Sohbet -99 Ocak 2010

SUNUCU: İyi akşamlar sayın izleyicilerimiz ve dinleyicilerimiz. Bir Adnan Oktar’la Başbaşa programına daha hoş geldiniz. Hocam nasıl başlamak istersiniz? İsterseniz yine sorularımızı sona, sözü de size bırakalım ya da ben bir soru sorayım.

ADNAN OKTAR: Soru sor hadi.

SUNUCU: Ayşegül Çayırgan’ın sorduğu soruyu okuyorum. “Hocam birkaç gün önce Mısır’da kiliseden çıkan 6 tane Hıristiyan üzerlerine ateş açılmak suretiyle öldürüldüler, bütün Batıdaki gazeteler ve radyolar da bu olayı Müslüman bir ülkede geçtiği için olumsuz şekilde işlemeye başladılar. Rusya Hükümeti konu ile ilgili bir açıklama yapmıyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?”

ADNAN OKTAR: Şimdi son zamanlarda bir kısım Hıristiyan arkadaşlarımız kardeşlerimiz, Müslümanları, tarih içerisinde de son zamanlarda da böyle kan dökücü, zalim böyle olay çıkaran işte demokrasiyi, hakkı hukuku dinlemeyen insanlar gibi göstermeye pek meraklılar. İşte geçmişteki savaşlardan örnekler veriyorlar. Eğer geçmişteki savaşlardan örnek verecek olursak mesela -özellikle Amerikalı Protestan kardeşlerimiz böyle konuşuyorlar- Evanjelikler Hiroşima’da bir anda on binlerce insanı katlettiler. Nagazaki’de bir anda on binlerce insanı katlettiler. Orada Müslümanı da vardı, Hıristiyan da vardı her dinden insan vardı. Peki bu hangi hukukla oluyor bu, değil mi, birçok ülkede kan döktüler. Afganistan’da kan döktüler, Irak’ta kan döktüler. Hangi hukukla yapıldı bu? Müslümanlar bunu, “işte bu İncil’e uyanlar böyledir, Hıristiyanlar böyledir, kan dökücüdür” şeklinde yorumlamadı. Biz dedik ki bu ateist mason ruhudur dedik. Ateist masonluğun bir gereğidir. Müslüman olmayan, Hıristiyan da olmayan, dinsiz imansız adamlar bunu yapıyor dedik. Hiçbir şekilde biz Hıristiyanlığı sorumlu tutmadık bu konuda. Dolayısıyla Hıristiyan arkadaşlarımızın da bir olay olduğunda, Müslümanlığı bundan sorumlu tutmaları yanlış olur. Bu alışkanlıklarından vazgeçecekler. Kuran’da tamam savaş vardır fakat can, mal, ırz güvenliğine saldırı olduğunda nefsi savunma vardır. Yani adamın evine gelmişler, silahla baskın var, camı çerçeveyi indirmişler, kurşun sıkıyorlar. Adam ne yapabilir böyle bir durumda? Mahkemeye mi versin onları yani ne yapması gerekiyor, kaçsa kaçamaz. Yapılacak şey nedir, canını kurtarmaktır, nefsi müdafaadır. Nefsi müdafaada yapılacak şeyler vardır mesela, insanlar önce bir havaya ateş ediyorlar, tehdit ediyorlar, havaya ateş ediyorlar, olmazsa işte canının fazla yanmayacağı şekilde veyahut ölmeyeceği şekilde onu yaralayarak durdurmaya çalışıyorlar. Bu nefsi savunmadır bu, başka bu dünyada bunun yolu var mı? Yani ani bir saldırıda başka bir yolu var mı, kaçamadığına göre? Peki bunda ayıplanacak, günah, hata olarak görülecek ne yön var? Müslümanlar o dönemde müthiş baskı görüyorlardı. Muazzam zulüm görüyorlardı. Hendek içine konup yakılıyorlardı petrolle. Ne yapsın, ne yapması gerekiyor? Gece yarısı baskın var, adam kılıçla, gürzle, mızrapla gelmiş baskına. Hoş geldiniz, gelin buyurun çay içelim mi diyecekler? Ne desinler. Tabii ki kendilerini savunuyorlar, savunurken de can kaybı olabilir yani bu anormal bir şey değil. Çünkü zaten karşı taraf senin canını almaya gelmiş yani o tam üsturuplu olarak kendini o anda savunması çok güç olur. Yani toplu saldırıda yani adamı ben bayıltayım, etkisiz hale getireyim, o zamanın şartlarında zaten bayıltıcı bir imkan da yok. Ne yapabilirler? Dolayısıyla bu konuda Müslümanları ayıplamak çok yanlıştır. Eleştirmek çok yanlıştır. Onlar kendi kendilerini eleştirsinler. Peygamber Efendimiz (sav) zamanında yapılanlarda en ufak bir hata yoktur, hiçbiri atak savaşı değildir.

OKTAR BABUNA: Sayı orantısızlığı da var, siz daha iyi bilirsiniz Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Ve hep affetmeye yöneliktir. Mesela diyor ki Cenab-ı Allah; "aşırı gitmeyin. Dururlarsa siz de durun," diyor Allah ayette ve "esirleri salın" diyor Allah ve esirlere güzel davranın diyor. Ne kadar güzel bir izah bu, ne kadar insancıl bir izah. Bir cinayet olduğunda diyor ki Allah, cinayet bakın kısas sizin hakkınızdır diyor, idamdır cezası cinayetin. Ama affederseniz diyor, sizin için daha hayırlıdır diyor. Müslüman affı seçeceğine göre, çünkü daha hayırlı olanı seçeceğine göre o zaman nedir? Burada şefkatin, merhametin, sevginin en yükseğini görmüş olmuyor muyuz? Cinayet gibi böyle muazzam bir zulmü affetmek ne demektir? Allah affetmek daha hayırlıdır sizin için diyor, dolayısıyla İslam dini şefkat merhamet ve sevgi dinidir. Ama İncil de böyledir. Tevrat da böyledir. Yani muharref halinde bile yine o öğeleri o güzel yönleri muhafaza etmiştir. Dolayısıyla yani Müslümanları orada burada provoke edip, öldürüp, asıp kesip ondan sonra 3-5 psikopatın da yaptığı bir olayı Müslümanlara mal etmeye kalkmak. Bundan vazgeçecekler, bu çok yanlış bir şey. Bir de bu cinayeti işleyenlere biz bakıyoruz ki İngiltere’de eğitim görmüşler ya da Amerika’da eğitim görmüşler. Darwinist, materyalist eğitimden geçmişler, böyle tasavvuf terbiyesi almış, aklı başında veyahut bir Nur talebesi düşünelim; hiç dünyanın herhangi bir yerinde bir Nur talebesinin bir cinayete adının karıştığı görülmüş mü? Değil öyle yaralamaya adı karışmış mı? Milyonlarca Nur talebesi var, asla yapmazlar. Mesela bir Sufi’nin, bir tarikat mensubunun farz edelim yurt dışında Şaziiler var Nakşiler var yurt dışında, bu insanlardan hiç böyle bir şeye rastlıyor muyuz biz veyahut bir fıkıh aliminin fakihin. Güzel ehl-i sünnet terbiyesi almış bir alimin bu tarz bir şey yapmış olduğunu görmüş müyüz? Görmemişiz. Kimlerde görmüşüz; İbni Miskeveyhçi, Darwinist, materyalist, evrimi savunan, sosyalizme sempatisi olan, Che hayranı, Ho Chi Minh hayranı, Lenin’in düşüncelerini İslam’la bağdaştırmaya çalışan böyle aşağılık kompleksi içinde olan tipler. Dolayısıyla bunları bir ayrı tutmaları lazım. Biz gerçek Müslümanları kastediyoruz, gerçek Müslüman her zaman için şefkatli, merhametli ve sevgi dolu olur.

Size Kuran’dan bir ayet okuyayım. Rum Suresi, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Şeytan’dan Allah’a sığınırım. “Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı.” Rum diyarı Rum diye nereye diyorlardı eskiden? İstanbul. “Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı.” Yani İstanbul’daki Darwinistler ve materyalistler, ateistler mağlup oldu. Ebcedi kaç; 1980. Mehdi (as)’ın çıkış tarihini veriyor, net. Herkes baksın harf harf tam net 1980. “Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Birkaç yıl içinde.” Bakın, “Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır.” Yani mutlak güç Allah‘a aittir. “O gün mü'minler sevineceklerdir.” Kaç ebcedi; 2010. Bakın, “bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve, “O gün mü'minler sevineceklerdir.” Ebcedi tam 2010. Kardeşim Kuran’la Mehdiyet o kadar içiçedir ki yani Kuran’da dev bir konu olarak işlenir Mehdiyet. Yusuf kıssasında Mehdiyet anlatılır. Kehf kıssasında Mehdiyet anlatılır. Süleyman kıssasında Mehdiyet anlatılır. Kuran’ın bütününde Mehdiyet birçok yerde görülür. Ve dünya hakimiyeti ile ilgili çok fazla ayet vardır. Bu ayetlerde de bunu görmek açıkça mümkündür.

Mesela Kasas Suresi 5. “Biz ise yeryüzünde güçten düşürülenlere” hapsedilmiş, ezilmiş, iftiraya uğramış, her türlü zorluğa girmiş müminlere, “lütufta bulunmak, onları önderler yapmak” dünya hakimi yapmak yani Türk İslam Birliği, “ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” Ebcedi kaç; 1996. Önderler ve mirasçılar kılmak kelimesinin ebcedi de 2021’i veriyor. Dünya hakimiyeti inşaAllah.

OKTAR BABUNA: Hep ilgili ayetler Hocam. 20-30 senelik döneme geliyor ebcedleri maşaAllah.

ADNAN OKTAR: “Biz seni yalnızca bir müjde verici ve uyarıp korkutucu olarak gönderdik.” (Furkan Suresi, 56). Bak; “Biz seni yalnızca bir müjde verici ve uyarıp korkutucu olarak gönderdik”. Uyarıp korkutucu. Allah’tan korkun diyor, tebliğ yapıyor. Ebcedi 1981 yılını veriyor. Sure numarası 25, ayet numarası 56. 1956 zaten “münafıkane sistemin yıkılış tarihi”dir diyor Said Nursi. “Yıkılışının başladığı tarihtir” diyor. “Artık ondan sonra sürekli bir tırmanış olacaktır” diyor. 25 ile 56’yı çarptığımızda ne yapıyor?

OKTAR BABUNA: 1981.

ADNAN OKTAR: Hicri 1400 verir. Miladi 1981 veriyor, evet. “İşte biz böyle yeryüzünde Yusuf’a” Hz.Yusuf (as)’a “güç ve imkan (iktidar) verdik” yani dünyaya lider yaptık diyor Cenab-ı Allah. Ebcedi kaç; 2017.

OKTAR BABUNA: MaşaAllah, İslam ahlakının hakimiyeti inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii. Taha Suresi 123. “Kim benim hidayetime uyarsa” diyor Cenab- Allah, Hadi ismini tecelli ettirirse yani Mehdilik yaparsa, İslam ahlakını dünyaya yayarsa inşaAllah, hidayetime uyarsa, “artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.” Şaşırıp sapmamak Mehdi (as)’in bir özelliğidir inşaAllah. “Mutsuz olmaz”, ebcedi kaç; 1982. Bu kadar tevafuk olur mu? Bir harikuladelik yok mu bunda?

Bakın diyor ki Taha Suresi 135. “Sonunda dümdüz dosdoğru yolun sahipleri kimlermiş?” Yani Kuran’ın sahipleri, İslam’ın sahipleri kimlermiş? “Ve doğru yola ulaşan kimlermiş?” Doğru yolu tam oluşturan, güzel ahlakı, sevgiyi, barışı oluşturan kimlermiş? “Pek yakında öğreneceksiniz?” 2023 ebcedi, hesaplasınlar. “Ve onları Kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık.” Tebliğciler yaptık. “Ve onlara hayrı kapsayan fiilleri namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik, onlar bize ibadet edenlerdi.”

Enbiya Suresi 73. “Ve onlara hayrı kapsayan fiilleri namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik.” Ebcedi 1984.

“Hani Allah Peygamberlerden kesin bir misak almıştı” diyor Cenab-ı Allah (Al-i İmran Suresi 81)’de. Bütün Peygamberler zer aleminde daha dünya gelmeden Allah Katında; daha önce de söylemiştim, tek bir an vardır. Tek bir an içerisinde biz sonsuz öncesinde de vardık Allah Katında. Kal-u Bela denen, insanlar daha dünyaya sunulmadan önce Allah Peygamberlerin hepsini topluyor ve onlardan bir söz alıyor. Diyor ki: “Andolsun size kitap ve hikmetten verip” size kitap da vereceğim diyor ve hikmet de vereceğim diyor. “Sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde” birisi gelecek diyor. Sizin Kitabınız hangi kitapsa mesela; Kuran’sa veyahut Tevrat’sa, İncil’se o kitabı tasdik edecek, diyor. Böyle bir elçi gelecek, diyor. “Ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız” diyor Allah emir veriyor. Bakın: “Ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız.” “Demişti ki: bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?” diyor Allah. Yani bu sözü, bu ağır yükü aldınız mı, diyor. Onlar Cenab-ı Allah’a “evet” diyorlar, “ikrar ettik” diyorlar. “Ya Rabbi kabul ettik” diyorlar. Bizim Peygamberimiz (sav) de dahil. Hz. Muhammed (sav), İsa (as), Musa (as), İbrahim (as), Nuh (as). Ayet var hepsinden Biz Allah söz aldık diyor. Bak, “Senden İsa (as)’dan, Musa (as)’dan, Nuh (as)’dan ve İbrahim (as)’dan” hepsinden söz almıştık. “Öyleyse şahit olun Ben de sizinle birlikte şahit olanlardanım demişti.” Bakın şimdi; “Sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde” yani Kuran’ı doğrulayan, Kuran’a uyan bir elçi, bir tebliğci, bir mürşit, bir Mehdi (as) geldiğinde. Ebcedi kaç; 1956. Yani Risale-i Nur Külliyatı’nın serbest bırakıldığı tarih. Ve Said Nursi diyor: “nifak sisteminin artık gerilemeye başlayacağı tarihtir” diyor. “Bundan sonra artık gerileyecektir” diyor. Bu tarihten sonra. Bunu kaç yıl önce söylüyor? 60-70 yıl önce söylüyor. “Öyleyse şahit olun Ben de sizinle birlikte şahit olanlardanım.” Ayetin bu kısmı ise miladi 1994 yılını veriyor. Mehdi (as)’ın faaliyet yıllarını veriyor. Çünkü şimdi bakın Cenab-ı Allah diyor ki Peygamberimiz (sav)’e; bir elçi gelecek. İsa (as)’a da diyor; bir elçi gelecek. Nuh (as)’a da diyor. Musa (as)’a da söylüyor. Ve Hz. İbrahim (as)’a da söylüyor, hepsine söylüyor. Hepsi Ya Rabbi kabul ettik diyorlar. Elçi geldiğinde biz yardımcı olacağız. O Mehdi (as)’a, o mürşide yardımcı olacağız. Şimdi bütün Peygamberler geldi. Ayetin ikinci anlamı olarak, Peygamberimiz (sav)’in yardım ettiği bir elçi olmadı. Allah Peygamberimiz (sav)’den söz aldı. Ama bir elçiye yardım etmedi. Musa (as) ve İsa (as)’da da böyle bir şey yok. O zaman bu kim? Hz. İsa (as) geldiğinde Hz. İsa (as)’a biz soracağız. "Bu ayette sen söz verdin," diyeceğiz. "Allah Nebisi," diyeceğiz. "Sen bir söz verdin. Ki sen O’sun inşaAllah," diyeceğiz. "Sen kime yardım edeceksin," diyeceğiz. Allah’a verdiğin biz söz var, kime yardım edeceksin? O da diyecek ki: "Mehdi (as)’a yardım edeceğim," diyecek inşaAllah. Ayetin bir işareti de budur işte inşaAllah. Çünkü yemin etmişler Allah’a yardım edeceğiz, diye. Beraberinizdekini doğrulayan; Kuran’ı Mehdi (as) doğruluyor mu? Doğruluyor. Kuran’a tabi mi? Tabi. İsa (as)’a sorulduğunda; kime sen yardım edeceksin denildiğinde Mehdi (as)’dan başka kimse yok. Zaten ona yardım ediyor. Yani geliş amacı İsa (as)’ın bir amacı da bu. Onun veziri olarak geliyor zaten. Bakın Mehdi (as)’ın büyüklüğünü buradan anlayabiliriz. Hz. İsa (as) gibi ulül azm Peygamber, Mehdi (as)’a vezir olarak gönderiyor Allah. O yüzden Mehdiyet Kuran’da çok kapsamlı geçen bir konudur. Çok çok kapsamlı geçen bir konudur. Fakat Mehdi (as) vahiy almadığı için, mucize de göstermeyeceği için bu, onun makamını daha da yükseltir. Çünkü mucize olduğunda daha kolaydır imtihan. Çok daha kolaydır. Çünkü Cebrail (as)’ı görüyor, vahiy alıyor, mucize gösteriyor bunda kolay. Mehdi (as)’da bu olmayacağı için yüksek makamı. Hatta Berzenci hazretleri diyor ki: “Hz. Ebubekir (ra), Ömer (ra)’dan dahi daha üstündür” diyor Mehdi (as). Bu Ehl-i sünnet kaynaklarında. Berzenci’nin bu eserini alırsa çok iyi olur kardeşlerimiz. Çünkü burada çok kapsamlı izahlar var. “Ehl-i Beytim” diyor “benden sonra çetin bir bela ve tedridle karşılaşacaklar.” Çok baskı görecekler inşaAllah. “Allah Konstantiniyye’yi, İstanbul’u çok sevdiği dostlarının elleriyle fethedecek.” Manen fethedecek. “Onlardan hastalığı ve üzüntüyü kaldıracak.” Yani grip, nezle değil bunlar. Mühim hastalıklarda Allah şifa verecek. Hayret edilecek olaylar olacak, mucize tarzında. Geçmeyeceği zannedilen hastalıklar geçecek. Buna dikkat çekiliyor. Sen ne diyorsun?

OKTAR BABUNA: Siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, söylemiştiniz. Üstad da, “en büyük bir müctehid, mürşid, kutb-u azam” diyor Mehdi (as) için inşaAllah, “en büyük” inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet. “En büyük bir müceddid, hem Mehdi, hem mürşid, hem kutb-u azam olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek, o da ehl-i beyt-i nebeviden olacaktır” diyor. Evet mesela “onun açık düşmanları fukaha olacak,” cahil Hocalar, bazı cahil Hocalar. Diyor ki mesela; “dini Resulullah (sav) zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek. Yeryüzünden mezhepleri kaldıracak.” Bakın, Hanefi, Hanbeli, Maliki, Şafi, Şii, Sünni, bütün mezhepler kalkıyor. Sadece onun anlatımına uygun sahabe dönemindeki gibi bir din anlayışı hakim oluyor. "Hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak” diyor. Bunu Peygamberimiz (sav) söylüyor. “Düşmanları ehl-i içtihad alimlerinin mukallitleri olacak.” Yani bazı mezheplere uyan bazı kişiler onun düşmanı olacak diyor. “Çünkü onlar Mehdi (as)’ın mezhep imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde” yani kendi mezheplerine ayrı bir hüküm verdiğini "gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar,” çünkü hepsinin mezhebine aykırı olacak, “fakat karşı da gelmeyecekler. İlim kılıncından çekindikleri için ister istemez hakimiyetine boyun eğecekler. Onun açık düşmanları fukaha olacak.” Yani Hocalar, bir kısım cahil Hocalar. “Çünkü halk arasında bir imtiyazları kalmayacak. Hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Bu imamın gelişiyle alimlerin hükmündeki anlaşmazlıklar da giderilecek. Şayet elinde ilim kılıncı olmasaydı fakihler onun ölümüne fetva verirlerdi.” Yani müthiş nefret edecekler diyor, cahil Hocalar ondan. Yani yobaz takımı, ahir zamanın yobazları, Mehdi (as)’dan nefret edecekler, diyor. Komplolar hazırlayacaklar, oyunlar hazırlayacaklar yani sinsice, sezdirmeden. “Bizim alakamız yok” diyecekler ama birçok pisliğin, birçok ahlaksızlığın içinde onlar olacaklar. “Lakin Allah, onu kılınç ve cömertliğiyle hakim kılacak” yani ilim kılıncı bu, ilimdir, “cömertliğiyle hakim kılacak, ondan hem çekinecekler, hem de bir şeyler umacaklar” diyor. Cenab-ı Allah’ın Resulu (sav). “Onu en çok Kufe’deki arifler sevecek.” Şiiler daha çok sevecekler onu, diyor. Kufe’dekiler Şii’dir genellikle. “Çünkü hakiki Mehdi (as) olduğunu ancak onlar anlayacaklar. Onlar onun veziri olacaklar. Her bakımdan yardımına koşacaklar.” “Allah haklarında şöyle buyurmuştur” diyor talebeleri için; ““Allah’a verdikleri sözlerinde durmuşlardır.” (Ahzab Suresi, 23.)” Ahzab Suresi’nin 23. ayeti onlara bakar, diyor. “Allah’a verdikleri sözlerinde durmuşlardır.” “Ne var ki yardımcıları Arap olmayacak.” Ne olacak? Türk olacak. Arap’tan başka Türk var inşaAllah ve işte diğer kavimlerden, “diğer milletlerden olacak.” Bak “kendi cinslerinden olmayan, Allah’a hiç asi gelmemiş bir hafızları bulunacak.” Allah’a hiç karşı gelmemiş bir hafız. Kuran’ı ezberden bilen, Allah’a hiç asi gelmemiş bir hafız. Masum. Bu kim olabilir, bir peygamber olabilir. Çünkü peygamberin dışında hiç kimse masum değildir. Mehdi (as) ahkamda masumdur. Ama mutlak masumiyet peygamberlere mahsus. “Ki” diyor. “Ki, o vezirlerin gözdesi, güvenilen kimselerin en emin olanı olacak.” Bak “o vezirlerin gözdesi,” baş vezir ve “güvenilen kimselerin en emini olacak.” Yani Mehdi (as)’ın en çok güvendiği kişi olacak. “Şeyhi Ekber’in bu açıklamasının İsa (as) olduğunu gösteriyor” diyor. “Çünkü Peygamberden başka hiç kimse masum değildir. Öyleyse gözde veziri ancak Hz. İsa (as) olur. Mehdi (as)’ın günahsızlığına gelince o da onun hükmündedir. Nitekim müteakip beyanlar da bunu göstermiştir.” Ama ahkamda. Çünkü Mehdi (as) yanlış bir şey de yapmış olsa o doğru oluyor. Allah’ın hikmeti. Adamlar hata yaptı diyorlar, mutlaka doğru oluyor. Yani mümkün değil ahkamda masum olduğu için. Mehdi (as)’ın birçok özellikleri var. Basiret sahibi, İlahi Kitabı anlıyor, İlahi Kelam’ın manasını biliyor. Tayin edeceği kimselerin durumlarını, hal ve hareketlerini iyi biliyor. Öfkelendiği zaman bile merhamet ve adaletten ayrılmıyor. Varlıkların sınıflarını biliyor. İşlerin girift taraflarını biliyor. Efendim, bir “Peygamber (sav) onu vasfederken, “benim izimi takip edecek, hataya düşmeyecek” demiştir. Bundan anlıyoruz ki o şeriat sahibi değil, şeriata uyandır” yani Kuran’a uyandır. “Aynı zamanda da günahtan da masumdur. Buradaki masumdan murat hükümdeki masumiyettir.” “İnsanların ihtiyacını iyi anlayacak” diyor, sekizinci özelliği. Dokuz, “Bilhassa kendi zamanında ihtiyaç hissedilen gaibi ilimlere vukufu bulunacak” yani Kuran’dan gelecek ile ilgili Allah’ın bildirdiği, hadislerden bildirilen olayları bilecek. “Mehdi (as) kıyas etmeyecektir.” Kıyas kullanmıyor “çünkü kıyas birçok meselelerin meydana gelmesine intac eder ki bu kulları zor duruma sokar. Oysa İslam’da esas olan tahfiftir.” Mehdi (as) kolaylaştırıcı olacak yani dinde tahfife gidecek, tahfiftir. “Bu sebeple ki Resulullah (sav) şöyle buyururlardı: Size terk ettiğim hususlarda beni başbaşa bırakın.” Yani ben bir konuda hüküm getirmediysem, Allah bana bir ayet getirmediyse, bana soru sormayın. “Öyleyse fazla hüküm ve teklif gelmemesi için kendisine çok soru sorulmasından hoşlanmazdı Peygamber.” Mehdi (as)’da böyle olacak yani tahfif yanlısı. Kolaylaştırmadan yana olacak. Kuran’a tabi, sünnete titiz, fakat kolaylaştırıcı. “İşte bu dokuz hasletin Mehdi (as)’da bulunması gerekir” diyor. “Peygamberimiz (sav)’in sağlığında sadece Mehdi (as)’ın yanılmayacağını beyan etmiş ve diğerleri hakkında sükut buyurmuşlardır.” Yani diğer gelecek bütün eşhas yani bütün kişiler de hata yapabilirler fakat Mehdi (as) için değil. “Mehdi (as), Ebubekir (ra) ve Ömer (ra)’dan da üstündür. Hz. Ebubekir (ra) dediler ki,” Hz. Ebubekir’e soruyorlar. “O Mehdi Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra)’dan daha mı üstün olacak? Bazı peygamberlerden bile üstün olacaktır diye cevap verdi” diyor. Peygamberimiz (sav)’in bildirdiği bir bilgiyi aktarıyor. Bakın, bazı peygamberlerden bile üstün olacaktır. “Hz. Mehdi (as)’a Ebubekir (ra) ve Ömer (ra) üstün olamaz diye vadid olmuştur hadisi şeriflerde.” Suyuti hadis imamı.

“El Urfivirlisi der ki: Sahih bir isnaddır.” Sahih bir hadistir. “Mehdi (as) verdiği hükümde masumdur, peygamberlerin izindedir, asla yanılmaz. Bu vasıflar şüphe yok ki Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) da yoktur. Yukarıda arz ettiğimiz dokuz haslet bugüne kadar hiçbir din liderinde bulunmamıştır. Bu bakımdan Mehdi (as) onlardan üstündür” diyor. Fakat diyor, “vahyi müşahade ve sahabelik yönünden de” sahabeler üstünden, yani gözleriyle görüyorlar, sahabeler muhteliftir diyor yani, bu Mehdi (as)’ın zaten elinde değil o. Yani vahyi müşahade etmiyor, Peygamberi de görmemiş, sahabesi olamamış o yönden “üstündürler” diyor. Ama bu yönden yani o genel anlamda üstündür diyor, Mehdi (as). Onun için Mehdilik Said Nursi Hazretlerinin yüzlerce sayfa uzun uzun anlattığı çok hayati bir konudur. Ve Kıyamet de çok yaklaştığı için, birçok Müslüman kardeşimiz bu konuya karşı duyarsızlar ve anlamazlıktan geliyorlar. Üstad’a bu kadar sıkı sağlam bağlanan insanlar bile, Üstad’ın bu kadar açık sarih ifadelerini anlamazdan gelip, bu konuyu örtbas etmek istiyorlar. Veyahut bu konuyu anlattırmak istemiyorlar. Bunda Nur talebesi kardeşlerimiz şüpheye düşsünler, burada bir gariplik var yani niçin anlattırılmasın? Niçin çekiniyorlar ki? Üstad bu konuyu çok iyi bilen bir insandır. Mehdi (as)’ı bizzat görmüş, onunla konuşmuş, fiziki olarak da görmüş, faaliyetlerini de görmüş bir insandır. Ve görmediğini de anlatmıyor. Anlattığı bilgilerin vasfını incelediğimiz de bunu görüyoruz.

OKTAR BABUNA: Siz söylemiştiniz Hocam, ben görmediğim bir şeyi söylemiyorum dediğini Üstad’ın.

ADNAN OKTAR: Bir kere ben bir alimi abartmam. Gerçekten öyleyse, o şekilde mükemmel bir alimse alim derim. Yani benden hiç gördünüz mü başka bir kişiyi abarttığımı? Yani neyse o, hakkını verip tam doğrusunu söylüyorum. Mesela İmamı Rabbani mükemmel bir insan, güzel. Ama Bediüzzaman, en azgın dönemde, küfrün en azgın, Darwinizm’in en azgın olduğu dönemde gelmiştir. Ve dine, İslam’a çok büyük katkıda bulunmuştur. Din ve İslam’ın anlatım şekli, klasik geleneksel anlatımlardı. Mehdiyet’in zeminini hazırlamıştır. Yani Mehdiyet’in kapısını sonuna kadar açmıştır ve çok büyük bir kolaylık sağlamıştır Mehdi (as)’a. Mehdiyet onun üzerine bina edilecek yani Risale-i Nur Külliyatı’nın oluşturduğu zemin üzerine bina edilir. Ve o yüzden de diyor Said Nursi, “bu Risale-i Nur Külliyatı’nın” diyor, “bu kitapların gerçek sahibi ben değilim” diyor. “Nur talebeleri de değil” diyor, kimdir o zaman? “Mehdi (as) ve şakirdleridir” diyor. Bak, “hayır, böyle değildir” diyen kimse gördünüz mü? Diyemezler çünkü net ifade var. Bakın diyor ki: “Ona karşı” diyor yani deccaliyete, Darwinizm’e, materyalizme karşı, "Ehl-i Beyt-i Nebevi’nin silsile-i nuranisine bağlanan, Peygamberimizin nurani soyuna bağlanan, ehl-i velayet velilerin ve ehl-i kemalin, kamil iman sahiplerinin başına geçecek, Al-i Beyt’ten Peygamberimiz’in neslinden Muhammed Mehdi isminde bir zat-ı nurani,” Kardeşim etmeyin, yapmayın nerede burada şahs-ı manevi? Bakın diyor ki, Al-i Beyt’ten Peygamber Efendimiz (sav)’in soyundan şahs-ı manevi olur mu? Yani seyit şahs-ı manevi var mı dünyada? Şu mantık mı şu yani? Bu şahs-ı manevi seyittir denir mi? Peygamber Efendimiz’in soyundan denir mi? Değil Peygamber Efendimiz (sav)’in soyundan. “Ehli Beyt’ten Muhammed Mehdi adında bir zat.” Bir rakamı ve zat-ı nurani. “Bir zat” deyince sen ne anlıyorsun, şahs-ı manevi mi anlıyorsun, şahıs mı anlıyorsun?

OKTAR BABUNA: Şahıs Hocam çok net yani.

ADNAN OKTAR: Kardeşim öyle bir hale getirdiler ki, insan yani kendinden şüphe ediyor acaba ben mi yanlış anlıyorum gibi. Bakın “zat-ı nurani, bir zat-ı nurani, bir şahıs, o süfyanı şahs-ı manevisi olan cereyan-ı münafıkane, münafıklık akımını öldürüp etkisiz hale getirip dağıtacaktır.” Yani Darwinizm’i, materyalizmi, dinsizlik akımını darmadağın edip bırakacaktır, diyor.

Bakın Şualar’da yine sayfa 442. Anlamıyorum bilmiyorum yok. “Ahir zamanın o büyük şahsı” O-büyük-şahsı. Şahs-ı manevisi mi diyor, şahsı mı diyor burada? “Al-i Beyt’ten (Peygamberimizin soyundan) olacak.” Peki şahs-ı manevi Peygamber soyundan olur mu? Yani Nur talebesi kardeşlerim hepsini tenzih ederim yani bunu bana anlattırtıp böyle, bundan da daha ben hala anlamıyorum diyenler varsa, benim söyleyecek bir sözüm yok. Bakın “o zat” diyor, “o zat.” Şahs-ı manevi mi o zat? “O taifenin uzun tetkikatı” O topluluğun uzun araştırmaları “ile yazdıkları eseri, kendisine hazır bir program yapacak.” Yani, Darwinizm ve materyalizme hazır eserlerden çalışmalar yapacak, bir külliyat hazırlayacak, eser hazırlayacak. “Onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak” Mehdi (as). Yani Darwinizm’i, materyalizmi yıkacak. Bakın “bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı), kuvvet ve manevi ordusu yalnız ihlas, sadakat, tesanüd (dayanışma) sıfatlarına” bak, ihlas, samimiyet, sadakat ve dayanışma sıfatlarına “tam sahip olan bir kısım şakirdler” öğrencileridir. Tam sahip olan bir kısım şakirtler, öğrencileridir. “Ne kadar az da olsalar”, bakın bak, bir şahıs var, bir de talebeleri var. Burada şahs-ı manevi ayrı. “Manen bir ordu kadar”, bakın ne kadar da az da olsalar diyor, az sayıdalar bir kere, “manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar”. Şimdi Mehdi (as) var, talebeleri var, tabii bundan da bir şahs-ı manevi oluşur. Ama ileride gelecek diyor Said Nursi, bu çok önemli. “Ben de onlara demiştim, ben kendim seyit, Peygamberin soyundan bilmiyorum.” Ayrıca diyor Said Nursi, seyit olanın, ben seyit değilim demesi haramdır diyor. Seyit olmayanın da -yani iki türlü de- seyitim demesi veyahut seyit değilim demesi ikisi de haramdır diyor. Yani seyit ise seyitliğini kabul edecek, değilse de değil diyecek; yani yalan söylemeyecek, bu haramdır diyor. “Bu zamanda nesiller bilinmiyor, ben kendimi seyit bilmiyorum, halbuki” bak "halbuki" diyor, “ahir zamanın o büyük şahsı”, şahs-ı manevisi demiyor, o büyük şahs-ı Al-i Beyt’ten Peygamberimiz (sav)’in ailesinden, seyit olacaktır diyor. Bu açık değil mi bu? Bakın diyor ki yine, “o ileride gelecek acip bir şahsın”, ileride gelecek şimdi değil. İleride gelecek acip bir şahıs, bir şahıs, şahs-ı manevi değil. “..bir hizmetkarı”, onun hizmetkarıyım ben diyor ve ona yer hazır ediyorum diyor, zemin hazırlıyorum diyor ve “dündarı” önceden gelen takipçisiyim diyor ve “o büyük kumandanın”, kumandan kaç tane olur; bir tane olur. “Pişdar bir neferi (öncü bir askeri), olduğumu zannediyorum”. Yani onun öncü bir askeriyim, diyor. (Barla Lahikası, sayfa 162.) Yok o öyle demek istemedi, sen anlamadın diyor. Bir sorun falan abiye diyor, o size anlatsın diyor. Kardeşim yani aklından eğer ciddi bir problemi yoksa bir insanın, bunu anlar, başka bir şey yok yani. Ama bir kısım insanlar da ön yargıyla baktığı için anlamayabilirler, o ayrı mesele.

Bakın, “ahir zamanın en büyük fesadı zamanında elbette en büyük bir müctehid, en büyük bir müceddid (din yenileyicisi, mezheplerin üstünde)” Bakın, en büyük müceddid olunca ne oluyor; bütün mezheplerin üstünde oluyor. “Hem hakim”, bak Said Nursi sürekli mahkumdu, bu hakim olacak diyor, değil mi, adaleti ayakta tutacak bir sistemin içinde bu kişi. “Hem mürşit, hem Mehdi, hem kutb-u azam olarak bir zat-ı nuraniyi”, bak bir zat-ı nurani, şahs-ı manevi yok burada. “..gönderecek ve o zat)," on üçüncü tekrarı, bakın “o zat”, o zat kelimesini on üçüncü kere tekrarlıyor Mehdi (as) konusunda, "Ehl-i Beyti Nebevinin”, Peygamberimiz (sav) soyundan olacaktır. Bakın, “ahir zamanda hayatın geniş dairesinde,” bak, “Risale-i Nur’un asıl sahipleri” asıl sahipleri “yani” diyor “yani Hz. Mehdi (as) ve şakirtleri Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir” Ne zaman; ahir zamanda, diyor. Benden sonra; kendisinden sonra. “O daireyi genişlendirir, o tohumlar sümbüllenir, biz de mezarımızdan bakar, Allah’a şükrederiz” diyor. Mezarımdan bakacağım diyor, şükredeceğim diyor. Ama bakın Üstad’ın bunu bu kadar açıklamasına rağmen, bunu anlamazdan gelen Nur talebeleri, Said Nursi’yle ahirette karşılaşacaklar, mahşerde karşılaşacaklar yani Cenab-ı Allah’ın huzurunda. O zaman nasıl açıklayacaklar bunu? Bu kadar açık olmasına, Kuran bu kadar üstünde duruyor, Kuran şiddetle işaret ediyor. Şiddetle işaret ediyor, bütün alametler oluşmuş. Ahir zamanın bütün şahısları zuhur etmiş; topalı zuhur etti, efendim Sufyan zuhur etti, değil mi, efendim Kenani zuhur etti, İstanbul’daki o meşhur yobaz Hoca, o da zuhur etti, hepsini görüyorlar. İslam’ın yükselişini de görüyorlar, adım adım gittiğini görüyorlar, buna rağmen anlamazlıktan gelirlerse sorumlu kendileri olur. Anlaşılamayacak bir şey yok bunda. Bir de bu konunun okutulmaması da çok acayip bir şey, niye çekiniyorlar? Okutulsun, durum değerlendirmesi yapsınlar. Üstad bu riskli olsa, koyar mı Risale-i Nur Külliyatı’na? Hayır mahsurlu gördüklerini zaten koymuyorlar Risale-i Nur’a, okumayın diyor. Mahsurlu olanı okutturmuyor. Ama bunu koymuş okuyun diye koymuş yani. Açık anlamı.

SUNUCU: O zaman ben size sorayım, şimdi tam şekillendiremedim, şahıs, şahs-ı manevi ve seyit üçünü de.

ADNAN OKTAR: Şöyle, seyit Peygamber Efendimiz (sav)’in soyu yani Peygamber Efendimiz (sav)’in soyunun büyük bölümünü şehit ettiler fakat şehit edilemeyen tek bir evladı kaldı ondan onun soyu devam etti. Hz. Hasan (ra) ve Hüseyin (ra), Hz. Ali (ra)’a dayanıyor yani, Hz. Ali (ra) Fatıma annemizle (ra), Peygamber Efendimiz (sav)’in kızıyla evlendi, onun soyu. Ben de seyitim, Peygamber Efendimiz (sav)’in soyundanım.

SUNUCU: Soyundan olanlara mı seyit deniyor?

ADNAN OKTAR: Evet, onlara seyit deniyor. Şahıs da tek bir kişiyse şahıs deniyor ama mesela Türkiye Büyük Millet Meclisi var, toplanıyorlar, onlara Büyük Millet Meclisinin bütün uygulamalarının toplamına şahs-ı manevi denir, şahs-ı manevisi yani onun toplam uygulamasına denir. Veyahut mesela bir üniversite var, bir üniversitenin çıkarttığı bütün kitaplar, çalışmalar, faaliyetler o üniversitenin şahs-ı manevisini oluşturur. Yani genel uygulaması. Mesela bir Türklerin bir şahs-ı manevisi vardır, Türkiye’nin hizmetleri vardır bu bütün hizmetlerin toplamı. Burada Nur talebesi kardeşlerimiz diyorlar ki, “ahir zamanda Mehdi (as) gelmeyecek. Bir şahs-ı manevi vardır. Yani bizler yani Nur talebelerinden oluşan ve Bedüzzaman’ın talebelerinden oluşan kişilerin oluşturduğu hizmetlerin toplamına Mehdi (as) denir” diyorlar. Yani “Bediüzzaman dahil şu ana kadar bu yıllara kadar yapılan faaliyetlerin tamamı zaten Mehdiyet’tir” diyorlar ve dolayısıyla “Mehdi (as) diye bir şahıs zuhur etmeyecektir, Mehdi (as) diye bir tek bir zat gelmeyecek, böyle bir şey yok, şahs-ı maneviyi kastetmiştir Said Nursi” diyorlar. Ama buradaki anlatımlarda “benden sonra gelecek” diyor ve “Risale-i Nur’u en iyi o anlayacak ve talebeleri anlayacak” diyor, “ben onun öncü askeriyim” diyor ve “ona zemin hazırlıyorum” diyor. “Onun zamanında İslam ahlakı dünyaya hakim olacak, Hazreti İsa (as) inecek. Hz. İsa (as) onun arkasında namaz kılacak” diyor. “Hıristiyanlıkla Müslümanlık birleşecek” diyor, “tek din İslam kalacak” diyor. Bunlar oldu mu? Olmadı. “Hakim olacak” diyor, Said Nursi hiç hakimlik yaptı mı? Hakimlik görevi yaptı mı? Said Nursi hakim diyor, en büyük hakim diyor, en büyük müceddid en büyük müctehid diyor. Mezhepleri kaldıracak, diyor Said Nursi. Kalktı mı mezhepler? Mezhepler ayrı ayrı. Peki o zaman bu yalana ne gerek var? Kardeşim, imanın zayıf, inanamıyorsun yani Mehdi’nin (as) geleceğine inanamıyorsun, o zaman Allah’a dua et. O zaman “şahs-ı manevi değil, ben bilmiyorum” dersin, “Allah biliyor” dersin. “Ben anlıyorum Said Nursi’nin ne demek istediğini ama ben bu konuda bir yorum yapmak istemiyorum” diyebilir bir insan. İmanı zayıf olabilir. Çünkü Said Nursi diyor; “imanı zaif, enesi kavi”, imanı zayıf bir kısmı da diyor inkar cihetine gitmişlerdir diyor. Reddederler, diyor. Hatta Nur talebelerinin bir kısmı bu inkar için bazı yöntemler geliştirmişler. Şart-ı muallakla konuşmuştur Said Nursi, diyorlar. Şart-ı muallak yani şu şu şu şartlar oluşursa Mehdi (as) çıkar, yoksa çıkmaz. Dolayısıyla da şartlar oluşmadığına göre Mehdi (as) da çıkmamıştır, diyorlar. Bu da ayrı bir ekol, samimiyetsiz bir ekol. Said Nursi’nin öyle bir sözü var belirli bir şey için. Mesela diyor ki, şu yılda bir ferec olacaktı diyor, fakat şartlara uymadıkları için ferec olmadı diyor. Yani bir kurtuluş olacaktı. Geçmiş bir vakit için. Ama Mehdi (as) konusu hadise dayalı bir konu. O bir evliyanın görüşü, düşüncesi, veli olan. Bu bir hadise dayalı değil. Ama bu hem Kuran’a hem hadise dayalı. Muhbir-i Sadık’tan Peygamber (sav)’den ihbar var, diyor. Haber var, Peygamber (sav) söylüyor bunu, diyor. Ben söylüyorum demiyor ki şart-ı muallağa bağlı olsun. Peygamber sözü şart-ı muallağa bağlı olur mu? Mehdi (as) çıkacak dedin mi, çıkar. Muhbir-i Sadık ne demek? Sadık Muhbir yüzde yüz çıkacak demek. Deccal çıkacaktır dedi mi mutlaka çıkar. Mesela Kuran’da Allah ihbar ediyor. Allah Muhbir-i Sadık’tır. Sözünde durandır. Ne diyor Cenab-ı Allah; Kıyamet kopacak. Peygamber Efendimiz (sav) için de Muhbir-i Sadık deniyor. Tabii Allah’ın verdiği bilgiye dayanarak, Allah’tan aldığı bilgiyle söylüyor Peygamber. Şart-ı muallak olur mu Peygamber sözü? Peygamber (sav)’in sözünü açıklıyor Bediüzzaman ve çok net konuşmuş. Tarih vererek konuşuyor yüzlerce sayfa. Ama bir nezaket olarak tabii girişinde diyor ki, beşer diyor bütün bütün yoldan çıkmazsa eğer çabuk Kıyamet kopmazsa diyor, Cenab-ı Allah vaat etmiştir, Mehdi (as) zuhur edecek diyor. Ama bu bir velinin bir üslubudur, yani giriş üslubudur. Kıyamet çabuk kopmadığına göre beşer de bütün bütün yoldan çıkmadığına göre demek ki şartlar oluşmuş o yönden de. Bir de onu söylerken herhalde Üstad böyle imanı zayıf olanları da düşünerek söyledi onu, yani böyle açmaza düşecek tipler için söylemiş olabilir. Hani belki Kıyamet kopar, o yüzden de Mehdi (as) çıkmaz, beşer bütün bütün yoldan çıktı, bu yüzden Mehdi (as) çıkmaz gibi bir düşünceyle belki Mehdi (as)’ı beklemekten vazgeçecek tiplere, dinden imandan çıkmasınlar diye bir dinlenme aralığı yapmış olabilir Said Nursi, bir ihtimal. Ama hadise dayalı ve net konuşuyor bu konularda. Ama bir de bu şu şekilde, yani burada bir nezaket de var tabii. Cenab-ı Allah’a karşı da bir nezakettir bu. Yani “inşaAllah, Allahualem” anlamında diyor, beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, Kıyamet kopmazsa Allah’ın izniyle, Allahualem inşaAllah. O anlamda söylenmiştir bu. Yoksa Peygamber (sav)’in sözünün çıkmaması diye bir konu olmaz. Yani açık açık söylemiş Peygamber, ehl-i sünnetin ve Şia’nın net kanaati olan ve Hanefi, Hanbeli, Maliki ve Şafi mezheplerinde aksini savunan kimse yok. Mesih (as)’ın çıkması Kuran ayetiyle sabit zaten, açık.

OKTAR BABUNA: Siz daha iyi bilirsiniz Hocam inşaAllah. 150’den fazla alamet zaten oldu artık yani olup olmaması da tartışılmaz ki inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Şimdi o zaman Said Nursi yüzlerce sayfa boşa anlatmış anlamına geliyor. Bir kere bu şart-ı muallak lafından vazgeçecekler. Yani bu çok samimiyetsiz bir izah. Vali sözü değil bu Peygamber sözü. Yani o girişteki o söze o kafaları takılmış olabilir. Yani “beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, Kıyamet kopmazsa.” Her ikisi de olmadığına göre. Öyle bir bahaneye sığınacak durumları da yok. Kıyamet kopsa başlasa, tamam, Mehdi (as) hakikaten gelmeyecek diyebilirdik. Kıyamet kopmadı beşer de bütün bütün yoldan çıkmadı, imanlı insanlar İslam’a Kuran’a açıklar yani dinlemiyorum demiyor insanlar. Böyle bir bahane de yok. Dolayısıyla şart-ı muallak olarak düşündükleri o konu da oluşmamış şu an. Ki halbuki Bediüzzaman bu konudan söz ederken Allahualem diyerek söz ediyor. Yani Allah doğrusunu bilir, diyerek söylüyor. Bu böyle söylenir zaten. Ama Peygamber hadisleriyle sabit olan bir konunun irdelenmesi, acaba mı denmesi olmaz. Said Nursi de 150-200 sayfa bu konuyu açıkladığına göre, konu bitmiş. Ve gördüğü şeyi anlatıyor ve bütün kıtalara her yere İslam ahlakı hakim olacak, diyor. Tek din İslam kalacak diyor, ittihad-ı İslam oluşacak diyor. Bunu Allah Kuran da söylüyor ayetler var, çok fazla Kuran ayeti var. Dolayısıyla bu konuda Nur talebesi kardeşlerimizde bir kabz hali var. Bir kasılma hali var. Bunun açılması lazım. O zaman bereket gelir, dimağları açılır. Allah bir güzellik var ki Mehdi (as) ile bizleri müjdelemiş. Yani bu konudan korkmaları yersiz. İsa (as)’ın gelişinden korkmaları yersiz. Bu korkudan, ya geçmiştir diyorlar Mehdi (as) da, İsa (as) da gelip geçmiştir yahut yüzyıllar sonra gelecek diyorlar. Yani illa ki gelmeyeceği bir şeye sokmaya çalışıyorlar. Yahut da hiç gelmeyecek bir Mehdi’den bahsediyorlar. Yani gelmesi mümkün olmayan Mehdi. Mehdi (as)’ın bulunduğu dönemde deccal 300 metrelik bir eşek. Anırarak göğe çıkıyor. Ayaklarını aşağı sallandırmış, kuyruğu da olan bir eşek. Gökte uçacak, diyor. Kulakları 30’ar metre. Bunun uçak olduğu belli. Hızla hareket eden bir merkep nedir kulakları da açıksa 30 metre, uçağın kanatlarıdır. Gökte uçması nedir bunun ve yerle konuşabiliyorsa, bütün dünyayla bağlantı kurabiliyorsa gökten, bu ancak uçakla mümkün. Ahir zamanın teknolojisi anlatılıyor burada. Bunu 300 metrelik eşeğe çevirmenin alemi ne? Yani bunun böyle bir olayın olmayacağı açıkça belli. Mesela anlattıkları Mehdi’nin de gelmesi mümkün değil. Cübbeli diyor ilk soracağımız şey “hani başının üzerindeki melek, diyeceğiz” diyor. Kuran’da, bunu kafirler sorar diyor Allah ayette. Böyle bir şey olduğunda da onları mahvederim, diyor ayette. Peygamberlere soruyor küfür ehli müşrikler. Nerede diyor, yanında bir melek getir inanalım sana diyorlar. Cübbeli de diyor ki melek getirmesi gerek Mehdi (as)’ın diyor. “Zaten onu deyince durdu” diyor, benimle konuşmuş, dururum tabii. Zaten anormal bir şey söylüyorsun. Yani çünkü Kuran’a uygun olmayan bir şey söylüyorsun. Kuran’a uygun olmadığı için duruyorum. Çünkü Kuran’da bu açıkça ayette belirtilmiş, izah edilmiş.

SUNUCU: Hocam, bu konu üzerine bir dinleyicimizin sorusu var. İsterseniz onunla başlayalım. “Hocam hayırlı akşamlar.” Hasan Bey soruyor. “Hocam hayırlı akşamlar. Hocam bugün ilk kez okuduğum bir hadiste Hz. Mehdi’nin insanların akıl, ahlak ve kişilik olarak olgunlaşmasına vesile olacağı ile ilgili ifade benim çok şevkimi artırdı. İmam Bakır aleyhisselam şöyle buyurmuştur; “Kaimimiz Hz. Mehdi kıyam edince elini kullarının başı üzerine koyar böylece akıllarını bir araya toplar, gelişimlerini kemale erdirir Allah görüşlerini ve duyuşlarını güçlendirir. Öyle ki kendileriyle Kaim Hz. Mehdi arasında hiçbir örtü engel kalmaz.” (Yevm’ul-Halas, s. 269) Hocam bu hadisin açıklamasını sizden dinleyebilir miyiz?”

ADNAN OKTAR: Evet, Hz. Mehdi (as)’ın sevgisi, alakası, imanı, onun şevki ve samimiyeti insanlarda olumlu etki yapacak. Hal alacaklar yani onunla yakın bağlantıda olan kişiler ondan etkilenip güzel ahlakı, sevgiyi, şefkati, insancıl düşünmeyi tam kavrayacaklar. Kuran’a, Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetine tabi olmayı ruhlarına iyice yerleştirecekler, bu anlam çıkıyor inşaAllah.

Bakın Said Nursi diyor ki; “ta ahir zamanda” kendisinden sonra “ta ahir zamanda hayatın geniş dairesinde”. “Ta ahir zaman” ne demek? Kendisi için söylemiyor bakın, uzak bir vakti vurgulama. “Hayatın geniş dairesinde” hayatın geniş dairesi nasıl olur? İnternet oldu, televizyon oldu, şu oldu bu oldu; teknoloji. “Risale-i Nur Külliyatı’nın asıl sahipleri, yani Hz. Mehdi ve şakirtleri Cenab-ı Allah’ın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir.” Yani “mevcut olan Müslüman topluluğunun sayısını artırır ve o tohumlar sümbüllenir.” Yani tohumken, gizliyken açılır ve aleni hale gelir. “Hem bu üç vezaifleri (vazife) birden bir şahısta” kendi zamanı için diyor “bir şahısta ve yahut cemaatte bu zamanda bulunması...” Bu zaman ne demek? Kendi zamanı. “Mükemmel olması birbirini cerh etmemesi (çürütmemesi) pek uzak, adeta kabili mümkün görünmüyor.” Yani benim zamanımda bunların olması mümkün değil, diyor. Hz. Mehdi (as)’ın çıkması; şahıs olarak, cemaat olarak mümkün değil diyor üç vazife açısından. Bak “bir şahısta yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması, birbirini çürütmemesi, pek uzak adeta kabili mümkün görünmüyor. Ta ahir zamanda Al-i Beyt-i Nebevi’nin (Peygamberimizin soyunun) cemaat-i nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden” bir şahıstır bu Hz. Mehdi (as). Şahs-ı manevisi, demiyor. Tekrar bu yalnız, Risale-i Nur’da 15. tekrar bu. 15 kere vurgulamış Said Nursi bu konuyu. “Hz. Mehdi’de ve cemaatindeki şahs-ı manevide”, Mehdi (as) var, cemaati gelecek diyor, cemaati ve kendisinden oluşan şahs-ı manevisi oluşacak diyor. “Cemaatindeki şahs-ı manevide ancak içtima edebilir, toplanabilir.” 3 vazifeyi birden yapacak, diyor. Said Nursi “ben bu birinci vazifeyi bir cihette gördüm” diyor. “Hz. Mehdi bu vazifeyi her cihette yapacak” diyor, “tamamını yapacak” diyor. “Hz. Mehdi-i Al-i Resul’ün temsil ettiği kudsi cemaatinin” cemaati temsil ediyor Hz. Mehdi (as), başında. ”Kudsi cemaatin sayıları azdır” diyor bu cemaat için, “şahs-ı manevisinin üç vazifesi var.” Demek ki Mehdi (as) olacak, cemaati olacak, onun şahs-ı manevisi olacak. Zaten mecburen şahs-ı manevisi olur. Biz burada konuşuyoruz, buradaki topluluğun, biz üç kişiyiz ve şahs-ı manevimiz oluşuyor ve bütün Türkiye dinliyor ama konuşan benim. Siz de bana yardım ediyorsunuz. Burada bir şahs-ı manevi oluşmuyor mu?

OKTAR BABUNA: Oluşuyor Hocam inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Ama bir şahıs var. Durduk yere ruh gibi görünmeyen bir şahs-ı manevi oluşmaz, biri olur başında. “Bu hakikatten anlaşılıyor ki” diyor “sonra gelecek o mübarek zat (Hz. Mehdi) Risale-i Nur Külliyatı’nı bir programı olarak neşr ve tatbik edecek.” Risale-i Nur Külliyatı’ndan istifade edecek. Okuyacak, insanlara konuları anlatırken Risale-i Nur’u delil olarak göstertecek. “Neşr ve tatbik edecek” diyor. “Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar ‘fikir ve akımları) var ki, her şeyi kendi hesabına aldığı için, farz edelimki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat” kendi hicri 1300’de, ondan sonra ne olur?

OKTAR BABUNA: 1400.

ADNAN OKTAR: 1400 olur. Bir asır sonra gelecek. O kadar çok ki yüzlerce açıklama var. “Her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor, gelmiş fakat her biri üç vazifelerden birisini, bir cihette yapması itibariyle ahir zamanın Büyük Mehdi’si unvanını alamamıştır.” Bu 25. tekrarı Mehdi (as) konusunda Said Nursi’nin. Yani 25 kere tekrar ediyor. “Bak her asırda hidayet edici bir nevi Mehdi ve müceddid gelmiş ve geliyor” diyor. “Fakat her biri üç vazifeden birini yapmıştır” diyor. Mesela imani konulardan birini ama dikkat edin; her üç vazifeden birisini bir cihette (bir açıda) tamamı da değil. “Bir açıda yapması itibariyle” diyor “ahir zamanın Büyük Mehdi’si unvanını alamamışlardır” diyor. Anlatılanlarla da benim böyle Mehdilik hasretiyle yanıp tutuştuğumu ve o yüzden bunları anlattığımı düşünüyorlar. Halbuki bu açık bir gerçek, gizleniyor, kapatılıyor bu konu ve hayati bir konu. Kuran’da bu kadar üzerinde durulan bir konu, hadislerde bu kadar çok üzerinde durulan, Said Nursi’nin bu kadar üzerinde durduğu bir konu ve buram buram İslam ahlakı dünyaya hakim oluyor. Bunu görmezlikten gelen insanların sayısı bir hayli var. Bu ileride bir mahcubiyet, üzüntüye sebep olabilmesi ihtimaline karşı uyarıyorum. Yoksa Mehdiyet’in ne bana ihtiyacı var, ne Oktar’a ihtiyacı var, ne de başka kimseye ihtiyacı var yani öyle bir konu yok. Az sayıda talebeleriyle zaten Mehdi (as) hakim oluyor. Hz. Mesih (as) da öyle, Hz. Mesih (as)’ın kimseye ihtiyacı yok, Allah ona yeter, öyle bir konu yok. Peygamber Efendimiz (sav)’in ihtiyacı mı vardı yani? Hiç kimseye ihtiyacı yoktu. Allah; “Allah sana yeter” dedi Peygamberimiz (sav)’e. Tek başına İslam dini bütün dünyaya hakim olmak üzere inşaAllah.

SUNUCU: Kemal Oğuzalp Erzincan’dan soruyor; “Sayın Hocam, Şeyh Nazım Hazretleri’nin bir videosunu izledim. Prens Charles’ın Müslüman olduğunu, ancak bunu herkese açıklamak için uygun bir zaman kolladığını söyledi. Hatta “Hüseyin Charles” diye hitap etti. Siz geçtiğimiz günlerdeki bir röportajınızda dünya liderlerinin dine yönelişi ile Hz. İsa’nın gelmiş olabileceği arasında bir ilişki olabileceğini söylemiştiniz. Hemen aklıma bu geldi. Bu gibi gelişmeleri nasıl yorumlayabiliriz? Ayrıca Hocam Hz. İsa (as) ile ilgili ayetler hakkında bilgi verir misiniz?”

ADNAN OKTAR: Tamam inşaAllah. Hugo Chavez’e varıncaya kadar İslam aşığı olduysa insanlar, liderler bir fevkaladelik vardır tabii. Bir şey var tabii. Yani en üst düzeydeki insanlarda coşkulu bir iman gelişti. Allah’a karşı sevgi gelişti. Zeminde bir şey oluyor. Yani bizim bilmediğimiz bir şeyler oluyor. Hayret verici olaylar oluyor. Zamanla bunu daha çok açık göreceğiz inşaAllah. Hz. İsa (as)’ın inişine dair ayetler var mı sende Oktar, oku.

OKTAR BABUNA: İnşaAllah. Hz. İsa (as)’ın ikinci kez gelişi ile ilgili olan ayetler. Ayette Hz. İsa (as)’ın ölmediği ve öldürülmediği bildirilmektedir. Şeytandan Allah’a sığınırım. Nisa Suresi 157. “Ve: “Biz Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük (katelna)” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler...” Bu kelimenin Arapçası ma katelehu. “... ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe)”. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma kateluhu).”

ADNAN OKTAR: Şimdi şöyle oluyor; Hz. İsa (as)’ın talebeleri var. 12 kadar talebesi var. Bir de 13. bir talebesi daha var. Roma döneminde Hz. İsa (as)’ın bulunduğu evi de ihbar ediyorlar. Şu evde diyorlar. Zaten bir idam kararı var Hz. İsa (as)’a yönelik. Yakalamak için o devrin polisi, asker yani geliyor eve baskın yapıyorlar. O muhbir olan şahıs. O 13. münafık olan talebesi. İçlerinde münafık o. İhbar için evin içerisine giriyor önden. Yani arkasından da Romalı askerler giriyorlar. Hz. İsa (as)’ın girdiği odaya yöneliyor. Odaya giriyor. O anda Hz. İsa (as) göğe alındı işte. Yani zaman ve mekanın dışına çıkarıldı. O da dışarıya çıkıyor Hz. İsa (as)’ı ararken. Askerler nerede İsa (as) diyorlar? Adamlar İsa (as) yok deyince bu zaten İsa (as) diyorlar. Benziyor zaten İsa (as)’a çünkü. Allah daha da benzetildi, diyor ayette. Daha da benzettim, diyor. Zaten benziyor, daha da benzetiyor Allah. Onu İsa (as) diye yakalıyorlar. O bağırıyor zaten. Ben İsa (as) değilim, diyor. Ama yani adamlar kesin inanmıyorlar. Başka kimse yok ki diyorlar yani. Buraya girdiğine göre, yani başka da bir adam olmadığına göre. Yani muhbire de benzemiyor adam. Allah “değiştirdim” diyor yüzünü diyor. Onu Hz. İsa (as) diye yakalıyorlar. Hatta son olarak “Elohi, Elohi” diyor. “Beni niye bıraktın?” diyor. Peygamberler böyle bir söz söylemezler. Çarmıha gerilmiştir. Bağıra bağıra ölmüştür çarmıhta. O Allah’ın ona verdiği bir belaydı. Allah “Seni onların içinden” diyor “tahir kıldım”. Seni Katıma aldım diyor Allah. Göğe aldım seni, diyor. Yani zaman ve mekanın içindeyken bir anda zaman ve mekanın dışında çıkmıştır. Şimdi yeniden zamanın ve mekanın içerisine bırakılacak. Alırken Allah onu baygın halde almıştır Hz. İsa (as)’ı. Uyku halinde almıştır. Onun için ona “teveffeni” deniyor. Yani biz uykudayken de o durumda oluyoruz. Vefat etmiş oluyoruz. Yani bir nevi ölüm halinde oluyoruz. Kuran ayeti var. İnsanlar uykudayken ölürler, diyor Allah. O da ölü gibi yani “teveffeni”. Böyle baygın halde alınmıştır. Göğe alınmıştır. Allah yeniden şimdi onu zaman ve mekan içerisine sokacak. Geldiği vakit yine uyur halde bırakılacak. Yani baygın halde, uyur halde. Kalkacak, kalktığında geçmişini hatırlamayacak. Yani geçmişini bilirse imtihan kalkar çünkü. Yani geçmişini bilmeyen, hafızasını kaybetmiş bir insan olarak kalkacak. Bir Müslümanlığı andıran Hıristiyan topluluğu içine gelecek, diyor Bediüzzaman. Onlar da ilk başta tabii kıyafetinden, görünümünden şüphelenecekler. Yani bir olağanüstülük olduğunu anlayacaklar. Zamanla onun Hz. İsa (as) olduğunu anlayacaklar. Yani zaten görünüşünden anlaşılıyor. Bir fevkaladelik olduğunu bilecekler. Zamanla hem o yabancı dilleri öğrenecek. O hafız yani. Ezber gücü çok kuvvetli olur peygamberlerin. Kuran’ı, Tevrat’ı, İncil’i öğrenecek fakat Kuran’ın hak olduğunu anlayacak. Bakar bakmaz anlar zaten. Kuran’a tabi olacak. Oradan o Hıristiyan topluluğu da o cemaati de, onları da Müslüman yapacak. Kuran’a tabi edecek. O gizli toplulukla bütün Hıristiyan alemini İslam’a bağlayacak. İnşaAllah. Yani gizli bir faaliyeti olacak. O yüzden Hz. İsa (as) gelmiş de olabilir. Yani gizli bir faliyet içinde olabilir şu an. Çünkü dünyadaki kilit noktadaki insanlara yöneleceğini anlıyoruz Said Nursi’nin izahlarından. Dünya liderlerine, önemli mesela askerlere, çok ünlü kilit noktadaki kişilere yöneleceği. Ta ileri aşamada Mehdi (as)’ın son faaliyetleri döneminde, yani iyice İslam ahlakı dünyaya hakim olduğu dönemde de Hz. Mehdi (as)’la beraber namaz kılmak üzere yanına gelecek. Orada kendini tanıtacak. İlk defa Mehdi orada görecek Hz. İsa (as)’ı. Onun arkasından da birlikte dünyaya hakimiyetleri var. Bu okuduğu ayet de o Kuran ayeti. Allah O’nu asmadılar ve öldürmediler, diyor. Onlara öyle gösterdildi, diyor. Ve şüphe içindedirler, diyor. Hakikaten öldürdük mü öldürmedik mi diye şüphe içindediler diyor ayette. Devam et, öbür ayetleri oku.

OKTAR BABUNA: Dönüşü ile ilgili ayetleri okuyayım Hocam inşaAllah. Şeytandan Allah’a sığınırım. “Şüphesiz o, Kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur.” (Zuhruf Suresi, 61).

ADNAN OKTAR: O Kıyamet için bir alamettir, diyor Allah. Yani Kıyamet alametidir onun gelişi. Hz. İsa (as) için. Hiçbir Peygamber için bunu söylemiyor Allah. Sadece Hz. İsa (as) için diyor bakın. Bir fevkaladelik var. O Kıyamet için bir alamettir, diyor. Evet.

OKTAR BABUNA: Kuran’da Hz. İsa’ya Kitab’ın, Tevrat’ın ve İncil’in öğretildiği bildirilmektedir. “Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110).

ADNAN OKTAR: Bir de bak beşik, Mehdi kelimesidir karşılığı beşiğin. Bak orada da bir Allah hatırlatma yapıyor. Beşiğin Arapçada Mehdi’dir kelimesi zaten. Ama ahir zamanda gelecek Mehdi (as)’ın anlamında değildir ama kelime olarak da tam Mehdi’dir. Bak “beşikte iken de” diyor. Yani Mehdiyleyken de gibi çıkıyor anlam. İnşaAllah. Ama tabii normal beşik anlamında oradaki anlamı. Ama bir gizli ima da var.

SUNUCU: Peki yaş olarak alındığı yaşta mı?

ADNAN OKTAR: 33 yaşındaydı. Evet, o yaşta bırakılacak. Aynı yaş. Ondan sonra yeniden maddi cismi, yani atomları, molekül yapısı yeniden işlemeye başlıyor. Yeniden çalışacak. Yani zaman durunca madde de duruyor. Zamanın ve mekanın dışına çıkmış oluyor. Zamanın mekanın içine girip yeniden yaşlanmaya başlayacak. Yoksa o öyle o şekilde kalır.

SUNUCU: Normal hayatını yaşadığı gibi hatırlayacak. Normalde bir Peygamber olduğunu değil de...

ADNAN OKTAR: Yok bilmiyor. Normal yani hafızasını kaybetmiş bir insan nasıl, oluyor ya hafızasını kaybetmiş insanlar. Birçok şeyi sonradan öğretiyorlar, öğreniyor. O da birçok şeyi sonradan öğrenecek. Kuran’ı ezberleyecek. Bir kere okusa ezberler. Mesela Kuran’ı baştan sona dikkatlice tek bir kere okumayla ezberler. Hafızdır onun için. İncil’i de ezberden bilir, Tevrat’ı da ezberden bilir. Yani neyi okusa ezberler. peygamberlerin özelliği. Peygamberimiz (sav) de öyleydi, hafızdı. Hz. Musa da hafızdı. Hz. İbrahim de hafızdı. Hep hafızdırlar. Yani su gibi ezberden bilirler yani. Olağanüstü bir hafızaları oluyor.

OKTAR BABUNA: Kuran’da Hz. İsa (as)’a uyanların Kıyamet’e kadar, inkara sapandan üstün geleceği haber verilmektedir. “Hani Allah İsa (as)’a demişti ki, “ey İsa doğrusu seni ben vefat ettireceğim ve seni kendime yükselteceğim. Seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları Kıyamet’e kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Bana’dır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim.” (Al-i İmran Suresi, 55).

ADNAN OKTAR: Mesela bak teveffeni, “seni yanıma alacağım” vefat ettireceğim, yani baygın halde, uyur halde seni Katı’ma alacağım diyor Allah. “Ve sana uyanları”, biz mesela Hz. İsa (as)’a uyuyoruz seviyoruz, Peygamberimiz. O da İslam Peygamberidir. Çünkü Müslüman zaten Kuran’a uyuyor. Biz onun zamanında olsak zaten İncil’e uyacaktık, yine Müslüman olacaktık, nesiniz deseler biz Müslümanız diyecektik. Hz. İbrahim zamanında onlar da Müslümanlardı. O devirde hepsi Müslüman olurlar. Bak “sana uyanları” diyor, Müslümanları ve Hıristiyanları, Hıristiyanlar da İslam’a, Kuran’a tabi olacaklar. “Kıyamete kadar sizi hakim edeceğim” diyor Allah. Yani dünya hakimi olacaksınız diyor, açık. Dünya hakimiyetinden bahseden ayet.

OKTAR BABUNA: Kuran’da tüm Kitap Ehli’nin Hz. İsa (as)’a iman edeceği bildirilmiştir. “Andolsun, Kitap Ehli’nden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerlerine şahid olacaktır.” (Nisa Suresi, 159).

ADNAN OKTAR: Bakın Ehl-i Kitap’tan diyor ve vefat etmeden önce Hıristiyan ve Musevilerden her kim olursa olsun mutlaka iman edecektir diyor, böyle bir devir gelecek. Bu ne demektir, dünyada ne kadar Hıristiyan ve Musevi varsa hepsi Müslüman olacak demektir. Bu ayet ancak öyle tahakkuk edebilir. Bir kişi kalmaksızın hepsi iman edecekler diyor Allah, ayette. Bir daha oku ayeti.

OKTAR BABUNA: “Andolsun, Kitap Ehli’nden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur.”

ADNAN OKTAR: Bak çok açık. “Kitap Ehli’nden, ölmeden önce ona inanmayacak hiç kimse yoktur.” Hepsi iman edecekler. İlk gelişinde 12 kişi iman etti. Bak bu sefer bütün dünyayı iman ettireceğim, diyor Allah. Zaten Müslümanlar iman ediyorlar. Allah ayrıca onları söylememiş, Ehli Kitap hepsi iman edecekler diyor. Bu dünya hakimiyeti olacağına dair ayetler işte. Bunda şart-ı muallak olur mu?

OKTAR BABUNA: Yok Hocam, çok net maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Çok açık yani Kuran ayeti.

OKTAR BABUNA: Kuran’da Hz. İsa (as)’ın yetişkinliğinde de insanlarla konuşacağı bildirilmiştir. “Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun.” (Maide suresi,110).

ADNAN OKTAR: Kehlen ne demek?

OKTAR BABUNA: Yetişkinlik Hocam, 35 ile daha yukarısı için verilen bir isim inşaAllah.

ADNAN OKTAR: 45- 50 yaş olgunluk çağı. Bu nasıl olabilir? Gelmesi gerekiyor, değil mi? Bak “beşikteyken de” bir daha oku ayeti.

OKTAR BABUNA: “Beşikte iken de yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun.”

ADNAN OKTAR: Bunun oluşması için de yine gelmesi gerekiyor işte. Kehlen, çünkü 33 yaş gençlik olmuş oluyor, kehlen grubuna girmez 33 yaş. Olgunluk çağı oluyor. O zaman da konuşuyordun, diyor Allah. Onun için dünyaya gelmesi gerekiyor.

OKTAR BABUNA: Bir ayette daha geçiyor kehlen. “Beşikte de yetişkinliğinde de (kehlen) insanlarla konuşacaktır ve o salihlerdendir.” (Al-i İmran, 46). Bu da inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Evet. Hepsinde Mehdi kelimesi geçiyor zaten. Beşik, Mehdi olarak geçiyor.

OKTAR BABUNA: Ayrıca hadisler de var gelişiyle ilgili.

ADNAN OKTAR: Zaten ehl-i sünnette ikinci bir ihtimal yok. Yani ehl-i sünnette kesin hükümdür Hz. İsa (as)’ın inişi, yani tartışılan bir konu değildir. İnşaAllah. Şiilik’te de öyle, Caferilik’te de öyle, Mehdi (as)’ın gelişi de öyle. Yani hiçbir mezhepte reddeden yoktur. Ama tabii şeytan çeşitli yönlerden yaklaşıyor. Bir “geçmiştir” mantığı var, bir “çok uzakta gelecek” mantığı var, bir “şahs-ı manevidir, zaten görünmez” mantığı var, bir de “ruh gibidir -Şiilerin de inancı bu- zaten siz her yerde göremezsiniz onu” var, bir de “akılalmaz Mehdi tarifi” var, zaten öyle bir Mehdi hiç gelmez, onların dediği tarz. Yani bir tekbir getiriyor binalar çöküyor, efendim duvarlardan geçiyor, aynı anda herkesin evinde oluyor bir anda, mesela tank mermisi, top mermisi işlemiyor.

OKTAR BABUNA: Deniz donuyor, Adriyatik kuruyor.

ADNAN OKTAR: Evet Akdeniz donacak, diyor. Adriyatik Denizi yok olacak bir anda, diyor. Yani o tarife göre Mehdi mümkün değil, yani öyle bir Mehdi’nin gelmesi. Veyahut böyle bak işte şeytani bir vesvese oluşturmak için bu tip bir sistem de oluşuyor. Yani şeytan bu yönden de insanları kilitliyor. Dolayısıyla tabii bunların hepsi Mehdi (as)’ın örtüsü olmuş oluyor ama, yani bunda da hayır var, böyle olması aleyhte değildir. Bu bir şer değildir, hayırdır. Bu gizlilik işte onun perdesi, o perde içerisinde Mehdi gelişiyor. Mesela Cübbeli diyor, gelmeyecek diyor, mesela bu bir perdedir. Mesela Nur talebeleri diyor ki, şahs-ı manevidir görünmez diyor, o da bir perdedir. Böylece gizlenmiş oluyor ve hayır olmuş oluyor.

SUNUCU: Mezheplerin ayrılması, genellikle Mehdi üzerine mi, görüş ayrılığı üzerine mi?

ADNAN OKTAR: Mehdi bütün mezhepleri birleştirecek ama, mezheplerde Mehdiyle ilgili bir ayrılık yoktur da inançta bir gariplik var. İşte gelmiş geçmiştir demek, çok uzun yıllar sonra gelecektir demek, Kıyamet’ten sonra gelecek diyor mesela, öyle bir anlatımı var ki Kıyamet’ten sonra gelecek. Öbürü gelmiş geçmiş, zaten hiç gelmesi mümkün değil o dediğine göre. Şiilerin dediğinde de ruh gibidir diyor, yani Hz. Adem (as) devrinden beri Mehdi (as) var zaten diyor, insanlar göremiyor diyor. Bunun da olmayacağı belli, böyle bir Mehdi (as) da çıkmaz. Veyahut işte olağanüstü böyle herkesin evine anında girebilen, herkes avucunun içine baktı mı Mehdi (as)’ı görecekler; halbuki bu cep telefonlarına, ipodlara işaret ediliyor, anlaşılmayacak ne var bunda? Herkes oturduğu yerden Mehdi (as)’ı görür diyor; televizyondan seyredecek işte bu. Yok, o anlamda değil, diyorlar. Mehdi (as) herkesin evinin odasının içine girecekmiş. Karşıdan oturacak, görecek, konuşacak aynı anda diyor. Yani 7 milyar insan varsa kaç milyar ev vardır, 2 milyar ev var diyelim, 2 milyar eve girecek diyor. Bunun asla olmayacağı belli. Bir gelecek gerçek Hz. Mehdi (as) tarifi vardır, bir de asla gelmeyecek Mehdi (as) tarifi vardır. Biz gerçekten gelecek Mehdi (as) tarifini tam doğru anlatıyoruz. Delillere dayalı anlatıyoruz. Bir de demagojiyle karşımıza çıkan mantık var. Oktar bize güzel resimler göster bakalım.

OKTAR BABUNA: Estağfurullah, inşaAllah Hocam.

ADNAN OKTAR: Ben onun küçücük burnunu yiyeyim onun. O dişleri de leblebi gibi yemek lazım o dişleri. Uslu uslu maşaAllah. Bak, hepsinde Allah’ın Rahman Rahim ismi tecelli ediyor. Hepsinde Allah Tahir ismiyle tecelli ediyor. Masumluk, tatlılık, güzellik, insanın ruhunu okşayan bir his meydana geliyor, tarif edilemeyen bir his. Göze bir zevk veriyor, tarif edilemeyen bir zevk maşaAllah. Demek ki insan ruhu masumluktan, efendilikten hoşlanıyor. Dürüstlükten hoşlanıyor, samimiyetten hoşlanıyor. Bak onların o günahsız yüzü bizi açıyor. Bir de ayrıca günahın insanı kirlettiğini de görmüş oluyoruz. Bak günahsız bir insan nasıl güzel, temiz oluyor görüyorsun. MaşaAllah. Başka ne var Oktar?

OKTAR BABUNA: Var Hocam inşaAllah güzel canlılar var. Canlıların yavrularıyla olan muhabbetleri inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Darwinistler bunların hepsinin tesadüfen olduğunu söylüyorlar, tesadüfler sonucu. Bak Allah hepsine bir şefkat, sevgi ve koruma hissi vermiş. O da kotraya binmiş gibi. Annesi onu bir gezdiriyor şöyle. Bu da annesinin üzerini yorgan gibi kullanmış. Eşgal tam anlamıyla bozuk, çok sevimli, bu da annesinin sırtında. www.harikaresimler.org, www.harunyahya.org içeriğinden, evet.

OKTAR BABUNA: Evet, oraya girenler inşaAllah bu resimlerin daha da fazlasını görürler inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Hindu metinlerinde de Hindu kaynaklarında da Hz. Mehdi (as)’dan bahsedilir. Tevrat’ta mesela çok detaylı anlatılır Mehdi (as), İncil’de anlatılır. Mecusi kaynaklarında var, hepsinde vardır yani, ahir zamanda dünyaya hakim olacak bir şahıstan çok detaylı bahsedilir. Oktar, anlat bir şeyler bakayım.

OKTAR BABUNA: Estağfurullah. Burada bir örümceğin nasıl ağ yaptığını göreceğiz hep birlikte inşaAllah. Bakın, sallıyor ağını, şimdi bir yere tutturacak onu, tutturdu.

ADNAN OKTAR: Ağı evet yaprağa tutturdu.

OKTAR BABUNA: Tutturduktan sonra oraya geçiyor ve yavaş yavaş ağını örmeye başlayacak, çok mükemmel bir şekilde ve çok süratli hareket ediyor. Vücudundaki tünellerde proteinleri sudan ayırarak ve çeşitli kanallarda istediği kalınlıkta çıkartabiliyor, onunla bu çok sağlam ipliğini meydana getiriyor.

ADNAN OKTAR: Önce ana bağlantıları kuruyor.

OKTAR BABUNA: Evet, ana bağlantıları kuruyor. Daha sonra dairesel ağlar örmeye başlayacak, burada olduğu gibi.

ADNAN OKTAR: Sana böyle yap derlerse yapabilir misin Oktar?

OKTAR BABUNA: Hocam bu teknolojik olarak taklit edilemiyor zaten ipeği yapılamıyor. Çelikten 20 kat daha sağlam, yeryüzündeki en sağlam madde olan, insanoğlunun üretebildiği kevlardan yani, kurşun geçirmez yeleklerde kullanılan maddeden çok daha sağlam ve çok daha esnek. Kauçuk en esnek madde, ondan çok daha esnek, en sağlam maddeden de çok daha sağlam. Bu eğer üretilseydi, mesela asma köprülerde kullanılacaktı. Asma köprülerde çelik teller kullanılıyor, çok ağır ve binlercesi kullanılıyor asma köprüyü taşımak için. Bunun çok hafifi ile, yani böyle gram hesabı ile, bütün köprüyü taşımak mümkün olacaktı.

ADNAN OKTAR: Böyle paralel birbirine ağlar çekmek, nasıl bir şey? Bir insan karman çorman olur içinde değil mi onun?

OKTAR BABUNA: MaşaAllah, kendi boyutlarına göre tabii çok da büyük yaptığı şey.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah, bak. Müthiş bir düzgünlükte yapıyor. Birbirine paralel, son derece düzgün, ara hatlarda son derece düzgün.

OKTAR BABUNA: Evet ve çok sağlam olarak tutturuyor, hiçbir şekilde kopmayacak şekilde, evet.

ADNAN OKTAR: Darwinistler “tesadüfen yapıyor bunları” diyorlar öyle mi? Tesadüfler sonucu öğrendiler.

OKTAR BABUNA: Tesadüfen oldu, diyorlar onlar. Bunun ile ilgili bir tane daha vardı Hocam inşaAllah. Burada da yine örümceğin ağ yapması ile ilgili. Şimdi, bu yaptığı ağı geriyor bu örümcek.

ADNAN OKTAR: Lastik gibi sündürüyor.

OKTAR BABUNA: Evet, fakat gererken bu fazlalıkları vücuduna doluyor, üzerinde biriktiriyor. Bunun bir anlamı var, bir sebebi var.

ADNAN OKTAR: Bak, zaten özenli geriyor kopmasın diye. Birdenbire çekmiyor. Tef gibi geriyor baksana.

OKTAR BABUNA: Güzel bir şekilde geriyor, bakın. Fakat onları topluyor gördüğünüz gibi fazlalıkları.

ADNAN OKTAR: İpleri katlamış.

OKTAR BABUNA: Evet, katlıyor. Şundan dolayı.

ADNAN OKTAR: Birbirine paralelliği çok mükemmel.

OKTAR BABUNA: Evet, mükemmel paralellikte yapıyor. Bakın bir böcek geliyor...

ADNAN OKTAR: O ağacın çıkıntısı gibi olmuş orada.

OKTAR BABUNA: Evet, inşaAllah. Yakalandı, bakın yakalandığı anda o fazlalığı bıraktığı için gevşiyor. Dolayısıyla ağdan da kurtulamıyor, ağa dolanıyor.

ADNAN OKTAR: Ağın gerginliği kaybolduğu için böcek daha da bulanmış oluyor. Yani tuzak kurmuş.

OKTAR BABUNA: Evet. Sonra geliyor, onu alacak.

ADNAN OKTAR: Ağı da bir yandan topluyor o anda. Hayvan tam anlamıyla çorbaya döndü. Başka?

OKTAR BABUNA: Dokumacı kuş var Hocam, onu göstereyim mi?

ADNAN OKTAR: Bakayım. Dün bahsetmiştin o kuşlardan. Yuva yapması ile ilgili.

OKTAR BABUNA: Bu böyle bir dokumacı kuş, bitkilerden lifler ayırarak, onunla dokuma meydana getiriyor ve mükemmel yuva yapıyor.

ADNAN OKTAR: Teknik bu.

OKTAR BABUNA: Evet, bakın ağ gibi örüyor. Düğüm teknikleri, nasıl doladığı. Tam anlamıyla bir dokuma yapıyor. Bunlar da yaptığı yuvalar.

ADNAN OKTAR: Yavrular da salıncakta sallanır gibi onlar da dalla beraber sallanıyor. Yağmura karşı tavanı konik yapmış.

OKTAR BABUNA: Nasıl düğüm attığını gösteriyor. Çok özenle gagası ile düğüm atıyor.

ADNAN OKTAR: Bak, sırf ağzını kullanıyor, eli yok. Ayağını da kullanamıyor, sırf gagası ile. İlk düğüm çok önemli, iyice onu bağlıyor.

OKTAR BABUNA: Evet Hocam. Bunu da yaş bitkilerden elde ediyor, kuru bitkilerden olmaması gerekiyor çünkü aynı esneklikte değil kuru bitkilerinki.

ADNAN OKTAR: Bu bilgi ile doğuyor, değil mi bu? Yani bunu yapacak bilgi ile doğuyor. Yani kromozomlarında bu evi nasıl yapacağına dair bilgi kromozomunda kodlu hayvanın.

OKTAR BABUNA: Evet Hocam, inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Ve bu türün tamamı bu bilgiyle doğuyor. Yani kromozomlarında hem fizik özellikleri hem ruhi özellikleri kodlu. Düşün, bir insan hiç üniversiteye gitmeden, doğuşundan kromozomlarında, mesela Yıldız Teknik’i bitirmiş olarak kodlanmış olsa kromozomunda doğsa, büyüdüğünde otomatik Yıldız Makine’den mezun olsa, aynı onun gibi. Bu da bu konuda böyle uzman olarak doğuyor, yani üniversite mezunu olarak doğuyor. Çünkü kodlarında üniversite mezunu bir kişinin bilgilerinin hepsi var. Bak, çok özenli örüyor, bayağı da sağlam yapıyor yuvayı.

OKTAR BABUNA: Bunu birbirlerine de öğretmiyorlar, bütün yavruları bu özellikle doğuyor, maşaAllah.

ADNAN OKTAR: Tabii hayvan tek olsa, doğsa mesela bir ayrı yerde yetiştirsen, yine bunu yapmayı biliyor. Yani görgüye dayalı bir şey yok. Görerek öğrense, o da harika zaten, o da şaşırtıcı.

OKTAR BABUNA: Hocam, Charles Darwin’in itirafı var bu konuda, içgüdüler ile ilgili. Darwin’in balarısı ve içgüdüler hakkında itirafları. Diyor ki Charles Darwin, “içgüdüler doğal seçme ile kazanılabilir veya değişikliğe uğratılabilir mi? Arıyı, büyük matematikçilerin buluşlarından çok önceden peteklerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyeceğiz?”

ADNAN OKTAR: Ne diyeceksin işte, Allah’ın yarattığını bileceksin. İlla inkar etmesi gerektiğine saplantı halinde inandığı için. Bak, Said Nursi ne diyor: “İstikbal-i dünyeviyede (dünyanın geleceğinde), 1400 yıl sonra gelecek bir hakikati 1400 sene sonra gelecek Mehdi (as)" diyor, yani hicri tarih ile veriyor. Biz kaçtayız; 1431’deyiz. Bu dediğine göre, 1431 olduğuna göre, Hz. Mehdi (as)’ın gelmiş olması gerekiyor. Bak, "bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise Mehdi’nin şakirtleri (talebeleri) olabilir.” Bundan bir asır sonra. Hicri 1300’de geldi Said Nursi, bir asır sonra 1400. Hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat, (Kastamonu Lahikası, sayfa 57) Bak, “hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat,” bir asır sonra gelecek, yani 1300’de olduğuna göre, 1400’de gelecek o zat, şahs-ı manevi değil, zat. Mesela Emevi Camii’nde de zaten Mehdi (as)’ın çıkış tarihini veriyor. 71’de Fecr-i Sadık başladı diyor, 30-40 sene sonra Fecr-i Sadık çıkacak. 71, 81, 91 değil mi, yani 1981, 1981, 1991 ve 2001 tarihlerini veriyor, evet.

OKTAR BABUNA: Bir soru gelmiş Hocam, size. “Kıymetli Adnan Hocam. Mahşer meydanında insanlar dünyadaki suretleri ile mi toplanacak? Yani mesela geçmiş insanları ve peygamberleri tanıyabilecekmiyiz? Hikmet Şamil.”

ADNAN OKTAR: Tabii ki, geçmiş peygamberler aynı güzellikleri ile çıkacaklar, küfrün eşgali bozulacak. Onlar sadece çirkinleştirilecektir. Yani onlar mutasyon artığı gibi olacaklar. Yani inanıyorlar ya mutasyona, Allah da onları o şekilde yaratacak, inşaAllah.

SUNUCU: Hazır resimlere baktıktan sonra, Sevil Paksın, İzmir’den sormuş. “Hocam, biyoloji dersinde sinek kuşunu inceledik. Sinek kuşları, havada asılı kalıp, kanatlarını çok hızlı çırparak durabilmeleri ile tanınıyorlar. Saniyede, ortalama 80 kez kanat çırpabiliyorlar. Geriye doğru veya dikey de uçabiliyorlar. Çiçeklerin nektarlarını ince gagaları ile emerken, sabit konumda kalabiliyorlar. 1.8 gr ağırlığı ile dünyanın en küçük kuşu sayılıyorlar. Dünyadaki en parıltılı tüylere ve gösterişli süslere sahipler. Havada duran sinek kuşlarını sadece çok hızlı video kameralarıyla çekebiliyorlar. Hocam, bu muazzam özelliklere sahip ve sadece 1.5 gr. ağırlığındaki canlıyı evrimciler nasıl açıklayabiliyorlar, buna da tesadüf mü diyorlar?”

ADNAN OKTAR: İşte onlara ahir zamanda Cenab-ı Allah bir netice meydana getirdi. Şu an Darwinistlerin konuşacak bir hali kalmadı. Eskiden Hürriyet’te, Milliyet’te, Sabah’ta, Cumhuriyet’te, Vatan’da şakıyorlardı adeta, dillerini şimdi böyle kedi yemiş gibi. Çıt yok. Demek ki, sükunet olduğuna göre, olay bitmiş. Konuşurlarsa, anında cevabını veririm. Yalana müsaade yok, yalan söylerlerse hemen anında karşılığını alırlar.

OKTAR BABUNA: Geçen akşam çıkıp zaten bayağı ağlamaklı bir üslup ile “Türkiye’de evrim bitti...”

ADNAN OKTAR: Kardeşim Türkiye’de evrim bitti de, niye bitti onu bir söylemiyorlar? Kim bitirdi, onu söylemiyorlar. Hayır söylüyorlardır, söylemiyor değillerdir, aslında doğru söylüyorsun. Tabii o bayanla arkadaşları, ekipleri onlar da biliyorlar. Feryat figan anlatıyorlar. Harun Yahya isimli bir zat ortaya çıktı, diyorlar. Türkiye’yi bu hale getirdi, evrimci düşünceyi bitirdi, diyorlar. Neyi bitirdik? Yalanı bitirdik. Neyi ortaya çıkardık? Doğruyu ortaya çıkardık. Evet, Oktar Hocam anlat sen bir şeyler.

OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Arıların bu petek yapmaları çok büyük bir teknoloji harikası. Bunların içinde balmumu üreten bezler var. Bunlar üretildikten sonra, karnındaki keselere yerleşiyor ve daha sonra bunları ağzına alıp çiğneyerek, bunları 01.1 mm., yani milimetrenin onda biri büyüklüğünde kalın plakalar halinde karnında biriktiriyor. Daha sonra bunları alarak -ki bunun için binlerce arı gerekiyor bir kovan yapmak için- birleştirerek çok muntazam altıgen şekiller meydan getiriyorlar. O kadar muntazam ki bunlar, kovanın çeşitli yerlerinden başlanmasına rağmen, ortada hiç ek yapmadan, her biri 120 derecelik açı ile toplam 720 derecelik açıyla, bakın hepsi birbirine eşit miktarda, eşit oranda, mükemmel olarak meydana getiriyor. Bu aradaki peteklerin duvarları da 0.7 mm kalınlıkta.

ADNAN OKTAR: En ala duvarcı ustası olsa bunu yapamaz. En ala mimar olsa bunu yapamaz. Çünkü bunlar ellerinde bir cetvel kullanmıyorlar, açı ölçeri yok, göz kararı ile yapıyorlar adamlar.

OKTAR BABUNA: Ayrıca bir özelliği daha var. Balın dökülmemesi için bakın, balın akışkanlığını hesaba katarak, çünkü balın belli bir akışkanlığı var, ne su gibi ne çok katı, onu hesaba katarak 13 derecelik bir eğim ile yapıyor peteğini.

ADNAN OKTAR: 13 derece, şöyle geriye doğru.

OKTAR BABUNA: Evet. dolayısıyla bal da akmıyor bunun içinden. Bakın görüyorsunuz arılar çalışma halinde. Şimdi ayrıca şöyle özellikleri var. Bir kovanda bir tane kraliçe arı var, işçi arılar var. İşçi arıların hepsi dişi, bütün işi dişiler yapıyorlar. Kraliçe arının tek farkı, o da şöyle meydana geliyor; şimdi bunlar yumurtladıkları zaman larvalarını bu petekler içerisine yerleştiriyorlar, daha sonra kapatıyorlar ağızlarını. 5.2 mm.’lik olan peteklerde dişiler meydana geliyor. Erkekler için 1 mm. daha büyükleri var. Şimdi bunların yapma şekline göre, yani 5 mm.’lik yaptığı zaman ve 6 mm.’lik yapmasına göre kraliçe arı bunları erkek ve dişi olarak döllüyor. Dolayısıyla yönlendiren işçi arılar. Kraliçe arının meydana gelmesindeki en önemli faktör, normal diğer arı larvalarından 3 gün daha fazla arı sütü ile beslenmesi.

ADNAN OKTAR: Sen bana resimleri ile anlat. Bu arkadaşlar şimdi petekleri bal mı dolduruyorlar?

OKTAR BABUNA: Evet, bal dolduruyorlar.

ADNAN OKTAR: Gözler nasıl? Mükemmel.

OKTAR BABUNA: Mükemmel evet, petek göz gözleri de. Binlerce küçük mercekten oluşuyor.

ADNAN OKTAR: Vücut simetrik. Ama mükemmel bir simetri var.

OKTAR BABUNA: Evet. Mükemmel bir simetri var. Kanatları, vücutlarının yapıları tam anlamıyla mükemmel. Doğduğu andan itibaren, 12. günden itibaren bu peteği yapmaya başlıyorlar.

ADNAN OKTAR: Nasıl bal yapacağına ait bütün bilgiler kromozomlarda kodlu. Adamlar bal ustası olarak doğuyorlar.

OKTAR BABUNA: 12. günde hepsi birden petek yapmaya başlıyorlar. Bu balı yapmaları da çok büyük bir mucize. Bunlar şimdi dışarı çıkıyorlar kovandan, uzakta çiçekleri buluyorlar. Şimdi bulan arı bunu geriye dönüp diğerlerine anlatması gerekiyor. Bunu içinde bir dans kullanıyor, dans tekniği kullanıyor.

ADNAN OKTAR: Onun filmi var, onun filmini hazırla sen getir. Hatta numaralandırılmış arılar. Tek tek üzerlerine numara yapıştırılıyor, bir bir yani ilmi tespit yapılmış. Onun filmi var, onu gösterelim.

OKTAR BABUNA: Evet Hocam, inşaAllah. Bu dansı diğer arılar seyrediyor, mesela 170 tane arıdan 155’inin 5 dakika içinde tarif ettiği yeri bulduğu tespit edilmiş bilimsel olarak. O da şöyle oluyor, 8 şeklinde dairesel bir hareket yapıyor. O sekizin gösterdiği yön, tam o bulduğu çiçeğin yönü hatta bu bazen 1-2 km. uzakta olabiliyor. 8 kaç defa yaparsa o kadar mesafede olduğunu gösteriyor. Şimdi bu dansı gören diğer arılar, oraya gitmeden önce belli miktarda yakıt alıyorlar, bal alıyorlar vücutlarına, tam gittiği yere yetecek kadar, ne fazla ne eksik. Çünkü fazla olursa, vücudunda az yer kalacak, fazla polen ile geri dönemeyecek, bal yapmak için.

ADNAN OKTAR: Peki bu insan aklından daha yüksek bir akıl değil mi bu?

OKTAR BABUNA: Çok daha yüksek bir akıl Hocam, inşaAllah. Teknolojik olarak taklit etmenin imkanı yok. Güneş’in hareketini de hesaba katıyor hatta. Güneş her dakikada 4 derece yer değiştirdiği için, tarif ettiği zaman Güneş’in hareketine, Güneş’e göre yön gösterdiği için, Güneş’in bütün hareketlerini hesap ederek yönünü gösteriyor.

ADNAN OKTAR: Hayır, mesela insanlar arının aklını beğenmiyorlar, arının aklı insandan çok çok fazla. Ama dar alanda Allah yaşayacak şekilde vermiş. Aklını kullanacağı alanı dar kullanmış. Ama o dar alanda, insan aklının kat kat üstünde akla sahip. Yani hiçbir insan bunun gösterdiği yeteneği gösteremez. Allah’ın dilemesi dışında. Normal herhangi bir insan gösteremez.

OKTAR BABUNA: Arının da beyni Hocam bir gramın onda biri kadar, 100 mg.’lık beyinleri var.

ADNAN OKTAR: Her şeye o kafasını onun sebep ediyor Allah.

OKTAR BABUNA: İnşaAllah Hocam, maşaAllah. Bakın, burada polenleri toplamış vücuduna. Bacaklarının da özel bir yapısı var. Bacaklarının üzerinde kaşık gibi alanlar var. Bunu da göstereyim birazdan. Bu kaşık gibi alanlarda taşıyor polenleri ve tüycükler var, orada biriktirerek götürebiliyor. Bu da arı Hocam inşaAllah, kovanın üzerinde yaban arıları.

ADNAN OKTAR: Yabani kovan.

OKTAR BABUNA: Evet, böyle büyük yapılar meydana getiriyorlar.

ADNAN OKTAR: Vay be, kilolarca bal. Ama her biri ayrı bir kovan tekniği kullanıyor ve ayrı balları var.

OKTAR BABUNA: Evet, farklı balları var. 20 bin çeşit arı varmış zaten dünyada.

ADNAN OKTAR: 20 bin, bayağı yüksek sayı 20 bin, çok fazla.

OKTAR BABUNA: Çok çeşitli arı şekilleri var, mesela bunlar bir tehlikeye girdiği zaman, hepsi birlikte savunmaya geçiyor yuvanın içerisinde. Savunma tekniği olarak kovanın ısısınının yükseltilmesi tekniğini kullanabiliyorlar, kanatları ile ve hareketleri ile. Ve etkisiz hale getiriyorlar. Mesela 50 dereceye çıkartabiliyorlar kovanın ısısını. Etkisiz hale getirip öldürdüğü bu cisimler ya da yabancılar büyükse.

ADNAN OKTAR: Eşek arılarını öldürüyorlar genellikle. Eşek arılarıları yüksek ısıya dayanamıyorlar. 50 dereceye çıkartıyorlar. Nasıl yapıyorlar, teknikleri nasıl?

OKTAR BABUNA: Kanatlarını çırpmaya başlıyorlar, ondan 7 vatt kadar bir enerji üretiyorlar. Fakat toplu halde yaptıkları için enerji çok yükseliyor, ısı yükseliyor kovanın içerisinde.

ADNAN OKTAR: Eşek arısı da dayanamayıp ölüyor.

OKTAR BABUNA: Ölüyor. Onu da mumyalıyorlar mikrop kapmasın diye.

ADNAN OKTAR: Ne ile mumyalıyorlar?

OKTAR BABUNA: Arı reçinesi diye bir madde var, onunla mumyalıyor.

ADNAN OKTAR: Vaktimiz bitmiş.

SUNUCU: Sizin son sözlerinizi alalım isterseniz.

ADNAN OKTAR: Son sözüm, Allah hepimize mutluluk, sevinç, sağlık, sıhhat, hidayet nasip etsin, inşaAllah.