Sohbet -2426 Ocak 2010

SUNUCU: İyi akşamlar sevgili izleyenlerimiz ve dinleyenlerimiz. Yine bir Adnan Oktar ile Başbaşa programına daha hoş geldiniz efendim. Evet, bugün yine çok değerli Hocamız Adnan Oktar ve Sayın Dr. Oktar Babuna’yla birlikteyiz. Hoşgeldiniz Hocam programımıza.

ADNAN OKTAR: Efendim sizler de hoş geldiniz. Sefa geldiniz.

SUNUCU: Nasılsınız?

ADNAN OKTAR: Allah’a hamdolsun elhamdülillah çok iyiyiz, sizleri de iyi, nurlu, ışıklı ve şevkli gördüm, maşaAllah.

SUNUCU: Çok sağ olun, çok teşekkür ederim.

SUNUCU: Evet Hocam, buyurun nasıl başlayalım?

ADNAN OKTAR: Evet efendim iltifat güzeldir. İltifat, müminlerin karşılıklı muhabbetini artırır, gönül alıcıdır. Bir müminde nur görülürse, bir iyilik güzellik görülürse o söylenir. Allah’tan bir nimet olarak söylenir. Allah’ın nimeti anlatılıyor. Dolayısıyla Allah’ın tecellisi, Allah övülmüş olur. Şahıs övülmez. Şahıs dışarıda saydam, simsiyah yani o bambaşka bir şey o. Atomun yapısından dolayı saydam görünüş ve ışık da olmadığı için simsiyah karanlıktır. Hadi ışık verildiğini düşünelim, siyah beyazdır, en fazla cam gibi bir şey. Biz rengarenk, nurlu, sevilecek şekilde beynimizde onu görürüz. O, dediğimiz şey Allah’ın tecellisidir. Allah insan şeklinde tecelli eder, O’na iltifat ederiz, bütün övgüler, bütün senalar Cenab-ı Allah’adır inşaAllah. Bazı kişiler oluyor “ben neyim”, “yok bende öyle bir şey yok”, sanki şahsı övülüyormuş gibi, orada Allah övülüyor. Orada şahsın yapacağı hamd etmektir. Elhamdülillah, Allah’ın tecellisi öyle olduğuna göre ben de Allah’a hamd ederim diyecek. Mesela bazı babalar vardır, çocuğunu kimsenin içinde sevmez. Sanki marifetmiş gibi, surat bir karış, iltifat etmez, gönül almaz, güzel bir şey olduğunda söylemez. Mesela geliyorlar birbirlerinin evine, ev çok güzel oluyor; bön bön bakıyor. Ne güzel işte al övsene, ne güzel Allah’a hamd et. “Allah ne güzel nimet vermiş” de, “Allah bizlere de nasip etsin” de, “Allah içinde güzellikle oturmayı nasip etsin” de. Mesela güzel bir şey gördüğün vakit, “ne kadar güzel dersin şu mobilya”, fincan gördüğünde “bu ne kadar güzel” dersin, “maşaAllah” dersin, bir iltifattır, gönül alır. Allah’ın güzelliğini demek ki o adam görüyor demektir. Ancak pilav, hoşaf falan onları beğenebiliyorlar yani çalakaşık yani onlarda hiç şey sektirmiyorlar, “güzel olmuş” deyip yiyor. “Güzel” de öbürleri güzel inşaAllah. Onun için sanki iltifatı anormal bir şeymiş gibi gören tipler var. İltifat; güzel ahlaktır, Allah’a karşı senadır, Allah’a karşı sevgidir, Allah’ın tecellisini yüceltmektir ve karşılıklı muhabbete sebep olur. Ama gerçekçi, samimi olmak lazım yani böyle çirkine güzel, güzele çirkin derseniz bu da ahlaksızlıktır. Bazı tipler olur mesela çirkin olduğu halde bir şey, “ne kadar güzel olmuş” diyor; bu, ahlaksızlıktır. Bu, alay kastıyla yapılır. Kimse seni mecbur etmiyor ki orada onu söylemeye. Mesela çirkin bir insana güzelsin demek, bu da münasebetsizliktir. Ahlakı, güzel yönleri vurgulanır mesela ahlakı, şahsiyetinin güzelliği vurgulanır ama fizik olarak güzelse mesela “Allah sende güzel tecelli ediyor” dersin, maşaAllah. Allah Cemal ismiyle tecelli eder, güzel olduğu vurgulanır, anlaşıldı mı?

SUNUCU: Hocam biz de karşılık olarak teşekkür ederiz, aslında Allah’a teşekkür etmiş oluruz.

ADNAN OKTAR: Tabii, elhamdülillah denir, Allah’a hamd edilecek. Allah öyle tecelli ediyor. Allah ona gösteriş, bir görüntü meydana getiriyor. Allah öyle görünmüş oluyor ona. Yani şahsı görmüyor o, Allah’ın ondaki tecellisini görmüş olur. Dolayısıyla şahsın orada gururlanıp diyor ki, gururlanacak ne durum var orada? Zaten saydam bir varlık, ölümlü bir varlık, saydam ve simsiyah. Allah kafamızda onu aydınlık ve ışık halinde gösteriyor. Yani bilmeyen kardeşlerimiz olabilir; ışık normalde bu kadar parlak değil dışarıda, fotonlardan oluşan bir sistem, onu beynimiz ışık olarak algılıyor. Kafamızda oluşuyor ışık ve renk, dışarıda yok ışık ve renk. Dolayısıyla övüldüğünde Allah övülmüş olur, insanlar bunu bilecekler. İkinci olarak da dini konularda sohbet eden insanlar görüyorum, konuşuyorlar. Sanki din anlatılırken apayrı bir üslup; böyle çok yapmacık, ruhaniyetli bir hava vermeye çalışıyorlar. Böyle adeta uçuyor, bulutlarda uçuyormuş gibi göğe bakıyor, arkada da bir müzik böyle kaval sesi ya da ney sesi gibi, olağanüstü yapmacık yani böyle şaşırtıcı mimikler, yapmacık mimikler, yapmacık bir ses tonu, garip izahlar; ben böyle tipleri çok gördüm. Çok abartılı mimikler, böyle tuluat tiyatrosu gibi. Bakın, dikkatlice o gözle bakın, çok acayip tipler var. Veyahut kendine böyle ruhani evliya havası veren tipler; mesela göğe bakarak konuşuyor, aşağıda arkadan bir ney sesi geliyor böyle Peygamberimiz (sav)’i anlatıyor. Kardeşim sen akılcı, dümdüz anlatsana. Yani niçin böyle bir şeye gerek var? Niçin öyle bir özel bir konsantrasyona ihtiyaç oluyor? Kuran bize aklı verir, akıl Kuran’dan kaynaklanır. Dünyanın aklıdır Kuran. Yani insanın aklı da Kuran’dır. Akıllı insan dediğimizde, zeki insanın Kuran’a tabi olmasına denir akıllı diye. Zeki insan, Kuran’a tabi olduğunda akıllı olmuş olur. Ama tabii zeka an an yaratılır, adam yani böyle anadan doğma zeki olmaz, her an zeka yaratılır. Akıl da her an yaratılır. Sabit akıl yoktur insanda. Bir de yabancı kelimelerle konuşmak; Latince veya Arapça. Bizim halkımız Arapçayı bilmez. Çok nadir insan bilir. Neden sürekli Arapçasının öncelikle söylenmesi gerekir, neden Latincesi? Anlasa tamam anlatalım, ama anlamıyor. Öğretmek amacı da yok. Arapçayı ezberletmek ve öğretmek amacı da olmadığına göre, orada bir gösteriş amacı olmuş oluyor; yani ne kadar ilminin vüshati ve kariası ne kadar geniş. Mesela biz normalde Türkçe üsluba göre konuşuyoruz. Türkçenin akışına göre konuşuyoruz. Ama Arap aksanı ile kelimeleri ara ara Türkçe, ara ara Arap aksanı yaparsak; bu garip bir görünüm verir, şaşırtıcı olur. Burada samimi olmak lazım. Mesela biz ihlas diyoruz, ihlaslı insan, samimi insan Türkçeye geçişi budur. Ama ihlas dersek adam bizim şivemizin bozuk olduğunu düşünebilir, yani değişik bir şey olarak algılar. Ama Arapça içerisinde mükemmeldir, ama Türkçe ile karıştırdığında daha değişik görünebilir. Yani özellikle ama dili alıştığı için konuşamıyorsa o ayrı mesela; ama sırf kendisini böyle alim göstermek için, böyle ayınları çatlatarak konuşuyorsa, böyle genizden galgale falan böyle bir garip bir üslup yapıyorsa kendince, yapmacıklık yapıyorsa bu da çok samimiyetsizlik. Bayağı dürüst ve samimi bir üslupla konuşulması lazım. Bir de medrese alimi, böyle derin alim havası vermeye de gerek yok. Halka siz bilmezseniz, işte bende ilim var, benden ilim öğrenin, kimsenin bir şey bildiği yok. Allah tecelli eder insanlarda, Allah konuşur. İnsanlar da dinler. O dinlemeyi de Allah yaratır. Konuşmayı da Allah yaratır. Biz sadece vesile oluruz, o kadar. İnsanlar gölge varlıklardır. Dolayısıyla ayınları böyle Arapça, böyle Türkçe içerisinde konuşurken böyle çatlatarak konuşulması samimi durmuyor. Her konuda çok candan üslupla konuşulması lazım. Kuran’ı anlatırken de öyle. Bir de hurafeden, anormal izahlardan da kaçınmak gerekiyor. Belli hurafevari olduğu, hurafe olduğunu anlatırken herkes anlıyor, insanlar anlamazlıktan geliyorlar. Böyle iç geçiriyorlar. Geçenlerde bir konuşma internette gördüm. Akıl almaz hurafeler anlatıyor bir Hoca efendi, adamlar da böyle iç geçiriyor gibi. Halbuki üniversite öğrencileri yüzde yüz inanmıyorlardır o insanlara. İnanılacak gibi değil çünkü, akıl almaz münasebetsizlikte izahlar anlatıyor. Dini konuları tenzih ederim. Onlar da böyle cezbeye gelmiş gibi iç geçirerek falan; bak anlatan da yapmacık, dinleyen de yapmacık. Bunun son bulması lazım. Din akıldır, saf akıldır, yani son derece mantıklı, tutarlı, doğru bir bakış açısı olması gerekiyor. Çok candan yaklaşılması lazım. Bir de Müslümanların birbirlerinden çekinmesi olayı var. Bu, çok kızdırıcı ve çok rahatsız edici. Kardeşim adam mesela zil zurna içiyor, komşusu oluyor şarapçı adam, hayır içebilir, içiyorsa kendi inancına göre biz gidip yakasına yapışmayız tabii de, onunla can ciğer kuzu sarması oluyor. Çok iyi bir insan diyor, okula gidiyor mesela Marksist hocaları var, onlarla da iç içe konuşuyor, ağzının içine girerek konuşuyor, sohbet ediyor. Özel odasına da gidiyor. Öğrencilerle iç içe birlikte amfilerde, otobüslerde birlikte hareket ediyorlar. Müslüman gördü mü, mesela Süleyman Efendi’nin talebesi olmuş oluyor, adamın rengi soluyor, konusunu açamıyoruz. Kardeşim aynı insan değil miyiz, ne oluyor kardeşiz? Bir de niye illa tartışılması gerekiyor? Tartışmaya gerek yok ki, seversin kardeşin olarak, sarılırsın. Çünkü namazları aynı kılıyorsun, orucu da aynı tutuyorsun, zekatı da aynı veriyorsun; her şey aynı. Detaylarda farklılık var; onu da tartışma, ne gerek var yani onu tartışmaya sokmaya. Dost ol, arkadaş ol, sohbet edelim, konuşalım. Bu panik havası ve birbirinden çekinme, birbirini eleştirmenin de ötesinde gıybet, birbirini kötüleme çok çok çirkin ve ayıp. Ne bileyim Nakşi kardeşlerimiz var, tertemiz insanlar, gayet mazlum, efendi insanlar. Mesela Kadiri insanlar var, mazlum, tertemiz insanlar. Yahut başka görüşlerde insanlar oluyor, böyle çeşitli Müslüman gruplar oluyor, ama tertemiz insanlar. Bu vahşiyane korkunun kalkması gerekiyor. Mesela bazen çok cesur tavırları oluyor, çok candan tavırları oluyor ama asıl böyle şeylerde Müslümanların candan tavır göstermesi gerekir. Dostluk konusunda özellikle titiz olmaları gerekiyor. Bu, İslam ahlakının dünyaya hakimiyeti için, Türk İslam Birliği için hayati bir konudur. Birbirlerinin gıybetlerini yapmayacaklar, birbirleriyle uğraşmayacaklar, birbirlerini küçük düşürmeye kalkmayacaklar. Ama çok vahim durumlar varsa, mesela Cübbeli’de olduğu gibi, tabii eleştiririz. Ama yine şefkat duyarız, yine koruyup kollarız. Ama oturup işte bak, Bediüzzaman’a bir söz söyledi. Şimdi almış sözünü, özür diledi, bugün radyoda konuştu. Kardeşim, sürekli özür, sürekli geri alıyorsun, tamam güzel, konuşurken biraz düşünerek konuşsan olmuyor mu? Hırstan gözü kapanıyor, yani Bediüzzaman Mehdi (as) bu yüzyılda gelecek dedi, hemen Bediüzzaman’ı devreden çıkartmaya kalktı. Mesela Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri dedi “bu yüzyılda Mehdi (as) gelecek”, hemen onu da devreden çıkartmaya çalışıyor. Suyuti 1400 ile 1500 arasında diyor ümmetin ömrü, hemen onu devreden çıkartmaya çalışıyor, alimlikten çıkartmaya çalışıyor. Berzenci’yi de devreden çıkartmaya kalktı. Çünkü Berzenci de 1400-1500 arasında diyor Mehdi (as)’ın zuhur vakti olarak. Böyle şahsi öfkeyle böyle samimiyetsiz ataklar hüsranla sonuçlanıyor. Bediüzzaman’ı bugün hakikaten açık açık anlattı, savundu, izah etti. Güzel, hatasından dönmesi iyi. Bir de şu Mehdi (as)’ın çıkışı ile ilgili şu geriye atma tarihlerinde de bir düzelmesi olursa bayağı iyi olacak. Dedi ya 570 sene attı önce, sonra 200 seneye indirdi, her an çıkabilir dedi.

SUNUCU: Bismillahirrahmanirrahim. Taha Suresi Hocam.

ADNAN OKTAR: Taha Suresi. Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla. Şeytandan Allah’a sığınırım. “Ta, Ha. Biz sana bu Kuran'ı güçlük çekmen için indirmedik,” Ne demek? Kuran kolaylıktır, İslam kolaylık dinidir. Şeytandan Allah’a sığınırım, Cenab-ı Allah ne diyor; “Hz. İbrahim (as) dini gibi kolaydır.” “Allah sizin için zorluk dilemez, kolaylık diler.” Demek ki İslam dini kolay. “'İçi titreyerek korku duyanlara' ancak öğütle-hatırlatma”, önce Allah’tan korkması lazım ki öğütle hatırlatma olsun. Allah’tan korkmayanlara oturuyorlar habire televizyon kanallarında bazı kişiler karşısına oturuyor, Kuran’dan bahsediyor. Adam Allah’tan korkmuyor, yerlere yatıyor adam. O da tuluat tiyatrosu gibi, onu kendince güldürmeye çalışıyor, haşa yani dini konuları tenzih ederim. Şaklabanlık yapıyor, soytarılık yapıyor ve öylece ona yaranacağını zannediyor. Halbuki önce o şahsın Allah’a inanması ve Allah’tan korkması gerekir. Allah’tan korkması için de iman hakikatleri anlatılması lazım. Yani Darwinizm’in, materyalizmin yok edilmesi lazım. Adam Darwinist, materyalist, bir kere onun ortadan kalkması lazım. Kuran’ın mucizeleri anlatılması lazım ve iman hakikatleri. Allah’tan korktuğuna kani olduktan sonra konular anlatılır. “Yeri ve yüksek gökleri yaratan tarafından bir indirmedir.” Yeri de Allah yaratmıştır, yüksek gökleri de, her yeri Allah yaratmıştır. “Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.” Arşı kaplamıştır, Allah her yerdedir, arşa da istiva etmiştir. “Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur.” Bak, “Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O'nundur.” Nemli toprağın altındaki küçük canlılara varıncaya kadar hepsi Benim kontrolümde diyor Allah. Hepsini Ben yarattım, diyor. Yani oradaki bakterilere varıncaya kadar hepsi Allah’ın kontrolündedir. “Sözü açığa vursan da, (gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir.” Yani sizin gizlediğinizi de bilirim diyor Allah, bilinçaltınızı da bilirim. Adam bir şeyler konuşuyor ama bilinçaltı daha değişik oluyor. Onu da Ben bilirim diyor Allah. Çünkü onu da Allah yaratıyor. Oktar Hocam sen bir şeyler anlat.

OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Bir iman hakikati var, gösterelim mi Hocam, uygun olur mu? Dantel kanatlı böceğin Hocam çok değişik bir yumurta bırakma sistemi var. Onunla ilgili bir film. Bu böcek.

ADNAN OKTAR: Bu bizim bahçede var. Tanıyorum ben bunu.

OKTAR BABUNA: Fakat yumurtalarını, ki 30 yumurtaya kadar bırakabiliyor böyle, öyle bir bırakma sistemi var ki, diğer böcekler yemesin diye tabii, çünkü diğer böcekler de var civarda. Çok değişik bir tekniği var Hocam inşaAllah. Mesela karıncaların da erişemeyeceği bir şekilde yapacak şimdi. Önce yapışkanlı bir ipek yapıştırıyor. Bunu çekiyor ve bunun ucunu yumurtaya asıyor. Bir müddet beklediğinde havayla temasından dolayı hemen sertleşiyor bu yapışkan. Vücudundaki bezler tarafından üretilen bir ipekçik bu. Ve sert olarak kalıyor böyle, ucuna asıyor. Bu sayede de diğer böceklerin yumurtalarını yemesinden kurtarmış oluyor.

ADNAN OKTAR: Oraya inemeyecekleri için.

OKTAR BABUNA: Evet onun farkına varmıyorlar ucunda yumurta olduğunun Hocam, karıncalar da, dalda gezenler. Şimdi biraz sonra onu da gösterecek. Bu şekilde asıyor böyle tek tek.

ADNAN OKTAR: Ona ulaşması da çok zor zaten. Yani tutunacağı gibi değil. Şahane yöntem.

OKTAR BABUNA: Şimdi karınca geliyor oraya. Geldiğinde o sert şeylere bakıyor ama hiç farkına varmıyor, onun ucunda yumurta olduğunu hesap edemiyor.

ADNAN OKTAR: Olsa da sakat iş zaten, aşağı uçar yani. Onlar da az uyanık değil, yani onlar öyle riskli işe girmez.

OKTAR BABUNA: Evet, bu şekilde asarak yumurtluyor.

SUNUCU: Çok akıllıca gerçekten.

ADNAN OKTAR: Böcek aklı bak, insan aklından daha gelişmiş bir akıl.

OKTAR BABUNA: Bundan da böcekler çıkıyor Hocam inşaAllah kozaların içinden. Onlar da işlerine bakıyor ondan sonra, devam ediyorlar.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Tıpkı annesi, inşaAllah. Evrimciler bunu evrimle mi oldu diyorlar?

OKTAR BABUNA: Artık son zamanlarda sesleri yavaş yavaş kısılmaya başladı.

ADNAN OKTAR: Bak, her böceğin ayrı bir özelliği var görüyor musun? Her birinde ayrı bir mucize meydana getirmiş Allah. Her birinin bir harika yönü var. Allah bunları işte ahirete onlara tek tek soracak. Yani o hayvanın salgısında hayvanın bütün özellikleri kodlu. Salgısından çok az, küçük bir parça alsan, milyonlarca özellik onun içinde kodlu.

OKTAR BABUNA: Evet maşaAllah. Mesela Hocam, siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah bu ağustos böceği var, hep yazın sesini duyduğumuz. Bunların da çok değişik bir yaşantısı var. 17 sene toprağın altında kalıyorlarmış ve 17 sene sonra bir gün ortaya çıkıyorlar. Hepsi birden böyle, milyonlarcası şimdi topraktan çıkacaklar.

ADNAN OKTAR: 17 sene mi?

OKTAR BABUNA: Evet. 17 sene kuluçka dönemleri varmış böyle.

ADNAN OKTAR: Yani bir çocuk 17 yaşına geldiğinde bu adamlar da toprağın altından çıkıyorlar. Ne yapıyormuş 17 sene toprağın altında o?

OKTAR BABUNA: Kuluçka dönemleri o şekilde.

ADNAN OKTAR: Çok harika, maşaAllah.

OKTAR BABUNA: Ve bir anda çıkıyorlar bu şekilde. Beslendikleri, o ağaç kökleri olup da beslendikleri yerlerden ağaca tırmanmaya başlıyorlar.

ADNAN OKTAR: Bir de birbirlerini de buluyorlar da. Hayrettir, mesela o kelebekler, şunlar bunlar, rengarenk çok değişikler. Nereden bulurlar birbirlerini? Gidip evleniyorlar. Eşleri oluyor. Çoluk çocuğa karışıyorlar. Onların bir araya gelmesi de çok büyük olay. Rastlamak da çok güç.

OKTAR BABUNA: Bir de kabuk değiştiriyorlar. İlk çıktığı kabuğundan çıkarak bambaşka bir şekilde dışarı çıkıyor. Onu da olduğu yerde bırakıyorlar ağaçların üzerinde. Bu öten ağustos böcekleri bunlar inşaAllah. Kanatları açılıyor.

ADNAN OKTAR: Nasıl açtı o kanatları öyle?

OKTAR BABUNA: Gererek açtı, katlanmış vaziyette içinden çıkıyor.

OKTAR BABUNA: Ve bunların böyle milyonlarcası ötünce de tabii muazzam bir ses çıkıyor. Karşı cinsi çağırmak için.

ADNAN OKTAR: Oradan en iyisi kaçmak, başka çözüm yok.

OKTAR BABUNA: Karşı cinsi çağırmak için kullandıkları bir yöntem o ötmeleri de.

ADNAN OKTAR: Bir tanesi bağırsa olmuyor mu? Bütün hepsi?

OKTAR BABUNA: Hepsi birlikte ötüyor.

ADNAN OKTAR: 17 senede bir.

OKTAR BABUNA: Evet. Ama sürekli olduğu için hep bu şekilde milyonlarcası bir anda çıkıyor. 17 sene kalıyorlarmış Hocam maşaAllah toprağın altında.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Kanatları da çok şahane, gıcır gıcır. Evet, başka neler var Oktar Hocam?

OKTAR BABUNA: Güzel canlılar var. Detaylardaki ihtişam inşaAllah. Yusufçuk böceğinin kanatları.

ADNAN OKTAR: Bak orada olan leke, öbür tarafta da var. Orada olan leke orada da var. Hatta şu petek gözlerinde bile en ince detaylara kadar birbirinin aynı. Eğer bak orada o mutasyonla olmuş olsa oradaki leke, karşı tarafta olmaması lazım. Karşı tarafta da aynısı var. Simetrinin hiçbir açıklaması yok. Mutasyon olduğunda tam anlamıyla yamultur. Yani böyle bir radyoyu makine tüfek ateşine tutmuşsun gibi. Ama bazen mermi antene çarpar, anteni büker, radyonun bazen daha iyi almasına sebep olabilir. Ama normalde paramparça eder radyoyu. Darmekeşan eder, düzeltmez. Ve simetri meydana getirir. Bu çok önemlidir. Rastgele geldiği için. Rastgeleliği de Allah yaratır. Ama eğer simetri varsa mutasyondan bahsedemeyiz. Altın oran varsa, mutasyonla bu açıklanamaz.

OKTAR BABUNA: Ve milimetrik bir şey olsa, mutasyonla bozulma olsa, zaten o canlı uçamıyor, yaşayamıyor.

ADNAN OKTAR: Evet. Bu kerata da böyle vernikli gibi gıcır gıcır, bir de çok terbiyeli oluyorlar. Beyazı gıcır gıcır, siyahı simsiyah. Tabii böyle değil mi ÇBS’yle boyanmış gibi.

OKTAR BABUNA: Kelebekler Hocam bu, siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, göz yapıları da muhteşem. Binlerce mercekten oluşan göz yapıları var. 360 derece görüş alanına sahipler. Arkayı da görebiliyor, önü de görebiliyor. Çok kompleks bir göz yapısı. Trilobitlerde de var benzer göz yapısı, birdenbire ortaya çıkıyor 540 milyon yıl önce. Bu da tabii evrimi tamamen çürüten bir şey.

ADNAN OKTAR: Her biri ayrı göz mü onların?

OKTAR BABUNA: Evet Hocam inşaAllah. Toplamından da tam bir görüntü oluşuyor ama çok detaylı bir görüntü oluşuyor.

ADNAN OKTAR: Her birinde bir mercek var o zaman?

OKTAR BABUNA: Evet.

ADNAN OKTAR: Tek tek. O küçüklükte bir mercek yapmak?

OKTAR BABUNA: Mümkün değil Hocam. İnşaAllah.

ADNAN OKTAR: Bir de mükemmel düzgünlükte; kenarları ip ince, ortası bombeli mükemmel bir mercek ve çok kaliteli saydamlıkta. Işığı tam ilgili noktaya düşürüyor, sinirin üstüne. Sinir de o kimyasal enerjiye dönüşüp, elektrik enerjisine dönüşüp hayvanın beynine gidiyor. Görme merkezine geliyor. Ondan sonra o da görüyor. Ve her yerden bu görüntüler geliyor. Bu kadar değişik yerden gelen görüntüler tek bir yerde, tek bir görüntü olarak oluşuyor. Normalde karman çorban olması lazım. Bir yerden bir görüntü geliyorsa binlerce görüntü gelince, bir araya gelince çorbaya dönmesi lazım. Aksine çok net ve düzgün bir görüntüye dönüşüyor.

SUNUCU: Öyle ki mükemmel bir oran var Hocam, aralarındaki.

ADNAN OKTAR: Tabii. Bunu mutasyonla açıklıyorlar. Kardeşim mutasyon orada bu gözü yaptıysa, öbürünü yamultması lazım. Bambaşka bir şekil olur, yani muazzam bir orantısızlık olması lazım. Petek gözleri iki tarafta birbirine eşit oluyor. Ve iki taraf da aynı düzgünlükte ve aynı kalitede. Sinirler aynı şekilde beyne gidiyor. Aynı simetriyle gidiyor. Mutasyon, beyin bir tarafındaki siniri yaptıysa öbür tarafında bambaşka bir yapı olması lazım. Çünkü öbürü de mutasyonla olduğuna göre, onların iddiasına göre, o daha da yamuk yumuk bir şey olması lazım. Ama her yerde hem Altın Oran hem simetri var. Bunun evrimle, devrimle açıklanacak bir yönü yok.

OKTAR BABUNA: Hiçbir şekilde yok maşaAllah. Dün de bu kelebeklerin videosunu göstermiştik. Derine inildiğinde renksiz aslında. Allah o ışığın kırılma oranlarından, hava boşlukları olan çok mikroskobik çekimde, boşluklardan geçen ışık, renkleri meydana getiriyor inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Bak kafasına; patileri, duyargaları falan. Adam, fabrika imalatı gibi. Ne kadar düzgün. Mühendislik harikası gibi. Simetride en ufak bir hata yok. Petek gözler gene aynı şekilde mükemmel, maşaAllah. Bak renklere bak, şahane maşaAllah.

OKTAR BABUNA: Bu örümcek, tırtıl inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Bunun sarısı, kırmızısı falan her çeşidi var anladığım kadarıyla. Bu da yakışmış, bayağı güzel olmuş.

OKTAR BABUNA: Dediğiniz gibi burada da simetri aynı şekilde.

ADNAN OKTAR: Burada da mesela mükemmel simetri var. Bu taraf, adam diyor ki mutasyonla oldu. Peki öbür tarafı nasıl oluyor. Tıpa tıp aynısı öbür tarafı da.

OKTAR BABUNA: Bir de Altın Oran da oluyor. Bitkilerde özellikle. Hiç izahı yok Hocam. 1.618 diye bir rakam çıkıyor, bu tam bir mucize. Bu da çok şık bir böcek maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Bu mücevher gibi süslenmiş maşaAllah. Dur bakayım, geri gel, bak. Ne diyorsun bu kelebeğe?

OKTAR BABUNA: Muhteşem Hocam maşaAllah. Allah’ın yaratma sanatı.

ADNAN OKTAR: Neler dikkatini çekiyor?

OKTAR BABUNA: Hocam renk geçişleri, detaylardaki ihtişam, parlaklığı, renklerin mükemmelliği, simetrisi.

ADNAN OKTAR: Simetri harikası. Evet, tamam şimdi devam edebilirsin.

OKTAR BABUNA: Bu da değişik bir böcek inşaAllah.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Adamın baksana pazuları mazuları falan dehşet. Bir de sıçrama gücü falan da şahane. İnsan bunlar gibi sıçrasa ne olur? Darmekeşan olur.

OKTAR BABUNA: Bazıları öyle bir sıçrıyor ki insanın Eyfel Kulesi’nin tepesine sıçraması gibi oran olarak. Öyle sıçrayan böcekler var.

ADNAN OKTAR: Ama ahirete olacak işte o. Cennette olacak. Bu dünyaya mahsus bu acz hali. Ahirette acz yok, inşaAllah. İşte bunları Allah teker teker soracak ahirete iman etmeyenlere. Bunlardaki simetriyi, mükemmelliği, renklerdeki düzgünlüğü; hepsini birer birer açıklayacaklar. Yani kaç yüz sene sürerse sürsün devam edecek sorgulamaları, inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım. “O ülkeler halkı” diyor Cenab-ı Allah “geceleri uyurken, onlara” şeytandan Allah’a sığınırım “onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?” diyor. Allah, gece ani bir olay meydana getirip toptan insanların canını alabilirim diyor, 97’de. 98’de; “Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler?” Tam eğlence anında böyle, eğlenirken diyor; birden canlarını almayacağımdan güvencede miydiler, diyor. 99. ayette “(Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler?” diyor. “Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz.” Yani öyle bir güvenceniz yok diyor Allah. Aniden, toptan öldürebilirim sizi diyor. Bu konuda böyle emin olmayın diyor. “İşte bu ülkeler, sana onların 'haberlerinden aktarmalar yapıyoruz.'” Bilgiler veriyoruz diyor Allah. “Gerçekten, onlara elçileri apaçık belgelerle gelmişlerdi.” Mehdiler, mürşitler, resuller “apaçık belgelerle gelmişlerdi”; mesela fotoğraflarla, belgelerle veyahut apaçık mucizelerle, Kuran ayetleriyle, buradaki asıl şey tabii ayettir fakat deliller de bunun içine dahil. “Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle iman eder olmadılar.” Daha önce yalanladıkları için iman etmediler diyor Allah. “İşte Allah, inkar edenlerin kalplerini böyle damgalar.” Biz diyor Allah, onların anlama gücünü kırdık. Kalplerini damgaladık diyor. “Sonra bunların (Peygamberlerin) ardından Musa'yı ayetlerimizle Firavun'a ve önde gelen çevresine gönderdik;” Firavun o zamanın işte Darwinisti, materyalisti, ateistti. Ve onun takımı ve şükerası. “Onlara gönderdik” diyor Cenab-ı Allah; “onlar” yani Firavun. “Ona (ayetlerimize) haksızlık ettiler.” Yani inanmadılar diyor Allah’ın hükümlerine. “İşte bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bak.” Her bozgunculuk çıkaranın sonuna Allah, çökertirim diyor. Mesela iddia edilen Ergenekon örgütü, bozgunculuk çıkarıyor, fitne çıkarıyorlardı; Türk milletine karşı, Türkçülüğe karşı, İslamiyet’e karşı çok kahpece, çok alçakça planlar düzüp hazırlıyorlardı. Allah planlarını başlarına geçirdi, mahvetti yani. Said Nursi ne diyor Bediüzzaman? Kahraman ordu diyor Türk ordusuna, kahraman ordu ve imanlı millet diyor. Kuran’ın ışığıyla hakikat hali göreceği, yani işin hakikatini göreceği ve bu dehşetli komitenin diyor, tahribatını tamire çalışacağı hadislerden anlaşılıyor diyor, rivayetlerden anlaşılıyor diyor. Şu an bu olay başlamıştır. “Musa dedi ki: "Ey Firavun, gerçekten, ben alemlerin Rabbinden (gönderilme) bir elçiyim." "Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir.” Ben tam gerçek olanı söylüyorum diyor. “Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim.” Yani Tevrat’ı kastediyor. “Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder. "(Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)." Yani ne yapacaksın göster, diyor. “Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi.” Bakın, daha önce de söylemiştim, Hz. Musa (as)’ın ilk ispat ettiği şey; Darwinist, materyalist, evrimci iddiaya karşı Yaratılışı ispat etmek. İlk bunu yapıyor, ilk olarak bu putu kırıyor. Çünkü o zaman Firavun, Nil’in çamurlarından tesadüfler sonucu insanların, hayvanların ve bitkilerin oluştuğunu söylüyordu. Evrimciydi. İlk, onun evrim fikrini yıktı. Asayı atınca, asa anında yılana dönüştü. Ve onu görünce Yaratılışa kesin kanaati geldi oradaki, etrafındaki insanların. “Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oluverdi. Ve elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).” Sağ elini göğsüne sokuyor ve o da anında diyor bakanlara bembeyaz oldu diyor. Elini gösteriyor. Beyaz ve kusursuz olarak çıkıyor. “Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: ‘Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür’” Bak bilgin diyor, bilgili. Yani bilimle hareket ediyor. Biz ne yapıyoruz? Bilimle hareket ediyoruz. Hz. Mehdi (as) ne yapacak? Bilimle hareket edecek. Biz de Mehdi (as) öncüsü olduğumuz için bilimle hareket ediyoruz. "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor.” Bak, bu sefer siyasi suçlamaya işi döküyorlar. "Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?" Halkı kışkırtıyorlar o devrin iddia edilen Ergenekon örgütü. “Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik beklet.” Yani tutukla, gözaltına al diyorlar. Yani sezdirmeden bir tutuklama yapmış oluyorlar. “Beklet (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla” Kalabalık insanları çağır, yani o zamanın basını, o zamanın televizyonları o. Yani, kalabalık kitlelere hitap ederek aleyhte bir etki meydana getirmeye çalışıyorlar. Bak “şehirlere de toplayıcılar yolla; bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." Bilim adamlarını sana getirsinler diyorlar. Yani onun bilim adamı yönüne karşı, biz de diyorlar bilim adamlarını getirelim. Ama büyücü bilim adamlarını yani gerçekçi bir delil sunamıyorlar. Büyü tarzında sahte, mesela şu anki bilim adamları da büyü tarzında yaptıkları. Mesela diyor ki, protein tesadüfen meydana gelir. Neye göre? X, MC2 bilmem şeye göre olur diyor. Daha da üstüne gidersen, tabii ki doğru değil diyor bu söylediğim. Nedir diyor? Uzaylılar var. Uzaylıları kim yaptı diyorsun bilmiyorum diyor. O da bir mucize diyor, onu açıklamıyorum diyor. Bu, bir büyüdür yani böyle açmazda olan fakat süslü kelimelerle insanları kandırma sanatıdır büyü. "Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler." “Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: ‘Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık var.’" İşte çıkar yani maaş karşılığı çünkü Darwinistler de maaş karşılığı Darwinist oluyorlar zaten. "Evet" dedi. "(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız." Yani benim çevremden, etrafımdan istifade edeceksiniz. Toplantılarıma katılabilirsiniz, iş temin etmek gerektiğinde o olur, üniversitelerde o devrin üniversitelerinde rahat edersiniz. Siyasette rahat edersiniz, her şeyde sizi destekleriz diyor. "Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?" “(Musa:) ‘Siz atın’ dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler.” Mesela bakanlar da hakikaten evrim olmuş zannediyor. Sahte resimler gösteriyorlar, olmamış resimler gösteriyorlar; mesela bir fosil bulunuyor, hiç alakası yok, biz ispat etmesek insanları onunla kandıracaklar. Bak birkaç kere yaptılar, hepsini de ispat ettik, böylece kandırmalarını engelledik. Büyü yapıyorlar. “İnsanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.” Mesela Darwinizm de, dünya çapında şu ana kadar yapılmış en büyük sihirdir. Şeytanın yaptığı en büyük sihirdir. Yani dünya tarihinde böyle bir sihir hiç yapılmamıştır. Bu sihirle bütün dünyayı etkilemişlerdir. Dünyanın % 99'unu kandırdılar o dönemde, 350 milyon insanın da öldürülmesine sebep oldular, biliyorsunuz o sihrin sonucu. “Biz de Musa'ya: ‘Asanı fırlatıver’ diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını toplayıp yutuyor.” Biz de mesela internetten bilgiyi onların üzerlerine atınca onların bütün uydurduklarını yutmaya başladı şu an. İnternet her evde olduğu için bütün uydurmaları tek tek topladı, fosiller, biz onların üzerlerine fosiller attık. “Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı.” Bütün yaptıklarını geçersiz kıldı, Allah yapıyor tabii. “Orada yenilmiş oldular.” Mesela Darwinistler de şu anda yenildiler. "Ve küçük düşmüş olarak tersyüz çevrildiler." Hakikaten acayip küçük düştüler Darwinistler, hem yalancı hem oyuncu hem sahte işler yapan bir konuma düştüler ve ispat ettik bunu. "Ve sihirbazlar secdeye kapandılar." Birçok insan iman etti şu an. “Musa kavmine: ‘Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir’ dedi.” "Gerçek şu ki arz Allah'ındır. Ona kullarından dilediğini mirasçı kılar." Bu tabii Mehdiyet devrinde olacaktır, mirasçı kılınma olayı. "En güzel sonuç muttakiler içindir"; yine Mehdiyete bakıyor. Güzel bir sonuçla sonuçlanacak inşaAllah. "Musa kavmine, Allah’tan yardım dileyin ve sabredin" diyor. Ebcedi 1970'i veriyor; 1970-1971 olayları. Bak, Musa kavmine "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin." O devrin zorlu, 1971'lerin zorlu ortamına Kuran dikkat çekmiş oluyor, ebcedle inşaAllah. Said Nursi diyor; Cengiz ve Hülâgû fitnelerine işaret eder diyor, ama diyor ikisi birlikte beraber olsalar Miladi 1971 tarihini verir diyor. Bunu 1951'lerde söylüyor, 1951'lerde. İkisi beraber olsa Miladi 1971'i verir diyor. 20 sene sonra diyor, şimdiki tohumların mahsulü eğer ıslah olmazsa diyor, elbette diyor tokatları dehşetli olacak diyor. 1971'de anarşinin başlayacağını söylüyor Said Nursi, 51 yılında söylüyor, Kuran'dan ebcedle söylüyor. Aynısıyla çıkmıştır. Bakın burada da ayet gene aynı şekilde işaret ediyor. "Musa kavmine, Allah’tan yardım dileyin ve sabredin"; 1970 yılını veriyor. “Dediler ki: ‘Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.’" (Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak.” Hz. İbrahim (as)'ın neslinden olan Hz. Mehdi (as) zamanında inşaAllah yeryüzüne bir egemenlik hakim olacak. “Böylece nasıl davranacağınızı gözleyecektir” diyor Cenab-ı Allah. “Andolsun, Biz de Firavun aile (çevre)sini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” Ahir zamanda olacak bu ekonomik krize de işaret ediyor bu ayet, inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Hiç sorulara bugün girmedik. Bir tane soru sorman lazım inşaAllah.

SUNUCU: Hemen sorayım inşaAllah. Adil Kasım, Üsküdar'dan sormuş Hocam. “Değerli Hocamız, her şeyden önce şahsınıza ve bütün çalışma arkadaşlarınıza çok teşekkür ediyorum. Allah sizden razı olsun. Deccal hakkında bilgi verir misiniz kıymetli Hocam. Saygılarımla.”

ADNAN OKTAR: Şimdi deccali anlamak için alametlerine bakmak lazım. Deccal din zıttıdır. Güzellik zıttıdır. Sevgi şefkat, merhamet zıttıdır. Saygı, hürmet zıttıdır. Yani güzel olan her şeyin zıttıdır. Şimdi şöyle bir bakarız dünya tarihine şu ana kadar. İşte Cengiz fitnesi olmuş. Hülagü fitnesi olmuş. Savaşlar olmuş ama en şiddetli 1. Dünya Harbi, 2. Dünya Harbi olmuş; kan revan içinde olmuş, 350 milyon kan akmış. Şimdi biz oraya gelince bak, inceleyip gelirken birden orada dururuz. 350 milyon insan öldürülmüş çünkü orada. Burada bir anormallik, bir fevkaladelik var. Nasıl röntgene baktığımızda hasta olan kısım böyle flu olarak belli oluyor. Bir beyazlık oluyor; diyorsun akciğerde burada bir hastalık var. Mesela büyükse burada çok büyük bir enfeksiyon var, hastalık var deniliyor. Biz de bu röntgene baktığımızda, dünya tarihinin röntgenine baktığımızda büyük bir hastalık görüyoruz orada, en büyük hastalığı orada görüyoruz. En büyük lekeyi orada görüyoruz. O zaman diyoruz; bu hastalığın sebebi nedir? Bakıyoruz, bakıyoruz, bakıyoruz, Darwinizm’de olay bitiyor. Darwinizm’in kaynağı kim diyoruz? Bakıyoruz, Darwin denen bir adam. Saçı sakalına karışmış bir tip. Deccali çıkartıyoruz. Bu, bu şekilde tespit edilir. Hz. Mehdi (as) tespiti de böyledir; bakarsın tarihe, küfür ve deccaliyet neler yapıyor mesela Darwinizm ve materyalizm şeklinde ortaya çıkmış. Bununla kim mücadele ediyor, kimler mücadele ediyor, nasıl bir başarı elde etmişler? O da büyük bir ışık şeklinde görülür dünya çapında. Dünya çapındaki etkiye göre bakılır. Mesela onu büyütürsün büyütürsün, dersin; “demek ki o da bu”. Ama bu ışık daha yeni yeni belli oluyor. Öyle bir hale gelecek ki bu ışık, göz kamaştıracak artık yani kör göz bile olsa Allah ona onu gösterecek yani manevi körlüğü kastediyorum. Yoksa normal körlük çok makbuldür, hepsini tebrik ediyorum, bütün körleri. Kat kat fazla sevap alacaklar inşaAllah. Onlar cennet kuşları Allah'ın izniyle, inşaAllah, Allah'a inanıp namaz kılan kör kardeşlerimiz tabii. Cennetin böyle güzel gözlüleri olacak onlar ve 100 km öteyi bile böyle çelik gibi görecekler Allah'ın izniyle, inşaAllah. Deccali tespit de böyledir, Mehdi (as)’ı tespit de öyledir. Mesela Peygamber Efendimiz (sav)’in zamanına gidiyoruz, bakıyoruz bir Mehdi. Kim? Hemen ResulAllah, belli. Ahlakından, kişiliğinden, tavrından, etkisinden o devrin Mehdi'si o. Firavunlar kim? Bakıyoruz: Ebu Cehil. Mesela ahlaksızlığı, azgınlığı, kan dökücülüğü, zalimliği; onu anlıyoruz. Mesela Nemrut zamanına gidiyoruz. Kim o putları kıran? O devrin putlarını tepeleyen? Hz. İbrahim (as). En çok Allah'ı anan kim? O. En etkili olan kim? O. Diyoruz, bu devrin Mehdisi Hz. İbrahim (as)'dır. Deccale bakıyoruz; en büyük tahribatı yapan, sevgiyi, şefkati, merhameti ortadan kaldıran, dostluğa, kardeşliğe saldıran, insanları mutsuz yapan kim, firavun. Diyorsun bu asrın deccali de bu. Mesela firavun devrine gidiyoruz bakıyoruz, firavun artık adam selektör lambası gibi yanıyor, deccal bağırıyor deccal olduğu, bakar bakmaz anlıyorsun. Asrın Mehdisine bakıyorsun süratle anlaşılıyor. O devrin Darwinizm’e, materyalizme karşı mücadele eden değil mi, o devirde iman hakikatlerini anlatan, sevgiyi, şefkati, merhameti anlatan, etkili olan bir kişi var göze çarpan, diyoruz tamam Hz. Mehdi (as) da bu. Hz. Musa (as)’dır. Dolayısıyla hadislerden daha büyük delildir fiili durum. Yani fiili durum esastır. Çünkü hadislerden şunu anlarız biz; deccal Allah korkusunu, Allah inancını ortadan kaldırmaya çalışır. Sevgisizliği, şefkatsizliği, merhametsizliği teşvik eder. Egoistliği, bencilliği, hırsı, mal hırsını, saldırganlığı ve cinayeti, anarşiyi ve terörü teşvik eder, ve kan döker, ve insanları mutsuz eder. Biz buna uygun kim diye baktığımızda, bunu biz zaten kendimiz tespit edeceğiz. Bu çok kolaydır, yoksa alnında deccal yazan birini sokaklarda aramakla olmaz bu. Bunu zaten adam bağırır. O büyük bir sosyal olay olarak kendisini gösterir zaten, karmaşık değildir. Mehdiyet de öyle çok büyük bir sosyal olay olarak kendisini gösterir. Yoksa Mehdi (as) da öyle, Mekke sokaklarında, Medine sokaklarında Mehdi (as) aranmaz. Zaten o bağırır yani ben Mehdi’yim der, anlaşılır. Deccal de deccal olduğunu bağırır. Çok açık, sarih belli olur böyle şeyler. Nasıl biz Güneş’i, Ay’ı tespitte zorlanmıyoruz. Işığından anlıyoruz Güneş’i değil mi, biz Güneş’i oturup araştırmıyoruz, Güneş nerede falan demiyoruz. Bakar bakmaz Güneş’i anlıyoruz. Allah’ın varlığı da aşikardır, Güneş’in varlığı da aşikardır. Hz. Mehdi (as) da çok açık anlaşılır, deccal de çok açık anlaşılır. Kim sevgiyi, merhameti, dostluğu, samimiyeti, candanlığı savunuyor, dünya çapında etkili oluyorsa, kim kalplere huzur veriyorsa, kalplerde bir sevgi meydana getiriyorsa, kalplerde bir inşirah, ferahlık ve derin iman duygusu meydana getiriyorsa Hz. Mehdi (as) odur. Mesela Allah adına ortaya çıkıyor ama adam, kalplerde kabz meydana getiriyor, kalpler kasılıyor. Rahatsızlık veriyor kalplere. Yapmacıklıkla, efendim gösterişle, kendisini ortaya koymakla samimiyetsiz bir anlatım içerisinde oluyor. Allah onu muvaffak etmiyor, ilmine rağmen, bilgisine rağmen. Allah onlara diyor ki, “kitap yüklü eşek gibidirler” diyor. Yani adam doldurmuş hafızasını, muazzam bilgi var, bilgisayar gibi doldurmuş kafayı. Ama bir eşeğin yüklenmesi gibi yüklenmiş, kitap yüklenmiş bir eşek gibi. Mesela Kuran’ı doldurursun bir eşeğe dağıtmak üzere, eşek götürür onu. Ama eşeğe faydası olmaz onun, eşekliği yine devam eder. Böyle tipler de türüyor şu an. Muazzam, mesela Kuran ezberi var, ayet, hadis ezberi var, ama bir şey yok adamda değil mi, kalp yok. Yani mana yok. Ama mesela Hz. Mehdi (as) öyle değildir. Hz. Mehdi (as) vehbi ilme sahip bir insandır, ümmidir Hz. Mehdi (as). Hadislerden anlıyoruz, Allah onu bir gecede ıslah eder diyor. Özel ilim verileceği anlaşılıyor. Ve “o Arapça’yı pek bilmez” diyor hadiste, Arapça’yı bilmez diyor. Ne diyorsun Oktar anlattıklarıma?

OKTAR BABUNA: MaşaAllah Hocam dediğiniz gibi inşaAllah. Samimiyetle, bu kitap yüklü eşek diye tabir ettiğiniz teknik bilgiyle olmuyor Hocam inşaAllah. Kalpten gelen bir samimiyet olması, o da zaten Allah’ın verdiği bir ilimle oluyor inşaAllah Hz. Mehdi (as) da bu olacak.

ADNAN OKTAR: Tabii, mesela ihvan diye ıhvan, ihlasta diyor. Arapça içinde bu çok güzel gider. Ama Türkçe içerisinde olmayacağı belli. Veyahut Latince kelimeler, Fransızca kelimeler. Veyahut sürekli ezber, halbuki yani ezber esas değildir. Mesela benim hiç ezbere ihtiyacım olmuyor, çünkü Kuran benim yanımda zaten, çok da sağlam bir delil ve daha inandırıcıdır ezberden. Çünkü ben okuyarak anlatıyorum, yani Kitap’ta sabitleşmiş, net bu. Ezberleyeceğime Kitap’tan anlatıyorum. Çünkü ezberle bir insanın alim olması mümkün değildir, bilgili olması. İlim hikmetle olur, derinlikle olur ve vehbi ilimle olur, ezberle olmaz. Yani eşeğe de, Kuran’da diyor ya yüklersin, ama eşektir adam. Peygamberimiz (sav)’in ezberinde bir tek Kuran vardı. Eğer ezbere kalkarsak biz paleontolojiyi de ezberlememiz gerekiyor, mikrobiyolojiyi de, jeolojiyi de, binlerce bilim dalı var, hepsini ezberlememiz lazım. Böyle olmaz; ilgili kısmı alırsın hazır olarak belgeden okursun ve çok daha sağlamdır. Ve çok daha inandırıcıdır, değil mi, ve bunun için de Allah bize Dabbet-ül Arz’ı, bilgisayarı yaratmış. Bir bilgiye biz anında ulaşabiliyoruz. Yoksa biz dünyadaki bütün ilimleri bir insanın ezberinde tutması mümkün müdür? Tutmazsa da alim olamaz. O zaman bizim yerimize bilgisayar hafızasında tutuyor. Bizim hafızamızı Allah bilgisayar hafızasıyla takviye etmiş oluyor. Hafızamıza koyacağımıza Allah bilgisayara koyuyor. Bilgisayardan biz onu hazır alıp, anında alıp, insanlara nakletmiş oluyoruz. Dolayısıyla Dabbet-ül Arz Mehdi (as)’ın ilim kılıcı ahir zamanda. Biz de Mehdi (as) öncüsü olduğumuz için, aynı imkanlardan biz de istifade ediyoruz. Mehdi (as)’ın zıl ve gölgesi altındayız. Bende de, siz de herkeste tecelli ediyor Mehdiyet. Binlerce insanda tecelli ediyor. Mehdi (as) öncüsüdür, yani herkes Mehdi (as) öncüsüdür. Sen de öncüsün, ben de öncüyüm, sen de Hz. Mehdi (as) öncüsüsün. İstesen de, istemesen de Hz. Mehdi (as) öncüsüyüz. İnşaAllah, ortam hazırlıyoruz. Ama Allah bize hafızaya gerek olmayacak şekilde bize imkan meydana getirdi. Biz 300 milyon fosilin bilgisini kafamızda tutmamız mümkün mü, ama bilgisayarla mümkün işte. Mesela mikrobiyolojiye ait binlerce, milyonlarca bilgiyi hafızamızda tutmamız mümkün mü, ama Allah bilgisayara koyuyor. Onlar olduğunda biz onları rahatça oradan aktarıp bilgiyi değil mi, insanlara sunabiliyoruz. Ahir zamanın özelliklerinden biri de budur işte. Yani klasik medrese mantığı ahir zamanda hakim olmayacak, hikmet hakim olacak, özlü ilim hakim olacak, ki buna Kuran’da hem Hızır (as) kıssasında işaret ediliyor. Hz. Hızır (as)’da onu özü kapsayan bir bilgi, hem de Zülkarneyn’de bunu görüyoruz. Hızır (as)’da da “Katımız’dan bir rahmet ve bir ilim vermiştik” diyor, özel bir ilim, Hz. Hızır (as)’da. Ama özü kapsayan bilgi de Zülkarneyn’e veriliyor. Her ikisi de Mehdiyet’ten bahseden olaylardır. Özlü ilim çok önemlidir, hikmet. Mesela milyonlarca bilgi toplarsın ama boştur. İlgili olan bilginin kullanılması çok önemlidir. Onun için de bilgisayar çok önemlidir. Ve kitap çok önemlidir, kitap kullanılması. Hani ayette de yazıyor, “ince deri üstüne yazılmış” diyor, “satır satır yazılmış yazılara” Cenab-ı Allah and ediyor. “Andolsun” diyor, şeytandan Allah’a sığınırım. Söz uçar ama yazı kalır. Yazıdan aktarmak her zaman daha da güvenilir ve inandırıcıdır inşaAllah. Evet Oktar Hocam, sende neler var, var mı anlatacakların?

OKTAR BABUNA: Var Hocam inşaAllah, bir iman hakikati var, bir de beni rahatsız eden bir konu var. Ondan bahsedebilir miyim Hocam inşaAllah?

ADNAN OKTAR: Nedir seni rahatsız eden, yardımcı olayım söyle.

OKTAR BABUNA: Annem aradı beni telefonla. Yargıtay’a gidip, Yargıtay üyelerini hakaretamiz, saldırgan üsluplarla rahatsız ediyorlarmış.

ADNAN OKTAR: Bunu geçende de söyledin sen. Nasıl oluyor o?

OKTAR BABUNA: İşte telkin yapma gibi, biraz da baskı gibi saldırgan ve hakaretamiz bir üslup kullanıyorlarmış. Bu tabii beni çok rahatsız etti. Zaten bu yaptıkları, mesela beni, eşimi hapse attırmakla ellerine geçecek hiçbir şey yok. Samimi kanaatleri bu değil. Mesela Vakit Gazetesi’nde bir ilan var yarın çıkacak olan. Asıl samimi kanaatleri zaten orada açıkça belli oluyor. Benim onu göstermem uygun olur mu Hocam?

ADNAN OKTAR: Bugün çıktı o bugün. Vakit Gazetesi’nde evet.

OKTAR BABUNA: Mesela burada, annemin ve babamın daha önce yazdıkları ve söyledikleri var. Babam diyor ki; 06.02.2000 tarihli Objektif Program’ında; “fakat yüzün üzerinde kitabı ve şu gördüğünüz hepsi, bilimsel kitaplar,” sizin kitaplarınız için söylüyor bunu. Devam ediyor; “ancak kendi hayatını vakfetmiş bir insan, öyle anlaşılıyor” yani sizin için söylüyor. “Devamlı okuyan bir insan, hiç dışarıya çıkmıyor” kitapları hiç dışarı çıkmadan yazıyor diyor. “Başka kim yazacak?” diyor, “Adnan Oktar’ın yanında bir atom profosörü bilmem ne yok ki”. BAV camiası hakkında da, bu hapse attırmaya çalıştığı kişilerle ilgili olarak da; “bu çocukların hepsinin, fevkalade iyi ailelerden geldiğini, fevkelade iyi yetiştiklerini, yani temenni edilecek vasıflara sahip insanlar. Bunlar ben milli-manevi değerlere bağlı, memleketini seven, fevkalade dürüst, ahlaklı kimseler olarak aylarca beraber kalmak suretiyle tanıdım. Ayrıca bir-iki gün değil”. Yani aylarca beraber olarak ben tanıdım, mükemmel insanlar diyor. Şimdi tam tersini yapıyorlar. Yargıtay’a gidip hakaretamiz, saldırgan uslüplarla hapse attırmaya çalışıyorlar. Annemin de yazdığı bir mektup var. O da aynı şekilde söylüyor.

ADNAN OKTAR: Ne diyor annen?

OKTAR BABUNA: “En başta belirtmeliyim ki, ben bu insanları yani Bilim Araştırma Vakfı mensuplarını, eşimin Bilim Araştırma Vakfı’nın bilimsel çalışmalarına katılmasından dolayı yıllardır tanıyorum. Bu nedenle de yapılan suçlamaların hiçbirisinin doğru olmadığını biliyorum. Ayrıca ortaya atılan iddiaların gerçek olmadığını bilmemin bir diğer sebebi, bu davanın ne kadar anlamsız gerekçelerle yürütüldüğünü ve örgüt suçlamasının da nasıl kanuna aykırı temellere dayandırıldığını şahsi tecrübelerimle görmüş olmam”. Çok açık söylüyor, bu zaten samimi kanaatleri bunların. Her ne olduysa tamamen aksi yönde kanaatleri oldu. Mesela Türkan Akyüzalp var aynı şekil de, o da aynı şeyi söylüyor yani benzer. Mesela diyor ki kızıyla ilgili olarak; “bu nedenle kızımın gözaltına alındığı gece, bulunduğu evde kendi evimizin güvenli ortamı olmaması sebebi ile kızımla birlikte bende uzun süre misafir olarak kaldım”. Yani Bilim Araştırma Vakfı mensuplarıyla. “Bu süre içinde tanıdığım kişilerin üstün ahlaklı, vicdanlı, milli ve manevi değerlerine bağlı, kültürlü, yüksek tahsil ve terbiyeli, iyi aile çocukları olduklarını gördüm. Kızımın her hangi bir şekilde ailemizden tecrit edilmesi veya istismarı söz konusu olmamıştır. Bilgilerinize sunarım, saygılarımla Türkan Akyüzalp”. İmzalamış altını.

ADNAN OKTAR: Ya bunlar bizi bu kadar severken, bu kadar yüz seksen derece nasıl döndüler?

OKTAR BABUNA: Hocam bu inanılacak, aklın alacağı bir şey değil. Bu pervasızlıkları, cüretleri de çok rahatsız etti bu yaptıkları şeyler.

ADNAN OKTAR: O konuyu ben de duydum aslında da, ben sana söylemedim. Yargıtay’da bu tip olaylar olmuş diye duydum, bilmiyorum ne derece aslı var. Hakikaten onların da bizar oldukları ve rahatsız olduklarına dair haberler aldım. Ama bunlar kimlerdir, hangi aileden kişilerdir, fakat sadece biliyorum yani size karşı olan bazı aileler Yargıtay’da, böyle adeta rezalet çıkarttılar gibisinden, ona benzer şeyler söylediler. Kim olduklarını bilmediğim için ben de bir şey demedim.

OKTAR BABUNA: Annem ve o birkaç, anne var onlar özellikle.

ADNAN OKTAR: Bilmiyorum yani, bana ama böyle bir haber geldi.

OKTAR BABUNA: Bana kendisi söyledi Hocam telefonda, alenen söyledi. Hem de duyum olarak da geldi aynı şekilde.

ADNAN OKTAR: Sen dua et Allah hidayet versin, Allah akıllarını açsın, samimi olmayı nasip etsin, ne diyelim. Evet, Fatır Suresi, şeytandan Allah’a sığınırım; “kör olanla, basiretle gören bir değildir”. Yani manevi körlükle, basiretle gören bir değildir. Böyle akılla, fikirle, güzelce gören “karanlıkla, aydınlık da bir değildir” diyor Allah, “gölge ile sıcaklık da”. Tabii karanlık, aydınlık Allah aradaki farkla, yani dünyada böyle bir zıtlık vardır. Karanlık-aydınlık, gece-gündüz, iyi-kötü yani zıtlıkları Allah belirtiyor. “Diri olanlarla ölüler bir değildir. Gerçekten Allah dilediğine işittirir”. Allah mümin olanlara, hidayet verdiklerine işittiriyor. “Sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin”. Birçok insan zombidir, ölüdür dışarda gezen insanlar. İnsanlar onları canlı zannediyorlar, gidip tebliğ yapıyorlar, anlatıyorlar. Adamlar da boş boş, koyun gibi bakıyor. Onlar da sinirlenip üzülüyorlar niye anlamıyor acaba diye. Halbuki ölü o, yani gerçekte ölü olduğunu bilse zaten korkup kaçar. Yanlarına yanaşmaz. Sokakta ölülerin gezdiğini bilseler insanlar. Ölüden çok korkuyor insanlar, acayip çekinirler. Yani mezardan kalkmış normal zombi yani klasik tabii ölü. Tabii öyle olduğunu bilse, evde mesela babası oluyor yahut ağabeysi oluyor, haberi olmuyor, ölü o an. Ölü yaşıyor olsa eve girmez o, tabii. “Sen yalnızca bir uyarıcısın”, burada Hz. Mehdi (as)’a da işaret var tabii. 23. ayet, şeytandan Allah’a sığınırım, Fatır Suresi bu, “şüphesiz Biz seni hak ile bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik”, bak “sen yalnızca bir uyarıcısın, şüphesiz Biz seni hak ile (Kuran) bir müjdeci” İslam ahlakının dünya hakimiyetini müjdeleyen ve “bir uyarıcı” Kıyamet’e yakın aklınızı başınıza alın gibi uyarılar yapan Mehdi (as)’a işaret var “olarak görderdik”. Çünkü nereden anlıyoruz ebcedi 1983 tarihini veriyor. “Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın” 2026 bu ayet de, ebcedi; bak “hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı (bir Mehdi) gelip geçmiş olmasın”, 2026 tarihini veriyor. “Eğer seni yalanlıyorlarsa", seni yalancı gösteriyorlarsa “senden öncekiler de, yalanlandı.” Peygamberimiz (sav)’i de yalanladılar. Hz. Musa (as)’ı da, Hz. İshak (as)’ı da, Hz. İbrahim (as)’ı da, hepsi yalanlandı, “elçileri ise kendilerine, apaçık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi.” Bu daha önceki peygamberlere bakmakla beraber aynı şekilde Hz. Mehdi (as)’a da bakıyor. Çünkü Hz. Mehdi (as) da yalanlanacaktır. Hz. Mehdi (as)’ın da yalan söylediği, doğru söylemediği iddia edilecek hatta diyor; İstanbul’daki o, yobaz, cahil, azgın bir alimin ortaya çıkacağı belirtiliyor. O, Mehdi (as) için diyor ki; “Bu bizim dinimizi öldürdü. Dinimizi izale etti diyecek” diyor. Yani dinsizlikle itham edilecektir Mehdi (as)’ı. Bunu kim söylüyor, İmam-ı Rabbani söylüyor. “Hangi medinedir ya Resulallah diyorlar? “İstanbul’dur, Kostantiniyye” diyor Peygamberimiz. “Medine’dir” diyor zaten İmam-ı Rabbani. Bence bu yobaz Hoca da çıkmıştır. Yalancı, sahtekar ve üç kağıtçı bir Hoca, ahir zamanda inşaAllah. “Sonra Ben de o inkar edenleri, yakalayıverdim. Beni inkarları nasıl oldu” diyor. Allah, bela vereceğim diyor. “Allah’ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkarttık”. Kavunlar, karpuzlar, şeftaliler, mandalinalar değil mi, say say bitmez. Bunların hepsinin hesabını verecekler ateistler, Darwinistler. “Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar kıldık”. Bak; “dağlardan da beyaz, kırmızı renkler değişik” ve ilave ediyor bak şimdi, bak “dağlardan beyaz ve kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar kıldık”. Siyah yol şimdi ahir zamanda, asfaltlar var siyah. Bütün asfaltlar siyah, simsiyah değil mi, asfaltla kaplandığı için, asfalt maddesi de siyahtır. Bak Kuran 1400 sene öncesinde siyah yollara dikkat çekiyor. “İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır”, değil mi insanlarda da sarı ırk ayrı, zenci ırkı ayrı, beyaz ırkı ayrı, evet. “Kulları içinde ise diyor Allah’tan ancak, alim olanlar içleri titreyerek korkar”, yani bilim adamları korkar Allah’tan diyor. Paleontolojiyi bilen, Kuran’ı bilen, arkeolojiyi bilen, biyokimyayı bilen, yani detayları bilen kişiler ancak Allah’tan korkarlar diyor. “Gerçekten Allah’ın kitabını okuyanlar”, yani Kuran’ı okuyanlar, “namazı dosdoğru kılanlar”, 5 vakit muntazam namazlarını kılanlar, “ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler”, böyle bağıra bağıra, “aldın kabul ettin, aldın kabul ettin” değil gizlice, mahçup etmeden veyahut açık da olur ama onun da bir adabı vardır tabii. “Kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler”. Yani bunlara Cenab-ı Allah ecirlerini eksizsizce ödeyeceğim diyor inşaAllah. 33. ayet, “Adn cennetleri onlarındır, oraya girerler. Orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Orada onların elbiseleri ipektendir”, bakın altından bilezikler var. Evrimle olmuyor bu bilezikler. “İncilerler süslenirler”, bu da evrimle olmayacak. “Ve orada onların elbiseleri ipektendir”, bu ipek elbiseler de evrimle olmayacak. Bu evrimci Hocalara ithaf ediyorum. “Derler ki: “bizden hüznü giderip yok eden Allah’a hamdolsun”. Ahirette üzüntü yok. Burada sinek hoplasa insanlar üzülür, her şeye üzülürler. Yüzünde, gözünde bir kızarıklık çıkar üzülür, babasını biraz soluk görür üzülür, yemek istediği gibi gelmez ona üzülür, okulda düşük not alır üzülür, kıyafetine çamur sıçrar üzülür, elbisesinin ütüsü bozulur üzülür, aynaya bakıyor bazen kendini beğenmiyor ona üzülüyor veyahut birisi “nasılsın” diyor ama diyor ki “pek içten söylemedi” diyor ona üzlüyor. “Niye acaba böyle yaptı” diyor. Üzüntüye çok açıktır insan ama müminin üzülmesi haramdır. Üzüntüden kaçacak Müslüman inşaAllah. Oktar Hocam senin anlatacağın var mı bir şey, yoksa Hocam bana soru soracak.

OKTAR BABUNA: Estağfurullah, insan beyniyle ilgili bir iman hakikati uygun olur mu Hocam?

ADNAN OKTAR: Evet.

OKTAR BABUNA: İnsan beyninin çok yüksek bir kapasitesi var. 100 milyar nörondan oluşuyor ortalama ve bu 100 trilyonla 1 katrilyon arasında bağlantı sayısı var. İnsan beyninin hafızası, aldığı bilginin miktarı yaklaşık olarak hesaplandığında, şimdi gösterecek inşaAllah. Bilgisayarların kat kat üstünde Hocam. Yani bu 21. yüzyıl teknolojisiyle üretilen bilgisayarların binlercesine eşit bir bilgi kapasitesi var. 100 milyar nörondan ve yaklaşık 100 trilyonla 1 katrilyon arası bağlantıdan oluşuyor. Hayal bile edilemeyecek kadar kompleks bir yapılanması var. Teknolojik olarak bunu böyle taklit etmek dahi mümkün değil ve en ufak bir karmaşa yok. Her sinir hücresi tam doğru yerle bağlantı yapmış. Şimdi Amerika’da çok büyük bir kütüphane var. Dünyanın en büyük kütüphanesi. Washington’daki Amerikan Kongre Kütüphanesi. 29 milyon kitap var burada. Bunları yanyana dizdiğinizde 800 kilometre oluşturuyor. Bir gram hücredeki DNA’nın içinde 200 trilyon kitaba eşdeğer bilgi var. Bakın dünyanın en büyük kütüphanesinde 29 milyon kitap, bir gram DNA’nın içerisinde 200 trilyon kitaba eşdeğer bilgi var, maşaAllah. İnsanın beyninin de bilgi kapasitesi 16 bin tane Hocam bilgisayara eşitmiş.

ADNAN OKTAR: Kaç?

OKTAR BABUNA: 16 bin.

ADNAN OKTAR: Bilgisayar?

OKTAR BABUNA: Bilgisayara eşdeğer kapasitesi var.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah, o ‘Metintoş’ mu, ‘Metinkoş’ mu, o şu an demek ki aletlerinden kat kat daha fazla. Evet, Bediüzzaman’ın şu açıklamasını sen bir oku.

SUNUCU: Birincisiyle başlıyorum; “fen ve felsefenin etkisiyle ve maddiyun ve tabiiyyun” Darwinizm, materyalizm ve ateizm hastalığı “beşer içine intişar etmesiyle” yani insanlar arasına yayılmasıyla “her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini” yani materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları “tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı delaletten muhafaza etmek” yani iman edenleri sapıklıktan korumak. “Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı” yani kıymetlisi "olan iman-ı tahkikiyi neşr” yani delillere dayalı imanı yaymak “ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak” yani iman edenleri sapkınlıktan korumak. Bak diyor ki, birincisi diyor Said Nursi; “fen ve felsefenin tasallutiyle” yani bilimin güya bilimin, gerçek bilim değil, güya bilimin ve felsefenin Darwinist, materyalist felsefenin, “tasallutiyle”, etkisiyle “ve maddiyun tabiiyyun taunu”, materyalizm, Darwinizm ve ateizm hastalığı, “beşer içinde intişar etmesiyle”, dünyada yayılmasıyla, insanlar arasında yayılmasıyla, “her şeyden evvel”, bak Mehdi (as)’ın birinci görevi, “her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini” yani materyalizm ve Darwinizm ve ateizm gibi ateist akımları “tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır”. İlk yapacağı Mehdi (as)’ın budur diyor. Darwinizm’i, materyalizmi yok edecektir diyor. Said Nursi’nin çünkü Darwinizm’e karşı hiç faaliyeti olmadı. Darwinizm’den hiç bahsetmemiştir. Tamamını Mehdi (as)’a bırakmıştır. Ve en büyük deccaliyet olarak görmüştür Said Nursi. Zaten bir numaralı konu olarak, Hz. Mehdi (as)’ın asıl mücadele ettiği şey deccaldir zaten, deccaliyettir. Hz. Mehdi (as)’ın görevi budu; deccal ile mücadeledir. Deccalin ne olduğunu zaten burada açıklamış oluyor, Darwinizm’dir diyor Said Nursi. Çünkü en ehemmiyetli, Mehdi (as)’ın hücum ettiği şey nedir, deccaldir. Yani Hz. Mehdi (as)’ın görevi bu zaten, deccalle mücadeleye geliyor. İşte deccali burada açıklıyor. “En önemli konu budur” diyor. Yani Hz. Mehdi (as)’ın yapacağı en önemli konu, Darwinizm’i yok etmek. Dolayısıyla deccalin de bu olduğunu anlıyoruz. Emirdağ Lahikası 259; “ümmetin beklediği” ve hepimiz bekliyoruz diyor Said Nursi, “ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi”, üç tane vazifesi var diyor. Buradan devam et Oktar Hocam şimdi, yüksek sesle.

OKTAR BABUNA: “Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı” yani kıymetlisi “olan iman-ı tahkikiyi neşr”, yani delillere dayalı imanı yaymak “ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak” yani iman edenleri sapıklıktan korumak, Sikke-i Tasdik-i Gaybi. Bediüzzaman eserleriyle büyük bir iman hizmeti vermiş, pek çok insanın iman etmesine ve imanda derinleşmesine vesile olmuştur. Ancak Bediüzzaman’ın “tam susturacak bir tarzda” sözleriyle belirttiği materyalizmi tüm dünyada tam anlamıyla etkisiz hale getirme görevi Bediüzzaman tarafından tam anlamıyla yapılmamış, dünya çapında insanların imanını kurtarma görevi Hz. Mehdi (as)’a verilmiştir. Bilindiği gibi materyalizmin kuvvet bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi vefatından, yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkisi giderek artmıştır. Yani Bediüzzaman’ın vefatından sonra da materyalizm propagandası artarak 21. yüzyıla kadar gelmiştir. Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman’ın döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman da “tam susturacak tarzda” sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm’in çöküşüyle birlikte insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi (as)’a verilmiştir. Bediüzzaman’ın bizzat başladığı ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri mücadele Allah’ın izniyle Hz. Mehdi (as) ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.

ADNAN OKTAR: Said Nursi’nin Darwinizm ile ilgili hiçbir konuşması yok. Yani birinci görevi olarak onu belirtiyor ve tam anlamıyla yani mükemmel şekilde çökerteceğini belirtiyor. “İkinci vazifesi” diyor, demek ki öyle bir tane değil vazifesi. Üçüncü vazifesi de var, bunların hepsini yapacak diyor Said Nursi. Peki bunu ayrı ayrı bölenler var mı? Birinci vazifesini bir Mehdi yapacak, ikinci vazifesini ayrı bir Mehdi yapacak, üçüncü vazifesini ayrı bir Mehdi yapacak. Ayrı ayrı Mehdiler yapacak diyor değil mi, başka başka. Bir kere dünyanın öyle bir vakti yok. Yani öyle ayrı ayrı Mehdi gelecek vakit yok. Şu devirden itibaren, Hicri 1431’de miyiz? Hicri 1500’e kadar, 1506, 1507’e kadar inşaAllah. Bu bütün vazifelerin hepsini yapacak Hz. Mehdi (as). Birinci vazife, ikinci vazife, hepsi tarif edilmiş, izah edilmiş. Ayrı ayrı Mehdiler yapacak demiyor Said Nursi. Bu konuda samimi olacaklar, yalan söylemeyecekler, dürüst olsunlar. Ve insanları nasıl kandırıyorlar, bir de onu da ibretle izlesin kardeşlerimiz. Birinci Mehdi, siyasetle ilgilenen Mehdi ayrı, diyanetle ilgilenen Mehdi ayrı, saltanatla ilgilenen Mehdi ayrı diye nasıl yalan söylediklerini bir ibretle dinlemeleri çok önemli. Bunları iyi hafızalarına alsınlar, çünkü Mehdi (as) çıktığında, bu hayret verici bir hatıra olarak dinlenecektir. İnsanları böyle kandırmak çok zordur. Yani bu kandırma gücünü nasıl buluyorlar Said Nursi’nin bu açık izahlarına rağmen, bu çok büyük bir mucizedir. Ki Nur talebeleri çok uyanık insanlar, yani birçoğunu rahat rahat kandırabiliyorlar. Mesela biri çıkıyor, kafasına bir şapka geçiriyor, bir köşeye oturuyor, akıl almaz yalanlarla hakkı tamamen tersyüz edebiliyor, tamamen değiştirebiliyor. Bu ikinci vazifeyi de oku.

OKTAR BABUNA: İnşaAllah, bir de Hocam siz izah etmiştiniz, Mehdi (as) gelip geçti diyenlere de Üstad’ın cevabı verdiğini, hiçbir gelip geçen Mehdilerden hiçbirinin, mücedditlerin, o üç vazifeyi yapmadığı, hatta bir vazifeyi ancak bir cihette yaptıklarını da belirtiyor.

ADNAN OKTAR: Tabii, “hepsi” diyor “bir vazifeyi bir cihette yapmaları itibarıyla, ahir zamanın Büyük Mehdisi unvanını alamamışlardır” diyor. Bak “hepsi bir vazifeyi, bir cihette yapmışlardır” diyor. Mehdi (as), üçünü birden, hepsini birden mükemmel yapacak diyor, devam et.

OKTAR BABUNA: Hz. Mehdi (as)’ın siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü görevleri. Bediüzzaman’ın, Hz. Mehdi (as)’ın ikinci ve üçüncü görevlerinden bahsettiği sözlerinde, Mehdi (as)’ın diyanet Mehdisi olmasının yanında, aynı zamanda siyaset Mehdisi ve saltanat Mehdisi olarak da üç görevi birarada yapacağı açıkça görülmektedir. Bediüzzaman’ın bu konuyu delilleriyle birlikte açıklayan sözlerinden bazıları şöyledir; “o zatın ikinci vazifesi, şeriatı yani Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini icra ve tatbik etmektir”, yani uygulamak ve yerine getirmektir (Sikke-i Tasdik-i Gayb-i). 1. İcra ve tatbik etmek: Bediüzzaman, Hz. Mehdi (as)’ın ikinci vazifesinin, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)’in gerçek sünnetlerini canlandırmak olduğunu belirtmiştir. İcra ve tatbik etmek, uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine getirmek demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle, Hz. Mehdi (as)’ın Kuran ahlakının gerektirdiklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetini, tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da Hz. Mehdi (as)’ın, İslam Birliği’ni oluşturması ve tüm Müslümanların manevi liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir. Hz. Mehdi (as), icra ve tatbik etme görevini nasıl yerine getirecektir, çok açıktır ki, bunun için Hz. Mehdi (as)’ın bu uygulamaları gerçekleştirebilecek bir yetkiye sahip olması gerekmektedir. Bu da Hz. Mehdi (as)’ın, siyaset ve saltanat alanında görev yapacağını, tüm Müslümanlara yönelik idareci bir vasfı olacağnı açıkça ortaya koymaktadır. 2. vazifesi: “Hilafet-i Muhammediye unvanı ile” Peygamberimiz (sav)’in halifesi unvanı ile, “şeair-i İslamiyeyi” yani İslam ahlakının esaslarını, “ihya etmektir”, yeniden canlandırmaktır. “Alem-i İslam’ın vahdetini”, yani İslam aleminin birliğini “nokta-i istinad” yani dayanak noktası yapıp, “beşeriyeti” yani insanlığı, “maddi ve manevi tehlikelerden ve gadab-ı İlahi’den” Allah’ın gazabından “kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı”, dayanak noktası ve “hadimleri”, hizmetkarları “milyonlarla efradı”, fertleri “bulunan ordular lazımdır”. Emirdağ Lahikası, sayfa 259.

ADNAN OKTAR: Evet, benim hayret ettiğim, bu kadar açık olmasına rağmen, bu nasıl bir yetenektir, ama çirkin bir yetenek, bu kadar açık gerçekleri örtbas edebiliyorlar. Ben Nur talebeleri kardeşlerim içinde bunları gördüm, hayretler içinde kalıyorum. Hz. İsa (as)’ın inişini çok açık anlatmasına rağmen, şahıs olarak inecek. Bak diyor ki; “Şahs-ı İsa (as)’ın inişi kati olmakla beraber”, diyor. Yani net söylüyor Said Nursi şahıs olarak ineceğini. Yok diyorlar, şahs-ı manevi olarak inecek Hz. İsa (as) diyorlar. Kardeşim, açık açık söylüyor, bak “Şahs-ı İsa (as)’ın inişi kati olmakla beraber”. Hatta diyor ki Üstad, “gerçekten ölseydi” diyor, “ahiretin en uzak noktasına gitseydi, yine böyle büyük bir vazife için” diyor, “Allah onlara bir ceset giydirip dünyaya indirmesi gayet makul ve zaruridir. Ki vaat etmiştir” diyor, “Allah elbette vaadini yerine getirecektir” diyor. Şahıs olarak gelecek diyor, yok diyorlar şahs-ı manevi. Daha da olmazsa, biz geldi gömdük diyorlar Hz. İsa (as)’ı. Ağabeyler vardı diyorlar, Barla’da mı, Isparta’da mı bir yerde gömdük diyorlar Hz. İsa (as)’ı. Kardeşim, ne gerek bu yalanlara? İman edemiyorsan, arkadaşım dersin benim imanım zayıf, bana dua edin inşaAllah, imanım güçlensin dersin. Reddetmeye ne gerek var, niye reddediyorsun? Bak biri geldi gömdük diyor, biri de şahs-ı manevi gelmeyecek diyor. Bunu söyleyen, koskoca alimler var. Ben ismini versem hayretler içinde kalırsınız. Okudum kitabını, alenen şahs-ı manevidir diyor. Hatta Said Nursi’nin diyor, şahıs olarak inecek demesi diyor, Müslümanlara karşı saygısından dolayı, nezaketen söylemiştir diyor. Onları rencide etmemek için söylemiştir diyor, yoksa tabii ki şahs-ı manevi olarak inecektir. Şahıs olarak iner mi Hz. İsa (as) diyor. Bu, çok büyük bir vicdansızlıktır. Kuran ayetlerinde Allah inecek diyor, hadisler Buhari, Muslim, Tırmizi, İbn-i Mace, Sünnen-i Davut, Sünnen-i Nesei hepsinde inecek diyor şahıs olarak. Yok diyor, Üstad da taktik yapmıştır diyor, öyle usulen söylemişlerdir. Sen Üstad adına nasıl yalan söylersin? Üstad’ı nasıl yalancılıkla itham edersin? Ve alimim diyor bunu diyen insan. Bunlar mutlaka düzenlenmesi ve düzeltilmesi gereken izahlar. Tevbe istiğfar etmeleri lazım. Çok büyük vicdansızlık.

OKTAR BABUNA: Hem Üstad’ı itham etmiş oluyorlar, hem Peygamberimiz (sav)’i itham etmiş oluyorlar.

ADNAN OKTAR: Tabii, bak diyor ki, Müslümanlara diyor nezaket göstermiştir diyor Üstad. Yani onları rencide etmemek için onların inançlarına saygı göstermiş, usulen inecek demiştir diyor. Kardeşim niye böyle bir ifadeye gerek duysun? Diyor ki bak, “gerçekten ölseydi” diyor, “Ahiretin en uzak köşesine gitseydi” diyor, “yine” diyor, “bu olay için Allah ona bir ceset giydirip indirmesi Cenab-ı Allah’ın gücü dahilindedir” diyor. “Ve vaat etmiştir, elbette vaadini yerine getirecektir” diyor ve “Muhbir-i Sadık’tan da rivayet var” diyor. Açık ve Kuran ayetleri var. Bütün bunlara rağmen, bu nasıl bir taktik olarak gösterirsin. O zaman adam da der ki, cennet-cehennemi de taktik olarak söyledi diyecek. O zaman bu Allah’a da (haşa) öyle diyecek. Allah’a da öyle dedi diyecek. Olur mu böyle şey? Üstad adına bu şekilde bir üslup, yani çok çılgınca ve akıl alacak gibi değil. Bu oyuna, bütün Müslümanlar çok dikkatli olsunlar. Nur talebesi kardeşlerimiz de dikkatli olsunlar. Hz. Mehdi (as) şahıstır, çok açık belirtilmiştir. Hz. İsa (as) şahıstır ve İslam ahlakı bütün dünyaya hakim olacaktır Hz. İsa (as) zamanında. İki tane Kuran ayeti var. Herkes iman edecek Hz. İsa (as) geldiğinde. Museviler, Hıristiyanlar herkes Müslüman olacak. Müslüman olmayacak kimse kalmayacak. “Sana inananları” diyor, şeytandan Allah’a sığınırım, “Kıyamet’e kadar küfrün üzerine geçireceğim” diyor Allah. Yani bir dünya hakimiyeti vereceğim diyor, bir. İkincisi de “Ehl-i Kitap’tan, ona inanmadık hiçbir fert kalmayacak” diyor Allah. Herkes iman edecek diyor Ehl-i Kitab’ın, ölmeden önce. Bu iki ayetten çok açık, sabit.

OKTAR BABUNA: Bir de siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, siz hep onu da söylüyorsunuz, “Kıyamet için de bir alamettir” diyor inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet, Hz. İsa (as)’ın gelişi, “Kıyamet için bir alamettir”. Biz aslında Risale-i Nur Külliyatı’ndan bu konuları, her derste bir tanesini anlatsak çok iyi olur. Teker teker, mesela bugün bunu anlatalım. Bir dahaki sefere bir başkasını anlatalım. Bu yalana artık bir son verelim. Yani şahs-ı manevidir, Hz. Mehdi (as) gelmeyecektir yalanına bir son verelim. Üstad açıkça söylüyor, “1400 sene sonra gelecek bir hakikate asırlarında karip zanetmişlerdir” diyor. Ve bak, benden diyor, bir yüzyıl sonra gelecek Mehdi (as) diyor, net tarih veriyor. Kendisi 1300 ylında gelmiş, 1400’de gelecek diyor, bir yüzyıl sonra. Ebcedlerle tarif ediyor, diğer izahlarla anlatıyor. Her yerinde Risale-i Nur’da biz buna rastlıyoruz. Dolayısıyla bu konu örtbas edilecek bir konu değildir, ahir zamanın en büyük konusudur; Hz. İsa (as)’ın inişi ve Mehdi (as)’ın çıkışı, dev bir olaydır. Bunu örtbas etmeye ne gerek var kardeşim. Bir kısmı da diyor ki, Mehdiyet açılırsa fitne olur açmayalım. Sana ne fitnesinden, fitneyi kaldıracak olan Allah, sen söyle, olur mu? O da bir taktik. Diyorlar ki, “Mehdi (as) gelecek, biz de biliyoruz” diyorlar. Ben görüştüm, “Mehdi (as) tabii ki çıkacak” diyorlar. Nur talebesi ağabeylerle görüştük, görüştüm ben. Mehdi (as) tabii gelecek, ama gündeme getirirsek fitne olur diyorlar. Kardeşim fitne çıkaracak adamın eti ne budu ne yani? Mehdiyet bu kadar güçsüz bir olay mı da, fitneyle dengesi bozulsun. Elinden geleni ardına koymasın zaten adam, böyle bir konu yok ki. Mehdiyet, eze eze, söke söke İslam ahlakını dünyaya hakim edecektir. Mehdiyet öyle, yani kağıt külü gibi güçsüz bir hareket değildir ki. Ve belirli şartlara bağlı bir hareket de değildir. Zaten olmuş bitmiş bir harekettir, kimse durduramaz. Ne İstanbul’da zuhur edecek o yobaz durdurabilecektir, bak İmam-ı Rabbani diyor, karşı çıkacak diyor. Hatta birçok ulema ve alimin karşı çıkacağını Muhittin Arabi Hazretleri söylüyor. Bütün bunlara rağmen, Hz. Mehdi (as) galip olacaktır. deccale rağmen, ateist masonlara rağmen, iddia edilen Ergenekon örgütüne rağmen yine hakim olacaktır, inşaAllah.

OKTAR BABUNA: Hocam maşaAllah. Dünyada da çok büyük bir değişiklik oluyor. Söyledikleriniz, her biri birer birer çıkıyor. Vizeler kalkıyor, Türk İslam Birliği’ne doğru muazzam bir yükseliş var. Mehdiyet de dünyada bir numaralı konu haline geldi elhamdülillah.

ADNAN OKTAR: Kardeşim, zaten bu paniğin sebebi o. Önüne gelen Mehdi (as) gelmeyecek diyor. Niye panik oluyorsunuz kardeşim? Anladık gelmiyecekse, ama bu telaş niye? Bu telaş, Mehdi (as)’ın geldiğini gösteriyor, inşaAllah.

SUNUCU: Çok teşekkür ederiz Hocam yine tüm izleyicilerimiz, dinleyicilerimiz adına. Çok sağ olun, ağzınıza sağlık.

ADNAN OKTAR: Senin de ağzına sağlık.