VII. BölümSavaşın Karanlık Yüzü
1992-95 yılları arasında tüm dünya, hafızalardan silinmesi zor bir vahşete tanıklık etti. Ve bu vahşet Avrupa'nın hemen yanı başında gerçekleşti. Daha çatışmaların ilk günlerinde yapılabilecek bir müdahale, ancak vahşetin boyutları tüm dünya kamuoyunun dayanma sınırlarını aştığında yapılabildi. Üç yılın sonunda ateşkes sağlanarak savaşa son nokta konuldu.
Ne var ki bu süre zarfında yaşananlar Bosna halkının üzerinde telafi edilemez izler bıraktı. Savaşın bilançosu çok ağırdı; 200 bin Bosnalı Müslüman öldürüldü, 2 milyon Müslüman yurdundan sürüldü, 50 bine yakın kadına tecavüz edildi ve on binlerce insan da Sırp toplama kamplarında işkence görüp, sakat kaldı. Pek çok insan diri diri parçalanıp mezarlara gömülen, topluca kurşuna dizilen ya da evleriyle birlikte yakılıp katledilen insanların korkunç görüntülerine tanıklık etti. Kimisi sevdiklerinin ve yakınlarının işkence ile öldürülmesine, kimisi karısının, kızının ya da annesinin ırzına geçilişine şahit oldu.
Kitap boyunca Batı dünyasının savaş boyunca izlediği politikayı, Balkanlar'ın siyasi ve kültürel yapısını, tarihini ve jeostratejik konumunu göz önünde bulundurarak inceledik. Bu bölümde ise, Bosna'da Müslüman halka yönelik olarak gerçekleştirilen vahşet hakkında bazı detaylar vereceğiz.
Birleşmiş Milletler Denetiminde Katliam: Srebrenica
Srebrenica katliamı, uluslararası gözlemciler tarafından II. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa’nın gördüğü en vahşi katliam olarak nitelendirilmektedir. Beş gün gibi kısa bir süre içerisinde yaklaşık 8 bin Müslüman erkek Sırplar tarafından öldürülmüştür. Bu katliamı diğerlerinden ayıran en önemli özellik ise, katliamın, Srebrenica’nın Birleşmiş Milletler tarafından “güvenli bölge” ilan edildiği bir dönemde gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Yukarıdaki harita savaş sırasında dört bir yanı Sırplar tarfından kuşatılmış olan Saraybosna'yı gösteren temsili bir resimdir.
Sırplar Srebrenica’yı 6 Temmuz 1995’de kuşatmaya başladılar. Ancak bölge BM tarafından korumaya alınmış ve mülteciler için özel bir alan haline getirilmişti. Savaştan korunmak isteyen yaklaşık 40 bin kişi bu bölgeye sığınmıştı ve bölgenin korumasını BM’in Hollanda birlikleri sağlıyordu. Tanklar ve ağır silahlar eşliğinde ilerleyen Sırp ordusu 11 Temmuz günü Srebrenica’yı ele geçirdi. Bu sırada Boşnak halkın uluslararası güçlere yaptığı yardım çağrıları cevapsız kaldı.
Srebrenica’da yapılan katliam, hayatta kalanların ifadeleri, NATO ve BM arşivlerinde bulunan belgeler, Bosna, Sırbistan, Washington ve New York’da yapılan araştırmalarla hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlandı. Basında yer alan haberler ve görgü tanıklarının ifadeleri, Srebrenica'nın BM tarafından Sırplara teslim edildiği gerçeğini ortaya koyuyordu.
Bosna katliamının baş aktörlerinden Çetnik lider Arkan, gtubunun maskotu olan bir kaplanla birlikte görülmektedir.
Örneğin bölgede bulunan bir BM yetkilisi, “Acil! Acil! Acil! Sırplar Srebrenica’ya giriyorlar. Birinin onları durdurması ve bu insanları kurtarması gerekiyor. Binlerce insan hastaneye toplanmaya başladı. Lütfen yardım edin” mesajı ile Cenevre’deki üstlerini yardıma çağırmış, ancak kimseden cevap alamamıştı.1 Srebrenica Sırpların eline geçerken, bölgeyi korumakla görevli Hollanda Birliği'nin komutanı kendi adamlarının güvenliğini garanti altına almak için Srebrenica kasabı Ratko Mladi¡ ile pazarlık yapıyordu. Zaten Hollanda Birliği'nin, BM Bosna Sorumlusu Bernard Janvier’e yaptığı “Srebrenica’yı kurtarmak için hava saldırısı yapılması” yönündeki teklifi de geri çevrilmişti. BM yetkilileri kuşatma altında olan bir şehri korumayı “riskli” bulmuş ve her koşul altında koruyacaklarını vaat ederek bölgeye topladıkları Müslümanları göz göre göre ölüme terk etmişlerdi.
Srebrenica’nın işgalinden bir iki gün sonra ABD uyduları, bölge yakınlarındaki futbol sahalarında toplu olarak öldürülmeyi bekleyen Müslümanların yerlerini tespit etmişti. Ancak ABD’li yetkililer resimlerin uydudan ellerine 4 Ağustos günü geçtiğini açıkladılar. ABD’n1in uydudan resimlerin geldiğini açıkladığı günlerde Müslümanlar çoktan öldürülmüş, hatta toplu mezarlara yerleştirilmişlerdi bile.2 Olaylar bu aşamaya gelene kadar gerek BM gerekse ABD yaptıkları tüm açıklamalarda, Sırpların Srebrenica’yı işgal etmeyi planladığını düşünmediklerini, bu nedenle herhangi bir hava saldırısına ihtiyaç duyulmayacağını açıklamışlardı. İnandırıcı bulmadıkları olay gerçekleştiğinde ise artık müdahale etmek için çok geçti. Srebrenica’yı ele geçiren Sırp Birliği'nin komutanı Mladi¡, BM Hollanda Birliği'nin komutanına, hava saldırısı yapılması durumunda, Müslüman esirlere ne yapacağını yakınındaki bir hayvanın boğazını keserek göstermişti.3
The New York Times’da yer alan 'BM 95 Bosna Katliamını Durdurmakta Yetersiz Kalışını Detaylandırdı' başlıklı haberde, Bosna savaşından dört yıl sonra 1999’da hazırlanan BM raporuna yer verilmekteydi. Rapora göre BM, Bosna katliamında sorumluluğunu kabul ediyordu. Rapor, "Srebrenica trajedisi sonsuza kadar tarihimizin kara bir lekesi olarak kalacak" sözleri ile son bulmaktaydı.
Srenbrenica’da Müslümanların ölüme terk edilişi Batı basını tarafından da ele alındı. Ünlü İngiliz gazetesi The Independent, ‘BM 8000 kişiyi ölüme terk etti’ başlığı ile bu dehşeti İngiliz kamuoyuna duyuruyordu. Bu haberin yer aldığı internet sitesinde bulunan dikkat çekici alıntılardan birisi de, Srebrenicalı Müslümanları katleden bir Sırp askerinin itirafı idi: "Bu adamları öldürmekle emrolunduk... Bunu yapmaya mecburdum... Komutanım eğer bu adamlar için üzülüyorsam, benim de onlarla birlikte sıraya girmem gerektiğini söyledi."
Yukarıdaki internet sitesinde yer alan resimde, Bosna’da bulunan toplu mezarların Amerikan uyduları tarafından çekilmiş görüntüleri görülmektedir. Bu resimleri The Christian Science Monitor gazetesinin sayfalarına taşıyan gazeteci Daivd Rhode ise, Pulitzer ödülüne layık görülmüştür.
BBC ‘Srebrenica, Sağ Kalan Kişinin Hikayesi’ başlıklı haberinde, Srebrenica katliamına şahitlik etmiş Hasan Nuhovoni¡’in ifadelerine yer vermekteydi. BM ve Hollanda yetkilileri ile yerel yönetim arasında tercümanlık yapan Nuhovonic, Sırp zulmünden kaçan kadın, çocuk ve yaşlıların BM kampına sığınmak için yalvardıklarına, ancak çok az kişi içeri alındığı için geri kalanların kampın etrafında oturarak ölümlerini bekleyişlerine tanıklık etmişti.
Yukarıdaki dergi kapağında ‘Utanıyoruz. Srebrenica’da binlerce insan öldü. Hollandalı barış gücü Sırp katilleri misafir etti’ manşeti yer almaktadır. Hollanda barış gücünün ihmalleri nedeni ile hayatını kaybeden binlerce masum Boşnak’ın bugün dahi mezarları bulunamamıştır. Burada görev yapanlar hakkında daha sonra Hollanda hükümeti tarafından soruşturma açılmış ve bu kişilere çeşitli cezalar verilmiştir.
The Chiristian Science Monitor gazetesinde verilen haber, ‘Kamyonlar Dolusu Müslüman Öldürüldü’ başlığını taşımaktaydı. BM denetimindeki bölgeden kamyonlara doldurularak götürülen Müslümanların Sırplar tarafından katledilişi haberde detaylı şekilde incelenmektedir.
Aslına bakılırsa BM’in hava saldırısında bulunmak gibi bir niyeti hiçbir zaman olmamıştı. Çünkü Bosna Barış Gücü askerlerinin komutanı Fransız general Bernard Janvier Mladi¡’e hiçbir hava saldırısı olmayacağının garantisini çoktan vermişti bile. Ünlü Fransız dergisi Le Nouvel Observateur'de yer alan makalede ‘Janvier de Srebrenicada Yaşananlardan Dolayı Yargılanmalı mı?’ sorusu soruluyor ve Mladi¡’le Janvier arasındaki gizli görüşmeye yer veriliyordu. France 2 televizyon kanalında yayınlanan Envoye Special’(Özel Temsilci) adlı haber programına dayanılarak hazırlanan makalede, general Janvier’nin Srebrenica katliamındaki payından bahsedilirken iki önemli noktanın altı çiziliyordu. Bunlardan birincisi, az önce de değindiğimiz gibi, Sırp ordusundan general Mladi¡ ve general Peri§i¡’le yapılan gizli görüşmelerde, Sırplar tarafından esir alınan Fransız askerlerinin serbest bırakılması karşılığında, Sırplar Srebrenica’ya girerlerse hiçbir şekilde hava saldırısında bulunulmuyacağına söz verilmesiydi. Diğer bir deyişle Fransız General, Srebrenica’yı almaları için Sırplara açık kart vermişti. İkinci önemli nokta ise Sırp saldırısının başladığı 11 Temmuz günü Hollandalı komutanın ısrarlı taleplerine rağmen, Fransız Generalin hava saldırısı için izin vermemesiydi.4
Bu arada Mladi¡’in Hollandalı komutanı tehdit ettiği saatlerde çoğunluğu erkeklerden oluşan, kendilerini ne Sırplara ne de BM’e emanet etmek isteyen, yaklaşık 15 bin Müslüman Srebrenica’dan kaçmaya başlamıştı. Çoğunluğu kadınlardan ve çocuklardan oluşan yaklaşık 25 bin kişi de Poto¯ari’de bulunan Hollanda kampına sığınmayı tercih etmişti.
Resimde ölü Müslümanları tekmeleyen bir Sırp askeri görülmektedir. Sırpları etkisi altına alan kin ve öfke o derece şiddetlidir ki, Sırp askerleri Boşnakları öldürmekle dahi yetinmemektedirler.
Ertesi gün otobüsler, kamyonlar ve kameralar eşliğinde Ratko Mladiˆ Poto¯ari’ye geldi. Sırp askerleri, mültecilerin kadınlar ve erkekler olarak ayrılmalarını emrettiler. Barış gücü kuvvetlerinin gözü önünde erkekler bir yana, kadınlar bir yana ayrılıyor ve erkekler kamyonlara dolduruluyordu. Sırp kasabı katledeceği Müslümanları kamyonlara yüklerken “Korkmayın, kimse size zarara veremeyecek” diyor ve kameralara gülümsüyordu.
Kameralara yansıyan bu görüntülerle Srebrenica’da yaşanan gerçekler arasında elbette büyük uçurum vardı. Medecins Sans Frontieres (Sınır Tanımayan Doktorlar)'e bağlı olarak bölgede görev yapan Christina Schmidt, gerçek manzarayı yerel bir radyo aracılığı ile dünyaya şöyle duyuruyordu:
Sırp askerlerinin, mültecileri adeta birer hayvan gibi kamyonlara yüklerken, yüzlerindeki öfke, kin ve nefreti herkesin görmesini isterdim... Bir Sırp askerinin yanında, kucağında bir yaşında oğluyla ağlayarak yanıma gelen bir baba, bakacak kimsesi olmadığı için oğlunu bana emanet etmek istedi. Dehşet bir manzaraydı. Bebeği kollarından aldım ve ismini kaydederken, babanın bir daha oğlunu hiç görmeyeceğini biliyordum.5
Bosna Savaşı boyunca, Boşnaklar Sırp zulmüne çok sınırlı askeri imkan ve techizatla karşı koymaya çalışmışlardır. Yukarıda dua eden bir Boşnak askeri görülmektedir.
Kamyonlarla götürülen erkeklerin neler yaşadıkları ise, bu katliamdan kurtulmayı başaran Hurem Suljiˆ’in anlattıklarına dayanılarak, New York Times gazetesi tarafından şöyle aktarılmaktaydı:
Hurem Suljiˆ, sağ ayağı aksak olan 55 yaşındaki bir marangoz, Sırplar kadınları, çocukları ve yaşlıları BM’e teslim etmek için götürürken kendisinin alıkonulmayacağını düşünüyordu. Ancak karısı, kızı, gelini ve 7 yaşındaki torunu ile birlikte otobüse doğru giderken bir Sırp askeri onu da kenara (otobüse doldurulacakların yanına) ayırdı. Akşam 19:00 gibi General Mladi¡ gelip, “İyi akşamlar” diye esirlere seslendi. İnsanlar neden orada tutulduklarını öğrenmek istiyorlardı. Mladi¡, Bosna Hükümeti tarafından tutuklanan Sırplara karşılık onları alıkoyduğunu söyledi. Erkekler dışarı çıkarıldı ve BM Barış Gücü askerlerinin önünde otobüslere dolduruldu. Sırp sınırında bulunan Bratuna¡’a götürüldüler ve yüzlerce erkek küçük ve pis bir depoya dolduruldu. Sürekli yeni otobüsler geliyordu. Bir Sırp askeri el feneri ile esirlerin yüzlerine bakıyordu, sanki genç ve sağlıklı görünen birilerini arıyor gibiydi. Bir kişiyi alıp dışarı çıktı. Bir müddet sonra dışarıdan “sanki bir hayvan boğazlanıyormuş” gibi haykırışlar geldi. Bir süre sonra ses kesildi. Daha sonra kırk kişi daha dışarı çıkarıldı ve ölünceye kadar dövüldü... Sonra 10 kişiyi daha aldılar. Gidenler geri gelmiyordu... Herkesi tekrar otobüslere doldurdular ve Zvornik’e doğru yola çıkıldı. Karakaj’a gelmeden hemen önce otobüsler sağa döndü ve bir okulun önünde durdu. Erkekler spor salonuna götürüldü. Sulji¡’e göre orada yaklaşık 2.500 kişi vardı. 14 Temmuz gecesi gruplar halinde dışarı çıkarıldılar ve gözleri bağlandı. Kamyona yüklendiler. Taşlı bir yolda ilerleyen kamyon bir müddet sonra durdu ve herkese aşağı inmesi ve dörderli olarak sıraya girmeleri söylendi. Sırplar arkadan ateş etmeye başladılar. Vurulanlardan biri Sulji¡’in üzerine düşünce o vurulmaktan korundu. Yerde yatarken etrafının ölü bedenlerle dolu olduğunu gördü. Sürekli yeni insan dolu kamyonlar geliyordu. Hepsi önce sıraya sonra kurşuna diziliyordu.6
BM askerlerinin gözü önünde otobüslere doldurulup götürülen ve vahşice katledilen Müslümanlardan hayatta kalmayı başaran NedΩad Avdi¡ ise, kendisiyle yapılan röportajda bir Sırp askerinin insan cesetleri ile dolu araziye bakıp “iyi işti” diyerek yaptığı katliamla nasıl övündüğünü anlatıyordu.7 Sırpların yaptıkları bu işle övünmeleri boşuna değildi elbette. Ne de olsa NATO ve BM güçlerinin kontrolü altında bulunan topraklardan, “güvenli bölge” ilan edilmiş bir şehirden binlerce Müslümanı almış ve dünyanın gözlerinin içine bakarak bu masum insanları katletmişlerdi.
Üstelik Srebrenica’da yaşanan iki yüzlülük ve dram bu vahşetle de son bulmuyordu. Savaşın ardından çoğunluğu halen bir türlü yakalanamayan savaş suçlularının, BM ve NATO görevlilerine rağmen aynı bölgede yaşamlarına devam ediyor olması da olayın bir başka yönüdür. Müslümanları katleden Sırplar kadar, bu zulme göz yuman ve zalimlere destek olanların da unutulmaması gerektiğini, ünlü İngiliz gazeteci Robert Fisk ‘Our Shame over Srebrenica’ (Srebrenica’daki Utancımız) başlıklı makalesinde şu şekilde dile getirmektedir:
Bu hafta liderlerimiz yaptıkları konuşmalarda bize Sırp savaş suçlularını hatırlatacaklar. Sırpların suçlu olduğu doğru. Ama masumları ölüme terk eden BM’in Hollandalı komutanını, savaş suçlularının yaptıkları katliamlardan sonra da yıllarca Bosna’da cirit atmasına göz yuman BM askerlerini ve Sırpların bir sonraki kurbanlarını korumayı nasıl şiddetle reddettiğimizi gösteren uygulamalarımızı da hiç unutmamız gerekir.8
Toplama Kamplarının Varlığı Biliniyordu
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 2 Kasım 1992 tarihli rapor Bosna'daki soykırımdan Batılı devletlerin haberdar olduğunu ortaya koyuyordu. Soykırımın tüm hızı ile devam ettiği bu tarihte, raporu inceledikten sonra yazdığı yazısında ABD Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden Lewis K. Elbinger, Batı dünyasının bu zulme tepkisiz kalmaması ve acilen bir şeyler yapılması gerektiğini şöyle dile getiriyordu:
‘Berbat’, ‘korkunç’, ‘trajik’ gibi kelimeler Bosna Hersek’de yaşananları anlatırken en çok kullanılan kelimeler arasında yer alıyor, ne var ki bu kelimeleri kullananlar bile Bosna’da yaşanan savaş suçlarının boyutlarının tam anlamı ile farkında değiller. Biz sabah kahvemizi yudumlayıp gazetemizi okurken orada Adolf Hitler veya Pol Pot’un yaptığı katliamlara benzer katliamlar gerçekleştiriliyor. Yarım yüzyıl önce Hitler katliamlarını gerçekleştirirken belki Amerikalıların yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Pol Pot barbarlığı için de Amerikalılar bir şey yapamazlardı, çünkü herşey gözden ırak bir bölgede yaşanıyordu. Ama Sırp kıyımı Avrupa’da şu anda yaşanıyor ve ABD Dışişleri’nin bu konuda hazırladığı sekiz rapor var.9
Sırp toplama kamplarının varlığı 'gizli el' tarafından uzun bir süre kamuoyundan gizlenmeye çalışıldı. Oysa bu kamplarda korkunç vahşetler yaşanıyor, masum siviller katlediliyordu.
Elbinger Batı’yı bir an önce Bosna’ya müdahale etmeye davet etmekte son derece haklıydı. Çünkü hazırlanan raporlarda işkenceler, katliamlar, tecavüzler oldukça detaylı olarak ele alınmıştı. Gerek işkenceyi bizzat yaşayanlar gerekse bölgede bulunan gözlemciler Bosna’da yaşananların gerçek bir soykırım olduğunu Amerikalı ve Batılı yetkililere anlatmışlardı. Üstelik ABD tüm bu anlatılanları destekleyen uydu fotoğraflarına da sahipti. Ancak kitap boyunca üzerinde durduğumuz ‘gizli el’, Amerikan yönetiminin Müslümanlara yapacağı yardımı mümkün olduğu kadar geciktirmeye çalışıyordu. Aynı ‘gizli el’ Sırp katliamlarını dünya kamuoyundan gizlemek için de özel bir çaba göstermekteydi. Bu lobicilik faaliyetleri uzunca bir süre etkisini gösterdi ve NATO’nun Bosna’ya müdahele kararının gecikmesinde etkili oldu. O dönemde Amerikan yönetiminin toplama kamplarının varlığına dair bilgi edinmiş olmasına rağmen, müdahelede tereddütlü davranması basına da şu şekilde yansımaktaydı:
ABD toplama kamplarındaki vahşeti bilmesine rağmen harekete geçmiyor. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher, 'Sırpların, Hırvat ve Müslümanlar için toplama kampları oluşturduklarını ve bu kamplarda işkence ve öldürme olaylarının gerçekleştirildiğini bizim raporlarımız da doğruluyor' dedi. Bu durum karşısında, ABD'nin pozisyonunu soran bir gazeteciye karşılık Boucher, "ABD yönetimi, bu konuda özel bir girişimde bulunmayı planlamıyor" yanıtını verdi.10
Bosna Savaşı, Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan beri şahit olduğu en acımasız savaş oldu.Üstelik bu savaşta en çok zarar görenler savaşla hiçbir ilgisi olmayan masum insanlardı.Sırplar tarafından yürütülen 'etnik temizlik' binlerce Bosnalı Müslümanın hayatına maloldu.
Sırplar tarafından yürütülen 'etnik temizlik' binlerce Bosnalı Müslümanın hayatına maloldu.
Bir süre sonra söz konusu ‘gizli el’in yönlendirmeleri nedeniyle Batılı devletlerin, Bosna’da yaşanan drama sessiz kaldıkları ortaya çıktı. Basında yer alan pek çok haber, BM başta olmak üzere uluslararası kurumların, Bosna’da neler olup bittiğini bilmediğinden değil, herşeyi bilmelerine rağmen bir şekilde çekimser kaldıklarından Bosna’ya zamanında müdahale etmediklerini gösteriyordu:
Birleşmiş Milletler kampları biliyordu. Saraybosna'da görev yapan Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün 3 Temmuz tarihli notu, BM'nin toplama kamplarından haberi olduğu halde hiçbir girişimde bulunmadığını kanıtladı. BM'nin kampların varlığını bildiği halde sessiz kaldığının ortaya çıkması şok etkisi yarattı. BM yetkilileri, kampların varlığı hakkında kesin kanıt olmadığı için bir şey yapmadıklarını ileri sürdü.11
‘Gizli el’in Sırplara verdiği destek, savaşın son günlerine kadar devam etti. Batılı devletlerin, BM’in, NATO’nun içindeki uzantıları sayesinde ‘gizli el’, kimi zaman Bosna'da yaşanan etnik soykırımla ilgili bilgilerin BM Güvenlik Konseyi’nden gizlenmesini, kimi zaman toplu mezarların yerlerini gösteren uydu fotoğraflarının, ulusal güvenlik gerekçesi ile, hem kamuoyuna hem de Savaş Suçları Mahkemesine verilmesini engelleyerek Sırplara yardımcı oldu. Buna rağmen, Batı’nın özellikle de ABD’nin tamamen konudan uzak kalmasını sağlayamadı. Amerika’nın desteği ile geç de olsa gelen NATO ve BM harekatı, Boşnak halkı için kurtuluş kapısının aralanması anlamına geliyordu.
Sistemli Etnik Temizlik
Savaş boyunca Sırp ordusunun ve diğer paramiliter birliklerin attığı her adım daha önceden planlanmış gibiydi. Nitekim eski Sırp Demokrat Partisi lideri Vladimir Srebov, bu planı “Bosna’yı ekonomik olarak yıkmayı ve Müslüman halkı tamamen yok etmeyi planlayan” bir etnik temizlik programı olarak nitelendirmişti. Daha sonra kendisiyle yapılan bir röportajda ise şunları söylüyordu:
Plan Bosna’nın, biri Büyük Sırbistan’a, diğeri Büyük Hırvatistan’a ait olmak üzere iki parçaya ayrılmasını öngörüyordu. Müslümanlar için öngörülen kaçınılmaz son ise belliydi: %50’sinden fazlası öldürülecek, geri kalan azınlık Ortodoksluğa dönecek, onlardan da geriye kalan ve maddi imkanı olan bir avuç insanın ise kendi halinde yaşamasına izin verilecekti. Asıl amaç Bosna Hersek’i tamamen Müslümanlardan arındırmaktı.12
Nitekim bu plan doğrultusunda Bosna’yı işgal eden Sırplar ele geçirdikleri her yerde aynı yöntemleri uyguluyorlardı. Köyler aynı yöntemlerle basılıp yağmalanıyor, insanlar aynı korkunç yöntemlerle katlediliyor, farklı toplama kamplarında aynı işkence teknikleri, aynı tecavüz yöntemleri uygulanıyordu. Yapılan insanlık dışı uygulamalar hakkında fikirleri sorulan Sırp yöneticileri, ‘konuyla ilgili herhangi bir bilgileri olmadığını, bu olayların mahalli çeteler tarafından yapıldığını’ söylüyorlardı. Oysa yaşananlar bu açıklamaları yalanlıyordu. Bosna’da hiçbir şey rastlantısal olarak gelişmiyordu. Yapılan işkence ve zulümler de ‘birkaç kendini bilmezin taşkınlığı değil’, Sırpların sistemli bir yok ediş programıydı. Sivil ya da asker olsun savaşa dahil olan tüm Sırplar, Müslümanlara karşı hangi yöntemleri kullanması gerektiği konusunda eğitilmişlerdi.
Üstelik Bosna’daki zulmün rastgele ve kontrolsüz olarak gerçekleştirilmediğini, aksine tüm bunların bir emir komuta zinciri dahilinde, savaş stratejisinin bir bölümü olarak titizlikle uygulandığını Sırp askerleri bizzat dile getiriyorlardı. 21 yaşındaki Sırp militan Borislav Herak’ın "İstenen herşeyi yaptım, çünkü başka seçeneğim yoktu. Emirlere uymak zorundaydım" 13 şeklindeki itirafı bunun bir örneğiydi.
Sırpların savaş stratejisi olarak uyguladıkları yöntemlerden biri de kadınlara yapılan ‘sistemli tecavüzler’di. Sırp askerlerinin çeşitli köy ve kasabalara yaptıkları bu tecavüz saldırılarında dikkati çeken bir şey vardı; toplu tecavüzler, bu amaçla kurulan genelevler, hamile kalanların doğum yapana kadar bu evlerde tutsak edilmeleri gibi pek çok vahşi yöntem her bölgede birbirinin aynısıydı. Sırplar -Sırp ordusuna ait birlikler ya da mahalli çeteler- bir köye girdikleri zaman doğrudan bu yöntemleri uygulamaya başlıyorlardı. Bu durum önemli bir gerçeğe işaret etmekteydi: Tecavüzler aşırı hareketlerde bulunan birkaç kişinin suçu değil, Sırpların önemli savaş stratejilerinden birisi idi. Bir Sırp askerinin aşağıdaki sözleri bu konudaki önemli itiraflardandır:
Sırplar katlettikleri Müslümanları, açtıkları çukurlara toplu olarak dolduruyorlardı. Savaş sonrasında açığa çıkan toplu mezarlar, Sırp vahşetinin boyutunu gözler önüne sermekteydi.
Biz Bosnalı Müslüman kadınlara tecavüz ediyorduk. Çünkü bizim tecavüz etmemizi bizzat başımızdaki komutanımız istiyordu. Komutanımız bize “her Müslüman kadına tecavüz edeceksiniz, böylece onlar da Sırp çocukları doğuracak” diyor; bunun için bizim de durmadan tecavüz etmemiz gerekiyordu.14
Bosnalı gazeteci-yazar Seada Vrani¡ ise Bosna’daki tecavüz mağdurları üzerine yapmış olduğu araştırmalar sonucu bu konuya şöyle açıklık getiriyordu:
… Kamplarda yaşananlara bir bakın. Askeri güçlerle birlikte kamplara gelen sivil erkeklere bile yarım saat içerisinde “işlerini bitirmeleri” söyleniyor. Hiçbiri işlerinin ne olduğunu sormaya gerek duymuyor, çünkü hepsi biliyorlar. Orduda böyle bir şey üst düzeydeki askeri ve politik güçlerin bilgisi ve onayı olmadan gerçekleşemez. Nitekim tacize uğrayan insanlar konuşmaya başlayıp da bu sessiz anlaşma su yüzüne çıktığında da, Sırp otoriteleri tüm bunların ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Zaten hiçbir zaman hesap sormak ve sorgulamak için kimsenin bilgisine başvurmaya gerek duymadılar. Dolayısıyla da aynı olaylar tekrarlandı.15
Pulitzer Haber Ödülüne layık bulunan ABD’li gazeteci Roy Gutman, kamplardan kurtulanlarla yaptığı görüşmelerden derlediği A Witness to Genocide (Bosna’da Soykırım Günlüğü) adlı kitabında savaşın ayrılmaz bir parçası haline gelen tecavüz olayları için “Bosna’daki bu tecavüzler Sırplar tarafından bir savaş taktiği olarak kullanılıyor”, “Genç kadınlara tecavüz edenler verilen bir görevi yerine getirmek zorunda olduklarını ifade ediyorlar” diyordu.16
Tecavüzün Sırplar tarafından bir savaş taktiği olarak kullanıldığını, tecavüz mağduru hastaları tedavi etmiş olan Dr. Melika Kreitmayer ve çalışma arkadaşları ise şöyle dile getirmekteydi:
Öyle gözüküyor ki tecavüzlerin tek amacı; Müslüman kadınların onurunu ezmek, onları rezil etmek, şahsiyetlerini yıkmak ve şoka maruz bırakmak. Bu kadınlara yapılanlar, kadın oldukları için yapılacak doğal duygularla değil, savaşın hedefi olarak yapılmış. Edindiğim kanaat şu: Kesinlikle biri kızlara tecavüz edilmesi için emir vermiş.17
Sırp askerleri tarafından esir alınan Müslümanların akibeti çoğu zaman meçhuldü. Esir alınanların bir kısmı toplama kamplarına sevk edilirken, büyük kısmı o anda katlediliyordu.
Sırplar girdikleri her Boşnak şehri ve kasabasında katliam yapıyorlar, kadın çocuk demeden tüm Müslümanları katlediyorlardı. Sırp vahşetinden geriye ise çukurların içine doldurulmuş masum kadınların, çocukların cesetleri kalmaktaydı.
Bu tecavüzlerde mağdur olan kadınlara yardım eden Zagreb’li Kadınlar Grubu ile birlikte çalışan Nina Kadi¡ de yine ‘Sırpların tecavüzleri planlı, askeri bir taktik olarak’ uyguladıklarını ifade ediyor ve ‘tecavüzün bomba kullanımından tasarruf edildiği bir savaş metodu’ olduğunu söylüyordu.18
Kadınları önce kamplara toplayıp, tecavüz edip ardından da öldürdüklerini belirten Sırp militan Borislav Herak ise, tüm bu katliamları emirlere uymak zorunda oldukları için yaptığını ve kendilerine 'herkesi öldürün, hiç kimse sağ kalmasın' şeklinde emir verildiğini açıklıyordu:
21 yaşındaki Sırp militan Borislav Herak, Müslümanları kesmek için canlı domuzlarla tatbikat yaptıklarını ve kadınlara tecavüz ettikten sonra öldürdüklerini itiraf etti. "İstenen herşeyi yaptım, çünkü başka seçeneğim yoktu. Emirlere uymak zorundaydım" diyen Herak'ın ruhi dengesinin yerinde olduğu belirlendi. Herak şöyle devam etti: "Geçen Haziran ayında Sırp kamplarına katıldım. Burada eğitim gördüm. Canlı domuzlarla göğüs göğüse savaş tatbikatı yaptık. Onların boğazlarını kestik. Müslüman esirlerin bulunduğu Donja Bio¡a Kampında 3 mahkumu avcı bıçağıyla paramparça ettim. Geçen yaz Saraybosna'nın kuzeyindeki Ahatovi¡ Köyü'nde kaleşnikofla 20 kişiyi öldürdüm. Bize verilen emir, 'herkesi öldürün, hiç kimse sağ kalmasın' şeklindeydi. Biz de emirleri uyguladık. Boşnak kadınları, Saraybosna'nın kuzeyinde kurulmuş bir kampta toplardık... Kadınlara tecavüz eder, sonra yenilerine yer açılması için onları öldürürdük. Ben de yirmi yaşlarında 10 genç kıza tecavüz ettim.19
Tüm bunlar bazı Batılı kaynakların ve devlet adamlarının iddia ettiği gibi, Bosna’da yaşanan olayların sıradan bir çatışma olmadığını açıkça göstermektedir. Bosna Savaşı Sırpların asırlardır üzerinde çalıştıkları bir planın hayata geçirilişidir. Ve Sırplar savaşın ilk gününden beri sistemli bir soykırım politikası izlemişlerdir.
Sırp Toplama Kampları
Sırpların Müslümanların psikolojik olarak yıpratılması ve sindirilmesi için kullandıkları araçlardan biri de, Bosna'nın çeşitli bölgelerinde kurdukları ve içlerinde akıl almaz işkencelerin yaşandığı toplama kamplarıydı. Bosna-Hersek BM gözlemcisi Muhammed ~akirbey’in 1992 Ağustos başında, Birleşmiş Milletler’e sunmuş olduğu rapora göre, o günlerde Sırplara ait 105 toplama kampı tespit edilebilmişti. Bu kampların 94 tanesi Bosna’nın çeşitli kesimlerinde, 11 tanesi ise Sırbistan ve Karadağ’da bulunmaktaydı. Kamplarda çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu 120.000’in üzerinde insan tutulmaktaydı. 17.000’i ise çeşitli işkencelerle çoktan öldürülmüştü bile.20
Omarska, Keratem, Luka Br¯ko gibi yerlerde kurulmuş olan kamplar, işkenceleri ve zulümleri ile adı en çok duyulanlar arasındaydı. Ancak BM yetkilileri bilinen kampların yanı sıra Bosna’da çeşitli milis gruplarının "özel" esir kampları bulunduğu ve asıl zulmün, sayısının 500 kadar olduğu tahmin edilen bu gayri resmi kamplarda yaşandığı düşüncesindeydiler.
Toplama kamplarının varlığının açığa çıkarılması ile II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'nın gördüğü en korkunç sahneler dünya basınına yansıdı. Müslüman erkekler kamplarda binbir türlü işkence görüyorlar, ölmeleri için açlığa terk ediliyorlardı.
Sırpların kurduğu bu toplama kampları pek çok amaca birden hizmet ediyordu. Öncelikle Sırplar bu yolla kendilerine karşı savaşma ihtimali olan potansiyel askeri gücü kontrolleri altında tutarak, Müslümanların savunma gücünü zayıflatmış oluyorlardı. İkinci olarak, Müslümanların yaşadıkları bölgelerdeki köy ve kasabalardaki sivil halkı esir kamplarına götürerek bu bölgelerde tek bir Müslüman bile bırakmamayı hedefliyorlardı. Bir yandan da buradaki evleri yağmalayıp yakarak bu insanların bir daha topraklarına geri dönebilmelerini engellemeye çalışıyorlardı.
Toplama kamplarına götürülecek kişiler tespit edilirken Sırplar bazı öncelikler belirlemişlerdi: Öncelikli olarak politik, askeri, sosyal ve dini alanda söz sahibi olan, toplumun önde gelen kişilerini ortadan kaldırmaya özen gösteriyorlardı. Bunun için askeri birliklerin ellerine isim listeleri veriliyor ve ilk olarak bu insanların tutuklanıp öldürülmesi amaçlanıyordu. Örneğin Prijedor’da güç ve mevki sahibi olduğu bilinen belli başlı kişiler, zenginler, fabrika yöneticileri, işadamları, aydınlar, politik ve dini liderler, doktorlar, savcılar, öğretmenler yok edilmişti. Bu insanların öldürülmesiyle birlikte Prijedor'un sosyal ve ekonomik gücü de tamamen çökertilmişti.
Kampların Açığa Çıkarılması
Gazeteci David Rhode toplama kamplarının ve toplu mezarların açığa çıkarılmasında büyük sorumluluk üstlendi. Rhode, bu konuda yaptığı haberler ile Pulitzer ödülüne de layık görüldü.
Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Bosna’nın çeşitli yerlerinde, Sırplar tarafından kurulmuş olan toplama kampları bulunduğu bilgisi ilgili makamlara gelmeye başladı. Ne var ki gerek Batılı devletler gerekse uluslararası örgütler bu konudaki sessizliklerini uzun süre korudular. Bu gerçek mümkün olduğunca dünya kamuoyundan gizlendi.
Kampların varlığı, yetkililer tarafından 1992 yılının Haziran ayının başında öğrenilmişti. Fakat bu kampların varlığı ile ilgili haberler, ancak Temmuz sonunda dünya kamuoyuna ulaşabildi. Aradaki zaman boyunca, kampların varlığı mümkün olduğunca gizli tutulmaya çalışıldı. İngiliz The Guardian gazetesinin haberine göre, ABD bölgeye gönderilen ajanların ve casus uydularının edindikleri bilgiler ışığında kampların varlığını tespit etmiş, ancak buna rağmen Bosna hükümetinin bu kamplar hakkında verdiği bilgilerin "inandırıcı"lığından şüphe ettiğini açıklamıştı. Elbette bu tereddüt, ‘gizli el’in Amerikan yönetimini yanlış bilgilendirmesinin eseri idi.21 Temmuz sonunda uluslararası medyayı Sırp askeri güçlerinin kurduğu toplama kamplarına ilişkin bilgiler kapladı. Kaçmayı başarabilen bazı esirler, kamplara dair korkunç şeyler anlatıyorlardı. Bazı insan hakları örgütleri de, BM'in ve Uluslararası Kızılhaç'ın bu kampların varlığını Temmuz ayının başında tespit ettiği halde bunu yaklaşık bir ay boyunca kamouyuna açıklamadıklarını ortaya çıkardılar. Sırp yetkililer ise, kamplarla ilgili bilgilerin çarpıtıldığını anlatmaya giriştiler. Bu bölgelerde, "Esir kampları değil, Cenevre Anlaşması hükümlerine uygun askeri hapishanelerin bulunduğunu" belirttiler.22
Tüm bu gelişmelerle birlikte Amerikan Dışişleri Bakanlığı da Sırp toplama kamplarında öldürme ve işkence olaylarının yaşandığını ifade edince, dünya kamuoyundan tepki sesleri yükselmeye başladı. Kampların içinde yaşanan vahşeti Zagreb’deki ABD elçiliğinden isminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir yetkili şöyle dile getirmekteydi: “Naziler Sırpların ayağına su bile dökemez. O kadar korkunç vahşetler sergilemişler ki, Dış İşleri Bakanlığı’na 20 yıldır ilk kez böyle bilgiler intikal ediyor.” 23
Savaş bittikten sonra da, Bosna'nın çeşitli yerlerinde toplu mezarlar açığa çıkarıldı. Aşağıda bunlardan biri görülmektedir.
Bu arada bir İngiliz televizyon ekibi de Omarska ve diğer kamplarda çektikleri filmleri yayınladılar. Bu görüntüler kamplarda yaşanan olayların gerçek yüzünü yansıtmakta yetersiz kalıyordu, ancak buna rağmen ekrana getirilen kaburgaları çıkmış tutuklu görüntüleri tepkileri daha da artırdı. Diğer yandan dönemin ABD Başkanı George Bush, Uluslararası Kızılhaç'ın kamplara girebilmesi için gereken herşeyin yapılması emrini verdi. Bu baskılar karşısında Bosnalı Sırplar Omarska kampını kapattılar ve buradaki tutukluları diğer kamplara naklettiler. Ağır kamuoyu baskıları yüzünden BM Güvenlik Konseyi ve BM İnsan Hakları Komisyonu da harekete geçmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Londra’da yapılan bir konferansta Sırplar sivillerin bulunduğu bütün kampları kapatacaklarına söz verdiler.24
Ancak tüm bu gelişmeler, söz konusu kamplarda korkunç bir vahşet yaşanıyor olması gerçeğini değiştirmiyordu. Kamplarda yapılan kitlesel katliamlardan, işkencelerden ve vahşetten hemen herkes haberdardı. Ne var ki köklü tedbirler almaya çoğu kimse yanaşmıyor, birtakım siyasi ve politik hedefler uğruna bir toplumun yok edilişine seyirci kalınıyordu. Kuşkusuz bu durum, bazı çevrelerin “Bosna’yı gözden çıkarmasının” ardında sadece stratejik beklentiler ve hesaplar değil, çok daha köklü ideolojik değerler olduğunu bir kez daha gözler önüne sermekteydi.
Sırp Kamplarından İşkence Örnekleri
Savaş boyunca kamplarda dayaklardan, infazlardan, hastalık veya açlıktan ölenlerin sayısı on binleri buldu. Bunun yanı sıra bu kamplara götürülmek üzere toplanan, ancak akıbetlerinin ne olduğu bilinmeyen pek çok insan vardı. Çok sayıda tutuklu kamplara sevk edilirken “kaybolmuş”tu. Bu kayıplara ne olduğu ise hala bilinmemektedir.
Sırp toplama kamplarında kitlesel ölümler gerçekleştiriliyor ve Sırp güçleri kadınlara sistemli olarak tecavüz ediyorlardı. Banja Luka’nın kuzeyinde bir demir madeninde oluşturulan Omarska, en korkunç kamplardan biriydi. Kamp adeta herşeyin çamur içinde yüzdüğü bir ‘açık çukur kampı’ydı. Bosna Devleti, Savaş Suçluları Komisyonu’nun BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne sunduğu rapora göre Omarska’daki tutuklu sayısının 11.000 civarında olduğu tahmin ediliyordu. Burası komisyonun varlığından haberdar olduğu 94 kampın en büyüğüydü. Tutukluların sadece üçte biri kapalı yerde bulunuyorlardı. BM’in de doğruladığı, Bosnalı Müslüman Yardım Kuruluşu Merhamet’le görüşen bir görgü tanığının ifadesine göre, Sırplar geride kalan binlerce insanı maden stoğu için kullanılan üzeri açık çukura doldurmuşlardı. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yayınladığı rapora göre Sırplar “tutukluları açık havada tutarak öldürmeyi” planlamışlardı.
Cesetlerin üzerindeki işkence izleri, Sırpların Müslümanlara yaptıkları zulmün önemli göstergelerindendi.Bu insanlar hayatlarını bir savaş ortamında, savaşın normal koşullarında kaybeden insanlar değildir. Hepsi Sırplar tarafından akla hayale gelmeyecek işkencelerle katledilmişlerdir.
Bir Sırp nöbetçi bu planı, “Kurşunlarımızı onların üzerinde harcayarak israf etmek istemiyoruz. Onları açık havada tutuyoruz. Güneş ve yağmur, gece ayazı, bir de her gün iki öğün dayak atıyoruz. Yiyecek ve su da vermiyoruz. Hayvanlar gibi açlıktan gebersinler.” sözleri ile aktarıyordu.25 Bir başka Sırp askeri ise esir tutulan Müslümanlara nasıl davranıldığını şu şekilde ifade ediyordu:
"Çatı yok, güneşli, yağmurlu soğuk geceler ve günde iki kez yapılan işkenceler. Tutuklulara ne ekmek, ne de su veriyoruz. Hayvanlar gibi açıklıkta ölüyorlar.”26
Omarska kampında binlerce Müslüman bu çukurların içerisinde, kötü sağlık koşulları altında, çok az yiyecek yiyerek, hareket etme imkanları olmadan tutuluyordu. Günlerce aç ve susuz bırakılan binlerce insan, açık havada ve yakıcı güneşin altında, dikenli teller ardında omuz omuza, sırt sırta metal kafeslerde durmak zorundaydı. Yağmur yağdığında tutuklular kırmızı çamura bulanıyorlardı. Çukurlarda ne tuvalet ne de yatak, hiçbir şey yoktu.
Bu insanlar hayatlarını bir savaş ortamında, savaşın normal koşullarında kaybeden insanlar değildir. Hepsi Sırplar tarafından akla hayale gelmeyecek işkencelerle katledilmişlerdir.
Günde kişi başına sadece 100 gram ekmek ve bir hafta arayla da küçük bir tabak içinde çorba veriliyordu. Civardaki otları yiyerek beslenmeye çalışan tutukluların hepsinde çeşitli hastalıklar başgöstermişti. Sırplar Müslümanlara çok çeşitli psikolojik işkenceler uyguluyorlardı. Yapılan tek iyilik ise sıcak günlerde, bir mahkum tarafından üzerlerine hortumla su fışkırtılmasına izin verilmesiydi.
Bazı tutsaklar taş odalarda uyuyorlar, her dört kişiye eğrelti otundan bir şilte ve bir battaniye veriliyordu. At ahırı gibi olan yeri sekiz kişi paylaşmak zorundaydı. İki haftada bir kez banyo yapma imkanları vardı ve üzerlerinde hala altı hafta önce getirdikleri elbiseler duruyordu. Kamplarda neler yaşandığına dair en sağlıklı bilgiler, esir alınmış ve daha sonra çeşitli sebeplerle serbest bırakılmış kişilerden alınabilmekteydi. Örneğin Omarska ve Br¯ko Luka’da kalmış bir grup tutuklu, kamplarda öldürme olaylarının çok yaygın olduğunu, her gün onlarca insanın sıradan bir iş gibi katledildiklerini söylüyordu.
Zorlukları ile ünlü kamplardan birisi de Batkovi¡ kampıydı. Buradaki tutuklular karanlık bir hangarın içerisinde, çıplak beton üzerinde tutuluyorlardı. Yüzlerce insan donmamak için birbirlerine sarılarak yaşam mücadelesi vermekteydi. Burada tutukluların faydalanabileği ısı ve ışık yoktu. Kızılhaç yetkilileri kampa yaptıkları ziyarette, tutukluların donmamak için sürekli ayakta durduklarını görmüşlerdi.
Kampların tümünde kötü beslenmeden ve sağlıksız hayat şartları yüzünden dizanteri son derece yaygındı. Ayrıca pek çok tutuklunun vücudunda yedikleri dayaklar yüzünden oluşmuş ve tedavisizlikten iltihaplanmış yaralar bulunuyordu. Öldürüldükleri yerlerde uzun süre kalan cesetlerin, işkenceler sonucunda oluşan enfeksiyonlu yaraların kokusu ve bu yaraları saran kurtların görüntüsü, tutukluların katlanmak zorunda kaldığı bir başka işkence türüydü. Roy Gutman ise kitabında kamp koşullarını şöyle aktarmaktaydı:
Omarska’daki tutuklu sayısı çok fazlaydı. İnsanlar çok sağlıksız bir ortamda birbirlerinin çok yakınında yaşamak zorundaydılar. Kurtulan esirlerden biri “Yatabilmek mümkün değildi. Ayakta uyumak zorundaydınız. Uyuduğunuzda da yanınızdakinin üzerine yığılıp kalıyordunuz” diyerek bu durumu açıklıyordu. Vücutları tamamen tükenmiş incecik kalmışlardı... Tutuklular arasında karaciğer iltihabı ve diğer hastalıklar hızla yayılıyordu. Bir Müslüman yetkili burası hakkında şunları aktarıyordu: “Kamptaki yaşam şartlarını anlatayım; tutuklular kamptaki bütün otları yemişler. Omarska’da her gün 12 veya 16 kişi ölüyor. Yeni getirilen tutuklulara ilk altı gün hiç yiyecek verilmiyor. Kampı ziyaret etmek, yardım götürmek mümkün değil. Tutuklularla ilgili en ufak bir tıbbi işlem yok ve üçte ikisi açık havada tutuluyor. Kaldıkları yer sadece açık bir çukur. Yağmur yağdığı zaman dizlerine kadar çukura batıyorlar”... Müslüman yardım kuruluşu Merhamet’ten bir yetkili de durumu, “Cesetler yığılıyor. Yiyecek yok. Nefes almaya hava yok. Tedavi olmaya ilaç yok. Çukurun etrafındaki çimenler bile tüketilmiş, biz öğrendiğimizde küçük dilimizi yutacaktık.” diye anlatıyordu.27
Toplama kamplarındakiler zaman zaman toplu olarak bilinmeyen yerlere götürülüp katlediliyorlardı. Savaş boyunca bu şekilde yüzlerce insan öldürüldü.
Soldaki resimde Sırp toplama kamplarındaki zulüm, sağda ise 2. Dünya Savaşı'ndaki Nazi kamplarından bir görüntü görülmektedir. Bu görüntülerdeki benzerlik, Sırp zulmünün boyutunu gözler önüne sermektedir.
Toplama kamplarında Müslüman tutuklular kazıklara geçirilerek, başları demir testerelerle kesilerek, boğazlarında bıçakla delik açılarak, üzerine benzin dökülüp diri diri yakılarak, zehirli gazlarla boğularak, elektrikli matkaplarla göğüsleri delinerek, aç bırakılmış çoban köpeklerine yedirilerek, kapılara çivilenerek, üzerlerinden tanklarla geçilerek ya da kurşuna dizilerek öldürülüyorlardı. İnsanlar husyelerinden motorsiklete bağlanıp çekiliyor, zorla kum yutmaya, motor yağı içmeye zorlanıyor, yaralı tutukluların vücutlarından kesilen eti yemek zorunda bırakılıyorlardı. Kısacası vahşet bu kampların ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Gutman'ın kitabında yer verdiği tanıklıklardan bazıları şu şekildedir:
Kurbanlara devamlı vuruluyordu. Kafalarına, boyunlarına, omuzlarına, sırtlarına, göğüslerine, kalçalarına, ayaklarına, kollarına... her taraflarına vuruluyordu. Bazen bir kişi, bazen üç kişi, bazen de on kişi beraber dövüyorlardı. Bu dayak faslı genellikle gün boyu sürüyordu. Bazen odalarda bazen de dışarda avluda devam ediyordu. Dayaklardan sonra kurbanlar kan içinde kalıyorlardı. Darbeler yüzünden bilhassa sırtları mosmor ve kıpkırmızı oluyordu. (Bosanski Sama¡ toplama kampında kalmış olan ve Survivor takma ismini kullanan 61 yaşındaki bir Müslümanın yazılı ifadesi)28
150 yardlık mesafeye iki sıra asker dizmişlerdi. Ellerinde sopalar vardı. Biz aralarından koşarak bu mesafeyi geçmek zorundaydık. Tabii bu arada sopalar inip kalkıyordu. Bu işkence üsulünü, Yugoslav komünistler II. Dünya Savaşı’ndan sonra “Goli Otok” toplama kampında uygulamışlardı, takma adı “sıcak tavşan’dı. Bu mesafeyi geçebilmek en az beş dakika alıyordu... (Manja¡a Kampında kalmış olan 17 yaşında bir genç)29
Omarska’da bir defasında diğer Boşnak askerlerle birlikte bir odaya alınmışlar. Burada cam kapıdan içeride insanların nasıl dövüldüğünü görmüş. Muhafızların elinde ağaç sopalar ve demir çubuklar varmış. Bunlarla içerdekinin başına, cinsel organlarına, böbreklerine ve belkemiğine vuruyorlarmış. Bazen de tutuklunun başını kaloriferin üzerinde parça parça ediyorlarmış. “Bir sonraki gün kaloriferin üzerine baktığınızda buradaki et ve beyin parçalarını görmeniz mümkündür.” (Omarska Kampında kalmış olan Edin Elkaz isimli Müslümanın yaşadılarından)30
Bosna Savaşı'ndan en çok zarar görenlerden birisi de kuşkusuz çocuklardı. Sırp askerleri çoğu zaman çocukları dahi acımasızca öldürüyorlardı. Pek çok çocuk ise sakat kaldı.
... Keraterm kampında şahit olduğu iki ayrı vahşet olayını Newsday muhabirlerine şöyle anlatmıştı: Birincisi, muhafızlardan birisi bir tutsağın kulağını kesmiş ve başka bir tutsağı yemeye zorlamış. Bir diğeri de, muhafızlardan birisi yaralı bir tutsağın vücudundan bir parça et keserek kendisine yedirtmek istemiş. Yaralı reddedince de “Niçin yemiyorsun? Senin için özel pişirildi!” diye alay etmiş. (Toplama kampında yaşadığı olaylardan sonra Londra’da tedavi görmek zorunda kalan Osman Hamuru¡)31
Began Fazli¡ toplama merkezinde komşusu SDA partisinin ilçe başkanı Hadzi¡ İlijaz’ın ve ailesinin öldürülüşünü şöyle anlatıyor: “Elektrikli matkap getirdiler ve bununla göğüslerinde delikler açtılar. 1,3 ve 5 yaşındaki çocuklarını da kazıklara sokarak öldürdüler. Bunları bizzat şu gözlerimle gördüm.”32
Paul Harris tarafından hazırlanan 'Ağla Bosna' kitabı, Sırp acımasızlığının en önemli belgelerindendir.
Nijat Hadzi¡, bir hadım etme olayını anlattı: Muhafızlardan birisi bir gün Hadzi¡’in odasından savaş öncesi polis memuru olan Emir Karabasiç’i öfke dolu bir sesle çağırmış. Muhafız bağırdığında Hadzi¡ uyuyormuş. İrkilerek uyanmış. Karabasi¡’i dışarı çıkarmış ve çöp kamyonlarının bulunduğu hangarın önüne gelince anadan doğma soyunmasını emretmiş. “Beni daha önce dövdüğün zamanı hatırlıyor musun?” diye sormuş. Bu arada bir başka muhafız da babasına karşı kin duyduğu genç bir mahkumu getirmiş ve orada bulunan eski motor yağını içirttikten sonra Karabasiç’in husyelerini ısırarak koparmasını istemiş. Hadziç devam etti: “Atılan çığlıklara dayanmak mümkün değildi! Bir müddet sonra ses tamamen kesildi.” Hadzi¡’in odasından o esnada çıkarılan üç tutuklu daha o adamın hadım edilişine ve demir çubuklarla öldürülüşüne tanık olmuşlar. Olayda kullanılan diğer Müslümanın ise geri döndüğünde yüzü simsiyahmış ve adam 24 saat boyunca hiç konuşamamış.33
Müslümanlara yapılan zulümler işkence ve katliamlar da sınırlı değildi. Öldürülen kimi insanların cesetleri hayvan yemi olarak kullanılmak üzere fabrikalara gönderiliyor, kimilerinin cesetleri parçalanıyor ve iç organları özel soğutma sistemleriyle Sırp bölgelerine götürülüyordu. Aşağıda yer alan örnekler Bosna katliamının boyutlarını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Gardiyanların tutukluların boğazlarını keserken "çılgın kasaplar gibi" olduklarını belirten Alia Lujinovi¡, şöyle dedi:
"Genç adamları boğazlarını kesebilmek için yere yatırıyorlardı. Kaçmaya çalışanı da vuruyorlardı. Sırp gardiyanlar dizlerini yere yatırdıkları tutuklunun beline dayayıp, saçlarından kafalarını yukarıya çekiyorlar, daha sonra da boğazlarını kesiyorlardı."34
Çetnikler, Bratunac bölgesindeki Vuk KaradΩi¡ ilkokulundaki kampta tutsak olan Müslümanların kanını aldılar ve bunu Sırbistan'a gönderdiler. Başka bir kasabada Çetnikler 10 cm uzunluğundaki çivilerle kurbanlarını kapılara astılar; kulaklarını, burunlarını ve diğer organlarını kestiler, beyinlerini parçaladılar ve canlı ya da ölesiye dövülmüş tutsakların üzerinden tanklarla geçtiler. Suç delillerini saklamak için cesetleri buldozerlerle gömdüler. Kadınlarla, genç kızlara ve hatta küçük kızlara tecavüz edip sonrada göğüslerini, cinsel organlarını kestiler ve bağırsaklarını dışarı çıkarttılar. Çocukları öldürdüler, canlı canlı yaktılar, kollarını kesip annelerini bebeklerinin kanlarını içmeye zorladılar.35
"6000 Müslüman Bratunac futbol sahasına yığıldı. Sonra kadınlar, yaşlılar ve çocuklar Sekovi¡’e sevk edildi. Fakat geride kalan erkekler ve gençler ise karargahta işkenceye tabii tutuldular. 2000 tanesi öldürülerek cesetleri yakıldı ve Drina Nehri’ne atıldı. Geriye kalanlar Fo¯a’ya götürüldü. Burada da 1000 tanesi kurşuna dizildi."36
Sırp vahşeti ardında pek çok sakat insan bıraktı. Sırp işkencelerine maruz kalan bu insanların büyük çoğunluğu cephede savaşmayan sivil halktı.
3,5 sene boyunca binlerce insana uygulanan böylesine bir vahşeti birkaç sayfaya sığdırabilmek elbette mümkün değil. Ancak burada yer verdiğimiz örnekler bile Sırp zalimliğinin anlaşılması için yeterlidir.
Bir Diğer Sırp Vahşeti: Etnik Tecavüz
Bosna Savaşı ile birlikte II. Dünya Savaşı’ndan sonra toplama kampları bir kez daha dünya gündemine gelirken, belki de hiç akıllara gelmeyen bir zulme daha tanıklık etti savaşı yaşayanlar: “Sistemli Etnik Tecavüz”. Sırp milisler ele geçirdikleri her Müslüman yerleşim biriminde, genç yaşlı demeden tüm kadınlara mutlaka tecavüz ediyorlar, hatta bu amaçla özel genelevler oluşturuyorlardı.
Bosna’da yaşananlar o kadar inanılmaz boyutlara ulaşmıştı ki, Müslüman kadınlara sistematik olarak tecavüz edildiğine ilişkin anlatılanlar, ilk zamanlarda kimi çevreler tarafından inanılması güç iddialar olarak nitelendirildi. Ancak görgü tanıklarının anlattıkları, en kötümser insanın tahmin edebileceğinden bile daha büyük bir zulüm yapıldığını ortaya koyuyordu. Çeşitli uluslararası ve tarafsız kaynaklar 30 ile 70 bin kadına tecavüz edildiğini tespit etmişlerdi. Zagreb’deki kadın mülteci örgütü Tre§nyevka ise esir kadınların şiddet ve baskıyla fuhuşa zorlandığı 17 genelevin varlığını saptamıştı.37
Ancak yine de uzmanlar bu rakamların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda emin değillerdi. Sırp tecavüzlerinde mağdur olan kadınların sayılarının kayda geçenlerden çok daha fazla olduğu sanılıyordu. Tecavüz mağdurlarının çoğu mağdur edildikten sonra öldürülmüş, dolayısıyla da tecavüze uğrayanların ifadelerine başvurmak ve bunların sayısını kayda geçebilmek imkansız hale gelmişti. Bunun yanı sıra mağdurların çoğu yaşadıkları dehşetin etkisiyle, Sırplardan korkmaları ve çevrelerinden utanmaları sebebiyle gerçekleri açıklamaktan çekiniyordu. Tüm bu nedenlerden dolayı, aslında hiç kimse Bosna’da gerçekleştirilen tecavüzler hakkında gerçek istatistiki bilgilere sahip değildi. Bu savaşta Bosna’da on binlerce tecavüz mağduru olduğu konusunda araştırmacıların hiç şüphesi yoktu, ancak gerçekte yaşananların yüz binlerle ifade edilecek kadar fazla olabileceği de belirtiliyordu.38
Bosna'da Tecavüz Bir Savaş Stratejisiydi
Bosna’daki tecavüz mağdurları hakkındaki gözlemlerini ‘reaking the Wall of Silence (Sessizliğin Duvarını Yıkmak) adlı eserinde toplayan Bosnalı gazeteci yazar Seada Vrani¡ Bosna’daki durumu tanımlarken şöyle diyordu:
Bir suçun defalarca işlenmiş olması savaş tarihinde karşılaşılan en büyük olay değildir. Ama savaş tarihinde ırza geçme ilk kez askeri stratejinin bir parçası haline gelmiştir. İlk defa insan cinsiyeti, gerçekte klasik soykırımdan başka bir şey olmayan, ama edebi olarak etnik temizlik olarak adlandırılan amaç doğrultusunda kullanılmıştır.39
Sırpların savaş 'taktiği' olarak kullandıkları en iğrenç yöntemlerden birisi de Müslüman kadınlara tecavüz edilmesiydi. Etnik tecavüzün bir tür silah olarak kullanıldığı, çeşitli Batılı kaynaklar tarafından da rapor edilmiştir.
Görüldüğü gibi, Bosna’da yaşanan tecavüz olaylarını diğer savaşlarda yaşananlardan ayıran belli başlı unsurlar vardı. Herşeyden önce Bosna’da tecavüzler sistemli ve planlı olarak uygulanmaktaydı. Ayrıca faşizan duygularla hareket eden Sırp milisleri için tecavüz, etnik bir temizlik gerçekleştirmenin en önemli araçlarından birisiydi. Olaylar esnasında Sırp askerleri tarafından da dile getirildiği gibi, bu eylemler ‘Bosna’da Sırp bir nesil oluşturma’ planının bir parçası olarak görülüyor ve üst düzey yöneticiler tarafından teşvik ediliyordu. Mağdur edilen Müslüman kadın sayısının bu denli yüksek olması, beş yaşındaki küçücük çocuklardan elli altmış yaşına gelmiş kadınlara kadar herkese tecavüz ediliyor olması sistemli bir politikanın varlığını açıkça gösteriyordu. Bosna’nın dört yanında farklı birliklere mensup askerler, paralı milisler veya çeteler tarafından hep aynı şey yapılıyordu. Bu da tecavüz olayların bireysel taşkınlıklar değil, genel bir savaş stratejisi olarak uygulandığını gösteren delillerden bir diğeriydi.
Seada Vrani¡, bu tecavüzleri araştırmaya ilk başladığında, kendisinin de tecavüz olaylarının savaşın kuralsızlığının doğal bir parçası olarak gördüğünü söylemektedir. Ancak elde ettiği bilgiler ve olayların mağdurları ile yaptığı görüşmeler sonucunda kanaati tamamen değişmiştir. Tecavüz olaylarının hükümetin üst düzey yetkilileri tarafından planlanmış, emir komuta zinciri ile gerçekleştirilen sistemli bir hareket ve “Büyük Sırbistan” politikasının bir parçası olduğunu görmüştür. Konuyla ilgili düşüncelerini şöyle aktarmaktaydı:
Mağdurlar sadece kadınlar değildi. Bosna Hersek ve Hırvatistan’daki bu savaşta erkeklerin ve çocukların da ırzına geçildi. Tüm bu mağdurların isimleri ve soyadları belli. Eğer mağdurların %80’i aynı ulustansa, o halde ortada bir (kaza) yanlışlık olduğundan bahsedilemez. Saldırgan ile mağdurun aynı ulustan oldukları yerde ya da sayılar istatistik olarak önemsiz boyutlarda olduğunda böyle bir ırza geçme de yoktur.40
Öte yandan Sırplar tecavüz mağdurlarını bir başka zorunlu durumla daha karşı karşıya bırakıyorlardı. Müslüman halkın yaşadığı köylerden topladıkları genç kızları ve kadınları özel olarak oluşturdukları tecavüz kamplarına ya da geçici genelevlere götürüyorlardı. Burada kadınlara hamile kalana kadar tecavüz ediyor ve bu çocukları doğurmalarını gerektirecek süre geçene kadar da onları serbest bırakmıyorlardı.41 Pek çok Sırp askerinin ve Çetnik milisin bizzat kendi sözleriyle de ifade ettikleri gibi, böylece Müslüman kadınlar, Sırp kanı taşıyan bir nesil oluşturmaya zorlanıyordu. Tübingen Üniversitesi’nde Slav uzmanı olan Elizabeth Seitz, Sırpların bu hedefini "Müslümanların milli kimlikleri tecavüzler vasıtasıyla tahrip edilmek isteniyor" sözleriyle dile getiriyordu.42 Sırpların, bu hedeflerine ulaşabilmek için tecavüz ettikleri kadınları doğum yapmak zorunda kalacakları süreye kadar serbest bırakmadıkları ve böylece nefret ürünü bir nesil oluşturmaya çalıştıkları Türk basınında da yer almıştı:
Sırplar tarafından ırzına geçilmiş 50 bine yakın Bosnalı kadından birçoğunun hamile olduğu, bunların çoğunun da bu hamileliklerinden kurtulmak için gerekli kürtaj olanaklarından yoksun bulunduğu belirtildi. Tecavüz kamplarına düşen kadınlara hamile kalana kadar tecavüz edildiği ve hamile kaldıktan sonra bu kadınların hamileliklerinin kürtaj olanaksız hale gelene kadar kampta tutulduktan sonra serbest bırakıldıkları belirtiliyor. Tecavüzü etnik temizlik amaçlarına hizmet edecek biçimde kullanan Sırplar, "nefret ürünü" bir kuşak yaratmaya çalışıyorlar.43
Hem İşkence Hem Tecavüz...
Müslüman kadınların yaşadıkları zorluklar tecavüz olayları ile sınırlı kalmıyordu. Tecavüzler çoğu zaman toplu gerçekleştiriliyordu. Mağdurlar arasında kendisine yüzlerce defa tecavüz edildiğini söyleyenler bile vardı. Bununla birlikte daha inanılmaz olanı, tecavüzlere insan aklının almayacağı işkenceler de eşlik ediyordu. Savunmasız ve zayıf bırakılmış kadınların, göğüsleri, kulakları, burunları kesiliyor, hamilelerin karınları yarılarak bebekleri dışarı çıkarılıyor, çocuklarını merak eden kadınlara ise çocuklarının kesilmiş başları veriliyordu. Irkçı duygularla gözleri dönmüş olan Sırp milisleri, işlerini bitirdikten sonra Boşnak kadınların bazılarının başlarına veya göğüslerine haç işareti kazıyorlardı. Bosna Savaşı’nın belki de en karanlık, en acımasız yüzünü teşkil eden tecavüz olayları, bu olayları yaşayanlar tarafından şu şekilde aktarılmaktadır:
43 yaşındaki Vasvija Bali¡, şunları anlatmakta: "Sırplar, Mayıs ayının sonunda köyümüzü ateşe tuttular. Adeta kendilerinden geçmiş sarhoş gibiydiler. Bir hamile kadının karnını yardıklarını ve bu kadının daha sonra kanamadan öldüğünü gördüm. Caddelerin üzerleri insan cesetleriyle kaplıydı. Kocamı Omarska'ya götürdüler. Ben de diğer kadınlarla birlikte Trnopolje’deki kampa hapsedildim. Çetnikler 14 yaşındaki kızımı gözlerimin önünde sürükleyerek götürdüler. Kızımı o günden beridir bir daha göremedim. Daha sonra bir Çetnik genelevinde olduğunu duydum.44
Bosnalı Sırp subayları tecavüz ettikten sonra Müslüman bir kadının başına bıçakla haç işareti çizmişlerdi.45
Müslümanların partisi SDA’nın İl Başkanı'nın eşi olan Besime ve beraberindeki 120 tutuklu kadına birçok erkek tarafından arka arkaya tecavüz edildi... şişe ve tabancalar rahmine sokuldu ve sarhoş birçok adamın cinsi sarkıntılıklarına maruz kaldı. Besime 8 ile 9 yaşındaki çocuklara da tecavüz edildiğini söylüyordu. Bu çocukların birçoğu ise kanamadan ölüyorlardı. “Bizlere ihtar olsun diye, cesetleri bir gece için odalarımıza atıyorlardı. Toplam olarak bu şekilde 8 tane ceset gördüm.”46
Akşam olduğunda Çetnikler, hole lambaları ile geliyor, üzerimize basarak 12, 13 yaştan büyük olmayan kızları arıyorlardı... Zorla alındıklarından, annelerinin üzerindeki elbiselerin parçaları ellerinde kalıyordu... Bunlara karşı koyamıyorduk, çünkü silahları üzerimize doğrultmuşlardı... Tecavüz ettikten sonra öldürdükleri kızların cesetlerini, bizim görmemiz için hole bırakıyorlardı... Sabaha kadar, acıdan kıvranıyor inliyorduk... Epey zaman sonra cesetleri nehre atıyorlardı... Aynı hadiseyi hemen her gün yaşıyorduk... Önce tecavüz ediyor, sonra da öldürüp, cesetleri nehre atıyorlardı.47
Tecavüzler esnasında Müslüman kadınlarına hakaret ediyorlar, göğüslerini kesip alıyorlar ve tenasül uzuvlarına kazık sokuyorlardı. Haftalarca aylarca tecavüz ediyorlardı.48
Hadzi¯i Spor Merkezi'nde kadınlara ve kız çocuklarına tecavüz ettiler… Ayrıca hamile bir kadının karnı yarılarak, çocuğu alındı.49
Tecavüzlerin tek kurbanları sadece kadınlar ve genç kızlar değildi. “Erkekler de birbirine tecavüz etmeye zorlanıyorlardı. Öyle ki, “çocuklar ve babaları” dahi birbirlerine tecavüz etmek zorunda bırakılıyordu.50
Kuşkusuz tarih boyunca yaşanan her savaşın en büyük mağdurları her zaman için kadınlar, çoçuklar, yaşlılar ve hastalar olmuştur. Ancak görüldüğü gibi, Bosna’da Müslüman kadınların yaşadığı dramın boyutları tarihte eşine az rastlanır niteliktedir.
Zulüm, Toplama Kampları Dışında da Devam Ediyordu
Bosna’da işkence ve katliamlar sadece toplama kamplarında ve toplu tecavüz merkezlerinde yaşanmıyordu. Savaş sırasında dünya kamuoyunun en sık şahit olduğu olaylardan birisi de, pazar yerinde alışveriş yapan, ekmek kuyruğunda bekleyen sivil halkın üzerine Sırplar tarafından yaylım ateşi açılmasıydı. Bir anda her yeri kan gölüne çeviren, çocukların, kadınların ve yaşlıların hedef alındığı bu saldırılarda yüzlerce masum insan yok edilmekteydi. Sırp askerlerinin hedefleri arasında hastaneler ve doğum evleri de vardı. Yeni doğmuş bebekler bu saldırılarda vücutlarına isabet eden şarapnel parçaları ile can veriyorlardı. Sırpların kinlerinden en çok payını alanlar da din adamlarıydı. Sırplar kasaba ve köylerde din adamlarının göğüslerine haç işareti kazıyorlar, pek çoğunu dine ve peygambere hakaret etmeleri için zorluyorlar, kabul etmedikleri takdirde de işkence ile öldürüyorlardı.
Sırplar savaş boyunca hep sivilleri hedef aldılar. Ünlü 'Pazar Yeri Katliamı' da, Sırpların masum sivillere karşı düzenlediği saldırılardan birisiydi.
Boşnak çocuklar, annelerinin tecavüze uğrayışına, babalarının işkence görmesine, sevdiklerinin katledilişine tanıklık ettiler.
1992 yılında Reuters haber ajansı tarafından kaydedilen bu görüntüler Sırpların acımasızlığının ispatlarından biridir. Müslüman bir sivil sokak ortasında Sırp polisi tarafından sebepsiz yere acımasızca öldürülmüştür.
Bunun yanı sıra Sırp işgaline maruz kalan her köy ve kasabada çeşitli vahşet manzaraları yaşanıyordu. Vahşet Bosna’nın her yerini kuşatmıştı. Sırp askerleri ele geçirdikleri kasabaların önce dış dünya ile bağlantısını kesiyor, sonra da toplu kıyımlara başlıyorlardı. Kaçmaya çalışanlar hemen orada kurşun yağmuruna tutuluyor, evler yakılıp yıkılıyor, Müslümanların bir kısmı esir alınıyor, bir kısmı da olay yerinde işkence ile katlediliyordu. İnsanların kulaklarının ve burunlarının kesilmesi, küçük çocukların başlarının dipçiklerle ezilmesi, hamile kadınların karınlarının yarılması, erkeklerin boğazının kesilip ölüme terk edilmesi gibi işkencelerin yanı sıra Sırpların kendi geliştirdikleri işkence metodları da yaygın olarak kullanılıyordu. Örneğin, “canlı molotof kokteyli” adı verilen yöntemde, önce katledilecek kişinin zorla benzin içmesi sağlanıyor, daha sonra ağzına benzine batırılmış bir bez konularak ateşe veriliyordu. Zaman zaman da kurbanların işaret ve yüzük parmakları dışındaki parmakları kesiliyor ve kişi bunları yemeye zorlanıyordu. Bu ve benzeri işkence ve katletme yöntemleri, yerli ve yabancı basında, Bosna zulmünü ele alan eserlerde, Müslüman Boşnakların ağzından şu şekilde aktarılmıştır:
18-20 yaşlarındaki gençlerin diz kapaklarını bıçakla yerinden çıkartıyor, sonra da ayağa kalkıp yürümesini emrediyorlardı. Çoğu da kan kaybından ölüyordu. Yürümek istemeyenlerin diz kapaklarına kurşun sıkıyor, zorla yürütüyorlardı. Yürümemekte ısrar edenlerin kulaklarını, burunlarını kesiyorlardı… 51
Savaş, ardında binlerce yetim ve öksüz bıraktı. Çocukların büyük kısmı ise -hatta henüz annelerinin karnında olanlar dahi- Sırplar tarafından öldürüldü, hem de akıl almaz işkencelerle.
Dervi§ Behi¡: “Canlı molotof kokteyli hiç gördünüz mü? Arkadaşlarımız gözlerimizin önünde teker teker patlayarak ölüyorlardı. Midelerine sarkıtılan boruyla onlara zorla petrol içiriyorlar, sonra da ağızlarına sokulan petrollü bezle ateşe veriyorlardı… Bazılarının yüzük ve serçe parmağını kesiyor, sonra yemelerini emrediyorlardı. Sağlam kalan 3 parmak Hıristiyanlıkta kutsama işaretini simgeliyordu.”52
Sırplar kaçarken tüm Müslüman köylerini ateşe verdiler. 1-2 aylık çocukları diri diri ateşe atmışlar. Geçtikleri köyler yanmış kadın ve çocuk cesetleriyle doluydu. Hamile kadınları toplayıp önce karınlarındaki bebeklerin erkek mi kız mı olduğuna dair bahse giriyorlar, sonra karınlarını deşiyorlardı.53 Öldürülenlerin büyük çoğunluğu; erkek kadın, yaşlı, çocuk, hasta ayırt edilmeden acımasız bir şekilde bıçakla kesilmişlerdir. Hatta yeni doğması beklenen bebekleri bile ana rahminden çıkarıp başlarını kesmişler ve duvarlara vura vura parçalamışlardır. Yeni doğan bebeklerin derilerini yüzüp, lamba muhafazalığı olarak kullanmışlarıdr. Bazı Müslüman esirlerin tenasül uzuvlarını kesmişlerdir.54
Prijedor şehrinde Müslümanlara zorla kum ve insan pisliği yediriyorlardı. Samaç’ta demir çubuklarla insanları dövüyorlardı. Aynı anda 10-15 tane asker bu tür sopalarla bir insanın üzerine çullanıp ölesiye vuruyorlardı.55
Bratuna’da işkenceci Sırplar, insanlardan, canlı halde ölene kadar kan alıp, şişelere koyup götürüyorlardı.56
Sırp vahşeti sırasında Müslüman Bosna halkının erkeklerinin büyük çoğunluğu hayatını kaybetmiştir.
Tüm bu yaşananlar Bosna Savaşı’nın bugüne kadar yaşanan savaşlardan çok farklı olduğunu göstermektedir. Bosna’da savaş denince akla gelen, ölümlerden, katliamlardan, yaralanmalardan harap olan evlerden ve yaşamlardan daha öte şeyler yaşanmıştır. Normal savaşlarda her iki tarafın da belli bir askeri gücü vardır ve iki taraf da hedeflerini gerçekleştirmek için bu askeri gücü kullanır. Ancak bu savaşta askeri gücü oldukça sınırlı olan Bosna, son derece donanımlı Sırp güçleri tarafından işgal edilmiş ve Sırplar asıl savaşlarını sivillere karşı yürütmüşlerdir. Üstelik Sırp güçlerinin hedefleri sadece belli toprakları ele geçirmek değil, bu topraklar üzerinde varolan ve “kendilerinden” görmedikleri her türlü unsuru silip atmak, ardında hiçbir iz bırakmayacak şekilde yok etmek olmuştur. Kısacası Boşnakların karşısındaki güç, asırlardır içinde gizlediği kini ve öfkeyi eline geçen her fırsatta, olabilecek en şiddetli şekilde dışa vurmuştur. Ve Bosna halkı üç yıl boyunca ne pahasına olursa olsun, olabilecek en acımasız yöntemlerle kendilerini yok etmeye çalışan bir zihniyete karşı ayakta kalmaya çalışmıştır.
Etnik Temizliğin Son Aşaması: Dini, Kültürel ve Tarihi Mirasın Yok Edilmesi
Sırpların giriştiği etnik temizlik politikası, Müslüman halkın kendisini olduğu gibi, kimliklerini ifade eden dini, kültürel ve tarihi unsurları da tümüyle ortadan kaldırılmasını gerektiriyordu. Çünkü Sırplar Müslüman nüfusu katledip yok etseler ya da başka ülkelere göç etmeye zorlasalar bile geride bıraktıkları eserler, onların Bosna’daki milli varlıklarını temsil etmeye devam edecekti. Bu şekilde geçmiş ve gelecek nesiller arasında bağlantı kurulabilir ve gelecek nesiller bu değerler sayesinde milli birliklerini koruyabilirlerdi. İşte Sırplar bu ihtimali ortadan kaldırabilmek için Müslümanlara ait olan eserleri ve kültürel mirası hedef almışlardı. Bu nedenle de ilk hedef aldıkları eserler, Müslümanların dini kimliklerini ifade eden camiler oldu.
Sağda Saraybosna kütüphanesinin Sırp saldırılarından sonraki görüntüsü görülmektedir. Pek çok tarihi el yazması eser de bu saldırılar neticesinde yanarak yok olmuştur.
Sırp milli edebiyatının en önemli isimlerinden Petar Petrovi¡ Njego§’un Sırp milliyetçiliğinin manifestosu niteliği taşıyan destanında yer alan “camileri ve minareleri parçalayın” dizeleri bir kez daha Sırpların ana düsturu haline gelmişti. Savaşın başladığı Nisan ayından Aralık 1992’ye kadar toplam 620 cami Sırplar tarafından yıkılmış ya da tahrip edilmişti.57 Savaşın sonunda ise Bosna'da yıkılan veya hasar gören cami sayısı 1.200 olarak açıklanmıştı.58 Üstelik Sırplar çoğu zaman yıkılan camileri yıkıntılarını bile geride bırakmak istemiyor, dozerlerle bu camilerin temellerini de kazıyıp moloz haline getiriyorlardı.
Bu şekilde sadece İslami değerler açısından değil, aynı zamanda dünya medeniyeti ve kültürü açısından da önemli yere sahip olan Bosna’nın en eski ve en güzel camilerinden Alaca, Ferhadiye, Arnadiye, Selamiye Camileri gibi önemli eserler yok edildi. Belgrad müftüsü Hamdi Yusuf Pahi¡’in verdiği bilgilere göre, Avrupa’nın en güzel camilerinden biri olarak bilinen, 1550 yılında yapılmış olan Fo¯a civarındaki Alaca Cami, Nisan ayı ortalarında Sırp havan toplarıyla delik deşik edilmiş, fakat yıkılmamıştı. Bunun üzerine Sırplar Temmuz başlarında dinamit kullanarak camiyi havaya uçurmuşlardı. Daha sonraları molozları da buldozer kullanarak yok etmişlerdi.59
Yine Bosna’nın en eski camilerinden biri olan ve 1448’de inşa edilen Fo¯a yakınındaki Ustikolina Cami de tamamen yerle bir edilmişti. Sırpların Mostar’da yıktıkları camiler de hep 1528 ile 1631 yılları arasında yapılmış tarihi değerleri yüksek eserlerdi. Bunların arasında 1557’de yapılan Kara|oz-Begova Cami de vardı. Bunların yanı sıra Saraybosna’da da, 1530’da yapılan Gazi Hüsrev Bey Cami, 1450’de yapılan İmparatorluk (İmperial) Cami, aynı döneme ait Ali Paşa Cami gibi çok değerli camiler büyük zararlar gördü veya tamamen yıkıldılar.
Camilerin yanı sıra 600 yıllık milli kütüphaneler, medreseler, hamamlar, çeşmeler, tarihi köprüler de yok edildi. Bunun en trajik örneği ise ünlü Mostar Köprüsü’ydü. Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan bu köprü, Sırp ve Hırvatların top atışları sonucu yıkıldı. Sırp toplarından nasibini alanlar arasında Doğu Enstitüsü’nün kütüphanesi ve İslami eğitim yapan bölümü de vardı, bu binalar tamamen yıkıldı. Avusturya Devlet Kütüphanesi'ndeki müdürlük görevinden emekli olan ve Bosna sanat tarihi sahasında bir otorite olan Smail Bali¡’in ifadesine göre, yıkılan Doğu Enstitüsü’nde dünya çapında pek az bulunan çok sayıda el yazması eser de bulunuyordu. Doğu ile Batı mimarisinin sentezi olan Saraybosna Milli Kütüphanesi'nin bombalanması ile kütüphanede bulunan 5300 eski el yazması eser, 20 bin tarihi belge, 30 bin kitap yanarak yok oldu. Gazi Hüsrev Medresesi başta olmak üzere diğer Arapça, Farsça ve Türkçe yazılı tarihi evrak ve eserlerle dolu kütüphanelerde on binlerce kitap ve belge lav bombaları ile yakıldı.
Tarihi Mostar köprüsü, Osmanlı'nın Bosna'da bıraktığı en güzel eserlerden biriydi. Ancak bu tarihi köprü de Sırp saldırganlığından payını alarak yıkıldı.
Sırp ordusu Doğu Bosna’nın büyük bölümünü ele geçirdikten kısa bir süre sonra bir Sırp askeri, Zvornik kasabasındaki Rije¯anska Camisi'nin minaresine çıkarak üzerinde kafatası ve kemikler bulunan bayrağı şerefeye asmıştı. Bu arada hoparlörden müzik sesleri duyulmaya başladı. Müslümanları günde beş kez camiye çağıran minareden artık kan, kin ve intikam duygularının hakim olduğu ırkçı Sırp marşları çalınıyordu: “Bizden yana olmayanlar ölmelidir. Boğazları kesilmelidir… Sırbistan’ın küçük olduğunu söyleyenler sadece yalancılardır.”60 Yıkmadıkları bazı camileri de hapishane, mezbaha ve morg olarak kullanmaya başlamışlardı. Sırpların camilere yönelik saldırılarının yanı sıra din adamlarını hedef alan saldırıları da oldukça yaygındı. Sırplar Müslüman din adamlarını işkence yoluyla İslami değerlere hakaret etmeye, Hıristiyanlarca kutsal olan haçı kutsamaya, çocuk denecek yaştaki kızlara tecavüz etmeye, günlerce aç bırakıldıktan sonra domuz eti yemeye, abdest alınan yerleri tuvalet olarak kullanmaya zorlandılar. Roy Gutman kitabında bu vahşeti şu şekilde aktarıyordu:
Müslüman sürgünlerden edindiğim bilgiye göre, Sırplar camileri yerle bir etmeden önce bu kutsal yapılara karşı korkunç hürmetsizlikler etmişler. Novo Selo Zvornik yakınlarında bir köy. Sırp güçleri 150 kadar kadın, çocuk ve ihtiyarı silah zoruyla köy camisine doldurmuşlar. Bu insanların gözleri önünde cami imamı Memi¡ Suljo’nun camiye hakaret etmesini söylemişler. İmamın haçı kutsamasını, domuz eti yemesini ve 13 yaşlarında bir kız çocuğuyla cinsel ilişkide bulunmasını istemişler. İmam bütün isteklerini reddetmiş. Bu yüzden çok fena dövmüşler ve vücudunun çeşitli yerlerini bıçakla kesmişler. İmamın akıbetinin ne olduğu bilinmiyor... Bratunac. Yaklaşık 30 mil güneyde. Kasaba stadyumundaki binlerce kadın, çocuk ve ihtiyarın gözleri önünde İmam Mustafa Mujkanovi¡’e işkence edilmiş. Tuzla imamı Efardi E§pahi¡ bu olayı bizzat gözleriyle gördüğünü söylüyor ve yemin ederek anlatıyor. İmam Mustafa’ya haçı kutsamasını söylemişler. Reddedince de dövmüşler, ağzına taş doldurmuşlar ve boğazını keserek öldürmüşler.61
Yaralı olarak İngiltere’ye ulaşmayı başaran Müslüman Boşnaklar ise din adamlarına yapılan zulümle ilgili şunları söylüyorlardı: “Sırplar bölgedeki camileri yaktıktan sonra din adamlarını kampa getirmişlerdi. 15 gün içinde tek bir hoca sağ kalmadı. Öldürmeden önce uzuvlarını kestiler…”62
Bosna’da camilere ve Müslümanların dini değerlerine yönelik böylesine nefret dolu saldırılar yapılmıştı. Ancak tüm bunları yapanlar hakkında bilinmesi gereken önemli bir gerçek vardır: İçinde Allah’ın adının anıldığı mescitleri amaçlarından saptırmaya, Allah’ın adının anılmasını engelleyip O’nun haram kıldığı fiillerin gerçekleştirilmesine, dini değerlere hakaret edilmesine ya da bu mescitlerin yıkılmasına çaba harcayanlar Allah katında ‘zalimler’ olarak isimlendirilmiştir. Ve Kuran’da onlar için dünyada da ahirette de büyük bir aşağılanma olduğu bildirilmiştir:
Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azab vardır. (Bakara Suresi, 114)
Mültecilerin Durumu
Sırpların, Bosna savaşında izledikleri etnik temizlik politikasının önemli bir halkasını, ‘Bosna-Hersek topraklarında yaşayan Müslümanları ya kendi istekleriyle ülkeyi terk edecek hale getirmek ya da herşeye rağmen kalmaya kararlı olanları da zorla göç ettirmek’ fikri oluşturuyordu. Toplama ve tecavüz kamplarında yapılan işkencelerin, sivil halka uygulanan zulümlerin ve tüm bunların topluma teşhir edilmesinin amacı, halkı psikolojik olarak yıldırmak ve Bosna’yı terk etmek zorunda bırakmaktı. Neticede bu politika Boşnaklar üzerinde beklenen etkiyi oluşturdu ve Yugoslavya II. Dünya Savaşı’ndan beri Batı dünyasının yaşadığı en büyük toplu göç dalgasına sahne oldu. Yaklaşık 2,5 milyon insan savaştan kaçmak için göç etmek zorunda kaldı. Bunların 2 milyona yakını Bosna-Hersek’teki savaştan kaçanlardı ve onların da çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Erkeklerin çoğu savaşmak için ülkelerinde kalır ya da Bosna-Hersek ile Hırvatistan arasındaki sınırda alıkonulurken, çoğunluğunu kadınların, çocukların ve yaşlıların oluşturduğu kalabalık gruplar akın akın göç ettiler. Göç yollarındaki insanların yaklaşık 250 bini çocuktu.63
Bosna Savaşı'nın en hassas konularından birisi de Boşnak mültecilerin durumu idi. Yüzbinlerce Boşnak, Sırpların baskısı ile evini ve yurdunu terk etmek zorunda kalmış, güvenli bir yer bulabilmek için yollara dokulmuştur.
Bu insanlar genellikle yıllardır biriktirdikleri tüm mal ve mülklerini geride bırakıp yanlarına en fazla bir küçük bavul alarak, gidecekleri belirli bir yer olmadan sadece oradan uzaklaşmak için can havliyle göç yoluna döküldüler. İnsanların neresi olursa olsun herhangi bir yere gitmeye razı hale geldiği bu acı durum, gidilecek herhangi bir yer dahi bulmanın zorlaşmasıyla daha da katlanılmaz bir hal aldı. 2,5 milyon insanın bir milyonu “eski” Yugoslavya içinde dolaşıp duruyordu. 1992 yazında Hırvatistan’da yaklaşık 700 bin, Slovenya’da 63 bin, Makedonya’da 30 bin mülteci barınıyordu. Geri kalan bir milyonluk kitlenin önemli bir bölümü ise, Yugoslavya dışında gidecek yeri olmadığından değil, kendilerini kuşatan askeri çemberi yaracak delik bulamadığından dolayı savaş bölgesinde mahsur kalmıştı.
Müslümanlar Evlerinden Çıkarılıp, Yurtlarından Sürüldüler
Savaşın başladığı ilk günlerden itibaren yüz binlerce insan Sırp güçleri tarafından yurtlarından çıkarılarak, bilmedikleri ülkelere göç etmek zorunda bırakıldı. Yugoslavya’nın Sırp ağırlıklı hükümeti, II. Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’da ilk kez, yolcu trenleri ve mühürlü yük vagonları kiralayarak Müslümanların yaşadığı köylerin tüm sakinlerini diğer cumhuriyetlere göç ettirmeye başlamıştı. 1992’nin Temmuz başlarında Sırplar 18 yolcu treni kiralayarak Müslümanları Macaristan’a göndermeye teşebbüs etmişlerdi. Bu yolla içlerinde 70 hamile kadının da bulunduğu yaklaşık 1800 kişi Bosna’nın Kozluk köyünden sürüldü. Sırp Kızılhaç yetkililerine göre bu sürgün, Müslümanları “savaştan korumak için” Bosna dışında bir yerlere gönderme çabasıydı. Müslüman toplum liderleri ise, kuzeybatı Bosna’daki bazı yerlerde nüfusun %90’ını oluşturan Müslüman halkın neredeyse tamamının bu yolla yurtlarından sürüldüğünü belirtiyorlardı.64
Sırplar Müslümanları yurtlarından sürmek için şu yolu izliyorlardı: Öncelikle Müslümanların iş imkanları ellerinden alınarak, köylere ve kasabalara gıda ve ilaç teslimatı engellenerek Müslümanların yaşam alanları daraltılıyordu. Ardından Sırp birlikleri ya da Çetnikler, tüm kasaba ve köylere karşı ağır silahlar, havan topları ve tanklarla saldırıyorlardı. Müslümanların yaşadıkları köyler yağmalanıyor, evleri yakılıp yıkılıyor, hayvanları bile katlediliyor ve bu toprakları terk etmedikleri takdirde çocuklarının öldürüleceği söylenerek tehdit ediliyorlardı. Zvornik’in Kozluk köyünün sakinlerinden 35 yaşındaki Mulaibi§evi¡ Mohmedalisa, Sırp güçlerinin Müslümanları nasıl tehdit ettiğini şu sözlerle aktarıyordu: “… Buranın tamamen Sırbistan bölgesinin bir parçası olduğunu ve böyle önemli bir kavşakta bir Müslüman köyünün bulunmasını münasebetsizlik olarak değerlendirdiklerini söylediler”.65
Tüm bunların ardından Sırp Kızılhaçı devreye giriyor ve yardım adı altında Sırbistan hükümetinin istekleri doğrultusunda Müslümanların başka ülkelere, zorla da olsa, göç etmesini organize ediyordu. 1992 Mayıs ortalarında ve Haziran başında mahalli polis ve militanlar, Sırp olmayanları, hayvan sürüsünü biraraya toplar gibi, biraraya toplamaya ve buradan da kamyonlarla ve otobüslerle taşıyarak spor salonlarına, okullara ve stadyumlara doldurmaya başladılar. Daha sonra da yük trenleriyle bölgeden göndermeye giriştiler. Gidecekleri yerlere ise Boşnaklar kendileri karar veremiyor, Sırp Kızılhaçının belirlediği ülkelere gitmek zorunda bırakılıyorlardı.
Bunun yanı sıra Sırp Kızılhaç yetkilileri bu insanlara ülkeyi kendi istekleriyle terk ettiklerine, Sırpların kendilerine çok iyi davrandığına dair birer kağıt imzalatıyorlardı. Başka alternatifleri olmayan Müslüman Boşnaklar da kendilerinden istenilen bu belgeleri imzalamak zorunda kalıyorlardı. Bunun bir örneğini tüm karşı çıkmalarına rağmen, beş otobüs içerisinde 280 kişilik grup halinde 275 mil yol katederek Makedonya’ya gönderilen mülteciler yaşamışlardı. Bu mültecileri istememelerine rağmen Makedonya’ya gönderen Kızılhaç sekreteri Nada Ivanovi¡, “onlar oraya kendi arzularıyla gittiler” diyerek yaptıkları insanlık dışı uygulamanın üzerini örtmeye çalışıyordu. Fakat Müslüman mültecilerin başkanı Abdullah Osmanogulis ise “Başka seçeneğimiz yoktu” diyerek bu sözleri yalanlıyordu.66 Müslümanların trenlere doldurulup getirildiği bir diğer kamp olan Pali¡ Kampı'ndaki Sırp Kızılhaçı yöneticisi de aynı iddialarda bulunarak mültecilerin evlerini ‘gönüllü’ olarak terk ettiklerini ve Bosna içinde başka bir yere yerleştirilmeleri için Sırp güçlerine yine “gönüllü olarak” imzalı belgeler verdiklerini söylüyordu. Ancak diğer yandan kampta bulunan mültecilerle konuşulmasına ve onlardan bilgi alınmasına da izin vermiyor ve bu şekilde gerçeği gizlemeye çalışıyordu.
Tüm bunlarla birlikte, Müslümanların evlerini terk ederken yerine getirmeleri gereken bir başka husus da, geride bıraktıkları mallarını ve mülklerini Sırplara hibe ettiklerine dair bir belge imzalamaktı. Müslüman Boşnaklar zorunlu olarak hibe belgelerini imzalayıp, çocuklarını ve yanlarına alabilecekleri hafif eşyalarını alıp, yaşadıkları yerleşim birimlerini terk ediyorlardı.
Yol boyunca Müslüman mültecilere yapılan işkenceler…
Milliyet 2 Nisan 1999
Sırplardan kaçmaya çalışan Müslümanların yaşadıkları zorluklar, insanlara II. Dünya Savaşı dönemini hatırlatmaktaydı.
Ne var ki Müslümanların sıkıntıları mülklerini bağışlayıp, yurtlarını Sırplara terk etmekle bitmiyordu. Mülteciler güvenli bir yere ulaşana dek yol boyunca pek çok insanlık dışı muamele ve işkenceye maruz bırakılıyorlardı. Banja Luka’nın Sırp asıllı polis şefi Stojan Ûupljanin, Müslümanların içinde bulunduğu durumla alay edercesine, sürgünleri “biz göç etmek isteyen Müslümanlara emniyetli seyahat imkanı sağladık” sözleri ile yorumluyordu. Oysa ortada ne gönüllü olarak topraklarını terk etmek isteyenler ne de bu insanlara sağlanmış güvenli bir ortam vardı.
Zvornikli 60 yaşındaki Hamid Kazanovi¡ Osmanovi¡ topraklarının zorla elinden alındığını, trende getirilirken de çok kötü muamelelere maruz kaldığını ifade ediyordu. “Toprağımızdan zorla çıkarıldık. Tehdit ettiler. Gece boyunca insanları öldürdüler. Mahalli yönetimden birisi geldi ve ayrılmamızın daha iyi olacağını söyledi...”67
Yolculuklar kimi zaman trenlerle, kimi zaman yük vagonlarıyla, kimi zaman da yolcu otobüsüyle, ama çoğunlukla da inek arabalarıyla gerçekleştiriliyordu. Polis şefi Ûupljanin’in iddiasına göre bu insanlar “inek arabalarıyla göç etmekten çok mutlu ve memnunlardı”. Hiçbiri birinci sınıf ulaşım talebinde bulunmamış, “yolcu trenleri yerine 100 millik bir yolu yürüyerek gitmeyi tercih ettiklerini” söylemişlerdi.68 Oysaki böyle bir şeyin talep edilmesi mümkün değildi. Bosna’daki Müslüman yardım kuruluşu Merhamet’in yetkililerinin belirttiğine göre, tren ya da otobüs ile yolculuk edenler dahi son derece perişan şartlar altındaydılar. Daha önce mültecilerle görüşmüş olan bir yetkilinin aktardığına göre, bir yük trenine bindirilerek dört gün boyunca gece gündüz, yiyeceksiz ve susuz olarak yolculuk yaptırılan mülteciler, bir dağ başında bırakılmışlardı. Bütün gece boyunca yaklaşık 15 mil yürüyerek Maglaj’a varabilmişlerdi. Yolda iki kadın doğum yapmış, bir yaşlı da ölmüştü.69
Bunun bir başka örneği ise Srebrenica’da yaşanmıştı. Sırp ordusu 2 Temmuz günü Srebrenica’yı ele geçirdikten hemen sonra hızla halkı evlerinden çıkartmaya girişmişti. Binlerce kadın ve çocuk otobüslere doldurulup Tuzla civarındaki sınır şeridinde indirilmiş ve Müslüman tarafa yürüyerek geçmeleri söylenmişti. 18 Temmuz Salı günü asker ve sivilden oluşan 5000 kişilik ilk ekip tepeden düşe kalka inerek Tuzla’ya ulaşmışlardı, ancak bu beş günlük yürüyüş boyunca yüzlerce kişi açlıktan ve Sırp pusuları yüzünden yolda ölmüştü. Yine Bosna’nın bir başka bölgesi olan Kozara¡ kasabasından yaklaşık 4000 kişi de iki yük trenine bindirilerek yola çıkarılmış ve trenler Zagreb’e varmadan boşaltılmıştı. Sınır dışı edilen bu insanlar yol boyunca insanlık dışı muamelelere tabi tutulmuşlardı. İçinde bulundukları vagon, boğucu derece sıcaktı ve hiç hava almıyordu. Yolcular sıcaktan tüm elbiselerini çıkarmak zorunda kalmışlar ve yolculuk boyunca bir yudum su dahi içememişlerdi. Yağmur yağdığında yanlarındaki boş şişelere su doldurarak susuzluklarını gidermeye çalışıyorlardı. Beş yük vagonundan oluşan tren, otomatik silahları olan Çetnik milislerinin bulunduğu bir araba ile takip ediliyordu. Yüzlerce kadın çocuk ve yaşlı aşırı sıcak altında bu yük vagonlarında günlerce seyahat etmek zorunda bırakıldılar.
Savaş, bir yandan ölümlere, katliamlara, tecavüzlere direnmeyi gerektirirken, bir yandan binbir zorluk içinde hayatta kalmaya çalışan Müslümanlar açlıkla ve yoklukla mücadele ediyorlardı.
Sırp dehşetinden korunmak isteyen Boşnaklar trenlere doluşup yurtlarını terk ederken...
İlk iki treni bizzat gören bir SDA yetkilisi ise şunları söylüyordu:
“Sadece ufacık vantilatör deliğinden insanların elleri görülebiliyordu. Bizim yaklaşmamıza izin vermediler. Manzara, Yahudilerin Auschwitz’e sevk edilmesini andırıyordu.”70
Began Fazli¡ ise çocukların trendeki kötü yaşam şartlarına dayanamayarak öldüklerini söylüyordu: “Ölenlerin hepsi çocuklardı. Kapıları açtılar ve çöp atar gibi bu küçücük cesetleri yolun kıyısına fırlattılar. Gömmemize bile izin vermediler.”71
Kimi zaman da mültecilerin gidecekleri yere varmalarına dahi izin verilmeden yolda toplu katliamlar düzenleniyordu. Bunun bir örneği de Bosanski Petrov¡’da gerçekleştirilmişti: Müslümanları beş otobüse tıka-basa doldurdular. Otobüsler hareket ettikleri sırada, en arkadaki otobüsün içerine askerler otomatik silahlarla ateş ettiler. Öyle ki otobüs bir anda kan gölüne döndü ve birçok insan öldürüldü.72
Hiçbir güvenliğin olmadığı yolda insanlar daha pek çok problemle karşılaşıyorlardı. Sırp askerleri göç yollarındaki binlerce Müslümana tecavüz ediyor, onları işkencelere tabi tutuyor ve eşyalarını yağmalıyorlardı. Askerler, özellikle de gece karanlığında mültecileri ürkütmek amacıyla, ara ara havaya ateş açıyor ya da bıçaklarını bu insanların üzerlerine savuruyorlardı. Ardından da perişan bir halde kaçmaya çalışan insanların eşyalarını çalıp yağmalıyor, kadınlara da tecavüz ediyorlardı. Çocuklar konvoylarından alınıyor, ölümle tehdit ediliyorlardı.
Hamile kadınlar dağ başında doğum yapmak zorunda kalıyor ve yeni doğmuş bebekleriyle birlikte yaşam mücadelesi veriyorlardı. Yol boyunca yapılan işkenceler nedeniyle yolculuğun sonunda trenden inen mültecilerin vücutları işkence izleriyle dolu oluyordu. Ancak bu saldırılar her zaman sadece tecavüz, dayak ya da yağmalama işlemleriyle sınırlı kalmıyordu. Kimi zaman da Sırp gruplar saldırdıkları insanları bıçaklıyor ve dağ yamacının kenarındaki uçurumdan aşağıya atıyorlardı. Yaklaşık 40.000 mültecinin geçiş yolu olarak kullandığı Vlasic dağının kuzey bölgesinde pek çok toplu mezar bulunmuştu.73
CNN'de yer alan 'Toplu Mezarlar Vahşetin Dellilerini Gösteriyor' başlıklı haber 1996 tarihlidir. Glogova şehri yakınlarında toprak yığınlarının arasında bulunan kemik kalıntıları, kumaş parçaları, parçalanmış ayakkabı kalıntıları burada binlerce insanın katledildiğini göstermektedir. Savaş Suçları görevlilerinin yaptıkları araştırmalara göre, bölgede bulunan bir depo katliam merkezi olarak kullanılmıştır. Deponun duvalarındaki kurşun delikleri ve kan lekeleri, daha sonra bulunan cesetlerde yakın mesafeden ateş edilmiş olduğunu gösteren bulgular toplu katliamın önemli delillerindendir. Nitekim ABD'nin insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Yardımcısı John Shattuck, bölgeye yaptığı ziyarette bu deponun bir 'soykırım anıtı' olduğunu ifade etmiştir.
DİPNOTLAR
1.Massacre in Bosnia : Srebrenica The Days of Slaughter. The New York Times. 29 Ekim 1995
2.Massacre in Bosnia : Srebrenica The Days of Slaughter. The New York Times. 29 Ekim 1995
3.Massacre in Bosnia : Srebrenica The Days of Slaughter. The New York Times. 29 Ekim 1995
4.Le Nouvel Observatuer .3-6 Ekim 1996
5.Massacre in Bosnia : Srebrenica The Days of Slaughter. The New York Times. 29 Ekim 1995
6.Massacre in Bosnia : Srebrenica The Days of Slaughter. The New York Times. 29 Ekim 1995
7.Massacre in Bosnia : Srebrenica The Days of Slaughter. The New York Times. 29 Ekim 1995
8.The Independent 12 Temmuz 2001
9.The Washington Report on Middle East Affairs. Haziran 1994 s.16
12.Adil Kulenovic, Interview with Vlademir Srebov, Vreme (Belgrad), Ekim 1995
14.Bayram Altıntaş,Bosna-Hersek’te Haçlı İstilasının Perde Arkası, İstanbul, Mektup Yayınları, Ocak 1995,s.190
15.Breaking The Wall of Silence, An Interview with Seada Vranic,Bosnia Report, Sayı 17 Kasım 1996-Ocak 1997
16.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.124
17.Mass Rape, Muslims Recall Serb Attaccks, http//www. Newsday.com/obout/royg0823.htm
18.Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.97
19.Just another scandal:Dead men walking,http: //www.srpskamreza.com/library/facts/Herak1.html
20Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.89-90
22.Tanıl Bora, Bosna Hersek: Yeni Dünya Düzeninin Av Sahası, İstanbul,Birikim Yayınları ,Mart 1994,s.148-149
23.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.148-149
24.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.118-119
25.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.100
26.Der Spiegel, 10:08.1992,sayı 33,s 130
27.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.86
28.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.109
29.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.84
30.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.153
31.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.155
32.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.94
33.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.156
35.Concentration and Extermination Camps,Republic of Bosnia-Herzegovina War Crimes Investigation Bureau,s.15
36.Badische Zeitung, 03 Mart 1993.No.50
37.Tanıl Bora, Bosna Hersek: Yeni Dünya Düzeninin Av Sahası, 1.b., İstanbul: Birikim Yayınları, Mart 1994, s. 152
38.Breaking The Wall of Silence, An Interview with Seada Vranic,Bosnia Report, Sayı 17 Kasım 1996-Ocak 1997
39.Breaking The Wall of Silence, An Interview with Seada Vranic,Bosnia Report, Sayı 17 Kasım 1996-Ocak 1997
40.Breaking The Wall of Silence, An Interview with Seada Vranic,Bosnia Report, Sayı 17 Kasım 1996-Ocak 1997
41.The War in Bosnia , USA Today, 14 Şubat 1996
42.Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.97
44.Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.99
45The War in Bosnia , USA Today, 14 Şubat 1996
46.Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.99
47.Bayram Altıntaş,Bosna-Hersek’te Haçlı İstilasının Perde Arkası, İstanbul, Mektup Yayınları, Ocak 1995,s.189-190
48.Münir Gavrankapetonovic,Direnen Saraybosna, Çev. Ataullah Sadak, Timaş Yayınları, İstanbul 1998,sf 173
50.Jennifer Scott, Tribunal Hears of Rape as Ethic Cleasing Weapon,www.linder.com/berserk/rape-72.html
51.Bayram Altıntaş,Bosna-Hersek’te Haçlı İstilasının Perde Arkası, İstanbul, Mektup Yayınları, Ocak 1995,s.209
52.Bayram Altıntaş,Bosna-Hersek’te Haçlı İstilasının Perde Arkası, İstanbul, Mektup Yayınları, Ocak 1995,s.209-210
53.Bayram Altıntaş,Bosna-Hersek’te Haçlı İstilasının Perde Arkası, İstanbul, Mektup Yayınları, Ocak 1995,s.210
54.Münir Gavrankapetonovic,Direnen Saraybosna, Çev. Ataullah Sadak, Timaş Yayınları, İstanbul 1998,sf 172
55.“Der Spiegel, 10:08.1992,sayı 33,s.2
56.Der Spiegel, 10:08.1992,sayı 33,s.2
57.Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.99
59.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.137
60.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.133
61.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.135
62.Bayram Altıntaş,Bosna-Hersek’te Haçlı İstilasının Perde Arkası, İstanbul, Mektup Yayınları, Ocak 1995,s.209
63.Tanıl Bora,Bölgeler Sorunlar,Bosna Hersek: Yeni Dünya Düzeninin Av Sahası, s149
64.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.90
65.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.75
66.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.73-74
67Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.74
68.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.91
69.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.93
70.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.89
71.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.95
72.Necmettin Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna,Nisan 1995 Umut Matbaacılık , s.87
73.Roy Gutman, Bosna’da Soykırım Günlüğü, Türkçesi: Şakir Altıntaş, Pınar Yayınları, Eylül 1994, s.183