyemiyor adam. İlla ki ya geçmiş diyecek, yahut yüzyıllar sonra diyecek. Bak diyor ki Said Nursi; “fakat diyor çiçekler baharda gelir” diyor Mehdi (as) ve talebeleri. “Öyleyse o kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir”. Ben onlara zemin hazırlıyorum diyor. “Ve anladık ki biz, bu hizmetimizle o nurani zatlara” yani Mehdi (as) ve talebelerine zemin izhar ediyoruz, hazırlıyoruz diyor. “Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında”, en büyük ahir zamanın fesadı içindeyiz şu an. Afganistan’da sel gibi kan akıyor, Irak’ta öyle, her yerde... Muazzam bir fesat var. “Elbette en büyük bir müctehid ve en büyük bir müceddid”. Yani mezheplerin üstünde, bütün mezhep imamlarının üstünde, en büyük alim. “Hem hakim,” yani bütün İslam ülkelerinin hakimi, yargıda da en üstte olan. “Hem Mehdi, hem mürşid” yani bütün tarikatların üstünde. Bütün tarikatlar lağvoluyor, sadece Mehdi (as)’a tabiiyet kalıyor. “Hem mürşid, Kutbu’l azam” o devrin kutbu, ama onun üstüne daha kişi yok “Kutbu’l azam olarak bir zatı nuraniyi”, şahsı manevi demiyor bak, bir zatı nuraniyi. Nurani bir zat, Kişi. Bak bir, zat. Şahsı manevi diye olayı örtbas etmek isteyenler veyahut işte Üstad seyit olursa zaten Mehdiliği kesinleşecekti diyenler, hataya düşüyorlar. Burada Üstad bunu çok açık anlatıyor. “Bir zat-ı nuraniyi gönderecek, o zat da, Ehl-i Beyt-i Nebevi’den olacaktır. Kadiri Zulcelal her şeye muktedir olan Yüce Allah, Mehdi’yle de alem-i İslam’ın zulumatını dağıtabilir ve vaat etmiştir. Vaat ettiğini de elbette yapacaktır”. Müslümanların üstünde zulümat kalmıyor. Afganistan kurtuluyor, Filistin kurtuluyor, Irak kurtuluyor, Fas, Tunus, Cezayir kurtuluyor. Her yer kurtuluyor. Bu Üstad zamanında oldu mu? Olmadı. Ne zaman olacak? Mehdi (as) zamanında olacak. Ne diyor? “O çiçekler baharda gelecek” diyor. “Fakat çiçekler baharda gelir, öyleyse o kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir” diyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey var mı? Birisi çıkıp da yanlış söylüyorsun dese, bir göreceğim. Kimsenin çıtı çıkmıyor. Hayır diyemez, çünkü tapu gibi. Çok açık delil. Birçok kişiyi şu ana kadar kandırmış olabilirler de, beni kandırmaları, Allahualem mümkün değil. İnşaAllah.
OKTAR BABUNA: Sizin vesilenizle herkes de anladı Hocam. Çok açık yani inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Bak “Kadiri Zulcelal diyor her şeye muktedir olan Allah, Mehdi ile” diyor Mehdi (as) ile, şahs-ı manevi ile demiyor. “Mehdi ile de; alem-i İslam’ın, bütün İslam aleminin zulümatını dağıtabilir, vaat etmiştir. Vaadini elbette yapacaktır” diyor. Din ahlakı bütün dünyaya hakim oluyor Hz. Mehdi (as) devrinde. “Böyle bir cemaati azime, Peygamber Efendimiz (sav)’in soyundan gelen büyük seyitler cemaati içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek”. Bütün seyitler bir araya gelecek diyor Mehdi (as) devrinde. Mehdi (as)’a yardım ediyorlar. “Harekete geçirecek ve uyandıracak hadisat-ı azime,” büyük olaylar “vücuda geliyor”. Meydana geliyor. “Elbette o kuvveti azimedeki” büyük kuvvetteki “bir hamiyeti aliye, yüce bir gayret feveran edecek”. Bütün Müslümanlar feveran edecekler. Böyle bir buhar kazanının patlaması gibi, muazzam bir heyecan olacak, feveran edecek. “Ve Hz. Mehdi (as) başına geçip,” şahs-ı manevi demiyor. “Hz. Mehdi (as)” diyor, “başına geçip tarik-i hak ve hakikat yola sevk edecek”. Bütün Müslümanların başına geçecek diyor. Said Nursi böyle bir şey yapmadı. Tarih de veriyor Said Nursi, benden yüz yıl sonra gelecek Mehdi (as) gelecek diyor. Bak “ümmetin beklediği ahir zamanda gelecek zatın”, şahs-ı manevinin değil zatın, “üç vazifesinden”. Demek ki üç tane vazifesi var. Bak Said Nursi diyor ki; “ben bir vazifeyi yaptım, diyanet yönünde vazifemi yaptım. Kimi saltanat yönünde yapmıştır” diyor Mehdi Abbasi gibi diyor. “Kimi siyaset yönüyle” Mehdi Abbasi’yi orada örnek veriyor. Fakat Mehdi (as)’ın vasfı açısından diyor ki; “en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetleri olan, imani tahkikiyi neşr ve dağıtma yoluyla yazma, ve ehli imanı dalaletten kurtarmak Mehdi’nin birinci vazifesidir” diyor. Bunu yapacak diyor. Üç vazifesinden bir tanesi bu. “Bu hakikatten anlaşılıyor ki” diyor, sonra gelecek o mübarek zat. Bak “sonra gelecek,” benden sonra gelecek diyor, Türkçe, normal konuşuyor bak: “o mübarek zat”. Burada şahsı-ı manevi var mı? “Risale-i Nur’u bir program olarak neşir ve tatbik edecek”. Risale-i Nur Külliyatı’ndan istifade edecek diyor bu kişi. “Ve gerçek sahibidir diyor Mehdi ve talebeleri”. Nur talebeleri sahibidir demiyor. Ben sahibiyim demiyor. Mehdi ve talebeleri gerçek sahibidir diyor Risale-i Nur Külliyatı’nın. Bak; “o zatın ikinci vazifesi,” bak o zatın vazifesi bitmiyor demek ki. “Şeriatı Kuran’ın esaslarına ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini icra ve tatbik etmektir”. Yani şeriattan kasıt, Kuran ahlakını uygulamak. İcra, ne demek icra? Uygulama ve tatbik etmektir. Fiilen uygulamaktır diyor. Bu Said Nursi zamanında olmadı, Mehdi (as) devrinde olacak. Tasdik-i Gaybi, sayfa 9’da. Bakın diyor, “birinci vazife maddi kuvvet değil, belki kuvvetli itikat,” demek ki Mehdi (as)’ın imanı çok güçlü olacak. Bak; “kuvvetli itikat ve ihlas” Mehdi (as)’ın ikinci vasfını belirtiyor Said Nursi. Samimiyet, çok samimi olacak. “Ve sadakat," çok sadık olacak Mehdi (as) davasına, insanlara, kardeşlerine, Allah’a, Kitab’a. Her şeyin üstünde Allah’a, Kitab’a sadakat. “Kalpten bağlılıkla olduğu halde diyor, ikinci vazife gayet büyük bir maddi bir kuvvet ve hakimiyet lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin”. Bu Mehdi (as) devrinde olacak işte buna hazırlanıyor şu an. Bu duyduğunuz haberler o. İşte Müslümanların bir askeri birlik içerisinde toplanması, İslam’ın ortak pazarının kurulması, efendim, vizelerin kalkması. Hak. Metin İslamoğlu Hocamız’ın anlattıkları bunlar. Mehdi (as)’ın evi hazırlanıyor işte. İnşaAllah. “O zatın üçüncü vazifesi,” bak zatın vazifeleri bitmiyor. Hepsini o zat yapıyor. Hep o zattan bahsediyor. “Hilafet-i İslamiye’yi,” İslam halifeliğini “ittihad-ı İslam’a bina ederek,” yani Türk İslam Birliği’ni oluşturarak, “İsevi ruhanileriyle,” dindar Hıristiyanlarla, “Hıristiyan alimleriyle ittifak edip,” Said Nursi bunu da yapmadı ilk defa olacak inşaAllah. “Hıristiyanlarla ittifak edip din-i İslam’a hizmet etmektir.” Yani ateizme, Darwinizm’e, materyalizme karşı mücadele verecek diyor. “Bu vazife pek büyük bir saltanat ve kuvvet, milyonlar fedakarlarla, milyonların fedakerane katılımlarıyla tatbik edilebilir”. Bu da olmamıştı Said Nursi zamanında, bu da oluyor şu an. Bunun hazırlığı var şu an inşaAllah. Bakın Üstad ne diyor? Tasdik-i Gaybi sayfa 138. “Ta ahir zamanda” kendisinden sonra taa ahir zamanda. “Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde,” yani dünya çapında “Risale-i Nur Külliyatı’nın asıl sahipleri,” bakın Risale-i Nur Külliyatı’nın asıl sahipleri, “yani” diyor anlamayanlar için, “Mehdi” Hz. Mehdi (as) bakın yani “Mehdi ve şakirtleri,” talebeleri “Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir”. Gelecekler diyor, Mehdi (as) ve talebeleri gelecekler. “O daireyi genişletir”. Yani mevcut Müslüman grubunun gücünü, sayısını çığ gibi genişletir. “O tohumlar sümbüllenir.” Tohum halinde şu an diyor, o zaman açacak, sümbüllenecek diyor. “Bizler de”, neredeymiş Üstad? “Kabrimizde” diyor. “Ben o anda vefat etmiş olacağım” diyor. “Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz” diyor. Allah’a şükrederiz, ben göreceğim diyor. Mezardan ben göreceğim diyor. O zaman Üstad aramızda. Bunu gösteriyor. Demek ki ruhani olarak insanların arasında. Bizim anladığımız anlamda bir ölüm yok demek ki onun için. Yani öldü, fakat ruhani varlıklar olarak birçok evliya insanların arasında gezer. Ben de diyor aranızda olacağım diyor Üstad ve Allah’a şükredeceğim diyor. Hz. Dıhye (as) nasıl insan suretinde geliyor? Anlatıyor daha önce. Nasıl diyor evliyalar insan suretinde temessül eder, gezerler insanların arasında diyor. Aynı zamanda bunun içinde kendisi de var tabii. “Hem bu üç vezayif (üç vazife) birden bir şahısta yahut cemaatte bu zamanda” yani benim kendi zamanımda diyor Said Nursi, “bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi (birbirine engel olmaması) pek uzak, adeta kabil görülmüyor”. Mümkün değil diyor Said Nursi. Yani benim zamanımda Mehdi (as)’ın zuhuru imkansız diyor. “Taa ahir zamanda, Al-i Beyt-i Nebevi'nin cemaat-i nuraniyesini temsil eden” yani seyitler cemaatini temsil eden, Mehdi (as) da seyit biliyorsunuz. Kim de diyor bakın, “Hz. Mehdi (as) da” şahs-ı manevi de demiyor, Hz. Mehdi (as) da, arkasından devam ediyor, “ve cemaatindeki” bak Mehdi (as) var, cemaati var, “cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir”. Demek ki Mehdi (as) çıkacak, talebeleri olacak ve onlardan oluşan bir şahs-ı manevi bir fikir sistemi olacak, ancak onlar da içtima edebilir diyor. Benim zamanımda olamaz diyor. Neden olamaz? İnternet yok, televizyonlar yok, basın-yayın sınırlı, hürriyetler sınırlı, ahir zamanda diyor hürriyetler artacak ve teknolojinin böyle gelişeceğine de işaret etmiş oluyor Said Nursi. Ancak o zaman Mehdi (as) zuhur edecektir diyor, inşaAllah. Said Nursi Mehdi (as) olmadığını yüz sayfanın üzerinde açıklıyor ve yüz sayfa gelecek Mehdi (as)’ın özelliklerini anlatıyor. Onun için bunu anlamazlıktan gelmenin anlamı yok. Anlatıyorum deminden beri. Anlaşılmayacak bir yönü var mı bunun?
OKTAR BABUNA: Yok Hocam, vefat ettikten sonra diyor çok açık bir biçimde.
ADNAN OKTAR: Yani bilmiyorum buna rağmen anlamıyorlarsa olabilir tabii. Mucize olarak oluyordur.
ADNAN OKTAR: Oktar Hocam sen bir şeyler anlat.
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Bu kutup ayılarıyla ilgili, çok sevimliler. Kış uykusundan kalkıyorlar, onu gösterelim mi Hocam?
ADNAN OKTAR: Bakayım, bakayım.
OKTAR BABUNA: 5 ay kışı geçirdikten sonra şimdi ilk defa çıkıyor yuvasından. Bu anne ayı.
ADNAN OKTAR: Karın altında yuva yapmış öyle mi? Şöyle kiri pası bir temizlenir, iyi olmuş.
OKTAR BABUNA: Evet temizliyor Hocam, dediğiniz gibi. Şimdi aynı yerden yavruları da çıkıyor bunlar iki aylık.
ADNAN OKTAR: Bunların kulağını bir ısırmak lazım, patileri ısırmak lazım iki. Özellikle şu arka patileri var ya tam ısırmaya müsait onlar.
OKTAR BABUNA: Dik bir yokuş. İlk defa yeryüzüne çıktıkları için, Güneş ışığına, biraz tabii zorlanıyorlar, ilk çıkışları olduğu için.
ADNAN OKTAR: Herhalde annesinin yanına gidecekler kayarak.
OKTAR BABUNA: Dediğiniz gibi Hocam annesinin yanına gidecekler. Annesi bekliyor onları.
ADNAN OKTAR: Bak yampiri yampiri nasıl gidiyor. MaşaAllah. Ortalık da tertemiz. MaşaAllah, çok iyi gelir bunlara.
OKTAR BABUNA: Tabii birlikte besin bulmaları lazım. Beş aylık bir süreyi geçirdiği için anne ayı, 35 kilo kaybetmiş Hocam, bu kış uykusunda. Kalan son kısmını da, sütünü yavrularına verecek. Çok dik bir yer. Tabii zorlanıyorlar yavrular orada. Şimdi emzirecek onları Hocam inşaAllah kalan son kırıntılarıyla böyle sütünün. Bu da tabii fedakarlığını gösteriyor annenin. Tamamen aç iken, ilk şeyini onlara veriyor.
ADNAN OKTAR: Zaten bu kadar vahşi bir hayvanın bunlara bu kadar şefkat göstermesi en zor şartlarda. Ama onlar da süper şeker bir şey.
OKTAR BABUNA: Annesi daha yorgun düştü, onlar biraz daha canlandılar tabii besin alınca.
ADNAN OKTAR: Kulaklarını da merdiven gibi kullanıyorlar maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Aşağı düzlüğe inip besin bulacaklar şimdi. Böyle bir yolculukları olacak.
ADNAN OKTAR: Acayip dik ortam. Çekimden kaynaklanıyor ama değil mi bu?
OKTAR BABUNA: Dik Hocam, yokuş hakikaten.
ADNAN OKTAR: Allah, Allah vay kerata vay nasıl tırmanıyor? MaşaAllah. Ciyak ciyak da bağırıyordur. Ne besini buluyor bunlar?
OKTAR BABUNA: Avlanacaklar Hocam inşaAllah. Annesi yardımcı olacak onlara.
ADNAN OKTAR: Başka bir şey göstersene, bu uzar herhalde. Bunlar ne?
OKTAR BABUNA: Vaşak Allahualem.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Çok tatlı maşaAllah. Başka bir şeyler göster. Bu papağan mı? Hayret, sulu boyayla boyanmış gibi. Muhteşem güzel, bu köftenin zoru ne? MaşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bu da bir örümcek çeşidi.
ADNAN OKTAR: Bu da güzel maşaAllah. Bu Mantis. MaşaAllah. Bu amutta ne yapıyor böyle?
OKTAR BABUNA: Tırtıl.
ADNAN OKTAR: Süratli devam et. MaşaAllah. Bu tosun nedir?
OKTAR BABUNA: O sinek yakalamaya çalışıyor herhalde. Bu da temizlik yapıyor.
ADNAN OKTAR: Çok güzelmiş. Yavruyken tavşanlar çok şeker oluyorlar. MaşaAllah. Oktar Hocam bir Kuran ayeti okuyalım. Ya Allah, Bismillah. Ebru sen oku bakayım, Bismillah. Şu üstten oku bir ayet, evet. Şeytandan Allah’a sığınıyoruz, inşaAllah.
SUNUCU: “Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz. Hani Biz sana: "Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır" demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kuran'da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey artırmıyor.”
ADNAN OKTAR: Tamam şimdi bunu açıklayalım. Efendim, bir kere deve, Allah hayvanlara zulmedilmesini bile bir intikam sebebi olarak görüyor. Sırf insanlara değil, hayvanlara zulmedilmesi de çok büyük bir suçtur. Hayvan sevgisine de Kuran burada işaret etmiş oluyor. Bak, “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır”. Biz ne diyoruz? Cenab-ı Allah her yerdedir. Ayette ne diyor Cenab-ı Allah? “Çepeçevre kuşatmıştır” diyor. Her yerde Allah, sağımızda, solumuzda, her tarafımızda. Evet bak, şeytandan Allah’a sığınırım. “Sizin Rabbiniz, fazlından aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür”. Gemileri demek ki motor götürmüyor. Allah götürüyor. Ben götürüyorum diyor Cenab-ı Allah. “Gerçekten O, size karşı merhametlidir.” Allah merhametli ve şefkatlidir. Fakat bizim Allah’a kulluk etmemiz gerekiyor. Tam kulluğun hakkını vermemiz gerekiyor ve çok samimi olmamız lazım. Evet bugün de program bitmiş anladığım kadarıyla.
SUNUCU: Bu akşam da bir Adnan Oktar’la Başbaşa programımızın sonuna geldik. İyi akşamlar.