Sohbet -1213 Ocak 2010

SUNUCU: İyi akşamlar, sayın izleyicilerimiz ve dinleyicilerimiz. Yanımda değerli birbirinden kıymetli konuklarım var. Beyin Cerrahı Sayın Oktar Babuna, bütün dünyada kitapları ile büyük ilgi gören Sayın Adnan Oktar.

SUNUCU: Hoş geldiniz öncelikle.

ADNAN OKTAR: Hoş bulduk. Sen de hoş geldin.

SUNUCU: Nasıl başlayalım Hocam?

ADNAN OKTAR: Nasıl başlayalım? Atatürkümüz’den başlayalım.

OKTAR BABUNA: İnşaAllah Hocam, çok iyi olur.

ADNAN OKTAR: Atatürk’ü değil mi sevmek, anlamak çok önemli. Bazı kişiler Atatürk’ü tam anlayamıyorlar. Anlayamadıkları içinde olumsuz tavırlar içinde oluyorlar. Onun için Atatürk’ü güzel anlatırsak, daha iyi anlatırsak, daha iyi akılcı bir bakış açısı elde eder insanların bir kısmı umarız. Sen şu Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi’ni oku bakalım bir güzel.

SUNUCU: “Atatürk’ün din konusundaki samimiyetini ve dinine olan bağlılığını ortaya koyan diğer bir tarihi delil de onun çıktığı bir yurt gezisi sırasında Balıkesir’de vermiş olduğu hutbedir. Atatürk bu hutbeyi 7 Şubat 1923 tarihinde Zağnos Paşa Camii’nde vermiştir. “Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerimize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kuran-ı Azimüşşan’daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Haktır. Arkadaşlar, Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın Evi idi. Millet işlerini, Allah’ın Evi’nde yapardı. Efendiler, camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni tek başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte bizim burada dünya için istikbal ve istiklalimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, tüm millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkartmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim. Efendiler. Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım manalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi. Gerek Peygamber Efendimiz (sav) gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber (sav)’in gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır. İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi. Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruları söylemesi ve halkı aydınlatması. Halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın herhalde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene TBMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: 'Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin, siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır.”

ADNAN OKTAR: Oktar Hocam, var mı senin anlatmak istediğin bir şey?

OKTAR BABUNA: Atatürk’ün sözleri var Hocam, dinle ilgili. Ayrıca bir de siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, İsrail’le bir gerginlik oldu. O konuda herkes sizin yorumunuzu bekliyor aslında.

ADNAN OKTAR: O konuyu ben şöyle açıklayayım. Bir kere orada Büyükelçimiz’e yapılan hareket saygıya uygun değil ve çocukça. Nitekim de İsrail özür diledi. Bu çok güzel, olgun bir tavır. Bir daha özür diledi bu da çok olgun bir tavır. İsrail ile Türklerin arasını açmak istiyorlar. Biz Musevi kardeşlerimizi seviyoruz. Onlar Ehl-i Kitap’tır. Hz. İbrahim (as)’ın soyu Peygamber neslidir. O insanların biz tüyüne zarar getirtmeyiz. Ama Filistin’deki tertemiz kardeşlerimizin de tüyüne zarar getirtmeyiz. Burada bir karmaşa var. Bunu mutlaka düzelteceğiz. Bunu düzenleyeceğiz. Bu pazar bana İsrail’den büyük kalabalık bir heyet geliyor. Hem resmi görevli şahıslar gelecek hem çeşitli dini kuruluşların temsilcilerinden gelenler var. Evanjeliklerin lideri gelecek. Ondan sonra haham. Musevi grupların liderleri gelecekler. İşte burada canlı yayına çıkaracağım. Bir de İsrail’de kaçırılan bir asker var. Sevimli bir şey. Onun babası da geliyor. Benim aracı olmamı istiyor. İnşaAllah aracı oluruz. Biz istiyoruz ki ne Filistin’deki tutsaklar kalsın, İsrail’deki bütün hapishaneler boşalsın. Filistinli kardeşlerimiz özgür bırakılsın. O çocuğu da mutlaka bıraktıracağım, Allah’ın izniyle. Onu annesine babasına kavuşturacağız Allah’ın izniyle. Filistin cezaevinde de kadın, çocuk kimseyi bıraktırmayacağız. Bu da gereksiz. Çok anlamsız, manasız. Siyasi tutuklu bir kere kalmayacak. Ama adi suçlu varsa bu tabii makul.Yani cinayet işlemiş, yatacak cezası ne ise. Adam yaralamış, yatacak. Başka adi suçlar olur, onun cezasını görür. O ayrı mesele. Ama siyasi suç. Siyasi suç derken; bir şey yapmamış sadece tahmin üzerine alıp gözaltına alınmış, hapsedilmiş. Bunlar olmaz. Yani muhtemel potansiyel suç işleyecek adam gözüyle bakılması ve yahut falanca örgüte üye olma ihtimali üzerine bunlar olmaz. Heyet normalde çok kalabalık. Bakalım nasıl yapacağız, inşaAllah. Kendi evimizde ağırlayacağız. İnşaAllah. Bütün dini liderler geliyor. Yani hemen hemen her gurubun dini lideri geliyor. Bir de İsrail kabinesinden de resmi bir görevli geliyor. İsmini vermeyeceğim, geldiğinde görürsünüz inşaAllah.

OKTAR BABUNA: İsrail’de fikirleriniz hakikaten çok itibar görüyor. MaşaAllah. Hem çok seviliyorsunuz.

ADNAN OKTAR: İsrail’de ateizm ile mücadele etmeliyiz. Ben Hz. İbrahim (as)’ın çocuklarını, İbrahim evlatlarını ateistlerin, Darwinistlerin eline vermem. Onların dinsiz olmasına müsaade etmem ve nitekim de etmedik. İbranice Darwinizm’i eleştiren Evrim Aldatmacası kitabını İsrail’de bastık. Burada bastık. İbraniceye çevirdik ve İsrail’e dağıttık. Hem satışı yapılıyor, ücretsiz de dağıttık. Ayrıca satışa da sunuldu. Konferans da verdik İsrail’de, defalarca konferans verdik. Atlaslar verdik. İsrailli öğrenciler bizim eve geldi. Biz ağırladık kerataları. Yerlere oturdular kalabalık ordu gibi. Yediler içtiler kendi evleri gibi. Normalde çok çekinirler. Yani diğer şey olsa bayağı çekinirler, zırh giyerek yanlarına gidiyorlar. Zırhlı arabalarla geliyorlar. Bizde kendi evlerinden daha emindeler. Daha rahatlar. Mutfağa gidiyorlar, yerlere oturdular, süper rahatlar.

OKTAR BABUNA: Tekrar gelmek istiyorlar.

ADNAN OKTAR: Tekrar gelmek istiyorlar. Kızlı erkekli çok kalabalık. Aileleriyle gelmek istiyorlar. Çok da sevimli İsrailli kızlar, çok güzeller, sevimliler. Tombik tombik arkadaşları da var kerataların sevimli. Bayağı da neşeliydiler. Yani özetle Hz. İbrahim (as)’ın neslini yok etmeye yönelik her harekete şiddetle karşı oluruz. Çünkü Kuran’da Ben-i İsrail çok uzun anlatılmıştır. Çok önemli bir olaydır Ben-i İsrail. Ama Filistin’deki benim mazlum kardeşlerimin de tüyüne dokundurtmam. Kılına tüyüne dokundurtmam. EvelAllah bunu çözeceğiz. Bu fitne yatışacak inşaAllah. O olay da suni meydana getirildi. Yok işte yüksek sandalye, alçak sandalye. Bunlar çocukça hareketler yani ne alaka şimdi benim sandalyem 10 santim yüksek olsa, öbürünün 10 santim yüksek olsa, şu konu mu yani? Bu çok acayip bir şey. Yalnız tabii ben Büyükelçimiz’in orada biraz tedbirsiz olduğunu gördüm. Mesela içeri girdin, Türk bayrağı yok. Denir, kardeşim rica edeyim şuraya Türk bayrağını getirin koyun dersin. Mesela İbranice bilmeden niye gidersin? Mesela baktın hava elektrikli ona göre insan bir üslup geliştirebilir, falan yani her yönden anlaşılır bu. Hayır tolare edilir. Mesela münasebetsiz, densiz insanlara karşı insan hakikaten anlayışlı davranabilir. Ama ıslah etme imkanı varsa, terbiye etmek amacındaysa, eğitecekse vahşi bir adama yani saygıya uygun hareket etmeyen bir adama karşı özenli davranabilirsin. Güzel örnek olarak sabredersin, ona anlatırsın güzel ahlakı, yaşayarak hissettirirsin. Onun kütlüğünü kırmaya çalışırsın. Ama burada bu adamlar yetişmiş insanlar dolayısıyla adabı edebi, nezaketi biliyorlar. Bilmesine rağmen bunu yapmaları yakışık almaz. Ama bundan büyütüp yani böyle hani Türkiye-İsrail işte son bomba bu, öyle bir konu yok. Biz İsrail’i hiç kimsenin eline vermeyiz. Yani onlar bizim yed-i emanımızda. Allah bize emanet etti onları. Yani Kıyamet’e kadar tüylerine dokundurtmayız. İnşaAllah. Gönülleri de çok rahat olsun. Yani İran konusunda da gereksiz tedirgin oluyorlar. İsrail’e atom bombası atan adamın başına biz gök kubbeyi çökertiriz. İsrail’e hiç kimse atom bombası falan atamaz. İran zaten yapmaz bunu. Müslüman insanlar. Allah’tan korkar, ne alakası var? Haramdır. Ben onu söyledim. İran resmi açıklama yaptı sonra arkasından “haramdır” diye. Mehdi (as) gelecek dedim, Hürriyet gazetesinde sürmanşet 1. haber olarak çıktı “Mehdi (as) geliyor” diye, İran’lılar resmi açıklama yaptılar. Yani aynı benim söylediğim. 1 hafta sonra benim söylememden 15 gün sonra açıkladılar. Dolayısıyla İran’ın böyle tehlikeli, riskli, çılgınca bir hareketi yapmasını beklemek İsrail’e yakışmaz yani ben garanti veriyorum. Asla böyle bir şey olmaz. Eğer bana güveniyorlarsa, beni seviyorlarsa. Böyle bir şey olmaz. Yani ne, ne mümkün böyle bir şey. Bir de ayrıca Mehdi (as) devrindeyiz, Mehdi (as) zamanında kan akmayacak. Damla kan akmayacak. Ben bunu anlattım, Ahmedinejad gitti Amerika’da bunu açık açık anlattı. Birleşmiş Milletler’de mi açıklamıştı bunu?

OKTAR BABUNA: Evet Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tam hatırlamıyorum. Bak “Mehdi (as)” dedi “kan akıtmayacak, uyuyan kişiyi uyandırmayacak”, özetle. Yani Mehdi (as) devrinde barış olacak, bütün silahlar kalkacak, dedi. Ahmedinejad bunu söylüyor. Ama Ahmedinejad yalan söylemiyor. Bu ehli sünnet kaynaklarında, Şii kaynaklarında var olan bir gerçek bu. Yapamazlar öyle bir şeyi.

OKTAR BABUNA: Siz söylemiştiniz Hocam 3 Ekim 2008 tarihinde, mesela Danimarka Televizyonunda 16 Aralık 2009’da Ahmedinejad söylüyor. “Atom bombasının kötü bir şey olduğunu düşünüyoruz. Atom bombası ne için kullanılır? Başkalarını öldürmek için. Biz insanların öldürülmesine karşıyız.” Aynısını söylediniz Hocam. Haram da dedi.

ADNAN OKTAR: Evet. Bir de İslam’da kan akıtmak yoktur, dedi. İslam ahlakı dünyaya hakim olacak, Mehdi (as) çıkacak, Hz. İsa Mesih (as) inecek dedi. Açık açık söyledi. Dolayısıyla bundan sonra barış çağı, kardeşlik çağı ve sevgi çağıdır. Bundan sonra o tip bir şeyi beklemesinler.

SUNUCU: Atatürk dua mı ediyordu?

ADNAN OKTAR: Atatürkümüz çok dindardır. Namaz kılıyordu Atatürk mesela bilmezler.

SUNUCU: Ben de bilmiyordum.

ADNAN OKTAR: Tabii Atatürk bak, senin demin okuduğun hutbeydi. Hutbe yani, imamlar camiye çıkıyor ya cuma namazında, hutbeye çıkmıştır hutbe okumuştur. Yani namazı, Kuran’ı çok iyi bilen bir insandır Atatürk.

SUNUCU: Neden o zaman hiç öyle, o yönünden bahsetmiyorlar ki bize acaba?

ADNAN OKTAR: İşlerine gelmiyor da onun için. Tam Müslüman evladıdır. Türk İslam Birliği’ni savunmuştur, gerçek Türk milliyetçisidir. Anti komünisttir. Mesela diyor ki, “Beyler” diyor, “şurası unutulmamalıdır ki, Türk milletinin diyor en büyük düşmanı komünistliktir. Behemehal” diyor yani her durumda, “her görüldüğü yerde ezilmelidir” diyor. Ankara’da Kurtuluş Lisesinin önüne koymuşlardı bizim lisenin önüne. Komünistler kurşunlamışlardı, cam çerçeve aşağıya inmişti. Ertesi gün yine yeniden yazmışlardı. İşlerine gelmiyor bak. Niye kurşunluyor ? İşine gelmediği için tabii ki. “Allah Birdir, Şanı büyüktür” diyor, “Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun.” “Allah Bir” diyor bak “Şanı büyüktür” diyor. Materyalizme karşıydı Atatürk. Ama Atatürk’ün üstünde muazzam bir mahalle baskısı vardı, ateist masonlar tarafından, dinsizler tarafından, komünistler tarafından. Buna rağmen aslan gibi imanını muhafaza etti ve onlara karşı tavrını koydu. Mason localarını da kapattı. Hiçbirine taviz vermedi asla. Mesela içki konusunda da Atatürk’ün içkiden dolayı rahatsızlandığı söylenir. Bakılıyor dolabına; her yer kinin. Gece gündüz kinin vermişler yanlış teşhis üzerine. Karaciğeri müthiş tahrip eden bir şeydir kinin. Dolayısıyla karaciğerini tahrip ettiler Atatürk’ün. Sonra diyor manevi kızına “beni” diyor “hasta ettiler” diyor, “ilaçla” diyor. Yani kininle karaciğerini iflas ettirdiler Atatürk’ün. Yani benim gördüğüm şehit ettiler. Öyle görünüyor.

SUNUCU: Sirozdan öldü diye...

ADNAN OKTAR: Siroz işte karaciğeri perişan ettiler de onun için.

OKTAR BABUNA: Karaciğer yetmezliği yani siroz olduğuna dair bir otopsi falan yok. Onu söylüyorlar sadece. Dediğiniz gibi karaciğer yetmezliği.

ADNAN OKTAR: Bak, Atatürk’ün Günlüğünden Notlar. Oku bakayım şu üç notu, buradan anlayacaksın.

SUNUCU: “9 Mart 1922, Perşembe - Sivrihisar. Saat 8'e doğru (akşam) İsmet Paşa geldi. Evvela yemek. Yemekten sonra 10 Mart için program kararlaştırıldı. Siyasi durum hakkında bilgi verdim. Ondan sonra hafıza Kuran okuttum. 10 Mart 1922, Cuma - Aziziye Saat 5, Aziziye. Yorgunluk hissettim. Bir saat kadar uyudum. Sonra vücudumu süngerle sildim. Yeterli istirahat etmiştim. İsmet, Yakup Şevki ve Selahattin Paşalar gelmişlerdi. Beraber yemek yedik. Bazı telgraflar gelmişti, gördüm. Hafıza Kuran okuttum. Sonra saat 10'da gittiler. Benim notlarımı yazıyorum. Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım. Yarınki planımız üç tümenin teftişidir. 17 Mart Cuma - Akşehir Tayyare bölüğünü teftiş. Fazıl Bey ve diğer bir pilot uçtu. Fransızlardan alınan 14 tayyare Adana'ya gelmişti. İki tayyare uçurmak istedik. Motorları işletmek güç oldu. Biri uçabildi. Karargaha dönüş. Saat 8'e kadar yalnız kaldım. Mustafa Abdülhalik Bey geldi. Hafıza Kuran okuttuk. İsmet Paşa da geldi. Yemekten sonra gittiler.”

ADNAN OKTAR: Bak görüyor musun? Her gün Kuran okutuyor. Bak şunu da, bakayım Atatürk’ün şu sözlerini şu iki sözünü.

SUNUCU: “Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu, elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür. Onun hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslüman’la mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir Meydan Muharebesi'nde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir. Onun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. Bence, dinsizim diyen mutlaka dindardır. İnsanın dinsiz olmasının imkanı yoktur. Dinsiz kimse olmaz. Bütün dünyanın müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”

ADNAN OKTAR: Bunu diyen bir insan, yani sende ne imaj meydana getiriyor?

OKTAR BABUNA: Son derece dindar, iyi bir müslüman Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Bakın bütün dünyanın Müslümanları diyor, Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in gösterdiği yolu takip etmeli. Ne demek bu? Ne anlıyorsun? Hz. Muhammed (sav)’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Peygambere tam uyalım, diyor. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed (sav)’i örnek almalı, diyor. Bak, Muhammed (sav)’i örnek alın, diyor. Ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini, bak İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli diyor. Yani bir kısmını değil, hepsini yerine getirmeli diyor. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler diyor. (Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya F. Yayını, 1979, s.70-71.). Resmi devlet yayını. Yani artık olmuş bir kere de biz Atatürk zamanında olacaktık da o kinin kutularını yuttururdum ben o adamlara yani.

SUNUCU: Neden bize Atatürk’ün dindar olduğunu söylemediler o zaman?

ADNAN OKTAR: İşlerine gelmiyor, işlerine gelmiyor. Ateist adam yani bir şeye ihtiyacı var, sırtını dayayacak bir yere ihtiyacı var. Oyun oynadılar. Bir kere Türk Birliği’ni şiddetle savunan bir insandır Atatürk, bütün Türk aleminin birleşmesini ister. İslam aleminin de Türkler lideri olsun, diyor. Bu ne demektir biliyor musun; Türk İslam Birliği demektir. Tam anlamıyla milliyetçiydi ve tam anlamıyla dindardı.

OKTAR BABUNA: Siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, açılmayan vasiyeti var, siz söylemiştiniz Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah, vasiyeti açıldığında daha iyi anlayacaksınız inşaAllah. Şu iki konuşmayı da oku.

SUNUCU: “Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel, kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Fahr-i alem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslam dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek katına erişti. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hakk tarafından insanlara dini gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Anayasası hepimizce bilinir ki şanı büyük olan Yüce Kuran’daki naslardır. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir.”

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Atatürk kendi zamanında müthiş bir mahalle baskısı gördü. Daha hala devam eder mahalle baskısı. Mesela dindar bir genç kız oluyor, “ya” diyor açıyor arkadaşı, “duydum” diyor “Kuran okuyormuşsun sen”, yahut “namaz kılıyormuşsun, doğru mu ya” diyor, “böyle şeylerde mi var sende” diyor. “Olur mu, arkadaşım” diyor, “ne alakası var” diyor. Mesela bak öbür taraf da dindar, o da dindar ama. “Olur mu” diyor, “niçin öyle bir şey yapayım ki” diyor. “Ne bileyim, öyle duydum da” diyor. İki taraf da dindar, o da ateist havası veriyor kendine, o da ateist havası veriyor ve birbirlerini eziyorlar. Toplumda çok yaygın, senin hiç ummadığın insanlar dindar aslında.

SUNUCU: Niye ateist olmak çok mu bir şeymiş yani?

ADNAN OKTAR: Canım ateist olmak, adam gerçek inancını savunsa tamam ama, değil. Olmadığı halde ateistlikle hava atıyor. Yani onunla etrafına kendince sükse yapıyor. Yani aşağılık kompleksi var, eziklik var. O aşağılık kompleksini ezemiyor. Yani dindar olunca alay edilir korkusuyla “ben de ateistim” diyor. İşte yahut Hinduyum diyor, yahut Budistim diyor, hava olsun. Yahut Hırisiyanım diyor, hiç inanmıyor halbuki. Ne Hıristiyan ne Budist, var ya bizde öyle tipler. Tabii mesela diyor ki, “ben Hıristiyan oldum”, “aaa” diyor bütün millet şok oluyor böyle. İnan bana sırf züppelik olsun diye yapıyor, yani sırf züppelik başka bir şey değil. Ne Hıristiyan, ne de Müslüman. Biraz sonra bakıyorsun, “ya arkadaş” diyor “ben” diyor “Budist oldum” diyor. Bir şok daha, “ya, ne modern adam” falan diyorlar. Avanak tipler de hayran oluyor. Adam diyor baksana, “ne kadar özgür adam” diyor. “Yeni bir fikir daha geliştirdi” diyor. Bu sefer daha da havalı, bu sefer “varoluşçuyum ben” diyor. “Vay” diyorlar böyle, “adama bak sen ya” diyorlar. Dinden felsefeye, felsefeden dine. Mesela “egzistansiyalistim” diyor böyle havalı falan. “Vay” diyorlar yine böyle Fransızca falan muazzam bir şeyle. Bunların hep kökeninde aşağılık kompleksi ve eziklik var. Halbuki kökeninde normal Allah’a inanıyor bu insanlar, yani samimi olarak inanıyorlar, dine de inanıyorlar. Yani inanmamaları mümkün değil. Ama züppelik de ayrı bir felsefedir yani kurtalamıyor ondan, yakasını kurtaramıyor, illa ki hava atacak. Çünkü etrafındaki arkadaşlarına bakıyor; züppe, alaycı, böyle kaşı gözü her tarafı oynuyor ağzı burnu, dedikoducu. Ondan sonra böyle aşağılık kompleksiyle karışık büyüklük kompleksi var. Çünkü aşağılık kompleksi olanlarda büyüklük kompleksi de oluyor, ikisi birlikte olur. Bakıyor kalleş, oyuncu, vefasız, tuzakçı. Ne yapacak, o da ona karşı aynı stili geliştiriyor. O da kalleş oluyor, o da oyuncu, o da züppe, o da oynak, o da böyle saygısız, küstah görünüyor. Ve böylece kendisiyle alay edilmesini engellemiş oluyor. Yani bloke etmiş oluyor onu. Çünkü onun küstahlığına karşı o saygılı olsa, ezilecek kendi kafasına göre, onun vefasızlığına karşı vefalı olsa yine ezilecek, onun züppeliğine karşı efendi olsa yine ezilecek, onun dinsiz, ateistliğine karşı dindar olsa yine ezilecek. Çözüm ne, o pis silaha pis silahla karşılık veriyor. Yani pisliğe pislikle karşılık veriyor. Yani bunu bir savunma metodu olarak geliştiriyorlar. Bu ciddi bir sorundur toplumda. Mesela liselerde, üniversitelerde, sokaklarda. Mesela gençler toplanırlar yazın, mesela plajda, mesela gitar çalıyor falan böyle, kimi züppelik yapıyor, kimini taklit ediyor falan bira şişeleri ellerinde falan böyle, abili mabili konuşmak. Şimdi oraya efendi bir insanın gittiğini düşün, nezaketli, saygılı hemen ezmeye kalkarlar. Çözüm ne onun açısından, züppe olması.

SUNUCU: Süt çocuğu derler hatta.

ADNAN OKTAR: Süt çocuğu denmemesi için, iyi aile çocuğu denmemesi için ne yapıyor? Kendini çakal gösteriyor. İt gösteriyor, yırtık gösteriyor, ağzı bozuk gösteriyor. Mesela küfrediyor, mesela argo konuşuyor, sakızı şişiriyor patlatıyor falan. Ya adam ne züppe diyorlar, tam bizimle arkadaş olacak gibi diyorlar, biz yanlış anlamışız çocuğu ya diyorlar, çocuk tam bizdenmiş diyorlar. Kafaymış diyor çocuk. Ya biz ne bilelim, biz de zannettik muhafazakar aile falan olunca yanlış anladık. Fakat tamam diyor şimdi olaylar. Hatta bir kısım muhafazakar aileler de çocuğu öyle züppe ve dinsiz olunca daha onur duyuyor. Daha insanlar içinde itibarlı oluyor. Bizim çocuk diyor namaz kılmaz diyor, mesela satanisttir diyor falan. Oo falan diyorlar, şöyle bir gidip geliyor millet, o da onların süksesi oluyor. Yani insan zayıf yaratılmıştır. Yani psikolojisi çok zayıftır, direnemez. Mesela ben lisedeyken bizim arkadaşlarımızın hepsi işte klasik lise talebesi, ben hep yalnızdım lisede. Yani benim kendi bir inancım vardı, dindardım, onu ısrarla savunurdum. Alay eden de olurdu bilmem ne, hiç takmadım. Akademide de öyle mesela, Akademiye ilk gelmiştim, komünistler toplanmışlar böyle yeşil parkalarla falan, bir girdik içlerine böyle bütün etrafım komünist dolu. Ya dediler şu sakallıya baksana falan dediler, sakallı bu da falan dediler. Ben onu gözüme kestirdim mesela, anladım gördüm, fakat anlamazdan geldim. Sonra gittim saatiniz kaç falan dedim, acayip utandı böyle, şaşırdı böyle bir toparlanamadı falan. Ben Akademiyi 3.lükle kazanmıştım. Bir de ondan da şok oldular. Yani resimde Hoca geldi baktı, “resim bu” dedi. Acayip, fotoğraf gibi yapıyordum resmi. Yani fotoğraftan farkı yok böyle o derece. Kalıp gibi çıkarıyordum resmi. Öyle Hocaların biri gidip biri geliyordu böyle.

OKTAR BABUNA: Resimlerinizi gördük, ben biliyorum Hocam maşaAllah çok güzel.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Benim hem modern hem de dindar olmam onlarda şok meydana getirmişti Akademide. Normalde dindar arkadaşlar kendilerini tamamen gizliyorlardı. Bir tanesi vardı öyle Beyoğlu’nda gitmiş cuma namazı kılmış gizlice. Kapıda beklemişler bunu, komaya sokmuşlardı böyle feci şekilde dövmüşlerdi. Ben göğsümü gere gere diyordum, arkadaş ben cuma namazına gidiyorum, teşekkür ederim, açar mısınız şu yolu diyordum. Öğrenci barikatlarını aşıp geçiyordum. Okul işgal ediliyor, ben işgaldeki barikatları aşıp gidiyordum, namaza gidiyorum ben Cuma’ya diyordum gidiyordum. Yani aşağılık kompleksi çok berbat bir şeydir. Züppeliğe züppelikle, itliğe itlikle, küstahlığa küstahlıkla karşılık verilmez. İnsanda bir onur haysiyet vardır, kişilik vardır. Eze eze söke söke inancını anlatırsın. Mesela herkes Darwinist’ti okulda. Böyle azı dişini söker gibi söktük ve onlar diz çöktüler karşımızda. Bak, onlar bize diz çöktürmek istiyorlardı, ben toptan hepsine birden diz çöktürdüm. Asla taviz vermedim, asla yani. Akademideki arkadaşların hepsi bilirler. Biliyorlar, kendileri de anlatıyorlar tabii. Yani çok şey ortam vardı. Ama inancımdan asla taviz vermiyordum.

OKTAR BABUNA: Ki ölümle tehdit ediyorlardı sizi Hocam o dönemlerde, ona rağmen, maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet, evet inşaAllah. Gerçek Müslüman böyle olur. Mesela halen de öyle, hapisle de tehdit ediyorlar, tımarhanesi, bilmem nesi falan bana vız gelir tırıs gider. En fazla şehit ederler, o da tam aradığımız zaten, inşaAllah. Mesela şeyde de, Emniyete girerken kolumu yukarı kaldırmıştım böyle, bu şekilde, kelepçeyi göstermek için. Millet kelepçeyi gizliyor ya böyle çantayla, paltoyla falan bir şeyler yapıyorlar, altlara sokuyorlar falan. Kardeşim, kelepçe nurdur Müslüman için ve iftihar ederim. Ahirette o benim için altın. Bir güzellik olacak inşaAllah, sevap olacak. Ben onu niye gizleyeyim? O benim onurum yani. Kelepçe; “selamun aleykum, gel gidiyoruz”, o kadar basit yani. Yani bir gerekçe gerekmiyor ki. Daha önce de ben defalarca göz altına alınmıştım.

OKTAR BABUNA: Fikren baş edemedikleri için, zorlamaya baş vuruyorlar, ama hiçbirisi sökmedi Hocam.

ADNAN OKTAR: EvelAllah. Sonra arkadan kelepçelediler bu sefer elimi kaldırmayayım diye. Bir de kemiğe de iyice oturttular böyle, yani canımı yaksın gibisinden. Oh dedim, elhamdülillah dedim. Öyle deyince, Hocam dediler, seni biz anlamıyoruz falan dediler. Yolda, evden aldılar bizi götürüyorlardı ekip arabasında; Hocam dediler, şimdi seni götürüyoruz dediler, Allah bilir dediler, deprem olacak dediler. Yani seni götürüyoruz ama, böyle olacağını tahmin ediyoruz dediler. Oraya gittik, hakikaten de deprem oldu benim üstüme kapatılırken. 12 Kasım’da, tam böyle benim nezarethanenin üstünü kilitleyecekti, adamın elinde kaldı kilit, kapayamadı. Çok şiddetli deprem başladı, zangır zangır sallıyor, kapıyı kapatamadı. Sonra, Hocam dediler, seni buraya getirdik, deprem oldu burada dediler. Tabii onlar sonra, başka amaçla söylediler ama, tabii ki onunla onun alakası olmaz. Ama rastlantı yani, Allah onu araya rasgetirmiş oldu. Tabii depremde ölen bütün kardeşlerimizin hepsi şehittir, ölmediler zaten de, şehitlerimiz oldular. Allah, daima şehit ister. Şehitlik apayrı bir makamdır, inşaAllah. O tarz yanarak ölenler, depremde ölenler hepsi şehit inşaAllah. Çünkü tabaka tabakadır insanlık. Mesela haberler okunacaktı, haberler kesildi, haberi okuyamadı spiker, diğer habere geçtiler. Yani asıl birinci haber bizdik o zamanlar, ama diğer habere geçti. Bu neyi gösteriyor? Her şeyin kaderde olduğunu gösteriyor, bundan çıkaracağımız olay budur. Yani her şeyin kaderde planlı olduğunu. Çünkü 17 Ağustos’ta da yine operasyon yapmak istemişlerdi.

OKTAR BABUNA: 17 Ağustos’ta.

ADNAN OKTAR: 17 Ağustos’ta gece 3-4 gibi hatta gece 4 gibi, 17’si yine. Bir ajan provokatör içimize sokmuşlar, onu göz altına aldılar, götürdüler. O ihbarda bulunacakmış bizimle ilgili. Yani böyle aleyhte, işte bunlar uyuşturucu kullanıyor şu bu falan iftira atacakmış ve operasyon yapacaklardı. Deprem olunca operasyon yapılamadı, durdurdular. Onu yetkili kişi söyledi bana, yani bizzat görevli olan kişi söyledi. Biz dedi, Hocam operasyon yapacaktık, yapamadık dedi, o gün olmadı. Sonra ertelediler, 12 Kasım’a ertelendi. 12 Kasım günü de deprem oldu, yine oldu. Bu neyi gösteriyor? Kaderi gösteriyor. Yani her iki olayın da Allah kaderde olduğunu gösteriyor. Yani kader, hiçbir şekilde engellenecek bir şey değildir, hiçbir şekilde. Yani hepsinde de hayır ve hikmet vardır, inşaAllah. Ama bundan sonra bak ben söylüyorum, Mehdi (as) İstanbul’da olduğu için deprem olmayacak. Hiç deprem konuşmaları duyuyor musun sen artık televizyonda?

SUNUCU: Artık duymuyorum, evet.

ADNAN OKTAR: Duymuyorsun, niye acaba biliyor musun?

SUNUCU: Bilmiyorum.

ADNAN OKTAR: Bak dedim ki, İstanbul’da dedim, deprem olmayacak dedim. Herkes dilini yuttu, bitti konu.

OKTAR BABUNA: Siz bunu söyleyene kadar sürekli konuşuyorlardı.

ADNAN OKTAR: Her hafta konuşuyorlardı. Deprem oldu olacak, oldu olacak, oldu olacak. Ben de dedim ki, Hz. Mehdi (as) İstanbul’da olduğu için, hadis var, Mehdi (as)’ın olduğu yerde deprem olmaz.

SUNUCU: Ama çok büyük bir deprem bekleniyormuş diyorlardı.

ADNAN OKTAR: Olmayacak ama işte. Yani özelliği oradadır. Deprem, hicri 1507’lerde. 1507, 1508’lerde inşaAllah. Yani Hz. Mehdi (as)’ın vefatından, Hz. İsa (as)’ın vefatından sonradır. İstanbul özel olarak böyle süslenerek Allah tarafından hazırlandı, Hz. Mehdi (as) ve Hz. İsa (as)’a. 17 Ağustos’ta, yani her ikisinde de deprem İstanbul’a dokunmadı. Biliyor musun onu sen?

SUNUCU: 99 depremi mi?

ADNAN OKTAR: Tabii, 99 depremi. Yani Adalara kadar geldi, Adalar’dan yer altına geçti deprem, Avcılar’dan çıktı.

OKTAR BABUNA: İstanbul’da hiç tahribat olmadı.

SUNUCU: Ama Avcılar’da, Küçükçekmece’de bir sürü insan ölmüştü.

ADNAN OKTAR: Bak ama İstanbul’un merkezinde olmadı. Bilim adamları açıklıyorlar; bilemediğimiz esrarengiz bir şekilde bu oldu, diyorlar. Açıklaması yok. Bak Adalara geliyor, Adalar’dan yer altına geçti, İstanbul’u vurmadan geçti, oradan Avcılar’dan çıktı.

OKTAR BABUNA: İstanbul’un etrafından dolaşıp gitti neredeyse.

ADNAN OKTAR: Yani bu çok önemli, bak bunu kapattılar bu konuyu. Bu bir mucizedir.

SUNUCU: Neden İstanbul?

ADNAN OKTAR: Demin söyledim, Mehdi (as) İstanbul’da olduğu için, İstanbul’da böyle bir şey olmaz. Olmayacaktır. Yani 1508-1509’a kadar hicri. Hatta 1508-1509’a kadar yok inşaAllah. Ama ondan sonra, Said Nursi diyor yani, büyük inkılab-ı azimeler, anormal bozulmalar başlayacak. Çok anormal bozulmalar olacak. Yani şu an, daha önce de söyledim, mesela kaç yaşındasın sen?

SUNUCU: 20.

ADNAN OKTAR: Bak, bugünü unutma. Ben sana bir şey söyleyeceğim. Diyorum ki, Allah ömrünü uzun etsin, eğer 80-90 yaşına kadar yaşarsan göreceksin. İslam’ın hem hakimiyet, hem Hz. İsa (as)’ın ve Hz. Mehdi (as)’ın dönemini göreceksin hem de İslamiyet’in gerileme dönemini de göreceksin. Bak gerileme dönemini de göreceksin. Yani bak ikisini de göreceksin. Senden sonraki nesil de Kıyamet’i görüyor, bu kadar yakın. Sen, senden sonraki nesile söyle, “Hocamız söylemişti” dersin bak, “hicri 1545’te Kıyamet kopacak” dedi, dersin. Deprem başlayınca benim sözümü hatırlarlar. Yani o büyük çarpma başlayınca, “hakikaten dediği doğruymuş” diyecekler. Ama dediğimin doğru olduğunu ilk Mehdi (as)’dan ve Hz. İsa (as)’dan anlayacaklar. İslam ahlakının hakimiyetinden anlayacaklar. Bak şimdi, Rusya’dan da vize kalkıyor. Türk İslam Birliği’nin içerisinde olacak her ülke ile vize kalkacak, kalkıyor. Bu, Türk İslam Birliği hazırlığı şu an. Sonra pasaportlar kalkacak. Sonra dev bir Türk İslam Birliği oluşacak, inşaAllah. Bütün bölgelere. Bunu hiç kimse engelleyemeyecek, bak bunu da söylüyorum.

OKTAR BABUNA: Evet, kalkıyor Hocam dediğiniz gibi inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Putin’in, “vizeleri kaldıralım” dediklerinde, “bir düşünelim” diyecek hali yok. Putin zaten kabul etmiş vaziyette. Yani o nezaketen söylenmiş bir söz. Rusya ile kalkıyor. Çok büyük bir olaydır bu, vizenin kalkması, çok çok büyük bir olaydır.

OKTAR BABUNA: Bir numaralı düşmanımızdı. Siz daha iyi bilirsiniz, Rusya, Sovyetler Birliği.

ADNAN OKTAR: Kardeşim, çocukluğumuzda Moskof bilmem ne falan derdik. Rus deyince tüylerimiz diken diken olurdu. Şimdi bizim canımız ciğerimiz, çok seviyoruz biz Rusları. Güzel insanlar değil mi, asil bir devlet, asil bir millet, soylu insanlar yani ve Türk İslam Birliği’nin şerefidir onlar, inşaAllah. Biz mesela Rusya’yı kenardan bırakacağız zannettiler. Halbuki öyle bir şey yok. Türk İslam Birliği olacak da Rusya kenarda kalacak, niye kalsın? En büyük üyelerden bir tanesi olacak inşaAllah. İsrail de öyle. İsrail boş yere tedirgin oluyor. Hiçbir şekilde öyle bir şey olmayacak. Mehdi (as) devrine biz girdik. İsrail’in burnu dahi kanamaz. O füze atmaları falan da Filistin’li kardeşlerimiz bıraksınlar. Yani çok gereksiz, anlamsız. Onlar da onlara hiç dokunmasınlar, Filistinlilere. Yani o tüneller, tünel mi artık yol mu ne açtılarsa, oralardan ilaç geçsin. Yiyecek malzemeleri geçsin, ama silah olmaz tabii. Yani silahlık bir şey yok çünkü orada, o çok acayip olur, çok çok acayip olur. Ama her türlü yiyecek. Bir kere o kardeşlerimizi huzura kavuşturalım, bir avuçlar zaten. Kıyafetlerini, yiyeceklerini, her şeyini huzura kavuşturalım. İsrail ile onları kucak kucağa bir sardıralım. Oradaki Araplar Hz. İbrahim (as)’ın soyundandır, İsmailoğulları’dır. Öbür kesim de Yakup, yani İsrail, diğer ismi İsrail’dir, İsrailoğulları’dır. Yani saf bir ırk değil ama genellikle İsrailoğulları’ndan çok insan var. Yani onlar heybetli ve acar olurlar. Böyle daha klasiktir görünümleri bilinir yani, Ben-i İsrail görünümü. Yani baktın mı anlarsın, Avrupaidir. Yani özel bir görünümleri vardır. Mehdi (as)’ın görünümü de Ben-i İsrail’dir. Peygamber Efendimiz (sav) onu söylüyor. O da Davut (as) soyundandır aynı zamanda. Hem Peygamberimiz (sav)’in Adnan’ın soyundandır, Ben-i Adnan’dır. Adnan’a kadar dayanıyor biliyorsun Peygamberimiz (sav)’in soyu. Aynı zamanda da Hz. Davut (as) soyundandır Mehdi (as). Çünkü Hz. Ali (ra), Hz. Davut (as) soyundan aynı zamanda, inşaAllah. Gerçi bu konuları daha önce anlatmıştık ama.

OKTAR BABUNA: Tevrat’ta da bildirilen Mesih (as)’dır, söylemiştiniz siz Hocam, o da Davut (as) soyundan oluyor, aynı kişi Mehdi (as) ile inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Yani Mehdi (as) ile Mesih (as) aynı şeyler zaten, aynı kişiler. Oktar, var mı o göstereceğin resimler başka?

OKTAR BABUNA: İnşaAllah Hocam. Çok ilginç böcekler var Hocam aslında. Bundan önce şu çocukları göstereyim mi Hocam, çok sevimli bir ekip var burada böyle.

ADNAN OKTAR: Göster. Abisi bu kocaman bir tavşan. Hoppala her türden var burada. Bu da minik bir fil. Bu da küçük bir çiçek. Bu da minik bir kurbağa. Ama şeker olmuş kıyafetler, çok şahane kıyafetleri, bayağı güzel. Uğur böcekleri falan. Ama iyi akıl etmişler, çok güzel olmuş, bayağı yakışmış. MaşaAllah. Bak şu temizliğe bak şunların yüzlerindeki değil mi, müthiş bir nur, temizlik ve efendilik var. Bak bak bak bak, gözlerinin uyumuna bak. Çok şahane göz rengi maşaAllah. Gürbüzlükten bu da artık, maşaAllah. Bunu, hafifçe ısırmak lazım bunun yanaklarından. MaşaAllah. Cennet böyle köftelerle dolu olacak inşaAllah. Vildan deniyor bunlara, cennet Vildanları inşaAllah. Zenci çocuklar çok çok tatlı oluyorlar, saçları kıvır kıvır böyle, ama o simsiyah olanlar var, onlar çok şeker. Saçları böyle kuzu tüyü gibi, şahane güzel. Dişleri bembeyaz, çok şekerler. Bir kere Ankara otogarında görmüştüm, annesinden-babasından rica ettim; çok özür dilerim dedim, dayanamayacağım dedim, müsaade eder misiniz dedim, uzun uzun sevmiştim böyle, maşaAllah. Çok şeker olmuş bunlar, bayağı iyi olmuş maşaAllah. Bakışları çok güzel çocuğun maşaAllah. Bakışlar çok şey anlatır. Akıllı insanların bakışına doyulmaz. Çok güzel, Peygamberimiz (sav) mesela çok nefis bakıyordu. Baktı mı böyle insanların ta ruhunun en derinliğine kadar etki ediyordu. Hz. Yusuf (as) da öyle, olağanüstü güzeldi gözleri, baktığında biliyorsunuz o bayan perişan oldu böyle, onun güzelliğinden ve etkileyiciliğinden. Hz. Yusuf (as) ile ilişkiye girmek istedi, Hz. Yusuf (as) kaçtı. Kaçarken kadın arkasından koştu, gömleğini tuttu sırtından, yırttı, yırtıldı gömlek Hz. Yusuf (as) kaçarken. Kaçtı. Sonra da tecavüz etmeye kalktı diye gitti kocasına şikayet etti Hz. Yusuf (as)’ı. Kuran’da ayet ile anlatılıyor. Oradaki kişilerden bir tanesi söylüyor kocasına; eğer diyor gömlek önden yırtıldıysa diyor, kadın haklıdır diyor. Ama arkadan yırtıldıysa diyor, kadın haksızdır diyor. Bakıyorlar, gömlek arkadan yırtılmış. Buna rağmen Hz. Yusuf (as)’ı 7 yıl hapiste tuttular, kadın dedi diye, sırf keyfine. Kamuoyu baskısı, o zamanki devletin, Hz. Yusuf (as) devrindeki devletin ahlaksızlığı yani bildikleri halde, gördükleri, anladıkları halde anlamazdan gelip “yok” dediler, “tamam, madem öyle girsin yatsın.” 7 yıl. Bir de kendi öz kardeşleri kuyuya koydular. Ama o 7 yılda müthiş olgunlaştı o. Çile çekmeyen adam -çok özür dilerim- odun gibi olur. Yani nezaket bilmez, adap edep bilmez, oturup kalkmayı bilmez, saygı hürmet bilmez. Ne kadar güzel olursa olsun bir insan, adap edep bilmiyorsa, nezaket bilmiyorsa çok itici olur, küt bir insandır. Odun gibi, derler. Ama lafını sözünü bilen, oturup kalkmayı bilen, mesela farz edelim bir mecliste beraber oturuyorlar, kalkarken paldır küldür gidiyor adam, olmaz. Bir nezaket ile izin isteyecek, çok özür dilerim gibilerinden bir nezaket. Yahut bir yere geldiği zaman selam verip oradaki insanlara hal hatır soracak, ondan sonra onların gönlünü alacak bir üslupta bulunacak. Gelip böyle sessiz sedasız böyle karşısına gelip oturursa, nezaketsizliktir. Alaycı gülmeler nezaketsizliktir, sebepsiz gülmeler nezaketsizliktir. Nezaket ve incelik, saygı, hürmet, milyonlarca detaydan oluşan aklın ürünü olan nefis bir sanattır. Yani nezaket, hürmet, saygı bir okuldur yani. Bunu bilen insan çok nadirdir, tam anlamıyla bilen. Çok zordur bu. Osmanlı döneminde bu muazzamdı, nezaket, saygı, hürmet, adap edep. Bu sonradan azaldı azaldı azaldı, kütleşti insanların bayağı bir bölümü. Buna yeniden döneceğiz inşaAllah. Atatürk ile devam edeceğiz tabii. Buradan okursun, şu Arapçalardan biraz okumakta zorlanabilirsin ama Türkçelerini okuyabilirsin. İnşaAllah.

SUNUCU: “Atatürk, 1923 yılında Konya’da Dar-ül Hilafet-i aliye Medresesinde ahlak dersinin okutulduğu bir sınıfa girmiş ve bir öğrenciden; “Şüphesiz Allah size emanetleri, sahiplerine teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor”, ayetini yorumlamasını ve ayetten çıkan ahlak ilkelerini açıklamasını istemiştir. Öğrencinin açıklamalarının ardından Atatürk öğretmen ve öğrencilere, “bu ayet-i kerimeyi muvaffakiyatımız için yegane bir delil hayr eylerim” diyerek duygu ve düşüncelerini açıklamıştır.” Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde Kerim Paşa, Kuran’da geçen “Allah’ın Eli onların ellerinin üzerindedir”, ayetini yorumlamış ve bu ayette belirtildiği gibi Allah’ın yardımı ile sıkıntıların aşılacağını söylemiştir. Bunun üzerine Atatürk şöyle karşılık vermiştir: “Allah’ın Eli bütün ellerden üstündür. Millet, Allah’ın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. Lütufkar dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Gayret bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Allah’tandır.” “Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu aktarıyor: “Atatürk bazı kereler çalışırken okuduğu tefsirlerin çok etkisinde kalırdı ve “Hey Büyük Allah’ım, Kuran’a inanmayan kafirdir. Bize nasıl yol gösteriyor. Kuran’ı tüm dünyaya okutmalıyız” derdi. Sonra o an yanındaki bizlere, “okurken ruhum coşuyor, sizlere de oluyor mu” diye sorardı. Atatürk’ün en çok üzerinde durduğu surelerden biri Şura Suresi’dir. Atatürk bir konuşmasında Şura Suresi’ne şöyle vurgu yapmıştır: “Kuran ayetlerine ve Peygamberimiz (sav)’in sözlerine göre hükümetin esasları ifade edilmiştir. Onlar şunlardır; danışıp konuşma, adalet ve devlet başkanına itaat. Şura, muamelat-ı nası ifa ederken, adilane ifa edecektir. Çünkü adaletten mücerred olan şura, Allah’ın emrettiği bir şura olamaz.” Atatürk Cumhuriyete giden süreçte sıkça Şura Suresi’ne göndermeler yapmıştır. Atatürk bir keresinde, “senin şanını yükseltmedik mi” ayetini de içeren İnşirah Suresi’nin tefsirini yapmıştır.” Cumhuriyet tarihinde Kuran’ın ilk kez 71 yıl önce Atatürk’ün isteği ile Türkçe olarak okutulduğu bildirildi. Hafız Efşar şöyle anlatıyor: “Atatürk, Cemil Said Bey’in Kuran tercümesini getirttiler. Sabaha kadar konuştuk. Daha sonra kendileri ayağa kalkarak ceketinin önünü iliklediler. Kuran-ı Kerim’i ellerine alıp Fatiha Suresi’nin Türkçe tercümesini açıp halka okuyormuş gibi ağır ağır okudular.” Hafız Yaşar Okur da Atatürk’ün Ramazan aylarındaki davranışlarını şöyle gözlemlemiştir: “Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Beni huzurlarına çağırır, Kuran-ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi. Ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı.” Nuri Ulusu, Atatürk’ün Ramazan gecelerine büyük önem verdiğini şöyle anlatmaktadır: “Atatürk 30 Ramazan geceleri o devrin hafızları olan beyleri davet ederdi. Atatürk davet ettiği bu hafızlardan tek tek din hususunda bilgiler alırdı. Ayrıca çok üzerinde durduğu Türkçe Kuran-ı Kerim hakkında görüşlerini de sorardı. Yine bir Ramazan ayı gecesinde salona girdiler. Konu yine Türkçe Kuran-ı Kerim’di. Atatürk hepsiyle ayrı ayrı ilgilendi. Kuran-ı Kerim’den okudukları duaları zevkle dinledi.”

ADNAN OKTAR: Çok güzel. Bir de şunu oku. Ama kaynaklarını da verirsen iyi olur.

SUNUCU: “Büyük bir inkılap yapan Hz. Muhammed’e karşı beslenilen sevgi ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edilebilir.” (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Sayı 100.) “O Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir fakat sonuca kadar o, ölümsüzdür." (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk ve Din Eğitimi) Atatürk’ün İslam dinini öven sözleri. "Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar, Kur'an-ı Azimüşşan’daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak’tır." (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93). “'Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 66). "Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur. Türk ulusu daha dindar olmalıdır. Yani tüm sadeliğiyle dindar olmalıdır. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 3, s. 69-70). “Halbuki hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 131). "Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslam'ın menfaatine uygunsa, kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı." (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, 1923, s. 127).

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Atatürk nezaket, adap edep, saygı, hürmet konusunda çok kaliteli bir insandı. Mesela bir meclis geldiğinde, bir büyük geldiğinde ona nasıl davranılır, nasıl konuşulur, hal hatır nasıl sorulur, yemek nasıl yenir, misafir nasıl uğurlanır, nasıl giyinilir, hangi kişiye nasıl hitap edilir. Bunları çok detaylı bilen çok zeki bir insandı Atatürk. Masası muhteşem, yemek masaları. Sohbetleri o şekilde, toplantıları falan. Son derece saygılı. Din adamlarıyla konuşurken de öyle. Üslubunda, nezaketinde, seçtiği cümlelerde çok titizdi. Dikkat ederseniz bakın her konuşması seçkindir. Öyle ağzına gelen her sözü söylemez Atatürk. Bayağı seçkin. Ama iyi bakamadılar Atatürk’e bu doğru. Yani bizim incelememiz sonucunda biz bunu gördük. Bir suikast var yani bu görülüyor. Yani ‘kinin’lik bir hastalığı yoktu Atatürk’ün. Yani kutu kutu kinin verilmesi için de hiçbir neden yoktu. En sonunda doktor geldiğinde -ismini vermeyeyim şimdi-, adam söylüyor. Diyor; “bu verilen kininin neticesinde karaciğer iflas etmiş ve çok anlamsız ve gereksiz bir tıbbi müdahale yapılmış” diyor. Dolmabahçe soğuk. Orada tuttular bir süre. Savarona’ya aldılar. Orası da nemli, soğuk, rüzgara açık. Yani öyle olur mu? Orada bir kere üşümesi bir şey, bir de yalnız da. Yani olmamış, yanlış yapmışlar. Artık kaderde. Allah’ın takdiri. Ama yani hani “biz elimizden geleni yaptık” diye bir konu yok. Bu, tarihi bir yalan. Böyle bir konu yok. Elinden geleni yapma diye bir olay olmamış. Yani şimdi hadi araştıralım, suçlusu da kalmamış yani. Hepsi vefat etmişler. Söyleyecek bir söz de yok. İnşaAllah. Yani bu acı bir gerçek. Yani artık bunun konuşulacak hali nasıldır, nedir? İnsan tam bilemiyor. “Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği.” Bu adada yaşayan çocuk öldürmeye meraklı bir adam var, PKK’nın başı.

OKTAR BABUNA: Bebek katili.

ADNAN OKTAR: Evet, bebek katili olan şahıs yani Abdullah Öcalan. Bakın diyor ki kitabında 25. sayfasında -kendi kitabı bu-. “Tepede de MİT’in” Milli İstihbarat Teşkilatının, Türk oligarşik yapısının emrindeki din adamları vardır. Hem de filozofça din adamları bunlar.” Yani bunlar felsefeden anlayan din adamlarıdır bunlar diyor. “Osmanlı sultanlarına tarih boyunca yol gösteren din adamları değil miydi?” diyor. Osmanlı sultanlarına da din adamları yol göstermişti diyor. “Şimdi de var” diyor. “Mesela” diyor; “Adnan Hoca” diyor. Bak adam tehlikeyi nasıl tespit etmiş kendi açısından. Ne dedi Saadettin Tantan; “Adnan Hoca” dedi, “PKK’dan daha tehlikeli” dedi. Ben de dedim ki; Hazretin dili sürçtü. PKK için en büyük tehlike olarak felsefi kültürel yönden beni gördüğü için şöyle demesi gerekiyordu. Diyecekti ki; “PKK için en büyük tehlike Adnan Hoca’dır” Dili sürçtü, tersini söyledi. Saadettin Tantan kardeşim sen bir kere Türkiye’de Darwinist, materyalist bir tehlike var. Buna karşı felsefi, kültürel, bilimsel yönde mücadele edecek bir kültüre sahip misin sen? Böyle bir kültürün yok, cahilsin bu konuda, yani ciddi şekilde, bu yok. Dinin özünü, gerçeğini, Kuran’ın gerçeğini anlatacak bir bilgiye sahip misin? Bu konuda da bir şeyin yok. Çünkü hayatın ortada. Hiçbir şey yaptığın yok, boş. Peki böyle kendine göre siyasi konularda bazen böyle ahkam kesiyor. Onda bir böyle şefkat, sevgi, böyle bir incelik, güzellik, insanların ruhunu açan bir üslup var mı? Yok. Nasıl çözümler istiyor? ‘Oporosyon’. ‘Oporosyon’ aşağı, ‘oporosyon’ yukarı. ‘Oporosyon’la hiçbir yere varılmaz. Bunun içinde ne sevgi var, ne şefkat var, ne merhamet var bu düşünce yapısının içerisinde. Bizim milletimizin % 99’u, yapılan üniversite tespitinde Darwinizm’e, materyalizme inanmıyor. Bunu Tantan mı yaptı?

OKTAR BABUNA: Siz yaptınız Hocam. Allah sizi vesile etti.

ADNAN OKTAR: Biz vesile olduk. Türkiye’de sağ muazzam bir zemin tuttu. Bu nereden oldu? Hazır sağ kitlenin üzerine gelip siyaset yapmaya kalkıyor. O sağ kitleyi kim yetiştiriyor? Yani sağ kitle olmadan insan gider de sağ partiye oy verir mi? Yani öyle bir sağ kitlenin oluşması gerekir. Dindar bir kitlenin oluşması gerekir ki onlar da gitsin dindar, muhafazakar partilere oy versinler. Dolayısıyla bizim eğittiğimiz kahraman milletimizin fertleri, diğer işte imkanlarla da eğitilen kardeşlerimiz, kendi imkanlarıyla kendilerini yetiştiren kardeşlerimiz Türkiye’de çok dindar, muhafazakar, Allah’a inanan büyük bir taban oluşturdular. Bunun sayısı % 99. Bak, Türkiye’nin % 99’u.

OKTAR BABUNA: % 30’lardan geldi Hocam. % 30’du Hocam 78-79 yılında.

ADNAN OKTAR: 71’ler öyleydi. Ben benim zamanımı biliyorum, % 30’larda idi. Şu an % 99 Darwinizm’e inanmayanların sayısı. Bu, büyük bir emek sonucunda oldu. Biz değil mi adeta böyle ilmek ilmek ördük, karış karış bütün Türkiye’yi gezdik. Muazzam bir eğitim programı, milyonlarca kitap ücretsiz internetten indirildi. Milyonlarca kitap satıldı, değil mi, insanlar tarafından alındı. Binlerce konferans verildi ve zemin çok güçlü hale geldi. Ondan sonra sağın hazır zemininden insanlar kendi imkanlarıyla bir çalışma içerisine girdiler. Ama mesela Allah esirgesin Darwinizm, materyalizm Türkiye’de hakim olsaydı, ateistlerin sayısı çok fazla olsaydı sağ Türkiye’de gelişebilir miydi? Asla gelişemez. Sağın başarısının kökeninde çok sabırlı ve sistemli eğitim vardır. Yani antikomünist, antidarwinist, antimateryalist, antifaşist çalışma vardır. Yıllardan beri yapılan bu kapsamlı çalışma en güzel şekilde neticesini vermiştir. Ben siyasetin içinde değilim, siyasetle benim işim yok ama dolaylı yoldan siyasete çok büyük katkımız oldu, çok çok büyük katkımız oldu. Yani Türkiye’de bugün tabloya bir bakıyorsun; sağ ezici şekilde üstün, % 80 sağ Türkiye’de, hem de böyle çok bilinçli, kültürlü, kaliteli antidarwinist, antikomünist bir sağ var. Mesela Amerika’daki sağ gibi değil, Amerika’daki sağ Darwinist sağdır, Darwinist-materyalist sağdır. Türkiye’de antikomünist, antidarwinist sağdır yani gerçek sağ vardır Türkiye’de. Onlarınki taklidi. Allah böyle bir güzelliğe bizleri vesile ettiği için ben Allah’a hamd ediyorum. Hatta Doğu Perinçek şimdi iddia edilen Ergenekon Örgütü tutuklusu, yani bir operasyon neticesinde alındı herhalde değil mi, halen de içeride. Bayağı kültürlüdür Doğu Perinçek, bilgisi vardır, ateisttir, marksisttir ayrı mesele ama, çok kültürlüdür. Dedi ki; “Mevcut AK Parti iktidarının zeminini oluşturan Adnan Hoca’dır” dedi. “O” dedi, “zemini oluşturdu, AK Parti de iktidar oldu” dedi. Halbuki biz aynı zamanda ülkücü kardeşlerimizi de destekliyoruz, alperenleri de destekliyoruz, Saadet Partisini destekliyoruz, değil mi? Tabii, Doğru Yol Partisini de destekliyorduk son zamana kadar, sonradan tabii olaylar değişti, şu an yapacak bir şey yok, inşaAllah daha iyi olurlar. Özellikle AK Parti yani hazır zeminin üzerine gelmiş oldu. Ben iftihar ederim yani sağın gelişmesinden memnunluk duyuyorum ama bu kendi kendine olmuyor. Tabii onların da büyük gerçekleri var, yani büyük güzel çalışmaları var fakat Darwinizm ayaktayken, sağ Türkiye’de asla iktidar olamazdı, söyleyeyim. Bak Darwinizm ayaktayken, Darwinizm zindeyken nefes aldırmıyorlardı sağa. Sürekli eziliyordu sağ, ne zamanki Darwinizm yıkıldı, sağ şu an göğsünü gere gere atak yapabiliyor çünkü komünistlerin kendine gücü, kendilerine saygısı kalmadı. Yani iç güçlerini de kaybettiler, dış güçlerini de kaybettiler. Dolayısıyla iddia edilen Ergenekon Örgütü de kendi gücünü kaybetti yani hiçbir şekilde şu an aktif atak yapacak bir güç kalmadı. Çünkü dinlerini ellerinden aldık, Darwinizm’i ellerinden aldık. Darwinizm dimdik ayakta duracaktı da AK Parti iktidar olacaktı veya sağ gelişecekti, imkansız böyle bir şey olmazdı. Mesela Adnan Menderes zamanında da Bediüzzaman Said Nursi vesile oldu Adnan Menderes’in iktidara gelmesine. Adnan Menderes’in kendi kabiliyetinden, kendi kültüründen, imkanlarıyla değil, Said Nursi’nin hazırladığı hazır zeminin üstüne partisini inşa etti yani partisi onun üzerine iktidar oldu. Yani şimdi şöyle düşünün; bir halk kitlesi var, bu insanları sen dindar yetiştiriyorsun, muhafazakar, milliyetçi yetiştiriyorsun; soruyorsun bu insana, “nasıl bir iktidar istersin?” “Muhafazakar, milliyetçi bir iktidar isterim” diyor. Böyle yetişen insan başka ne ister? Ama sen onu marksist, Darwinist, materyalist yetiştirsen, desen ki “Adnan Menderes’i ister misin?” “Haşa” der adam, yani “kesinlikle istemem” der, niye istesin. Neden istediler o zamanlar Demokrat Partiyi? Çünkü Bediüzzaman’ın yetiştirdiği zemin ve hatta Süleyman Hilmi Tunahan’ın yetiştirdiği zemin, Ali Haydar Efendi’nin yetiştirdiği zemin bunu gerektirdi, böyle bir zemini gerektirdi ve o, iktidara yansımış oldu. Eğer dindar alimler, bak Öcalan da söylüyor, bebek katili de söylüyor; “onlar” diyor “bu sistemi meydana getirdiler” diyor. Ve modern sağın kurulmasına vesile olduk, Allah’a çok şükür, modern sağın. Yani böyle hurafelere batmış, tutucu, geleneksel sapkın inançlara sahip bir kafa değil; Kuran’a tam uygun, Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerine uygun, samimi, dürüst, berrak, modern, ilerici, aydın, kültürlü, sanata ve bilime tam sahip çıkan, sanatın ve bilimin gerçek sahipleri olarak ortaya çıkan bir yapı oldu. Ve kimsenin gıkı çıkamıyor şu an, ne desin? Hakikaten mağlup olmuş. Mesela Darwinizme bakıyorum, proteinlerin tesadüfen meydana gelmesi imkansız. Proteinin meydana gelmesi için proteine gerek var. Yani bu ne demektir? Bitti. Ve bu bilinmiyordu Türkiye’de, 300 milyon fosilin olduğu bilinmiyordu. Bütün Türkiye şok oldu, dünyada bilinmiyordu.

OKTAR BABUNA: Müzelerin depolarında diye kandırıyorlardı milleti, depo diye bir şey yok tabii zaten.

ADNAN OKTAR: İsrail’de Musevilerle alay ediyorlardı, Amerika’da Evanjeliklerle, Protestanlarla alay ediyorlardı, her yerde eziyorlardı. Biz ortaya çıkınca ne oldu. Ne dedim? Malta eriği yutmuş kurbağa gibi böyle gözleri dört dört dışarıya açıldı. En dayısına diyoruz yani artık “gel, anlat”, fellik fellik kaçıyorlar. Diyoruz biz huzur-u şahanenize gelelim, ayağınıza gelelim yani orada konuşalım; onu da kabul etmiyorlar. Oktar’ı gönderdim. Adamlar elinden mikrofonu aldılar. Hatta Papa’ya gittiler, Papa’yı da kafalamışlar Darwinistler, yazık o garibim, o da herhalde onlara teslim olmuş. Ateistler doldurmuşlar Darwinistler salonu, o da onlara -yani çok çok özür dilerim- bir anlamda yağcılık yapıyor. Yani alenen bu, çünkü bir Katolik dindarın ateist Darwinistlere dini bir binanın, İslam’ın Müslümanların mesela Musevilerin orada olması makul ama ateistlerin, Darwinistlerin o binanın içerisine doldurulması, onlara yedirip içirilmesi, onların dışında yaratılışa inananların oraya sokulmaması; bu ne demek oluyor bu. Sen gittin bizzat. Anlat, neler oldu orada?

OKTAR BABUNA: Hocam tek bir soru, önce bir kere konuşmacı olarak gitmeyi teklif etmiştik. Kesinlikle reddettiler. Bütün dünyada basına açıklama yaptılar hatta böyle.

ADNAN OKTAR: Sen ne zaman gittin?

OKTAR BABUNA: Mart ayında, Mart 2009’da Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: İtalya’da?

OKTAR BABUNA: Evet İtalya’da. Roma’da Pontifical Gregorian Üniversitesi yani Papalık Üniversitesi. Orada bütün ateistlerin olduğu bir toplantı hazırlamışlardı. Darwinizm’i savunmak amaçlı bir iş birliği yaptılar onlarla. Dünyanın en ünlü Darwinistlerini toplamışlar oraya, bizi de soru sormak üzere çağırdılar. Hakikaten dediler kendileri; “gelsinler soru sorabilirler, tartışma bölümleri olacak” diye. O bölümde ben söz istedim. Çağırdılar mikrofona, salonun ortasına indim mikrofonla, Francisco Ayala ile Douglas Futuyma diye iki tane en ünlü evrimci var, dünyanın en ünlü 3 evrimcisinden 2’si oradaydı zaten kürsüde idiler. Beni bilmiyorlardı tabii, önce bir neşe ile çağırdılar beni. Bütün salon Darwinist zaten full evrimciler dolu böyle, tamamı evrimciler. Ondan sonra “ben Harun Yahya’yı temsil ediyorum” dediğim anda Douglas Futuyma bir kere bembeyaz oldu.

ADNAN OKTAR: Kireç gibi.

OKTAR BABUNA: Bütün vücut kimyası bozuldu.

ADNAN OKTAR: Tansiyon düştü yani.

OKTAR BABUNA: Bayılacak neredeyse, sadece bu kelimeyi söyler söylemez.

ADNAN OKTAR: Yani sırf şu bile yeter. Sen oraya bomba paketi ile gitmedin, fikrinle gittin, işte fikrinle onları patlatıp rezil edeceğini bildikleri için yani yüzde yüz yeneceğini bildiği için bet beniz gidiyor. Benim niye betim benzim gitmiyor? Bana kan can geliyor oralara gittin mi. Benim tansiyonum mansiyonum düşmüyor, perişan hallere girmiyorum ben, kimsenin elinden de mikrofon almıyorum. Anlatın, diyoruz biz bilakis, adamı davet ediyoruz. Hatta mikrofon değil de isterse anfi kuralım böyle Türkiye’ye yayın yapsın. Zaten getiririz, “naklen yayınla yayınlayacağız” diyoruz, “televizyonda yayınlayacağız” diyoruz, herkes seyretsin.

OKTAR BABUNA: Hatta Richard Dawkins’in program yaptığı bir kanal var, Channel Four diye yani Kanal 4, İngiltere’nin en büyük kanallarından biri. O televizyon şirketinin yöneticileri araya girdiler, Hocamızın karşısına Richard Dawkins’i çıkartabilir miyiz diye, program yapıyor orada. Hocamız “tamam” dedi fakat, Richard Dawkins kabul etmedi. Hocamız söyledi 5 yıldızlı otelde ağırlayacağını, burada yedirilip içirileceğini. Bütün dünya medyasını çağıracağım dedi, yarım saat.

ADNAN OKTAR: “Ben onunla tartışmam” diyor. Allah Allah niye orada burada ötüyorsun saksağan gibi o zaman?

OKTAR BABUNA: Çocuklarla tartışıyor, hahamlarla, papazlarla tartışıyor.

ADNAN OKTAR: El kadar ortaokul öğrencileri ile gidip tartışıyor. Hahamlarla tartıştı, rahiplerle tartışıyor.

OKTAR BABUNA: Bir tek sizinle tartışamıyor.

ADNAN OKTAR: Ama kardeşim mindere çıkamıyorsa, ringe çıkamıyorsa zaten tuştan daha nettir o.

OKTAR BABUNA: En sonunda geldiği nokta da zaten; “evet, bir akıl vardır ama uzaylıların aklı” noktasına geldi en son.

ADNAN OKTAR: Uzaylı, at atabildiğin kadar artık.

OKTAR BABUNA: MaşaAllah Hocam siz vesile oldunuz. Ben 1000’in üzerinde konferansa katıldım, Hocamız gönderdi, Hocamızın adına. Bütün dünyada şunu söylüyor Müslümanlar; “biz ilk defa Müslüman olmaktan onur duyduk” diyorlar Harun Yahya sayesinde. Hakikaten hem Hıristiyanlar hem samimi Museviler hem Müslümanlar arasında Darwinizm yerle bir oldu. Ateistlerin sayısı son derece azaldı. Dünyanın en ünlü ateisti siz ona kitap da göndermiştiniz Hocam, Anthony Flew 2004 yılında 84 yaşına kadar ateizmi savunmuş ve çok sayıda insanın ateist olmasına vesile olmuş birisi. Evrimi savunmuş yani evrimci idi. “Özür dilerim” dedi, “ben ateist olmasına vesile olduğum insanlardan özür diliyorum” dedi bütün dünya medyasına. “Evrimle olamaz” dedi, “Allah’ın yaratmış olması gerekir” dedi maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Ne anlatayım Oktar Hocam?

OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam, Türk İslam Birliği, Kuran okursanız seyircilerimiz hepsi heyecanla bekliyorlar zaten inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tamam, bismillah, aç Kuran’dan bana bir sayfa ver bakayım. Şeytandan Allah’a sığınırım. Hac Suresi. “Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır”. Bakın “şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını)” gizli tuzaklarını iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. “Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez”. Yani mesela iyilik yapıyorsun, sevgi gösteriyorsun, alaka gösteriyorsun fakat hain ve nankör, yani nimete karşı nankörlük yapıyor. İstediğin kadar iyilik yap, istediğin kadar sevgi saygı göster. O hatta onun öfkesini daha da artırır, insanların. Mesela Peygamber Efendimize (sav) de o zaman müşrikler müthiş nefret ediyorlardı. Niye biliyor musun? Ayet söylüyor, “onları” diyor “kendi fazlından zengin etti” diyor. Hepsi zengin oldular o dönemde, Peygamber (sav)’in bulunduğu yerde. “İşte böyle” diyor Cenab-ı Allah “kim Allah’ın şiarını yüceltirse”, Kuran’ı, İslam'ı, Allah sevgisini yüceltirse “şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır”, güzel ahlakın bir gereğidir diyor Allah. “Biz her ümmet için bir ‘Mensek’ kıldık, O'nun kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye.” Allah’ın adını anarak diyor, hayvanları kesin diyor. O zamanlar putların adına kesiyorlardı. “İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır,” tek bir Allah’tır. “Artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.” Yani mazlum olanlara, mütevazi olanlara Allah müjde verin diyor. “Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir;” yani heyecan duyarlar diyor Allah. “Kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler,” yani bir bela geldiğinde, bir şey geldiğinde bunun Allah’tan geldiğini bilirler, sabrederler diyor. “Namazı dosdoğru kılanlar”, mutlaka namazlarını beş vakit kılacaklar. “Ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir” yani Müslümanlar, insanlara dağıtanlar, sürekli tutmuyor parayı. “Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir.” Sözün en güzeline uymak Müslümanın özelliği, en iyi sözü seçmeye çalışacak. Yani birine mesela hitap ederken, en güzel ifadeyi bulmak çok önemlidir.

OKTAR BABUNA: Casiye Suresi’nin açıklanmasını isteyen seyircilerimiz varmış Hocam.

ADNAN OKTAR: Casiye. “Ha, Mim.” Şeytandan Allah’a sığınırım, Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla. “Ha, Mim. Kitab'ın indirilmesi, üstün ve güçlü olan, hüküm ve hikmet sahibi Allah'tandır. Şüphesiz, müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır.” Göklerde Hz. İsa (as), yerde Hz. Mehdi (as) inşaAllah. Bir anlamı da budur yani. Tabii ayetin birinci anlamı, melekler ve diğer varlıklar. “Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” Bakın “sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” Ben kendi yaratılışımı incelemek istiyorum, ne yapmam gerekir?

OKTAR BABUNA: Bilimle.

ADNAN OKTAR: Bilim. Hangi bilim dallarına ihtiyacım var?

OKTAR BABUNA: Genetik, embriyoloji, anatomi, fizyoloji...

ADNAN OKTAR: Bu ayetin oluşması için benim bu bilim dallarına ihtiyacım var. O zaman bilim farz. “Türetip-yaydığı canlılarda” diyor. Böcekler, hayvanlar hepsi, ben bunları nasıl inceleyebilirim?

OKTAR BABUNA: Zooloji, biyoloji, paleontoloji, mikrobiyoloji.

ADNAN OKTAR: Yani böyle zır cahil Hocaların yaptığı doğru değil demek ki. Demek ki modern bilimin verdiği o bütün veriler, Kuran’a göre farz. “Kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır”, diyor Allah. “Andolsun, Biz İsrailoğulları'na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdık.” Onlar da aynı İslam dini gibi temiz ve güzel şeyler yemekle mükelleftirler, yani haramdır, kirli kötü şeyler yiyemezler. “Ve onları alemlere üstün kıldık.” Mümin oldukları için o devirde çok üstündüler. Halis Müslüman oldukları için. “Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'hakka tecavüz ve azgınlıktan' dolayı ihtilafa düştüler.” O dönemde bir ihtilaf oluşuyor. “Şüphesiz Rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde Kıyamet günü aralarında hüküm verecektir.” Mesela Kıyamet, cennet, ahiret olduğu halde reddetmiştir bir kısmı. Ama Museviler, mesela benim tanıdığım bütün Museviler ahirete inanıyorlar. Tebrik ediyorum hepsini, onlar benim canım ciğerim inşaAllah. Ama bir kısmı bunu reddetmiştir. Bu ayette kardeşlerim bir şeye rastlamışlardır, durduk yere sormazlar yani vardır bir bildikleri.

OKTAR BABUNA: Seyircimizin ismi Asude Cemre’ymiş Hocam.

ADNAN OKTAR: Asude. Evet. Ama özellikle dikkatini çeken bir yer olabilir. “İnkar edenlere gelince; "Size karşı ayetlerim okunduğunda büyüklük taslayan (müstekbir olan)lar ve suçlu-günahkar bir kavim olanlar sizler değil miydiniz?"” Ayet okunduğunda büyüklük taslamak olmaz. Kuran’a göre bu yasak. Büyüklük taslayan bakıyorsun, aciz, zavallı bir varlık. Yıkanmasa perişan olur. Uyku uyumasa perişan olur. Yemek yemese perişan olur. Rüzgarda kalsa perişan olur. Hatta pencereyi açıyoruz, cereyan oluyor, perişan oluyor. Yataklara düşüyor, değil mi, yürüyemeyecek hale geliyor. Omzu tutuluyor, sırtı tutuluyor. Böyle aciz bir varlığın bu kadar enaniyetli ve kendini beğenmesi, bu kadar büyüklük taslaması çok büyük mucizedir, böyle zavallı bir varlığın. Üstelik de beynindeki bir görüntüyle muhatap oluyor, bak dikkat et. Buna rağmen azgın bir büyüklük hissi vardır insanların büyük bir bölümünde. Bu, Allah’a inanması için mesela bu da yeterli bir delildir. Normalde böyle bir varlığın, beynin içindeki görüntüyle muhatap olan bir varlık çöker kalır normalde korkudan. Yani yere çöker kalır, uyuşur korkudan yani biter adam. Ve verilen acizliklerin haddi hesabı yok. Günde sekiz saat uyku, sekiz saat uyumak ne demek? Hayat, günün tamamı demektir neredeyse, geriye ne kalıyor ki zaten sekiz saat. Bakın sekiz saat uyumaya mecbur. Mesela bir kadının normal hale gelmesi ne kadar vaktini alıyor; saçını yıkıyor, vücudunu yıkıyor, makyaj yapıyor, bilmem şey yapıyor, ancak normal hale geliyor. Erkek için de aynı şekilde bu böyle mevzubahis. Her yerinde bir acz vardır. Gözünde ayrı, burnunda ayrı, kulaklarında ayrı, her yerinin temizlenmesi gerekir tek tek. Mesela kulağını temizlemezse çok çirkin, kirli kalır, hatta tiksindirici olur. Mesela burnu temizlenmezse kirli, çirkin, tiksindirici olur. Mesela ağzını günde defalarca yıkamak zorunda kalıyor. Vücudunu, ellerini sürekli yıkamak durumunda kalıyor acizlikten dolayı. Zaten diğer acizliklerini anlatmama gerek yok. Her gün Allah gösteriyor insanlara aczini. Her gün banyolardaki halini insanlar biliyorlar ama buna rağmen “büyük dağları ben yarattım” der gibi azametli, bilmiş ve kendinden çok emin oluyorlar. Bu çok büyük bir anormallik. Bunu bir iman hakikati olarak insanların görmesi gerekir. Çok harikadır bu. Evet, Taha Suresi’ni okuyayım. Taha Suresi, 25. “Dedi ki: ‘Rabbim, benim göğsümü aç.’” Allah diyor ki; “Firavun’a git” diyor. “Çünkü o azmış bulunuyor.” “Dedi ki: ‘Rabbim, benim göğsümü aç.’” Heyecanlanıyor Hz. Musa (as). Muhtemelen çarpıntı ve tansiyonu yükseliyor. Heyecan duyuyor çünkü, adam tehlikeli bir adam ve korkuyor. "Bana işimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz;" konuşma yeteneğine de etki ediyor o heyecan. "Ki söyleyeceklerimi kavrasınlar." Tabii biraz kavrama yeteneklerinde bozukluk var demek ki. "Ailemden bana bir yardımcı kıl, kardeşim Harun'u." Mutlaka bir yardımcıya insanların ihtiyacı vardır. Bir yere gittiklerinde tek gitmek doğru değildir. 15. ayet, "Şüphesiz, Kıyamet-saati yaklaşarak gelmektedir.” Hicri 1500’e de bakıyor tabii, 1545’e de bakıyor inşaAllah. “Herkesin harcadığı çabanın karşılığını alması için, onun (koşup haberini) neredeyse gizleyeceğim" diyor Allah. Bak, gizledim demiyor Kıyamet’in tarihini, “neredeyse gizleyeceğim.” Ne anlıyorsun Oktar bundan?

OKTAR BABUNA: Hocam bilinemez değil, onun için de ona dayanarak da Üstad söylüyor.

ADNAN OKTAR: Evet inşaAllah. Hz. Musa (as) için diyor ki Cenab-ı Allah, "onu sandığın içine koy, suya bırak" o küçücük, minik canıyla, o tatlı Hz. Musa (as), küçük bebek iken suyun içerisine bırakılıyor. “... böylece su onu sahile bıraksın;” kaderinde o var. Bir sepet gibi bir şeyin içine koyuyor, Hz. Musa (as)’ı bırakıyorlar. Su normal akışıyla gidiyor. “Onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır.” Mehdi (as) de böyledir. Mehdi (as)’ı bilemeyecekler. Eğer bilseler başında çoktan öldürürlerdi Mehdi (as)’ı. Fakat bilmeyecekler ve kendi elleriyle Mehdi (as)’ı, kendi kalelerine alacaklardır. Kendi kalelerinde yetiştireceklerdir. Aynı Hz. Musa (as) gibi, farkına varmayacaklardır. Kendi elleriyle onu orada geliştirip, kendilerini fikren yutacak bir gücü oluşturacaklardır inşaAllah. “Gözümün önünde yetiştirilmen için, Kendim'den sana bir sevgi yönelttim." Mehdi (as) da çok sevilecek bir insan olacaktır. İlk başta insanlar küfür gözüyle baktıkları için nefret edecektir. Fakat Mehdi (as) sonra “insanların en sevdiği olmadıkça çıkmayacaktır” diyor hadiste. İnsanların en çok sevdiği varlık olarak çıkacaktır. “Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve üzülmesin.” Bak, babasından bahsetmiyor Hz. Musa (as)’ın. Sadece annesinden bahsediyor. Bu bir yetimlik akla getiriyor ve Mehdi (as)’a işaret ediyor. Sadece annesinden. “Gözü aydın olsun ve üzülmesin.” O anne üzülecek demek ki kaderi öyle, Hz. Musa (as)’ın annesi. Ama burada Mehdi (as)’a da işaret vardır.

OKTAR BABUNA: Mehdi (as)’ın annesi de...

ADNAN OKTAR: Evet, o da üzülecektir. “Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa" diyor Allah. Mehdi (as) da bir kader üzerine gelecektir İstanbul’a. Yani bilmeyecek o, kader üzerine gelecek. "İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor." Hz. Mehdi (as) ve Hz. İsa (as) her ikisini işaret ediyor. Küfür azdığı için onlara işaret var. "Ona mülayim söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." Mehdi (as) mülayimeti esas alacaktır. Sertlik yok Mehdi (as)’da. “Umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar." Sabırla anlatacak, izah edecek. Ne olur, ne olmaz yani. Olabilir de, olmayabilir de. “Dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten, onun bize karşı 'taşkın bir tutum takınmasından' ya da 'azgın davranmasından' korkuyoruz."” Çünkü küfrün sağı solu belli olmaz. Her türlü bela olabilir. Mehdi (as)’ın bulunacağı ortam da öyle aynı, Firavun’un bulunduğu ortam gibi. Firavun’un sarayı gibi bir ortama gelecektir. Ve her an bir taşkınlık ve azgınlık yapması tehlikesi olan bir ortamda dini anlatmaya başlayacaktır. Yani büyük bir tehlikenin içine girecektir Mehdi (as). “Dedi ki: ‘Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim;’” diyor Allah. Sağınızda, solunuzda her yanınızdayım diyor Allah. “İşitiyorum ve görüyorum”. Bütün konuşmalarınızdan haberim var ve bütün olayları da görüyorum diyor Allah. Şu an Allah bizi nasıl görüyorsa, o zaman da Hz. Musa (as)’ı görüyordu, herkesi görür Allah. “Dedi ki: "Bizim Rabbimiz, her şeye yaratılışını veren,” bakın yaratılış, önce bir yaratılıştan bahsediyor. Biz neyi anlatıyoruz; yaratılışı anlatıyoruz. Önce yaratılış. “Sonra doğru yolunu gösterendir." Doğru yol nedir; Kuran. “(Firavun) Dedi ki: "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?" İlk insanlar nasıl yaratıldı? Kabataş çağı, yontma taş çağı, o mağaradaki adamlar, onlar nasıl oldu diyor, yaratılışı bana anlat diyor, inanmıyor. Ona göre çünkü evrimle gelişmiş, kafasına göre. Firavun, Nil’in çamurlarından oluştu diyor, evrimle oluştu diyor. Onun için ilk tartışması yaratılış üzerine, diyor ki; "İlk çağlardaki nesillerin durumu nedir öyleyse?" O zaman onları anlat diyor, nasıl ilk insanlar oldu diyor? Mehdi (as)’a da soracakları budur. Ama Hz. Mehdi (as) da vurdu mu dümdüz yapacaktır böyle, Isparta halısı gibi inşaAllah. “Dedi ki: ‘Bunun bilgisi Rabbimin Katında bir kitaptadır.‘” Kaderdedir. “Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.” Hepsini mükemmel yaratmıştır diyor. "Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı,” beşik “Mehdi” diye geçiyor, Mehdi, direkt Mehdi’dir. Yeryüzünü Mehdi kıldı diyor aynı zamanda, yani Allah çağrışım yaptıracak bir kelime seçmiş orada. Mehdi (as)’ı hatırlatacak bir kelime. Hz. İsa (as)’da da öyle. O Mehdideyken sizinle konuştu, diyor. Mehdideyken diyor, bak, Mehdi ile beraberken, Mehdideyken konuştu. “Onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.” Bak hemen yaratılışı anlatıyor. Önce yeryüzünün yaratılışı, bak yeryüzünün yaratılışını anlatıyor. Bak safha safha. Biz ne yapıyoruz? İlk önce doğanın yapısını anlatıyoruz. Yaratılışı, yani Big Bang’i anlatıyoruz. Hz. Musa (as) ne yapıyor, önce kainatın yaratılışını anlatıyor. Sonra ne yapıyor? “Gökten su indirdi;” Biz ne diyoruz; bol yağmur yağdı, diyoruz. Yeryüzü bulutlarla kaplıydı. Yağmur yağdırdı, denizler ve karalar oluştu, diyoruz. Bak safha safha anlatıyor. “Böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık.” Ayet, Cenab-ı Allah ayette onu açıklıyor. Cenab-ı Allah’ın ifadesini aktarıyor yani bitkilerin yaratılışını anlatıyor. Arkasından, “yiyin” diyor o bitkilerden, meyvelerden “ve hayvanlarınızı otlatın.” Arkasından hayvanlardan bahsediyor. “Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.” Kafasını çalıştıranlar diyor, bunları anlarlar diyor. Biz ne yapıyoruz; hayvanların, bitkilerin, kainatın yaratılışını anlatıyoruz. Hz. Musa (as) da bu konuları anlatıyor. “Dedi ki: ‘Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?’” Bak milliyetçi slogan kullanıyorlar. Yani iddia edilen Ergenekon Örgütü gibi. Diyorlar ya onlar; “dindarlar, milliyetçiler, Türk milliyetçileri, bu Türkiye’nin düşmanıdır” diyorlar. “Aman bunları ortadan kaldıralım çünkü vatan elden gidiyor” diyorlar. Siz asıl Türkiye’yi 20 parçaya ayırmaya kalkmıyor musunuz siz? Mason amblemleriyle bayrak oluşturmadınız mı? 3 milyonun üzerinde vatandaşımızı fişleyip şehit etmeye hazırlanmadınız mı? Bakın tartışmaya çağırıyorlar. “Bizim de, senin de karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun.” Biz de ne diyoruz? Gelin televizyonlarda tartışalım, diyoruz. Mehdi (as)’ın da yapacağı budur. Bütün milletin gözü önünde onları ezecektir. Bak diyor ki; "Bundan ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin;” Beşer beşer, onar onar, yüzer yüzer gelin, diyor Hz. Musa (as) meydan okuyor. Hz. Musa (as)’a da diyor ki Cenab-ı Allah; “"Korkma" dedik. "Muhakkak sen üstün geleceksin."” Ebcedi kaç; 1956. Bak Hz. Musa (as)’a diyor ki; “"Korkma" dedik. "Muhakkak sen üstün geleceksin."” 1956, Said Nursi diyor, münafıkane sistemin çöküşünün başlangıcıdır diyor. Darwinist, materyalist, ateist sistemin yıkılışının başlangıcıdır. 1956 yılına dikkat çekiyor. Bakın ayet tam 1956 yılını veriyor. “"Korkma" dedik. "Muhakkak sen üstün geleceksin."” Burada Mehdi (as)’a da işaret var. Mehdi (as)’a Cenab-ı Allah işaret ediyor. “Sen üstün geleceksin.” Korkma, rahat ol. Hapsedilsen de, baskı da görsen, hakaret de edilse mutlaka yeneceksin diyor, inşaAllah. Bak o zamanın iddia edilen Ergenekon Örgütü’nün, şu anki iddia edilen Ergenekon’un itliğiyle bunların itliği aynı. “Çapraz olarak keseceğim sizi” diyor. “Hurma dallarında asacağım sizi” diyor. İddia edilen Ergenekon örgütü’nün en çok üstünde durduğu şey, asmadır. Asmaya meraklılar. “Elbette, hangimizin azabı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız." Tam klasik ateistler, dinsiz. Bak diyor ki; “siz de elbette hangimizin azabı daha şiddetliymiş” yani Allah’ın mı, bizim azabımız mı daha şiddetli göreceksiniz, diyor. Kendilerini Allah gibi görüyorlar haşa. “Ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız." Bak kahpeliklerini görüyor musunuz? Sürekli yani yıllarca azap edeceğiz size, diyorlar. Bir tane, iki tane, iki gün değil, diyorlar. Allah soruyor; “’Seni kavminden 'çarçabuk ayrılmaya iten' nedir ey Musa?" diyor. Mehdi (as) da hiçbir zaman için İstanbul’dan ayrılmayacaktır, tamamen vazifesini yapıncaya kadar inşaAllah. “Dedi ki: ‘Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.’” Demek ki Mehdi (as)’ın zamanında da münafıklar çıkacak, böyle Samiri gibi kahpeler çıkacak, Müslümanları şaşırtıp saptırmak için gayret edecekler, uğraşacaklar. “Andolsun, Biz Musa'ya vahyetmiştik: ‘Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir,’” gece, Mehdi (as)’ın şenlik vaktidir gece. Geceler Mehdi (as)’ındır inşaAllah. "Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç,” Mehdi (as)’a da Boğaz Köprüsü açılacaktır, kuru bir yoldan, Boğaz Köprüsü’nden geçecektir, hadis-i şerifte buna açıkça işaret edilmiştir. “Dedi ki: ‘Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma.’” diyor. Müthiş sinirleniyor Hz. Musa (as), bu münafık köpeğe karşı daha net tavır koymadığı için ama, “sakalımı ve saçımı” başını, görüyoruz ki burada bir işaret var; sakal ve saç. Mehdi (as)’ın da sakalına ve saçına işaret edilmiş oluyor. Demek ki Mehdi (as)’da da sakal olacak, saç olacak inşaAllah. 123, Taha Suresi yine devam ediyor. “Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir;” bakın, “artık size Benden bir yol gösterici gelecektir.” Bir mürşit, bir Mehdi (as) gelecektir. “Kim Benim hidayetime uyarsa”, Hadi ismi Allah’ın bak, Mehdi ve Hadi aynı kelimelerden geçer, “hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz." Ebcedi 1982; Mehdi (as)’ın ilk faaliyet yıllarını veriyor inşaAllah. Burada da 2023 tarihi var. Yine Taha Suresi devam ediyor; “De ki: "Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun.” Biz de Mehdi (as)’ın gelişini, Hz. İsa (as)’ın inişini bekliyoruz. “Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri” Kuran’ın, İslam’ın, İslam ahlakının sahipleri, Sahib-i Zaman, “kimlermiş ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında öğreneceksiniz" diyor. Ebcedine bakıyoruz, net olarak 2023 tarihini veriyor.

OKTAR BABUNA: MaşaAllah, İslam ahlakının hakimiyeti.

ADNAN OKTAR: Tabii. Efendim, peki hadi bakalım.

SUNUCU: Bizi bugün de izlediğiniz için teşekkürler. Yarın tekrar görüşmek üzere.