Sohbet -66 Ocak 2010
SUNUCU: İyi akşamlar sayın izleyicilerimiz ve dinleyicilerimiz, bir Adnan Oktar’la Başbaşa programına daha hoş geldiniz. Hocam nasıl başlamak istersiniz; sorularımız var veya sizin söylemek istedikleriniz var mı?
ADNAN OKTAR: Oktar Hocam ne yapalım?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam, Türk İslam Birliği’nin gelişmesi arka arkaya sürekli haberler çıkıyor Hocam inşaAllah. Hakikaten Türkiye’yi doğal lider kabul ediyorlar, sizin her zaman söylediğiniz gibi hep bu yönde haberler var, devlet başkanları tekrarlamaya başladı, maşaAllah. Dış İşleri Bakanımızın bir ifadesi olmuş, “tarihi sathı çizdi” diyor. Diplomasideki gelişmelerin neye göre olacağı belirlenmiş. Ankara’da başlayan büyükelçiler konferansında Türkiye’nin önemini vurgulamış. “Hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır. O satıh tüm dünyadır” diyerek seslenmiş yani tüm dünyayı hedef göstermiş inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet maşaAllah. Çünkü Türk İslam Birliği, Türk İslam aleminin özelliği o, bütün dünyayı kucaklaması inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Evet Hocam, inşaAllah. Suudi Arabistan’da kuvvetli bir mevkiniz var, Suudi Arabistan Kralı... Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Kral Abdullah’la bir araya gelmişler. Türkiye’nin önemini vurgulamış. Sizin dediğiniz gibi Türkiye’yi doğal lider kabul ediyorlar maşaAllah Hocam. Cübbeli Ahmet Hoca ile ilgili haberler, sizinle ilgili haberler yapıyorlar birkaç gündür.
ADNAN OKTAR: Ne var, ne diyorlar?
OKTAR BABUNA: Habertürk’te ve şeyde Mehdi konusunu gündeme getirmişler, onun sizin Mehdi olmadığınızı iddia ettiğini, sizin de o şekilde.
ADNAN OKTAR: Mehdi olduğumu iddia ettiğimi.
OKTAR BABUNA: Estağfurullah, halbuki siz defalarca yemin ettiniz, hayatınız boyunca böyle bir iddianız olmayacağına dair. Bu iddia makamı değil, ispat makamıdır dediniz. Tarif de ettiniz inşaAllah. Hz. İsa (as) geldiği zaman, Türk İslam Birliği kurulduğu zaman dünyaya hakim olduğunda Hz. İsa’nın (as) tabi olduğu kişi Allahualem Hz. Mehdi (as)’dır demiştiniz, inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Saffat Suresi’ni açmışsın. Şeytandan Allah’a sığınırım. Diyor ki Cenab-ı Allah, “Hayır, sen bu muhteşem yaratılışa” Allah’ın muhteşem yaratışına “ve onların inkarına”, insanların inkar etmesine “şaşırdın kaldın” diyor. Yani hayret ediyorsun onların imansızlığına ve Allah’ın yarattığı bu ihtişama da hayret ediyorsun, diyor. “Onlar ise alay edip duruyorlar” diyor. “Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almıyorlar”, diyor Allah. “Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar” yani istediğin mucizeyi göster, istediğin şeyi anlat, alay küfrün klasik özelliklerindendir, gece gündüz alay eder. “İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp duruyorlar.” Birden bütün insanlık böyle yerden kalkıp dikilecekler, böyle çıplak çırılçıplak olarak kalkacaklar. Bir mana veremeyecekler yani ne olduğuna baygınlık mı geçirdiler, araziyi de tam çıkaramayacaklar. Etrafındaki insanları, bu kalabalığı tam kavrayamayacaklar. Ama sonra tek bir noktaya doğru koşmaya başlıyorlar. Dikili bir şeye doğru koşacaklar diyor, Allah. Çağırıcıya uyarlar diyor, çağırıcı. Bak, o zaman diyorlar ki, “Derler ki: "Eyvahlar bize; bu, din günüdür." Kast edilen bu, diyorlar; biz öldük dirildik demek ki, diyorlar. Ama şüpheliler yani, yine de anlayamıyorlar. Yani dirilip dirilmediğini anlayamıyor. "Bu, sizin yalanladığınız (mü'mini kafirden, haklıyı haksızdan) ayırma günüdür. Zulmedenleri, eşlerini ve taptıklarını bir araya getirip toplayın" diyor Allah. Eşi niye; çünkü bir kızcağız mesela; adam diyor ki haşa ben dinsizim, imansızım, içerim, rezalet çıkartırım, ağzım da bozuktur diyor. Ama diyor, şöyle güzel özelliklerim var diyor; tipim düzgün diyor, zibil gibi param var diyor, evim var, arabam var, yazlıklarım var, kışlık hepsi var diyor. Hiç sorun değil diyor kız, yani hiç dert değil diyor, ana hususlara sahipsin. Zaten ahlaksız olman, ters olman, zalim olman, dinsiz imansız olman hiç onlar sorun değil, diyor. Sen asıl yapman gereken kısmı yapmışsın zaten, diyor. Ne oldu şimdi, diyor; aşık olduğunu söylüyor. Deliler gibi aşık olduğunu yoksa işte bileğini keseceğini, yok kafamı uçururum diyor, hap içerim diyor, bilmem ne yaparım, muhabbete başlıyor, deliler gibi sevdiğini söylüyor. Bu işte samimiyetsizlik. Sevgi Allah için olur. Onun için, Allah ceza olarak onu da onunla beraber cehenneme koyuyor, yani bu tarz seçimler için. Çünkü sevginin kökeni; mesela ben seviyorum. Niçin; Allah’ın tecellisi olduğu için. Niye; elinde yüzünde nur var, temizlik var, efendilik var, saygı duyulacak bir insan, değer verilecek bir insan, o yüzden seviyorum. O yüzden de hoşuma gidiyor. Kimi seviyorum; Allah’ı seviyorum. Allah bana ne gösteriyor; görüntüyü beynimde tecelli ettiriyor. Dışarıda görüntü simsiyah, karanlık ve saydam. Atomların yapısından dolayı, tabii. Çekirdeğin yapısı, nötron, protonların yapısından dolayı saydam. Bütün bilim adamlarının ittifakla kabul ettikleri bir şey bu. Renk de yok. Şimdi pırıl pırıl renkli, cıvıl cıvıl bir varlık olarak görünüyor. Bu rengi kim veriyor; Allah veriyor. Bu görüntüyü kim veriyor; Allah veriyor. Muhabbeti, kalbime sevgiyi kim veriyor; Allah veriyor. Güzel olabilir, etkilenmem. Yani bakarım, duvara bakar gibi bakarım. Muhabbet ve sevginin oluşması ayrı bir mucizedir o. Ete, kemiğe niye olsun ki, niçin etkilensin insan. O zaman kasapta eti gördük mü hipnotize olmamız lazım yani. Kuşbaşı falan, pirzola falan. Dolayısıyla bütün övgüler Allah’adır. Tabii, biz birini övdük mü, doğrudan Allah övülür. Çünkü yaratan O, sevdiren O, görüntüyü meydana getiren O, maddeyi meydana getiren O, beynimizi de yaratan O. Onun konuşmasını yaratan O. Benim konuşmamı yaratan O. Geri ne kaldı? Geriye bir gölge kalıyor yani. Gölge varlıklar, değil mi, Allah’ın tecellisi. Allah’tan başka hiçbir şey mutlak varlık değildir. Sadece Allah vardır ve Allah’ın tecellileri inşaAllah. Onun için bazen mesela iltifat ettiğim kişiler estağfurullah diyor, işte... Benim oradaki övgüm Allah’a. Allah’a hayranım yani onu bilecek inşaAllah, kendi üstüne alınmayacak onu inşaAllah. Dolayısıyla mesela biz çocukları da gösteriyoruz, çocukların güzelliklerini gösteriyoruz. Hepsi Allah’ın tecellileri. Cennette de Allah tecelli edecek. Adeta hipnotize olacağız aşktan, muhabbetten. Yani beynimiz böyle parçalanacak gibi olacak böyle zevkten, Allah’ın tecellisini gördüğümüzde. Bu nedir; Allah aşkındandır. Allah’ı sevmemizden kaynaklanıyor. Küfrün öyle bir şeyi yok. Ahirette diyorlar; "Rabbinize söyleyin" diyorlar, "size verdiklerinden bize de versin" diyorlar. “Rabbinize”, adamlar yine sapıtık vaziyette yani, denge gitmiş, kafa hasta adamların.
Şeytandan Allah’a sığınırım. Arkadaşlar, “niye şeytandan Allah’a sığınıyor” diye sormuşlar. Kuran’da ayet var; Kuran okunurken şeytandan Allah’a sığının diyor, Allah ayette. Şimdi birçok insan şeytandan Allah’a sığınmayı unutacağı için ben hatırlatıyorum ki şeytandan Allah’a sığınsınlar diye. Sure başlarında Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla denir ve o şekilde başlanır, sure başlarında. Ama ayet okunurken normal akışında devam edersin. “Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir” Allah diyor ki, Ben bir kere yarattım dünyayı. Vantilatörler var, uçaklar var, gemiler var. İnsanlar, elbiseler, yiyecekler değil mi, kromozomlar, hücre, balıklar, her şeyi yarattım. Kitapları da yarattım diyor Cenab-ı Allah. Bu gücümü gördünüz, diyor. Bir kere daha yapabilir miyim, diyor Allah. Kardeşim yani, en avanak adam bile olmuş olsa, bilir ki olacak tabii ki. Yani şimdi matbaada bu kitabı bastın mı bir kitabı, ikinci kitabı matbaa basamaz diyebilir miyim ben? Haşa, benzetmek gibi olmasın. Belli ki devam edecek demektir. Ben bunu nasıl yaptıysam diyor, bu şekilde kapsamlı, atomların yapısına kadar, böceklere, mikroplara, virüslere, hücrenizin yapısına, beyninizin yapısına, koku alma duygunuza, kollar, mafsallar, iç organlarınıza kadar nasıl detaylı yaptıysam, yine yapmaya gücüm var, diyor Allah. Bak, ama düşünmemiz için diyor ki; “gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir. Elbette (öyledir);” diyor Allah. “O, yaratandır, bilendir. “Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen olur” diyor Allah. Hani evrim vardı?
OKTAR BABUNA: Yok Hocam inşaAllah, hiçbir şekilde.
ADNAN OKTAR: Bir anda meydana gelir, tabii. Şeytandan Allah’a sığınırım. Tevbe Suresi açmışsın, 65. “Onlara sorarsan, andolsun: "Biz dalmış, oyalanıyorduk" derler. De ki: "Allah ile, O'nun ayetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?" diyor Allah. Bazı televizyon kanallarında böyle değil mi, sinir gazı almış hastalar gibi yerlere yatıp gülenler oluyor dini, imani konular anlatılırken, değil mi, böyle yani kriz tarzında. Allah’tan bahsederken. Ahiret ile kendince güya alay ediyor. Bazı safatorikler de onlara uyuyorlar, onlar da onların şaklabanı, soytarısı konumunda, yani böyle sirk soytarısı gibi. Ama kafası da basmıyor, yani orada aşağılandığının, soytarı konumunda olduğunun farkında değil. Yani sarhoş mezesi olduğundan haberi yok adamın, sarhoş mezesi olarak masaya koymuşlar adamı, haberi yok. Eğlendiriyor milleti. Ve onların alayına o da bir alayla karşılık, güya alaylarına o da bir alayla karşılık veriyor. Ben daha iyisini bilirim diyor. Bak Cenab-ı Allah da diyor ki; “Onlara sorarsan, andolsun:” bir de yemin ediyorlar, “"Biz dalmış, oyalanıyorduk" derler” diyor. Eğleniyoruz aramızda, bir şey yok diyor. “De ki: "Allah ile, O'nun ayetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?"” Hadis-i şeriflerle, Kuran’ın ayetleriyle mi alay ediyordunuz, diyor Allah. “Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar,” yani insanlara iyiliği engellerler. “... ellerini sımsıkı tutarlar.” Cimri oluyorlar; malını mülkünü vermez Allah yolunda. Aman evinizi de vermeyin, barkınızı vermeyin, paranızı vermeyin, derler. “Onlar Allah'ı unuttular;” diyor Allah. “O da onları unuttu.” Yani eğer Allah ile insan sevgi bağı kurmazsa, Allah da o insanı sevmez. Sevmedin mi bela yağmur gibi yağmaya başlar. “Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.” Yani her türlü haramı işleyenlerdir, diyor Cenab-ı Allah. “Sizden önceki (münafıklar ve kafirler) gibi” diyor Allah, 69. ayette. “Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular.” Mehdi (as)’ın cemaati içinde de münafıklar çıkacaktır. Küfrü arkalarına alacaklardır; münafıkları, ateist masonları, üçkağıtçıları, o devrin itini kopuğunu. Ne kadar ahlaksızı varsa, dünya çapında ama. Çünkü münafık bir anda dünyanın büyük bir gücü haline gelir, Müslümanlardan ayrıldıktan sonra. Çünkü münafığı dünyadaki bütün kafirler desteklerler. Ne kadar kafir, üçkağıtçı, sahtekar varsa onun arkasında olur. Onun için Mehdi (as)’ın dışında bir kuvvet arayışına gideceklerdir. Küfürle ittifak ederek, Mehdi (as)’a karşı tavır alacaklardır. Bunlarla ilgili mevzu hadisler var, çok fazladır. Ahir zamanda, Mehdi (as) devrinin münafıkları en azılılarıdır. Bak “onlar” diyor “sizden kuvvet bakımından daha güçlü” eski münafıklar da güçlüydü diyor Cenab-ı Allah, daha güçlüydüler diyor “ve mal ve çocuklar bakımından daha çoktular.” Zaten münafıklar mal ve çocuk edinmek için Mehdi (as)’dan ayrılacaklardır. Mal ve çocuk dünya hırsıdır. “Onlar kendi paylarıyla yararlanmaya baktılar”, işte eğleniyor, oraya buraya gidiyor, gezmeye gidiyor, yiyor içiyor, fuhuş yapıyor, ne ise artık. “... siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız” yani birkaç on yıllık ömrünüzü dünyadan bir şeyleri almak için ayırdınız diyor Allah. “ve siz de (dünyaya ve zevke) dalanlar gibi daldınız. İşte onların dünyada, ahirette bütün yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır” Boş yere namaz kılıyorsunuz diyor Cenab-ı Allah, boş yere oruç tutuyorsunuz, ne yaparsanız yapın boşa çıkmıştır, diyor Allah. “İşte onlar kayba uğrayanlardır. Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı” diyor Allah. Ben onlara zulmetmedim diyor, onlar kendilerine zulmettiler diyor. “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler,” dostudur Mümin kadınlar mümin erkeklerin, değil mi, dünyada da ahirette de velisi, kardeşi ve dostudur. “İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar,” 5 vakit namazı tadil-i erkanla kılıyorlar, sünnetleriyle, güzelce. “... zekatı verirler, Allah'a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
SUNUCU: Bu arada ben size münafık, tam olarak kelime anlamını sorsam.
ADNAN OKTAR: Çok iyi yaparsın böyle şeyleri bana sorarsan, daha da renkli daha da güzel bir ortam olur, daha iyi olur. Münafık, Müslüman olmadığı halde Müslümanların yanına gelip, Müslümanlardan istifade etmek için onların parasından, imkanlarından istifade etmek için onların yanında bir süre kalıp, onların, Müslümanların sırlarını öğrenen, yerlerini, mekanlarını öğrenen, hayatlarını öğrenen ve sonra gidip küfre “bu adamlar şuradalar, şu sayıdalar, şöyle imkanları var, gidin bunları yok edin” tarzında faaliyet yapan, alçak ve kahpelere münafık denir. Bu Resulullah (sav) zamanında da vardı, Resulullah (sav)’in zamanında mesela bir köpek, Resulullah (sav) konuşuyor, bir başka sahabe çıkarken onun arkasına gizleniyor. Bakın, ahmağa bak. Ayet var, o gizlenerek çıkanlardan bahsediyor. Yani sezdirmiyor güya ahmak. Ve de münafığın, ahmak, IQ’su çok düşük olur. IQ’su oluyor da, ahmak oluyor. Fark edilmiyor zannediyor. Mesela Dırar mescidini kuruyorlar, ayrı bir mescid. Ya diyorlar, siz ne gerek, Peygamber (sav)’in orada mescidinde falan. Kuran değil mi diyorlar doğru yol, bizim mescidimizde de Kuran var, gelin işte orada namaz kılalım, diyorlar. Yani ne gerek var, Hz. Muhammed (sav)’in yanında mı durmanız gerekiyor illa. O da gelsin ayrıca, gelecekse, diyorlar. Peki, siz niye gelmiyorsunuz Resulullah (sav)’in yanına? Yani ne mahsuru var. Münafık tarif edilmeyen bir kahpe ruhtur, yani bir alçak bir ruhtur. Bu, şeytanda da var. Açıklanamıyor yani mantık bulamazsın. Mehdi (as) devrinde üç kere münafıkların böyle huruçları olacağı belirtiliyor. Mehdi (as) cemaati o yüzden hep 313 kişi kalacaktır. Gelir, gider, gelir, gider, gelir, gider. Yani bir nehir aktığını düşün, nehir bir yandan böyle güzel meyveler getirir, bir yandan da çürük meyveleri alır götürür. Yani böyle hatta demircinin diyor, demir erittiğinde bir pas oluyor üstünde, onun atılışı gibi bahsediliyor. Veyahut mesela gümüşün, üstündeki o pislik gider, arı ve saf gümüş kalır. Münafık da müminin uyanık olmasını sağlayan benzin gibi bir şey, yani şevkini artırır. Münafık olmasa Müslümanlar daha atalete düşebilirler. Münafık, Müslüman’ın canlı olmasına vesile olan kahpe bir yapılanmadır. Şeytan ile iş birliği yapan, insi şeytanlardan oluşan bir kahpe yapılanmadır. Resulullah (sav)’in zamanında akılalmaz adilikler yapmışlardır. Bir tane, iki tane, on tane, yirmi tane değil.
Mesela Müslümanlar’ı sıkıştırıyorlar iki taraftan, “sizin” diyor ayette, “felaket haberlerinizi beklerler” diyor. Dışarıdan iş birliği yapıyorlar, dışarıdaki alçaklarla. Onların Müslümanlara saldırmasını, Müslümanları tutuklamalarını, hapsetmelerini yahut öldürmelerini yani şehit etmelerini, bunları bekliyorlar. Sizin haberlerinizi dışarıdan izlerler diyor. Mehdi (as)’ı da öyle, dışarıdan izleyeceklerdir aynı şekilde. Ayet, Kuran ayeti bu. Sizi diyor “felaketlerin sarmasını beklerler” diyor. “Kötü felaket onları sarsın” diyor Allah. Şimdi Allah bunu deyince ne olur? Bu mutlaka oluyor. Allah içlerini yakıyor bu sefer. Münafıkları Allah içinden çürütüyor, böyle çökertir yani manen çökertir. Sağlıksız, sıhhatsiz, hastalıklarla, iç rahatsızlıklarla, kuruntularla, görünmeyen bir alevle içten yakar. Yani hepsinde muazzam bir stres ve gerilim olur ve acı olur. Bu, dünyadaki ızdırapları. Ahirette de cehennemin en alçak tabakasına konuyor münafıklar. Münafikun ve münafikat, kadınlara münafikat deniyor. Münafikun, münafık erkeklerin topluluğu, münafikun ve münafikat. Müminun ve Müminat, hanımlar inşaAllah. “Takva sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir.” “Onun altından ırmaklar akar” bütün cennet evleri yüksektedir, altından mutlaka su akar cennet evlerinde. Ama bizim bildiğimiz o klasik dünya çamuru, dünya taşı toprağı değil. İnsan, ruhunda suya bir eğilimle yaratılmıştır içgüdü olarak. İllaki evi ya bir göl kenarında ister, en azından evin önünde bir havuz ister, su. Su sesine bayılır insan, illaki suyu görecek. Hatta daha da olmuyor, denizin içine dalıyorlar yani. Cennette de su çok fazladır. Küçük ırmaklar, küçük arklar tarzında vardır. Orada biz cennet balıklarını, cennet ördeklerini de göreceğiz. Böyle onlarda da oraları kirletme diye bir şey yok. Pırıl pırıldır, cennette hiçbir zaman kir olmaz. Kir bu dünya için özel yaratılmıştır, dünyaya bağlanmasınlar diye. Dünyadan soğusunlar, ahireti istesinler diye Allah baştan sona insanı acz içinde yaratır. Mesela bir insan saçını yıkamadığında ne hale geldiğini biliyorsunuz, gözünü yıkamadığında gözünün ne hale geldiğini biliyorsunuz. Kulağı aynı şekilde, ağzı aynı şekilde, burnu aynı şekilde, vücudunun diğer azaları da öyle. Hep özellikle insanları dünyadan soğutacak acz salgılarıyla yaratılmıştır ki dünyaya hırsla bağlanmasınlar diye. Mesela uyku ve yorgunluk da özel olarak verilir, dünyaya hırs yapmasınlar diye, yani bitaplık, yorgunluk. Hastalıklar da özel verilir. Bütün hastalık çeşitleri teker teker verilir. Mesela grip, nezle, kanser, ülser, baş ağrısı, migren… Mesela bak televizyon programları oluyor, sağlık programları, bitmiyor sağlık programları. Şimdi diyor migrenle ilgili konuşacağız diyor, kaç çeşit migren var. Efendim, bilmem 21 çeşit migren vardır diyor, sayıyor sayıyor bitmiyor. Göz ağrıları, göz hastalıkları ucu sonu yoktur. Kulak hastalıkları, ucu sonu yoktur. Özel yaratılır ki dünyada, insanlar bıraksınlar dünyayı. Mesela eklem hastalıkları, mesela boyun fıtığı oluyor. İnsanların çok büyük bir bölümü, % 80’inde boyun fıtığı var. Omurga fıtıkları oluyor, çok yaygındır. Bayanlar falan belleri ağrır falan işte kolu ağrır, omzunda mesela eklem romatizmaları. Binlerce hastalık çeşidi yaratmıştır Allah, ki bu dünyaya hırs yapmayalım diye. Ama insanlar daha da delice bağlanıyorlar, daha da. Mesela hastanede kanser adam, daha hala orada fabrikanın hisselerinin ne olacağını... Artık yani diyorlar, 15 günü kalmış bunun diyorlar. Orada bile, oraya gelip kavga ediyorlar, değil mi? Hatta ölüyor adam, ölüsünde bile nereye gömüleceği ile ilgili kavga ediyorlar. Yani mermer kaplama yaptıralım diyorlar, lahitini diyorlar. Şöyle denize baksın, diyor. Öbürü diyor ki, denize ne gerek diyor, göl manzaralı olsun diyor. Memnun oluyorlar yani. İnşaAllah. Yani aile mezarlıkları mesela, çok süslü püslü falan, adam övünüyor. Bak diyor, gösteriyor aile mezarlığını. Kardeşim, sen toprağın altında kalıyorsun, zaten sen direkt ahirete intikal edeceksin. Sen yani mezarın altında gidip oradan çıkıp ara ara Boğaz’ın denizlerini seyredecek halin yok ki. Yani ne yapacaksın manzaralı şeyi sen? Ölü nereden bilsin senin üstteki mermer lahitini, şununu-bununu falanı, değil mi?
Oktar’ım senin var mı anlatacağın bir şey?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah, El Shad Miri gelmişti Hocam sizinle röportaj yapan Azerbaycanlı kardeşimiz. Orada biliyorsunuz, en büyük televizyonda çıktı, ANS Televizyonunda Azerbaycan’da. Evrimcileri yerle bir etti. Dün bu programı tekrarlamışlar Hocam. O iki tane profesör vardı, evrimci profesör, onlardan bir tanesi sizin Atlasınızı okumuş, ondan sonra kitabınızı okumuş, Kuran Mucizeleri. 180 derece değişmiş diye bugün mail attı. Program öncesi, dün yani, program öncesi El Shad’a demiş ki, namaz kılmak istediğini ama üniversitede nasıl kılabileceğini sormuş Hocam evrimci.
ADNAN OKTAR: Hay maşaAllah. Kardeşim milyonlarca insanın hidayetine vesile olduk, elhamdülillah. Bir tane, iki tane, üç tane değil. Amerika’da hapishanelerde namaz kılanlar, yani yüzlerce, binlerce mail geliyor. Mühendislerden, Hıristiyanlardan, Musevilerden Müslüman olanlar var, Hıristiyanlardan var. Tabii isimlerinin gizli kalmasını isteyip gönderenler var.
OKTAR BABUNA: Amerikan Devleti hapishanelerde sizin kitaplarınızı okutuyor. Onlar topluma faydalı insan olarak çıkıyorlar.
ADNAN OKTAR: Geçenlerde Amerikalı bir gazeteci hanım geldi, çok sevimli. O da Müslüman olmuş. Annesi de Hıristiyan, annesi bayağı darlanmış ama. Annesi ile çatışma halindeydi. Tabii itaat olmaz. Yani nasıl dinini bırakırsın, diyemez. Hür insanlar, istediği dine geçerler, öyle şey olmaz.
SUNUCU: Soru sorayım. Bunlardan birini okuyalım o zaman. Tuğçe Ertürk, Fethiye’den soruyor. Merhaba Hocam, genellikle artık evliliklerin çok uzun sürmediği, hatta çok kısa bir dönem sonra sona erdiği bilinen bir gerçek. İnsanların sadakatsiz olmasını, sevgilerinin bu kadar kısa sürmesini ve karşılıklı anlaşmazlıkların artmasına siz neye bağlıyorsunuz?”
ADNAN OKTAR: Şimdi kadın, evlendiğinde böyle makyajlı şunlu-bunlu falan, geliyor karşısına. Bir de bakıyor ki kadın saçını yıkamadığında acz içinde, kulağı acz içinde, burnu acz içinde, ağzı acz içinde, onu düşünememiş. Yani onu mesela makyajsız halinde, acz halinde, mesela uykudan kalktığındaki perişanlığını düşünememiş. Sırf o bile onu bırakması için yeterli oluyor. Veyahut şehveti bir anlık mesela şehvetinde bir sakinleşme olunca, bir daha bakıyor başka bir gözle, ona çok itici geliyor ondan sonra. “Ya, ne yaptım ben” diyor adam yani, “böyle bir şeyi niye yaptım ki acaba” diyor. “Ne gerek vardı ki evlenmeye” diyor. Yani böyle ilkel mantık ile evlenen, ilkel mantık ile boşanır. Çünkü sen, Allah’ın tecellisi ile beraber olduğuna inanırsan, ahirette de sonsuza kadar beraber olacağını düşünürsen, Allah’ın nurunu taşıyan bir varlıkla beraber olduğunu düşünürsen, o ne yaparsa yapsın, eli yüzü yansa da, hastalansa da hiçbir şekilde ne tiksinirsin, ne usanırsın, ne bıkarsın, ne de vefasızlık yaparsın. Hatta daha da sevgin artar. Onun için Allah rızası için sevmek çok önemli. Tabii, aşkla, Allah aşkıyla, tutkuyla sevmek çok önemli ve evlenirken de Allah’ın rızasının ölçüsünü bulmak çok önemli. Güzel ahlakına, inancına, Allah’tan korkusuna. Çünkü Allah’ı fark edemeyen bir adam, seni nasıl fark etsin? Diyor ki, Allah’ı ben fark edemiyorum diyor, ama seni fark ettim diyor. E senin öyle bir kafan varsa, onu nasıl fark edeceksin oradaki adamı. Senin diyor iyiliklerini fark ettim, diyor. Allah’ın iyiliğini nasıl göremiyorsun sen o zaman. O Allah’ın iyiliğini göremeyen, oradaki iyiliği de göremez. Allah’ın güzelliğini göremiyorsa, oradaki güzelliği de göremez. Yalandır o, öyle bir şey olamaz. Evet, Oktar Hocam, sen bir şey anlat.
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam, güzel canlılar göstereyim mi, böcekler var, Altın Oran çiçekler var. İnşaAllah. Bitkiler, muhteşem bir Altın Oran ile yaratılmış.
ADNAN OKTAR: Evet, burada Altın Oran görülüyor. Altın Oranın ne olduğunu ama, bir dahaki sefere anlatırız. Mesela bunda da var Altın Oran. Devam et. Burada da Altın Oran var. Bu yapılanmada da var yani şu yaprak yapılanmasında var Altın Oran. Mesela bu da Altın Oranlı. Simetri ve Altın Oran, sürekli olarak. MaşaAllah su damlacıkları çok güzel. Severim ben onun güzelliğini, maşaAllah. İşte, bunların nasıl tesadüfen olduğunu evrimciler bir anlatacaklar ahirette. Allah soracak, bu gül kokusunu, karanfili, zambak kokusunu, menekşe kokusunu ve onların güzel görünümünü. Onların kromozomlarının nasıl tesadüfen olduğunu, bitkilerin nasıl tesadüfen olduğunu. Madem öyle bir iddiaları var, Allah onlara anlattıracak. İnşaAllah. MaşaAllah bak, renk cümbüşü gibi maşaAllah. Ama beynimizde böyle yaratıyor Allah işte, o çok önemli.
OKTAR BABUNA: Hem de fotosentez de yapabiliyorlar. Çok karmaşık, kimyasal bir işlem. Taklit dahi edilemiyor bugün teknolojik olarak. Bu kadar maşaAllah.
SUNUCU: İnci Eroğlu, İzmir’den. “Değerli Hocam. Sizin güzel ahlaka yönlendirmelerinizle kendimi çok değiştirdim. Fakat bazen boş bulunduğumda karşımdaki kişilere istediğim şekilde güzel sözle cevap veremediğimi fark edip, rahatsız oluyorum. Sevdiğim, değer verdiğim Müslümanlarla Allah’ın emrettiği gibi en güzel sözlerle konuşmak için kendimi nasıl değiştirebilirim?”
ADNAN OKTAR: Bu insan hayatında en hayati konulardan bir tanesidir. Mesela ben seninle konuşurken hep düşünerek hareket ediyorum. Yani sözün seni olumlu etkilemesi, seni rencide edecek herhangi bir söz olmaması, hatta mimiklerimde bile buna çok dikkat ediyorum. Bir insan vicdanını, uyanık olduğu süre içerisinde sürekli kullanmak durumundadır. Mesela sabah namaza kaldırıyorlar farz edelim, böyle üşenerek kalkıyor gibi, mesela bu namaza, Allah’a, Kitab’a karşı bir hareket olmuş olur. Yani ona karşı naz yapmış olmazsın sen. Anlamı çok anormal olur, anlatabildim mi? Veyahut mesela iltifat ederken, o sözün ikinci bir anlama gelmesi ihtimali varsa, onu da mesela düşünmek lazım. Çok seri akıldan bunların geçirilmesi gerekiyor. Mesela bazen bir söz karşıdaki insanı tedirgin edebilir. Çünkü Allah, insan zayıf yaratıldı diyor. İnsan alıngandır. Yani rahatça bir sözün arkasında kötü bir söz düşüncesi olabilir. Yani kötü bir ima arayabilir. Onun için sözü seçerek söylemek lazım ve yalın ve samimi ve tam anlamıyla söylemek gerekiyor. Bunu söylerken de mimikler de çok önemlidir. Yani mesela, hadi yemeğe gelin denir. Kavga eder gibi de bunu söyleyebilir bir insan, çok gönül alıcı da söyleyebilir, vasat da söyleyebilir. Vicdanlı olan, gönül alıcı söylenmesidir. Yani gönül alıcı bir ton ve gönül alıcı bir yüz ifadesi. Yani ses tonu ve yüzle desteklenmesi gerekiyor konuşmanın. Nasılsın diyor ama, adam yani mafya gangsteri gibi. Böyle bir “nasılsın” diyor, adamın içi titriyor yani öyle. Adam çekiniyor, yani eli, ayağı bacağı. Ama başka insan der, bir bakışı, ses tonuyla onun çok hoşuna gider. Onun için adam diyor ki, ben ne yaptım diyor, gayet normal tavrım diyor. Normal değil, öyle normal tavır olmaz.
OKTAR BABUNA: Bugün Hocam, Rusya’da Hz. İsa (as)’ın doğum günü kutlanıyormuş. Bütün Ortodoks Hıristiyanlar, 30 bin kilisede, Devlet Başkanları Putin ve Medvedev düzeyinde ilk defa katılım oluyormuş. Kiliselerdeki kutlamalara eşleri ile birlikte katılmışlar, inşaAllah. Kitap fuarlarında da yaklaşık 10 yıldır HarunYahya standlarına çok büyük ilgi varmış. Bunların % 90’ı da Hıristiyan Ruslarmış kitap fuarlarına gelenlerin, maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Ben Hıristiyanları deccalin ağzından aldım, dişlerinden çekerek çıkarttım. Tabii, onlar onu parçalayacaktı Hıristiyanları. Musevileri de parçalayacaklardı. Darwinist, materyalist düşünce onları ezim ezim eziyordu. Hem alay ediyorlar, hem eziyorlardı. Sonra biz ortaya çıkınca, adamlar böyle Kayseri pestili gibi dümdüz ezildiler ve konu bitti.
OKTAR BABUNA: Ayrıca Kazakistan Cumhurbaşkanı da sizin İslam Terörü Lanetler kitabınızı normal konuşmalarında kullanıyormuş. Orada gelen sorulara da satır satır sizin kitabınızdan cevaplar vererek hitap ediyormuş, maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Kazakistan bizim canımız, inşaAllah. Ama Kazakistan’daki o olayların dizginlenmesi ve oradaki polisiye yapının, hukuki yapının düzelmesi gerekiyor Kazakistan’da. Ben buradan Kazak devlet yetkililerine sesleniyorum. Kazakistan’ın çok vahim bir eksikliği var. Orada Kazak mafyası, Türk iş adamlarına karşı çok acımasız davranıyor. Birçok şirket, birçok ünlü şirketin elemanlarını orada, değil mi, darp ettiler ve çok zor durumda bıraktılar, çok acı çektirdiler. Mallarına el kondu, efendim barakaları yakıldı, insanlar dövüldü, paraları ödenmedi. Bundan idarenin haberi olmuyor. Kazakistan’da hukukun tam hakim olması önemli. Yargının iyi işlemesi önemli. Demokrasinin tam oturması önemli. Çünkü büyük bir devlet Kazakistan, yazık olur yani, çok çok yazık olur. Yani o başıbozuk bazı kişilerin kontrol altına alınması gerekiyor. Ben şimdi buradan isim isim söylemeyeyim de, oradaki hükümet bunu biliyor, değil mi, yetkililer de biliyorlardır. Kazakistan, Türk iş adamları için, buradan giden kardeşlerimiz için güvenli olsun. Gidenler adeta böyle ölüme gidiyor gibi gidiyor bir kısım insanlar. Kaç defa Türk kardeşlerimizin iş yerlerine saldırı oldu Kazakistan’da. Hep ayrı ayrı büyük şirketler bunlar ve hepsi örtbas edildi. Bu olmaz. Ve çok fazla kişinin malına el koyuldu. Tehditle onlardan para alındı, gasp yapıldı, mafyavari yöntemler kullanıldı. Ve bunlardan, oradaki Türk iş adamlarının çoğu mutazarrır, çok rahatsızlar. Yoksa Kazakistan Ortadoğu’nun Paris’i olurdu yani şu ana kadar, değil mi, muazzam gelişirdi. Ama bu gelişmenin durmasının nedeni, Türk iş adamlarına uygulanan anti-demokratik tavırlardır. Bunun düzelmesi gerekiyor. Bana selam söyleyen kardeşlerime, ben onların hepsine toptan aleykum selam diyorum. Çünkü on binlerce selam var, o selamlar hep üzerimizde kalıyor, hepsine aleykum selam.
SUNUCU: Naciye Gürel, İzmir’den yine. Hocam, hayırlı günler. Siz röportajlarınızda cennetteki eşyaların, hayvanların ve bitkilerin şuurlu olduğunu anlatmıştınız. Şunu merak ediyorum; acaba cehennemde de Allah’ın, inkarcıları azaplandırmak için yarattığı her şey şuurlu olacak mı? Ellerinizden öpüyorum.”
ADNAN OKTAR: Şimdi onlar, Darwinizm’e inanıyorlar, materyalizme inanıyorlar, tam onların hayal ettiği gibi olacak. Böyle mutasyona uğramış insanlar bulacaklar. Ve doğa da mutasyona uğramış olacak. Böyle yerden kaynayan sular kükürtlü böyle iğrenç. Ağaçlar öyle yine, bitkiler de öyle, çok patolojik ve anormal bitkiler olacak. Ve her şey aleyhlerinedir orada. Yani kumlar, çakıllar, topraklar her şey aleyhlerinedir. Tam hayal ettikleri gibi ortam. Alevler, duman. Diyorlar, atmosfer işte tesadüfen oluştu, tesadüfen oluştuğunu düşündükleri tarzda olacaktır.
SUNUCU: Devam ediyorum. Gökçe Gülkaya. “Selamlar, öncelikle iyi yayınlar diliyorum.”
ADNAN OKTAR: Aleykum selam.
SUNUCU: “Adnan Bey, dinine çok bağlı ve hak yolunda bir insan olarak görünüyor. Türkiye’deki Aleviler ve Alevilik hakkındaki düşüncelerini öğrenmek isteriz. Ben Alevi bir Türk genciyim. Halkın genel algısı, Aleviliğe bakış açısı konusundaki yorumlarını ve Adnan Bey’in kendi düşüncelerini paylaşmak konusunda desteğinizi rica ediyoruz.”
ADNAN OKTAR: Alevi deyince çocukluğumuzda, yani işin doğrusu iyi bilmezdik. Sonra ben Hacı Bektaş kasabasına gittim, orada kaldım. Alevi aileler ile tanıştım. Benim de eniştelerimin iki tanesi Alevi’dir. Onlarla görüştük. Aleviliği inceledim, Alevi ileri gelenleri ile görüştüm. Bizim evimize geldiler. Türkiye’nin çimentosu. Baktık, aslan yatağı. Hepsi delikanlı, yani baş eğmez, yiğit insanlardan oluştuklarını gördüm ve sevgi insanları, şefkat, merhamet insanları. Hayvanlara ayrı sevgileri, bitkilere, insana, gökteki kuşlara. Hep barış insanıdır Aleviler. Ve genel kültüre çok önem verirler. Yani düşüncenin gelişmesine, sanata, bilime çok önem verirler. Dolayısıyla Hz. Ali (ra)’ı da çok sevdikleri için, Hz. Ali (ra) da benim dedem olduğu için, ben de onları canım gibi çok seviyorum. Allah mübarek etsin. Gönülleri çok rahat olsun. Aleviler, Hz. Mehdi (as)’ın da aslanlarıdır. İnşaAllah Hz. Mehdi (as)’ın manevi yardımcılarıdır, ahir zamanda. Zaten Allah onları bir yönüyle de onun için onları hazırladı. Bütün Şia, Caferiler Mehdi (as) aşığıdır. İran Anayasası’nın birinci maddesinde der ki, bak, resmi Anayasa, Madde 1: “Bu Anayasa Hz. Mehdi (as) zuhur edinceye kadar geçerlidir.” Madde 2 ondan sonra devam eder. Bakın, birinci maddesi, “Hz. Mehdi (as) zuhur edinceye kadar geçerlidir.” Ondan sonra bütün sorumluluk Mehdi (as)’da. Ondan sonra Anayasa geçerli değil. İran Anayasası düşmüş oluyor Mehdi (as) zuhur ettiğinde. Yani Anayasa iptal oluyor. Onun için diyorlar ki; İran’da işte eksiklikler var, yanlışlıklar var. Adamlar zaten kabul ediyorlar. Biz mükemmeliz demiyoruz ki, diyorlar. Mehdi gelinceye kadar bu böyle diyorlar. Mehdi (as) zuhur ettiğinde tamam. Allah onları Mehdi aşığı yaratmış; Aleviler, Bektaşiler hep öyledir. Bektaşilik Osmanlı ordusunun resmi yapılanmasıydı Bektaşilik. Yeniçeriler hep Bektaşi’ydi. Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya o taraflar bizim aslanlarımız. Serhat boylarında hep oralara Bektaşi tekkeleri açmışlardır. Osmanlı’nın gücünü oralara yaymışlardır, halen de yaygındır oralarda. Hacıbektaş da halis muhlis böyle yiğit, aslan gibi bir Müslüman evladıydı. Ondan sonra, çok güzel ahlaklı derin bir insandı, çok mübarek bir insandı. Hakikaten kerametleri olan bir insandı. Gönül istiyor ki tabi, inşaAllah bütün kardeşlerimiz huzur içinde rahat içinde yaşasınlar ama, Mehdi zuhur etmedikten sonra dünyada bir rahatlık olmaz. Mehdi’nin zuhuruyladır rahatlık. İnşaAllah.
Rahman Rahim olan Allah’ın Adıyla “(Bu,) İndirdiğimiz” şeytandan Allah’a sığınırım. “ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.” Zinayla, erkeklerle ilgili bir hüküm var. Ama zina tabi, mümin zaten zina etmez. Zinaya İslam’da bir ceza hukuku vardır. Ama zina eden kadınla erkeğin aynı anda yakalanması gerekiyor. Dört tane de şahit olması gerekiyor, zaten bu pratikte mümkün olan bir şey değildir. Yani mümkün değildir. Tam anlamıyla zina halindeyken yakalanmaları gerekiyor. Yani adam zaten kapıya gelmiş olsa, hüküm kalkmış oluyor. Öyle bir iddia da olmuyor. Mesela kapıyı çalsalar içeri gelmek isteseler kapıyı açtığında velevki üzerinde herhangi bir şey ne bileyim mesela bornozla çıktığını düşünelim, bir şeyle çıktığını. Bitti, yani artık ona bir şey veremez yani ceza veremez, olmaz. Dolayısıyla burada cezadan kastı küçük düşürmek, yani onu caydırmak amaçlı biraz hani tedirgin etmek amaçlı yoksa pratikte böyle bir olayla karşılaşmak zaten mümkün değil, inşaAllah. “Korunan (iffetli) kadınlara (zina suçu) atan, sonra dört şahit getirmeyenlere de seksen değnek vurun” diyor Allah. “Onların şahitliklerini ebedi olarak kabul etmeyin” onlar fasık olanlardır. Bunu duyanlar da ödleri kopuyor tabi, mümin kadınlara iftira atmaktan ki kadınların en korktuğu şey iftiradır. Çünkü bir kadını lekelemek çok kolaydır. Allah esirgesin. Mesela it kopuğun teki çıkıyor, liselerde falan da vardır, kız çocukları mesela bir erkek arkadaşı olmuyor. Utanıyor kız, yani iffetine düşkün, mesela kimsenin ona dokunmasını istemiyor veyahut işte ne bileyim inancına göre onu yapmak istemiyor. Sen lezbiyen misin? Kıza baskı yapıyorlar. Yani bu ahlaksızlık acayip yaygın, çok duyuyorum. Ne yapması gerekiyor? Yani lezbiyenlikten kurtulması için kızın bir erkek arkadaşı olması gerekiyor. Ensesi sivilceli bir zontayı hemen apar topar buluyorlar, onunla işte çıkıyor diyorlar, kurtuldu. Artık sana kimse bir şey diyemez diyorlar, sağlamsın sen. Şu akıl mı? Şu ne anormal bir laftır, ne anormal bir sözdür. Yani birisiyle çıkmıyorsa kızcağızlar da yazık o yüzden bayağı bir kısmı bu kanuna uymak durumunda kalıyorlar. Yani bir deli bir taş atar, derler. Kırk akıllı çıkaramaz, derler. Ne münasebet lezbiyen olsun. İffetli namuslu kız, olmak istemiyor kimseyle beraber bu kadar basit. Yani mecbur mu? Erkek arkadaşı olunca olmuyor mu lezbiyen yani? Lezbiyen de olur, satanist de olur, sapık da olur bilmem ne her şey olur, olabilir. O bir güvence mi? Olmaz öyle şey. Onun için kızlar kız arkadaşlarının böyle oyunlarına gelmesinler. İsteyen istediğini desin. “Yok arkadaşlarım.” Bu kadar basit. “Ben dindar kızım, böyle şeylerden de hoşlanmıyorum” der, bitti. Ama mümin muttaki hakikaten Allah’ın tecellisi olarak onu gören candan aşkla seven bir insanı görür, Allah onu ona zaten rastgetirir, karşılaştırır Cenab-ı Allah. Ruhu temizse, o beklesin Allah onun karşısına getirir onu. Gidip orada burada aramasına gerek yok. Sadece Allah’a temiz kalple bağlanması önemli. Mesela Hz. Musa (as) Firavun’dan kaçıyor, "Ya Rabbi" diyor “vereceğin her hayra muhtacım” diyor, ağacın altına çekiliyor, dinleniyor. Hemen Allah orada ona peygamber kızı gönderiyor Cenab-ı Allah, peygamber kızı. O kadar, mesela Allah hemen ona bir nimet getiriyor. Onun için genç kızlar böyle oyunlarla böyle psikolojik baskılarla kimse tarafından yönlendirilmesin. Buna çok dikkat etsinler. Onların iffeti çok değerli. Ciğeri beş para etmeyecek itin kopuğun kahrını çekiyorlar, onların pis eylemlerine razı olmak durumunda kalıyorlar. Neymiş; lezbiyen denmeyecekmiş. Lafa bak sen. Öbürü ne oluyor peki, öbür olay ne olmuş oluyor? Olur mu öyle şey? Herkesin inancına saygı duymak lazım. Mesela o şekilde bekaretini korumak isteyen bir kıza da büyük insan gözüyle bakarım ben. Değerli insan gözüyle bakarım. Öbür insan da mesela arkadaşı vardır da geziyordur -tabii benim aslında hoşlanacağım bir şey değil- ama ben onu da mümin kardeşim olarak görürüm, saygı duyarım, yani ona da değer veririm ben. Yani benim için değersiz bir varlık değildir. O da benim için değerli. Allah vermesin yani, zina bile etmiş olsa, yine o da benim için bir insandır, o da benim kardeşimdir. Günaha girer tövbe eder, yani o onu insan olmaktan çıkarmaz, benim ona saygı duymamı engellemez. Ben çünkü haşa Allah değilim ki onun cezasını vereyim. Allah ahirette karşılığını verecek. Tövbe eder cennete gider. O yüzden ona oturup yani ona ben tavır almam. Şefkat duyarım, sevgi duyarım, saygı duyarım, nezaketiyle uygun bir üslupla anlatırım. O kadar. Yani böyle toplumun kurallarının insanları sürüklememesi gerekir. Ben mesela toplumun kurallarını hiçbir zaman için lise yıllarından itibaren kabul etmezdim. Asla yani ben oturup ne kavgaya gürültüye girdim. Mesela arkadaşlarımın çoğu kavgaya gürültüye girer, hatta bana sorarlardı sen niye böyle bir şey yapmıyorsun? Asla kabul etmezdim. Yani nasıl bir insana vurulur yani. Yani nasıl bir şey yapılır? Allah vermesin, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Hatta o dönem size düşman olanların hepsi sizi saygıyla anıyor, ben rastlıyorum bazen Hocam sizi Mimar Sinan Akademisinden okuldan tanıyanlar çok hayranlar, çok sevgi dolular, hep selam gönderiyorlar size.
ADNAN OKTAR: Ama diyor bak, Cenab-ı Allah’ın rahmetine şefkatine bakın. “Ancak” diyor “bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç.” Yani böyle bir hata yapsa bile mümin tövbe ederse tamam. Yani mümin kadına iftira atılmaz, çok büyük suçtur. Çok büyük bir ahlaksızlıktır. Kahpeliktir. Bundan kaçınacak mümin. Mesela bir kız oluyor, çocuğa arkadaşlık teklif ediyor, kız kabul etmiyor; işte kızla çıktığını, ilişkiye girdiğini bilmem ne, ahlaksız. Yayılıyor. Ona da inananlar çıkıyor. Böyle şeylerde bilakis o insanın iffetine ve temizliğine daha çok kanaat getirmek lazım. Daha saygı duymak lazım. Böyle bir oyun oynadığına göre tam tersidir, diyeceksin. Yani o onun iffetinin alametidir. İffetsizlik dedikodusu varsa, iffetinin alametidir. İnşaAllah. Çünkü simasından zaten belli olur. “Kendi eşlerine zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri bulunmayanlara ise” Mesela bak bu da anormal. Mesela bazı ahmaklar oluyor, karısından boşanmak istiyor. Kadıncağıza durduk yere diyor ki: “Falancayla bunun bir durumu var” diyor. Kardeşim terbiyesizlik yapmana ne gerek var? Niye elin çocuğunu, çocukcağızı rencide ediyorsun, eziyorsun? Boşanmak istiyorsan nezaketiyle söyle. İki taraf karşılıklı anlaşır, boşanırsın. Zulmetmeye, kepazeliğe ne gerek var? Niye ahlaksızlık yapıyorsun? Çocuğu niye lekelemeye kalkıyorsun? Senden sonra onunla evlenecek adam ne olacak o zaman? Hayır, onu da bırak yani çoluğuna çocuğuna ömrünün sonuna kadar leke bırakmış oluyorsun. Bu tip şeylerden şiddetle kaçınmak lazım. Çok büyük günah. Diyor ki Allah’a karşı insanlar: “Dediler ki Rabbimiz mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz.” Bakın burada Kuran çok mühim bir sır veriyor. “Dediler ki”, şeytandan Allah’a sığınırım. “Rabbimiz mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi.” Sokağa çıkıyoruz. Adam mutsuz. Mutsuz insanlar Allah’ı sevemiyor, insanı sevemiyor, işinde başarılı olamıyor, suç işlemeye eğilim gösteriyor, kendine acı verebiliyor. Kötülük yapabilir kendisine. Bakın diyor ki; “mutsuzluğumuz bize galip”, mutsuzluk her türlü belanın başıdır ve haramdır mutsuzluk. Yani gevşemek, üzülmek. Mesela “üzülmeyin” diyor Allah, haramdır üzülmek. Muhkem ayettir, açık. Mutsuzluğu üstün gelmeyecek. Mesela biz iman neşesi içerisinde olacağız. Nasıl olur? Hem Allah bizi yaratacak, varlık olarak yaratacak, bu kadar nimet verecek, akıl verecek. Bir kere varlığız yani. Yokluk olacakken varlık olmuşuz. Çok büyük bir nimet bu. Bir de Allah’a çok şükür, bir kere varlık olduktan sonra yok olmak mümkün değildir. Yani haşa, Allah’ın yok olması gerekiyor, yok olmamız için. Çocukluğumuzdan itibaren şu ana kadarki hayatımız Allah’ın Katında bizim aynı yaşadığımız şeklimizle. Ama tıpatıp aynı yaşadığımız şeklimizle, sonsuza kadar yok olması mümkün değildir. Bakın tekrar söylüyorum haşa Allah’ın yok olması gerekir. Yani çünkü ne ses kaybolur, ne duyular, ne hisler, ne hafıza, ne görünüm, ne başka bir şey. Hiçbir biri kaybolmaz. Çünkü bunların hepsi Allah tarafından özel yaratılıyor. Yaratılan bir şey bir daha asla kaybolmaz. Yani insanların anlaması için söylüyorum; Allah’ın hafızasında. Yani Allah’ın hafızaya ihtiyacı yoktur, anlamaları için söylüyorum. Sonsuza kadar durur. Asla kaybolmaz. Onun için yani insanlar hani diyorlar ya sonsuza hayata başladık; zaten başlamış o. Yani sonsuz hayata başlayacak, diyoruz; zaten başlamış. Senin ondan zaten çıkman da mümkün değil Allah’ın dilemesiyle. Yani bir daha o görüntünün yok olması mümkün değildir. Sonsuz evvelde ve sonsuz sonrada da o zaten var ve asla kaybolmaz. İnşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bu konuyla ilgili Hocam kitabınızı indirebilirler sitenizden. ‘Sonsuzluk Başlamış Durumda’ diye inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet. “Rabbimiz” diyor, “bizi (ateşin) içinden çıkar” diyorlar cehennem ehli. “... eğer yine inkara dönersek artık gerçekten zalim kimseler oluruz” diyorlar. Bir kere gönder, diyorlar. Bakın kendilerini akıllı uyanık zannediyorlar. Halbuki cehennemden gelip dünyaya gönderilse hafızaları alınmış olarak gönderilecek. Onlar diyecek; “Ya” diyecekler, “bir rüya gördük cehenneme gitmiştik falan.” Hadi bakalım yine bir rezillik yapmaya başlayacaklar. Onlar zannediyor ki yani o şeyle gelecek, orada herkes Müslüman olur öyle bir şeyde zaten. Cehennemin içine giren adam zaten her şeyi yapar. Hafızası alınarak gelir. Mesela Hz. İsa da geldiği vakit hafızası alınmış olarak gelecek, imtihanın gereği. Geçmişini hatırlamaz. Geçmişini hatırlarsa aklın ihtiyarı kalkar. Tabii. “Bugün Ben gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, ‘kurtuluşa ve mutluluğa’ erenlerdir.” Sabır; mesela biz buraya geliyoruz, yol alıyoruz, mesela bu bir sabırdır. Mesela konuşuyoruz, bu da bir sabırdır. Allah rızası için konuşuyoruz. Zor şartlarla karşılaşıyoruz. Buna karşı bir önlem alıyoruz. Bu da bir sabırdır. Allah’ın en beğendiği şeylerden biri de sabırdır. Cennet halkının özelliğidir o. Sabredenler ona kavuşuyorlar inşaAllah. “... sizi boş bir amaç uğruna”, bak “sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” diyor Allah. Yani insanlar geliyor buraya, işte pinpon oynuyor, televole kültürüyle hoplayıp zıplıyor. “Napıyorsun işte abi ya” diyor, işte “sandviç yedim” diyor, “sinemaya gideceğim şimdi” diyor. “Sinemadan çıkınca ne yapacaksın” diyor. İşte “Bir Bodrum’a kadar gidip geleceğim” diyor. Tek kelime Allah’tan dinden bahsetmiyor. Sanki buraya eğlenceye bırakıldı. Kardeşim nasıl merak etmezsin, bu nedir yani? Gökyüzü var, yeryüzü var, Dünya var. Sen hiç yoktan alıp getirilmişsin dünyaya. Yani bir şey var. Bir ışık, bir görüntülü bir varlık görüyorsun, bir şey görüyorsun. Hiç merak etmiyor musun bu meyveler, sebzeler nasıl oluyor, hayvanlar nasıl oluyor? “Beni ilgilendirmez” diyor. Allah da diyor ki bak; “sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” diyor. Allah, “Dedi ki: “Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?” diye soruyor Allah, insanlara. “Dediler ki: “Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık...” diyorlar. ‘Herhalde diyorlar öğlenden akşama kadar’ falan diyorlar. ‘Az bir şey kaldık’ diyorlar. Veyahut ‘bir gün kaldık’ diyor. Uyuduğunu zannediyor. “Dedi ki: “Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz” diyor Allah.
Evet Oktar Hocam. Var mı anlatmak istediğin?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Hücreyle ilgili bir şey var. Gösterelim mi Hocam? Golgi cisimciğiyle ilgili bir film.
ADNAN OKTAR: Göreyim.
OKTAR BABUNA: Hücrenin içinde ambalaj sistemi var. Gelen proteinleri paketleyip gönderme sistemi. Buna hücrenin organellerinden bir tanesi golgi aygıtı deniyor. Biliyorsunuz hücrede bilgi bankası var. Fabrikalar var, bir de golgi aygıtı var. Bunlar tıpkı, bu yeşil görünümlü olan... Bakın bu hücrenin temsili resmi gözüküyor burada. Yeşil görünümlü olan golgi aygıtı. Böyle keseciklerden oluşan yapılanma. Değişik bölgeleri olan. Buna golgi aygıtı ismi veriliyor. Şimdi biraz sonra protein molekülleri gelecek golgi aygıtının içerisine. Bakın görüyorsunuz proteinler giriş yapıyor golgi aygıtına. Bu giren proteinler özenle paketlenecekler golgi aygıtında.
ADNAN OKTAR: Niye paketleniyorlar?
OKTAR BABUNA: Bunlar gidecekleri yere gönderilmek üzere Hocam inşaAllah. Ya hücrenin içinde belli bölümlerde kullanılacak veya hücre dışına çıkacak. Mesela hormonlar hücrenin dışına gönderiliyor. Bakın bantlar üzerinde... Temsili olarak tabii. Paketleniyor bunlar. Hücreye zarar vermesin diye, sadece gidecekleri yerde kullanılsın diye. Fakat önemli bir özellik var. Hiçbir zaman adresleri şaşırmıyorlar. Mutlaka doğru adrese gidiyor.
ADNAN OKTAR: Hangi adrese gideceği belli.
OKTAR BABUNA: Evet, belli Hocam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Nasıl buluyor damarın içinde o yolunu?
OKTAR BABUNA: Hocam işte bir ek koyuyorlarmış üzerine proteinlerin. Bu da son yıllarda keşfedildi. Nobel ödülü aldı hatta bunu bulan bilim adamı. Posta kodu gibi. O kodla mutlaka doğru adrese gidiyor protein molekülleri. Asla adresini şaşırmıyor. Yani saniyede 2000 protein üretiliyor bir hücrenin içerisinde. Çok yüksek bir rakam bu ve 1 milyara yakın protein var her bir hücrede.
ADNAN OKTAR: Saniyede 2000 mi?
OKTAR BABUNA: Evet Hocam.
ADNAN OKTAR: Protein üretiliyor.
ADNAN OKTAR: Bir hücrede?
OKTAR BABUNA: Evet. Bir hücrede 1 milyar proteinin olduğu düşünülüyor. Asla bir karmaşa yok. Muazzam bir düzen var.
ADNAN OKTAR: Şimdi bak, şu Darwinist arkadaşlarıma benim tavsiyem; sırf hücreyi bir araştırsınlar. Bak mitokondriyi, golgi cisimciğini, kofulu... Sadece bir tanesinden iman ederler. Bir tanesinden. Ama üst seviyede moleküler yapısına varıncaya kadar araştıracaklar. Yüzeysel düşündüklerinden olmuyor. Yani mesela senin anlattığın hücrenin içinde milyonda biri değildir. Şimdi şu anda anlattığı Oktar’ın. Milyonda biri değildir. Kardeşim bir hücrenin içerisinde bu kadar... Yani İstanbul Belediyesi’nden daha kapsamlı bir çalışma var. Bunu tesadüfen nasıl açıklayabiliriz?
OKTAR BABUNA: Hiçbir şekilde açıklanamaz Hocam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Bu nedir? Vakit Gazetesi. Vakit Gazetesi aslandır diyorum. Niye diyorum; çünkü cesur gazete, samimi, Müslümanlarla hiç ayrım yapmaz. İşte şucu bucu diye ayrım yapmaz. Milliyetçilere de düşkündür. Yani vatanını, milletini seven herkese düşkündür, delikanlı gazetedir. Hakikaten o yönüyle çok seviyorum, samimi olarak takdir ediyorum. Yani eksikleri, kusurları olabilir, beğenmeyen insanlar olabilir. Ama dürüstlüğüne ben laf söyletmem, yani hakikaten çok candan ve samimi tavırları var. Ben mesela diğer gazeteleri de tabii tavsiye ederim. Mesela Yeni Asya Gazetesi. Ben bir yere gitsem az param olsa cebimde, bir parça param kalmış olsa cebimde, bir sadakadır, bir Müslüman kardeşimin, çünkü dürüst insanlar bunlar, iyi niyetle yapıyorlar. Yeni Asya Gazetesini alırım, okumasam bile bir insana veririm, al oku derim. Genel kültür, bilgisini artırır. Onun için dindar gazetelere, milliyetçi gazetelere daha sahiplenmek güzel olur. Daha iyi olur yani bir gazete ne kadar fiyatı? 60 kuruş, bir insanın cebinde 60 kuruş olur yani. Hayır ben gazeteler çok satılsın anlamında demiyorum da, o bir sadaka olarak, böyle iyi insanların desteklenmesi gerekir. İyi şeylerin desteklenmesi gerekir, o anlamda tabii çok satılsın, çok da iyi olur. Orada bir ilan var, onu gösteriyorum. Yarınki ilan. Göster bakalım. Evet şimdi bir okuyalım bakalım ne yazmışlar. ”Samimi Olmaya Davet Ediyoruz” Şimdi oradan ben okuyayım. Şimdi biz diyoruz ki kardeşim iddia edilen Ergenekon örgütü Türk milletinin başının en büyük belasıdır. Bakın kahpelere, bakın kalleşlere, alçaklara devletin hakimine mermi gönderiyor sekiz tane. Ne dedim, o mermileri teker teker yuttururum dedim yani, su içer bir tanesini önce bir yutar su içer. Öyle kahpelikle, kalleşlikle olmaz; eğer delikanlıysa, yiğitse göğüs göğüse anlatır derdini. Görevi başındaki hakime, görevi başındaki savcıya o mermiyi alırlar, değil mi, ondan sonra adama yuttururlar. Öyle diyeyim, yani inşaAllah. O terbiyesizliği yapan kahpe kimse özür dilemesi lazım. Devletin hakimine, sen ne istiyorsun? Vatanın milletin hayrına bir iddia varsa, o kurumu da aklar o değil mi, şaibe kaldırır, tertemiz yapar. Ne istiyorsun peki, ne yapsın? Hakimlikten çekilsin; o zaman yargıyı kaldıracağız; iddia edilen Ergenekon Örgütü gelsin bütün milleti doğrasın o zaman, üç milyon insanımızı. Olur mu böyle ahlaksızlık? Çok büyük terbiyesizlik yapıyorlar. Böyle ahlaksızlık olmaz, onu yapanlar ahlaksızın ahlaksızın ahlaksızı. Böyle kahpelik bir daha ne görelim, ne duyalım. Böyle terbiyesizlik olmaz. İnşaAllah. İddia edilen Ergenekon örgütünün de birinci hedefiyiz, ben hedefiyim, elhamdulillah iftihar ediyorum. Biner biner gelsinler değil mi, yani bütün böyle ekip olarak topluca gelsinler. İnşaAllah. Bize de böyle hani o tip şeylerde kendilerince bulunmak istiyorlar. Bazı oyunlar, komplolar hazırlıyorlar, bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Vız gelir, tırıs gider. Yani 70 türlü kamyonla ne kadar ekibi varsa gelsinler. Şimdi adaletsizlik, hukuksuzluk kalkacak bir kere Türkiye’de. Bu konuda ittifak edeceğiz; biz kendimize de hukuksuzluk, adaletsizlik yaptırtmayız. İnşaAllah. Yani kanun, hukuk Türkiye’de tam uygulanması gerekiyor. Bana ne, denilmez. Bugün bana olan yarın sana olur. “Bana ne, ben yargılanmıyorum, iddia edilen Ergenekon Örgütü beni listesine almamış bana ne...” kardeşim bugün almaz yarın alır. Üç milyon vatandaşımızı fişlemişler. Öldürülmek üzere, şehit etmeye karar vermiş adamlar. Türkiye’yi yirminin üzerinde bölgeye ayırmaya karar vermişler. İzmir ayrı, İstanbul ayrı, Karadeniz bölgesi ayrı, Karadeniz’i ikiye bölüyorlar. İç Anadolu’da ayrı. PKK’ya Güneydoğu Anadolu’yu vermeye karar veriyorlar. Adamlar göğsünü gere gere faaliyet yapıyor. Dini, İslam’ı ortadan kaldırmaya azmetmişler. Kardeşim Türkiye’nin yirmiye bölünmesi ne demek? Bittik biz, yok olduk demektir, Allah esirgesin. Bu seyredilebilir mi? Ve devlet içinde muazzam bir yapılanmaya gitmişler. Yani bayraklarında yağcılık yapıyorlar İsrail’e. İsrail bayrağını kullanıyorlar. Altı köşeli Magen David, renkler de aynı, mason pergeli, mason iletkisi. Masonlara da yalakalık yapıyor zaten masonların kurduğu bir örgüt. Bir de kurt kafası koymuşlar. Milliyetçilere de şirin görünmeye çalışıyorlar. Türklük en karşı oldukları olay. Yani ben böyle psikopat böyle deli örgütlenme görmedim. Bakın devletin hakimine mermi gönderiyor. Bakın ahlaksızlığa yani. Devleti tam anlamıyla desteklemek her Türk vatandaşının görevidir. Polise tam destek, hakimlerimize tam destek, savcılarımıza tam destek. Mesela hakim çıkıyorsa göğsü siper etmek lazım. Mesela ben orada olsam, göğsümü siper ederim. Tabi. Ayrıca biraz da zor yani. Sıkıysa bir yapsınlar bakalım. Öyle bir konu olmaz. Onlar kahpelikle yaparlar zaten. Bu savcı Doğan Öz de, Uğur Mumcu da rahmetli onun şehadeti de hep kahpelik, hep kahpelik, hep kahpelik. Bahriye Üçok, ne yaptı size bu kadıncağız? Bunlar, “nasıl olsa bizim evimiz arabamız bombalanmadı. Ne yapacağız”, diyor adam. Gazeteden okuyor, ne olmuş Uğur Mumcu’ya. “Ne olur” diyor adam, “köşede yazmaz.” Bu kadar. Böyle kafa olmaz. Yani böyle vatanseverlik de olmaz, böyle milliyetçilik de olmaz, böyle dindarlık da olmaz. Böyle bir şey milli sorundur. Herkes buna el atmak durumundadır. Herkes devleti koruyup kollamakla mükelleftir. Polisi, askeri, savcıyı hepsini. Kahraman ordumuzu. Ordumuza da tek kelime laf söyletmeyiz, Allah’ın izniyle, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Siz isimsiz ihbar mektupları gönderin dedikten sonra Hocam bir hayli o şekilde ihbar mektubu gelmeye başlamış. Bilgilendirmek açısından devleti, iddia edilen Ergenokon’un faaliyetleri ile ilgili.
ADNAN OKTAR: Evet. Bir dakikamız varmış.
SUNUCU: O zaman yarın aynı saatte görüşmek üzere, iyi geceler diliyoruz.