Sohbet -88 Ocak 2010
SUNUCU: Merhabalar, iyi akşamlar diliyorum Adnan Oktar Bey, size bir soru yönlendirmemi ister misiniz?
ADNAN OKTAR: Tamam, madem sormak istiyorsun sor.
SUNUCU: O zaman şu an evliliklerle ilgili çok soruları var insanların. Bize Tuğçe Ertunç Fethiye’den bir soru yönlendirmiş. Aktarayım: “Neden artık evlilikler eskisi kadar iyi yürümüyor? Bunun nedenini siz açıklayabilir misiniz?” diye bir soru yönlendirmiş. Artık niye yürümüyor eskisi kadar, nedir sebepleri, ne olabilir diye.
ADNAN OKTAR: Evet, evlilik çok önemli bir şeydir. Evliliğin amacı, bir insanda Allah’ın tecellisini görüp ona coşkuyla sevgisini ifade edebilmektir. En zevk alınan şey budur dünyada; çünkü Allah’ın tecellisi en mükemmel, insandadır. Ama insanı da severken tabii Allah rızası için eğer sevmezsek Allah ruhumuzdaki mekanizmayı kilitler. O zaman bize böyle etten, kemikten, çeşitli vücut sıvılarından oluşan bir organik maddeye dönüşür o. Bu sefer onun etkileyiciliği sıfır olur. Hatta Allah esirgesin tersine döner, tam tersine döner. Ama Allah’ın tecellisi olarak sevdiğimizde, Allah’ın insandaki güzel bir görünümü olarak sevdiğimizde o zaman Allah bizim bilmediğimiz, içimizdeki yeni bir duyguyu ortaya çıkartır. Beş duyunun dışında bir altıncı duyu daha vardır, tutku tarzında, ruhta şiddetli hissedilen bir duyu. Allah bu duyuyu ortaya çıkartıyor ve bundan çok şiddetli lezzet alınır, zevk alınır. O zaman o insana karşı şefkat duyduğumuzda ayrı bir zevk alırız, saygı duyduğumuzda bir zevk, değer verdiğimizde bir zevk, sırdaşlığından bir zevk alırız, onu koruyup kollamaktan, ona iyilik yapmaktan ayrı zevk alırız, gönlünü alacak bir tavır göstermekten ayrı bir zevk alırız.
SUNUCU: Ama işte hiç artık eskisi kadar evlilikler uzun sürmüyor diye yahut evlenmemekten yana şikayetler var. Artık fazla evlilikler olmadığı için bundan dolayı bir şikayeti var işte Tuğçe Hanımın. Sizce neden? Artık evliliğe fazla bağlanmıyor mu insanlar?
ADNAN OKTAR: Şimdi evlenirken bir kızla karşılaşıyor. İşte saçı bakımlı, boyalı, kaşı bakımlı, makyajlı, eli yüzü düzgün. Ben diyor bunu beğendim. Tabii meşru olarak ilişkiye girdikten sonra bu sefer daha objektif bakacak hale geliyor. Bir de bakıyor ki bu normal bir insan. Eli kolu olan, banyoya giden, tuvalete giden, yiyen, içen, yıkanmadığında, bakım yapmadığında acz içinde olan bir varlık. Ben ne yaptım, diyor bu sefer. Onun için onların meşhur bir balayıları vardır. Halbuki bir Müslüman’ın balayı ömür boyu devam eder. Cennette de sonsuza kadar devam eder. Bu nasıl bir şey ki de bir ay devam ediyor balayı, şeker ayı, bilmem ne falan? Demek ki geçici bir şehvet krizi var. O ilk birkaç gün içerisinde ortadan kalktığı için, zaten bir ay da değil o, lafın gelişi o, ilk gece, o kadar. İlk gecenin ilk dakikaları hatta, ondan sonra bir anda soğuyor. Onun aczine bakıyor, onun kendine bakıyor hatta tiksiniyor. Allah onu işte bela olarak veriyor. Halbuki onu Allah’ın tecellisi olarak görmüş olsa hiçbir şekilde bu belanın içerisine girmez. Yani ona karşı muhabbeti her geçen gün daha artar, katlamalı artar. Önce bir kere saygı duyulması lazım, değer verilmesi lazım ve güven. Kardeşim sen evlenmeden önce bir anlaşma yapmış mısın? Ne diyorsun? Diyorsun ki boşandığımda şu mal şunun, şu şunun, şu şunun, ayrıca diyor, evlilik içerisinde de diyor bana ev vereceksin, araba vereceksin, şunu vereceksin bunu vereceksin, şöyle olacak böyle olacak, anlaşma yapıyor. Bu nedir? Komandit şirket gibi, anonim şirket gibi şirket kuruyor. Böyle evlilik olmaz. Bu bir şirket, ticari anlaşma yapmışsın sen, ortaklık kurmuşsun. O diyor ki senin babanın malları neler? O da diyor ki senin babanın malları neler, say bakalım. Karşılıklı ne çıkarlarımız olacak? İş anlaşması gibi. Kardeşim bunda zaten nefret başlangıçta yok mu? Daha adını koymadan nefreti koymuş olmuyor musun sen? Kuşku varsa, güven yoksa, maddi çıkara dayalıysa sevgi bitmiş olmuyor mu? O zaman tabii onun etinden de tiksinir, kemiğinden de tiksinir, her şeyinden tiksinir. Allah onlara tiksinme hissi verir. Adam mesela sabah kalkıyor, geliyor o kızcağıza arkadan sarılıp öpüyor. Kız sırtlan öpmüş gibi yani bütün iliklerine kadar tiksiniyor; çünkü sevgi yok, saygı yok, her hareket yapmacık. Mesela adam banyoya giriyor, orada bir espri yapıyor kendince, kadına hepsi dokunur. Ne yaparsa yapsın artık kızdırır. İltifat ediyor o da kızdırır, etmese o da kızdırır, yemek yerken yüzüne bakar kızdırır. Çünkü sevginin kökeninde Allah aşkı yatması lazım. Allah’a tutkuyla yaklaşan bir ruhun oradaki o tecelliyi gördüğünde içinin rahatlaması mevzubahis olur. Bir kere acıması lazım, diyecek “bu bana Allah’ın emaneti, bu benim çocuğum, bu benim kardeşim, bu benim annem gibi” diyecek. Tabii o anlamda değil de onlara duyulan sevgi gibi, acıyacak ona, sahip çıkacak. Diyecek “bu bana canını, malını emanet etmiş, her şeyini emanet etmiş, Allah’ın emaneti. Ben bununla ahirette de beraber olacağım. Sonsuza kadar beraber olacağım. Bu isterse gözünü kaybetsin, isterse eli yüzü yansın, daha da çok severim onu diyecek”. Onu eti, kemiği, parçası gibi görecek, vücudundan bir parça gibi görecek. O zaman o onu aşkla sever. Ona her şeyi güzel gelir. İsterse nezle, grip olsun, biçimsiz durumlara düşsün. Her ne olursa olsun hiçbir şekilde ne soğur, ne muhabbeti azalır, ne bir şey olur. Ama mesela ben çok vaka görüyorum; işte saçlar jöleli, böyle janti bir tip. Ondan sonra yabancı markalar, kıyafetler, her şey tamam, araba son model. Kızı alıyor arabasıyla eve götürüyor, ev böyle deniz manzaralı falan. Kızın aşkı depreşmeye başlıyor. Zaten ilk arabadan başlıyor bir kere, sonra evi gördü mü zaten ağzı burnu dağılıyor. Bir de banka hesabını gördü mü, duydu mu, babasının malını, mülkünü de duydu mu akılalmaz bir aşkla bağlandığını iddia ediyor, akılalmaz.
SUNUCU: Halbuki insanı tanımak, kendi alın teriyle yükselmek varken babasının parasıyla bir şeye gelmek bence hiç hoş bir şey değil, hazıra konmak gibi bir şey. Onunla da gösteriş ediyor bir insan, erkek ya da.
ADNAN OKTAR: Evet o sadece bir yönü, sadece bir yönü. Alnının teriyle kazanan da yine ahlaksız ve yamuktur yani, gene bir işe yaramaz.
SUNUCU: Ama yine de daha çok biliyor paranın kıymetini, okumuş etmişse eğer kendi alnının teriyle üniversiteyi kazandıysa iyi bölümü, yani daha iyi oluyor her şey bence.
ADNAN OKTAR: Tabii ki onu helaliyle kendinin kazanması çok çok güzel, yani hazırcı olmasındansa tabii.
SUNUCU: Yükselme de sadece kendi çabasıyla yükselirse bir insan daha iyi kıymetini bilir karşı tarafın da. Hani ikisi aynı yoldan geçerse eğer daha iyi. Yoksa birisi hani kül kedisi muhabbeti gibi oluyor diğeri de.
ADNAN OKTAR: Zahire göre insanlar bir anda anlayamazlar. Mesela iyi insanları Allah gizlemiştir. Adamın sakalı göbeğindedir ama süper ahlaksızdır. Mesela modern görünümlüdür ama veli tiynetlidir. Bunlar belli olmaz. Yani kılığa kıyafete göre olmaz bu işler. Bir kere evlilikte sabır gerekir. İnsanın sevdiğine sabırlı olması lazım. Daha ilk gün boşanma muhabbetine giriyorlar. Daha bismillah.
SUNUCU: Zaten o an ayrılmışsındır demektir bence.
ADNAN OKTAR: Tabii o laf bir kere ağızdan çıktı mı rezalet o. Allah vermesin tabii. Sabır, ikincisi affedicilik. Affetmekle sevgi yürür, sürekli affetmekle. SUNUCU: Ama o da karşı tarafı da ikisi de birbirini affedilecek bir durum yapmamaları gerekir.
ADNAN OKTAR: İnsan mutlaka hata yapar. Tabii ben galiz hatayı demiyorum, onları Allah vermesin, namusuna haysiyetine yönelik bir şey olursa zaten o açıklaması yok.
SUNUCU: Ama hoşgörü, küçük böyle şeylerde affedicilik güzel.
ADNAN OKTAR: Ama mesela bir sözünü, bir konuşmasını, bir tavrını hemen kin meselesi yapmamak. Mesela farzedelim üstüne yeni bir kıyafet giyiyor; görmüyor, fark etmiyor. Oturup onunla kinlenmesi, bu, Müslüman’a yakışacak bir şey değildir. Bir kere Allah diyor ki ayette, şeytandan Allah’a sığınırım “öfkelerini yenerler” diyor Allah. Şeytandan Allah’a sığınırım; “affı tut, iyiliği emret, kötülerden yüz çevir” diyor Allah. Af, çok önemlidir. Şefkat, yani sevgiyle karışık acıma hissi, sırdaşlık. Allah diyor “Müminlerden başkasını sırdaş edinmeyin” Güven; canını, malını, ırzını, namusunu ona tam anlamıyla teslim etmesi lazım. Yani kadın, helaline tam anlamıyla teslim olması lazım her şeyiyle. En ufak bir kuşku varsa, o gitmez. Tam teslimiyet yani saygısı, sevgisi, muhabbeti, dostluğu, kardeşliği öyle bir ortamda tam ortaya çıkar. Güzel söz, mesela Allah diyor ayette “sözün güzel olanını” diyor ayette, Kuran ayeti. Sözün güzel olanını tercih etmek, en güzeline uymak lazım. Yapmacık iltifatlardan, samimiyetsizlikten kaçınmak. Mesela samimiyet, bir kadını en etkileyen şey samimiyettir, akıldır. Erkeği de en çok etkileyen şey yine samimiyet ve akıldır.
Şeytandan Allah’a sığınırım, Cenab-ı Allah diyor k; “ancak” diyor Allah tek bir kurtuluş olarak söylüyor “samimi olan kullarım kurtulur” diyor, samimi. Bakın başka hiçbir şey söylemiyor Allah. Sadece samimi olanlar kurtulur diyor. Onun için alabildiğine samimi olması lazım. Mesela kadının yahut erkeğin züppelik yapması, laf sokması, dedikoducu olması, böyle kaşının gözünün oynaması, sözü dolaylı yoldan imayla anlatması, seçtiği sözlerde samimiyet olmaması. Mesela her cümlenin samimi olması gerekir. Çünkü her samimi cümle bizi açar.
SUNUCU: Zaten kendisini belli ediyor samimiyetsiz bir insan. Mimikleriyle olsun, hiç hoş olmayan şeyler bunlar. Kendisini belli ediyor zaten samimiyetsiz bir insan.
ADNAN OKTAR: Evet. Bak, buna nasıl bakacaksın biliyor musun? Sana şimdi bir sır vereceğim. Sen, benim beynimde bir görüntü olarak Allah tarafından meydana getiriliyorsun. Şimdi dışarıda sen, madde olarak saydamsın. Neden biliyor musun? Atomun yapısından dolayı. Nötronların, protonların, elektronların yani ve bu yapının birbirine uzaklıklarından kaynaklanan maddenin gerçeği, dışarıdaki gerçeği saydamdır, cam gibidir. Bizim gözümüz, beynimiz bunu alırken -bu fotonların beynimizdeki etkisini söylüyorum, en sonuncu etkisi- biz onu ışıklı, bütün, net cisim olarak görürüz, renkli olarak görürüz. Mesela dışarıda renk yok. Mesela sen şu an renkli görünüyorsun bana ama dışarıda renkli değilsin sen. Dışarıda siyah beyazdır varlıklar. Ama beyaz olması için de yine ışığa ihtiyaç var, beyaz da yok, simsiyahtır dışarısı, karanlıktır. Işık, bizim beynimizin bir yorumudur. Şimdi o zaman, senin görüntünü kim yarattı?
SUNUCU: Yüce Tanrım.
ADNAN OKTAR: Allah yarattı. Renkleri kim yaptı? Saçının rengini, kaşını, gözünü Allah yarattı. Net değil mi beynimde böyle oluyor? Evet. Sesin dalga olarak geldi, dalgalar olarak geldi, o dalga beynimde elektriğe dönüştü kafamda ve elektriği beynimdeki ruhun kulağı duydu. Bunu bana kim duyurdu? Allah duyurdu. Şimdi o zaman benim karşılaştığım her şeyi Allah yaptı. O zaman benim iltifatım kime?
SUNUCU: Allahımız’a.
ADNAN OKTAR: Bitti, Allah’a. Onun için Allah’a hamd ediyoruz. İnsanlar bunu birkaç yıl içinde fark edecektir. Dünya bunun farkında değil. İnsanlar dışarıya baktıklarında zannediyorlar ki, doğrudan cisimler uzakta. Hatta geçen günler bir arkadaşa sordum; “ben ne kadar uzaktayım?” dedim, değil mi röportajda da sordum. Mesela “1.5 metre kadar uzaktayım” diyor. Bunu söylerse yalan söyler, bu doğru değil. Doğrusu ne biliyor musun? “Ben ile sen aynı yerdeyiz” dersen görüntüde, bunu yemin ederek söyleyebilir. Bakın bunu yemin ederek, Allah adına yemin ederek söyleyebilir bak; “sen ile ben, görüntü olarak beynimin içinde şu an aynı yerde görünüyoruz” diyebilir. Diyebilir de bu doğru çünkü. Ama derse ki; “sen benden 1.5 metre uzaktasın, gerçekten uzaktasın yani görüntü olarak değil” derse, bu da yalan söylemiş olur. Doğrusu budur, ama pratikte insanların tabii böyle anlaması, böyle yaşandığı için biz bu Cenab-ı Allah’ın gösterdiği sistemi, öyleymiş gibi kabul ederek yaşıyoruz. Yani sanki karşımızda biri varmış gibi kabul ederek yaşıyoruz. Ama pratiğinde böyle bir şey yok. Yani karşımızda var fakat saydam bir cisim var ve simsiyah karanlık olan bir cisim var. Dolayısıyla yani pratikte bağlantı kuracağımız bir varlık değil o. Yani bakın simsiyah karanlık, ışık olmayan, rengi olmayan saydam bir cisim. Bizim yani onu olduğu gibi beynimizin aldığını düşünün; sırf karanlığı görecektik. Farz edelim biraz aydınlatılsa bile, siyah beyaz içerisinde saydam bir cisim görecektik. Saydam bir insan görüntüsü olacaktı, saydam. O da biraz bize acayip gelirdi yani. Bize Allah mükemmelini gösteriyor. Ve bak dikkat et, aynı yerdeyiz.
SUNUCU: Gözü açığız, her şeyin farkına varıyoruz, güzel şeyleri görebiliyoruz, fark edebiliyoruz, her şeyin güzelliğini görüyoruz.
ADNAN OKTAR: Şimdi biz bunu anlatsak bile şu an bunu insanlar teorik anlayabiliyorlar, teorik. Bunu pratik anlamak çok ayrı bir meseledir. Şimdi bir süre sonra, bunu teorik anlattıktan sonra, birkaç yıl sonra ben bunu pratik anlatacağım. Çünkü insanlar ruhen buna hazır olmuş olacaklar. Dolayısıyla da benim bir manevi sorumluluğum da kalmamış olacak inşaAllah, Allah nasip ederse, Allah ömür verirse. Ve bütün insanların bunu anlayacağı bir sistem göstereceğim. Ve pratikte insanlar bunu yaşayarak görecekler. Artık kaldırabilen kaldırabilecek, kaldıramayan da ne yapıyorsa yapacak yani inşaAllah. Vücudundaki, ruhundaki olağanüstü üstü olağanüstü, olağanüstü üstü olağanüstü bu harika yönü fark edecekler, inşaAllah. Ama şu an, hakikaten yani şiddetli bir ürküntüye sebep olacağı için anlatmıyorum. Yani her beden bunu kaldırmaz. Çünkü biz daha önce de mesela bunu kendiliğinden bazen fark edenler oluyor, çok zora giriyorlar. Çok duyduk yani zora giriyorlar. Çünkü usulünü bilmiyorlar, adabını bilmiyorlar. Kendi kendilerine düşünüyorlar, öyle olmaz. Bakın ayette de var, ayet işaret ediyor, şeytandan Allah’a sığınırım, diyor ki Peygamber, Cenab-ı Allah onun diliyle ifade ediyor, “Ya Rabbi” diyor “beni güzel bir girişle girdir, güzel bir çıkışla çıkart. Beni Katından bir sultanla destekle”, bir mürşit, bir yol gösterici. Birisinin ona yardımcı olması lazım. Yani oraya girmesi ve çıkması için. Çünkü girerse bazen takılıp kalıyorlar. O vardır, tarikatlarda da vardır. Mesela fena makamı vardır. Fena makamı, bu kastedilen odur, fena makamı budur. Ama tarikatlar bunu yıllarca çilelerle elde ederler, 20-25 senede elde ediyorlar. Çok nadir elde eden olur, çok çok nadir elde eden olur. Mesela seyr-i süluku vardır insanların; mesela Mehdiyet makamı, makam-ı Hızır, makam-ı Gavsiyet gibi böyle makamlardan geçerler. Bazıları takılır kalır. Mesela, Allah esirgesin, makam-ı Mehdiyet’te takılır, akıl hastası gibi oluyorlar. Yani çıkıyor ortaya; “ben Mehdi’yim” diyor ama bakın ona inanan, sorumlu olur. Fakat o sorumlu olmaz. O çünkü manevi sarhoşluk halinde, cezbe halinde; kendinde değildir o. Ama “yok arkadaş bu doğru söylüyor” derse adam, o olmaz. Mehdilik’te ama hüsn-ü zan olabilir. Biz mesela Bediüzzaman’a hüsn-ü zan ederiz. Abdülkadir Geylani’ye hüsn-ü zan ederiz. İmam Rabbani’ye hüsn-ü zan ederiz. Sevdiklerimize hüsn-ü zan ederiz. Allahualem deriz ama “yüzde yüz Mehdi’dir” dedi mi, onu diyen dinden imandan çıkar. Bu olmaz. Onun için ahir zamanda beklediğimiz o büyük mürşit Mehdi (as) zuhur ettiği vakit, tek bir kere bile “ben Mehdi (as)’ım” demez ve kimseye de kendisine Mehdi dedirtmez. Allahualem Mehdi (as), Allahualem, mutlaka onu ilave ettirecek. Göreceksiniz “Allahualem Mehdi (as)sınız” diyecekler. Dün bir kardeşimiz Üstad’ın yazılarından göndermiş. Şahs-ı manevici bir kardeşimiz. Üstad; “ben bir nur görüyorum” diyor. Özetle anlatıyorum. “Bu nur, sonra baktım ki bir şahs-ı maneviymiş” diyor. Yani bir şahıs zannediyordum bu nuru diyor. Risale-i Nur Külliyatı’nı, Risale-i Nur’u kastediyor ve onun şahs-ı manevisini. Nur ayrı, Mehdi (as) ayrı. Yani Bediüzzaman konuşmayı bilmeyen bir insan değil. Ben bir nura intizar ediyorum. Nur ayrıdır. Risale-i Nur zaten o, tamam. Ama bakın Seyit Muhammed Mehdi diyor, bir şahıstan bahsediyor, etmeyin yani, bu ayrı bir şey, o ayrı bir şey. Ve “o zat” diyor. Bir diyor, bir. Bir zatı gönderecek, o zat. Onun için bu konuda samimi Nur talebesi kardeşlerimiz, bakın inanın çok mahcup olurlar. Yani Üstad’a bu iftirayı atmasınlar. Üstad bunu o kadar sağlama bağlamış ki sayfalarca izah etmiş yani bu konuda yalan söylenecek, evrilip çevrilip böyle bambaşka bir çizgiye getirilecek bir şey yok. Bu mantığı boş yere yapmış olurlar. Peki o zaman niçin Mehdi (as) ile ilgili konuları okutmak istemiyorlar derslerde? Neden Hz. İsa (as)’ın inişi ile ilgili konuları okutmak istemiyorlar. Neden “bu konuları açmayın” diyorlar? Yani Üstad bunları okumayın mı demiş, böyle mi konuşmuş? Okunmayacaksa niye koymuşlar kitaba ayrıca? Yüzlerce sayfa niye koymuş. “O eşhas-ı ahir zaman” diyor, değil mi, “ulemanın, evliyanın bilhassa Al-i Beyt’i temsil eden milyonlar fedakar seyitlerin iltihaklarıyla o vazifeyi uzmayı yapmaya çalışır” diyor. Kardeşim milyonlar fedakar seyitler iltihak edeceğine göre demek ki milyonlarca fedakar seyit, Mehdi (as)’ı tanıyacak. Tanımadan iltihak eder mi? O şahsı tanıyacaklar demek ki. Peki alimler, ulema kime iltihak edecekler, destek verecekler, kime yardımcı olacaklar? Bir şahıs var da ona yardımcı oluyorlar. Onun için yaklaşık yüz seneye yaklaşıyor neredeyse 70 seneden beri gizlenen bu gerçeğin artık samimi olarak ortaya konması lazım. Mesela bakın Seyit Salih Özcan Hocamız, geçen günlerde bizim çocuğa sordum. Yine akşam anlattırdım yeniden; bana dedi, kapıda söyledi dedi: “Hocanıza söyleyin Mehdi (as) çıktı deyin” dedi ve üç kere tekrar etti dedi. Bir daha dedi bakın. “Mehdi (as) çıktı, Hocanıza bunu söyleyin”. “Mehdi (as) çıktı, bunu Hocanıza söyleyin”. Bir şey daha söylemiş, onu da söylemeyeyim yani o aleni olacağı için olmaz, onu söyleyemem. Ama bakın Mehdi (as) çıktı diyor, Hocanıza söyleyin diyor. Üç kere söylüyor. Demiş ki, evet tabii hepimiz Mehdi talebesiyiz, hepimiz. “Sizler de” demiş, “Mehdi (as)’ın talebelerisiniz” demiş. Ben de talebesiyim, siz de, herkes talebesi. Bakın bu dürüst bir üslup işte, bu Bediüzzaman’ın delikanlı, aslan talebelerinden bir tanesi. Hakikaten seyittir, hakiki seyittir, Peygamber (sav)’in neslinden gelen bir insan. Şimdi bu insan yalan mı söylüyor? Bediüzzaman yalan mı söylüyor? Mesela Sungur Ağabey de maşaAllah o gün dili açıldı. Kim vardı? Siz yoktunuz.
OKTAR BABUNA: Ben yoktum, evet.
ADNAN OKTAR: İlk defa konuştu. Dedi ki, “Bediüzzaman bana söyledi” dedi. “Ben görmeyeceğim ama sen göreceksin dedi”, dedi Sungur Ağabey’e. Bunu aynı şekilde Seyit Salih Özcan’a söylemiş. Alnıma vurdu diyor. “Keçeli Keçeli” dedi diyor. “Ben görmeyeceğim ama sen göreceksin, dedi” diyor.
OKTAR BABUNA: Görüntüleri var hatta internet sitenizde Hocam.
ADNAN OKTAR: Evet, Bediüzzaman’ı sen pek tanımazsın. Onun için ben sana anlatayım. 1960’larda vefat eden, bu yüzyılın en büyük müceddid ve müctehidi, çok büyük bir alim. Bak şimdi şöyle bir insan: 1960 yılından başlıyor, diyor ki; “71 yılında şu olacak” diyor. Ama aynısıyla oluyor. “81’de şu olacak” diyor, aynısı. “97 yılında şu olacak” diyor, aynısı.
SUNUCU: Ermiş bir insan.
ADNAN OKTAR: Ermiş, hem ne ermiş. Ben yoksa öyle anlatırlar ya uçuyordu havada; ben onları, tabii saygım var derim, teşekkür ederim, Allah razı olsun, ama ben böyle şeyden etkilenmem. Yani beni öyle kolay kolay kimse öyle o konularda ikna edemez. Ben sahtekarla samimi insanı çok iyi bilirim. Bediüzzaman muhteşem bir insan, 30 yılı hapislerde geçmiş bir insan, samimi, samimi, samimi, son derece samimi Müslüman, halis bir insan, her sözü samimi ve candan.
OKTAR BABUNA: 97’yi söylüyor Hocam, 2007’yi söylüyor.
ADNAN OKTAR: Tabii, bakın diyor ki; “görmediğimi söylemedim” diyor. Kardeşim detay veriyor, yani en ince detayına kadar, bu çok acayip bir şey.
OKTAR BABUNA: Mezarının bulunamayacağını söylüyor.
ADNAN OKTAR: Canım, ucu bucağı yok, Rusya’nın yıkılacağını söyledi. Söyledi de söyledi. Hepsini söylüyor. Avrupa’da bir İslam devleti oluşacak diyor, Bosna, şu bu falan. Hepsi yani, bunların tamamını söylüyor. “Hicri” diyor, “1545’te inşaAllah Allah’ın izniyle Kıyamet kopacak” diyor. “Hicri 1400 ile 1500’ün arasında İslam ahlakı bütün dünyaya hakim olacak” diyor. Bakın şu an İslam, artık açık, galibane anlatılıyor. Ben Akademideyken gizli galibaneydi, bakın gizli galibane. Daha önce de çok çok daha önce mesela Abdülaziz devri, Abdülmecit devri, hatta Abdülhamit devri diyebilirim, Abdülhamit’in son zamanları özellikle, en çok o devirlerde diyebiliriz, gizli ve mağlubaneydi. Yani artık Müslüman, Müslümanım diyemiyor, anlatamıyor. 71’lerde Darwinistlerin oranı % 70-80’di neredeyse Türkiye’de. Şu an % 99 Darwinizm’e inanmıyor Türkiye. Ama kim yaptı, kimler vesile olduysa onlardan Allah razı olsun.
OKTAR BABUNA: Siz vesile oldunuz Hocam, çok açık.
ADNAN OKTAR: EvelAllah, evelAllah, geçenlerde bir tane Darwinist dede bir şeyler yazmış bizim internete Darwinizm hakkında gene şey yapmış. Böyle Japon-Alman Harbi’nden kalan tipler oluyordu. Bazen çıkıyor televizyonlarda, mesela mağarada saklanmış Japon askeri; içeriye giriyorlar, adam tüfekle dışarıya fırlıyor. Alman askeri arıyor dışarıda. Ne oldu falan, bir şey mi var diyor. Adam dünyadan bir haber, şimdi böyle tipler var, dünyadan bir haber. Darwinizm bitmiş, yıkılmış, proteinin tesadüfen oluşamayacağı kesinleşmiş, haberi yok adamın. Daha hala kemik muhabbeti yapıyor.
OKTAR BABUNA: Bu evvelsi gün Hocam, büyük kanallardan birine, Habertürk’te karşımıza çıkamayan bir hanım evrimci gelmişti. Onu çıkarmışlar. Bir tane daha vardı, onun ismini hatırlamıyorum. Bayağı ağladılar böyle, Türkiye’de Darwinizm bitti, inanmıyor kimse, okumuyorlar diye. Amerika da bitti dediler sonra.
ADNAN OKTAR: Yavrucuğum, canım, ciğerim, anneciğim, kardeşim neyse bunu kim yapmış bir anlatsın bakayım. Böyle Kayseri pestili gibi kim açmış bunları yani?
OKTAR BABUNA: Habertürk’te yan odada oturmuşlardı hatta gelememişlerdi sizin bulunduğunuz odaya.
ADNAN OKTAR: Ben, o kısmı dikkatimi çekti. Önce ballandıra ballandıra Darwinizm’e sanki böyle üniversite doçenti havalarında falan böyle tez anlatır gibi anlatıyorlar ama, sonunda bombayı patlattı: Türkiye’de Darwinizm bitti, dedi. Kardeşim bizim millet zeki, akıllı, öyle mavalları dinlemez ve gerçeği gördü mü gerçeğe teslim oluyor bizim milletimiz. Bakın % 99, dünyadaki en yüksek oran, zehir gibi zeki. “Türk Milleti zekidir” diyor Atatürk. İşte bunun bir tecellisi bu. Çok derin düşünür, çok akıllı bir millettir ve oyuna gelmemiştir. Bir protein, bir proteinin oluşması için hücreye ihtiyaç var, kromozoma ihtiyaç var, kofula ihtiyaç var. Her türlü teşkilata ihtiyaç var. Bu ne demektir biliyor musunuz? Protein hiçbir şekilde oluşamaz, demektir. Bu olduktan sonra Darwinizm’in daha neyini anlatalım kardeşim? Bitmiş Darwinizm zaten. Bizim 300 milyon fosili göstermemize de gerek yok, bundan sonra fosil resmi de koymak istemiyorum yani. Niye koyayım fosili? Sen daha başlangıçta bitmişsin, proteinden bittikten sonra konu kalmamış geriye yani. Adamlara soruyoruz, kardeşim diyoruz, protein nasıl oldu, nasıl oluştu? Uzaylılar geldi, diyorlar. Yani adamlar böyle havale geçiriyor adeta, 40 derece ateşi çıkmış havale geçiriyor. Kardeşim bu hallere, böyle komik hallere düşmenin alemi ne? Allah yarattı desene. Uzaylıyı kim yarattı?
OKTAR BABUNA: Allah yarattı.
ADNAN OKTAR: Bak, görmediği uzaylıya inanıyor fakat görmediği Allah’a inanamıyor. Bak, inatçılığa bak.
OKTAR BABUNA: Bir akıl var diyor ama haşa uzaylının aklı diyor.
ADNAN OKTAR: O Allah’ın aklı değil diyor, uzaylının aklı diyor. Bak, Allah’ı kabul etmemek için nerelere gidiyorlar. İlla bir put olacak yani. Oktar Hocam anlat bir şeyler.
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Hocam nilüferler var. Amazon nilüferleri, dev nilüferler bunlar. Burada görüldüğü gibi. Suyun altından başlıyor Hocam. Bunlar açtığı zaman, 1.80 metre çapında oluyor ve dikenleri var. Bu dikenleri de balıkalara karşı koruyor onları. Balıklara yem olmaktan koruyor. Şimdi biraz sonra açılmış halini gösterecek. Dev bunlar, 1.80 metre çapında. Bakın açılıyorlar, kenarları da yukarı kalkıyor ki, böylece sınırlarını koruyorlar bu şekilde.
ADNAN OKTAR: Halı gibi, bu nedir, meydan halısı gibi. MaşaAllah.
OKTAR BABUNA: MaşaAllah çok büyük yaprakları var.
OKTAR BABUNA: Şimdi bunların biraz sonra çiçeklerini gösterecek. Çiçekleri çok kısa dönem açıyorlar fakat bunun bir sebebi var. Biraz sonra onu gösterecek. Bakın bunların hepsi nilüfer yaprağı, evet bu çiçek, nilüfer çiçeği. Beyaz böyle gördüğünüz gibi. Bir koku salgılıyor, böcekleri kendine çeken bir koku bu. Bakın açtı, akşama doğru açıyor özellik olarak. Salgıladığı kokudan dolayı da böcekler buraya geliyor. Gelen böcekler diğer çiçeklerin polenlerini taşıyorlar. Böylece çapraz bir döllenme meydana getirecekler. Bakın açtı, 30 cm çapında, büyük. Ondan sonra kapanıyor böyle gördüğünüz gibi. Rengi de pembeye dönüşüyor. Bu pembe renkle böceklere karşı artık bir özellik göstermiyor yani çekicilik halini kaybediyor. Bakın gördüğünüz gibi. Şimdi bunun içine böcekler giriyor. Böcekleri de 24 saat süreyle hapsediyor içerisinde ve böylece döllenme meydana getirttiriyor. Daha sonra da hapishane gibi tuttuktan sonra böyle açılarak böceği serbest bırakıyor. Böcek geldi bakın gördüğünüz gibi. Diğer çiçeklerden taşıdığı polenlerle içine giriyor. Bu şekilde çiçeğin kendi kendini döllenmesi de engellenmiş oluyor. Bakın böcek girdi, girdikten sonra kapandığı için böceği hapsediyor içeride. Böcek de döllenmeyi meydana getiriyor.
ADNAN OKTAR: Ama onu düşünmesi lazım, zaten tünellere falan giriyor böyle, belli ki bir şeyler olacak yani. Ama gene iyi 24 saat yani, hiçbir şey değil. Ama 24 saat zaten içeride yiyecek de var, güzel koku da var, temiz de, gıcır gıcır yani, lüks otel gibi daha ne istiyor?
SUNUCU: Hakikaten, hiçbir şey olmuyor değil mi böceğe?
OKTAR BABUNA: Böceğe hiçbir şey olmuyor, böceği kullanıyor sadece döllenmesi için. Bakın bırakıyor, böcek de aldığı polenlerle çıkıyor, gidip başka çiçekleri dölleyecek. Bu şekilde tamamen birbirinden farklı iki canlıyı, Allah’ın nasıl birbirine uyumlu yarattığını gösteren bir delil olmuş oluyor. Böcek hoşnut bir şekilde çıkıp gidip başka çiçekleri dölleyecek. Uçarak gitti. Bunların ömrü de bu kadar. Bu şekilde hayatlarını devam ettiriyorlar inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Nedir bu Oktar?
OKTAR BABUNA: Bunlar kar taneleri Hocam inşaAllah, siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah. Tüm doğadaki kar taneleri mikroskopla incelendiği zaman hepsinin şekli birbirinden farklı fakat mükemmel, mükemmel bir simetri ve Altın Oranla yaratılmışlar Hocam.
ADNAN OKTAR: Hem Altın Oran hem simetri, gördüğüm kadarıyla da hepsi altıgen.
OKTAR BABUNA: Evet, hepsi birbirinden farklı, Allah’ın sanatı bakın, mükemmel kusursuz şekiller var.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah, mücevher atölyesinde bile böyle şeyler yapılamaz yani inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bunların her biri kar tanesi Hocam, mikroskobik görüntüleri.
ADNAN OKTAR: Hiçbiri birbirine benzemiyor.
OKTAR BABUNA: Benzemiyor Hocam. Yani trilyonlarcası, katrilyonlarcası birbirinden farklı Hocam. Bu, Allah’ın yaratma sanatı maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Allah Allah, yani dünyanın hiçbir yerinde şu ana kadar yağan kar taneleri hiçbirbirine benzemiyor.
OKTAR BABUNA: Gelmiş geçmiş, inşaAllah Hocam.
ADNAN OKTAR: Bu çok büyük bir olay, maşaAllah. Allah’ın çok büyük sanatı maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Ve hiçbir şekilde izah edilemiyor, Allah’ın yaratmasının dışında tabii inşaAllah. Mükemmel simetri ve Altın Oran var aynı zamanda.
ADNAN OKTAR: Her yerinde Altın Oran var.
OKTAR BABUNA: Evet, tamamen farklı birbirinden, bunlar sadece birkaç tanesi, tamamı bugüne kadar yağan karların taneleri hepsi farklı inşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah, başka ne göstereceksin?
OKTAR BABUNA: Güzel canlılar var Hocam inşaAllah, mesela saydam canlılar var. Denizanaları ve ona benzer canlılar, saydam bir balık bu.
SUNUCU: İçi mi görünüyor?
ADNAN OKTAR: İskeletleri var, cam gibi herif.
OKTAR BABUNA: Bu da saydam bir balık, maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Ama bu şu ışıklı olan ayrı. Onun filmi var mı onun?
OKTAR BABUNA: Bunun mu Hocam? Yok, ama hazırlayalım.
ADNAN OKTAR: O neon ışıkları gibi yanıp sönüyor. Kırmızı, mavi, yeşil, kırmızı, mavi, yeşil böyle sürekli aşağı yukarı yanıp sönüyor. Bu tombik kimmiş böyle?
OKTAR BABUNA: Hocam bu balığın da, son zamanlarda keşfedildi okyanusta, beyni gözüküyor bakın gördüğünüz gibi.
ADNAN OKTAR: Sırf kafası saydam, maşaAllah. Denizin altını da Cenab-ı Allah, muhteşem milyonlarca böyle güzel varlıkla doldurmuş. Yerin üstü böyle.
OKTAR BABUNA: Bugüne kadar yaşamış canlı türlerinin, bilim adamları, 3 milyar civarında olduğunu iddia ediyorlar, % 1’i diyorlar hayatta. % 99’unun nesli tükenmiş.
ADNAN OKTAR: Yüzde 99’unun nesli tükenmiş. Darwinistler de onların kemiğini bulunca, sigortalar atıyor tabii, evrim var zannediyorlar. Halbuki çeşitli hayvanlar var değil mi, türü tükenmiş, yaşamış, simetrik, düzgün, mükemmel, kusursuz canlılar. Bu gürbüz kereta ne bu, maşaAllah. Bak, Allah’ın nuru, Allah’ın Rahman Rahim isminin tecellisi. Evet, devam et Oktar Hocam, görelim hepsini. Bunun poposuna vura vura sevmek lazım, bunu keratayı bunu. MaşaAllah. Vay vay vay, gözler de çakır maşaAllah.
SUNUCU: Çocukken ne ise göz boyu, büyüyünce de aynı göz boyunda kalıyormuş. Yani gözün şekli büyümüyormuş.
ADNAN OKTAR: Çapı.
OKTAR BABUNA: Kafa büyüklüğü zaten % 90 oranında doğar doğmaz tamamlanmış oluyor. Kalan kısmı 6 yaşına kadar tamamlanıyor, kafa büyüklüğü de çok fazla değişmiyor aslında.
ADNAN OKTAR: Evet, ama tiroid hastalarında büyüyor değil mi göz?
OKTAR BABUNA: Evet Hocam, dışarı doğru çıkıyor böyle, patlak oluyor.
ADNAN OKTAR: Büyüdüğünden değil herhalde, dışarıya doğru çıktığı için.
OKTAR BABUNA: Evet, arkasında bir doku oluşuyor, oraya bir reaksiyon olduğundan dolayı patlak göz, dediğiniz gibi, meydana geliyor inşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Bu gürbüzün resmi yine, değil mi bu? Bu Japonlar, Çinliler çok şahane oluyor bu herifler. Müthiş sevimli, hakikaten fırça gibi saçı. MaşaAllah, var mı başka resmin? Hoppala, bu iki ahbap çavuş, derin koma halinde uyuyor bunlar. Bu da Doğulu evet, Japon evet. Severim ben onun o güzel dişlerini onun, burnunu falan. Bak, yüzündeki safiyet, temizlik, arılık görüyor musun, ne kadar güzel. O da derin uyku halinde, emzik yeni düşmüş. İşte, eve tavşan alacağına bunu alabilirsin. MaşaAllah. Severim ben onu, nasıl güzel bu böyle, maşaAllah. Felaket güzel maşaAllah, çok çok güzel maşaAllah. Bak bak bak, tatlılığa bak şunun. MaşaAllah, elhamdülillah. Cenab-ı Allah diyor; “insanı en güzel surette yarattık” diyor ayette, “en güzel surette yarattık”. Allah, insanda böyle tecelli ediyor işte.
SUNUCU: Melek işte hepsi.
ADNAN OKTAR: Tabii, bunlar vefat ettiklerinde cennette Vildan oluyorlar. Küçük cennet çocukları böyle haşur huşur koşuşturacaklar, bağırtı çağırtı, havalara hoplamak. Hem çok akıllı olacaklar, ama çocuk kalacaklar. Yani öyle büyüklerin bildiği şeyleri bilmeyecekler. Evet, çocuk kalacaklar inşaAllah.
SUNUCU: Benim bildiğim 33 yaşında olacakmışız hepimiz cennette olunca, doğru mudur?
ADNAN OKTAR: Doğru evet, ama bunlar sabii Vildanlar, bunlar öyle şehit gibi bunlar. Bunlar doğrudan cennete gidiyorlar inşaAllah. Anneleri feryat ediyor bazen vefat ettiklerinde, halbuki onlar cennette güleryüz ile karşılayacaklar, daha ne istiyorlar işte, ne güzel. Sonsuza kadar sevecekler, inşaAllah.
SUNUCU: Bir şey sorabilir miyim? Ben evde köpek besliyorum, evimde melekler olmaz diyorlar bana, doğru mudur acaba?
ADNAN OKTAR: Yani şöyle, evin bir odasını ayırırsan hiçbir şey olmaz.
SUNUCU: Ama mesela çok hijyenikler, yani çok bakıyorum köpeğe, temizlerim ederim.
ADNAN OKTAR: Bir oda olsa daha iyi olur. Yani tek bir odası kullanılsa o zaman olur, niye olmasın. Melek zaten köpekten çekinmez. Yani, tabii öyle bir şey olmaz. Köpek Allah’ın yarattığı güzel birvarlık.
SUNUCU: Sonuçta aciz, biz bakıyoruz ona, biz ona yemek vermezsek nasıl bulacak? Bize muhtaç yani.
ADNAN OKTAR: Tabii, Kuran’da Cenab-ı Allah Ashab-ı Kehf’in köpeğinden bahsediyor. Mağarada bekliyorlar. Allah onu mübarek bir varlık olarak belirtiyor Allah. Bak, Ashab-ı Kehf’in bekçisi, “bekçileri olan köpek de” diyor, “iki kolunu uzatıp” diyor, “mağaranın ağzında bekliyordu” diyor. Bekçilik görevi vermiş Allah ona. Dolayısıyla Ashab-ı Kehf’in köpeği nasıl bir mübarek varlık olarak Kuran’da Allah överek anlatıyorsa değil mi, bunlar da mazlum, tertemiz varlıklar. Ama hijyene dikkat etmek tabii ki çok önemli. Bir oda ayrılırsa hayvanlar için, hayvanseverlerde en güzeli odur. Yani tertemiz, sık sık da bakım yapılırsa.
SUNUCU: Ben çok yapıyorum. Zaten minicik bir şey, minnacık, kedi kadar.
ADNAN OKTAR: Evet, o zaman olur tabii. Mesela bak bunlar çok temiz ev kedileri, pırıl pırıl. Aşılı falan da olursa, inşaAllah. Ama yine de hayvanlara ayrı bir oda, yani imkanı olanlar mutlaka ayrı bir oda versinler, daha rahat eder hayvan. Çünkü üzerine basan olur, bilmem ne olur, hayvan koşuşturmak ister, hareket etmek ister falan. Bir de bahçeli bir ev olursa daha da iyi olur. Bahçeli ev olması şart, bahçeye bırakacaksın hayvanı, özgür olması lazım. Apartmanlarda zor, yazık hayvanlara yani. Çok eziyet çekerler. Daracık odalar falan.
SUNUCU: Zaten annemle babam onun için vermiyor bana köpeği.
ADNAN OKTAR: Bunların ruhu hürriyetten anlar. Mesela bazen öyle sincap alıyorlar, keklik alıyorlar falan. Mesela kabul etmez o hayvanlar esareti, çok canları yanar. Mesela 10 sene yaşayacaksa, 5 sene yaşar. Dayanamaz ona yani, çok yıpratır. İyiliğini istiyorsan, iyilik istiyorlarsa bırakacaksın. Bırakacaksın ormana, adam uzaktan seninle böyle şakalaşacak, kaçacak. Öyle çok sağlıklı ve rahat olur, güzel olur inşaAllah. Bir de hakikaten insanın vicdanı da çok rahat oluyor o zaman. Tam kadro mahalle oraya toplanmış. Evet, bu felaket yakışıklı olacak bu, anlaşılıyor olay, maşaAllah. Evet, çok şeker bir şey. Evde ne büyük nimet bunlar, maşaAllah. Şunu mesela değil mi, sevmek, bakmak. Allah’ın değil mi, Nur isminin tecellisi, Rahman Rahim isminin tecellisi, temizlik, safiyet, arılık, duruluk, dürüstlük ellerinden yüzlerinden akıyor. Şeytanlık bilmez, terslik bilmez, üçkağıtçılık bilmez, laf sokmayı bilmez. Tabii, basit insanlar öyle şeylere tenezzül ederler. Asil insanlar, soylu insanlar öyle şeylere tenezzül etmeyecekler.
SUNUCU: Resmen kalp kırmanın bir nedeni yani, kalp kırmanın, en güzel kalp kırma yolu. Ne gerek var insan kalbini kırmaya. Bir de bile bile yapıyorlar insanlar bunu, kalbi kırıyorlar, incitiyorlar. Kalp kırmak çok kötü bir şey bence.
ADNAN OKTAR: Tabii, Allah vermesin. Aklı olan onu yapmaz, aklı zayıf olan yapıyor.
SUNUCU: Evet, konuşarak halletmek varken laf sokarak ne elde edebilir ki insan?
ADNAN OKTAR: Tabii, alabildiğine dürüst ve samimi olmak lazım, samimiyet insanı müthiş açar, gıdadır.
SUNUCU: Ama işte bazen samimiyet de yanlış anlaşılabiliyor. Mesela sahte görünebiliyor mesela. Mesela ben çok güleryüzlü olduğum için bazıları beni sahte buluyor. Ama ondan sonra beni tanıdıkça, “Seda sen ne kadar şeysin” diyorlar, “hiç öyle görünmüyorsun falan” diyorlar konuşmaya başlayınca benimle.
ADNAN OKTAR: Sen dürüst, samimi yaşa sen hiç korkma sen.
SUNUCU: İlk önce ön yargılı davranabiliyorlar, ondan sonra konuştukları zaman çok güzel olabiliyor her şey.
ADNAN OKTAR: Sen vicdanlı ve akıllı insanların teşhisine önem ver. Vicdansız ve akılsızların teşhisine önem verme. Akılsızların teşhisi hiç önemli değildir. Yani kadınlar akılsız erkekten nefret ederler, yani tiksinirler. İstediği kadar güzel, yakışıklı olsun, istediği kadar parası olsun, pulu olsun, akılsızsa anlar. Kadınlar çok akıllıdırlar, zekidirler kadınlar, yamandırlar. Yani biraz aklını gizler bazen kadınlar, hissettirmezler ama çok yaman akıllıdırlar. Bir kısım erkekler de kendilerini çok akıllı zannederler, onları böyle parmağına taktığını, oynattığını, işte yönlendirdiğini, kurnazlık yaptığını zanneder. Halbuki o kadının avucunun içinde olur, farkına varmaz. O da onu avucunun içinde zanneder, halbuki doğrusu o, kadının avucunun içerisindedir. Münasebetsiz espriler yapar, münasebetsiz sözler söyler, densizlikler yapar, birçok kadın ona tahammül ediyor. Zaten aklı başında bir kadın asaleti tercih eder, yani soyluluğu tercih eder, akıllı insanı tercih eder, samimi insanı tercih eder. Samimi bir Müslüman kadın, aklı başında bir kadın zaten aklın dışında yaşayamaz, bunalır, sıkılır. Yani onun etinden, kemiğinden de tiksinir, varlığından da tiksinir, her şeyinden tiksinir. Ama akıllıysa her şeyi ona güzel gelir. Konuşması da güzel gelir, gülmesi de hoşuna gider, yemesi içmesi hoşuna gider. Ama akılsız, samimiyetsiz ise onun yemek yemesi de onun gıcığına gider, kızdırır. Oturup kalkması, uyuması da kızdırır, her şeyi kızdırır. En sonunda “yetti be” diyor mesela “be”li falan, sonra da boşanıyorlar. İşte diyor; “geldi geldi geldi, taştı” diyor, “burama kadar geldi” diyor, ondan sonra da boşanıyor. Kardeşim orana gelinceye kadar, ta burnunun ucuna gelinceye kadar niye bekliyorsun? Madem akılsız olduğunu görmüşsün değil mi, madem aptal olduğunu görmüşsün, madem menfaat için evlenmişsin, madem bu akılsızlığı yaptığını anladın, başında durdursana. Çıkar için evleniyor.
SUNUCU: Çıkar için evleniyorsa işte o zaman bedeline katlanacaksın.
ADNAN OKTAR: Tabii, zaten Allah belasını vermiş oluyor bir anlamda. Mesela makamı için evleniyor, mevkii için evleniyor, parası için evleniyor, tipi için evleniyor. Tipi için evlenen, tipinden mahrum kalıyor, tiksiniyor bir süre sonra tipinden, gıcığına gidiyor, böyle sığır gibi görüyor onu. Önce beğenirken sonra sığır gibi geliyor ona.
SUNUCU: Sonuçta bir insanın mal varlığı yok olabilir her an, o zaman yanında olacak mı acaba insan onun?
ADNAN OKTAR: Tabii ki, tabii. Maddi varlığı, mesela makamından oluyor, makamını kaybediyor, bitti. Malını kaybediyor, bitti. Bir de utanmadan sevgisinin bittiğini söylüyor ama “onunla alakası yok” diyor. Nereden onunla alakası yok? Direkt onunla işte, başka ne var sebep yani ne olabilir? Sevimli Shiloh, ben bunu yiyeceğim burnunu falan. Dünyanın en tatlı kızı olabilir bu Shiloh. Bak bak bak kocaman da olmuş kerata. MaşaAllah nasıl güzel, annesine çok benzedi bu maşaAllah. Bence annesinden çok çok güzel gibi görünüyor bana değil mi, evet. Bu da öbür numara, ilk bir numara küçük olan mı, hangisi? İşte bunu yemek lazım, maşaAllah. Severim o dişleri, o öndeki iki tane dişi, tavşan dişi gibi önden çıkmış. Gözler çok tatlı, şeker. Kıyafet, poz veriyor oradan. Bak, Allah gönlümüzü nasıl açacak şekilde yaratıyor, görüyor musun? Ne büyük zevk, ne büyük nimet. Bak elinden yüzünden nur akıyor, maşaAllah. Asalet var, mesela bir tatlılık var, bir güzellik var, tertemiz maşaAllah. Bak bunlar daha hiç günaha batmadıkları için yüzü kirlenmemiş. Yani günahın kiri hiç yüzlerinde yok. Bu çok ç mesela. Demek ki insan günah işlemeden devam edebilse, böyle nur gibi kalacak. Nitekim, nitekim bizim Peygamberimiz (sav)’in bir özelliği vardı, neydi biliyor musunuz? Çocukluğundaki yüzü sürekli kaldı. Tabii, vefat edinceye kadar çocukluğundaki o temiz, masum, efendi yüzü hiç değişmedi çünkü çok yüksek ahlaklı. Hatta vefatına yakın çok az sayıda, 10 küsur sayıda saçında beyazlık var, çocuk gibi yani. Çocukluğundaki o tatlılığı, güzelliği, efendiliği, asaleti, heybeti olduğu gibi, yani nefes kesiyordu Peygamber (sav). Aynı zamanda pehlivandı biliyorsunuz. Yani çok müthiş kuvvetliydi. Hz. Ali (ra) da öyle, Hz. Ömer (ra) da dehşetli kuvvetliydiler. Boy pos bizim Resulullah (sav)’in, görenin yani nutku tutuluyor Peygamberlik heybetinden; konuşamıyorlar. Peygamberimiz (sav) mesh ediyor ağzını, ondan sonra konuşabilecek hale geliyorlar. Bakan diyor; “yani hiçbir açıklaması, mucizeye, hiçbir şeye gerek yok, Peygamber (sav) bu, belli” diyor. Yani Ehl-i Kitap, mesela Hıristiyanlar geliyor, Museviler geliyor bakıyorlar, net diyorlar, kesin. Yani başka türlü ikinci bir ihtimal kesin yok diyorlar yani, net Peygamber yüzü diyorlar. Üslup, oturma, kalkma, yeme, içme, dürüstlük, efendilik, samimiyet, nur akıyor. Mesela bir kere bakıyor nazar ediyor, alt üst oluyor adam. O ona yetiyor, bir kere nazar etti mi, La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah diyor hemen. Yani gözünde de müthiş bir etki gücü var, manevi derinlik. Feyz akıyor gözünden yani nur akıyor. Allah’ın rahmeti her tarafını kaplamış. İnsan, mesela meclisinde falan bütün millet böyle bir hafifliyor sohbete geldiğinde. Sahabeleri adeta böyle sevgiden çılgına çevirirdi Resulullah (sav). Hatta dediler, muhacirle ensar akraba gibi oldular. Yani böyle direkt akraba, öz kardeş gibi oldular, maşaAllah. Coşkun bir muhabbet vardı. Mesela savaşa gidiyorlar, 20 kişi oluyor 100 kişiyi darmakeşan ediyor. Aşk var yani müthiş bir coşku var, o coşku ile devam ettiler. O yüzden çığ gibi bir anda İslamiyet gelişti. Resulullah (sav)’in vefatından sonra da o coşku devam etti. Ama o elektrik sonra yavaş yavaş yavaş kesilince gerisin geri gitti. Şimdi onun Ehl-i Beyti’nden, onun evlatlarından Mehdi (as)’ın zamanındayız. Yine ona benzer bir coşku yeniden yine yeryüzünü saracak, inşaAllah. Yine aynı yapıya döneceğiz inşaAllah. Aynı Asr-ı Saadet dönemi gibi olacak inşaAllah. Oraya doğru gidiyoruz, inşaAllah. Oktar Hocam ne var başka anlat.
OKTAR BABUNA: Sevimli sincap var Hocam, sincaptan bahsetmiştiniz.
ADNAN OKTAR: Getir bakayım, bir göreyim ben onu. Ne yiyor? Fındık yiyor. Mide fesadından gidecek bu böyle, komedi filmi gibi bak ağzına sığmıyor, zoraki sokuyor ağzına.
SUNUCU: Hepsini aldı, kaçtı.
ADNAN OKTAR: Onları götürüp gömüyormuş orada deposuna, yine alıp geliyor, açgözlülükten artık gözü dönmüş durumda. Başka ne var Oktar Hocam?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Arılarla ilgili var resimler. Bu, petek yaparken bir arı iş başında görülüyor burada. Yine aynı şekilde propolis toplarken arılar. Burada da altıgenlerin düzgünlüğü ve hiçbir ek yeri görülmüyor, kenardan başlamalarına rağmen. Özel bir açı ile yapıyorlar zaten. Burada yan tarafa tutturulmuş olan.
ADNAN OKTAR: Patiler çiçek tozları ile kaplanmış.
OKTAR BABUNA: Bal toplamaya gittiklerinde böyle.
ADNAN OKTAR: Gıcır gıcır bak üst baş görüyor musun? Vernikli gibi, kanat da öyle gıcır gıcır saydam plastikten yapılmış gibi. Tüyleri müyleri her şeyi pırıl pırıl maşaAllah. Patiyi doldurmuş o, polen ile doldurmuş. O torbaya onu nasıl dolduruyor o patisine?
OKTAR BABUNA: Orada özel keseleri var Hocam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Ama nasıl yapıyor, tek tek dolduruyor mu o, ne yapıyor? Allah Allah, onu bir araştıralım onu nasıl dolduruyor?
OKTAR BABUNA: İnşaAllah. Propolis, antibakteriyel reçineli madde demek Hocam, inşaAllah, arı poleni.
ADNAN OKTAR: Bunlar kendileri imal ediyorlar bunu. Evet, antiseptik olarak kullanıyorlar, evet.
OKTAR BABUNA: Temizlikte kullanıyorlar.
ADNAN OKTAR: Temizlikte. Şimdi bak, patilere onu doldurmuş. Karnının altından plakalar halinde bal mumu çıkıyor. Kuyrukta tabancası var, bir durum olduğunda karşısındakine vuruyor, zehirli iğnesi var. Bal çıkarıyor, bal hazırlıyor.
OKTAR BABUNA: Propolisi yapıyor.
ADNAN OKTAR: Arı sütü yapıyor, propolis yapıyor.
OKTAR BABUNA: Propolisi de mumyalama için kullanıyorlar. Bir düşman girip de öldürdükleri zaman onu mumyalıyorlar.
ADNAN OKTAR: Çok çok olağanüstü bir şey, maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bir nevi mumyalama.
ADNAN OKTAR: İşte arıyı Allah onun için Kuran’da örnek olarak gösteriyor. Mesela bir kilometre ötede bir çiçek yığını var. Geliyor arkadaşlarına, Güneş’e karşı bir dans yapıyor. Çiçeğin yerini tam koordinatları ile bildiriyor. Arkadaşları da gidip eliyle koymuş gibi oradaki çiçekleri gidip buluyorlar. Şimdi bir insana bunu öğretmeye kalksan, yani bir saat öğretmeye kalksan gene anlamaz çünkü her 4 dakikada bir Güneş’in akışına göre yeniden bilgi veriyorlar. Yani profesör olsa ve eğitim görse insanlardan -daha önce de anlatmıştım- arı gibi küçülseler aynı imkanları versen, dünyanın bütün akıllı adamlarını bir araya getirsen bir tane peteği yapamazlar. Mesela o arıların yavrularının tek tek beslenmesi var. İnsan atlar, unutur. Bir tanesini unutmuyorlar ve beslenme saatlerini de hiç şaşırmıyorlar, tam saatinde gidip arı sütüyle besliyorlar.
OKTAR BABUNA: Birini daha farklı besledikleri için o kraliçe arı oluyor. Sadece bir tanesi ayrı besliyorlar.
ADNAN OKTAR: Mesela kraliçe arının nasıl besleneceği ayrı, onu da çok iyi biliyorlar. Onu ayrı besliyorlar. O da bayağı iri yarı bir şey oluyor.
OKTAR BABUNA: Evet. Genetik olarak hiçbir fark olmamasına rağmen sırf beslenme farkından dolayı kraliçe arı oluyor inşaAllah. Polen toplamaya geliyor.
ADNAN OKTAR: Kapıda bekçi arılar oluyor. Bu yaban balı da çok iyi oluyor olabilir. Hz. Yahya’nın yaban balı yediği söylenir. Onda da bir şey olabilir, bir özelliği inşaAlllah. Mesela bu da bir arı cinsi, bu da değişik. Üzümlerde falan olurdu bu daha çok. Ankara’da böyle Hasandede üzümü vardı; çok reçelli ve tatlı. Onun kasaları olurdu ben çocukluğumda görürdüm. Bu arılar onun üzerinde çok fazla olurdu. Büyük bir iştahla yiyorlardı onu, şekeri ama dışarı taşıyordu şekeri. Yani çok abartılı tatlı, çok şahane bir üzüm türü ama o satılmıyor niye ise çok şıralı, reçeli andırıyor şırası, öyle güzel. Yani dışına vuruyor. Yani bir meyve suyunun şekerinden daha fazla gibi tadı.
OKTAR BABUNA: Hocam sizin kitabınızdan; ayrıca bir saldırı ya da yangın sonucunda kovanda herhangi bir tahribat meydana geldiğinde de bal mumu üretmeyen arılar birdenbire balmumu üretmeye başlıyorlar yetişkinler.
ADNAN OKTAR: Niye?
OKTAR BABUNA: O tahribatı ortadan kaldırmak için.
ADNAN OKTAR: Kardeşim sırf şu arı olayı yani bir Darwinist’in, bir materyalistin iman etmesi için binlerce kere yetecek gibi, binlerce kere. Bir de bunların kromozomlarındaki harikalıklar; mesela kromozomunda arının nasıl bal yapacağı, balın kalitesini nasıl ayarlayacağı, arı sütünü nasıl yapacağı, onun kalitesi, arı sütünde hangi vitaminlerin olacağı kodlu, kromozomlarında kodlu hayvanın. Yani hangi minareller hangi oranda. Mesela B vitamini ne kadar olacak? C vitamini ne kadar olacak? Yavrulara ne zaman yiyecek verecek? Kapıdaki arıların durumu. Yani ayrıca ahlaki bilgi de kodlu. Bakın bakın bu çok muhteşem yani. Tavır bilgisi, davranış bilgisi de kodlu. Zannediyor ki insanlar sırf fizik görünüme ait bilgiler. İşte gözü, kaşı, kolu, bacağı bunun dışında ruhi bilgiler de kodlu. Yani mesela kapıda bekçiliği kaç arı yapacak, bu kodlu. Altıgeni nasıl yapacaklarına ait bilgi kromozomlarında kodlu. Arının kafasında var o bilgi. Kromozomlardaki o kodlu bilgiye göre gidip o altıgeni yapıyor. Mesela balın kıvamının ayarlanması. Balın klasik bir kıvamı var. Çok sıvı da olabilir çok katı da olabilir. Öyle değil tam kıvamında yapıyor. Mesela o altıgen peteklerin açı ile yapılması gerekiyor, ters açı ile. Şöyle açı ile yapılıyor ki bal akmasın dışarıya. Doldurdukça kapağını kapatıyor. Doldurdukça kapağını kapatıyor. Doldurdukça kapatıyor. Tam dolduğunda tamamen kapatıyor. Ve inceliği, tam o incelikte yapıyorlar. Mesela çok kalın yapmıyor, çok da ince yapmıyor. Tam ayarında yapıyor. 120 dereceydi değil mi açısı?
OKTAR BABUNA: Evet Hocam.
ADNAN OKTAR: 120 derece. Kardeşim pergel yok, iletki yok. Ellerinde açıölçer yok.
OKTAR BABUNA: Milyonlarca yıldır hiç değişmiyor, hep böyle.
ADNAN OKTAR: Adamlar milyonlarca yıldan beri kodlu. Allah diyor ki; 120 derece açı ile yapacaksınız. Onların kromozomuna Allah onu yazmış. Hayvan oradan çıkar çıkmaz eliyle koymuş gibi onu yapmaya başlıyor aynısı ile. Mesela kovanın havalandırılması gerekiyor, kromozomunda kodlu hayvanın. Aynısı ile havalandırıyor. Mesela ısının düşürülmesi gerektiğinde düşürüyor. Isının artırılması gerektiğinde bir anda hamama çeviriyor içerisini. Acayip ısıtıyorlar. Hatta ısıyı yükseltip böcekleri yakabiliyorlar içeride, değil mi, o büyük böcekleri.
OKTAR BABUNA: Evet, 50 dereceye kadar çıkartıyorlar.
ADNAN OKTAR: Mesela eşek arısı, eşek arısını 50 derece sıcaklıkta yakıp öldürüyorlar. Isıyı yükseltebiliyorlar.
OKTAR BABUNA: Sonra da propolisle kaplıyorlar. Balmumu ile böyle.
ADNAN OKTAR: Antiseptik madde ile kokuşup bozulmasın diye de mumyalıyorlar. Onu da vücutları üretiyor. Yani kendileri yapıyorlar. Bu da kromozomlarında kodlu. Kardeşim hangi biri tesadüf bunun? Etmeyin, çatmayın bunu nasıl açıklarsınız tesadüfle?
OKTAR BABUNA: Dansları da apayrı bir mucize.
ADNAN OKTAR: Mesela nasıl dans edeceği kromozomunda kodlu. Yalnız bu anlattıklarımız, var ya arıları bir bir numaralayarak filmlerini çekmişler. Bilim adamları tarafından ince ince tespit edilmiş, ondan sonra anlatılıyor bunlar. Yani yüzde yüz kanaat getirilip ondan sonra açıklanıyor. Ve bir kere, iki kere, üç kere değil defalarca laboratuvar tespiti yapıldıktan sonra açıklanan bilgiler bunlar. Aslında arıyı daha kapsamlı bir anlatsak iyi olur.
OKTAR BABUNA: İnşaAllah Hocam. Tamam.
ADNAN OKTAR: Çünkü mesela burada sohbet havasında anlatıyoruz ama bir de sıradan anlatmak var. Hiçbir şeyini eksiksiz, böyle çok detaylı bir anlatalım. Başka ne var?
OKTAR BABUNA: Tabii, inşaAllah Hocam. Güzel, sevimli kuşlar var, gösterelim mi?
ADNAN OKTAR: Tamam bakalım. Şimdi abisi ben bunu ne yaparım, bana bir söyle bakalım. Şu usluluğa bak. Şuna şuna... Plastikten yapmış gibi patiler de öyle bak, naylondan yapmış gibi. Oyuncak mağazalarında satılan şeylere benziyor boncuk gibi. Bir de tatlı ve sıcak da. Mesela çocuklarını beslemeyi biliyor. Çocuğuna götürüp yemek veriyor, ağızlarına tek tek. Kendi aç kalıyor. Onları koruyor. Yuva yapıyor. Mesela şu kuşların yaptığı yuvalar ayrı bir olay, onu bir ayrı inceleyelim. Örüyor adam, tek tek böyle halı örer gibi yuva örüyor. Dala asıyor onu da. Biz yuva gösterdik mi? Az gösterdik. Çok çok önce gösterdik. Kuş yuvalarını gösterelim, nasıl yaptıklarını gösterelim. Kromozomlarında kodlu nasıl yuva yapacağı. Böyle lif lif örüyor teker teker, böyle geçirerek oradan oraya oradan oraya.
SUNUCU: Bir de hepsini gagası ile mi yapıyorlar?
ADNAN OKTAR: Evet gagası ile yapıyor başka bir şey yok. Elini ayağını hiçbir şeyini kullanmıyor. Gagayla ve seri bir şekilde. Bu kromozomunda kodlu hayvanın ve sırf o tür bu konuda uzman. Mesela öbürü, öbür türlü yuva yapıyor, onlar başka türlü. Örümcekte de öyle. Mesela örümceğin bütün sülalesi tek bir türü biliyor, çeşidi biliyor. Mesela birbirine paralel altıgen tarzı yapıyor, değil mi birbirine paralel. Nasıl dallara tutturacak, nasıl yapacak hepsi kromozomlarında kodlu. Mesela vücudunun arkasından ince iplik ayrı, kalın iplik ayrı, ara iplik ayrı çeşit çeşit iplikler salgılıyor arkasından. Mesela insanlar tek zannediyor. Tek bile olsa çok büyük bir mucize. Mesela bağlandığı için ince iplik kullanıyor. Ara bağlantıları birbirine bağlamada ayrı. Kardeşim sen nereden bilirsin ince ipliği, kalın ipliği, orta ipliği? Mesela ana iplikte en kalınlarını kullanıyor, ana ipliklerde. Hayvanın kafası, beyni şu kadar kalemin ucu kadar yok. Miligramın bilmem kaç binde biri. Yüzde bir, beş yüzde biri falan.
OKTAR BABUNA: O sağlamlıkta bir madde üretilemiyor teknolojik olarak, insanoğlunun üretebildiği en sağlam madde, kevlar denilen bir madde. Örümceğin ipeği ondan çok daha esnek ve çok daha sağlam. Teknolojik olarak taklit edilemiyor hala. Yapılsa zaten bütün asma köprülerde, her yerde o kullanılacak. Kurşun geçirmez çelik yeleklerde de örümcek ipeği kullanılacak. Yani yeryüzündeki en sağlam, en esnek madde.
ADNAN OKTAR: Ama daha sentetik bunu yapamadılar.
SUNUCU: Peki, bir şey sorabilir miyim? Peygamber Efendimiz (s.av.)’i kurtarmış ya bir örümcek? Onun için öldürmek çok mu günah bir örümceği?
ADNAN OKTAR: Yazık, bahçeye bırakmak daha iyi.
SUNUCU: Hayır, hani mesela evde birden çıkıyor. Fobisi var örümcekten.
ADNAN OKTAR: Ama zehirli örümcekse tabii onun tahrif edilmesi gerekir.
SUNUCU: Mesela evde çıkıyor. Arkadaşın değilse de anne, baba birisi korkuyor. Onu öldürüyor o sıra.
ADNAN OKTAR: Korkma önemli değil de mesela bazı vücutlar alerjik olur.
SUNUCU: Yani hayvanın en büyük günahı örümcek öldürmek diye biliyorum ben. Doğru mudur o?
ADNAN OKTAR: Yazık, hiçbir hayvana kıymamak lazım. Karınca mesela çok şekerdir. Pırıl pırıldır kafaları. Acayip terbiyeliler.
SUNUCU: Örümcek de ürkütüyor sanki insanı.
ADNAN OKTAR: Yok abartıyorlar. Çok şeker hayvan. Nesi var? Gıcır gıcır hayvan. Tertemiz yiyecekler yer. Zarı yok, zoru yok ama vücudu alerjik olanlar için tehlikeli olabilir. Mesela bazı insanlar böcek sokmasına şiddetli reaksiyon gösterir. Onlar artık evden temizleyecekler örümcekleri. Başka çaresi yok. Yani, olsun evde örümcek olsun demiyorum. Evde zaten örümcek olmaz ama yakalandığında dışarıya atmak daha iyi. Pencereden dışarıya atarsınız.
OKTAR BABUNA: Benim bir arkadaşımı ısırmıştı öyle bir örümcek.
ADNAN OKTAR: Reaksiyon oldu mu?
OKTAR BABUNA: Evet. Alnından ısırmıştı. Küçük bir, hatta çok ufak da bir iz kaldı.
ADNAN OKTAR: Riskli olur. Orada tabii dikkatli olmak lazım. İşte bak tam gagası ısırılacak bir tip bu. Kafasından da öpmek lazım, gözünden de, göbeğinden. Bu gidişi de çok şahane oluyor bunun, iki tarafa sallanarak falan. Ses zaten rezalet. Acayip bağırıyorlar, sabaha kadar. MaşaAllah, şu güzelliğe bak. Cennette de bunlar ortada olacaklar inşaAllah.
SUNUCU: O zaman biz şu an bir araya girelim. Sayın izleyicilerimiz. Tekrar kısa bir aradan sonra sizlerle yine birlikteyiz ve sözü Oktar Bey’e iletiyorum.
OKTAR BABUNA: Şimdi arılardan bahsetmiştik. Kısa bir süre devam edelim Hocamız gelene kadar. Arıların hakikaten, saymakla bitecek gibi değil. Tekrar anlatacağız ama mesela petek gözlerin genişliği, bu petekler yapıyorlar ya altıgen, 5.2 mm ile 5.4 mm arası. Şimdi bu kusursuz bir ölçüm gerektiriyor. Milyonlarca yıldır arılar tarafından yapılan 50 milyon yıllık bal petekleri var. Hepsinin büyüklüğü, hepsinin açıları aynı. Mesela 13 derecelik bir eğim kullanıyorlar ki, bal dışarı akmasın. Şimdi o kadar hassas bir hesap ki, bunu herhangi biri ancak deneme yanılmayla uzun yıllar içerisinde bulabilir. Çünkü biliyorsunuz balın bir akışkanlığı var. Ne çok su gibi böyle hızlı akabiliyor, ne de çok katı. O akışkanlığına uygun bir açı gerekiyor ki ne içeri dışarı aksın, ne arkaya boşalsın. Tam 13 derece. Bunu nereden biliyorlar? Yani bunu bilmek için muazzam bir akıl gerekiyor. O da tabii ki Allah’ın aklı. Arının bunu bilmesine imkan yok çünkü onun gram hesabıyla bir beyni var. İşte bacaklarının yapıları çok özel böyle. Özel girintiler var, işte orada kaşık gibi böyle. Orada polenleri taşıyabiliyor. Yani arının bütün vücut yapısı, bütün yaptığı işler hep bunun üzerine yaratılmış olduğunu gösteriyor. Çünkü kusursuz bir arı olması gerekebiliyor ki yaşantısını devam ettirebilsin, uçabilsin, bal yapabilsin. Bebeklerini besleyebilsin. Mükemmel olarak yaratılmış olması gerekiyor. Tabii bu evrimle hiçbir şekilde açıklanamayacak bir şey.
SUNUCU: Kesinlikle açıklanamaz. Bir de Allah’a neden şüphe duyduklarına, neden inanmadıklarına bazı insanların bir anlam veremiyorum zaten. Her şey bariz ortada zaten. Yani bir doğaya bak, bir insanın nasıl yaratıldığına bak. Her şey zaten apaçık ortada. İlle görmek mi zorundasın bazı şeyleri, değil mi ama?
OKTAR BABUNA: Tabii, bilim adamı olmaya gerek yok. Allah’ın varlığı çok açık.
SUNUCU: Kesinlikle katılıyorum. Hoş geldiniz Hocam.
ADNAN OKTAR: Hoş bulduk. Şimdi yukarıda bir kardeşimizle konuştuk. Dedi ki, Hocam dedi, en çok şu Mehdiliği biz merak ediyoruz dediler. Herkes bunu soruyor, bize bunları anlatın, bu konuda detay verin, dediler. Tamam, bakın açıkça söylüyorum, bayağı aklı başında bir adamım, yüzde yüz emin olmadığım bir şeyi oturup söylemem. Ve dediklerim de mutlaka çıkar, çıkmayan “hani dedin de çıkmadı” öyle bir konu yok. Bakın altını çizerek söylüyorum; Mehdi (as) geldi, net. Türk İslam Birliği kesin bu yüzyılda hakim olacak, bu da net. Mesih İsa (as)’ı kesin göreceğiz, bu da net. “Bilin ki oğlumun” diyor, ne güzel bak Resulullah (sav)’in ifadesi, “Hz. Mehdi Aleyhisselamın gaybeti çok uzun sürecektir”. Yani yıllarca insanlar fark edemeyecekler, gaibtir, gizlidir. Bak, “bilin ki oğlumun”, oğlum diyor Resulullah, “öyle ki imanlarını Allah’ın koruduğu kimseler dışında tüm insanlar bu hususta şüpheye düşecekler”. Yani acaba Mehdi var mı, gelecek mi, gelmiş mi, kimdir, ne olacak diye şüpheye düşecekler diyor.” “Muhammed El Bakır’dan ayette geçen doğrular hakkında şöyle naklediyor: ‘Bunlar dünyanın doğusunu ve batısını fethedecek olan ahir zamandaki Hz. Mehdi’nin arkadaşlarıdır’.” Ayette geçen doğrular, ayetin işareti budur diyor. İmam-ı Bakır Aleyhisselam, benim ceddimdir, Hz. Ali (ra)’ın evlatları değil mi, evet. İmam-ı Bakır (as)’dan nakledilen başka bir hadiste şöyle geçer; “Bu galibiyet, galebe üstünlük Al-i Muhammed’den olan Mehdi kıyam edince gerçekleşecektir. Öyle ki yeryüzünde Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in Peygamberliğini ikrar etmeyen, kabul etmeyen hiç kimse kalmaz” diyor maşaAllah. “Resulullah (sav) yeryüzünde İslam dininin girmediği toprak, çamurdan yapılmış bir ev”, yani bir köy evi “veya çölde çadır kalmaz, her yere İslam gelecek” diyor. İslam ahlakı bütün dünyaya hakim olacak. Bunun üzerine Hz. Ali (ra), Keremullahi Veche, Haydar-ı Kerrar, değil mi, Esedullah, Allah’ın arslanı, Kuran-ı Natık, Şah-ı Merdan ki benim dedemdir, tabii son neslim yani şeceredeki başlangıç. Resulullah’ın değil mi en çok sevdiği, ondan sonra ta küçük yaşta ona tabi olan mübarek bir zattır Hz. Ali (ra), akrabasıdır tabii. Ben de onun soyundanım. Acayip yakışıklıydı dedem evelAllah böyle boynu kalın, kollar akılalmaz kuvvetliydi; Hayber Kalesi’nin fethinde kale kapısını gacır gacır söktü böyle, ondan sonra kalkan diye kullandı. Geçenlerde anlatmıştım Hz. Ali (ra)’a dediler; “bir daha kaldır, nasıl kaldırdın”, yerinden oynatamadı. O anda o aşkla kaldırmış. Tabii maşaAllah. “Bunun üzerine Hz. Ali şöyle buyurdu: “Hayır, benim canım elinde olan Allah’a andolsun ki, Allah’a yemin ederim ki diyor, bu galebe ve üstünlük ancak yeryüzünde sabah ve akşam ‘La İlahe İllallah’ sesi yükselmeyen hiçbir bayındır yer kalmayınca gerçekleşir”. Her yerde ‘La İlahe İllallah’ olacak diyor, Allah’ın dini her yere hakim olacak.
Şeytandan Allah’a sığınırım, Saf Suresi’nin açıklamasında bu; “elçilerini hidayet ve hak din üzerine gönderen O’dur, öyle ki onu hak din olan İslam’ı bütün dinlere karşı üstün kılacaktır, müşrikler hoş görmese bile”. “200 yılından sonra en iyiniz hafifulhaz olandır. Ey Allah’ın Resul’ü hafifulhaz ne demektir, diye sordular. Hanımı, malı ve çocuğu olmayan demektir bu, dedi.” Yani öyle şiddetli bir durum olur ki bazen, Bediüzzaman’da olmuştu mesela evlenmemiştir Bediüzzaman. Yani baskının şiddetinden, ama durum da müsait olursa evlenirsin, çoluğun çocuğun da olur. Ama şiddetli bir mücadele varsa, şimdi orada çocuğa, eşine vakit ayıracak durumun yoksa evlenmezsin. O zaman bütün dikkatini İslam ahlakının, dinin yayılmasına ayırırsın vaktini. Ama durum müsaitleşirse tabii evlenir, niye evlenmesin. Hz. İmam Cafer-i Sadık (as) şöyle buyurmuştur; Cafer-i Sadık, İmam-ı Azam’ın Hocası. Biz Hanefi mezhebindeniz, ehli sünnette Hanefi mezhebi vardır ki Türkiye’de en çok odur, Aleviler de vardır kardeşlerimiz, onlar benim canım ciğerim, aslanlarım. Dedemin aşıkları, Hz. Ali (ra) aşıkları.
OKTAR BABUNA: Resmi vardı Hz. Ali (ra)’ın.
ADNAN OKTAR: Bakayım. Hay benim aslanım, hay benim aslanım. Heybete bak sen, heybete maşaAllah. MaşaAllah, yiğitler yiğidi inşaAllah, aslanlar aslanı. “Hz. İmam Cafer-i Sadık şöyle buyurmuştur; “imam Hz. Mehdi (as) bir şeyi bilmeyi irad ettiği zaman,” yani bir şeyi hakikaten soru soruyor onu da bilmesi gerekiyor, “Allah-u Teala o şey hakkında onu haberdar eder”. Vehbi ilme sahip. Vehbi ilmiyle ilgili hadis. Şimdi diyor ki; “ahir zamanda öyle bir kavim meydana çıkacak ki” -Hz. Ali (ra) dedem söylüyor- Radıyallahu anh, Keremullahi Veche, Esedullah ne diyor, “Kuran okuyacaklar” gayet tecvitle, galgelesine dikkat ederek, değil mi, ayınlarına dikkat ederek, “fakat boğazlarından aşağıya geçmeyecek”. Yani İslam ahlakının dünya hakimiyetinden bahsedemeyecek, İslam ahlakı dünyaya hakim olsun diyemeyecek, Allah ona bunu nasip etmeyecek. “Dinden okun yaydan çıkması gibi çıkacaklar”, öyle bir laf edecek ki Kuran’la çelişik, İslam’la çelişik, dinden çıkacak konuşmaları, haberi bile olmayacak belki. “Onlarla mücadele etmek her Müslüman için bir haktır”, ilmi mücadele yani mutlaka bunlarla mücadele edin, diyor. “Görünümlerinde saçları tıraşlıdır” diyor, saçlarını kazırlar diyor. (Hadislerde Hz. Ali, İmam Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmet Bin Şuayb, sayfa 142’de.)
“Biz ise” diyor Cenab-ı Allah, şeytandan Allah’a sığınırım, “yeryüzünde güçten düşürülenlere -hapsedilen, ezilen, hakaret gören, dışlanan, güçten düşürülenlere- lütufta bulunmak için onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz”. Dünya hakimi yapmak istiyoruz, diyor Allah. (Kassas Suresi 5), ebcedi kaç; 1996; dünya hakimiyetinin başlangıcı, harf karşılığı 1996’yı veriyor. “Önderler ve mirasçılar kılmak” kelimelerinin karşılığı 2021’i veriyor. Bak önderler ve mirasçılar kılmak, hakimiyet, 2021.
Furkan Suresi 56, bak Furkan Suresi 56, aynı zamanda Risale-i Nur’un, değil mi, serbest bırakıldığı tarih, 1956 evet. “Biz seni yalnızca bir müjde verici -bak müjde verici- ve uyarıp korkutucu olarak gönderdik”. Ebcedi kaç; 1981; Mehdi’nin vazifeye başlangıç tarihi, tamı tamına 1981 tarihini veriyor. “İşte böylece biz yeryüzünde Yusuf’a güç ve imkan, iktidar verdik.” Ebcedi kaç; 2017. Bak, “biz yeryüzünde Yusuf’ güç ve imkan, iktidar verdik”. Ebcedi 2017; İslam ahlakının hakimiyeti inşaAllah.
Taha Suresi, “Kim benim hidayetime uyarsa o artık şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz”. Bak kim benim hidayetime uyarsa, kim Hz. Mehdi (as)’a uyarsa. Hidayet “hadi” kökeninden geliyor biliyorsun, Mehdi kelimesi aynı zamanda ona işaret var. “Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz”. Ebcedi kaç; 1982. Hz. Mehdi (as)’ın çıkış tarihleri evet.
SUNUCU: Akıp geçti zaman. Bugün işte maalesef bu kadar kısa sürdü.
ADNAN OKTAR: Hayır var, hayır var. Niye esef edelim çok güzel, maşaAllah.
SUNUCU: Sevgili seyircilerimiz yarın aynı saatte sizleri bekliyoruz, teşekkür ederiz.