İsrail’in Uluslararası Cinayet Şebekesi: Mossad

İtalyan Panorama dergisi, İsrail'in uluslararası cinayet şebekesi Mossad'ı bu kapakla tanıtmıştı.

Mossad; dünya genelinde faaliyet gösteren, en gizli, en bilinmeyen istihbarat örgütüdür. Çoğu kimse İsrail gibi "küçük" bir devletin niçin ve nasıl böyle bir organizasyona sahip olduğunu anlayamaz. Süper güç ABD'nin CIA'i dışında dünyada bu kadar etkin tek istihbarat örgütünün İsrail'e ait olması aslında oldukça dikkat çekicidir.

Mossad'ın kurulmasından önce İsrail Devleti'nin istihbaratı SHAI isimli örgüt tarafından sağlanıyordu. Mossad'ın kurulmasıyla bambaşka bir yapılanma ve dünyanın en tehlikeli cinayet şebekesi oluşturuldu. Bu cinayet şebekesi pek çok ülkede mafyayı, terör örgütlerini ve kontrgerillayı örgütledi.

Mossad'dan önce, onun görevini üstlenen SHAI isimli örgütün görünümü ise şöyleydi:

"SHAI, Sherut Yediot baş harflerinden oluşan bir kısaltma. İbranice'de Bilgi (istihbarat) Servisi anlamına geliyor. Haganah'ın istihbarat kolu. İsrail Devleti'nin kurulmasıyla Haganah, İsrail ordusunun içinde eriyor ve SHAI da yerini altı hafta sonra yeni kurulacak İsrail İstihbarat Servisine bırakıyor. SHAI servisinin en son Başkanı Isser Beeri." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.16)

"Isser Beeri SHAI üyeleriyle yaptığı son toplantıda, Ben Gurion'un isteğini açıklıyor: SHAI'nin dağıtılması ve bu üyelerin yeni kurulacak istihbarat servisini şekillendirmesi. Bu sadece SHAI'nin isim değiştirmesi olayı değildi. İsrail'de dört tane yer altı istihbarat grubunun oluşması anlamına geliyordu." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.17)

Mossad, 1 Nisan 1951'de kurulmuştur. İbranicesi ‘Ha-Mossad Le-modiin Ule-tafkidim meyuhadim’, yani özel konular ve istihbarat örgütüdür.

"Mossad'ın ilk Başkanı bir hahamın oğlu olan Reuven Shiloah'dır. Shiloah, başkanlığı çok kısa sürmesine rağmen teşkilatın temel kurallarını belirleyen kişi olmuştur." (Israel's Most Secret Service Mossad, Ronald Payne, sf. 27)

"Shiloah, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Siyonist liderlere yazdığı gizli raporda yabancı istihbaratlarla ilişkiye geçeceklerini özellikle CIA'e bildirmişti. Shiloah tüm dünyadaki Yahudilerle, Yahudi Devleti arasında kurulacak sağlam ilişkinin öneminin farkına varmıştı." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.30)

Mossad'ın bölümleri

Mossad, çalışmalarını farklı alanlarda uzmanlaşmış 4 ayrı bölümle yürütür. Bunlar: Askeri İstihbarat, Yerli Gizli Servis, Yabancı İstihbarat Servisi ve Aliyah Beth.

Birinci bölüm: "Askeri İstihbarat"

Mossad'ın Tel Aviv'deki binası.

"Mossad'ın askeri istihbarat bölümü, 'Aman' olarak tanınır. İbranice adı ‘Agaf ha-Modi'in'dir. Bunun tercümesi, "istihbarat kanadı"dır. Görevi Müslüman ülkeler hakkında bilgi toplamaktır." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf. 17)

"Aman" çok iyi organize edilmiş bir askeri birliktir. Altı bölümden oluşur. Özellikle iki bölüm tarafından yönetilir: Toplama ve Prodüksiyon. Toplama bölümü, sınır ötesine ajanlar göndermek, radyo kanallarını ele geçirmek, genellikle ülkelerdeki telefon konuşmalarını dinlemekten sorumludur. Prodüksiyon bölümünde, "Aman"lı 7.000 kişinin 3.000'i çalışır. Konuları, dış ülkelerden çalınan belgelerin ve bilgilerin analizidir. Bu analizler politikacıların karar vermesinde yardımcı olur. "Aman" basına verilen bilgileri de kontrol altında tutar. (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.207-208)

"Aman'ın sınır ötesi harekatlar için oluşturduğu çok gizli komando birliğinin adı Sayeret Matkal'dır." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf. 182)

"30 Haziran 1954'te Aman'ın gizli kolu Unit 131 Mısır'da bir operasyon düzenliyor. ‘Operation Susannah’ adlı operasyon bir sabotaj. Bombaların hedefi Mısır askeri örgütleri değil; İngiliz ve Amerikan enstitüleri, tiyatrolar ve postaneler. Bundaki amaç Washington ve Londra'nın Mısır aleyhinde bir politika geliştirmelerini sağlamak. Bu iş için Alman Yahudisi Avraham Seidenwerg seçiliyor. Kibbutz'da Avri El-Ad adını alıyor. Daha sonra Mısır'a Paul Frank adında zengin bir Alman iş adamı karakterinde gidiyor." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melmon, sf. 56)

"Aman'a bağlı 'Gadna'da değişik bir eylem grubu: "Gadna yarı askeri bir gençlik grubudur." (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf.229)

İkinci bölüm: "Yerli Gizli Servis"

"(Domestic Secret Service) Yeril Gizli Servis; başına Isser Harel getiriliyor. Bu servis "Shin-Beth" adında. Genel Güvenlik Servisi anlamında. İbranicesi Sherut-ha-Bitachon ha-Khali.” (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melmon,, sf.7)

"Shin Beth, Destek ve Operasyon olmak üzere iki bölüme ayrılıyordu. Destek bölümünde, sorgulama teknolojileri, koordinasyon ve operasyonlar için lojistik destek vardı. Operasyon bölümü ise üçe ayrılıyordu: 1- Koruma ve güvenlik: İsrail elçiliklerini, Başkan'ı ve İsrail savunma sanayinin korunması, 2- Müslüman ülkelerle ilişkiler, 3- Müslüman olmayan ülkelerle ilişkiler." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.50)

Üçüncü bölüm: "Yabancı İstihbarat Servisi"

Mossad şefleri: Isser Harel (1952-63), Meir Amit (1963-68), Zwi Zamir (1968-74) ve İzak Hofi (1974-82)

Bu servisin ilk Başkanı Boris Gurtel'dir.

"Yabancı istihbarat servisi Varash’ın toplantı saati, yeri hiçbir zaman bilinmez. Dikkatlice saklanır. Varash, halka hiç açıklanmamıştır. Varash'ın görevi, çeşitli gizli servisler arasında bağlantı kurmaktır." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf. 26)

"Politika Şubesi, adına rağmen, İsrail istihbaratının denizlerarası kolunu oluşturur. Bu şubenin ajanları diğer gizli servislerle bağlantı kurarlar. Politika Şubesi ajanları Londra, Roma, Paris, Viyana, Bonn ve Cenevre'de İsrail konsolosluklarında diplomasi kisvesi altında operasyonlarını yapıyorlardı. Böylesi daha avantajlıydı, çünkü diplomatların dokunulmazlıkları vardı." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melmon, sf.26-27)

Dördüncü bölüm: "Yer altı Gizli İşleri Servisi"

"'Aliyah Beth (Yer altı Gizli İşleri Servisi). Bu bölüm yer altı gizli işlerine devam edecekti. Orijinal görevi Yahudilerin Filistin'e kaçmasını sağlamak ve bu işi yasal hak haline getirmekti. 1937'de Haganah tarafından kuruldu. Bu bölümün başında Saul Meyeroff, takma adlı Shiloah, vardı." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melmon, sf.18)

Mossad'ın Yahudileri Göç Ettiren Kolu: "Aliyah Beth"

1964-72 Aman şefi Aharon Yariv, 1950-55 Aman şefi Binyamin Gible

Yahudileri Filistin topraklarına göç ettirme görevini Mossad'ın özel bir bölümü üstlenmiştir. Bu iş için kurulmuş olan Aliyah Beth isimli alt örgüt, dünyanın pek çok yerinde düzenlediği provokasyonlarla sahte bir Yahudi aleyhtarı hava estirmiştir.

"Aliyah Beth, 'Sihirli Halı Operasyonu' (Operation Magic Carpet) adı altında bir operasyon düzenledi. Bu operasyonda Near East Air Transport Corporation adında, İsrail hükümetiyle gizli bağları olan bir şirket kullanıldı. 1948 ve 1949'da bu şirket Yemen ve Aden'li 50 bin Yahudiyi gizlice İsrail'e taşıdı."

"Irak'ta 1950 Martı'nda, meclisten çıkan yasayla, isteyen bütün Iraklı Yahudilerin Irak'ı terk edip İsrail'e gidebileceği açıklandı. Tek şart Irak vatandaşlığından vazgeçmeleriydi. Bu sürpriz açıklamanın altında, Irak Başbakanı Tevfik el-Sawidi'ye İsrail ajanları tarafından verilen rüşvetler yatıyordu. Tevfik el-Sawidi aynı zamanda Irak Tur'un başkanıydı ve bu turizm şirketi Near East Air Transport'un bir bölümüydü. Tevfik el-Sawidi değildi. Daha sonra Başbakan olan Nuri as-Said de İsrailli ajanlar tarafından faydalandırılmıştı." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melmon, sf.36)

(Soldan sağa)1972-74 yılları arası Eli Zeira, Aman'ın 1974-79 yılları arasındaki şefi Shloma Gazit ve 1986'dan sonra Aman şefliğini yürüten Amnon Shahak.

"Düzenlenen operasyonları Ben-Porat yönetiyor. 150 binden fazla Yahudi Irak'tan İsrail'e götürülüyor. Ben-Porat Irak istihbaratı tarafından tutuklanıyor. Daha sonra Israil'e kaçıyor. Yehudah Tajar da, Ben-Porat'la çalışan ve tutuklanan ajanlardan; Haganah'ın elit tabakasından. Politika Şubesi tarafından Irak'a gönderiliyor. Tajar, Irak istihbaratı tarafından tutuklanıyor ve ömür boyu hapse mahkum ediliyor. Irak istihbarat servisinin başına Albay Abdel Kerim Quassem geçince Mossad'la antlaşma yapılıyor. Tajar serbest bırakılıyor. İsrailli ajanların yargılanırken suçları arasında Bağdat'taki Masouda Shemtou Sinagogu'nun Yahudiler duadayken bombalanması da sayılıyor. İsrail ajan ağının bir sinagogu bombalaması Iraklı Yahudileri kaygıya düşürdü." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.37)

Dünyanın birçok yerinde sinagog bombalama gibi eylemleri bulunan Mossad, daha sonraki yıllarda da bu tip faaliyetlerine devam etti. Mossad'ın kendi düzenlediği bu sahte antisemitik hareketler, çoğu zaman Siyonistler tarafından da takdirle karşılanmıştır. Mossad'ın tarihini anlatan Every Spy a Prince kitabının yazarları da Aliyah Beth'e operasyon nedeniyle teşekkür edenlerdendir.

"Aliyah Beth'nin gizli ajanlarına teşekkürler, kuruluşunun ilk 4 yılında İsrail nüfusunu 2 katına çıkardılar. Aliyah B., İsrail'in en güçlü servisiydi. Bir yer altı seyahat ağı kurmuştu." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.38)

"Aliyah Beth ajanları liderlerle doğrudan ilişkiye geçerlerdi. Bunun örneği sadece Irak Başbakanı değil, aynı zamanda Macar politikacılar, İran Şah'ı gibi kişiler de bunlardandı." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melman, sf.39)

(Solda) Menahem Begin 1974-81 arasında Shin Beth şefliği yapan Avraham Ahituv'la beraber. (Ortada) 1953-63 arası Shin Beth şefi olan Amos Manor. (Sağda) Yosef Harmel 1964-74 ve 1986-88 yılları arasında Shin Beth şefliği yapmıştır.

Mossad'ın Eylem Metodları

İsrail eski Cumhurbaşkanı Haim Herzog 1949-50, 1959-62 yılları arasında askeri istihbarat servisi Aman'ın şefliğini yaptı. Bir dönem İsrail Başbakanlığı da yapan Ehud Barak ise, 1983-85 yılları arasında Aman'ın şefliğini yapmıştı.

Mossad'ın propaganda mahiyetindeki, fakat fazla stratejik önemi olmayan eylemlerini açık bir güç gösterisi şeklinde yaptığı bir bilinen bir durumdur. Bu propaganda genellikle Mossad kontrolündeki basın aracılığıyla dünya kamuoyuna duyurulur. Entebbe Baskını (ilerleyen sayfalarda detaylı olarak ele alınacaktır) gibi eylemler bu sınıfa ise dahildir. Ancak İsrail'in ve Siyonizmin menfaatlerini doğrudan ilgilendiren ciddi konularda ise son derece gizli ve örtülü bir politika izlenmektedir. Bu durumda kendi eylemlerini başka örgütlere yıkarak, tamamen ilgisiz bir tutum sergilenir. Tüm bunlar dünya çapında bağlı basın organları, gazeteci ve yazarlar, film yönetmenleri, siyasi yorumcular kanalıyla kamuoyuna benimsetilir.

Mossad’ın bu anlamda propagandasının yapıldığı filmler dünya televizyonlarında sık sık yayınlanmaktadır. Filistinlileri sürekli olarak terörist olarak tasvir eden, ancak İsrail'in suçlarından hiç söz etmeyen "Delta Force", Münih Olimpiyat Köyü'ndeki olayların İsrail lehinde çarpıtılarak aktarıldığı "Münih'te 21 saat", 1976 Entebbe Baskını'nın anlatıldığı çalışmalar, eylemler hakkında pek çok filmler çekilmiş, kitap yazılmış ve Mossad dünya kamuoyuna yalnızca Mossad İsrail Devleti'ni düşünen, diğer devletlerin iç işlerine karışmayan, kahraman bir örgüt gibi tanıtılmıştır.

Öte yandan Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann ve İsrail'in nükleer santralı Dimona ile bilgileri açıklayan hahamın oğlu Vanunu'nun kaçırılmaları gibi eylemler, bir anlamda tüm dünyaya "İsrail'e ihanet edenleri nerede olurlarsa olsunlar buluruz, cezalandırırız" mesajı vermek için düzenlenmiş Mossad operasyonlarıdır. Bu gibi eylemler dünya kamuoyu önünde rahatlıkla gerçekleştirilir. Daha sonra basın organları aracılığıyla da sıkça gündeme getirilerek Mossad'ın caydırıcı mesajı kitlelere ulaştırılmış olur.

Bir başka metod ise kendi ajanlarını bilgi sızdırmış gibi gösterip "Hile Yolu Mossad" türü kitaplarla Mossad'ı olduğundan da mükemmel bir istihbarat örgütü gibi göstererek, Mossad'a karşı kişilerde korku dolu bir hayranlık uyandırmaktır. "Bizim elimizde bu kadar nükleer güç var" mesajının ilgili yerlere gitmesi için, Vanunu tarafından açıklanan Dimona Nükleer Santralı hikayesi de benzer bir taktikle planlanmıştır.

Ayrıca CIA'den sadece istemekle elde edebileceği bilgileri, Mossad'ın bir güç gösterisi yapmak amacıyla ajan Pollard vasıtasıyla CIA'den çalmasını da Mossad'ın metodlarına birdir.

Ancak pek çok kaynakta yer alan daha önemli bilgiler ve Mossad'ın gerçek yüzünü gösteren eylemler ise örtbas edilmesi gereken kirli işlerdir. Mossad’ın dünyadaki uyuşturucu ve silah ticareti üzerindeki denetimi, Olof Palme'nin öldürülmesi, Kennedy suikastı, Maxwell'in sır dolu ölümü, çeşitli ülkelerdeki faili meçhul cinayetler, mafyanın örgütlenmesi, kontrgerilla ve terör örgütlerinin teşkilatlandırılması, tüm dünyadaki kontralara verilen destekler bu tür eylemlerdendir.

"Mossad, Kıbrıs'tan Sibirya'ya uzanan Irak, Suudi Arabistan, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne Seylan üzerinden ajan sokan tek örgüt, Afrika ve Latin Amerika'ya ajan ihraç eden belalı şirket. Türkiye'de Güneydoğu sorununa ilişkin sıkı önlemler alınırken okun sivri ucunu Irak ve Suriye'ye yöneltmeye çalışan bu arada Türkiye'yle ilişkileri geliştirmeye çalışan bir örgüt şeması Mossad." (2000'e Doğru, 8 Nisan, 1990)

İlerleyen sayfalarda da göreceğimiz gibi Mossad, Kuzey Irak'taki Barzani bağlantısıyla, Orta Asya'daki Türk Devletleri'nde İslam aleyhinde gösterdiği yoğun propaganda faaliyetleri ve bu ülkelerin birçok yeraltı kaynaklarının kullanımını kendi tekeline almasıyla, Ortadoğu'da maaşa bağladığı piyon devlet başkanlarıyla, Bosna-Hersek katliamına yaptığı katkılarla, sürgün ettiği mazlum Filistinlilerle, Latin Amerika'daki uyuşturucu işini organize eden kontralarıyla, insani yardım adıyla Somali'den Kızıldeniz'in anahtarını teslim almasıyla gündemleri meşgul eden bir cinayet şebekesidir.

Mossad'ın Açık Eylemleri

Mossad'ın propaganda amacıyla gerçekleştirdiği eylemlerden birkaçı şunlardır:

1) 1969 yılında Fransa Devlet Başkanı De Gaulle'ün İsrail'e göndermediği 5 roket-atar hücum botunu, Mossad İsrail'e kaçırdı.

2) 1972 yılında FKÖ'lülerin Münih Olimpiyat Köyü'nde İsrailli sporculara yaptığı baskın nedeniyle 12 Filistinli Mossad'ın Golda Meir tarafından kurulmuş X Komitesi tarafından tek tek katledildi. Bu cinayetler bazen bir telefon ahizesine yerleştirilen bomba ile bazen de tabanca ile yapıldı. Mossad'ın ölüm listesindeki 12 kişi öldürülürken Filistinli olmayan birçok kişi de bu 12 kişinin yanında Mossad tarafından öldürüldü. Bu 12 kişi arasında eylemle en ufak ilgisi olmayan Filistinli aydınlar da bulunuyordu.

3) 2 Ağustos 1976 Entebbe Baskını, Mossad ajanlarının giriştiği önemli eylemlerden biriydi. Uganda sınırları içinde FKÖ tarafından esir alınan uçaktaki İsrailli yolcular Entebbe Havaalanı'ndan kurtarıldı. Bu baskın Mossad'ın tüm dünyaya bir gövde gösterisi oldu. Entebbe Baskını hemen filme alınmış ve "Entebbe" adıyla gösterilerek dünya çapında Mossad propagandası yapılmıştır.

Entebbe Baskını ve Düşündürdükleri...

Çakal Carlos

"İsrail gizli servisinin gerçekleştirdiği eylemlerden hiçbiri 1976 yılında gerçekleştirilen ve kamuoyunda Entebbe Baskını olarak bilinen eylem kadar dünyanın ilgisini çekmemiş ve Siyonizm davasına katkıda bulunmamıştır. Bu eylem şaşırtıcı boyutlarda destansı öğelere sahip askeri bir macera olarak gösterilmişti ve Ortaçağ korsanlarının ruhuna sahip, askeri ve istihbarat konularında uzman bir ekip tarafından gerçekleştirilmişti. Olayla ilgili hiçbir bilgi dışarı sızdırılmamasına rağmen çok sayıda gazeteci tüm operasyonu dramatik boyutlarda ele alarak yazıya dökmüş, en az yarım düzineye yakın yazar da olayı kitap haline getirmiştir. Birkaç hafta içinde tüm dünya basınında baskınla ilgili yazılar birbiri ardından yayınlanmaya başlamıştır. Kısa bir süre sonra da Hollywood, piyasaya başrollerinde Charles Peter Finch, Burt Lanchester, Kirk Douglas hatta Yahudi bir anne rolü ile Elizabeth Taylor'ın yer aldığı bir film sunmuştur." (The Israeli Secret Service, Richard Deacon, sf.301)

Ünlü Entebbe Baskını, Uganda'da İdi Amin'in başta bulunduğu bir dönemde, Mossad timlerinin "Filistinli teröristleri" saf dışı ederek gerçekleştirdikleri önemli, önemli olduğu kadar da ilginç bir eylemdir. Entebbe Havaalanı'nda yeterli Ugandalı askerin bulunmamasından, Mossad timlerinin Ugandalı askerlerin havaalanına gelecekleri saati bilmelerine kadar en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir şovdu aslında.

Uçak kaçırma eylemini gerçekleştirip Entebbe Havaalanı'nı son durak yapan teröristler kamuoyuna hep Müslüman Filistinliler olarak lanse edilmişti. Ama gerçek acaba öyle miydi?

"Teröristlerin şefi Wilfred Boese Baader-Meinhof Çetesi üyesiydi ve Avrupa polisi tarafından aranan biriydi. Uçakta Wilfred'in yardımcılığını yapan kadın da Almandı. Ama her nedense adının Halime olduğunu söylemişti. Ekipte ayrıca Carlos'un da bulunduğu belirtilmişti." (The Israeli Secret Service, Richard Deacon, sf.303)

Araştırmacı gazeteci David Yallop'un 'Die Verschworung Der Lugner' kitabında açıkladığı gibi Mossad'ın bilgisi dahilinde faaliyetlerini sürdüren 'Çakal Carlos' yeri bütün gizli servisler tarafından bilinmesine rağmen her nedense yakalanamıyordu. Entebbe Baskını'nda da Çakal yine kilit isimdi.

Afrika'nın kukla liderlerinden İdi Amin'in de Mossad'la yakın ilişkileri vardı.

"Entebbe Baskını'na katılan teröristler bir Alman kadını ve Carlos Ramirez'in yardımcısı olarak bilinen ve adının Wilfried Böse olduğu sanılan bir başka Alman anarşistiydi. Çakal'ın yakın dostu Cabir, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin siyasi bölümünü yönetiyordu." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.20)

"Entebbe Baskını'na katılan kadın terörist Gabriele daha önce dünyanın en meşhur ve en çok aranan teröristi Carlos'la (Çakal) beraber yaşamıştı ve şimdi de kendisine refakat eden Alman arkadaşı, Baader-Meinhof şehir gerillaları grubunun bir üyesiydi." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.6)

"Carlos olarak da bilinen Çakal'ın asıl adı İliç Ramirez Sançez'di. Onu Entebbe'de yakalamak ihtimali pek yoktu. Ama 2 Temmuz'da, Avrupa ve Güney Amerika'dan onunla ilgili olarak verilen bilgiler aceleyle bir dosya haline getirildi. Çakal, Parisli iki polisin öldürülmesi, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) Viyana'da düzenlediği konferansa katılan delegelerin kaçırılması olayları ve bunlar gibi başka şiddet olaylarına karışmıştı. Şimdi Entebbe'de rehinelerin başında bekleyen Alman, Çakal'ın arkadaşı ve teknik danışmanıydı." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.68-69)

Mossad'la iş birliği yapan Çakal Carlos'un ekibinden birisinin de aralarında olduğu Alman teröristler, neden Filistinli gibi davranıp eylemi onlara mal etmek istemişlerdi? Bu sorunun cevabı, kaçırma olayının arkasında kimlerin olduğu ve bunun kime ne kazardıracağı sorularının cevaplandırılmasıyla açığa çıkacaktır. Olayın arkasındaki gizli bağlantılar önemli ipuçları vermektedir.

Taşeron çalışan Baader-Meinhof örgütü İsrail gizli servislerinden Shin-Beth'in kontrolünde uçak kaçırma eylemini gerçekleştirip, senaryonun devamı için uçağı İdi Amin'in ülkesi Uganda'ya indirdi. Senaryoda rolleri biten Baader-Meinhof üyelerinin İsrail için artık önemi kalmamıştı.

Bu şovun Uganda bölümünün başrol oyuncusu da İdi Amin'di. Zalim bir diktatör olan İdi Amin, çeşitli çıkar çevreleri tarafından kullanılan bir aktördü. Uganda sınırları içinde Entebbe Havaalanı'nda Mossad'ın gerçekleştirdiği eylemde İdi Amin'in katkıları neydi? Mossad tarafından Uganda'nın başına geçirilen İdi Amin, her ne kadar daha sonra Yahudi aleyhtarı gibi gözükmeye çalışmışsa da bunun planlı bir hareket olduğu apaçık ortadaydı. Ancak bazı çevreler tarafından Müslüman bir lider olarak tanıtılmaya çalışılıyordu. Oysa İdi Amin, her türlü ahlaksızlığın, pisliğin içinde yaşayan, yaşamında İslam ahlakına dair en ufak bir yön bulunmayan bir kişiydi.

Haile Selasi

Peki kimdi bu üçüncü dünya faşisti?

"İsrail ve Uganda'nın arasındaki ilişkiler oldukça iyiydi. İsrail Uganda'ya sadece maddi yardım yapmakta cömert değildi, aynı zamanda Uganda ordusunu eğitmiş ve bu orduya malzeme sağlamıştı. O sıralarda Albay Baruch Burlev, İsrail Savunma Bakanlığı görevlisi olarak Uganda'da 5 yıl geçirmişti. Kısa bir süre içinde İdi Amin'in ortağı haline gelmişti. Arkadaşlıkları o kadar ileri gitmişti ki, İdi Amin İsrail'de kalmaya davet edildi. Uganda Başbakanı Milton Obote'ye karşı İsrail'i savunup destekleyen ve İsrailli danışmanları koruyan İdi Amin'di." (The Israeli Secret Service, Richard Deacon, sf.301)

"1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra İsrailliler Afrika ülkeleri üzerinde daha fazla söz sahibi olabilmek için kararlı bir siyaset izlediler. Bu amaçla Uganda'da askeri eğitim merkezleri kurdular. Uganda ordusunun eğitimini İsrailli subaylar yaptırmaktaydı. Böylece Uganda’daki ticari hayattan sonra savunma sistemleri de Siyonistlerin eline geçmiş oldu." (The Secret War in Sudan, Edgar O'Ballance, sf.127-128)

"1966'da İsrail, Uganda'nın askeri güçlerini geliştirme sorumluluğunu üzerine aldı. 1964 ve 1971 arasında İsrail, Uganda'ya 26 eğitim ve taşıma uçağı sattı. Uganda'daki İsrailli danışmanlar Albay İdi Amin'e yakındılar." (The Israeli Connection, Benjamin Beit-Hallahmi, sf.61)

Uganda İsrail'in yıllardır yakın ilişki içinde bulunduğu bir ülkeydi. Ve o dönemde albay olan İdi Amin de İsrail'in çok yakın bir dostuydu:

"Albay Bar-Lev, İsraillilerin Uganda'daki eski askeri birliğinin komutanlığını yapmıştı ve zenci diktatörün yakın bir arkadaşıydı." (Entebbe Havaalanı'nda 90 dakika, Uri Dan, sf.23)

"Daha 1970 yılında, Uganda'daki yabancı uzmanların faaliyetlerine son verilmesi kararlaştırılmıştı. Bar Lev, o zamanlar üç yıllık bir askeri eğitim programı imzalanması için İdi Amin'i ikna etmiş ve bu yardımları için de Amin sonradan ödüllendirilmişti." (Entebbe Havaalanı'nda 90 dakika, Uri Dan, sf.93)

"Uganda bağımsızlığını kazandıktan kısa bir müddet sonra, o zaman İsrail Savunma Bakanlığında Müsteşar olan Şimon Peres bir ziyaret için Uganda'ya gelmişti. Ev sahipleri, Peres'ten kendi ordu ve hava kuvvetlerini kurarlarken onlara yardım etmesini istediler. Peres uygun buldu ve 1963 Nisanı'nda, o zaman Dış İşleri Bakanı olan Golda Meir, İsrail'le Uganda arasındaki yardım ve iş birliği antlaşmasını imzaladı...

Anlaşmadan sonra, Albay Şaham, İsrail Savunma Bakanlığı heyetinin başında Uganda'ya geldi. Şöyle üstün körü yaptığı bir teftiş Şaham'a yapılacak çok şey olduğunu gösterdi. Uganda ordusu, 700-800 askerden müteşekkil bir tek piyade taburundan ibaretti. Taburun hem komutanı, hem de diğer bütün subayları İngiliz'di. Piyade taburu, herşeyden önce merasimler ve resmi geçitler için kullanılıyordu. Genellikle bayramlarda sokaklardan geçiyor, pek başka bir işe yaramıyordu. Şaham ve yanındaki İsrailli subaylar, işte bu komik-opera taburunu, etkin bir savaş gücüne dönüştüreceklerdi." (Entebbe Havaalanı'nda 90 dakika, Uri Dan, sf.108)

"Hatta İdi Amin hayatını bile bir İsrailli subaya, Ze'ev (Zonik) Şaham'a borçludur." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.107)

"Zonik ve arkadaşları işe ufaktan başlayarak, sadece bir bölüğü savaşabilecek bir bölüğe dönüştürmeye koyuldular. Ugandalı askerler eğitilmek için İsrail'e gönderildiler. Piyade bölüğünün eğitilmesinde İsrailli subayların gösterdikleri başarı, Cumhurbaşkanı Obote'nin, İsrail heyetine, Uganda'nın özel polis kuvvetlerini yetiştirmesi için istekte bulunmasına yol açtı. İsrail'den gönderilen Fuga-Magista ve Dakota'ları kullanan İsrailli havacı öğretmenler, Uganda Hava Kuvvetleri'nin temelini attılar ve hatta teknik bir okul bile açtılar. Uganda'nın bağımsızlığının ikinci yıldönümünde, İsrailli subayların gururlu bakışları önünde altı tane Fuga-Magista uçağı hava gösterilerinde bulundu... İdi Amin, Kampala'daki İsrail misyonuyla özel ilişkiler kurdu. Sık sık İsrail'i ziyaret ediyor ve her seferinde bu ülkeye duyduğu hayranlık bir kat daha artıyordu. İsraillilerin çalışkanlığını öve öve bitiremiyordu. Deniz ve karadan taşınmak üzere parçalara demonte edilmiş şekilde Uganda'ya getirilen ilk jet uçaklarının orada tekrar monte edilişini görünce, İsraillilerin bu metal parçalarını nasıl bir jet uçağına dönüştürdükleri karşısında hayretlerini gizleyemedi. Monte edilen ilk Fuga-Magista'nın ilk uçuşuna gönüllü olarak katıldı ve bu işten son derece zevk aldı. Daha sonra İsrailliler Amin'e nadir kimselere verdikleri bir ödül verdiler: Paraşütçülerin madalyası 2 Temmuz'da Moritanya'ya giderken bile, saklamaya gerek duymadığı bir gururla bu madalyayı taşıyordu." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.109)

"Aradaki ilişkiler o denli iyiydi ki, Amin bir gün, Kampala'da askeri ataşe olarak görev yapan Şaham'dan, İsrail'in, Kongo'dan çalınan muazzam miktarlardaki altınının satışı için yardımcı olmasını istedi. Bankerler, işin esasını kurcalamak gereği hissetmedi, altınların satış işlemlerini ayarladılar." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf. 110)

Mossad, İdi Amin'in bu dostluğunu boşa çıkaracak değildi elbette. Başkan Milton Obote devrilerek İsrail'in yakın dostu Albay İdi Amin başa geçirildi.

"İsrail Etiyopya'da Haile Selasi'yi, Uganda'da İdi Amin'i, Zaire'de Mobutu'yu, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Bokassa'yı destekledi." (Kader Üçgeni, Noam Chomsky, sf. 49)

"Afrika'nın derinliklerinde, Uganda'da bile Mossad, İdi Amin'e Başkan Milton Obote'yi devirmek için yardım etti. İdi Amin 1970'de İsrailli askeri danışmanların yardımıyla bir darbe yapıp Başbakan olmuştu." (Every Spy a Prince, Dan Raviv Yossi Melman, sf. 153, 217)

"Mossad Milton Obote'nin devrilmesindeki düzende kendi rolünü oynadı ve İdi Amin'i başa getirdi." (Israel's Most Secret Service Mossad, Ronald Payne, sf.245)

"İdi Amin tarafından Başkan Milton Obote'ye karşı düzenlenen ihtilali Mossad destekledi. Uganda'daki İsrail askeri delegenin başında bulunan Albay Baruch Bar-Levi'nin ihtilalde bizzat katkısı oldu. İsrailliler Obote'nin artan anti-Siyonizminden rahatsız olmuşlardı. Onlara göre İdi Amin iyi bir kukla olacaktı." (The Israeli Connection, Benjamin Beit-Hallahmi, sf. 62)

İdi Amin, Mossad'ın kendisine sağladığı yardımları karşılıksız bırakacak değildi, bırakmadı da. Entebbe Baskını bunun bir örneğiydi. İdi Amin, dış dünyaya karşı göstermelik antisemit politikasını sürdürdü. Sözde İsrail'den ve İsraillilerden "nefret ediyordu." (Entebbe Havaalanı'nda 90 dakika, Uri Dan, sf.107)

Gerçek böyle miydi? Fanatik bir antisemitmiş gibi davranan Amin'in, Entebbe Operasyonunda rehin alınan İsrailli yolculara karşı tavrı asıl gerçeği ortaya koyuyordu:

"İsrail haber alma servisinden rapor edildiğine göre, Uganda'nın Başkanı Amin yolcuların önünde, onların koruyucusu pozunda dolaşıyordu. Ve 'Yüce Tanrı tarafından sizleri kurtarmakla görevlendirildim' diyordu." (Entebbe Havaalanı'nda 90 dakika, Uri Dan, sf.22)

"Amin hergün değişik bir üniforma giyerek rehineleri ziyaret etmektedir. Küçük oğlu Şaron da onunla beraber dolaşmaktadır (bir zamanlar İsrail'de Şaron Hotel'de kaldığı için oğluna bu ismi vermiştir). İdi Amin Dada'nın annesi, oğluna Yahudi halkına iyilik etmesini vasiyet etmiştir." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.94)

Baskında kurtulan bir kişinin günlüğü, Amin'in rehinelere nasıl davrandığını gösteren bir diğer örnektir:

Resimde, yakın tarihin ünlü diktatörlerinden Zaire eski Devlet Başkanı Mobutu ve Etiyopya eski Devlet Başkanı İdi Amin beraber görülmektedir.

"İdi Amin bundan başka, Uganda'daki kalışımız süresince mümkün olduğu kadar rahat edebilmemiz için elinden geleni yapacağını söyledi. Afrikalı kadınlar bulunduğumuz yere koltuk taşıyorlardı. Herhalde hepimize yetecek sayıda koltuk getirdiler-yani 250 kadar. Bundan sonra kahvaltı verildi: çay, muz, ekmek, tereyağı, yumurta ve hatta patates. Arkadan bir doktorla bir hemşire geldi. Her birimize hasta olup olmadığımızı ya da tıbbi müdahale gerektiren herhangi birşeyimiz olup olmadığını sordular." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.59)

Rehin alınmış kişilere iyi davranılması elbette gerekli ve önemli bir davranıştır. Ancak bu hususların belirtilmesinin nedeni, bizim bu iyi tavra karşı olmamız değil, olayın içindeki bazı çelişkilerdir. Amin'in İsrail'e karşı hislerinin hiç de dünya televizyonlarında defalarca yayınlanan Entebbe filmlerinde anlatıldığı gibi olmadığı açıkça görülmektedir. İsrailli rehinelerin, İsrailli komandoların Ugandalı askerlere ateş açmalarını engellemeleri de Ugandalı askerlerin rehinelere karşı tutumlarını açıklar nitelikteydi.

"Patlak gözlülere zarar vermeyin.' (Rehinelerin, komandolara Ugandalılara ateş etmemelerini, onların daima kendilerine yardımcı olmaya çalıştıklarını söylemeleri üzerine eski terminal binasındaki Ugandalı askerlere zarar verilmemesi isteniyor.)" (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.183)
"Amerikan siyasetinin ‘şahin’lerinden biri olan Brzezinski de Entebbe’de yaşananların gerçek yüzünden haberdardır. ABD'nin Başkan adaylarından Jimmy Carter'ın dış politika danışmanlarından biri olan ve o gece İsrail haber alma örgütünün önde gelenleriyle beraber bir ziyafette davetli bulunan Profesör Zbigniew Brzezinski'ye de operasyon çıtlatıldı. Ziyafeti, kendisi gibi Polonya doğumlu olan Brzezinski'yle Polonezce konuşan Savunma Bakanı Peres veriyordu.

Savunma Bakanı, diğer bütün görevli bakanlar gibi, 'hiçbir şey yokmuşcasına' günlük işlerine devam etmek zorundaydı. Yıldırım Harekatı'nın çölde tam bir provasının yapıldığı o gece, Peres bir gün Henry Kissinger'in yerini alabilecek olan bir insanla beraber olmaktan memnunluk duyuyordu. Amerikan politikacılarının bir çoğunun çıktığı yer olan Columbia Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü olan 48 yaşındaki Brzezinski, sorunu, kendine has bir analitik yaktlaşım tarzıyla incelemeye koydu." (Entebbe Havaalanında 90 Dakika, Uri Dan, sf.88)

İdi Amin'in Mossad ajanlarına Entebbe Havaalanı'nda gösterdiği kolaylığa rağmen, Filistinlilerin bu eylemi nasıl rahatlıkla gerçekleştirip Uganda'daki Entebbe Havaalanı'na taşıdıkları da bir başka merak konusuydu. Bu sorunun cevabını da Alman istihbaratı vermektedir:

"Alman İstihbaratı Entebbe Baskını'na sebep olan uçak kaçırma olayı için şöyle bir yorum yapıyor; Bu mükemmel organizasyon, Mossad'ın bir kolu olan Shin Beth tarafından, Filistinlileri ön plana çıkararak organize edilmiştir." (The Israeli Secret Service, Richard Deacon, sf.304)

Münih Olimpiyat Köyü BaskınıÜzerindeki Şüpheler

Münih Olimpiyat Köyü'nde İsrailli sporcuların bir grup özel tim tarafından kurtarma operasyonu adıyla öldürülmesi, zihinleri kurcalayan önemli Mossad eylemlerindendir. İsrailli sporcular Olimpiyat öncesi pek çok tehdit almış olmalarına rağmen neden korumasızlardı. Olimpiyat köyünde, olay esnasında neden polis yoktu ve bu sporcuların kurtarılması için neden Filistinlilerin istekleri ısrarla yerine getirilmedi? Moshe Dayan'ın başkanlığında Mossad Şefi Zwi Zamir'in de aralarında bulunduğu, Münih'e gelen özel tim, kurtarma adı verilen katliamda ne gibi rol aldı? Golda Meir ve Zwi Zamir neden ısrarla uzlaşmaya yanaşmadı? Herkes özel timin Filistinlileri ve İsrailli sporcuları öldürdüğünü bildiği halde bu neden kamuoyundan gizli tutuldu ve neden katliam Filistinliler tarafından yapılmış gibi gösterilerek, Golda Meir'in kurduğu X Komitesi tarafından birçok Filistinli aydın katledildi?

İsrailli özel tim ile birlikte katliamı gerçekleştiren Alman Gizli Servisi BND'nin özel timi.

Olayla ilgili bazı ilginç bilgiler şunlardır:

  • İsrail Büyükelçiliği, Alman Hükümeti'ne bazı emirler vermiştir. (Le Monde, 17 Ekim 1992)
  • Yahudi Sosyolog Gilbert Mury: "Münih katliamı, eli silahlı kişilerin silahsız insanları öldürmesidir. Fakat bu silahlı kişiler, İsrailli sporculara ve Filistinlilere ateş açan Alman polisidir." açıklamasını yapmıştır. (Le Monde, 19 Eylül 1972)
  • Leon Schrimann: "İsrailli sporcuların sürekli korumaları o sırada neden görevlerinde değillerdi?" (Dossier Secret Sur Israel: Le Terrorisme, Vincent Monteil, sf.86)
  • Yahudi Sosyolog Gilbert Mury 6 kişinin imzasının bulunduğu açıklamasında, Golda Meir'in antlaşmaya razı olmayarak, İsrailli sporcuları ölüme mahkum etmesinin bir vahşet olduğunu belirtmiştir. (Dossier Secret Sur Israel: Le Terrorisme, Vincent Monteil, sf. 87)
  • Tel Aviv'den Moshe Dayan başkanlığında gelen özel bir tim, Alman polisiyle görüşmeler yapmıştır. (Dossier Secret Sur Israel: Le Terrorisme, Vincent Monteil, sf.8)
  • "Alman polisinin olayın başından itibaren FKÖ'lülerle vardığı antlaşmaya sadık kalmaya hiç niyeti yoktu. Bunun sebebi Bonn'daki İsrail yetkililerinin hiçbir şekilde rehine ve mahkum değiş tokuşuna yanaşmamasıdır... Alman polisi İsrailli sporcuların kimler tarafından öldürüldüğünü kesin olarak kanıtlayacak olan otopsi sonuçlarını halka açıklamayı da reddetmiştir." (Le Monde, 9 Eylül 1972)
  • "Eğer gerçekten Filistinlileri öldürmek için operasyon yapılmış olsa, her Filistinli için iki vurucu olması gerekirdi. Ama 11 Filistinli için sadece 5 tane vurucu vardı. Karanlıkta helikopteri kullananlar bile vurulmuşlardı. Diğer pilot yere yatıp ölü taklidi yaparak kurtuldu. Bu olayların tam ortasında olan Golda Meir, Willy Brandt'a karşı hiçbir kızgın ifade kullanmamıştı. Olay öncesi Tel Aviv'den Münih'e bir Boeing kalkmış ve iki uzmanı taşımıştı. İsimleri gizli, çok önemli bu iki İsrailli subay, Almanya'ya gelmişti." (L'Express, 11-17 Eylül 1972)
  • Yahudi Dayanışma Derneği Başkanı Bertram Zweiben, olay sonrası demecinde 'Bir misilleme hareketi ancak dünya çapında Arap diplomatlarının öldürülmesiyle olur' demiştir. (Dossier Secret Sur Israel: Le Terrorisme, Vincent Monteil, sf. 88)
  • "Münih Olimpiyat Köyü'nde ölen İsrailli sporcuların üzüntüsü yerini zamanla rehineleri kurtarma girişiminde başarılı olamayan Almanlara karşı duyulan kine bıraktı." (Şalom Gazetesi, 17 Haziran 1992)

L'express dergisinin Münih baskınını ele alan sayısı, "Münih'de Dram" başlığı ile yayınlanmıştı.

Filistinliler, esirlerin değiş tokuşunun sağlanması için gerçekleştirdikleri bu eylemin İsrail tarafından bu şekilde kullanılıp tüm Filistinli aydınların teker teker katledilmesine yol açacağını tabii ki düşünmemişlerdi. Fakat bir ölüm timi olan Mossad için, İsrailli sporcuların Filistinlilerin yanında öldürülmesi propaganda amacıyla kullanacakları küçük bir ayrıntıdan başka bir şey değildi. Bu olaydan sonra suçsuz birçok Filistinli, olayla ilgili oldukları gerekçesiyle öldürüldü. Oysa operasyon sırasında olayla ilgili Filistinliler, ölüm timi tarafından zaten öldürülmüşlerdi.

"Filistin Devrimci Destek Grubu olaydan sonra bir deklarasyon yayınlar. Yaptıkları hareketin insancıl amaçlı olduğunu söyler. 'İsrail hapishanelerinde çürüyen, acı çeken ve işkencelere maruz kalan 200 savaşçımızı almak için yapıldı. Alman polisi tarafından planlanan kanlı operasyon, tamamen Golda Meir'in isteği üzerine yapıldı. Bu vahşice hareket bu drama sebebiyet verdi. Filistinlilerin yaptığı insancıl harekete nazaran çok fazla vahşiydi. İmzalayanlar arasında üniversiteden Vincent Monteil, sosyolog Gilbert Mury, Dominikalı Paul Planquard ve bir avukat olan Michele Bauvilard vardı.' Aynı gün New York'ta bir teşkilat 'tüm dünyadaki Arap diplomatları öldürme kararı aldı.' Bu teşkilatın adı 'Yahudi Koruma Derneği' idi." (L'Express, 11-17 Eylül 1972)

İsrailli sporcuların öldürülmesi olayına, Alman Gizli Servisi BND'nin Mossad'la bağlantısını sağlayan Yahudi Başkanı Markus 'Misha' Wolf'un adının karışması, olay üzerindeki soru işaretlerini arttırmıştır.

"Üç yıl önce, Avrupa'nın en gelişmiş casusluk örgütünün başkanı olarak emekli olan, usta Doğu Alman casus Markus 'Misha' Wolf'un başlıca uluslararası terör saldırılarında suç ortağı olduğu sanılıyor.

The Post Gazetesi, yayımlanan bir köşe yazısında casus Wolf'un şu olaylarla ilişkisi olduğunu iddia etti: 1972 Münih Olimpiyatları'nda İsrailli atletlere karşı düzenlenen Kara Eylül saldırısına silah sağlanması..." (Şalom, 23 Mayıs 1990)

Mossad'ın Almanya'daki en güvenilir dostu BND Başkanı Yahudi Markus Wolf'un Münih olimpiyatlarında İsrailli atletlere karşı düzenlenen saldırıda silahları Filistinli Kara Eylül grubuna bizzat kendisinin temin etmesi, olaydaki Mossad güdümünün açık bir örneğidir. Kara Eylül grubunun Mossad hesabına çalışan Abu Nidal'le bağlantılı olması ise olayı daha açık hale getirmektedir. (Kara Eylül-Abu Nidal bağlantısı: The Middle East, Temmuz 1978)

Mossad'ın Nükleer Oyunları

Ben Gurion

Mossad'ın en önemli amaçlarından biri de İsrail'in büyük bir nükleer güce ulaşmasıdır. Bu doğrultuda nükleer silah üretimi için, dünyanın en büyük nükleer santrallerinden biri olan Dimona'nın kurulması amacıyla Mossad çeşitli operasyonlar düzenlemiştir.

İsrail'in kuruluşundan itibaren Devlet Başkanı Ben Gurion, nükleer güç elde etmeyi amaçlamış ve İsrail kurulduktan 7 ay sonra Maurice Surdin, Fransız Atomik Enerji Komisyonu üyesi ve Fransız atom bombasının mimarı, İsrail'e getirilmişti. Rus kökenli bir Yahudi olan asıl adıyla Moshe Surdin önderliğinde, İsrail Atomik Enerji Komisyonu 1952'de kuruldu. Başına Ernst David Bergman getirildi. Ben Gurion, bilim adamları, askerler ve politik danışmanlar, nükleer reaktör satın almak için her fırsatı kolladılar. 1955'de bir fırsat yakalandı. Tel Aviv'in 10 mil güneyinde Eisenhower'ın barış için atom programı dahilinde Nahal Sorek'te küçük bir reaktör oluşturuldu. Aynı yıl Şimon Peres daha büyüğü için Fransa'dan bir şans yakaladı. Ben Natan, Fransa'nın İsrail'e nükleer reaktör vermesi için lobi faaliyetlerinde bulundu. 3 Ekim 1957'de Bourgers Maunoury ve Dış İşleri Bakanı Pineau, Peres ve Ben Natan ile gizli bir antlaşma imzaladı. Antlaşma 24 megawatlık bir reaktörün gerekli teknik donanım ile İsrail'e verilmesini içeriyordu.

İsrail'de kapalı kapılar arkasında bu konu çok tartışıldı ve gizliliğini her zaman korudu. Nükleer santral herşeyi gizli olan bir ülkede tarihte görülmediği kadar gizli tutuldu. Peres, İsrail istihbaratından nükleer santralı korumalarını istemedi. Çünkü ona göre İsrail'in nükleer gücünün, ayrı bir nükleer istihbarat servisine ihtiyacı vardı. 1957'de Peres nükleer meseleler için yeni bir istihbarat servisi kurdu ve başına Benjamin Blumberg'i getirdi. Blumberg daha önce Haganah'da çalışmış, 1948-49 Savaşı'ndan sonra Shin-Beth'e katılmıştı. Shin-Beth'te görevi, Savunma Bakanlığı'nda ve çeşitli projeler üstünde çalışan fabrikalarda güvenliği sağlamak ve gizliliği korumaktı. Bu bölüme Lakam adı verildi. Lakam ajanları bilim ateşeleri olarak Avrupa ve ABD'deki İsrail konsolosluklarına giderler ve aldıkları bilgiyi Dış İşleri Bakanlığı'ndan önce ofislerine rapor ederler. Bilim danışmanları halktan her türlü bilgi almakla ve gönderildikleri ülkedeki bütün bilim adamları ile ilişkiye geçmekle yükümlüdürler. Peres'in desteği ile Blumberg, Lakam istihbaratını diğer branşlardan ayrı tutuyordu. Isser Harel bu konuda: "Devletin üst düzeyinde bazı kişiler bile Lakam'ı oluşturan ünitelerden habersizdir" demektedir.

İsrail'in Negev Çölü'ndeki Dimona Nükleer Santralı

"Fransa'dan gelecek yeni reaktör en gizli konudan bile daha gizli bir konu idi. Fransa'dan gelen yeni reaktör için Negev Çölü seçildi. (Negev Tevrat'ta İbrahim Peygamberin sevdiği vaha olarak geçiyor) Bu konuda sadece Lakam değil, Fransız istihbaratı da hassastı. Paris'ten papaz kılığında bir ajan Negev'e gönderildi. Dimona'daki bu inşaat için orada yaşayan halka bir tekstil fabrikası inşa edildiği söylendi. Bu fikir Blumberg'indi. Charles De Gaulle, İsrail'in Dimona Reaktörü'nü askeri amaçla kullanacağını hissediyordu ve bu, Fransız Başkanı rahatsız ediyordu. Mayıs 1960'da De Gaulle Dış İşleri Bakanına, İsrail Konsolosluğu'nu artık Dimona'ya uranyum göndermeyecekleri konusunda haberdar etmesini istedi." (Every Spy a Prince, Dan Raviv, Yossi Melmon, sf.66-74)

Fakat, İsrail nükleer silah üretmeye kararlıydı. Gerekli malzemeleri bulmak için yeni operasyonlar düzenledi:

"Fransa'nın silah ambargosu koyarak uranyum sevkiyatını durdurması üzerine İsrail zor durumda kalmıştı. Moshe Dayan her ne pahasına olursa olsun atom bombası istediğini belirterek 'gerekirse bu nesneyi çalmalıyız' diyordu. Isser Harel'in yerine Mossad şefi olan Meir Arit 200 ton uranyum bulma görevini üstlenmişti. Uranyum bulma operasyonu son derece gizli işler arasındaydı. Bu komando harekatına kimyada bir kurşun bileşiminin adı verildi: 'Plumbot Operasyonu'.

İsrail Gizli Servisi Brüksel'deki Madenler Genel Merkezi'nde büyük miktarda uranyum bulunduğunu tespit etmişti. Bu uranyum MGM'ye, Belçika Kongosu'nda faaliyet gösteren bir firmadan kalmıştı. Uranyum Antwerpe'nin doğusunda bir köyde depo edilmişti. Mossad şüpheyi çekmeden uranyum satın alacak bir iş arkadaşı aramaya başladı. Tabii bu arkadaş uranyumu olduğu gibi İsrail'e devredecekti.

Nihayet Mossad ajanı Daniel Aerbel uygun bir tip bulduğunu bildirdi. Bu, Alman iş adamı Herbert Schulzen'di. Shulzen, Wiesbaden de 'Asmara Kimya Şirketi'nin ortağıydı. Bu şirket kimyasal ve radyoaktif zehirlenmelere karşı kullanacak yeni ilaçlar ve yöntemler bulmakla uğraşıyordu." (Hayat Dergisi, 24 Aralık 1980)

"Fakat Shulzen'in küçücük şirketinin 200 ton uranyumu değil işletmek, depo bile edemeyeceği Belçika'daki MGM'nin şef yardımcısı Denis Dewez tarafından anlaşılması zor olmayacağından, Asmara'ya İtalya'dan Sarca adında paravan bir ortak firma bulundu." (Hayat Dergisi, 5.1.1981)

"Zürih'te 24 saatte 1500 marka kurulan Biscayne Traders Shipping Corp. aracılığıyla Liberyalı bir deniz ulaşım şirketi kuruldu. Şirketin başkanı Mossad ajanı Daniel Ert'ti. Şirketin diğer ortağı ise Türk armatörü Burhan Yarısal idi. 1968, 27 Eylülü'nde Burhan Yarısal'ın 1.2 milyon Mark ödeyerek aldığı 78 metrelik Scheersberg adını taşıyan geminin yönetimi de Mossad'ın emriyle Percey Barrov'a verildi." (Milliyet, 27 Kasım 1986)

"Türk Armatörü Burhan Yarısal olarak geçen şahıs Benjamin Yeruşalmi adındaki Mossad ajanıydı. Mossad'ın güvenilir elemanlarından Benjamin Yeruşalmi, nasıl becerdiği bilinmemekle birlikte bir Türk pasaportu edinmiş ve Burhan Yarısal kimliğine bürünmüştü." (Milliyet, 27 Kasım 1986)

"Yeni kaptan Londra'dan uçakla gelirken beraberinde tamamen Mossad ajanlarından oluşan tayfalarını da getirtmişti. Uranyumun her hareketi AET içinde Euratom denilen teşkilat tarafından denetleniyordu. Euratom sonunda Mossad tarafından ayarlanan Dewez'in baskılarıyla uranyum ticareti için izin verdi. 29 Kasım 1968 günü gemi gece yarısında Kıbrıs açıklarındaki bir İsrail tankerine yanaşarak yükünü bıraktı." (Hayat Dergisi, 1 Ocak 1981)

"İsrail tankeri yüklediği uranyumu Hayfa Limanı'na getirir ve bu kıymetli madeni oradan İsrail nükleer santralı Dimona'ya götürür. Euratom, olayı ancak 7 ay sonra fark eder." (Hayat Dergisi, 1 Ocak 1981)

Euratom olayı 7 ay sonra mı fark etti? Yoksa Euratom ve Atom Enerjisi Komiserliği Başkanları olayı örtbas mı etti? Bunlar birer soru işareti olarak belleklerde kaldı.

Benjamin Yeruşalmi ya da Burhan Yarısal

"NATO'da Üçüncü Dünya ülkelerine karşı nükleer silah kullanımını öngören planlar tartışılıyor. Dağılan Sovyetler Birliği'nin eski Cumhuriyetleri, Irak, Libya, Kuzey Kore, Mısır, Şili, İran ve Hindistan'a yeni tehdit kaynakları gözüyle bakılıyor. Oysa 1960'lardan beri faaliyetleri pekala bilinen bir nükleer sabıkalı daha var dünyada. Batı'nın özenle 'kara liste' lerin dışında tuttuğu, bütün suçlamalardan uzakta yaşayan bu ülkenin adı İsrail.

Amerikalılar, gazetecilerin ortaya attıkları soruları bugüne kadar geçiştirmeyi tercih ettiler. Elde yeterli kanıt bulunmadığını söyleyip, birçok suçlamayı UFO hikayeleriyle bir tuttular. 1990'da İngiltere Avam Kamarası'nda bir soruyu yanıtlayan eski Dış İşleri Bakanı William Waldegrave, 'İsrail, bilgimiz dahilinde, hiçbir zaman kimyasal, biyolojik ve nükleer silahlara sahip olduğunu doğrulamadı ya da inkar etmedi' demekle yetinmişti.

Son altı yılda İsrail'den gelen nükleer tehlikeyle ilgili pek çok makale ve kitap yayınlandı. 1991'de çıkan "The Samson Option" kitabının yazarı Seymour Hersh, ABD Başkanlarını, İsrail'in sürekli genişleyen nükleer gücünü dünya kamuoyundan saklamakla suçladı. Çeşitli çevreler, Batılı ülkelerin, casus uydularına ve kamuoyunun henüz haberdar olmadığı ileri teknolojik yöntemlere rağmen İsrail'e inanmasının 'saflık' olacağını belirttiler.

Nükleer silahların sınırlandırılması antlaşmasını imzalamayan İsrail'in füzeleri, tüm Yakın ve Ortadoğu'yu vurabilecek kapasitede. Nükleer savaş başlıkları yerleştirebilen füzeler Türkiye'ye de uzanabiliyor. İsabet oranı yüksek Jericho 2B tipi balistik füzeler, 1660 km'lik menzilleriyle Trakya'nın tümünü hedefleyebiliyor. İsrail'in elindeki diğer füzeler ve özellikleri şöyle sıralanıyor: Jericho 1, Fransa kökenli, menzili 650 km. Jericho 2, İsrail'de geliştirilmiş, menzili 1450 km. Şavid füzeleri, İsrail yapımı, menzili 4500 km. ABD'nin İsrail'e verdiği Lance füzeleri, menzili 96 km. Yine ABD'nin verdiği MGM5-2C tipi Lance füzeleri, menzili 130 km. Nükleer savaş başlıklarını yerleştirebileceği savaş uçakları ve uzun menzilli topları bulunan İsrail, nötron bombası yapımında kullanılan araçlarla, bir kenti yok edebilecek güçte hidrojen bombalarına da sahip." (Nokta Dergisi, 7-13 Mart 1993)

CIA'in Sırlarını Çalan Mossad Ajanı:Jonathan Pollard

Resimde CIA'in sırlarını çalan Mossad ajanı Pollard görülüyor.

Mossad'ın bir güç gösterisi olarak gerekleştirdiği eylemlerden birisi de, Siyonist Pollard vasıtasıyla CIA'in sırlarını çalınmasıydı.

"Jonathan Pollard: ABD donanma istihbaratında İsrail için casusluk yapan bir Siyonistti." (Dangerous Liaison, Andrew and Leslie Cockburn, sf.40)
"Pollard'ın casusluk olayı, İsrail'in Amerikan istihbarat sırlarını almak için giriştiği çabanın bir göstergesidir. Jonathan Pollard, İsrail için casusluk yapan, Birleşmiş Milletler Denizcilik İstihbarat Servisi'nde bir memurdu. 31 yaşındaki Amerikalı, Washington'daki İsrail Büyükelçiliği'ne sığınmaya çalışırken, FBI tarafından yakalandı. Bu, iki müttefik arasındaki ilişkilerde gerginliğe sebep oldu.

Raporlara göre İsrail, Amerikan istihbaratının İsrail ve Arap ordusunun çalışmalarıyla ilgili bilgilerini detaylı olarak biliyordu. Operasyon, Başbakanın istihbarat danışmanı Rafael Eitan'ın kişisel emirleriyle yürütüldü. Eitan, Ariel Şaron'a politik olarak çok yakındı... Resmi yetkililer şüpheleniyorlardı, çünkü meslektaşları Pollard'ı çeşitli dökümanları ofisin dışına çıkarırken görüyorlardı." (Middle East International, Ocak 1986)

"FBI yöneticisi Raymond W. Vannal, FBI'ın Amerika'da yaşayan en az bir düzine ajanın İsrail'e bilgi sızdırdığını bildiğini söylüyor. Pollard birçok defa Pentagon'dan kutularla bilgi çaldı. Pollard bilgileri Siyonist Albay Avrem Sella'ya veriyordu. Pollard askeri bilgileri elde ettikten sonra Paris'e gitti, orada onu ünlü Mossad ajanlarından Rafael Eitan ve Sella karşıladılar... İsrail Konsolosluğu'nda çalışan Joseph Yagur da, Pollard'ı besleyenlerdendi. Pollard, geri götürülmesi gereken dökümanları fotokopisi çekilmek üzere, İsrail Konsolosu Sekreteri Irit Erbin'in Washington'daki apartman dairesine götürüyordu." (Middle East International, 13 Haziran 1986)

"Pollard Washington'a dönünce 3 haftada bir ABD askeri merkezinden bilgi çaldı. Diğer sonbaharda Pollard İsrail'e lüks bir gezi yaptı. Jonathan adına bir pasaportla yolculuk yapıyordu. Olay ortaya çıkınca İsrail, ABD'den özür diledi. Dönemin Dış İşleri Bakanı Yahudi George Schultz özürü kabul etti. Olay hükümet tarafından örtbas edildi. Binlerce belge çalındığı halde, 163 tanesini geri getirdi." (They Dare to Speak Out, Paul Findley, sf.334)

Pollard olayını düzenleyenler ise İsrail tarafından ödüllendirildiler:

ABD Dış İşleri Bakanı George Schultz'un, Pollard olayının örtbas edilmesinde büyük katkıları oldu. Schultz İsrail eski Başbakanı Şamir'le birlikte.

"Pollard casusluk olayında rol oynayan iki İsrailli ise çok önemli görevlere getirildi." (They Dare to Speak Out, Paul Findley, sf.334)

"İsrail hükümeti kendileri için ajanlık yapacak olan Pollard'ı işe alanları ödüllendirmeyi üzerine almıştı." (Middle East International, 13 Haziran 1986)

"Bu tarihi raporlar, İsrail'in geçmişte yaptığı tüm denemelerin affedildiğini gösteriyor. 1979 CIA raporuna göre İsrail'in en önde gelen istihbarat adamları olaylardan sıyrılmıştı." (Middle East International, 13 Haziran 1986)

"İsrail Devleti'nin Başhahamı Mordechai Eliyahu, Pollard'ı ziyaretinde onu kutsayarak, kendisine bir siddur verdi." (Washington Jewish Week, 19 Mart 1992)

İsrail"in niçin böyle bir operasyon düzenlediğini, Başkan Reagan'ın şu ifadesi gözler önüne sermektedir:

"İsrailli casusun 21 Kasım'da Washington'da yakalandığını duyduğunda, Başkan Reagan, hükümet sekreterine dönerek sordu 'Neden bunu yapıyorlar?'. İsrail sadece sormakla öğreneceği bilgiler için neden Pollard'ı kullanarak çalmıştı?" (Middle East International, 25 Temmuz 1986)

Mossad'ın böyle bir operasyon düzenlemesinin nedeni, kendi müttefiklerine bile yaptığı güç gösterisi alışkanlığıydı.

Mossad Pollard Yöntemini Daha Önce de Uygulamıştı

"64 kişilik haham komitesi Pollard'ı ziyarete gidiyor." (Jerusalem Post, 5 Aralık 1992) "Milyonlarca Yahudi Pollard'ın hapisten çıkması için Beyaz Saray'a mektup yazdı." (Jerusalem Post, 21 Kasım 1992) "Jonathan Pollard'ın serbest bırakılması için kurulan İsrail Halk Komitesi'nin Başkanı Amnon Dror, Bush'un görevinden ayrılmasından önce Pollard'ın bırakılmasını istedi." (Jewish Bulletin, 18 Aralık 1992) İsrail'in Başhahamı Mordechai Eliyahu da Pollard'ı hapishanede ziyaret edenler arasındaydı.

Mossad, müttefiklerini bile oyuna getirme yöntemini daha başka olaylarda da uygulamıştır. Bir güç gösterisi olan bu operasyonlar aynı zamanda gerçek "patron"un kim olduğunu hatırlatmak amacıyla tekrarlanmıştır:

"1979'da ABD'nin İsrail Büyükelçisi Andrew Young, FKÖ'yle resmi olmayan bir buluşma ayarlamaya çalışırken telefonları dinlendi...

1980'de Washington Post köşe yazarlarından Jack Anderson'un açıklamasına göre ABD Hava Kuvvetleri istihbaratının yardımcı müdürü Joseph Churba gizlilik konusundaki temizliği kaybetti. Churba, Reagan'ın danışmanıydı...

Diğer bir İsrail istihbarat olayı da 1978'de gerçekleşmiştir. Dış İlişkiler Senatosu'nun komitesindeki bir yaver olan Stepen Bryen, sözde Arap ordusu hakkındaki Pentagon'un bilgilerini İsrail resmi yetkililerine sunmuştu. FBI bu konuda araştırma yaptı, Adalet Bakanlığı da yaptı ama sonuçsuz kaldı...

Aynı şekilde 1960'ların ortalarında CIA ve FBI'ın yaptığı bir araştırma da sonuçsuz kalmıştır. Mossad 200 ton plutonyumu Pennsylvania'daki üretim merkezinden başka bir yere aktarmıştı. Merkezin sahibinin New York'taki İsrail Büyükelçiliği'yle yakın bağlantısı olduğu öğrenildi." (Middle East International, Ocak 1986)

"Amerikalı yazar Seymour Herch'e göre bu nükleer fabrika kanunsuz kurulmuştu. İsrail hala bu casusluk ve istihbarat operasyonlarına Amerika'da devam etmektedir." (Middle East International, Ocak 1986)

Mossad Ajanı Vanunu, İsrail'e İhanet Etti mi?

Vanunu'nun Dimona reklamını yaptığı The Sunday Times, "İsrail'in Nükleer Sırları Açıklanıyor" başlığı ile çıktı.

1986 yılında tüm dünyada yankı uyandıran bir olay gerçekleşti. İsrail'den kaçan bir teknisyen, bir İngiliz gazetesine İsrail'in dev bir nükleer santral inşa ettiğini ve burada çok sayıda nükleer silah ürettiğini açıkladı. Söz konusu reaktör, Negev Çölü'ne kurulmuş olan Dimona Nükleer Santrali idi. Dünyanın en büyük birkaç nükleer santralinden biri olan Dimona'nın haberini veren kişi ise, bir hahamın oğlu olan İsrail'e 8 yaşında yerleşmiş Vanunu idi:

"Bir hahamın oğlu olan Vanunu nükleer teknisyen olarak çalışmış ve radikal politikaya sürüklenerek İsrail'in Komünist Partisi olan Rakah'a girmiştir." (Newsweek, 10 Kasım 1986)

Olay gerçekten bu kadar basit miydi? Vanunu, İsrail'e gerçekten ihanet etmiş miydi?

Mossad ajanı Vanunu

"The Sunday Times, Dimona'daki İsrail'in nükleer programından bahsettiğinde bütün gözler bu sırları açıklayan Vanunu'ya çevrildi. İsrailli teknisyen Vanunu İsrail'in sadece nükleer silah üretmeyi bildiğini değil, bunu ürettiğini gösteren fotoğraflar ve belgelere sahipti. Bu rapor pek çok cevaplandırılması gereken soruyu da beraberinde getirdi.

Vanunu'yu bu bilgileri açıklamaya iten hareket noktası neydi ? Neden ihanet etmişti? Binaya kamerayı nasıl sokmuştu ve yakalanmadan 60 fotoğrafı nasıl çekmişti? Belki bunu yapmasına izin verilmişti. Neden Vanunu gerçek bir güvenlik araştırması yapılmadan Dimona'da işe başlatılmıştı? Ve neden Vanunu birdenbire en hassas yer olan radyoaktif ayrıştırmaların yapıldığı ve bombanın hazırlandığı Machon II'de çalıştırılmaya başlanmıştı?

Olay patlak verdikten kısa bir süre sonra, İsrail'deki bir günlük gazete olan Haaretz başyazısında artık süper güçlerin dışarıya uydurma haber taşıyanları kullanmaktan kaçındıklarını yazmıştı. Fakat Mossad kaynaklı bu haber bile Vanunu olayından şüpheleri uzaklaştıramadı. Alevlenen bölgesel tahminlere göre o sahte muhbirdi. Vanunu'nun hem birdenbire haber olması, hem de ortadan kaybolması, her ikisi de çok tuhaftı. Onca plan yapıp fotoğrafları kaçıran biri için hikayesini bastırmak için yaptığı girişimler çok acemiceydi. Bütün aksi iddialarına rağmen kendi kişisel güvenliği konusunda çok gevşekti. Birçok kişi onun bir hikayesi olduğunu biliyordu ve bunu açıklayabilirlerdi. Bu olay olmadan evvel Londra'daki İsrail Konsolosluğu'na Dimona'da görevli kişilerin tanıtılması için pasaportunun kopyası yollanmıştı. Orada başka insanlarla bağlantı kurması imkansızdı. Fakat The Sunday Times ona erişmişti. Vanunu İsrail'in nükleer gücünü ortaya çıkarmıştı. Bu bir kaza mıydı yoksa önceden mi hazırlanmıştı? Tabii ki Vanunu'nun herşeyi bilmesi gerekmezdi, ama tahmin edilebilecekler dışında bir şey açıkladığı da söylenemez." (Middle East International, 7 Kasım 1986)

Amaçlı Sızıntı

The Sunday Times'da yayınlanan bu makale İsrail'in, Batı'daki istihbarat servislerinin 15 katı kadar olan 200'e yakın nükleer savaş başlığına sahip olduğunu bildirilmiş, bu hikayeyle ilgili fotoğrafların Güney İsrail'deki Dimona nükleer yerleşim yerinde çekildiği söylenmişti. Gazete kaynağının Mordechai Vanunu isimli 32 yaşında, 10 yıl Dimano'da çalışmış, İsrailli bir nükleer teknisyen olduğu belirtildi.

Makalenin yayımlanmasından sonra Vanunu, Londra'da gözden kaybolmuştu. Raporlara göre Vanunu, İsrail istihbarat teşkilatı Mossad tarafından kaçırılmış ve devlet sırlarını açıklamak suçundan yargılanmak üzere İsrail'e götürülmüştü.

İsrail, nükleer gücünü göstermek için sergilediği Vanunu olayını beyaz perdeye de aktardı. "Secret Weapon" adlı film bunun örneklerinden.

"Vanunu olayı, bazı İsraillilerin bu olayın İsrail'in askeri gücünü düşmanlara karşı ispatlamak üzere hükümetin planının bir parçası olduğuna inanmalarına yol açtı." (Newsweek, 10 Kasım 1986)

"Bazı kaynaklar, The Sunday Times'a yapılan açıklamanın İsrail tarafından sızdırıldığını ve böylece İsrail'in gözdağı vermeyi amaçladığını iddia etti." (Tercüman, 21 Ekim 1986)

"Vanunu sonrası çıkan skandal İsrail gizli servislerinin Arap ülkeleri karşısında İsrail nükleer gücünü daha caydırıcı göstermek için yapılmıştı. Bu tez İsrail için çok iştah açıcıydı. Çünkü İran-Irak Savaşı'na baktığımızda çok büyük bir potansiyel açığa çıkıyordu. Bunlar İsrail için yeni bir tehditti. Mossad atom bombası gücünü kanıtlamak için böyle bir senaryo planlayabilirdi. Zaten Shin Beth'in (İsrail İç Güvenlik Servisi) Vanunu'nun yaptıklarını anlamamış olmasına kimse inanmadı." (Israel Ultra Secret, Jacques Derogy-Hesi Carmel, sf.66)

Espionage dergisi de Vanunu'nun Mossad için çalıştığını veya Ortadoğu politikasında bir piyon olarak kullanıldığını belirtiyor.

"Mordechai Vanunu, İsrail'de bir yerlerde iyi korunan bir hücrede. İsrail gizli servisi adına iş yapmış olan Vanunu'nun durumu bugün çok karışık bir sır.

Vanunu söylentiye göre politikada sol görüşe sahip biri ve Filistinlilere sempati duymaya başladı. Bunu gizlemedi de. İlk sır burada ortaya çıkıyor? Böyle bir politikaya sahip olan Vanunu'nun İsrail'in en gizli nükleer araştırma bünyesi olan Dimona'da çalışmasına nasıl izin verildi? Yalnızca çalışmasına izin verilmekle kalınmayıp gizli silah yapımı için bir araştırmacı teknisyen olarak da nasıl görev aldı?

Vanunu'nun bu açıklamaları öncesinde Suriye, İsrail'e karşı askeri bir harekat düşünüyordu. Vanunu'nun açıklamalarının Suriye'nin hareketlerini kısıtlamak için İsrail'in özel bir planı olduğunu söylemek mantıksız değil. Vanunu'nun The Sunday Times'a verdiği fotoğrafların çabuk çekildiği düşünülürse kalitesi biraz fazla kaçıyordu? Hergün çekilen değişik askeri tesisat resimlerini andırıyordu. Bu yüzden Vanunu Mossad için çalışıyordu veya Ortadoğu politikasında bir piyon olarak kullanıldı. Söylenti bitmiyordu. Vanunu Avustralya'ya giderken Moskova'da durmuştu. Diğer durduğu durak da Bangkok'du. İsrailli müfettişlere göre ise Vanunu transit bir yolcuydu. Bu iki durakta da Vanunu'nun cebinde mikrofilmler olduğu halde KGB ajanlarına bunu vermemişti. Belki bunu başka merkezlere verecekti. Öyleyse bunları kendi adına mı yoksa Mossad adına mı yapıyordu?

İşler Vanunu'nun İsrail'e geri dönmesiyle daha da karışıyor, sarışın bir kadının Vanunu'yu kandırıp yatla İsrail'e kaçırma hikayesi doğru mu? İsrail'in dediğine göre, Vanunu iki yıldır Dimona'daki bu faaliyetini de kapsayan bir günlük tutuyordu. Bu söylentiye göre Vanunu bir kız arkadaş bulamadığı için intihar edeceğini yazmıştı. Defteri başkasının yazdığı düşünülüyor. Kim ve neden? Yine şüpheler Mossad'da toplanıyor." (Espionage, Mayıs 1987)

Mossad, Senelerce Vanunu Şovu'nu Sergiledi

31 Temmuz 1992 tarihli Jewish Chronicle'da Vanunu'nun hapishane şartlarının iyileştirilmesiyle ilgili yazılar yer aldı. Bu akla bir soru getirmektedir: Artık Vanunu şovunun sonuna mı gelindi? Şu unutulmamalıdır ki, Mossad bir ölüm timidir, ihanete verdiği ceza ölümdür ve eğer Mossad Vanunu'yu öldürmeyip yıllarca bu şovu sürdürmüşse, Vanunu olayı belleklerde uzun süre kalacaktır. Mossad bu tür yalan haber yayma olaylarını ustalıkla kullanarak güç gösterisi yapmaktadır.

"Tel Aviv bölgesinde İşçi Partisi Sekreteri olan Eliahu Speiser'in belirttiğine göre İsrail İşçi Partisi Simon Peres'in özel faaliyet alanı oldu. Peres sadece kendisinin ayrıntıyla bildiği skandalları kamufle etti: Vanunu, Pollard, Shin Beth olayı, İran trafiği. Bunlar sistematik yalan haber yayma (dezinformasyon) olaylarıdır ve bunların yanlış bilgilendirme özellikleri KGB'ninkinden çok daha gerçekçi..." (Israel Ultra Secret, Jacques Derogy-Hesi Carmel, sf. 229)

"Mordechai'nin davasını üstlenen İsrail'in tanınmış avukatlarından Avigdor Feldman'a göre davada herşey ilk başından beri İsrail Gizli Servisi'nin istekleri doğrultusunda organize ediliyor." (Nokta Dergisi, 7-13 Mart 1993)

Vanunu, 1960'lardan Beri Bilinen Nükleer SantralıBir Sır(!) Olarak Açıkladı

Vanunu olayı 7 yıl boyunca kamuoyunu meşgul etti. Vanunu mahkemeye götürülürken.

"John Mc Cone, yeni alınan istihbarata göre İsrail'in Negev'te Fransızların yardımıyla gizlice bir nükleer reaktör inşa ettiğinin ortaya çıktığını söyledi. Ve Times muhabiri Finney'in bu haberi yazmasını istedi. Finney, 19 Aralık 1960'da Times'ın birinci sayfasında İsrail'in Dimona'da bir nükleer santrala sahip olduğunu yazdı. Bu haberde Finney Amerikan kamuoyuna, Art Lundahl ve Dino Brugioni'nin iki yıldan daha fazla bir zaman önce Beyaz Saray'a bildirdiği şeyleri anlatıyordu. İsrail, Fransızlar'ın yardımıyla plutonyum üretecek bir nükleer reaktör inşa ediyordu." (The Sampson's Option, Seymour M. Hersh, sf.100)

1960'lardan beri bilinen İsrail'in Dimona'daki Nükleer Santrali hakkında, 1986 yılında Vanunu'nun söyledikleri İsrail için gerçekten ihanet olabilir mi? Oysa 1980 yılının Aralık ayında Türkiye'de yayınlanan Hayat Dergisi'nin Mossad adlı yazı dizisinde bile İsrail'in Negev Çölü'ndeki Dimona adlı nükleer santralinden ayrıntılı biçimde bahsediliyordu. Dergide Dimona Nükleer Santrali'ne ait bir resim dahi bulunuyordu. Hatta İsrail'in 1960'lardan beri Dimona'daki santral için gerekli uranyumu bulmak amacıyla giriştiği casusluk oyunları da bilinmekteydi. ABD Devlet Başkanı Kennedy'nin Dimona'daki nükleer santrale karşı çıkması ve daha sonra gelişen esrarengiz ölümü de Dimona'nın bir sır olmadığını anlamak açısından önemli bir bilgidir.

Mossad'ın Bir Başka Casusluk Numarası: "Eichmann'ın Kaçırılması"

Eichmann neden kaçırıldı?

Kaçırılan Eichmann mı, yoksa Eichmann hala yaşıyor mu?

Eichmann'ın anıları 1992'de nereden çıktı?

Mossad'ın Eichmann şovu ne kadar gerçek?

Tarihçiler, II. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Naziler tarafından yaklaşık 29 milyon sivil insanın toplama kamplarında, gettolarda, siyasi cinayetlerde katledildiğini bildirmektedirler. Kuşkusuz bu katliamdan en çok payını alan Yahudiler olmuştur (Soykırımda öldürülen Yahudilerin sayısı 6 milyonu bulmaktadır), ancak onlarla birlikte Çingeneler, Polonyalılar, Slavlar, dindar Katolikler, Yehova Şahitleri, bedensel ve zihinsel özürlüler gibi farklı etnik, dini veya sosyal gruplara ait milyonlarca insan daha hayatını kaybetmiştir. Sağduyu sahibi tüm insanlar gibi biz de, bu eziyetleri ve işlenen cinayetleri kınıyoruz. Ancak bu noktada, önemli bir tarihi gerçeğin de vurgulanmasında yarar görüyoruz. Tarihi belgeler ve kaynaklar, Nazi Almanyası'nın İsrail'in bazı kurucuları (yani Siyonistler) ile gizli bir iş birliği içinde olduklarını göstermektedir. Bunun nedeni, Siyonistlerin Nazi baskısının Avrupa Yahudilerini Filistin'e göç etmeleri için iyi bir gerekçe oluşturacağını düşünmeleridir. Kendi soydaşlarına -ve daha pek çok millete- korkunç bir zulüm getirecek olan Nazi İmparatorluğu'nu, ekonomik ve siyasi yönden desteklemiş, Naziler'in ırkçı politikalarını alkışlamışlardır.

Eichmann olayının en önemli parçası yapılan duruşmalardı. Eichmann'ın avukatının dahi Yahudi olması bu olayın çapı hakkında bilgi vermeye yetmektedir.

Bu ise önemli bir konudur, çünkü Nazi vahşeti ve bu vahşete maruz kalan Yahudilerin trajedisi, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana politik bir malzeme olarak kullanılmaktadır. İsrail Devleti, kendi işgal ve terör politikalarını meşrulaştırmak ve kendisine yönelik eleştirileri susturmak için, sürekli olarak "soykırım" kavramına sığınmıştır. İsrail'in kurulması, büyük ölçüde soykırım kavramının getirdiği uluslararası destek ve sempati sayesinde mümkün olmuştur.

Bu amaçla düzenlenmiş olan operasyonlardan biri de ünlü Eichmann olayıdır. Adolf Eichmann, Nazi Almanyası'nın Siyonizm'e duyduğu sempati ile ünlü subaylarından birisidir. Koyu bir Siyonizm taraftarı olan Eichmann'ın görevi ise, Yahudilerin göç işleri ile ilgilenmektir. Savaş öncesinde ve sırasında Eichmann ve Siyonistlerin ittifak halinde hareket ettikleri bilinen bir gerçektir. (Bkz. Harun Yahya, Soykırım Vahşeti)

Ne var ki savaş sonrasında, Eichmann Mossad tarafından gizlendiği Arjantin'de yakalanıp İsrail'e götürüldü, yargılandıktan sonra da idam edildi. Pek çok soru işareti ile dolu olan kaçırılış öyküsü kısaca şöyledir:

Mahkemede Eichmann'ın koltuğunda oturan, daha sonra da yakılıp külleri denize savrulan gerçekten Eichmann mıydı?

"11 Mayıs 1960'da akşam saat 6:30'da, Eichmann her zamanki gibi otobüsten indiğinde, 3 kişi tarafından etrafı sarıldı. Bir dakikadan kısa bir süre içinde bekleyen bir arabaya bindirilip, Bueonos Aires'te kiralanmış bir eve götürüldü. Hiçbir uyuşturucu, ip ya da kelepçe kullanılmadı. Profesyonelce Eichmann tanındı ve hiçbir şiddete gerek kalmadı. Kim olduğu sorulduğunda 'Ben Adolf Eichman'ım' ve şaşırtarak ekledi: 'İsraillilerin elinde olduğumu biliyorum' dedi. (Daha sonra açıkladığına göre bir gazetede Ben Gurion'un Eichmann'ın bulunup yakalanmasını istediğini okumuş)" (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.219)

Kimdir Eichmann? Bunun cevabını diğer bir Yahudi kaynağı Encyclopedia Judaica'da şu şekilde açıklanmaktadır:

"Savaşın sonunda Eichmann hapse atıldı. Fakat gerçek kimliği bulunamadı. Hapisten kaçıp 1950'de Arjantin'e gitti. Ricordo Klement adı altında Buenos Aires'de yaşadı. Dünya çapında yapılan araştırmalar Mayıs 1960'da sona erdi. İsrailliler, onu zorla alıp İsrail'e uçurdular. Bu olayda İsrail, hem ABD'den hem de SSCB'den destek gördü. (Nazi suçlularının yargılanması olayında) 1961 Nisanı'ndan Aralık ayına kadar süren duruşmasında suçlu bulundu. Eichmann 1962'de İsrail'de savaş suçlusu olarak Ramleh Hapishanesi'nde asıldı, ölüsü yakıldı, külleri Akdeniz'e döküldü." (Encyclopedia Judaica, cilt 6, sf.520)

Yahudi kaynaklara göre Eichmann'ın öyküsü bu şekilde. Fakat işin aslı nasıldı? Mossad Eichmann'ın arkasında hiçbir iz bırakmadı, hatta külünü bile. Kaçırılanın Eichmann olup olmadığı ise sadece Mossad tarafından bilinen bir sır olarak kaldı. Fakat Eichmann'ın hayatı bu sırları araladı ve gerçekler su üstüne çıkmaya başladı.

Eichmann Aynı Zamanda Mason

"Eichmann'ın gençlik arkadaşlarından çalıştığı şirkete kadar hepsi Yahudi cemaatinin içindeydi. Masonlara yaklaşması da bu sıralarda oldu ve Schlaraffia Locası'na kabul edildi." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.28)

"Hemen ardından da bir Nazi olarak daha iyi görev yapacağına inandığından SS teşkilatına alındı. O yıllarda bugün bilinenin tam aksine Nazi Partisi masonlarla dolup taşmaktaydı. Eichmann'ın görevindeki ilk işi masonluk hakkındaki bütün bilgileri dosyalamak ve masonluk müzesini kurmak oldu. Ardından Yahudilerle ilgili yepyeni bir bölüme geçti." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.33)

Eichmann'ın kariyeri de bu sıralarda başladı. Theodor Herzl'in "Der Judenstaat"ını (Yahudi Devleti) okuduktan sonra Siyonizmi SS arkadaşları arasında yaymayı amaçladı. Eichmann'a verilen görev Almanya'daki Yahudilerin Filistin'e gönderilmesiydi. Eichmann 1935 yılında Alman polis kararnamesinde, Filistin'e göç etmeye eğilimli olan Siyonist gençlerin, diğer Yahudilere oranla kayırılmasını öneren bir kanun çıkarılmasını da başarmıştı.

Nazi Savaş Suçlusu olarak yargılanan Eichmann, aslında koyu bir Siyonizm taraftarı idi.

"Amaçlanan tek şey Alman Yahudilerinin kendi istekleriyle ya da bilinen diğer yollardan Filistin'e göçünü sağlamaktı. Aynı yıl içinde Eichmann, Haavarah-Transfer adıyla bilinen bir antlaşmanın Nazi otoriteleri ve Filistin Yahudi Acentası arasında yapılmasını sağladı. Bu antlaşmaya göre Filistin'e gidecek olan Yahudiler paralarını da yanlarında götürebileceklerdi. Bunların yanısıra Eichmann Filistin'e gidecek öncülerin kullanması için 6 milyon poundun da toplanması işiyle ilgilendi." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.58)

"1937 yılında Eichmann, Filistin topraklarının Yahudilerin yerleşmesine uygun olup olmadığını araştırmak üzere Filistin'e gitti. O sıralarda bir Nazinin ülke dışına çıkması, özellikle uzak bölgelere gitmesi yasaktı." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.56-57)

"Bir yıl sonra Yahudi Göç Ofisi'nin Viyana Başkanı olarak Viyana'ya atandı." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.39)

"Burada Siyonist delege Motze Bar Gilad'la bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşma uyarınca, Eichmann genç Yahudilerin yetişmesi için Viyana dışında bir çiftlik satın aldı. Gerekli malzeme sağlanarak burası bir savaş kampı haline getirildi. Elbetteki kampın ve eğitilen Yahudilerin korunması da Nazi askerlerine aitti. 1938'in sonuna kadar bu kampta 1000 kadar Yahudi genç eğitildi. Bu gençler daha sonra Filistin'de birçok Müslüman Arap'ın öldürülmesinden sorumlu Haganah-Stern-Irgun çetelerinin kadrolarını oluşturdular." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.54)

Aynı sırada 150.000 kadar Yahudinin kanuni yollardan yurt dışına çıkarılması ve Filistin'e yerleştirilmesi yine Eichmann'ın sayesinde oluyordu.

"Storfer, 1940'da Eichmann'ın yardımlarıyla 3.500 Yahudiyi Avrupa'dan çıkarttı, ki bu sırada Avrupa'nın yarısı Yahudilerle doluydu. Görülen şu ki Yahudilere elinden gelen her yardımı yaptı. Eichmann, 1939'da Prag'daki Yahudiler için, bir başka Yahudi göç bürosu kurdu." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.58-60)

"Eichmann, Madagaskar-Uganda arasında kalakalmıştı. Her zaman 'Yahudi kahramanı Herzl tarafından düşlenen Yahudi Devleti fikrini' düşlediğini iddia etmişti." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.71)

"Eichmann: Zihnimde tasarlayabileceğim çözüm Yahudilerin ayaklarının altına taze, katı toprak koymak. Böylece kendilerinin, sadece kendilerine ait toprakları olacak. Ve ben bu çözüme memnuniyetle katılırım. Memnuniyetimin nedeni ise bu çözümün Yahudiler tarafından da istenmesi." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.51)

1939 Şubatı'nda Viyana'da yapılan bir toplantıda Eichmann, Alman Yahudi liderleri ile bir antlaşmaya vardı. Viyana'da kurduğu kampların aynısının işgal altındaki Prag'da da kurulmasını kararlaştırdılar. 1940 yılında savaş bütün hızıyla devam ederken Eichmann gene Avrupa'dan 35.000 Yahudinin Filistin'e gönderilmesini başardı.

"1941 yılına kadar Eichmann 250.000'den fazla Alman Yahudisinin düzenli bir şekilde Filistin'e yerleşmesini sağlıyor." (Eichmann in Jerusalem, Hannah Arendt, sf.57-58)

Bu Yahudiler göç ederken mal varlıklarının büyük bir bölümünü Yahudi otoritelere bırakıyorlardı. Bu para yeni İsrail Devleti'nin kurulmasında kullanılıyordu. Bütün bu bilgilerden sonra akla bir soru geliyor: Gerçekten öldürülen Adolf Eichmann mıydı, yoksa bu da her zamanki gibi Mossad'ın bir oyunu mu?

Arjantin'de yakalandığı söylenen Eichmann, aslında hayatında Arjantin'e gitmemişti:

"Nazi avcısı Simon Wiesenthal: 'Eichmann hiçbir zaman Arjantin'e girmedi'." (Jewish Chronicle, 7 Şubat 1992)

Konuyla ilgili olarak Mossad tarafından bağımsız bir araştırma yapma imkanı tamamen ortadan kaldırılmıştır; Eichmann'la ilgili tüm evrakların kayıp olması bu durumu daha iyi açıklamaktadır:

"Eichmann hakkında yazılı hiçbir kaynak bulunmuyor, evrakların hepsi kayıp." (Jewish Chronicle, 7 Şubat 1992)

Görüldüğü gibi Adolf Hitler'in özel sekreteri Martin Bormann hakkında iki dosya hazırlayan Nazi avcısı Simon Wiesenthal, 'Eichmann hiçbir zaman Arjantin'e girmedi. Fakat ölümüne kadar Avrupa'da yaşadı' sözleri ile bu ihtimale dikkat çekmektedir.

"Dr. Samuels ayrıca son bulguların buzdağı için bir ipucu oluşturduğunu, Buenos Aires'deki Alman Büyükelçisi'ne Arjantin'de hiçbir savaş suçlusunun bulunmadığını söyledi." (Jewish Chronicle, 7 Şubat 1992)

"Kaçırılan kişinin Eichmann olmadığını belirtmek için bir İsrail günlük gazetesi 'Wachmann Eichmann değil' diye başlık atmıştı." (Newsweek, 22 Temmuz 1992)

Mossad'ın 'Korkunç İvan Şovu'

"Korkunç İvan" olarak kamuoyuna tanıtılan John Demjanjuk.

Eichmann olayının bir benzeri de "Korkunç İvan" davasıdır. Yıllardır İsrail mahkemelerinde yargılanan ve sürekli basın yoluyla gündeme getirilen bir diğer "savaş suçlusu" Korkunç İvan lakaplı John Demjanjuk'dur. Fakat deliller bu olayda da pek çok gariplikler olduğunu ortaya koymaktadır:

"Yeni gerçeklere göre İsrail'in elinde yanlış suçlu var. John Demjanjuk İsrail mahkemeleri tarafından soykırım suçlusu bulunup idama mahkum ediliyor. Fakat yeni deliller İsrail'in elindeki adamın yanlış kişi olduğunu gösteriyor. İşte yeni delillerden bazıları: Duruşmada Treblinka'dan kurtulan beş kişi olduklarını iddia eden şahıslar Demjanjuk'u, Korkunç İvan olarak tanımlıyorlar. Fakat Sovyet arşivlerine göre tanımlanan Korkunç İvan Marchenko, Demjanjuk'tan 9 yaş büyük. Bu olay Adolf Eichmann'ınki gibi. Bir İsrail günlük gazetesi 'Wachmann Eichmann değil' diye başlık atmıştı." (Newsweek, 22 Temmuz 1992)

Demjanjuk'un kimliği hakkında şaşkınlık uyandıran ilginç bir olaylardan biri de şudur:

"Demjanjuk New York'tan İsrail'e tutuklu olarak getirildiğinde uçaktan iner inmez Kutsal Toprakları öpmek için yere eğilmişti." (Der Spiegel, sayı 11, 1986, sf.187)

"İsrail'de çıkan Haaretz Gazetesi bile Demjanjuk için 'O bir Nazi suçlusu muydu, yoksa Cleveland'da demir parmaklıklar ardında kapatılan bir zavallı mıydı?' diyerek oynanan oyunu bir parça yansıtıyor." (Newsweek, 2 Aralık 1991)

2 Aralık 1991 tarihli Newsweek Dergisi'nde ise Korkunç İvan masalını şu şekilde anlatılmaktadır:

"Demjanjuk'un davasına gelince, ki o kadar önemli bir şahsiyet değildi, 45 yıl sonra gerçekten kim onun 'İvan' olduğundan emin olabilir? İsrail Demjanjuk'u bir tiyatro salonunda yargıladı. Devrin Adalet Bakanı Avraham Sharir bile mahkeme öncesi Demjanjuk'tan 'Nazi Savaş Suçlusu' diye bahsetti. Savunma Avukatı İsrailli Yoram Sheftel 'Mahkemede hiç şansımız yoktu. Davalıya hergün gözdağı veriliyor. Linç etme istemi vardı' diyerek mahkeme şartlarını belirtiyordu. Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Yehuda Bauer'in sözleri herşeyi açıklar nitelikte. Yehuda Bauer 'Demjanjuk davasının İsrail için önemi, genç nesile soykırım olaylarını sunmuş olmasıdır' diyor." (Newsweek, 2 Aralık 1991)

Demjanjuk olayında şahitler ve avukatlar görevlerini tam anlamıyla yaptılar. Eichmann'ın avukatı gibi Demjanjuk'un avukatı da Yahudiydi. Bir yetkilinin belirttiği gibi İsrailli avukat Yoram Sheftel, Demjanjuk'a yapılabilecek en kötü savunmayı yaptı. Korkunç İvan temsili 7 sene kamuoyunu meşgul etti.

Hile Yolu (By Way Of Deception) KitabınıMossad mı Yazdırdı?

Yakın geçmişte Mossad hakkında yazılan bir kitap bütün dünyada büyük yankı uyandırdı. Kitabın yazarı Viktor Ostrovsky, eski bir Mossad'ın ajanı olduğunu ve kitabında eski örgütünün bütün yönlerini ortaya koyduğunu söylüyordu. "By Way of Deception" (Hile Yolu) isimli kitap satış rekorları kırarken, okuyanlar da "Mossad çok büyük bir organizasyon olduğunu" düşünmekten kendilerini alamıyorlardı.

Mossad ajanı Victor Ostrovsky'nin kitabı, herşeyden haberdar olan, CIA ve diğer bütün gizli servislerden çok daha ileride bir Mossad anlatıyordu. Ancak bunlar Mossad'ın asıl açığa çıkarılması gereken sırları mıydı? Mossad'ın dünyanın en güçlü istihbarat servisi olarak anlatılması, Filistinlilere karşı yapılan kimi eylemlerin açıklanması ve Mossad tarafından yapıldığı çoktan anlaşılmış olan eylemlerin ilk defa duyuruluyormuş gibi aktarılması Mossad'ın ne kadar aleyhine olmaktaydı? Victor Ostrovsky bu kadar abartılı anlattığı bir gizli servisin, bu durumda onu istediği zaman öldürebileceğini bilmiyor muydu? Bütün bu gerçekler Mossad'ın Eichmann, Vanunu ve Korkunç İvan Şovu'nu anımsatmaktadır. Mossad ürettiği senaryolarla hem bütün dünyaya güç gösterisi yapmakta, hem de -gerekirse düzenlenecek sahte bir eylemle- vatan haini rolü verdiği kişiye gereken cevabı vermektedir.

Mossad; kontrgerilla örgütlenmesinden ülkeler içindeki provokasyonlara, sayısız faili meçhul cinayetten, masonluğa ve mafyaya kadar uzanmış bir zincirdir. Fakat "Hile Yolu Mossad" bu kirli çamaşırlara değinmekten nedense kaçınmıştır!

İsrail Göstermelik EngellemelerleKitabın Satışını Artırdı ve Hedefine Ulaştı

Kitap çıkar çıkmaz İsrail -göstermelik olarak-, kitaba karşı büyük bir tepki gösterdi. Kitabın yayınlanmasını sözde engellemeye çalıştı. İçindekileri reddetti. Bunun sonucunda da elbette kitap, birden dünyanın en ünlü ve en çok satan kitapları arasına girdi. Newsweek dergisi kitap hakkında şunları söylemekteydi:

"İsrail, gizli servisi hakkındaki kitabın yayınlanmasını önlemeye çalışıyor. Mossad'ın kısa ve olay dolu tarihindeki sessizliği eski ajan bozdu. Kendi ifadesine göre, Victor Ostrovsky, Mossad'a karşı dikbaşlılık yapınca, servisin iki resmi yetkilisi onun sessizliğini satın almaya çalıştılar. Bir İsrail yetkilisi açılan davanın mahkemesinde ' Ostrovsky'i milyoner yaptık' diyordu. Ertesi gün 50.000 adet satıldı." (Newsweek, 24 Eylül 1990)

Ostrovsky'nin tüm dünyada yankı uyandıran kitabı Türkiye'de de yayınlandı. Mossad kendi yazdırdığı kitaba kendi ajanı Ostrovsky'nin imzasını koydurdu. Yahudi aleyhtarı yayın yaptığı iddia edilen 'Hile Yolu Mossad' kitabının reklamı Şalom gazetesi (15.11.1990) tarafından da yapıldı.

Time dergisi ise kitap hakkında şunları yazmıştı:

"İsrail bu kitabın basılmasını önlemeye çalışıyor, ama çabalar boşa çıkıyor. Kitap Amerika'da basılıyor. Victor, 40 yaşında hem Kanada hem de İsrail vatandaşı, 1980'de Mossad ajanı oluyor." (Time, 24 Eylül 1990)

Bu Eylemlerin Öğrenilmesi Mossad'a Ne Zarar Verebilir?

"Hile Yolu Mossad"da kamuoyuna göre Mossad'ın "çok gizli sırları" anlatılmaktadır. Aşağıdaki "sırların" ortaya çıkmasının, güç gösterisi yapmayı yöntem haline getirmiş olan Mossad'a ne zarar verebileceği ise önemli bir tartışma konusudur:

  • 1978'den beri Mossad, Amerika'da çok gizli operasyonlara girişmektedir. Kod adı "Al" olan, sayıları 24-27 arası, tecrübeli görevlinin hizmet verdiği ünitede önde gelen 3 ajan Mossad şefine doğrudan rapor vermektedir.
  • Birleşmiş Milletler Büyükelçisi Andrew Young'ın istifasının sebebi FKÖ'ye karşı sempati beslemesidir (1979). Young, FKÖ delegesi Zehdi ile görüşmek için anlaşmış, bunu haber alan İsrail de Young'ı istifa etmeye zorlamıştır.
  • 1983'de Mossad'ın Beyrut'taki muhbiri bir rapor göndererek, Beyrut'taki radikal Şiiler'in büyük bir Mercedes kamyonu patlayıcıyla doldurduklarını haber vermiştir. Mossad bu saldırının hedefinin Amerikan bölgesi olabileceğini bilmekteydi. Fakat Amerikalıları bu konuda açıkça uyarmadı. Saldırı gerçekleşti ve 241 Amerikalı asker hayatını kaybetti. Üstelik İsrailli bir resmi yetkili de gelişmeleri, "Biz burada Amerikalıları korumak için bulunmuyoruz, onlar büyük bir ülke diyerek" diyerek yorumlamıştı.
  • Mossad'ın bilgisayarında 1.5 milyondan fazla isim vardır ve serviste 1200 ajan çalışmaktadır.
  • İran-Irak savaşı sırasında Mossad, sıcak savaşı devam ettirmek için iki taraflı oynamış, her iki tarafa da silah satmıştır. Sri Lanka olaylarında da aynı taktik kullanılmıştır.

Dikkat edilirse, açıklanan bu eylemler Mossad'ı etkilemeyecek ve bilinmesi aleyhte herhangi bir durum oluşturmayacak bilgilerdir. Ne var ki bunlar kitapta büyük sırlar gibi anlatılmaktadır.

Mossad bu kitap vasıtasıyla bir kez daha tüm dünyaya büyük bir organizasyon olduğunu empoze etme imkanı buldu. Böylece dünya kamuoyunun Mossad hakkındaki bilgileri, yine bizzat Mossad tarafından sunulmuş oldu...

Richard Deacon'un "İsrail Gizli Servisi", Dan Raviv'in "Every Spy a Prince", Benjamin Hallahmi'nin "Israel Connection", Ronald Payne'nin "Israel's Most Secret Service", Jacques Deroy, Hesi Carmel'in"Israel Ultra Secret" kitaplarında, "Hile Yolu Mossad" kitabında anlatılan olaylar çok önceden, hatta daha da ayrıntılarıyla belgelendiği halde, bu yazarlar, İsrail tarafından Ostrovsky'e gösterilen tepkinin onda birini bile görmüş değillerdir. Bu durum çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Ostrovsky'nin kitabı bir tür reklam aracı olarak kullanılmaktadır.

Ostrovsky'nin, Saddam Hüseyin'in gerektiğinde öldürülmesi için plan yapan üç üst düzey Mossad ajanından biri olması da bir başka dikkat çekici durumdur.

Wiener dergisinde bu olay şöyle anlatılmaktadır:

"Mossad'ın üst düzey ajanlarından Victor Ostrovsky'nin Saddam Hüseyin'i öldürme planı şöyle: Saddam Hüseyin'e etkisini 8 saat sonra gösteren bir zehir kullanılacak. Saddam'ın yemekleri başka biri tarafından kontrol edildikten 6 saat sonra Saddam tarafından yenildiği için 8 saat sonra etkisini gösteren zehir Saddam'a her sabah helikopterle gelen deve sütüne karıştırılacak. Zehirin katılması için ya helikopter değiştirilecek ya da süt değiştirilecek."

Ostrovsky nedense bu çok önemli planlardan hiç bahsetmemektedir.

Mossad Tarafından KapattırılanKennedy Dosyası

Kennedy'nin ters düştüğü Yahudi lobisinin en güçlü isimlerinden birisi Nelson Rockefeller.

CIA, Castro, Johnson, KGB, silah tüccarları, FBI ve mafya hipotezleriyle kafaların karıştırıldığı, Mossad'ın adının titizlikle gizli tutulduğu Kennedy bilmecesi... Oysa ABD'nin Siyonistlere karşı çıkan tek Başkanı John Fitzgerald Kennedy, İsrail Başbakanı Ben Gurion'a, İsrail'de yapılmakta olan Dimona Nükleer Santrali'ne, İsrail'in Ortadoğu politikasına, Siyonist silah tüccarlarına, mason danışmanlarına, Amerika'daki Yahudi lobisine, lobinin en güçlü ismi Rockefeller'a ve masonik örgütlere ters düşmüştü.

Kennedy'nin 1963 yılında Texas'ta öldürülmesinin ardından kurulan ve Warren Komisyonu olarak bilinen Senato Özel Soruşturma Komisyonu, cinayeti tek başına hareket eden Lee Harvey Oswald'ın işlediği sonucuna varmıştı. Ancak hem cinayetin sorumlusu olarak gösterilen Oswald'ın hem de henüz mahkeme önüne çıkmadan onu öldüren Jack Ruby'nin ve olaya adı karışan bazı kişilerin kuşkulu biçimde öldürülmeleri, öte yandan soruşturmanın yürütülmesindeki bazı kuşkulu noktalar, ABD kamuoyunda birçok spekülasyona yol açmıştı. Olayla ilgili olarak toplanan binlerce sayfalık belgenin bugüne dek gizli tutulması da ortaya birçok komplo teorisinin atılmasına neden oldu:

"CIA, Oswald ve Oswald'ı öldüren Jack Ruby arasındaki ilişkileri araştıran Nelson Rockefeller'ın Başkanlık ettiği bir komisyonun kayıtlarının açıklanması isteniyor." (Milliyet, 14 Ağustos 1992)

Kennedy'nin devre dışı bırakılışının ardında bazı sorular zihinlerde kaldı:

Cinayeti gören 47 şahit, kaza veya hastalık sebebiyle (!) ya da intihar ederek (!) öldü. FBI'ya göre Oswald cinayeti tek başına işlemişti. Tek silah kullanılmıştı. ABD gizli servisi olaya karışmamıştı. Olay basit bir bireysel terör hareketi olarak gösterilmek isteniyordu.

Olayı sözde araştırmak amacıyla iki komisyon kuruldu. 1964 ve 1975'de kurulan Warren ve Rockefeller komisyonlarında aynı sonuçlara ulaşıldı. Komisyonların raporlarına göre Ruby aşırı milliyetçiydi ve katil olarak tanıtılan Oswald'ı da Başkanını öldüren kişiden intikam almak amacıyla öldürmüştü. Oysa, Oswald ve Ruby'nin beraber hareket ettikleri ortaya çıktı.

Olayı gören birçok şahit Warren Komisyonu'nca dinlenmiyor, dinlenenlerin ifadeleri de değiştiriliyordu. Daha sonra, mason senatör Frank Church'ün Başkanlığını yaptığı Church Komisyonu'nun hazırladığı raporda da hiçbir sonuca ulaşılamaması bu suikastin arkasındaki güçlerle ilgili önemli ipuçları veriyordu.

Ortada, bir komplo düzenlenmiş olduğunu açıkça gösteren bazı gerçekler vardı. Dikkati dağıtmak için, Kennedy'yi mafyanın öldürdüğü söyleniyordu. Acaba mafya tören güzergahını değiştirebilir miydi? Başkanın korumalarını kaldırabilir miydi? FBI'yı, Dallas polisini, Warren Komisyonu'nu yönlendirebilir miydi? Otopsiye müdahele edip, medyaya yalan haber yazdırabilir miydi?

Kennedy 3 ayrı yerden gelen kurşunlarla vurulmuştu. Bu, otopside kanıtlanmış, ama üstü örtülmüştü. Bazı polisler buna şahitti. (Polis Craig)

Olayla ilgili ipuçları: Kennedy'nin yanında vurulan Texas Valisi Conoly'nin kanlı üniforması temizleyiciye, Kennedy'nin limuzin arabası yıkamaya gönderiliyor. Başkanın beyninin ise kaybolduğu söyleniyordu!

Oswald'ın 2 kurşunundan 8 yara izi çıktığı söyleniyordu. Fakat otopsi gereğince yapılmıyor, askeri doktorlar tarafından örtbas ediliyordu. Ordudaki general ve amiraller otopsiyi yönetiyorlardı.

Birçok kaynak Oswald'ın Amerikan gizli servisi CIA'e kayıtlı olduğunu yazdı. Oswald bu tip bir iş için çok daha önceleri "hazırlanmış" bir kişiydi. CIA, suikastten çok daha önceleri Oswald'ı Rusya'ya göndermişti. Oswald Rusya'da kendini bir vatan haini olarak gösteriyordu, ama aslında CIA, onun oradaki durumunu en ince ayrıntısına kadar yönetiyordu. Daha sonra Rusya'dan ayrıldı. Küba'da bir delegasyonla görüştü. Bu arada CIA, hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyordu. Oswald, ardından İsviçre'de bir üniversiteye yazıldı. Buradan İngiltere'ye gitti. Sonra Sovyet vatandaşı oldu. 2 yıl sonra Henry Kissinger'in ileride ortağı olacak olan B. Classon, Oswald'ın ABD'ye dönüşünü ayarladı. FBI ve CIA tüm bu gelişmeleri denetliyordu. Oswald, 62'de Pentagon'da çalışmaya başladı. 63'de FBI aniden Oswald'ın KGB ajanı olduğu söylentilerini yaydı, bu konuyla ilgili Oswald'a ait sahte belgeler ortaya çıkarıldı. Böylece Kennedy suikasti öncesi, Oswald'ı bir KGB ajanı gibi gösteren senaryo düzenlenmiş oldu. Kennedy suikastinden 1-2 gün önce Oswald Küba'yı savunan anti-Amerikan yazılar yazdı ve Dallas'da polislerin eline tehdit mektupları verdi. Ve bunu nedense CIA, FBI ve Deniz Kuvvetleri haberalma binalarının bulunduğu bir meydanın ortasında yaptı! Bu senaryo, aslında olayın içine Küba ve KGB gibi değişik alternatifler sokmak için yapılmıştı. Kennedy'nin ölümünden sonra ise Oswald'ın CIA ajanlığıyla ilgili tüm belgeler yok edildi. (Les Vrais Maîtres du Monde, Gonzales Mata, sf.41-51)

Kennedy'nin görevden almayı düşündüğü FBI şefi mason Edgar Hoover, Truman (solda), Johnson (sağda) ve Nixon (ortada) dönemlerinde Başkanların gözdesiydi.

Olayı ısrarla KGB'nin üzerine atanların başında ise CIA'in Mossad'la bağlantılarını gerçekleştiren eski CIA şefi James Jesus Angleton vardı:

Yukarıdaki karikatürde, Rockefeller Komisyonu'nun sorumsuzluğu "comission" (komisyon) kelimesinin c'sinin düşüp "omission" yani "sorumsuzluk" kelimesinin kalmasıyla anlatılmış. Time, (23 Haziran 1975)

"Angleton, Oswald'ın KGB ajanı olduğu tezinin ünlü savunucularından. Oysa Angleton Oswald gibi CIA ajanları hakkında en çok bilgiye sahip kişi." (US News and World Report, 17 Ağustos 1992)

Dikkati dağıtıp, mafya-Küba teorileri ortaya çıkarmak için mafya-Küba bağlantılı birçok CIA ajanı olayla ilgiliymiş gibi gösterilerek, dikkat başka yönlere çekiliyordu. Bu bir aldatmacaydı. Ayrıca, mafya da zaten Mossad'ın bir uzantısından başka bir şey değildi:

"ABD mafyasının başı Yahudi mafya babası Meyer Lansky, zaten Mossad'la doğrudan bağlantılı çalışıyor. Mossad'ın bilgisi dışında eylem yapması mümkün değil. Meyer Lansky, CIA ile de ortak çalışıyor." (Israel Connection, La Mafia En Israel, Jacques Derogy, sf.71)

Fakat olayın çok değişik boyutları vardı. Kennedy ölümünden önce, CIA Başkanı mason Allen Dulles'ı görevinden almaya karar vermişti.

Oswald ve onu öldüren Ruby'nin Dallas'taki polis otoriteleriyle ve FBI'la yakın ilişkileri vardı. FBI Ruby'i birçok görevde kullanmıştı.

"Ruby konuşmasını engellemek için hapiste kendisine kanser yapıcı ilaçlar verdiğini söyler ve esrarengiz bir şekilde kanserden ölür." (People's Almanac 3, David Wallechinsky, Irving Wallace, sf.15)

Olayla ilgilenen polis M. Tippit, olaydan kısa bir süre sonra elinde Oswald'ın resmini taşıyordu! Daha sonra öldürüldü. Dallas'da bilinmeyen bir nedenle askeri koruma görevlileri görevlendirilmedi. Oswald askeriye tarafından 12 saat soruşturuldu. Sonuç açıklanmadı.

"Kennedy suikastini soruşturan Warren Komisyonu Oswald'ın suikasti tek başına işlediği sonucunu çıkardı, fakat Amerikan halkının sadece yüzde 10'u buna inandı." (US News and World Report, 17 Ağustos 1992)

Suikasti Örtbas Eden "Loca": Warren Komisyonu

Kennedy suikastinde Mossad'ın en büyük yardımcısı olan FBI şefi mason Hoover, Kennedy ile yaşadığı müddetçe ters düşmüştü.

Kennedy suikastini çözmek için görevlendirilen Warren Komisyonu'ndaki kişilere bakıldığında, bu kişilerin Kennedy'nin ölüm emrini bizzat vermiş kişiler olduğunu görmek zor değildi. İşte Warren Komisyonu'nun biraderleri:

Earl Warren

"Earl Warren, 33 Dereceli büyük üstad mason, Komisyon Başkanı." (Who's Who in America, Marquis, 38. Baskı, cilt 2, 1974-1975, sf.3218)

"Allen Dulles, CIA'in kurucusu, Kennedy'nin görevden almayı düşündüğü mason, CFR, Bilderberg üyesi, mafya bağlantılı CIA şefi." (Les Vrais Maitres du Monde, Gonzales Mata, sf.19)

"Allen Dules İsrail'in Mossad'ı ile ortak operasyonlar yapıyordu." (Ropes of Sand, Wilbur Crane Eveland, sf.95)

"Gerald Ford, mason, aynı zamanda Bilderberg üyesi." (Who's Who in America, Marquis, cilt 1, 1980-1981, sf.1121)

"Ford, Malta locası no 405'e kayıtlıydı. 1963'de 33. dereceye yükseldi." (Mais qui Gouverne L'Amerique, Georges Virebeau, sf.19)

"John Mc Cloy, mason, CFR, Bilderberg üyesi." (La Trilaterale et Les Secrets du Mondialisme, Yann Moncomble, sf.171)

"Hale Boggs, CFR üyesi; Richard Russell, mason." (Who's Who In America, Marquis, 38. Baskı, cilt 2, 1974-1975, sf.2670)

"John Sherman Cooper, Rotaryen." (Who's Who In America, Marquis, cilt 1, 1982-1983, sf.667)

Suikast hakkında komisyonca üretilen teoriler, komisyonun CIA-FBI ve Johnson'a bağlılığıyla ilgili sorular ortaya çıkardı. Çünkü komisyon KGB teorisini ısrarla gündemde tuttu. Resmi KGB masalı, medya tarafından da körüklenince, JFK dosyaları açılmadan kapatıldı. FBI şefi mason Edgar Hoover ve Kennedy'nin yerine Başkan olan Lyndon Johnson kimin emrindeydi? Kennedy'nin karşı çıktığı Vietnam Savaşı'ndan kimin çıkarı olabilirdi? Bu sorular bizi Mossad hipotezine biraz daha yaklaştırıyor. Johnson İsrail'in gelmiş geçmiş en iyi dostu oldu. Hoover, Mossad'ın ABD'deki tüm eylemlerini örtbas eden bir "dost"uydu. Vietnam, Arap-İsrail sorunlarına ABD'nin tarafsız yaklaşmasını engelleyen önemli bir faktör oldu. Yahudi silah tüccarları Vietnam'dan önemli karlar elde ederken İsrail, Vietnam krizinden istifade ederek Kennedy'nin karşı çıktığı Diamona'daki nükleer santralin inşasına büyük bir hız verdi.

Altta Kennedy suikastini örtbas etme görevini üstlenen Warren Komisyonu.

Suikastte birçok perde aralanmış olmasına rağmen, günümüzde bile Yahudi lobileri kontrolündeki medya kamuoyunu aldatmaktadır. Kennedy belgeselleri, JFK filmi gibi birçok program aracılığıyla olay genelde mafya-Küba-KGB ağırlıklı, bazen de Mossad'dan bağımsız bir CIA-FBI komplosu gibi gösteriliyor. Jack Ruby ve Oswald, her ikisi de FBI ajanı olarak çalışmıştı. Kennedy Hoover'ı FBI şefliğinden almayı planlıyordu. Suikast günü Hoover özel bir iş için (!) Dallas'taydı. 1977 yılında olay hakkında bilgisi olan 10 FBI ajanı garip ve açıklanmayan koşullarda öldü.

Suikaste Göz Yuman Mason FBI Şefi Edgar Hoover

FBI şefi Edgar Hoover, yandaki resimde üzerinde masonik semboller olan şapkası ile görülmekte.

Kennedy'nin ölümünden önce görevden almayı düşündüğü Hoover, Mossad'ın ABD'deki tüm eylemlerine göz yuman bir "dost"uydu. İşte bu eylemlerden birkaçı:

"Carl Duckett, 1976 Martı'nda mesleğine mal olacak bir hata yaptı; İsrail'in nükleer silahları hakkında açıkça konuştu. Ancak sarhoş birinin, İsrail nükleer silahlarından uluorta söz edecek kadar ihtiyatsız olabileceği ima edildi. Daha sonra Duckett'ın, o anki CIA Başkanı George Bush tarafından istifaya zorlanarak istifası sağlandı." (The Sampson's Option, Seymour M. Hersh, sf.320-321)

Kennedy, İsrail'in menfaatlerini korumaya söz verdiği takdirde kendisinin seçim kampanyasını destekleyeceklerini söyleyen Siyonistleri geri çevirmişti.

CIA ajanı Carl Duckett'ın, İsrail'in 3 ya da 4 nükleer bombaya sahip olduğu şeklindeki 1968 yılına ait çok gizli CIA değerlendirmesi, bir Amerikan Yahudisi olan Zalman Şapiro'nun 4 bombaya yetecek miktarda olan, yaklaşık 100 kg.'dan fazla zenginleştirilmiş uranyumu İsrail'e kaçırmış olmasına dayanıyordu. Kaçırılan uranyum, Duckett'ın İsrail'in en az on bombaya sahip olduğu şeklindeki değerlendirmesinin de temeliydi. CIA açısından Şapiro, İsrail'e destek olan bir Yahudiden daha fazla bir şeydi. O, nükleer-yakıt-işleme işinde olan, İsrail'e düzenli seyahatler yapan ve İsrail hükümetiyle bazı cüretkar işlere girişen bir Yahudiydi. Pek çok başka yönden de tipik bir çifte sadakat örneğiydi. Litvanya'dan göç eden bir hahamın çok başarılı oğluydu. Şapiro'nun en büyük koruyucusu ise mason Hoover idi.

"'FBI'ın Edgar Hoover'ı o sırada Helms'le Mossad ajanı Şapiro konusu yüzünden didişmeyi tercih etti" diyor eski bir kongre soruşturma üyesi olan ve Şapiro hakkındaki Senato ve Temsilciler Meclisi istihbarat raporlarını gören biri. CIA Hoover'a, "Amerika'daki karşı casusluktan sen sorumlusun," diyordu. "Şapiro'yu soruştur, casussa yakala onu!" Hoover'in cevabı ise; 'Bir şey alındığından gerçekten emin değiliz. İsrail'e git. Dimona'ya gir! Eğer delili (Şapiro'nun uranyumunu) bulursan bize haber ver!' oldu. Bu bir tür oyundu." (The Sampson's Option, Seymour M. Hersh, sf. 324)

"Edgar Hoover (1895-1992). Amerikan masonluk tarihinin en önemli insanı. 1924'den ölümüne kadar FBI'yı yönetti. Onun mason oluşu, mason başkanlar için bir garanti olmuştur. 48 yıllık başkanlığı da bu şekilde daha iyi anlaşılır." (Mais qui Gouverne L'Amerique, Georges Virebeau, sf. 31)

Suikasti Mossad mı Düzenledi?

1992 Mart tarihli Washington Report on Middle East Affairs dergisinde, eski senato üyesi Paul Findley, Kennedy suikasti ile ilgili şunları söylemekteydi:

"Kimin Kennedy'i saf dışı etmek için kuvvetli bir nedeni olabilirdi? İlginç fakat şaşırtmayan bir gerçek de Kennedy suikasti ile ilgili yazılan hiçbir raporda Mossad'dan kesinlikle bahsedilmemesidir. Oysa olaydaki Mossad rolü çok açıktır. İsrail liderleri Kennedylere hiçbir zaman güvenmemişlerdir. Başkan Kennedy'nin babası İngiltere'ye başkonsolos olduğu zaman İsrail aleyhtarı faaliyetleriyle tanınıyordu. John Kennedy'nin Başkanlık kampanyası sırasında bir grup New York Yahudisi, Kennedy'nin Ortadoğu politikasını kendi çıkarları çevresinde oluşturmasına karşılık, onun kampanya giderlerini karşılayacaklarını vaat etmişlerdi. Fakat, tabii ki Kennedy kabul etmemişti. Diğer yandan Kennedy'nin yerine Başkan olan Lyndon Johnson politik kariyeri boyunca İsrail'e destek olup yardım etti. Tabii ki İsrail hükümeti de Johnson Başkan olursa herşeyin lehlerine dönüşeceğini bilmekteydi ve gerçekten de öyle oldu. Kennedy'nin ölümünden sonra ABD ilk defa İsrail'e çok geniş çapta silah göndermeye başladı. 1967 Haziran savaşı sırasında Johnson el altından İsrail'e hem malzeme hem de personel yardımında bulundu. Gerçekten de Mossad'ı suikaste götürecek her türlü neden vardı. Ve İsrail hükümeti de kendi amaçları için ABD'li hayatları kurban etmeye can atıyordu." (The Washington Report on Middle East Affairs, Mart 1992)

Emekli ABD Dış İlişkiler Servis yetkilisi ve şu anda Washington Report On Middle East Affairs'in editörü olan Richard Curtis de suikastteki Mossad parmağını şu şekilde belirtmekteydi:

Suikastın ertesi günü The New York Times gazetesi "Kennedy Dallas'ta keskin nişancı tarafından vuruldu, Johnson uçakta başkanlık yemini etti." manşetiyle yayınlanmıştı.

"O zamanda ve şu anda geniş çapta inanılan, Mossad'ın suikastte parmağı olduğuydu. Sebep de Kennedy hükümetinin gereğinden fazla Ortadoğu politikasına el atmasıydı. Kennedy, Cezayir'in Fransızlardan bağımsızlığını kazanması gerektiğini savunan ilk ABD senatörüydü." (The Washington Report On Middle East Affairs, Mart 1992)

Kennedy'nin ardından Başkanlık koltuğuna oturan Johnson ise, Mossad'ın aradığı özelliklere sahipti:

"Johnson iktidara gelir gelmez, CIA'in hep karşı olduğu Kennedy'nin Arap taraftarı politikasını bir kenara attı. Johnson döneminde Yahudi Walt Rostaw'ın Başkanın özel danışmanı olması İsrail için çok büyük şanstı. Washington'daki görüşmeler sırasında, Mossad ile CIA arasında gizli bir anlaşma imzalandı." (The Israeli Secret Service, Richard Deacon, sf.192)

Johnson aynı zamanda masondu:

"Johnson'un masonluk tekris töreni Teksas'da yapıldı." (Mais qui Gouverne L'Amerique, Georges Virebeau, sf.19)

Kennedy suikasti İsrail-ABD ilişkilerinin en bozuk olduğu dönemde gerçekleşti. İsrail bu suçun Kennedy'e ait olduğunu düşünüyordu.

"John Kennedy suikasti 1962'de Golda Meir'le yaptığı görüşme sırasında Amerikan-İsrail ilişkilerinin bozulduğu bir dönemde gerçekleşti. 1963 yılında ABD ile İsrail arasındaki ayrılma noktası, Amerika'nın Filistinli göçmenler sorununu ele alan BM asamblesinde temsilci olmasıydı. İsrail her Arap ülkesiyle, BM'in karışması olmadan, tek tek anlaşmayı tercih etmekteydi. Çünkü ancak İsrail doğrudan uzlaşma görüşmelerinde güç kullanabilirdi, karşısındaki Arap ülkesi kullanamazdı." (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf.185)

İsrail Kennedy'nin kabul etmediği Arap ülkeleriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapma stratejisini bugün uygulayarak barışı engellemekte ve kendi isteği doğrultusunda kararların alınmasını bu sayede rahatlıkla sağlamaktadır.

"Kennedy suikasti, İsrail basınının 'ABD'nin BM genel asamblesinde göçmen sorunu için aldığı görevi protesto kampanyası' yaptığı sırada gerçekleşti. Gazetelerde editör köşeleri ve makaleler hemen yeni Başkan Johnson'a övgüler yağdırmaya başladı. İsrail basını Johnson'ın Başkanlığı için oldukça heyecanlanmıştı. İsrail İşçi Federasyonu aylık yayını Omer, yeni Amerikan hükümeti sayesinde daha geniş ve derin ilişkileri beklediklerini belirtmişti. Pek çok İsrailli gazete, Başkan Johnson'ın Amerika'daki İsrail sempatizanlarına karşı önceki Başkanlardan daha fazla cevap verici olacağını savunuyordu. Özellikle yaklaşan 1964 seçimlerinde Herut ve Haboker (en büyük iki İsrail gazetesi) bu sempatizanları hareketlendirmek için çağrılarda bulunuyordu." (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf. 185)

Başka bir büyük İsrail gazetesi olan Yediot Ahoronot şöyle yorum yapmıştı:

"Lyndon Johnson'ın göreve başlamasıyla, eğer Amerika'nın bizim hayati çıkarlarımıza engel olduğunu hissedersek, Başkana doğrudan daha kolay ulaşacağımıza dair hiç şüphe yoktur. " (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf. 186)

"Johnson Hükümeti'nin ilk 3 yılında, Amerika'nın İsrail için olan desteği hem nitelik hem de miktar bakımından oldukça gelişti. ABD, Kennedy hükümeti zamanında 40 milyon dolar yardım yapmıştı. 1965'te miktar 71 milyona, 1966'da ise 130 milyona çıktı." (Taking Sides, American Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf. 187)

Vatikan, Mason ve Siyonist Papalar,Siyonizme Ters Düşen Papalar

Kitabın bu bölümünde Hıristiyan dünyasının merkezi konumundaki Vatikan'ın içine sızmış olan karanlık isimleri ele aldık. Elbette bu bölümün hazırlanmasındaki amaç, Hıristiyan dünyasını ve bu dünyanın dini liderlerini eleştirmek veya hedef almak değildir. Burada konu edilen kimseler, belli bir karanlık çevreyi temsil eden az sayıda kişidir. Bu kişilerin varlığından tüm Vatikan'ı sorumlu tutmak mantıklı ve akılcı bir yaklaşım değildir. Kuşkusuz Vatikan içinde de, ilerleyen satırlarda değineceğimiz kirli ilişkilere bulaşmış birkaç kişi olduğu gibi, bu kimselere ve temsil ettikleri ideolojilere karşı olan ve bunlara karşı amansız bir mücadele yürüten samimi ve dürüst kişiler de bulunmaktadır. Unutulmaması gereken önemli bir husus ise, hangi inanca mensup olursa olsun, kötülüğe karşı olanların iyilik ve güzellik için ittifak etmesi, dünyayı, özlem duyulan barışa ve huzura götürecek olan en önemli adımlardan biridir. Bu doğrultuda, Müslümanlarla samimi dindar Hıristiyanların ve elbette Yahudilerin, insanlığı felaketlerin içine sürükleyen dinsiz ideolojilere karşı yürüteceği fikri mücadele büyük önem taşımaktadır. Hıristiyan dünyasının içine sızmış karanlık unsurların deşifre edilmesi bu nedenle de çok önemlidir.

Masonluk, Katolik Kilisesi tarafından yüzyıllar önce "dinsizlik" olarak tanımlanmış ve herhangi bir Hıristiyanın mason olması yasaklanmıştı. Masonluk, en büyük düşmanlardan biri olarak kabul edilmişti.

"1738'de masonluğa karşı bir Papa Emirnamesi yayınlandı... Buna göre, Papa, hiçbir ayırım yapmadan tüm masonların açıkça Kilise'ye zarar vermeye ve bu şekilde Hıristiyanları İsa'nın getirdiği doğrulardan mahrum etmeye çalıştıklarını ifade ediyordu." (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, Cyril M. Batham, sf.2)

Fakat, yasak olan masonluk, zamanla Vatikan'a sızmaya başladı. Vatikan tarihine bir bakmak bunu anlamak için yeterlidir:

"Vatikan Dış İşleri Bakanı Agostino Casaroli, mason." (La Trilaterale et Les Secrets du Mondialisme, Yann Moncomble, sf.138)

"İtalyan masonluğu açıkça politika ve dinle bağlantılıdır." (The Brotherhood, Stephen Knight, sf.270)

"Masonluğun Roma Katolik Kilisesi'nde sempatizanları, hatta üyeleri vardı." (The Brotherhood, Stephen Knight, sf.247)

"1973'te Kiliseye bağlı olan 'Kurtuluş Ordusu' isimli kuruluş ile masonlar arasındaki bağlantı dikkatleri üzerine çekti. Aynı yıl 19 Haziran'da, Dini İşler Sorumlusu Baden Hickman Ordu'nun görevlilerin herhangi bir mason locasına girmelerini yasakladığını söyledi. Daha sonra yapılan araştırmalar sırasında İngiltere'de üç adet kilise mensupları için özel loca olduğu öğrenildi. Bu localar, Standora Locası 6820, The Lodge of Constant Trust 7347 ve Lubilate Locası 8561. Avustralya Melbourne'da da bir diğeri vardı: Haçlılar Locası..." (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, sf.5)

"Aynı dönemde kendine 'Anglo-Katolik' sıfatını uygun gören biri "Masonluk Üzerine Bazı Yansımalar" adlı bir kitap yayınladı. Bu kitapta masonik faaliyetlerle ilgili geniş bilgi bulunmamakla beraber Fort Newlon, Lawrence, de Castello ve Woodford gibi mason rahiplerin çalışmalarına geniş yer verilmekteydi. Yazar, şöyle bir iddiada bulunuyordu: 'Tehlike şudur ki, İsa'nın en büyük düşmanı kiliseyi yönetiyor'." (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, sf.5)

"Bir başka din adamı Dr. Cawthorne şöyle yakınıyordu: 'Masonluk öğretisi açıkça anti-Hıristiyandır. Rica ediyorum artık hiçbir kilise mason locası olarak kullanılmasın'." (Ars Quator Coronatorum, Transactions of Quatuor Coronati Lodge, no. 2076, sf.17)

Grand Orient (Fransız Büyük Locası)-Vatikan bağlantısı, masonluğun Hıristiyan alemine ne derece sızdığını göstermektedir:

"Grand Orient, İngiltere Bankacılık kuruluşları ve uluslararası banker Meyer Amshel Rothschild tarafından finanse edilmiştir. Bugün Grand Orient; Trilateral Komisyonu, Bilderberg Grubu ve tüm dünyadaki sosyalist partilerle yakın ilişki içindedir. Bağlantıları Vatikan'a kadar uzanmıştır ve geçen seneler boyunca önde gelen Katolik Kilise mensuplarının anti-Hıristiyan Grand Orient'in gizli üyeleri olduğu söylenmiştir." (The Spotlight, 4 Ocak 1993)

Vatikan'a Sızan Masonların Kara Para İlişkileri

"Vatikan şehrinin çevre duvarının etrafında bir tur yapılsa bir saatten fazla sürmez, ama Vatikan'ın servetini saymaya kalksalar, bu şüphesiz çok daha uzun sürer." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf. 130)

Vatikan, İtalya'nın içinde küçük bir şehir-devlet. Papa'nın ülkesidir, ama Papalığın içine sızan masonik bir örgütlenme, burayı dev bir kapitalist organizasyona dönüştürmeye çalışmıştır.

Vatikan, bütün Hıristiyan aleminden asırlardır büyük bağışlar alıyordu. Bu bağışların işletilmesi için Vatikan'da bankaların kurulması, bu küçük toprak parçasını mafya-masonluk ikilisinin önemli bir hedefi haline getirdi. Vatikan bankalarının elinde biriken dev servet, dünyanın diğer sermayedarlarıyla ortak olma sonucunu getirdi. Sonuçta, Vatikan, Rothschild, Morgan gibi uluslararası Yahudi bankerlerle ortak hale geldi:

"Im Namen Gottes?"adlı kitap yayınlandığında tüm Avrupa'da büyük yankı meydana getirdi.

"Vatikan Gmbtt'ın kolları bütün dünyaya yayılmıştı. Başka bankalarla sıkı bağlar örülmüştü. Paris ve Londra'daki Rothschild bankacılık sistemi 19. yy'dan beri Vatikan'la iş yapıyordu. Nagara (Papa Pius XI'in yakın dostu), Vatikan Mali İşler Bakanlığına seçildiğinden beri, işlerin çapı ve iş ortaklarının çapı daha da genişledi: Bunlara şu bankalar sayılabilir: Crédit Suisse, Hambros, J.P. Morgan Bank, Chase Manhattan Bank, First National, Continental Bank of Illinois, Bankers Trust Company New York, sonuncusu Nagara New York Borsası'nda kıymetli evrak alıp satmak istediğinde kullanılırdı. General Motors, Gulf Oil, General Electric, Bethleem Steel, IBM, ve TWA gibi şirketlerde Vatikan'ın ortakları vardı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.137)
"Nagara Vatikan'a General Motors, Gulf Oil, General Electric, Bethhem Steel, IBM, ve TWA'dan da hisseler alınmıştı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.138)

Uluslararası Yahudi şirketleri ile ortak hale gelen Vatikan, öte yandan mafyayla da bağlantı kurdu. Vatikan, İtalya'daki ayağını P2 Locası'nın oluşturduğu mafyanın para aklama merkezi oldu. Vatikan'ın parası ve bankaları "kutsal" olarak kabul ediliyordu. İtalyan mafyası, P2, dışarı para çıkarmak istediğinde parayı Vatikan bankasına yatırıyor, oradan yurtdışındaki bir başka bankaya yollatıyordu. Vatikan'ın bu bankalarına ise kimse sorgu-sual edemiyordu. Yurtdışından para sokmak için de aynı yöntem kullanılıyordu:

"Amerikan mafyasının sınırlarla problemi yoktu. Aklanmış paranın bir kısmını İtalya'ya sokmak istediğinde, bunu Vatikan Bankası üzerinden yapıyordu." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.181)

"Mafyanın Vatikan Bankası'na, İtalya'dan para giriş çıkışları için hizmet etmesinden dolayı, Vatikan en sonunda para aklama işlemlerinin sahibi durumuna geldi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.180)

Vatikan Masonlarına Ters Düşen Papa: I. Jean Paul

Vatikan'daki masonları saptayan ve Vatikan Bankası'nın yolsuzluklarını soruşturan Papa I. Jean Paul.

Vatikan'a 1978 yılında yeni bir papa seçildi: Papa I. Jean Paul. I. Jean Paul, biraz farklı bir papaydı. Vatikan'da bir şeyler döndüğünü hissediyordu. Papa seçilmeden bir süre önce Vatikan Bankası'nı, bu bankanın bağlantılarını araştırmaya başladı. Kardinalleri, piskoposları araştırdı. Sonuçta çok ilginç noktalara vardı. P2 Mason Locasının Vatikan'la bağlantılarını ve "Büyük Vatikan Locası"nı, bu locaya üye olan 121 kardinali, piskoposu ve rahibi keşfetti. Oysa masonluk asırlar öncesinden kilise tarafından "dinsizlik" olarak tanımlanmıştı. Bu sisteme engel olmaya çalıştı. Fakat papa seçildikten 33 gün sonra faili meçhul bir zehirlenme ile hayatını kaybetmesi, "tehlikeli" çalışmalarının sonu oldu.

I. Jean Paul, henüz papalığa seçilmeden önce Vatikan'ın mali işlerinde bir "karışıklık" olduğunu fark etti:

"Papa I. Jean Paul, henüz papa seçilmeden önce, Vatikan'ın finansal problemleriyle ilgili birçok şikayete maruz kaldı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf. 125)

"31 Ağustos'da İtalya'nın önde gelen ekonomi gazetelerinden Il Mondo'da I. Jean Paul'e uzun bir mektup yayınlandı. Mektuptaki sorular şöyleydi:

'Vatikan'ın finans marketlerinde spekülatör gibi davranması hak mı? Vatikan'ın kendi bankası diye adlandırdığı bir bankanın İtalya'dan başka ülkelere, kanun dışı sermaye transferi yapması hak mı? Bu bankanın İtalya'daki bazı kişilerin vergi kaçırmasına yardım etmesi hak mı?" (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.123)

Vatikan hakkında bu tür şeyler eskiden beri söyleniyordu. Fakat I. Jean Paul, bunların doğru olup olmadığını ilk kez araştırmaya başladı. Araştırdıkça da mason localarını ve Vatikan'daki kontrollerini fark etti:

"Papa I. Jean Paul'ün dikkati gizli, kanundışı olan ve çalışmayla gücü ve zenginliği birleştiren, İtalya'nın çevresine yayılan bir mason locası üzerine yoğunlaştı.

Bu locanın adı P2 idi. Bu loca Vatikan'a derinlemesine nüfuz etmişti. Papazlarla ve piskoposlarla ilişkisi ve bizzat kardinallerle bağlantısı vardı. Papa I. Jean Paul, P2'yi kilisenin vücudunda yaşayan ve yok edilmesi gereken zararlı bir virüs olarak gördü." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.13)

Vatikan'da P2 Biraderleri: Banker Sindona,Piskopos Marcinkus, Kardinal Cody

I. Jean Paul'ün masonluk-mafya-Vatikan bağlantısını araştırırken karşılaştığı birçok isim vardı. Bunların en önemlileri Vatikan Bankası'nın Başkanı mason Piskopos Marcinkus, önceki Papa VI. Paul tarafından göreve getirilen Vatikan'ın mali danışmanı P2 üyesi Sindona ve onlarla ortak çalışan Kardinal Cody idi. Jean Paul araştırdıkça, bunların P2 üyesi olduklarını ve diğer bir P2 üyesi Banker Calvi ile çalıştıklarını buldu. Hepsinin ardında da P2 üstadı Licio Gelli vardı elbette.

I. Jean Paul, Vatikan'ın mali işlerindeki anormalliği araştırırken, ilginç bir alışveriş işlemi gerçekleşti. Vatikan Bankası'nın büyük hissesine sahip olduğu ve "Papazların Bankası" olarak anılan Banca Cattolica Veneto, P2 locasının üyelerinden Banker Calvi'ye satıldı:

P2 Locasıyla devlet içinde devlet kuran ve sonunda hemen hemen bütün İtalya'yı kontrol eden Licio Gelli.

"Papazların Bankası olarak anılan Banca Cattolica Veneto, patrikliğin haberi olamadan gizlice sahip değiştirdi. Bankayı satan Vatikan Bankası Başkanı Piskopos Paul Marcinkus, satın alan ise Banco Ambrosiano'nun Mailand şefi Roberto Calvi idi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf. 59)

"I. Jean Paul, olayı gizlice araştırmaya başladı. Roberto Calvi ve Michele Sindona gibi iki isim öğrenebildi. Öğrendiği şeyler tüyler ürperticiydi. Doğrudan Papa'ya gelecek bir suçlamanın varlığını anladı. Ayrıca Calvi ve Sindona'nın kilisenin önde gelenleri olduğunu ve Papa VI. Paul'ün yanında yüksek itibar sahibi olduklarını öğrendi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.60)

I. Jean Paul'ün bulduğu isimler gerçekten çok önemliydi. Bunlara sırayla göz atılırsa; Vatikan'ın mali danışmanı olan Sindona, tüm dünyada kritik bağlantıları olan bir mason, eroin ticaretinden Latin Amerika diktatörlerine uzanan bir zincirin önemli bir halkası, tam anlamı ile kirli işler uzmanıydı:

"Sindona, mafyanın bankeriydi ve yönettiği paraların önemli bir kısmı, doğrudan eroin ticaretinden geliyordu. Bu adam, Papa VI. Paul'ün Vatikan'a mali danışman olarak seçtiği ve İtalya'daki kilisenin bugünkü ekonomik durumunu inşa etmesini güvenle rica ettiği adamdı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.172)

"Sindona'nın mason locası Propaganda 2, kısa adıyla P2 ve üstadı da Licio Gelli idi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.159)

"Sindona mafya ve P2 Locası'ndaki biraderleri tarafından korunmuştu." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.281)

Sindona'nın Vatikan'a yaklaşmasının nedeni de, para aklama politikasından kaynaklanıyordu:

Papa I. Jean Paul ve kendisinden sonra Papa olan VI. Paul.

Michele Sindona, mafyanın, masonların ve Vatikan'ın mali danışmanı.

"Cambino ailesi, (Bir mafya ailesi, dünya çapında iş çeviriyorlar, özellikle New York ve Palermo'da) Sindona'yı, bu ailenin eroin işinden kazandığı paranın yatırımını yeniden organize etmek için görevlendiriyor. Bu ailenin bir para aklayıcıya ihtiyacı vardı. Sindona büyük miktarda sermayeyi İtalya dışına ve içine taşıması gerektiğini anlamıştı. Ve bunu yaparken mali büroyu uyandırmaması gerektiğini biliyordu. Sindona bu iş için ideal kişiydi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.151)

"Palermo'daki toplantıdan 17 ay sonra Sindona mafya paralarının yardımıyla ilk bankasını satın aldı. O ekonomi gangsterliğinin ana kuralını anlamıştı: Eğer bir bankayı yağmalamak istiyorsan, onu satın al." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.152)

"Sindona İtalyan bankalarından Vatikan Bankası yoluyla Schweizer Bank (İsviçre Bankası) kasalarına, kendisine ve Vatikan'a ait kanundışı döviz ve kapital transferi yapıyordu. Bu Vatikan'ı, kutsallığını fakirlerin hayrına yönlendirmek yerine, tam tersine İtalya'nın dışına kirli para akmasına yardım eder hale getirmişti." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.173)

Sindona'nın Vatikan üzerinden aklayarak dışarı çıkardığı P2'nin kirli paraları, Latin Amerika'nın faşist diktatörlerinin finanse edilmesinde kullanıldı. P2 Locası, İsrail ve Mossad'ın da büyük yardımını alan bu faşist rejimlere destek olmak için bir ekip oluşturdu:

"Sindona, Licio Gelli'nin üstadı olduğu P2'nin adamlarından etkin bir takım oluşturdu ve bu adamlar Arjantin, Paraguay, Uruguay, Venezuella ve Nikaragua'ya hükmettiler. Sindona, o zamanın Nikaragua Diktatörü Somoza hakkında Romalı bir avukata şunları söylüyordu: Somoza gibi adamlarla çalışmayı tercih ediyorum. Bir diktatörle, bir demokratik rejimle başa gelmiş kişiye nazaran çok daha iyi iş yapılabilir. Bunun gibilerde çok kontrol olur. Onlar dürüstlüğe inanır ve bu da banka işleri için kötüdür." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.184)

I. Jean Paul'ün bağlantılarını keşfettiği diğer bir önemli isim de Vatikan Bankası Başkanı mason Piskopos Marcinkus idi:

Vatikan'ın P2 üyesi mali danışmanı Sindona'nın ortaklarından Kardinal Cody.

"Marcinkus, Papa Paul tarafından Vatikan Bankası Başkanlığına atanmıştı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.179)

I. Jean Paul, Papa seçilmeden önce, o anki Papa'ya, VI. Paul'e gitmiş ve mali konulardaki şüphelerini anlatmıştı. Bu olayın ardından Marcinkus'la yaptığı görüşme, I. Jean Paul'ün olayın boyutlarının farkına varmasına yardımcı oldu:

"Ortada dolaşan söylentilere göre, I. Jean Paul, Papa VI. Paul'e mali konulardaki problemlerden bahsetmiş, Papa ise şu cevabı vermişti: 'Mali durumumuz henüz düzelmedi. Sen en iyisi Monsenyör Marcinkus'a git ve şikayetini dile getir.' I. Jean Paul, Marcinkus'un bürosuna gitti ve Banca Cattolica Veneto'nun Roberto Calvi'ye satılışı ile ilgili şikayetini aktardı. Konuşması bittikten sonra Marcinkus ona kapıyı gösterdi ve şöyle dedi:

'Sizin bugün yapacağınız daha iyi bir iş yok mu? Siz kendi işinize bakın, ben de kendi işime bakayım." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.242)

I. Jean Paul, adeta "kurtlar sofrası"ndaydı. Şikayete gittikleri, işin başını çeken kişilerdi:

"Marcinkus'un sorumluluğu doğrudan Papa VI. Paul'e karşıydı. Papa'nın, Marcinkus'un ne kadar pisliği gizlediğini bilmediğini düşünmek çok çocukça bir şey olur." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.365)

Bunların yanı sıra, Vatikan Devlet Sekreteri mason Kardinal Villot, "Vatikan'ın Kissinger'ı" olarak anılan Vatikan Dış İşleri Bakanı mason Kardinal Casaroli, P2 ile ortak çalışan Şikago'dan Kardinal Villot gibi isimler de Papa'nın ters düştükleri arasındaydı.

"Cody Vatikan'ın ortasında kendi mafya ve P2'sine sahip gibiydi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.421)

Papa'nın Keşfettiği "Büyük Vatikan Locası" I. Jean Paul, 26 Ağustos 1978 günü Papa seçildi.

P2'nin Vatikan üzerinden akladığı paralar, Latin Amerika'nın faşist rejimlerini desteklemek için de kullanılıyordu. Üstteki, Arjantin Diktatörü General Juan Peron ve P2 üstadı Licio Gelli dostluğu da bu bağlantının bir yansımasıydı.

Papa I. Jean Paul, bir süre sonra Vatikan'la ilgili çok önemli bir bilgi daha buldu. Bulduğu, masonluğu dinsizlikle eş değer tutan Katolik inancının merkezindeki "Büyük Vatikan Locası"ydı!

"P2 bir çok şeyle ilgilendiği gibi Vatikan'la da ilgileniyordu. 1978 Eylülü'nün ilk günlerinde Papa I. Jean Paul, gizli bir emirle, alışılmışın dışında bir haber ajansı olan Osservatore Politica (O. P.)'nın abone listesine isminin eklendiğini keşfetti. Ajans tek kişilik bir işletmeydi ve Mino Pecorelli adında bir gazeteci tarafından yönetiliyordu. Osservatore Politica'nin okuyucuları arasında yüksek mevkili politikacılar, gazeteciler ve önemli olayları önceden bilmeye önem veren kişiler vardı. Bu kişilere şimdi Papa I. Jean Paul de dahildi.

Eylül ayının ilk günlerinde Papa I. Jean Paul'ün gözüne buradaki bir yazı takıldı, bu yazıda 'Büyük Vatikan Locası'ndan bahsediliyordu. Bu listede mason oldukları iddia edilen 121 isim vardı. Bu 121 kişi arasında, yeni kişiler olmakla birlikte, birçok kardinal, piskopos ve diğer yüksek rütbeli kişiler vardı. Bu veriler Luciani'nin (Papa I. Jean Paul) masonlarla çevrilmiş olduğunu gösteriyordu. Ve mason olmak normal olarak Kilise'den çıkarılmakla eş değerdi!

Kardinallerin Papa seçimi için toplandıkları yerde birçok önemli pozisyondaki 'Papa adaylarının' mason olduğu dedikodusu dolaşıyordu. Şimdi 12 Eylül'de yeni Papa bu isim listesine sahipti. Papa I. Jean Paul olaya bir din adamının kesinlikle bir locaya dahil olamayacağı noktasından hareket ederek baktı. O bir kısım, kendisinin de tanıdığı, yeni katoliklerin mason localarında olduğunu biliyordu. Bununla birlikte yaşamayı öğrenmişti, ama iş din adamlarına gelince olayı katı değerlendiriyordu. Roma Katolik Kilisesi uzun zaman evvel masonluğu çok açık bir şekilde reddetmişti. Kuşkusuz yeni Papa konu hakkında konuşmaya hazırdı, ama 121 loca üyesinin isminin yazılı olduğu bir liste bir tartışmanın başlangıcı için fazlaca cesur idi. Devlet Sekreteri Kardinal Villot, Loca ismi Jeanni, loca numarası 041/3, 6 Ağustos 1966'da bir Zürih Locası'na alınmıştı. Vatikan Dış İşleri Bakanı Kardinal Agostino Casaroli, Kardinal Ugo Poletti, Roma temsilcisi Kardinal Baggio, Vatikan Bankası'ndan Piskopos Paul Marcinkus ve Monsenyör Donato de Bonis, hepsi masondu.

Mason Başpiskopos Marcinkus Papa II. Jean Paul ile.

Şaşkın olan Papa, Vatikan'ın 'Kim Kimdir?'i gibi bir liste tutuyordu elinde." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.245,246)

Bütün bunları öğrenen Papa I. Jean Paul, Vatikan'daki bu masonları temizlemek için bir plan hazırladı. Kilit noktalardaki biraderleri yavaş yavaş Vatikan dışına göndermeyi amaçlıyordu.

"Marcinkus, I. Jean Paul'le karşılaştıktan sonra Banka'nın makam dairesine geri döndüğünde, bir dostuna güvenerek şöyle dedi: 'Buradan ayrılabilirim, bu Papa'nın diğerlerine göre çok farklı görüşleri var. Burada değişiklikler olacak. Çok büyük değişiklikler.' Marcinkus haklıydı. I. Jean Paul, o gün öğleden sonra Villot'a, Marcinkus'un hemen görevden ayrılması gerektiğini söyledi. Bir ay veya bir hafta sonra değil, hemen ertesi gün." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.293)

"Papa'nın Baggio'yu Roma'dan Venedik'e gönderme kararının birçok sebebi vardı. Bunun en önemlisi ise Luciani'nin elde ettiği şu bilgiydi: Mason Baggio, Loca ismi Seba, Loca No - 85/2640/, 14 Ağustos 57'de locaya alınmış." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.291)

Vatikan'ı masonlardan temizleme yönündeki bu çabası ise, Papa için sonun başlangıcı oldu...

Papa'ya P2'den 'İtalyan Çözümü'

Papa'nın bu beklenmedik hareketi, P2 kurmayları arasında büyük bir tedirginliğe neden oldu. Bunun üzerine, hiç vakit kaybetmeden Papa için kesin karar verildi: "İtalyan çözümü."

"Sindona için problemler İtalya'da, özellikle Vatikan'daydı. Eğer Marcinkus devrilirse Calvi'yi de götürürdü, eğer Calvi düşerse Sindona'yı da beraber çekerdi. Problemlerini cinayetlerle çözmeye alışık bir adam, kendisine İtalya'da bir tehdit oluşturan Papa'yı öldürmeyi istemez miydi? Sindona, Calvi, Marcinkus, ve Kardinal Cody: 28 Eylül 1978'de bütün bu adamların, belirli konularda karar alan Papa I. Jean Paul için kötü şeyler planlamalarının sebepleri vardı. Başlarına gelen olayların korku verdiği iki adam daha vardı Licio Gelli ve Umberto Ortolani. 28 Eylül'de altı adama bir yedincisi de eklendi. Luciani'nin kendilerine karşı planladığı tedbirleri öğrenen Vatikan'ın Devlet Sekreteri Kardinal Villot. Villot, korkuyu öğrenmişti." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.283)

"Cody, Marcinkus, Villot, Calvi, Sindona, Gelli. Bu adamlardan en az bir tanesi 28 Eylül akşamı veya 29 Eylül sabahı gerçekleşecek bir plan yaptı. Plan İtalyan çözümünün uygulanmasından doğdu: Papa ölmek zorundaydı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf. 300)

Ve 29 Eylül 1978'de İtalyan çözümü gerçekleşti. Papa I. Jean Paul şüpheli bir ölümle hayata gözlerini yumdu. Fakat P2'nin adli tıbba, savcılıklara uzanan kolları olayın örtbas edilmesini ve normal bir ölüm gibi gösterilmesini sağladı.

Papa seçilmesinden 33 gün sonra öldürülen, Vatikan'ın mason olmayan "dürüst" Papası I. Jean Paul.

"I. Jean Paul, 100 yıldan beri tek başına ölen ilk Papaydı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.300)

"Papa öldürüldü. Ama hiçbir otopsi yaptırılmadı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.312)

"İtalya'da Papa'nın enfarktüsten ölüp ölmediğini yargılayabilecek birisi varsa o da Profesör Giovanni Rama'ydı. Rama 1975'ten beri Papa'nın tedavisini yapıyordu. Fakat, Papa'nın Vatikan'daki ölümüyle alakalı hiçbir şekilde Rama ile bağlantı kurulup, konuşulmadı. Profesör Doktor Rama, 'Beni çağırıp Papa'nın cesedini incelememi istememelerine çok şaşırdım' dedi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.352)

İtalyan usulü çözümün sahipleri ise Vatikan'daki kurulu düzenleri sayesinde "iş"lerine devam ettiler:

"Villot, Cody, Marcinkus, Calvi, Sindona, Gelli: Katil zanlısı olarak her biri kuvvetli bir faktör oluşturuyor. Kardinal Villot, Vatikan Devlet Sekreteri makamını korumak, diğerlerini makamlarına zarar gelmesine karşı korumak için Papa'yı öldürmüş olamaz mıydı?

Kardinal Cody, kendisini Chicago'daki mevkiinden uzaklaştırmaya çalışan Papa'yı Vatikan'daki arkadaşları yardımıyla öldürmüş olamaz mıydı? Bir banka enstitüsünde söz sahibi olan Piskopos Marcinkus, Institute per le Opere Religiose'nin (Vatikan Bankası'nın) Başkanı olarak kalmak istediği için cinayet işlemiş olamaz mıydı?" (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.353)

"Savcılığın yaptığı normal bir araştırmada bu üç adam (Villot, Cody, Marcinkus) birçok soruyu cevaplandırmak zorundaydılar. Bugün beş yıl sonra bu yolla bir açıklama artık mümkün değil. Villot ve Cody öldüler, Marcinkus ulaşılamaz bir şekilde Vatikan'da oturuyor." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.354)

"Kim Papa'yı öldürdüyse bunu boşuna yapmadı. Villot Devlet Sekreteri olarak kaldı. Cody mevkiini korudu. Marcinkus ve yardımcıları Mennini, De Strobel ve de Bonis Vatikan Bankası'nı yönlendirmeye devam ettiler ve Banco Ambrosiano ile olan işlerin gelişmesini sağladılar. Calvi, adamları ve P2'nin üstadı Gelli ile Ortoloni, Vatikan Bankası'nı kalkan olarak kullanarak zimmete para geçirip, hilekarlıklarını devam ettirdiler. Wojtyla (Polonyalı Kardinal), I. Jean Paul'ün Kardinal Cody'nin ayrılmasına karar vermesine sebep olan belgeleri elinde tutuyordu. O ayrıca Vatikan'da masonların sözünün geçtiğini gösteren belgeleri elinde tutuyordu." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.364)

Sözde Muhafazakarların Locası: Opus Dei I

Opus Dei'nin kurucusu İspanyol Monsenyör Joselmaria Escriva de Balaguer.

Jean Paul'ün tasviyesinin ardından Papa seçilen II. Jean Paul, masonlarla iyi geçinmek durumunda kaldı. Bunun bir sonucu olarak da, Kilise içinde oluşmuş olan bir loca, Papa tarafından "kutsandı":

"Papa II. Jean Paul seçimi olayların yönünün tam tersine, eski Papa VI. Paul'ün fikirleri doğrultusunda değiştirdi. Örnek olarak masonluğun Vatikan'a nüfuz etmesini alalım. Yeni Papa, yalnızca çeşitli localardan gelen masonların Vatikan sınırları içine girmelerine izin vermemiş, aynı zamanda da kilisenin içinde oluşan bir locaya hayır duası etmişti. Locanın adı Opus Dei idi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.365)

Opus Dei, muhafazakarların locası:

"Bu Katolik tarikat birçok açıdan P2'ye yakın ve genel olarak Kilise içinde ve Vatikan şehrinde artan bir kuvvet...

Opus Dei, uluslararası mesafeye uzanan Katolik bir organizasyon. Üye sayısı sınırlı tahminlere göre 60.000 ve 80.000 arasında, ama etkisi önemli ölçülerde. Opus Dei gizli bir teşkilat ve kilise adaletine göre kesin olarak yasaklanmış. Buna rağmen, Katolik kilisesinin uç sağ kanadını bir vücutta toplamış ve birçok taraftarı olduğu gibi birçok düşmanı da olmuştur. Üyelerinin sadece yüzde beşi din kesiminden olup bu küçük bir kısmını oluşturuyor, kalan kısım her iki cinsten olup yeni katılanlardır. Her tür kesimden üyesi var. Toplumun akademik ve politik olarak yüksek seviyelerine gelecek olan öğrencileri kendisine çekmek için çaba gösteriyor. Dr. John Roche, Oxford Üniversitesi'nde doçent ve eski bir Opus Dei üyesi. Teşkilatı kötü niyetli ve gizli olarak karakterize ediyor." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.366)

Opus Dei'yi, sadece Vatikan'da değil, faşist diktatör Franco'nun ya da Hırvatistan'daki faşist örgütlenmelerin hemen yanında da görmek mümkündür.

"Üç tane Opus Dei üyesi, 60'lı yıllarda, İspanya diktatörü Franco'nun kabinesinde görev aldı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.367)

Sözde dini kuruluş Opus Dei, P2 ve diğer localarla ortak hareket eden bir kapitalist organizasyondur:

"Opus Dei aynı zamanda çok büyük bir zenginliği de ifade ediyordu. Jose Mateos, İspanya'nın en zengin adamı, Opus Dei'ye milyonlar vermişti. Bu paranın önemli bir kısmı onun Calvi'yle İspanya ve Arjantin'de yaptığı kanun dışı işlerden geliyordu. P2 görevlisi (katibi) ve Opus Dei görevlisi iş birliği içindeydi." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.368)

Olayı özetlersek, Papa VI. Paul'den sonra "Güler yüzlü" Papa diye de tanınan Papa I. Jean Paul'e, Papa seçilmesinden 33 gün sonra P2 tarafından "İtalyan çözümü" uygulandı. Siyonist sermayeli şirketlerle Vatikan'ın ortaklığı, Vatikan'ın içine Siyonizme hizmet eden unsurları dahil etmişti. Papa I. Jean Paul adıyla göreve başlayan Venedik Kardinali Albino Luciani, Vatikan'ın mali hesaplarına el koydu. Bunun üzerine Siyonizme ters düşen diğer Papalar gibi Papa I. Jean Paul de P2 Mason Locasının emriyle susturuldu. Vatikan'ın gerçek yöneticisi Kardinal Marcinkus P2 üyesi ve P2-mafya-Vatikan üçgeninin kilit ismiydi. Bütün bunlar, Vatikan'da neler döndüğünün bir göstergesiydi. Aforoz edilen masonluğun, Hıristiyan dünyasının merkezini bu denli sarmış olması, çok dikkat çekiciydi.

"Bir Katoliğin bir mason locasına üyeliğine müsade edilmediği ve bu bağlılığın cezalandırılacağı 1738'den beri geçerliydi. Vatikan tabii ki hiçbir açıklama yapmıyordu bu sefer. Bütün P2 locasında olan 'iyi Katolikler' İtalyan yargı makamının eline düşmeden isimlerini loca listelerinden sildirmek için plan yapıyorlardı." (Im Namen Gottes?, David A. Yallop, sf.400)

Basın Kralı, Mossad Ajanı Maxwell'inSır Dolu Ölümü

Mossad ajanı Maxwell kutsal kippasıyla (sağda)

Basın kralı olarak bilinen ve dünyada sayısız yayın organından oluşan dev bir kartelin sahibi Robert Maxwell'in şüpheli ölümü, "Bu da Mossad'ın oyunlarından biri mi?" sorusunu akla getirebilecek karmaşadaydı. "Maxwell öldürüldü mü, yaşıyor mu?" Bu sorulara gerçek cevabı yalnızca İsrailli yetkililer verebilir. Karmaşanın boyutunu görebilmek için ise dönemin gazete başlıklarından, Maxwell olayı hakkında genel bir bilgi edinmek faydalı olacaktır:

"Maxwell'in ölümünü resmen açıklanmasından 45 dakika önce gazetesine bildiren Jerusalem Post polis muhabirinin kimliği hala gizli tutuluyor. Gazetenin bir yazarı olan Fettman, bu gazetenin olayı 45 dakika önceden nasıl bildiği sorusuna cevap veremiyor." (Sabah Gazetesi, 13 Kasım 1991)

"Robert Maxwell yükselişinden itibaren sır dolu bir kişilikti. Nasıl zengin olduğunu da kimse bilemedi, nasıl öldüğünü de." (Para, 17 Kasım 1991)

"İngiltere'de yayınlanan Sunday Sports gazetesinde KGB istihbaratına dayanılarak, denizde boğulan kişinin Maxwell'in kullandığı dublör olan Andreas olduğu ve Maxwell'in katılmadığı bazı toplantılara bu kişinin gönderildiği belirtildi." (Meydan, 16 Kasım 1991)

Maxwell'in garip ölüm senaryosu basında şu başlıklarla yer almıştı:

"Maxwell'in ölümü muamma." (Hürriyet, 7 Kasım 1991)

"Basın Baronu'nun sır dolu ölümü." (Para, 17 Kasım 1991)

"Maxwell'in ölümünde büyük sır." (Cumhuriyet, 7 Kasım 1991)

"Maxwell ölümü muamma." (Meydan, 14 Kasım 1991)

"Maxwell'in ölümü tartışılıyor." (Meydan, 13 Kasım 1991)

"Kalp krizinden öldüğüne inanılmıyor! Maxwell'in sırrı çözülemedi." (Hürriyet, 11 Kasım 1991)

"Kaza değil, kalp krizi değil." (Sunday Mirror, 15 Aralık 1991)

"Maxwell'in ölümü de yaşamı ve yaptıkları gibi bir muamma şimdilik... Kalp krizi mi? Cinayet mi? Yoksa gizli örgüt parmağı mı?" (Nokta, 24 Kasım 1991)

"Maxwell ölmedi." (The Guardian, 15 Kasım 1991)

"Maxwell ölmedi." (Sunday Sports, 15 Kasım 1991)

"Basın kralı ölmedi mi?" (Tercüman, 16 Kasım 1991)

"Maxwell ölmedi." (Türkiye, 16 Kasım 1991)

"Maxwell yaşıyor mu?" (Günaydın, 16 Kasım 1991)

"Maxwell'in hayatta olduğu iddia ediliyor." (Meydan, 16 Kasım 1991)

"Maxwell yaşıyor mu?" (Yeni Asya, 16 Kasım 1991)

"Maxwell'in ölümündeki esrar aydınlanmak bir yana daha karmaşık bir niteliğe büründü." (Hürriyet, 14 Ocak 1992)

"Maxwell'in hayatta olması çok muhtemel. Kendini öldü göstermek için kullanabileceği bir benzerine sahip olduğunu biliyorduk. Kanarya Adaları'nda denizden çıkarılan cesedin zehirli gazla kalp krizi geçirtilerek öldürülen Andreas olduğu ve çalışanların emekli sandığından 426 milyon sterlin çaldığı öne sürülen Maxwell'in, Güney Amerika'da gizli bir yere gitmiş olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğu kaydedildi." (Sunday Sports, 15 Kasım 1991)

Bütün bunlar, işin içinde garip bir şeyler döndüğünü gösteriyordu. Maxwell'in öldüğünü "ispatlamak" için İsrail'de gizli bir otopsi yapıldı:

Maxwell'inİsrail'deki kutsal Zeytin Dağı'nda hahamlar tarafından düzenlenen cenaze töreni.

"İsrail'de gizli otopsi... Maxwell'in cesedine ölümünden 4 gün sonra Tel Aviv'deki sağlık enstitüsünde gizli bir otopsi yapıldı. Otopsi İsrailli doktorlar tarafından yapıldı. Otopsiyi yapan İsrailli doktorlar diş yapısından cesedin Maxwell'e ait olduğunu söylediler." (Hürriyet, 14 Ocak 1992)

"The Guardian gazetesi ceset üzerinde yapılan diş ve parmak incelemelerinin, cesedin Maxwell'e ait olduğunu kanıtlayamadığını belirtti. Ayrıca cesede yapılan otopside Maxwell'in kulağına benzemeyen bir kulak yapısı saptandı." (The Guardian, 15 Kasım 1991)

Mossad ajanı Maxwell İsrail için iyi bir dosttu.

"Şamir: 'İsrail can dostunu yitirdi'." (Hürriyet, 7 Kasım 1991)

"Bir Çek Yahudisi olan Maxwell'in cenaze töreni görkemli bir şekilde Kudüs'te yapıldı. Cenaze törenine dönemin İsrail Devlet Başkanı Haim Herzog, Başbakanı İzak Şamir ve çok sayıda Yahudi katıldı.

Sorular:

1. Her zaman yanında bir sekreter bulunduran Maxwell, yatına neden yalnız başına bindi?

2. Akşam yemeğinden yatına gece 22.00 'de döndü. Kaptanla en son ertesi sabah 04.45'te konuştu. Bu kadar süre içinde Maxwell ne yaptı?

3. Yata herhangi biri, kimseye görünmeden girebilir miydi?

4. Kaybolduğu anlaşılınca kaptan neden İspanyol makamları yerine Londra'yı haberdar etti? Neden denizde hemen bir arama başlatılmadı?

5. Kaybolduğu neden ancak 54 metrelik yatın 3 kez aranmasından sonra anlaşıldı?

6. Adli Tıp uzmanları yatı inceledi mi?

7. Yatta daima 4 kişi devriye gezerdi. Neden kimse, Maxwell'in denize düştüğünü görmedi, duymadı?

8. İngiliz-İsrail Dostluk Derneği toplantısında bir konuşma yapması gereken Maxwell bunu niye iptal etti? Düzenleyiciler neden iptal kararını toplantıya bir saat kala açıkladılar?" (Cumhuriyet, 15 Kasım 1991)

Acaba bu şüpheli ölümün nedeni ne idi? Kayboluşundan bir süre önce Seymour M. Hersh, "The Sampson's Option" adlı kitapta Maxwell'in Mossad ajanlığını açıklamıştı. Görev yapma alanı bitip aynı zamanda deşifre olan Maxwell garip bir ölüme doğru yol aldı.

İngiltere'de yayınlanan Business Age dergisi Maxwell'i Mossad'ın öldürdüğüne dair yabana atılmayacak kanıtlar öne sürdü. İngiltere'de yayınlanan Business Age dergisinin yazarlarından Kevin Cahill yönetimindeki bir gazeteci ekibi İspanya, İsrail, ABD, Kanada ve İrlanda'da yaptıkları araştırma ve röportajlardan sonra Robert Maxwell'in Mossad'ın denetimindeki eski ajanlarca öldürüldüğü sonucuna vardılar. Bu arada ünlü Pulitzer ödüllü Amerikalı yazar Seymour Hersch "The Sampson's Option" isimli kitabını yazmış, Maxwell ile Mossad arasındaki organik bağları ifşa ederek Maxwell'in sahip olduğu Mirror Grubu'nun borsada büyük ölçüde değer kaybetmesine yol açmıştı. Hersh kitabında Maxwell'in kısa süre içerisinde iflas edeceği kehanetinde de bulunmuştu. Kitabın yayınlanmasından sonra basın imparatorunun İsrail için olan önemi bir anda kayboldu. İşin ilginç yanı, Maxwell'in cesedinin bulunmasından üç gün önce 2 Kasım 1991'de İsrail kabinesine yakın bir yetkilinin Hersch'e Maxwell'in safdışı edilmek üzere olduğunu söylemiş olmasıdır.

Maxwell'in kullanılma fikri dönemin Başbakanı İzak Şamir'den gelmişti, ama operasyon tamamen Mossad'ın kontrolü altındaydı. Şartların değişmesi ile İsrail ile Sovyetler Birliği arasında para akışını sağlayan Maxwell'in bir değeri kalmamış, üstüne üstlük kendisine verilen paraların bir kısmını hesabına geçirmiş ve geri ödenmesi istenince de şantaj yapmaya kalkmıştı. Bütün şartlar Maxwell'in aleyhine gelişmişti. Otopsi yapmak isteyen birçok doktorun isteği her nedense Maxwell'in ailesi ve avukatlarınca geri çevrildi. İsrail'de yapılan gizli otopsiden sonra Maxwell Kudüs'te devlet töreniyle gömüldü.

Business Age dergisi konuyu şöyle açıklamıştı:

"2 Kasım 1991'de, Robert Maxwell'in cesedinin Kanarya Adaları'nda bulunmasından üç gün önce İsrail Kabinesine yakın bir kaynak, Seymour Hersch'e Maxwell'in ortadan kaldırılacağını söyledi. Patolojistlere ve İspanyol yargı otoritelerine göre Maxwell'in ölümü cinayetti. Fakat neden öldürülmüştü? Doğu Bloğunda ve tüm dünyada şirketler ağı vardı. Maxwell İsrail'e her para sağladığında bir kısmını da kendine ayırıyordu. Bu rolü nedeniyle önceki borçlarını ödemenin gereksiz olduğunu düşünüyordu. İsrail parasıyla Maxwell milyarder konumuna geldi. Maxwell İsrail'deki birçok kuruluşa borçluydu ve onlar Maxwell'e ödemesi için baskı yaptıkça, o da bunları açıklamakla tehdit ediyordu. Bir İsrail-Amerikan fonu olan Ora Vakfı'ndan para almıştı. Ayrıca İsrail'in kendisine 80'lerde Mirror'u kurması için verdiği borçları da ödeyemiyordu. Böylece Maxwell'e operasyonlarında ve Mirror Grubu'nun kurulmasında yardım eden eski Mossad görevlilerini ölümle tehdit ediyordu. 80'lerde Maxwell, İsrail'in Sovyetler Birliği ile olan ticari bağlantısıydı... İsrail'e jetiyle yaptığı garip ve sık ziyaretler hiçbir zaman açıklanamadı.

Çek Yahudisi olan Maxwell'i kullanma fikri Başbakan İzak Şamir'indi, fakat bunun idaresi çoğunlukla Mossad'ın elindeydi. Maxwell'in rolü parayı dolaştırmaktan ibaretti, özellikle Doğu Blokuna. Maxwell İsrail'den yıllarca büyük miktarlarda para borç almıştı ve geri ödememişti.

İsimleri kanuni nedenlerle saklanan İsrailli görevliler Sicilya'da Katanya'ya giderek mafya bağlantılı iki kiralık katil tuttular. Bu, 1980'lerin başında Avrupa'daki cinayetler için Mossad tarafından uygulanan standart programdı. Bu iki adam önceden de Mossad için çalışmıştı ve iyi tanınıyorlardı. Bu Katanyalı kiralık katillere işin resmi bir Mossad görevi olduğu izlenimi verildi.

Zaman kısaydı. Bunun nedeni 68 yaşındaki Maxwell'in iş imparatorluğu çökmeden öldürülmesiydi. Durumunu savunması engellenmeliydi; ayrıca İsrail ajanlarına yaptığı tehditleri gerçekleştirmemeliydi. Maxwell 31 Ekim'de yat gezisine çıkmaya karar verince katillerin eline düştü. İsrail istihbaratı Maxwell'in tüm uluslararası iletişimlerini dikkatle izliyordu. Hayatı boyunca Maxwell'in faaliyetleri çeşitli gizli servislerce takip edilmişti: Mossad, MI-6, KGB, CIA, Doğu Bloku'ndaki diğer gizli servisler. 4 Kasım'da Maxwell uydu telefonuyla bazı yerleri aradı ve bunlar Kanaryalar'daki CIA merkezinden ve Kıbrıs'taki üssü ile İsrail'deki Mossad tarafından dinlendi."

Maxwell öldü ama, cevapsız birçok soruyu da hiç şüphesiz beraberinde götürdü.