II. BölümII. Dünya Savaşı'nın Kanlı Mirası

Ko se ne osveti, taj se ne posveti (İntikam almayan, uzak olsun kutsallıktan)— Geleneksel bir Çetnik sloganı

İki Dünya Savaşı arasındaki 20 yıllık zaman dilimi, bir barış dönemi değil, "savaşı bekleme" dönemiydi. I. Dünya Savaşı sonunda oluşturulan yeni düzen son derece dengesiz ve kırılmaya müsaitti. Almanya üzerine konulan ağır yaptırımlar, bu ülkenin yeniden radikalleşmesine ve savaş histerisine kapılmasına neden olacaktı.

Avrupa genelinde geçerli olan bu atmosfer, Yugoslavya topraklarında da hissedilebiliyordu. Dıştan bakıldığında Güney Slavları tarihte ilk kez biraraya gelerek ortak bir devlete kavuşmuşlar gibi görünüyordu. Ama gerçekte ortaya bir "Büyük Sırbistan" çıkmıştı. Diğer Güney Slavları ise, başta Hırvatlar olmak üzere bu Sırp hegemonyasını kabul etmek istemediler.

Hırvatlar haksız değildiler. Savaşın ardından kurulan "Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı" gerçekte bir "Sırp Krallığı" idi. Meşruti bir yönetime sahip olan ülke, Sırp Kral Aleksandar tarafından yönetiliyordu. Ayrıca, ordu ve bürokraside de ezici bir Sırp üstünlüğü vardı. Aynı şey hükümet için de geçerliydi. Göz boyamak için kabineye her zaman birkaç Sloven veya Hırvat bakan atanıyordu, ama Başbakanlık ve Dış İşleri, Ordu, Donanma, İç İşleri ve Adalet gibi önemli bakanlıklar her zaman Sırpların elinde kalıyordu. Yugoslav tarihçi Jozo Tomasevich'e göre, "Sırp-olmayan Güney Slavları, Avusturya-Macaristan yönetiminden çıkarken, bir başka yabancı yönetimin, Sırp yönetiminin altına girdiklerini çok geçmeden anladılar".1 Sırp rejimi, parlamentoda da otoriterizmini gösteriyordu. 1929 yılında, Sırpların kurmuş olduğu Radikal Parti'nin milletvekillerinden Puni§a Ra¯i¡ altı-patlarlı tabancasını çekmiş ve rakip Hırvat Köylü Partisi'nin 5 milletvekilini vurmuştu.

Kral Aleksandar Karadjordjevi¡, ülkeyi tamamen bir "Sırboslavya" haline getirmekle Hırvat milliyetçilerinin nefretini toplamıştı. Sonuçta, Fransa'ya yaptığı resmi bir ziyaret sırasında, 9 Ekim 1934 günü Marsilya'da, Petrus Keleman adlı bir militanın kurşunuyla yaşamını yitirdi. Suikastin bir saniye sonrasında bir Fransız subayı kılıcı ile suikastçıyı yaraladı (üstte), ama Kral için çok geçti.

Aynı Puni§a Ra¯i¡, birkaç yıl sonra, Sırbistan'da mantar gibi çoğalan "Çetnik" (˚etnik) derneklerinin lideri oldu. Çetnikler, aynı tarihlerde Almanya'da iktidarı zorlayan Nazilere bazı yönlerden oldukça benzeyen bir aşırı-sağ hareketin adıydı. Fanatik bir Sırp milliyetçiliği üzerine kurulu, anti-komünist eğilimleri güçlü, monarşiye bağlı, şovenist bir kitle hareketiydi. Kelimenin kökeni de ilginçti. "Çetnik" sözcüğü, Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan Sırp isyancılara Osmanlılar tarafından verilen "Çete" isminden geliyordu. Çetniklerin kumandanlarına da, Sırp tarihinden—örneğin ünlü Kazıklı Voyvoda'dan—esinlenerek "voyvoda" (vojvoda) deniyordu. Çetnikler, II. Dünya Savaşı ile birlikte Yugoslavya dışında da büyük ilgi gören bir grup haline geldiler. Bu konuya birazdan değineceğiz.

6 Ocak 1929'da Kral Aleksandar ülkedeki rejimin Sırp karakterini daha da güçlendiren bir karar alarak Anayasa'yı ve parlamentoyu fesh etti. Tüm partileri kapattırdı ve kendi mutlak monarşisini ilan etti. Kraliyet Muhafızları'nın komutanı olan General Petar Ûivkovi¡'i Başbakan olarak atadı. Ülkenin adını da "Yugoslavya" olarak değiştirdi; böylece monarşinin isminde yer alan Hırvat ve Sloven kimliklerini temizlemiş oluyordu. 1931 yılında siyasi partilerin oluşumuna izin veren yeni bir Anayasa hazırlattı, ama bu Anayasa, Aleksandar'ın gücünü eskisine göre çok daha artırarak adeta bir diktatörlük oluşturuyordu. Ülkedeki Sırp olmayan unsurların ülke yönetiminde en ufak bir söze sahip olmaları bile mümkün olmayacaktı.

Keleman, efsanevi İç Makedonya Devrimci Örgütü'nün adını kullanan Makedon "komitacı" larına bağlıydı. Ancak suikast, kendisine "Ustaşa" (Usta§a) adını veren aşırı Hırvat milliyetçisi bir örgüt tarafından organize edilmişti: Ustaşalar ve Makedon komitacılar Sırp hegemonyasına karşı iş birliği içindeydiler. Makedon "komitacılar"ın ve liderleri General Protogerov'un 1935 yılındaki bir görüntüsü.

Bu Sırp olmayan unsurların en önemlisi olan Hırvatlar doğal olarak içinde bulundukları krallığın bu şekilde bir "Sırp Krallığı"na dönüşmesine büyük tepki gösterdiler. Bu tepkiyi demokratik yollardan ifade edenler, Vladko Ma¯ek'in önderliğindeki Hırvat Köylü Partisi'ydi. Tepkinin daha radikal bir ifadesi, Ante Paveli¡ adlı fanatik bir Hırvat milliyetçisinin önderliğinde kurulan "Ustaşa" (Usta§a) adlı gizli örgüt oldu. Ustaşalar, aşırı milliyetçi, anti-komünist ve şovendiler. Çetniklerin Hırvat versiyonuydular bir başka deyişle.

9 Ekim 1934 günü, Kral Aleksandar, Fransa'ya yaptığı resmi bir ziyaret sırasında Marsilya'da bir suikaste kurban gitti. Suikastçı, İç Makedonya Devrimci Örgütü adı altında örgütlenen Makedon "komitacı"larına bağlı bir militandı. Ancak suikastı organize eden örgüt, Ustaşa'ydı. (Sırp hegemonyasına karşı mücadele gibi ortak bir hedef benimseyen Hırvat Ustaşalar ve Makedon "komitacılar" arasında yakın ilişkiler vardı o sıralarda.)

Bu suikastten sonra Sırplarla Hırvatlar arasındaki gerilim daha da büyüdü. Kral Aleksandar'ın yerine oğlu II. Peter tahta oturmuş, ama yaşı küçük olduğu için, Aleksandar'ın kuzeni olan Prens Paul tarafından yönetilen üçlü bir komite Kral adına yönetimi devralmıştı. Paul, Aleksandar'a göre biraz daha yumuşak bir yönetim sergiledi, ama ülkedeki Sırp egemenliğinde en ufak bir azalma olmadı. Hırvatlar ile Sırplar arasındaki çekişme her geçen daha da gelişti. Ustaşa örgütünün lideri Ante Paveli¡, Avrupa'da oluşan yeni faşist ittifakla iş birliği yapmaya karar vermiş, Mussolini ve Hitler'den destek aramaya başlamıştı. Ülke istikrarsızdı ve Avrupa'da yeni ve büyük bir savaşın rüzgarları esiyordu. Ülkeyi saracak olan büyük kan gölünün habercisiydi bu rüzgarlar.

Tüm bu kaos içinde Bosnalı Müslümanlar hamisiz kalmış olmanın çaresizliği içinde kimliklerini ve hayatlarını korumanın yollarını arıyorlardı. Onları koruyabilecek bir Osmanlı ya da başka herhangi bir Müslüman güç yoktu. Bu nedenle, Hırvat-Sırp çekişmesi içinde, Hırvatların yanında yer almaya, asıl büyük tehlikeyi oluşturan Sırplara karşı bu şekilde bir dayanak bulmaya çalıştılar. Henüz 1924'deki parlamentoda bile, tüm Müslüman milletvekilleri milli kimliklerini Hırvat olarak açıklamışlardı.2 (Müslümanlık, henüz milli bir kimlik olarak tanımlanmıyordu.)

Savaş, İşgal ve NDH

Nazi Almanyası, ya da kendine verdiği isimle III. Reich, 1939 yılında başlattığı blitzkrieg (yıldırım harekatı) ile çok kısa sürede Avrupa'nın önemli bir bölümünü işgal etti. Bu ortamda Hitler'in Yugoslavya ile de bir şekilde ilgileneceği kesin gözüküyord. 1938'deki Alman-Avusturya birleşmesinden (Anschluss) bu yana, Yugoslavya zaten Reich ile komşuydu ve bunun gerilimini sürekli hissediyordu. Hitler'in Drang Nach Osten (Doğu'ya Yayılma) politikası ise, Balkanların kalbinde yer alan ülkenin mutlaka Nazilerin kurduğu Yeni Düzen'den payını alacağını gösteriyordu. Öte yandan Mussolini de Yunanistan'ı işgal etmişti. Ülkedeki en önemli rejim muhalifi olan Ante Paveli¡ ise bu güçlü Hitler-Mussolini ittifakına arkasını dayamıştı. Yugoslav yönetimi görünür tehlikeye karşı bir şeyler yapmak zorundaydı.

II. Dünya Savaflı yıllarındaki Nazi işgali sırasında, "Bağımsız Hırvatistan Devleti" (NDH) adını taşıyan ve gerçekte Hitler'e ve Mussolini'ye bağımlı olan bir faşizan kukla-devlet kuruldu. NDH'nın başına da Ustaşa örgütünün lideri olan Ante Paveli¡ getirildi. Ustaşa birlikleri sivil Sırplara karşı sistemli bir soykırım yürüttüler. Nazilerden ilham alarak kurdukları toplama kamplarında, Nazileri bile rahatsız edecek bir şiddet politikası izliyorlardı.Üstte, Ustaşa Bağımsız Hırvatistan Devleti (NDH) ordusunun askerleri Zagreb'deki bir geçit töreninde, Nisan 1941.Yanda, NDH yönetimi tarafından kurulan ünlü Jasenovac toplama kampında 1942 yılında çekilmiş bir görüntü yer alıyor. Grbavi¡a köyünden Branko Jungi¡ adlı genç bir Sırp, Ustaşa askerleri tarafından "boğazlanmak" üzere.

Almanlar savaşın başından itibaren Yugoslav yönetimini kendi taraflarına çekmek için baskıda bulunmuşlar, Prens Paul'ün hükümeti ise buna karşı direniş göstermişti. Ama Sırpların rakibi olan Bulgaristan'ın Mart 1941'de Alman-İtalyan ittifakına katılması ile birlikte Yugoslavya da aynı yolu izlemek zorunda kaldı. 25 Mart 1941'de Yugoslav temsilciler ile Naziler arasında Viyana'da bir pakt imzalandı. (Ünlü Sırp yazar Ivo Andri¡, o sıralar Reich'taki Yugoslav büyükelçisiydi ve paktın imzalanışında hazır bulunmuştu.)

Ancak Nazilerle anlaşma imzalayan hükümet, ülkesine döner dönmez, halktan ve Sırp siyasi partilerinden de destek gören bir askeri darbe ile devrildi. Yeni bir ulusal birlik hükümeti kuruldu. Fakat anlaşma yaptığı hükümetin devrilmiş olması Hitler'i çok sinirlendirmişti. Darbeden on gün sonra blitzkrieg bu kez Yugoslavya'ya karşı başladı. Yoğun Alman bombardımanının ardından ülke; Nazi, İtalyan, Macar ve Bulgar orduları tarafından işgal edildi. İşgal yalnızca 11 gün sürmüştü. Sonuçta Yugoslav ordusu Alman birliklerine teslim oldu.

Nazi yönetimi, bu 11 günlük savaş henüz bitmeden, "Bağımsız Hırvatistan Devleti"nin kurulduğunu ilan etti. Sırbo-Hırvatça isminin (Nezavinsa Drzava Hrvatska) baş harfleriyle NDH olarak anılan bu devlet, elbette bağımsız değildi; Alman ve İtalyanların kurduğu bir kukla devletti. NDH, Hırvatistan'ın çok büyük bir bölümünü ve Bosna-Hersek'in tümünü kapsıyordu. Tam ortasından çizilen bir hat ile, güney kısmı İtalyanların, kuzeyi ise Almanların denetimine bırakılmıştı. Mussolini'nin tavsiyesi üzerine, Naziler kısa bir süre sonra bu devletin başına geçirilecek lideri de buldular; Ante Paveli¡. 12 bin militandan oluşan Ustaşa örgütünün lideri olan Paveli¡, şimdi koca bir devletin hakimi oluyordu. Naziler tarafından NDH'nin "Poglavnik"i, yani Führer'i ilan edildi. 20 yıldır baskısı altında yaşadıkları Sırp hegemonyasının bitmesinin hoşnutluğuyla, Hırvat halkının önemli bir bölümü de bu yeni "Bağımsız Hırvatistan Devleti"nin kuruluşunu sevinçle karşıladı.

1941'deki Alman-İtalyan işgali sonucunda oluşan Yugoslavya haritasında, Hırvatistan genişletilmiş ve gerçekte bir Hitler-Mussolini kuklası olan Bağımsız Hırvatistan Devleti (NDH) kurulmuştu. Ülkenin bazı bölgeleri komşu ülkelere "hediye" edilmiş, geriye kalan kısım ise, ortasından çizilen bir sınır çizgisi ile kuzeyi Alman güneyi ise İtalyan kontrolüne olmak üzere iki ayrı yönetime bölünmüştü.

NDH, Nazilerin ve Mussolini'nin kuklasıydı, ideoloji ve uygulamaları da onların aynısı oldu. 18 Nisan 1941 yılında ilk Yahudi aleyhtarı kanunlar yayınlandı. 12 gün sonra da yeni devletin üç büyük temeli açıklandı: Yurttaşlık, ırksal kimlik ve "Aryan kanının ve Hırvat halkının onurunun korunması". Alman birliklerinin NDH'ya konuşlanması ile birlikte de, antisemit esaslar uygulamaya geçirildi. Bosna'daki sinagoglar talan edildi. Yahudi iş yerlerine karşı saldırılar gerçekleştirildi. Yahudilerin bir kısmı toplama kamplarına yollandı.

Ama antisemitizm Ustaşa ideolojisinde ikinci sıradaydı, birinci sırada Sırp düşmanlığı geliyordu. Ustaşa yönetimindeki NDH, Sırp hegemonyasından çektiklerinin acısını sivil Sırplara karşı düzenlediği saldırılarla dindirmeye çalıştı. 6.3 milyon nüfuslu NDH sınırları içindeki 1.9 milyon Sırp'ın başlı başına bir sorun oluşturduğu düşünülüyor ve sorunun "çözümü" üzerinde ısrarla duruluyordu. Bu amaçla, Bosna, Hersek ve Hırvatistan içindeki Sırplara karşı Ustaşalar tarafından kanlı saldırılar gerçekleştirildi. Sivil Sırpların önemli bir bölümü de Jasenovac'taki ünlü toplama kampına gönderildi.

Ustaşa lideri Ante Paveli¡, NDH'nın kuruluşunu ilan ederken.

Bosna'nın Müslümanları Ustaşaların uyguladığı bu vahşeti asla onaylamadılar. Müslüman halkın çoğunluğu ve en önemlisi Müslüman toplumunun önde gelenleri, Sırp düşmanı olmalarına neden olacak tüm şartların varlığına rağmen, böyle bir fanatizme kapılmadılar. Aksine, Ustaşa yönetiminin Sırplara karşı uyguladığı şiddet, Müslümanlar ile NDH'nın arasını açmaya başladı. 1941 yazında ve sonbaharında, Müslüman din adamları tarafından Saraybosna, Prijedor, Mostar, Banja Luka, Bijeljina ve Tuzla kentlerinde NDH'nın uygulamalarını protesto eden yazılı açıklamalar yapıldı. Mostar'daki açıklama, Ortodoks Sırp yurttaşlara karşı uygulanan saldırı, tecavüz ve zorla din değiştirtmeleri protesto ediyor; Banja Luka'daki Müslüman din adamları ise Sırpların mallarının yağmalanmasına karşı çıkıyordu. Ekim ayında Saraybosna'da Uzeir-aga HadΩihasanovi¡ tarafından hazırlanan ve Müslümanların önde gelen yüz ismi tarafından imzalanan bildirgede, yine Sırp sivillere karşı uygulanan Ustaşa terörü kınanıyor, tüm yurttaşlara can, mal ve dini inanç güvencesi sağlanması isteniyordu.3

Ancak Müslüman "eşraf"ın Sırp sivillere karşı takındıkları bu adaletli tavır, karşılık bulmadı. Sırplar, Müslümanları Osmanlının uzantısı ve dolayısıyla da tartışılmaz bir düşman olarak görmeye alışmışlardı. Bu nedenle NDH'nın uyguladığı teröre karşı duydukları tepkiyle, Müslümanlara karşı bilinçaltlarında duydukları nefret birleşti. NDH sınırları içindeki Sırpların çoğu, Müslümanları Ustaşa'nın bir parçası olarak algılıyorlardı. Bu nedenle de NDH'ya karşı düzenledikleri misillemelerde Müslümanları da hedef aldılar.

1941 Haziranı'nda Hersek'teki Nevesinje bölgesinde NDH yönetimine karşı ayaklanan Sırp köylüleri bir "kurtarılmış bölge" ilan ettiler. NDH'nın baskılarına karşı intikam almak için harekete geçtiklerinde ise, Hırvatlarla birlikte Müslümanları da hedef alacaklar, Bile¡a'da 600, Vi§egrad'da 500 Müslüman sivili işkence ile öldüreceklerdi. Ağustos ortasında, bir gözlemci Mostar civarındaki tüm Müslüman köylülerin Sırp direnişçiler tarafından yağmalandığını, sakinlerinin bir kısmının öldürüldüğünü yazmıştı.4

Ancak Sırp köylülerin "intikam saldırıları" adı altında düzenledikleri bu tür saldırılar, yalnızca küçük bir başlangıçtı. Müslümanların bilinçli ve sistematik bir katliama uğratılması, asıl olarak Çetnikler tarafından gerçekleştirilecekti.

Çetniklerin Doğuşu ve "Homojen Sırbistan" Projesi

Çetniklerin Bosnalı Müslümanlar dışında bir ikinci büyük düşmanları komünist Partizanlar'dı. Tito'nun önderliğinde örgütlenen Partizanların, kurmak istedikleri homojen Sırp Krallığı için ideolojik ve siyasi bir tehdit olduğunu düşünüyorlardı. Nitekim Yugoslavya'daki çok yönlü çatışma, Nazilerin çekilmesinin ardından bir Partizan- Çetnik savaşına dönüştü.

Alman ordularının Sırbistan'ı işgal etmesi üzerine, Sırp Kralı II. Peter ülkeden kaçtı ve İngilizlere sığındı. Bir süre Kudüs'te kaldı ve orada bir "sürgünde hükümet" oluşturdu. Kral ve hükümeti, savaşın sonuna dek söz konusu İngiliz desteği ile dışardan mücadeleye devam edecekti.

Kralın Yugoslav topraklarındaki temsilcisi ise, eski Yugoslav ordusunda albay rütbesine kadar yükselmiş olan DraΩa Mihailovi¡ adlı bir subaydı. Alman işgali başladığında Bosna'da bulunan Mihailovi¡, birliğinde arta kalan adamlarla birlikte doğuya yönelerek Batı-Orta Sırbistan'daki dağlık Ravna Gora bölgesine yerleşti. Mayıs 1941'de burada Kralın otoritesine bağlı olan aktif bir gerilla grubu kurduğunu ve Alman işgaline karşı silahlı direniş başlattığını ilan etti. Gruba, Sırp milliyetçiliğinin tarihsel figürlerinden hareketle, Çetnikler adı verilmişti.

Çetnikler, Alman işgaline karşı direnme iddiasındaydılar, ama asıl amaçları daha farklıydı. Mihailovi¡, sürgündeki hükümetin de tavsiyesine uygun olarak, Almanlarla ciddi bir çatışmaya girmemeye özen gösteriyordu. 1941 yazının sonlarında, Çetnik stratejisi belirginlik kazanmaya başladı; Almanlarla gerçek anlamda bir savaşa girilmeyecek, örgütü güçlendirmek ve arkasındaki halk desteğini artırmak için çaba harcanacaktı. Sürgündeki hükümet ve Mihailovi¡, savaşın eninde sonunda müttefikler tarafından kazanılacağını ve Almanların ülkeyi terk edeceklerini hesaplıyorlardı. Dolayısıyla, Almanların yenilgisi kesinleşene kadar onlara karşı açık bir isyan başlatılmayacak, müttefiklerin zaferi beklenecekti.5

Ancak Çetnikler bu bekleme döneminde boş durmayacaklar, "evin içini" düzenleyeceklerdi. İşgalciler nasıl olsa gidecekti ve onların ardından yeni bir Yugoslavya kurulacaktı. Bu yeni Yugoslavya'nın, eskisinden de daha keskin bir "Sırboslavya", tam bir "Büyük Sırbistan" olmasını hedefliyorlardı. Alman işgali sırasındaki "bekleme dönemi", asıl olarak bu hedefin alt yapısının hazırlanması için kullanılacaktı.

Bunun için, öncelikle Yugoslavya içinde, "Büyük Sırbistan" düşüne engel oluşturan yerel unsurların alt edilmesi gerekiyordu. Bu unsurların biri, Komünist Parti tarafından örgütlenen "Partizanlar"dı.

Çetniklerin hayalindeki "Büyük Sırbistan" haritasında, tüm Bosna-Hersek, Kosova ve Makedonya yutulmuş durumdaydı. Hırvatistan'ın da büyük kısmı Sırp egemenliğine bırakılmıştı. Bunun yanı sıra, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan ve Arnavutluk'tan da bazı bölgelerin ilhak edilmesi öngörülüyordu. Çetniklerin hedefi, bu coğrafya üzerinde "etnik yönden temiz" bir "Büyük Sırbistan" yaratmaktı. (Üstteki haritanın aslı, Belgrad'daki Askeri Tarih Enstitüsü'ndedir.)

Partizanlar, Çetniklerle aynı sırada doğan bir gerilla örgütüydü. Yugoslavya Komünist Partisi, savaş öncesi dönemde yasaklanmış bir yer altı hareketiydi. 1940 yılında Parti'nin Yugoslavya içinde 6.000 üyesi vardı. Liderleri olan Josip Broz "Tito", ateşli bir Stalinist'ti ve savaş öncesi dönemde de uzun süre Moskova'da kalarak Komintern'de boy göstermişti. Alman işgalinin ardından ise, bir gerilla hareketi kurmaya karar verdi. Çekirdeği Haziran 1941'de oluşturulan bu örgüt, Alman işgaline karşı -Çetniklerden farklı olarak- "gerçek" bir direniş yürütmeyi hedefliyordu. Bu noktaya kadar Çetniklerle belli ölçülerde anlaşabilirlerdi. Ama sorun, Partizanların savaş sonrası Yugoslavya için yaptıkları planda ortaya çıkıyordu. Partizanlar, işgalin bitmesinin ardından, doğal olarak sosyalist bir Yugoslavya kurmak hedefindeydiler. Bu nedenle, fanatik birer Sırp milliyetçisi ve ateşli birer anti-komünist olan Çetnikler, Partizanları büyük bir tehlike olarak gördüler. (Bu yüzden, Yugoslav topraklarındaki çok boyutlu savaş, özellikle son safhasında, bir Çetnik-Partizan savaşına dönüştü.)

Ancak Çetniklerin "Büyük Sırbistan" için engel olarak gördükleri unsurlar, Partizanlarla sınırlı değildi. Çünkü "Büyük Sırbistan"ın yalnızca ideolojik yönden değil, etnik yönden de düzenlenmesi gerekiyordu. "Etnik düzenleme"nin ne anlama geldiği, Çetnik ideologları tarafından Haziran 1941'de hazırlanan ve "Homojen Sırbistan" başlığını taşıyan bir bildirgede ortaya konmuştu. Bildirgeyi hazırlayanlar, Çetnik hareketinin kuramcılığını yapan iki Sırp entelektüeldi; Dragi§a Vasi¡ ve Stevan Moljevi¡.

Peki bu iki Çetnik ideloğu, savaşın ardından nasıl bir Sırbistan kurmayı öngörüyorlardı?

Cevap basitti; Sırbistan, Bosna'nın tümünü, Dalmaçya'yı, Karadağ'ı, Hırvatistan ve Slavonya'nın bazı bölümlerini, hatta Kuzey Arnavutluk'u topraklarına katacak ve böylece "Büyük Sırbistan" haline dönüşecekti. Bildirgede şöyle deniyordu:Bütün Sırpların temel görevi, içinde Sırp nüfusunun yaşadığı tüm toprakları birleştirmek ve bir 'Homojen Sırbistan' kurmaktır. 6

Yugoslavya'nın 1941 yılında Alman ve İtalyan ordularınca işgal edilmesinin ardından bir gerilla hareketi görünümü altında örgütlenen Çetnik (˚etnik)ler, aslında işgale direnmekten çok, işgali fırsat bilerek ülkeyi "Büyük Sırbistan"a hazırlamayı hedefliyorlardı. 100 bin Bosnalı Müslümanı, bu nedenle katlettiler.Çetniklerin lideri DraΩa Mihailovi¡, fanatik bir Sırp milliyetçisi oluşunun yanında, aynı zamanda bir "Anglophile" (İngiliz-sever) ve kıdemli bir masondu. Çetniklerin komuta kademesi de ağırlıklı olarak masonlardan oluşuyordu. Bu "loca bağlantısı", Çetniklerin ABD ve İngiltere ile olan ilişkilerini "katalize" ettiği için oldukça büyük bir önem taşıyordu.Soldan sağa, Mihailovi¡'in 30'lı yıllarda çekilmiş bir fotoğrafı, savaş yıllarındaki görüntüsü ve idam edilmeden önceki hali.

Peki bu "homojen" lafı ne anlama geliyordu?

Stevan Moljevi¡, Şubat 1942'de Vasi¡'e yazdığı bir mektupta bu konuya açıklama getirirken, üstte sayılan toprakların ele geçirilmesini tekrar vurguluyor ve şöyle diyordu: "Bunun ardından, söz konusu toprakların tüm Sırp olmayan elementlerden temizlenmesi gerekmektedir. Yabancılar, ait oldukları yerlere gönderilmelidirler; Hırvatlar Hırvatistan'a, Müslümanlar ise Türkiye ya da Arnavutluk'a."7

Kısacası Moljevi¡, Çetniklerin savaş boyunca -hatta daha sonra 1990'larda- uygulayacakları stratejiyi formüle etmişti: Sırp nüfusun bulunduğu tüm toprakların etnik yönden homojenleştirilmesi, yani "etnik temizlik".

Moljevi¡, 1943 yılında örgüt içindeki etkisini daha da artırarak, Çetnik hareketinin politik lideri haline geldi. Formüle ettiği "etnik temizlik" programı ise, zaten hareketin askeri lideri olan DraΩa Mihailovi¡ tarafından benimseniyordu. Mihailovi¡, "nerede bir Sırp mezarı varsa, orası bir Sırp toprağıdır" diyordu.8 Bu mantık, "Sırp toprakları"nı Yugoslavya'nın neredeyse tümünü kapsayacak kadar büyütmeyi öngörüyordu. Mihailovi¡'in, yerel Çetnik komutanları Djordjije La§i¡ ve Pavle Djuri§i¡'e yolladığı yazılı bir emirde şu satırlar yer alıyordu:

Mücadelemizin amaçları;

  1. Majesteleri II. Peter'in irşadı ile tüm ulusumuzun özgürlüğe kavuşturulması;
  2. Büyük Yugoslavya'nın kurulması ve bu Yugoslavya'nın içinde, bugünkü Sırbistan'la birlikte (Makedonya dahil), Karadağ, Bosna-Hersek, Srijem, Banat ve Backa'yı da kapsayan ve etnik yönden temizlenmiş bir Büyük Sırbistan oluşturulması;
  3. Yugoslavya'nın içinde Alman ve İtalyanların elindeki Sloven topraklarının ve ayrıca Bulgaristan'ın içindeki Sırp topraklarıyla kuzey Arnavutluk'un dahil edilmesi;
  4. Devlet sınırlarının tüm ulusal azınlıklardan ve gayrı-milli elementlerden temizlenmesi;
  5. Sancak'taki Müslüman nüfusun ve Bosna-Hersek'teki Müslüman ve Hırvatların temizlenerek, Sırbistan'la Karadağ ve Sırbistan'la Slovenya arasında mutlak sınırların oluşturulmasıdır.9

Görüldüğü gibi, Mihailovi¡, emirlerinde ısrarlı bir biçimde "etnik temizlik" kavramı üzerinde duruyor ve özellikle de Müslüman nüfusu hedef gösteriyordu. Bu nedenledir ki, San Francisco Devlet Üniversitesi'nde ekonomi profesörü olan Yugoslav asıllı Jozo Tomasevich, Çetnik hareketi hakkında yapılmış en iyi çalışma olarak kabul edilen The Chetniks: War and Revolution in Yugoslavia, 1941-1945 (Çetnikler: Yugoslavya'da Savaş ve Devrim, 1941-1945) adlı kitabında Çetnik ideolojisinin en önemli dayanaklarından birinin "İslam-karşıtlığı" olduğunu yazar.10

Çetniklerin ideolojisi buydu. Ellerinde silah vardı ve ülke karmaşa içindeydi. Sonuç, tahmin edilebileceği gibi, tam bir katliam oldu.

"Etnik Temizlik"

Çetniklerin uygulamaya karar verdikleri "etnik temizlik" programının en büyük kurbanları, Bosnalı Müslümanlar oldular. Bunun birkaç nedeni vardı.

Öncelikle, Çetniklerin kurmak istedikleri "Homojen Sırbistan"ın içindeki en önemli "Sırp-olmayan element", Mihailovi¡'in emirlerinden de anlaşıldığı gibi, Bosnalı Müslümanlar'dı. Hırvatların büyük bölümü, Çetniklerin ulaşamadıkları Hırvatistan'da yaşıyorlardı. Oysa Bosna-Hersek, her ne kadar NDH sınırları içinde ve Alman-İtalyan işgali altında olsa da, ciddi bir otorite boşluğu yaşıyordu ve Çetnikler Bosna'nın özellikle doğu bölgelerinde kolaylıkla askeri operasyonlar düzenleyebiliyorlardı. Bosna'daki Müslüman köyleri Çetniklerin saldırılarına karşı savunmasızdı, bu nedenle de "etnik temizlik" programından paylarını kolaylıkla aldılar.

Bu "homojenleştirme" hedefinin yanında, Çetnikleri Bosnalı Müslümanlara karşı harekete geçiren başka nedenler de vardı. Biri, savaşın başlarında Ustaşa rejimi tarafından sivil Sırplara karşı gerçekleştirilen katliamlardı. Çetnikler, bu katliamların intikamını almak istiyorlardı. Aslında Müslümanların bu katliamlarla bir ilgisi yoktu; Müslüman toplumunun çoğunluğu ve ileri gelenleri, önceden belirttiğimiz gibi bu katliamlara karşı tavır almışlardı. Ancak Çetniklerin gözü bu tür "ayrıntı"ları görmek istemiyordu. "Ustaşa" öldürmek istiyorlardı ve karşılarına çıkan Müslümanlara "Ustaşa" damgası vurmaktan kaçınmadılar.

Üçüncü neden ise, Sırp kültürüne yerleşmiş olan Osmanlı ve İslam düşmanlığıydı. 19. yüzyıl Sırp milliyetçileri tarafından körüklenen, Petar Petrovi¡ Njego§ tarafından şiirlere dökülen nefret, Çetniklerin ideo-psikolojisinin önemli bir parçasını oluşturuyordu.

Tüm bunlardan dolayı, Çetnikler, özellikle 1942 ve 43 yıllarında Bosnalı Müslümanlara karşı sistemli bir katliam programı yürüttüler. Gerçekleştirilen kıyım, 1990'lardaki kadar kanlıydı.

Jozo Tomasevich, The Chetniks adlı kitabında yaşanan katliamı ayrıntılı biçimde anlatır. Öncelikle, Çetniklerin kendilerine iki büyük düşman belirlediklerini yazmaktadır. Biri Partizanlar, diğeri de Bosnalı Müslümanlardır. Çetnik uzmanı yazar, "büyük düşman" statüsündeki Müslümanlara uygulanan "etnik temizlik" operasyonunu Sırp, Hırvat, Alman ve Müslüman kaynaklarına başvurarak detaylı biçimde aktarır. Buna göre, "Çetniklerin geleneksel düşmanı" olan Bosna-Hersek ve Sancak Müslümanları, 1943 yılından itibaren yoğun Çetnik saldırılarına maruz kalmışlardır. Bundan önce, 1941 ve 1942 yıllarında Güney Bosna'daki Müslüman şehirlerinin bir kısmı Çetnikler tarafından basılmış ve kaçabilenler hariç tüm halk katledilmiştir. Fo¯a şehri, en büyük katliamlardan birine sahne olmuştur. Ocak ve Şubat 1943'de ise Sancak ve Güney Bosna'ya yönelik Çetnik saldırıları büyük bir artış kaydetmiştir. Çetnik kayıtlarında bu dönemlerde Müslümanlara yönelik "temizleme hareketleri" yapıldığı da açıkça yazılıdır.

Çetnik kumandanlarından Albay Djuri§i¡'in verdiği raporlara göre, yalnızca 1943'ün Ocak ayı içinde, 33 Müslüman köyü yakılmış, 400 Müslüman savaşçı (Müslümanların Çetniklere karşı oluşturdukları savunma birliklerine bağlı savaşçılar) 1.000'in üstünde de Müslüman kadın ve çocuk, Çetnikler tarafından öldürülmüştür. Raporlar, Çetniklerin çoğu kez bıçakla (boğazlayarak) öldürmeyi tercih ettiklerini bildirmektedir. Şubat ayında öldürülenlerin sayısı daha da fazladır: Djuri§i¡'in 13 Şubat tarihli raporuna göre, 1.200 Müslüman savaşçı ve 8.000 Müslüman sivil (kadın, çocuk ve yaşlı) Çetnikler tarafından katledilmiştir. Ayrıca Çetnikler girdikleri tüm Müslüman köylerindeki malları yağmalamışlardır. Çetnikler bu saldırıların birer karşı-saldırı olduğunu söylemişlerdir, oysa Tomasevich'in de yazdığı gibi, bu bir yalandır: Çetnikler tamamen "etnik temizlik" amaçlı bir katliam uygulamış ve kadın, çocuk ayrımı yapmamışlardır.11

Boşnak tarihçi Mustafa Imamovi¡, A Survey of the History of Genocide Against the Muslims in the Yugoslav Lands (Yugoslav Topraklarındaki Müslüman Katliamının Tarihi Hakkında Bir Araştırma) adlı çalışmasında, Çetnik saldırıları sonucu ölen Müslümanların sayısının 100 bine yakın olduğunu ve bu ölümlerin hemen hepsinin, bombalama gibi savaş operasyonlarıyla değil, terörizm yoluyla gerçekleştiğini (yani Çetniklerin Müslümanları tek tek öldürdüklerini) yazmaktadır. Ölen Müslümanların sayısı, genel Müslüman nüfusunun %8'ini aşmaktadır, ki bu oran, diğer Yugoslav halklarının II. Dünya Savaşı sırasındaki kayıplarının kendi nüfuslarına olan oranından çok daha fazladır. Çetniklerin o dönemde Müslüman kadınlara sistemli bir biçimde tecavüz ettikleri ise bilinen bir başka gerçektir.12

Çetnikler, Müslümanlara karşı düzenledikleri saldırıları savaşın son günlerine dek sürdürürler. Ancak 1944 yılında güçlerini yitirmeye başlarlar. Tito'nun Partizanları giderek güçlenirler ve Almanlara karşı gerçek direnişi onlar yürüttüğü için, hem müttefiklerden hem de yerel halktan daha çok destek görmeye başlarlar. Sonunda savaşı Partizanlar kazanır, Mihailovi¡ yakalanır ve idam edilir, Çetnik hareketi tarihe karışır ve sosyalist Yugoslavya kurulur...

Çetnikler, Yugoslavya'nın Naziler tarafından işgalinin ardından tüm Batı medyasında, özellikle İngiltere ve ABD'de büyük popülarite kazandılar. İngiliz Punch gazetesinde yayınlanan karikatürlerde, DraΩa Mihailovi¡ onurlu bir direnişçi gibi tasvir ediliyor (yanda), London Daily Express'te ise Çetnik hareketi, Nazile'e karşı Yugoslavya'yı ayakta tutan bir kahramanlık destanı gibi sunuluyordu (aşağıda). Fakat çok geçmeden Çetniklerin Nazilere karşı bir direniş başlatmadıkları, yalnızca savaşın kargaşasından yararlanarak "Büyük Sırbistan"ın alt yapısını kurmak ve "etnik temizlik" yapmak peşinde oldukları anlaşıldı. Dahası, Nazilerle örtülü bir iş birliğine girdikleri de ortaya çıktı.Buna rağmen, yine de bazı Batılı çevreler, Çetniklerin desteklenmesinde ısrarlı davrandılar. Bu ısrarlı dostluk, Çetnikler ile söz konusu çevreler arasındaki gizli ilişkilerin bir sonucuydu. Radikal Sırp milliyetçiliğinin gelişiminde büyük rol oynamış olan localar, şimdi de o radikalliğin en büyük ürünü olan Çetnikler ile Anglo-Sakson masonik kompleks arasında köprü görevi görüyordu.

Tüm bunlar, bizlere Çetnikler hakkında "su üstündeki" bilgileri göstermektedir. Ancak bir de tarihin görünmeyen yüzü vardır. Çetnikler, yalnızca kendi kuvvetlerine değil, dış güçlerden aldıkları desteklere de dayanarak savaşmışlar ve öldürmüşlerdir. Önce İngiltere'den, daha sonraları da ABD'den büyük destek görmüşler, İtalyanlarla, Almanlarla hatta NDH ile de taktik iş birliklerine girmişlerdir.

Tarihin görünmeyen yüzü, işte bu "uluslararası bağlantılar"ın ardında yatar.

Öncelikle şunu söyleyebiliriz: İngiltere ve ABD'nin Çetniklere destek olmasının stratejik bir mantığı vardı; ama bu Anglo-Sakson-Çetnik dostluğunun içinde, bir de "katalizör" görevi yapan bir örgütlenme bulunuyordu. Bu örgütlenmeye, bir önceki bölümde zaman zaman değinmiş, Sırp milliyetçiliğinin gelişiminde ve Sırp milliyetçiliği ile dış güçler arasındaki işbirliğinde önemli bir rol oynadığını keşfetmiştik. Bu gizli ve konspiratif örgütün, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, Sırbistan'da da aşırı milliyetçi fikirleri körüklediğini, onları örgütlediğini ve bu örgütlenmeye dış destekler sağladığını görmüştük.

Aynı durum Çetnikler için de geçerliydi; Sırp şovenizminin temsilcisi olan örgütün yapısı ve icraatları, büyük ölçüde "masonik"ti...

Çetnikler ve Masonlar

Yugoslavya uzmanı İngiliz tarihçi Noel Malcolm, Çetnik lideri Mihailovi¡'ten söz ederken, onu bir "Anglophile" (İngiliz-sever) olarak tanımlar.13 Albay'ın İngiliz kültürüne olan bu yakınlığının bir parçası da, o kültürün hem üreticilerinden hem de ürünlerinden biri olan masonlukla olan ilgisidir; Çetnik lideri, kıdemli bir masondur. Mihailovi¡'in adı, Fransız mason Daniel Ligou'nun "Masonlar Sözlüğü"nde şöyle geçmektedir:

DraΩa Mihailovi¡ (1893-1946): Mason Sırp gerilla lideri. İtalyan mason dergisi Hiram, DraΩa Mihailovi¡'in mason olduğunu yazmaktadır. İtalya Büyük Locası'nın bir organı olan bu dergideki yazıyı Birader Salvador Loi, 1980 Eylül tarihli, 5 numaralı dergide yayınlamıştır.14

100 bin Müslümanın ölüm emrini veren Çetnik lideri, mason örgütünün anti-İslami kimliğine uygun bir biçimde masondur. Daniel Ligou, kitabının bir başka yerinde daha da çarpıcı bir bilgi verir ve "Yugoslavya'nın savaşa girmesinden sonra ülkedeki masonların DraΩa Mihailovi¡ önderliğinde birleştiğini" yazar.15 Mihailovi¡'in önderliğinde birleşenler, Çetniklerdir ve dolayısıyla "Masonlar Sözlüğü"ndeki bilgiden, Çetniklerin mason olduğu sonucu çıkmaktadır.

Evet, gerçek budur. Aynı konuya Sırp mason Zoran Nenezi¡ de, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980 (Yugoslavya'da Masonlar 1764-1980) adlı kitabında değinmekte ve başta Mihailovi¡ olmak üzere Çetnik liderlerinin mason olduğunu bildirmektedir:

DraΩa Mihailovi¡, II. Dünya Savaşı yıllarında Sırp direnişini örgütlediğinde dikkati çeken, çok sayıda masonun Mihailovi¡'in yanında yer almasıydı. Bu masonlar arasında özellikle Çetnik ideologları Dragi§a Vasi¡ ve Stevan Moljevi¡'in adı geçmektedir... Ayrıca 1944 yılında Çetnik Milli Merkez Komitesi Genel Sekreterliği'ne sicilli bir mason olan Djura Djurovi¡ seçilmiştir.16

Zoran Nenezi¡, mason Çetnik ideologlarının özellikle ikisine dikkat çeker: Dragi§a Vasi¡ ve Stevan Moljevi¡. Gerçekten de bu ikisi son derece önemli isimlerdir, çünkü Müslümanların etnik temizliğe tabi tutulması fikri, Vasi¡ ve Moljevi¡ tarafından geliştirilmiştir. Mustafa Imamovi¡, bu iki Çetnik ideoloğunun etnik temizlik teorisini birlikte geliştirdiğini anlatır ve Moljevi¡'in, "Homojen Sırbistan" adlı bir makalesinde ve kendisiyle aynı görüşü paylaşan Dragi§a Vasi¡'e Şubat 1942 yılında yazdığı mektubunda, "ülkenin tüm Sırp-olmayan elementlerden temizlenmesi" gerektiğini söylediğini not eder. Moljevi¡-Vasi¡ ikilisi, Müslümanların ya imha ya da sürgün edilmesi gerektiğini düşünmektedirler. İmamoviç'in yazdığına göre, DraΩa Mihailovi¡'in Çetniklere verdiği Müslümanlara yönelik katliam emirleri, Moljevi¡ ve Vasi¡'in geliştirdiği plana dayanmaktadır.

Ve bu iki Çetnik ideoloğu, Zoran Nenezi¡'in bildirdiğine göre, Belgrad Locası'na kayıtlıdırlar.17 Belgrad Locası'nın Sırp milliyetçiliğinin gelişimindeki önemli rolünü bir önceki bölümde incelemiştik. İlk Sırp isyanının beyni olan Petar I¯ko'dan, Sırp milliyetçiliğinin en önemli kuramcısı olan Vuk KaradΩi¡'e dek büyük Sırp milliyetçilerini yetiştirmiş olan Belgrad Locası, 1926 yılında Bosnalı Müslüman toplumun "sakıncalı" kimliğine dikkat çeken kararıyla misyonunu ortaya koymuştu. Duvarlarında Müslüman katliamını şiirlere dökerek teşvik eden Petar Petrovi¡ Njego§'un resimleri yer alan loca, şimdi de Çetnik ideologlarının buluşma yeriydi anlaşılan.

Dragi§a Vasi¡ ve Stevan Moljevi¡'in yanı sıra, Çetnik hareketinin siyasi önderliğini yürüten kadronun hemen hepsinin mason olduğu da yine Zoran Nenezi¡ tarafından bildirir. (Çetniklerin askeri önderliğini yürüten "voyvoda"lar ise, düşük rütbeli askerlerden ya da basit "çete reislerinden" oluşmaktadır ve çoğu, doğal olarak, masonlukla ilişkili değildirler.) Çetniklerin siyasi önderliğini yürüten masonlar arasında; Ljubi§a Trifunovi¡, Vasa Jovanovi¡, Mihailo KujundΩi¡, Vladimir Belaj¯i¡, Aleksandar Popovi¡, Djura Vilovi¡, Ûivko Topalovi¡, Adam Pribi¡evi¡, Ivan Kova¯ gibi iki Dünya Savaşı arasındaki dönemin ünlü milliyetçi Sırp entelektüelleri ve siyasetçileri vardır. Bu masonlar, Dragi§a Vasi¡ ve Stevan Moljevi¡'ten sonra Çetniklerin siyasi kararlarına etki eden en önemli isimlerdir ve Ağustos 1941'de oluşturulan ve Çetniklerin "genel idare kurulu" niteliğindeki Merkezi Ulusal Komite de bu isimlerden oluşmaktadır.18

Zoran Nenezi¡, Çetniklerin tüm siyasi örgütlenmesinin masonik bir kadronun egemenliğinde olduğunu özellikle vurgular. Bu siyasi örgütlenmenin en tepesinde sürgündeki "Yugoslav Hükümeti" tarafından "Savunma Bakanı" görevine ve "general" rütbesine çıkartılan DraΩa Mihailovi¡ yer almaktadır. Mihailovi¡'in altında, üç kişilik Yürütme Konseyi (Executive Council) vardır ve bunun iki koltuğu, Mihailovi¡'in az önce değindiğimiz iki biraderi, Dragi§a Vasi¡ ve Stevan Moljevi¡ tarafından doldurulmaktadır. Daha altta, "genel idare kurulu" niteliğindeki Merkezi Ulusal Komite gelir ki, bu da az önce değindiğimiz gibi mason üyelerle doludur. Bunun dışında, Çetnikler adına faaliyet gösteren, ancak kısmen bağımsız bir görüntüye sahip olan iki organ daha vardır: 1942 baharında oluşturulan Sırp Milli Komitesi ve aynı yılın Kasım ayında kurulan Yugoslav Ravna Gora Gençliği (Jugoslovenska Ravnogorska Omladina), ya da kısaca JURAO.19 Bu iki yan-örgütlenme de yine masonik çatı altındadır: Sırp Milli Komitesi'nin başında ve JURAO'nun lider kadrosunda "voyvoda" Ilija Bir¯anin Trifunovi¡ vardır ve o da diğer biraderleri gibi masondur.20 Çetniklerin propaganda işleri ile sorumlu olan Djura Djurovi¡ de yine kuralı bozmaz; masondur.21

Tüm bunlar, Çetnik hareketinin tamamen masonik bir hareket olduğunu göstermektedir. Diğer pek çok ülkedeki "anti-komünist" görünümlü aşırı milliyetçi ve Batı yanlısı örgütler gibi, Çetnik hareketi de locaların çatısı altında gelişmiştir.

Çetniklerin bu masonik karakteri, örgüt hakkındaki bir başka bilgiyle biraraya getirildiğinde daha da ilginç bir anlam kazanır. Bu bilgi, Çetnikler ve Yahudiler arasındaki az bilinen ilişkidir.

Masonluk ile Yahudilik, Yahudi düşüncesi ve Yahudiler arasında yakın bir ilişki olduğu, bilinen, en azından sık sık duyulan bir gerçektir. Masonlar ve Yahudi çevreleri bunu genellikle kabul etmezler, ancak konu hakkında yapılacak kapsamlı bir araştırma, her iki taraf arasında felsefi bir yakınlık olduğunu ve her iki kanadın da tarihte ortak hedefler için iş birliği yaptığını gösterir. Avrupa'da Katolik Kilisesi'nin gücünün yok edilerek seküler bir düzen kurulmasında bu iki güç etkin bir iş birliği yapmıştır. Dini otoriteye karşı seküler düzenleri savunmak ve tesis etmek, başka coğrafyalarda da bu iki gücün ortak hedefi olmuştur. Tarihsel olayların iç yüzünü incelemek, pek çok sosyal ve siyasi gelişmede Masonlar ve Yahudi ileri gelenleri arasındaki örtülü ittifakı gözler önüne sermektedir. Önceki bazı çalışmalarımızda, bu konuda çok kapsamlı bilgiler ortaya konmuştu.22

Bu temelden hareketle Yugoslavya'yı incelediğimizde ise, yine benzer bir durumla karşılaşırız. Masonik bir geleneğe sahip olan Çetnik hareketi, Yahudilerle hep aynı safta olmuştur.

Sırplar ve Yahudiler

Çetniklerin "Yahudi bağlantısı"na bakmadan önce, Sırplar ile Yahudiler arasındaki ilginç yakınlığa değinmek gerekir.

Önceki bölümde, radikal Sırp milliyetçiliğinin özelliklerinden söz ederken, Sırp kültürünün temelinde yatan seçilmişlik ve ezilmişlik komplekslerine değinmiştik. Buna göre, Sırplar, kendilerini "seçilmiş" bir halk olarak görüyorlar, siyasi ve askeri yenilgilerini de "inançsızların" kendilerine karşı geliştirdikleri birer komplo olarak değerlendiriyorlardı. Üstelik uğradıkları yenilgiler -ki bunların en önemlisi Osmanlı'nın boyunduruğu altına girmeleriyle sonuçlanacak olan Kosova Savaşı'ydı- onların "seçilmişlik" payelerini azaltmıyordu, aksine bu yenilgiler "seçilmiş" olmalarının bir sonucuydu.

Bu noktada dikkatli bir göz hemen fark edebilir; üstteki paragrafta özetlenen sosyo-psikoloji, Yahudilerin yüzyıllar boyu taşıdıkları inanç ve kültürün neredeyse aynısıdır. Kendilerini "seçilmiş" sayan, ama bu payelerine karşın -İsrail'in kuruluşuna dek- sürekli siyasi hezimetlere uğrayan ve bu hezimetlerini de "seçilmişlik"leriyle açıklayan Sırplardan başka bir diğer halk daha varsa, o da Yahudilerdir.

İki halkı kültürel ve psikolojik bir bağla birbirine yakınlaştıran bu kompleksler, çeşitli dönemlerde birbirlerine sempati duymalarına neden oldu. İlk dikkate değer yakınlaşma, 19. yüzyılın hemen başında gerçekleşmişti. Encyclopadia Judaica'nın yazdığına göre, Djordje Petrovi¡ Karadjordje önderliğinde yürütülen ilk Sırp isyanı boyunca, Belgradlı zengin Yahudiler Sırp isyancıların silah ihtiyacını karşılamış, onlara Osmanlı ordusuna karşı kullanmak üzere büyük miktarda silah ve cephane temin etmişlerdi. Bu "Yahudi bağlantısı" sonra da sürmüş ve Belgrad Yahudi cemaatinin önde gelenlerinden Almoslino, Karadjordje'nin en yakın adamlarından biri haline gelmişti. Sırp knezliği, bu dostluğun bir sonucu olarak, Belgrad'ın kuzeybatısındaki Zemun kentini Yahudiler için "tahsis" edecek, Zemun'daki Yahudi cemaati tüm özel vergilerden muaf kılınacak ve güçlü bir ticari merkez oluşturacaktı. 1825'den 1843'e kadar Zemun'daki Yahudi cemaatinin önderliğini yapan Haham Judah Hai Alkalai ise, Siyasi Siyonizm'in kurucusu olan Theodor Herzl'in en büyük öncüsü olarak tarihe geçecekti. Nitekim Herzl'in dedesi olan Simon Loew Herzl de, Alkalai'ın müridlerinden biriydi.23

Karadjordje isyanındaki iş birliği ve bu "Zemun bağlantısı", en azından bir başlangıçtı. 19. yüzyılın ikinci yarısında, iki halk birbirlerine yine benzer bir noktadan yakınlaşmaya başladılar. Uzun süren isyanlar ve dış güçlerin desteği sonucunda Sırpların 1878 yılında Osmanlı egemenliğinden kurtularak bağımsız bir devlet kurmaları, Yahudileri oldukça etkilemişti. Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak istediğinde, buradaki Osmanlı egemenliği ile karşı karşıya kalan Siyonist hareket, Sırp isyanından ciddi bir biçimde etkilendi.

Bunu en açık biçimde vurgulayan kişi, Zemun'daki Yahudi cemaatinin önderi Haham Judah Hai Alkalai'dı. Alkalai, Herzl'den 50 yıl önce siyasi Siyonizmin temelllerini ortaya koyduğu 1843 basımı Minhat Yehudah adlı önemli kitabında, Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmanın nasıl mümkün olabileceği sorusunun cevabını ararken, Sırp isyanı üzerinde çokça durmuştu. Hatta, Encyclopædia Judaica'nın ifadesiyle, Alkalai'ı bu tür bir kitap yazmaya yönelten etkenlerin başında, Sırp isyanının verdiği ilham geliyordu.24

Sırp isyanı ile Siyonizm arasındaki bu "ilhamsal" ilişki, Amerikalı "Hıristiyan Siyonist" William Eugene Blackstone'un yazılarında da ortaya çıkmıştı. Amerikalı bir Protestan olan Blackstone, 1878'de yayınladığı Jesus Is Coming (İsa Geliyor) adlı kitabıyla, Filistin'in bir Yahudi toprağı olduğu tezine Hıristiyan teolojisini kullanarak büyük bir destek vermişti. Bir milyonun üzerinde satan kitap, Siyonizm'in Batı dünyasında destek bulmasında önemli bir psikolojik katkı sağlayacaktı.

Blackstone, Yahudilere ait saydığı Filistin için bir de siyasi çözüm önerisi getirmişti. Amerikalılar ve genel olarak da tüm Batı dünyası adına şöyle soruyordu: "Niçin Filistin'i Yahudilere vermiyoruz?" İyi de Filistin "onların" mıydı ki, onu Yahudilere vereceklerdi? Buna karşılık Blackstone, bir Türk eyaleti olan Sırbistan'ın 1878 Berlin Anlaşması ile Sırplara verildiğini hatırlatıyor ve şöyle diyordu: "Sırbistan'ın Sırplara ait olduğu kadar, Filistin de Yahudilere ait değil mi?... Yahudi Devleti, aynı Sırbistan gibi, Türk Hükümeti'nden anlaşma sonucu alınacak Filistin toprakları üzerine kurulabilir."25

Bu durum, Sırplar ve Yahudilerin benzer bir stratejik pozisyon içinde olduklarını gösteriyordu. Her iki "kutsanmış" halk da anavatanlarını Osmanlı işgali altında sayıyorlardı. "Kurtuluş"ları, Osmanlı'nın cenazesiyle mümkün olabiliyordu ancak.

Osmanlı'nın sahiplenmiş olduğu İslam coğrafyası üzerinde hak iddiasıyla ortaya çıkan, dolayısıyla anti-İslami birer güç pozisyonuna sahip olan ve birbirlerine benzer psikolojiler taşıyan bu iki toplumun güçlü bir ittifakla birbirlerine bağlanmaları ise, II. Dünya Savaşı şartları ile gerçekleşecekti.

Çetnikler ve Yahudiler

Önceki sayfalarda Alman ve İtalyan ordularının Yugoslavya'yı işgal etmesinin ardından kurulan Bağımsız Hırvatistan Devleti'nden (NDH) söz etmiştik. Ustaşa lideri ve Hitler-Musolini kuklası Ante Paveli¡ tarafından yönetilen NDH'nın antisemit uygulamalarına değinmiştik. NDH, kendisine düşman olarak iki etnik kimliği belirlemişti: Sırplar ve Yahudiler.

Bu durum, doğal olarak, Sırplarla Yahudileri aynı safta birleştirmiş oluyordu. İlk Sırp isyanı sırasındaki "iş birliği hatırası"nın bulanık etkisi ve Sırplar ile Yahudiler arasındaki sosyo-psikolojik yakınlık, II. Dünya Savaşı yıllarının doğurduğu söz konusu keskin kamplaşma ile somut bir ittifaka dönüştü. Antisemit Hırvat milliyetçiliğine karşı, Çetnikler ve Yahudiler aynı safta buluştu.

Bu konuyla ilgili bazı ilginç bilgiler, Çetnik yanlısı Sırp yazar Radoje Vukcevic'in yazdığı General Mihailovich: First Guerilla Leader in W. W. II (General Mihailovi¡: II. Dünya Savaşı'ndaki İlk Gerilla Lideri) adlı kitapta yer alır. Chicago'daki "Njego§" adlı "Sırp Tarih ve Kültür Derneği"nin yayınladığı ve içinde Mihailovi¡'e övgüler düzülen kitapta, Çetniklerle Yahudiler arasındaki olağanüstü yakın ilişkilere de değinilir. Buna göre, Mihailovi¡'in Çetnik birliklerinde özellikle komuta kadrosunda çok sayıda Yahudi yer almıştır. Yazar, bu ilişkinin Sırplar ve Yahudiler arasındaki "geleneksel dayanışma"nın bir uzantısı olduğunu söyler. Yazdığına göre, Yahudiler savaştan önce de Sırp ordusunda yüksek rütbelere ulaşmışlardır. Öyle ki, "ABD ve Eretz Israel (İsrail Toprakları) dışında dünyada hiçbir ülke, I. Dünya Savaşı öncesindeki Sırbistan ve II. Dünya Savaşı öncesindeki Yugoslavya kadar Yahudiler açısından güvenli olmamıştır". II. Dünya Savaşı sırasında ise, Sırbistan'daki Yahudiler Mihailovi¡'in birlikleri tarafından korunma altına alınmışlardır.26

Çetnik-Yahudi ilişkisine, "Yahudi Ansiklopedisi" The Universal Jewish Encyclopedia da değinir. Çetnik saflarında çok sayıda Yahudinin yer aldığını bildiren ansiklopedi, bir de Çetnikler arasında yalnızca Yahudilerden oluşan özel bir "Yahudi Tugayı" (Jewish Brigade) kurulduğunu yazmaktadır.27

Başka kaynaklara göre, savaş yılları boyunca Nazi baskısından çekinerek Çetniklere katılan Yahudilerin sayısı 5.000'i buluyordu. Bunların bir kısmı Çetnikler ile birlikte savaşmışlar, bazıları da Çetnikler tarafından daha güvenli bölgelere, özellikle de Musolini rejiminin çökmesinden sonra müttefiklerin denetimine geçen İtalya'ya aktarılmışlardı. Öte yandan, Çetniklerin saflarına katılan bir başka grup, Amerikan Hava Kuvvetleri'ne bağlı subay ve askerlerdi. Yugoslavya üzerinde uçağı düşen ya da paraşütle iniş yapan 500 kadar Amerikalı havacı, Çetnikler tarafından kurtarılmışlar ve bunların bazıları savaşın sonuna kadar Ravna Gora'daki karargahında Mihailovi¡'in yanı başında yaşamışlardı. Bu Amerikalı subayların arasında çok sayıda Yahudi asıllının bulunması ise olayın bir başka ilginç yönüydü. Bu Yahudi subayların en ünlüsü Albay Richard Felman'dı.28 Felman, Çetniklerin "etnik temizlik" dahil her türlü askeri operasyonuna bizzat katılmıştı. Öyle ki, yıllar sonra kaleme aldığı Mihailovich & I (Mihailovi¡ ve Ben) adlı kitabında, Çetnik lideri ile birlikte "Nazilere, Ustaşalara ve Müslümanlara" karşı nasıl mücadele ettiklerini uzun uzun anlatacaktı.29

Aynı Richard Felman, Çetniklerle olan dostluğunu on yıllar sonra çok ilginç ve anlamlı bir ziyaretle daha süsledi; II. Dünya Savaşı'nda Çetniklerle birlikte savaşmış ve hala hayatta olan Amerikan subaylarının oluşturduğu bir grubun başında, 5 Haziran 1995 günü, Çetniklerin eski karargahı olan Ravna Gora'da Mihailovi¡'i anmak için düzenlenen bir törene katıldı ve bu kez "neo-Çetnik"lerle buluştu.30 Mihailovi¡'in mirasına sahip çıkan tüm belli başlı Çetnik gruplarının—örneğin Vojislav ~e§elj'in "Çetnikler"inin ya da Arkan'ın "Kaplanlar" adlı grubunun—katıldığı bu anma törenine Felman'ın öncülüğünde Atlantik'in öteki yakasından katılan bu grup, 40 yıl önce yaşanan ittifakın bugün de sürdüğünün sembolik bir ifadesiydi bir anlamda. Ancak tek bir fark vardı; bu kez Naziler ve Ustaşalar yoktu, bir tek "Müslümanlar" vardı, Çetnikler ile onların Amerikalı (ve Yahudi) dostları arasındaki ittifaka hedef olan.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu güncel ittifakın ayrıntılarını birlikte inceleyeceğiz. Bu bölümde incelediğimiz tüm tarihsel bilgilerin asıl önemi ise, söz konusu güncel ittifakı anlamak için önemli bir birikim sağlıyor olmalarıdır. Mihailovi¡'in Çetniklerinin masonik bir hareket olması ve Yahudilerle ilginç bir ittfak içinde bulunması, önemli bir "tarihsel gelenek" oluşturmaktadır ve bizim için asıl önemli olan da budur. Çünkü 1990'larda Mihailovi¡'in izinden giderek yeniden "etnik temizlik" yapmaya başlayacak olan neo-Çetnikler, bu "tarihsel geleneğe" sahip çıkarak, hem Batıdaki "Judeo-masonik" çevrelerden hem de Yahudi Devleti'nden destek bulacaklardır.

Mihailovi¡'in Çetniklerinin Batıdaki Judeo-masonik çevrelerle olan ilişkisi, bu nedenle önemlidir. Bu ilişkinin detaylarına inmek içinse, Sürgündeki Hükümet'in icraatlarına bir göz atmak elzemdir.

Sürgündeki Hükümet ve Çetnikler

II. Dünya Savaşı yıllarında Yugoslavya'nın Naziler tarafından 11 gün gibi kısa bir süre içinde işgal edildiğine önceki sayfalarda değinmiştik. Bu işgalle birlikte, genç Sırp Kralı II. Peter Karadjordjevi¡ ve Sırp ağırlıklı Yugoslav hükümeti çareyi ülkeyi terk etmek bulmuştu. İngilizlere sığınan bu hükümet, savaş zamanlarında adet olduğu üzere bir "Sürgünde Hükümet" kurdu ve II. Dünya Savaşı'nın sonuna dek Yugoslavya'daki durumu ülke dışından idare etmeye çalıştı. Sürgündeki Hükümet'in Yugoslav topraklarındaki yegane temsilcisi ise DraΩa Mihailovi¡ ve onun Çetnikleriydi.

DraΩa Mihailovi¡'in masonik kimliği ve Yahudilerle kurduğu doğal ittifak ise, Sürgündeki Hükümet ve onun Batılı başkentlerdeki temsilcileri tarafından aynen paylaşılıyordu.

Öncelikle, Sürgündeki Hükümet'in toplandığı yer oldukça ilginçti. II. Peter ve hükümetin diğer üyeleri, Wehrmacht'ın (Alman ordularının) işgale başlamasıyla birlikte bir İngiliz gemisi tarafından önce Atina'ya taşınmışlar, ancak burada çok az süre kaldıktan sonra Kudüs'e götürülmüşler ve uzun bir süre oradan yürütmüşlerdi çalışmalarını.31 Filistin o yıllarda bir İngiliz mandasıydı ve dolayısıyla Kudüs de İngilizlerin yönetimi altındaydı. Ancak bu durum, yine de bir "Yahudi bağlantısı" imkanını ortadan kaldırmıyordu. Çünkü 7-8 sene sonra kurulacak olan Yahudi Devleti'nin alt yapısı çoktan hazırdı Kudüs'te ve Tel-Aviv'de. Filistin'deki "Yahudi toplumu" (Yishuv) bir devlet olmak için gereken herşeye sahipti ve—Yahudi göçü konusunda çıkan bazı tatsızlıklara rağmen—özellikle savaş yıllarında İngiliz yönetimi ile Siyonistler çok yakın ilişkiler içindeydi. Bu konudaki sınırlı kaynaklar Sürgündeki Hükümet ile Siyonistler arasındaki herhangi bir temastan söz etmiyorlar, ama Nazi işgalinden kaçan bir hükümet ile Siyonistler arasında en azından "dayanışma" niteliğinde temasların kurulmuş olması son derece muhtemeldir.

Nitekim Sürgündeki Hükümet, Kudüs'te iyice "organize" olmuştu. Bunun en çarpıcı göstergesi, kentte Çetnikler adına kurulan radyo istasyonuydu. Radyo istasyonları, II. Dünya Savaşı yıllarında mücadele eden gerilla gruplarının can damarlarından biri olmuştu. Bu istasyonlardan yapılan yayınlarla işgalcilere karşı propaganda yapılıyor, hem dünyaya, hem gerillalara, hem de ülke halkına gerekli mesajlar ulaştırılıyordu. söz konusu istasyonlar ise, doğal olarak, işgal altındaki ülkenin sınırları içinde değil sürgünde kuruluyorlardı. Her gerilla grubu, kendisine hamilik yapan ülkenin topraklarına radyo istasyonunu yerleştiriyordu. Örneğin Partizanların "Hür Yugoslavya" adlı radyo istasyonu, Sovyetler Birliği'ndeydi. Buradan, Yugoslav topraklarındaki faşist işgalcilere karşı "devrimci" mücadele yürüten "proleter birlikleri"nin kahramanlıkları anlatılırdı hergün.

Komünist Partizanların radyosunun Stalin Rusya'sında yer alması son derece doğaldı. Çetniklerinki ise, yine aynı doğallık içinde, Kudüs'te yer alıyordu. "Karadjordje" adını taşıyan bu radyo istasyonu 27 Kasım 1942'de yayına başlamış ve savaşın sonlarına dek yoğun bir Çetnik propagandası yapmıştı. Her gün Mihailovi¡'in "kahraman" askerlerinin yürüttüğü mücadeleye övgüler yağdırılıyordu. Savaşın bitimiyle birlikte susan "Karadjordje" istasyonunun arşivleri, bugün hala Kudüs'tedir.32

Çetnikler, Nazi işgalinin ardından ülkeyi terk eden ve Kudüs'te toplanan Yugoslav Sürgün Hükümeti'nin temsilcisi sayıyorlardı kendilerini. Üstte, sürgündeki hükümetin Nisan 1941'de Kudüs'te çekilen bir resmi yer alıyor. Ön sıranın ortasındaki kişi, Başbakan Du§an T. Simovi¡. Üstteki bu kabine, sürgündeki Yugoslav hükümetinin ilk kabinesiydi ve içinde radikal Sırp milliyetçilerinin yanında, Çetniklere pek sıcak bakmayan daha ılımlı karakterler de barındırıyordu. Kabinenin radikal milliyetçi en önemli iki Sırp bakanı ise, Dış İşleri Bakanı Nin¯i¡ (alt sırada, sağdan ikinci) ve Slobodan Jovanovi¡'ti (alt sırada, sağdan üçüncü). Bu ikilinin ve diğer Çetnik yanlılarının baskıları sonucunda, kısa bir süre sonra Kral II. Peter üstteki kabineyi feshetti ve yeni kabineyi kurma görevini Slobodan Jovanovi¡'e verdi. Jovanovi¡'in kurduğu bu II. hükümet ise tam bir "Çetnik kabinesi" oldu; iki fanatik Sırp milliyetçisi daha yani Radoje KneΩevi¡ ve Milan Gavrilovi¡ kabineye dahil oldular. Ve, en önemlisi, Çetnik lideri DraΩa Mihailovi¡, Ordu, Donanma ve Hava Kuvvetleri ile ilgili bakanlıkların üçünün de başına getirildi, "general" rütbesine çıkarıldı ve Başkomutan ilan edildi.Sürgündeki Yugoslav hükümetini ele alan bu Çetnik grubunun ilginç bir özelliği daha vardı; başta Başbakan Jovanovi¡ olmak üzere, tüm bu radikal Sırp milliyetçisi bakanlar, aynı zamanda da masondular; Belgrad'daki farklı locaların üyesiydiler.

Sürgündeki hükümetin ele alınması gereken bir diğer önemli özelliği, masonlukla olan ilişkisiydi. Çetniklerin lider kadrosu neredeyse bir "loca" kimliğini taşıdığına göre, Sürgündeki Hükümet'in de buna paralel olması beklenirdi çünkü.

Bu konuyu araştırmak için öncelikle Sürgündeki Hükümet'in dört ayrı safhasına bakmak gerekiyordu. Birinci safha, Du§an T. Simovi¡'in Başbakanlığı'ndaki ilk hükümetti ve Nazilerin Yugoslavya'yı işgalinden 9 Şubat 1942'ye kadar sürmüştü. Hemen ardından kurulan ikinci hükümet, Slobodan Jovanovi¡'in Başbakanlığı'nda toplanmış ve 10 Ağustos 1943'e kadar görevde kalmıştı. Dr. BoΩidar Puri¡ tarafından kurulan üçüncü hükümet 1 Haziran 1944'e, Dr. Ivan ~uba§i¡ tarafından kurulan dördüncüsü ise Mart 1945'ten sonra fiili olarak yok olmuştu.

Çetnik uzmanı Jozo Tomasevich, Sürgündeki Hükümet'in ilk başta karışık gibi gözüken bu yapısını ve safhalarını Çetnikler açısından çok yalın ve özlü bir yorumla açıklar. Buna göre, birbirini izleyen bu dört hükümet ile Çetnikler arasındaki ilişkiler birbirinden farklıydı.

I. Hükümet'e hakim olan kadro, Nazilerle pakt imzalayan eski Yugoslav hükümetini deviren ve dolayısıyla Nazi işgaline neden olan kadroydu. Bu anti-Nazi hükümetin içinde, Sırp milliyetçilerinin yanında liberal Yugoslavlar, Hırvatlar ve Slovenler de önemli bir etkiye sahiptiler. Bu nedenle, söz konusu I. Hükümet, Sırp kimliği çok belirgin olan Çetnik hareketine biraz mesafeli davrandı. Hükümetteki Sırp milliyetçisi kanat ise bu duruma büyük tepki duyuyordu. Jozo Tomasevich'e göre, bu kanadın en önemli iki üyesi, Dış İşleri Bakanı Mom¯ilo Nin¯i¡ ve Slobodan Jovanovi¡'ti.33

Nitekim kabinedeki bu koyu Sırp milliyetçisi ve Çetnik sempatizanı hizip, kısa süre sonra hükümetin de sonunu getirdi. Genç Kral'ı, Başbakan Jovanovi¡'in "pasifliği"ne ve kabinenin "DraΩa Mihailovi¡'in yürüttüğü cesur mücadeleye" gereken desteği vermediğine ikna eden bu hizip, hükümetin görevden alınmasını sağladı. Ve doğal olarak, II. hükümet, bu koyu Sırp milliyetçisi ve Çetnik yanlısı hizip tarafından kuruldu. Kral II. Peter yeni kabineyi kurma görevini Slobodan Jovanovi¡'e verdi. Jovanovi¡'in kabinesi de tam bir "Çetnik kabinesi" oldu; iki fanatik Sırp milliyetçisi daha, yani Radoje KneΩevi¡ ve Milan Gavrilovi¡ kabineye dahil oldular. Ve, en önemlisi, Çetnik lideri DraΩa Mihailovi¡, Ordu, Donanma ve Hava Kuvvetleri ile ilgili bakanlıkların üçünün de başına getirildi, "general" rütbesine çıkarıldı ve Başkomutan ilan edildi. Jozo Tomasevich'e göre, Sürgündeki Hükümet'in dört ayrı kabinesi içinde, Çetniklere en yakın olanı, bu kabineydi.34

Ve sürgündeki Yugoslav hükümetini ele alan bu Çetnik yanlısı hizbin ilginç bir özelliği daha vardı; başta Başbakan Jovanovi¡ olmak üzere, bu radikal Sırp milliyetçisi bakanlar—yani Mom¯ilo Nin¯i¡, Radoje KneΩevi¡ ve Milan Gavrilovi¡—aynı zamanda da masondular; Belgrad'daki farklı locaların üyesiydiler.35 (Oysa bir önceki kabinenin ne Başbakanı ne de diğer "ılımlı" üyeleri mason değildiler). Bu durum, Mihailovi¡ ve diğer Çetnik ideologları tarafından paylaşılan masonik kimliğin, II. Hükümet'te de aynen temsil edildiğini gösteriyordu.

Bu "masonik" ağırlıklı hükümeti izleyen diğer iki hükümette ise, Çetniklerin etkisi giderek azaldı. Üçüncü Hükümet, Çetnikler kadar Tito'nun Partizanlarını da desteklemeyi savunan "pragmatik"lerin elindeydi. Dördüncü ve son hükümet ise, Yugoslavya içindeki çatışmanın Partizanlar tarafından kazanılacağını gördü ve dolayısıyla Çetnikleri desteklemeyi bırakıp Partizanlarla uzlaşma yolu aradı. Ve, III. ve IV. kabinelerin Başbakanları ve etkili bakanları, aynı I. kabinedekiler gibi, mason değildiler.

Kısacası, Sürgündeki Hükümet'in dört ayrı kabinesi içinde Çetniklere en yakın olanı—ve bunun bir göstergesi olarak Mihailovi¡'i, Ordu, Donanma ve Hava Kuvvetleri ile ilgili bakanlıkların üçünün de başına getireni—II. kabineydi. Ve bu kabineler içinde en "masonik" olanı da yine oydu...

Tüm bu tablo, bizlere Çetniklerin masonik kimliğini tartışma götürmeyecek bir biçimde ispatlıyordu. Bu şoven milliyetçi hareket, dünyanın farklı köşelerindeki diğer bazı benzerleri gibi, mason localarında gelişmişti ve bu localar aracılığıyla kendi iç dayanışmasını yürütüyordu.

En az bunun kadar önemli olan bir başka gerçek ise, bu masonik dayanışmanın Atlantik'in öteki yakasına kadar uzanıyor oluşuydu.

Washington Bağlantısı

Sırp milliyetçiliğinin Batılı güçlerle kurduğu ilişkilerde mason localarının önemli bir aracılık ya da "katalizör" işlevi gördüğüne önceki bölümde değinmiştik. Yüzyılın başından itibaren, Belgrad'daki milliyetçi/masonik örgütlenme ile İngiliz-Fransız ekseni arasında "masonik" ilişkiler kurulmuş, bu ilişkiler 1903'teki "masonik darbe"nin de perde arkasını oluşturmuştu. Masonluk enternasyonal bir örgüt olarak, farklı ülkelerde olmalarına rağmen ideolojik yönden birbirine paralel siyasi grupların birbirleriyle ittifak kurmalarını sağlıyordu.

Çetniklerin masonik kimliği, işte bu enternasyonal bağlantının yeni örneklerini hayata geçirdi.

Zoran Nenezi¡, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980 adlı kitabında örgütün bu "katalizör" işlevine değinir ve Çetniklerin siyasi liderliğini yürüten masonların, ABD ve İngiltere ile olan ilişkilerinde masonik dostluklarını devreye soktuklarından söz eder. 10 Ağustos 1944 tarihinde Amerikalılarla görüşmek için bir Amerikan uçağı aracılığıyla Roma'ya uçan Çetnik kadrosu bunun bir örneğidir. Dört masondan; Vladimir Belaj¯i¡, Ûivko Topalovi¡, Adam Pribi¡evi¡, Ivan Kova¯'tan oluşan heyet, Amerikalılarla "biraderlik" bağlarının da etkisiyle sıcak bir diyalog kurmuşlardır.36

Jozo Tomasevich ise, Çetniklerin İngiltere ile olan bağlantısında, Çetnik Merkezi Ulusal Komitesi üyesi Ûivko Topalovi¡'in bazı İngiliz parlamenterle olan kişisel dostluklarının çok önemli bir rol oynadığını not eder.37 Bu İngiliz parlamenterlerin en önemlisi ise, Ernest Bevin'dir. O sıralarda Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için kolları sıvamış olan Bevin'in önemli bir özelliği ise, mason oluşudur.38

Çetniklerin ABD bağlantısını yürüten en önemli isim ise, Sürgündeki Hükümet tarafından ABD Büyükelçisi olarak atanan Konstantin Foti¡'ti. Yetenekli bir diplomat olan Foti¡, bu özelliğinin yanına bir de mason kimliğini39 eklemiş ve bu bağlantı sayesinde Washington'daki önemli isimlerle çok yakın bağlantı kurarak bir tür "Çetnik lobisi" oluşturmuştu. Foti¡'in dikkat çekici bir başka özelliği ise, Sürgündeki Hükümet'in politikasındaki değişikliğe rağmen, en sonuna kadar Çetniklerin safında mücadele etmeye devam edişiydi. Sürgündeki Hükümet'in 1944'ten itibaren yavaş yavaş Partizanların tarafına kaymasına rağmen, resmi olarak bu hükümetin temsilcisi olan Foti¡ kendi inisiyatifi ile sürekli olarak Çetniklerin safında yer aldı ve Amerikan yönetimini Çetniklere yardım için ikna etmeye çalıştı. Bunda da başarılı oldu.

Çetniklerin ABD bağlantısını yürüten en önemli isim, Sürgündeki Hükümet tarafından ABD Büyükelçisi olarak atanan Konstantin Foti¡'ti (üstte, general Petar Ûivkovi¡ ile birlikte). Yetenekli bir diplomat olan Foti¡, bu özelliğinin yanına bir de mason kimliğini ekledi ve bu bağlantı sayesinde Washington'daki önemli isimlerle çok yakın ilişkiler kurarak bir tür "Çetnik lobisi" oluşturdu. Foti¡'in yanına yardımcı olarak atanan diğer Çetnik yanlısı diplomatların ortak özelliğ i de yine mason oluşlarıydı. Bu masonik kadro, ABD'de yaşayan radikal Sırp milliyetçileri ile de bağlantıya geçmiş ve söz konusu "pan-Sırbist" grup, ABD'yi ziyarete gelen genç Kral II. Peter'e sadakatini ifade etmişti (altta). Toplantıda Kral dahil herkesin en çok hürmet ettiği kişi ise, o sıralarda Yugoslavya'da "etnik temizlik" yürütmekte olan DraΩa Mihailovi¡ "birader"di.

Foti¡'in yanına yardımcı olarak atanan diğer Çetnik yanlısı diplomatların ortak özelliği de yine mason oluşlarıydı.40 Bu masonik kadro, ABD'de yaşayan Sırp milliyetçileri ile de bağlantıya geçmiş ve söz konusu "pan-Sırbist" grup, ABD'yi ziyarete gelen genç Kral II. Peter'e sadakatini ifade etmişti. Kral dahil herkesin en çok hürmet ettiği kişi ise, o sıralarda Yugoslavya'da "etnik temizlik" yürütmekte olan DraΩa Mihailovi¡ "birader"di.

ABD'deki bu masonik diplomat kadronun lobi faaliyetleri, propaganda alanında da ilginç bir sonuç doğuruyordu. Çetnikler, Amerika'daki bazı "sivil" çevrelerin de desteğini kazanmışlardı. Bu desteğin en çarpıcı örneği ise, Hollywood'un ünlü film şirketi Twentieth Century-Fox'un 1942 yılının ikinci yarısında çevirdiği The Chetniks adlı propaganda filmiydi. Film, Tomasevich'in belirttiğine göre, tam anlamıyla bir Çetnik propagandasıydı. Filmin teknik danışmanlığı, Sürgündeki Hükümet adına çalışan Dr. Milo§ Sekuli¡ tarafından yürütülmüştü. Ve filmde o denli koyu bir Çetnik taraftarlığı yapılıyordu ki, Hırvat ve Sloven üyelere de sahip olan Yugoslav Enformasyon Merkezi (Yugoslav Information Center) üyelerinin büyük çoğunluğu, 18 Mart 1943 gecesi New York'ta düzenlenen galaya gelmeyi reddetmişlerdi.41

Savaş yıllarında Çetnikler ile Yugoslavya'ya gönderilen Amerikan istihbarat subayları arasında çok yakın bir dostluk gelişmişti. Yanda bunun bir ifadesi; Çetniklerin Ravna Gora'daki karargahında çekilen bir "hatıra fotoğrafı"nda Mihailovi¡ ile Albay McDowell'ın komutasındaki OSS misyonu birarada.

Yugoslav dağlarında bir gerilla hareketi yürüten Çetniklerin "ta Amerika'da" böylesine bir destek bulmaları, Hollywood'un en büyük şirketlerinden birinin, hem de savaş zamanının "kesat" günlerinde, bu denli büyük bir ilgi ve desteğine mazhar olmaları ilginç bir durumdu tabi. İnsan, ister istemez bu Hollywood-Çetnik bağlantısının mantığını soruyordu.

Twentieth Century-Fox şirketinin kimliğine bir göz attığımızda ise, ortaya ilginç bir cevap çıkıyordu: William Fox adlı bir Yahudinin kurduğu Fox film şirketinin 1935'de bir başka Yahudi şirketi olan Twentieth Century ile birleşmesinden doğan şirket, ilerleyen yıllarda da Joseph Schenck ve Darryl F. Zanuck adlı iki Yahudi tarafından yönetilmişti.42 Bir başka deyişle, Çetnik propagandası yapmak için film çeviren şirket, tam anlamıyla bir "Yahudi şirketi"ydi. Çetniklerin mason temsilcilerinin Washington'da kurdukları bağlantılar, Sırbistan dağlarında savaşan ve "etnik temizlik" yapan gerillalar ile Amerika'daki Judeo-masonik çevreler arasında ilginç bir ittifak oluşturmuştu anlaşılan.

OSS Bağlantısı

Çetniklerin masonik kimliklerinin, İngiltere ve özellikle de ABD'den gördükleri desteğin içinde "katalizör" görevi gördüğünü belirttik. Ancak, üstte değindiklerimizin de ötesinde, masonluğun Çetnikler ile Batı arasındaki "katalizör" rolünün en çarpıcı örneği, Mihailovi¡ ile ABD gizli servisi OSS arasındaki yakınlıktı.

OSS (Office of Strategic Services), II. Dünya Savaşı döneminde kurulan Amerikan istihbarat servisiydi. CIA'nın selefiydi bir başka deyişle. Bu servisin başında, General William Donovan yer alıyordu. Donovan, Balkanlar'daki savaşla yakından ilgiliydi, özellikle Yugoslavya'ya yönelik özel bir hassasiyeti vardı. En dikkat çekici özelliği ise, ısrarlı bir Çetnik savunucusu oluşuydu.

Donovan bir Çetnik savunucusu olarak sivrilmişti, çünkü savaşın ortalarından, 1943'ten itibaren, önce İngiltere'de sonra da ABD'de Çetniklere karşı bir soğukluk başladı. Mihailovi¡'in gerillaları, savaşın ilk yıllarında Nazilere karşı cesurca isyan bayrağını açan kahramanlar olarak Londra ve Washington'da büyük sempati toplamışlardı, ancak gerçekte Nazilerle savaşmadıkları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayınca atmosfer de değişti. Özellikle İngiltere, 1943'ten sonra Çetnikleri silahlandırmaktan vazgeçti ve Partizanları desteklemeye başladı. Benzer bir eğilim ABD'de de güçleniyordu. Donovan, işte bu eğilime karşı çıkmış ve ne olursa olsun Mihailovi¡'in sonuna kadar desteklenmesini savunmuştu.

Jozo Tomasevich, The Chetniks adlı kitabında Donovan'ın bu konudaki ısrarını özellikle vurguluyor. Buna göre, Donovan, Mihailovi¡'in yanına yolladığı OSS ajanlarının sayısını 1943'ten sonra daha da artırmış ve onlardan gelen bilgileri kaynak göstererek Dış İşleri Bakanlığı'nı Çetnikleri destekleme konusunda ikna etmişti. Donovan'ın ısrarlı girişimleri sonucunda, Dış İşleri Bakanı Cordell Hull OSS şefine yolladığı 18 Mayıs 1944 tarihli bir mektupta, Çetniklere "askeri istihbarat, özel operasyonlar, lojistik destek, teknik havayolu yardımı" konularını içeren taktik yardımlar verilmesini onaylamıştı.43

Ancak Donovan'ın OSS'si bu desteği sağlamak için bir parça "dezenformasyon" kullanmıştı. Çünkü Donovan'ın Mihailovi¡'in yanına gözlemci olarak gönderdiği OSS subayları, Çetniklerin Almanlarla iş birliği yaptığı şeklindeki istihbaratları yalanlamışlardı. Yüzbaşı Walter R. Mansfield, Yarbay Albert B. Seitz, Teğmen George Musulin, Albay C. D. Armstrong, Albay Robert H. McDowell gibi OSS subaylarından Donovan aracılığıyla Dış İşlerine yollanan raporlarda, Mihailovi¡ ve adamlarının müttefiklere sadık bir biçimde işgale karşı direnmeye devam ettikleri anlatılıyordu.

Oysa OSS subaylarından Washington'a giden bu Çetnik yanlısı haberler, tam anlamıyla dezenformasyon, daha çıplak bir ifadeyle yalandı. Jozo Tomasevich'in vurguladığı gibi, OSS'nin "Çetnikler Almanlarla iş birliği yapmıyor" raporları yolladığı sıralarda, iş birliğiçok aşikar hale gelmişti. OSS'nin bu Çetnik yanlısı tutumu sayesinde, bölgedeki OSS subayları ile Mihailovi¡ arasında çok yakın dostluk bağları da kuruldu. Mihailovi¡, Washington'a Çetnikler hakkında sürekli olumlu raporlar yollayan McDowell için "bizim büyük dostumuz" ifadesini kullanıyordu.44

OSS ve özellikle de onun enerjik şefi William Donovan, zaman zaman bu tür dezenformasyonları da kullanarak, Çetnikler adına lobi yapmayı sürdürdüler. Donovan bu konuda Başkan Roosevelt'i bile ikna etti. Sırp yazar Radoje Vukcevic'in, General Mihailovich adlı kitabında yazdığına göre, Donovan'ın girişimleri üzerine OSS Çetniklere havadan silah, cephane ve yiyecek yardımı yapma yetkisi edinmiş, hatta silah ve erzak dolu paketlerin üzerine Başkan Roosevelt'in "Mihailovi¡'e ve onun cesur savaşçıları Çetniklere selamlarını yollayan" mesajları yapıştırılmıştı.45

Peki OSS ve William Donovan neden bu denli Çetnik yanlısı bir politika izliyor, adeta Çetniklerin gönüllü lobiciliğini üstleniyordu?

OSS Şefi'nin Mihailovi¡'e olan bu yakınlığı "katalize" eden faktör, başta da değindiğimiz gibi masonluktu. Donovan, oldukça üst düzey bir masondu46 ve Yugoslavya topraklarındaki biraderleriyle arasındaki "gönül bağı", Amerikan dış politikasına etki ediyordu.

ABD'nin savaş yıllarında kurulan istihbarat servisi (OSS), Çetnikler ile oldukça yakın bir ilişki içine girdi. Mihailovi¡'in birliklerine katılan OSS Subayları, Washington'a ısrarla Çetniklerin desteklenmesi gerektiğini bildiren raporlar yolluyorlardı (hem de Çetnikler ile Naziler arasındaki açık iş birliğini göz ardı ederek). OSS'nin Çetniklere duyduğu bu ısrarlı sempatinin en büyük nedeni, örgütün şefi William Donovan'dı. (resimde, sağda) Donovan-Mihailovi¡ ya da Çetnik-OSS ittifakını "katalize" eden gizli faktör ise, "loca bağlantısıydı". Mihailovi¡ gibi Donovan da masondu. Nitekim OSS, başka ülkelerde, örneğin İtalya'da da mason localarının ABD tarafından desteklenmesini stratejik bir gereklilik olarak benimsemiş ve bu politikayı Beyaz Saray'a empoze etmişti.

Donovan'ın—ve muhtemelen diğer OSS elitinin—bu masonik kariyeri, örgütü diğer bazı ülkelerde de masonik bağlar kurmaya yöneltmişti. Inside the Brotherhood'un yazarı Martin Short'un bildirdiğine göre, savaş sonrası İtalya'da masonluğun gelişimi, OSS'nin bu yöndeki etkin çabaları ile mümkün olmuştu. Short'un kendi satırlarıyla;

Masonluğun ilk kez 1730'larda girdiği İtalya'da çalkantılı bir tarihi oldu. Ancak politik gücü, 1925'de İtalya diktatörü olan Benito Mussolini ile son buldu. Mussolini'nin faşist hükümeti masonluğu yasa dışı ilan etti ve locaların faaliyeti sona erdi. Örgüt ülkede 20 yıl sonra yeniden legal hale gelecekti, ancak bu legalleşmede bu konuda İtalya'nın zayıf hükümetine önemli bir baskı yapan Amerikan Gizli Servisi OSS'nin (Office of Strategic Services) büyük rolü olmuştu. OSS, "Sovyet kaynaklı bir destablizasyon ve bir komünist seçim zaferi tehlikesi ile tehdit edilen hasta bir demokrasi olan İtalya'yı adam edebilmek için" ülkede masonluğun hızla kök salmasının önemini vurguluyordu. Nitekim OSS, İtalya'nın en büyük masonik grubu olan Grand Orient'e her yönden büyük bir destek verdi. 1961'den 1970'e kadar Grand Orient'in üstadlığını yürüten Giordano Gamberini, mason milletvekili adayları lehinde propaganda kampanyaları düzenleyerek ya da onlara yüklü maddi destekler sağlayarak İtalyan siyaseti üzerinde rol oynadı.47

Görülen o ki, OSS, komünizme karşı mücadele çerçevesi içinde, Avrupa'nın farklı ülkelerinde masonlara ve masonik örgütlere destek veriyor, masonluğun o ülkelerde kök salmasına çalışıyordu. Bu durumda anti-komünist karakteri son derece belirgin olan ve neredeyse bir "mason locası" görünümündeki Çetnik yönetimi ile OSS arasında bir dostluk ve ittifak kurulması son derece doğaldı. William Donovan ise, Mihailovi¡'le beraber, bu masonik dayanışmanın önde gelen mimarıydı.

Donovan'ın bir diğer özelliği de masonik kimliğini tamamlıyordu; Yahudi sermayedarlarla olan ilişkisi. OSS şefi, İngiliz Yahudi finans hanedanı Rothschildlar'ın pek çok özel işine bakmış, hatta onları temsilen Berlin'e Hitler'le görüşmeye gitmişti. Amerikalı Yahudi Rockefeller hanedanı ile olan ilişkileri ise daha da gerilere dayanıyordu: 1915'te Rockefeller Vakfı tarafından Savaş Yardım Komisyonu'na seçilmiş, daha sonraki dönemde de giderek yükseldiği bürokrasi içinde birçok kez Rockefeller ailesinin hesabına çalışmış, Amerikalı araştırmacı Eustace Mullins'in deyimiyle, her zaman "sadık bir Rockefeller hizmetlisi" olarak kalmıştı.48 Donovan'ın Yahudi finans çevreleriyle olan karanlık ilişkilerinin çarpıcı bir örneği ise, ABD'nin Yahudi mafya babası Meyer Lansky ile arasındaki bağlantıydı. Amerikalı yazar Anthony Summers'ın 1993 yılında yayınlanan ve FBI'ın ünlü şefi J. Edgar Hoover'ın yaşamını konu edinen kitabında açıklandığına göre, Hoover'ın uygunsuz fotoğrafları OSS Şefi Donovan'ın eline geçmiş, o da bunları Meyer Lansky'e vermiş, Lansky ise bunları Hoover'a karşı yaşamının sonuna dek şantaj malzemesi olarak kullanmıştı.49 OSS şefi Donovan, Rockefeller ailesinin olduğu kadar Meyer Lansky'nin de "adamıydı" bir başka deyişle.

Çetnik saflarındaki Yahudilerden, ABD'den Çetniklere verilen "judeo-masonik" desteklere, Kudüs bağlantısından OSS ilişkisine kadar uzanan tüm bu zincir, II. Dünya Savaşı'nın kanlı mirasının içinde, bir "Sırp-Yahudi ittifakı"nın ve bir "masonik dayanışma"nın çekirdeğinin de var olduğunu gösteriyordu. İlk Sırp isyanından beridir süren bu "judeo-masonik" bağlantı, savaş yıllarında ortaya çıkan ortak düşmanların da etkisiyle güçlenmiş ve etkileri bugüne kadar uzanacak olan kalıcı bir ittifakın zemini oluşmuştu.

1990'larda "hortlayacak" olan Sırp milliyetçiliği, bu arka planın üzerinde yine uluslararası masonik kompleksle ve İsrail'le örtülü ancak yakın bir ilişki kuracak, yine ortak bir düşmana, Bosnalı Müslümanların şahsında İslam'a karşı Batılı localardan ve Yahudi Devleti'nden destek bulacaktı. İlerleyen bölümlerde birlikte inceleyeceğiz.

Çetnik lideri Mihailovi¡, Müslümanlara ve Hırvatlara karşı uyguladığı "etnik temizlik" programına rağmen Batıda "demokrasi kahramanı" olarak kabul edildi. ABD Baflkanı Harry S. Truman (üstte), "müttefiklere yaptığı büyük hizmetler" nedeniyle 1948'de Mihailovi¡'in anısına yandaki "liyakat madalyası"nı hediye etti. Hem ne de olsa Mihailovi¡, Truman'ın bir "biraderi"ydi. Çetnikler ve onların öncülüğünü yaptığı Sırp milliyetçiliği, Batı ile önemli bir "dostluk geleneği" pekiştirmiş oluyordu böylece. Gelenek, 1990'larda yeniden hortlayacaktı.

Savaşın İlerleyişi ve Sonu

OSS kanalıyla ABD'den aldıkları destekler, Çetnikleri savaşı kaybetmekten kurtaramadı. Bunda uluslararası konjonktürün Partizanlar lehinde işlemesinin ve Yugoslavya halkının da Çetniklerden çok Partizanları desteklemesinin rolü büyüktü.

Partizanlar savaşa Çetniklerden daha dezavantajlı bir durumda başlamışlardı. Yalnızca Sovyetler Birliği'nden destek görüyorlardı. İngiltere ise Çetniklerin safındaydı. Ancak Çetniklerin gerçekte Nazilere karşı direniş göstermediklerinin ortaya çıkması sonucu, 1943'ün ikinci yarısında Churchill hükümeti Partizanları desteklemeye başladı. Bu şekilde, savaşın ikinci yarısında Partizanların aldığı dış destek Çetniklere göre çok daha etkili hale geldi.

Halk desteği de önemli bir faktördü. Çetnikler, koyu birer Sırp milliyetçisiydiler ve yalnızca Sırplardan sempati topladılar. Buna karşın Partizanların ideolojisi etnik bir temele dayanmıyordu. Yugoslavya içindeki tüm milli ve etnik unsurlar, Partizan saflarına katılabiliyordu. Çetniklerin Nazilerle iş birliği yaptığının ortaya çıkmasıyla birlikte, halktaki Partizan sempatisi daha da arttı.

Müslümanlar, elbette ki Çetniklerle karşı saftaydılar. Ve ülke içindeki tüm anti-Çetnik güçlerle farklı zaman ve bölgelerde iş birliği yaptılar. Müslümanlara Çetniklere karşı kendi safına çekmek için ilk çaba gösteren güç, Ustaşalar, yani NDH olmuştu. Ante Paveli¡, 25 Nisan 1941 yılında Müslüman toplumun önde gelen ismi Fehim Spaho'ya Müslümanların yeni kurulan devlet içinde inanç ve ibadet özgürlüğüne sahip olacaklarını, eşit haklar kazanacaklarını, özerk bir eğitim sistemi bile oluşturabileceklerini yazmıştı.

Ancak, başta da belirttiğimiz gibi, sivil Sırplara karşı Ustaşa birlikleri tarafından gerçekleştirilen katliamlar, Müslüman toplumunu büyük ölçüde rahatsız etti ve bu konuda NDH yönetimini kınama girişimlerinde bulundular. Bunun yanı sıra, bazı Ustaşa birlikleri Bosna'nın bazı bölgelerinde Müslüman halkı rahatsız eden eylemlere giriştiler. Bunlardan dolayı, NDH'nin Müslümanlarla siyasi birlikteliği kısa sürdü.

Müslümanlar, 1941 sonlarında bu kez Partizanlara eğilim göstermeye başladılar. Aslında din adamlarının hemen hepsi ateist komünizmi büyük bir tehlike görüyorlardı, ancak Tito akılcı bir strateji izleyerek bu yönde Müslümanların içini ferahlatacak bir propaganda kampanyası yürüttü. Stalin Rusyası'nda Müslümanların ne denli büyük bir dini özgürlüğe sahip olduklarını (!) anlatan broşürler dağıtılıyor, müstakbel sosyalist Yugoslavya'da Müslümanlar için büyük bir özgürlük ve rahatlık vaat ediliyordu.50 Sonuçta pek çok Müslüman genç, Partizan saflarına katıldı. Bu durum, Çetniklerin Müslümanlara karşı daha saldırgan davranmasına, Müslümanların da Partizanlara daha çok yakınlaşmasına neden oluyordu.

1942'nin ikinci yarısından sonra NDH ile olan ilişkiler daha da bozuldu. Kasım 1942'de Bosnalı Müslüman liderler tarafından Hitler'e yollanan bir mektupta, Ustaşa birliklerinin Müslümanlara karşı çok kötü davrandıkları belirtiliyor ve Bosna topraklarındaki tüm Ustaşa faaliyetlerinin durdurulması isteniyordu. Hitler, bu mektubu aldı ve dahası, Müslümanların bu durumunu kullanmaya karar verdi. Aralık ayında Prinz Eugen adlı SS birliğine NDH sınırlarına daha fazla birlik gönderilmesini ve bölgenin daha iyi denetlenmesini emretti. Şubat 1943'te ise Reichsführer Heinrich Himler'in teklifi ile yeni bir karar alındı: Müslümanlara kendi silahlı birliklerini kurma fırsatı verilecekti. Zagreb'den gelen itirazlara rağmen, söz konusu Müslüman birliği "On üçüncü SS Birliği" sıfatıyla kuruldu. "HandΩar" (Hançer) adı verilen bu sözde "Müslüman" birliğine Nisan 1943'ten itibaren bazı radikal Bosnalı gençler katılmaya başladılar. 51

Ancak Nazizm, Müslüman toplumuna çok uzak ve yabancı bir ideolojiydi ve bu toplumda hiçbir zaman geniş bir sempati toplamadı. HandΩar birliğine katılanlar, yalnızca bir grup radikal gençti. Buna karşın, Müslüman ulema ve eşraf, Nazilere soğuk bakıyorlardı. Bunda haklı oldukları da bir süre sonra ortaya çıktı. 1943 yılında Çetniklerle Almanların gizli bir anlaşmaya vardıkları açıkça görülür hale geldi. Bunun yanında, aynı sırada Türkiye ile Almanya'nın ilişkileri de keskin bir biçimde bozuldu. (Türkiye, savaşı Almanya'nın kazanması ihtimaline karşı o tarihe kadar dengeli bir politika izlemişti). HandΩar birliği de kısa süre sonra kayıplara karıştı.

Bu aşamadan sonra, Müslümanların Partizanların safına katılması daha da hızlandı.

Ancak kaygan ittifaklar üzerine kurulu olan tüm bu karmaşa içinde, Bosnalı Müslümanlar stratejik önemi zayıf ama ifade ettiği anlam açısından son derece önemli bir girişimde bulunmuşlardı. Bosna ve Hersek bölgelerindeki Müslüman halka karşı gerçekleştirilen Çetnik ve Ustaşa saldırılarına karşı, "Yeşil Birlikler" adını taşıyan yerel savunma birlikleri oluşturulmuştu. Bu organizasyonun siyasi liderliğini yürüten Ne§ad Top¯i¡, bir yandan da Bosna'nın otonomisi için kampanya başlatmıştı. Benzer bir girişim, Saraybosna'daki ulemanın önde gelen ismi Muhammed PandΩa'dan gelmişti. PandΩa, Kasım 1943'de Ustaşa yönetimini lağv etme ve otonom bir Bosna devleti kurma çağrısında bulunmuştu. Bu girişimler, Bosnalı Müslümanların, kendileri için bölgede gerçek bir müttefikin asla var olmadığını ve kendi haklarını kendi başlarına korumaları gerektiğini anlamaya başladıklarını gösteriyordu. Savaş sonrasında gelişecek olan "Genç Müslümanlar" hareketi—ve bu hareketin içinden doğacak olan Alija Izetbegovi¡—bu bilincin bir ürünü olacaktı.

1944'ün ardından savaşın tarafları azaldı. NDH etkinliğini yitirdi ve giderek kayboldu. Almanlar önce güçlerini yitirdiler ve sonra da, 1945'in hemen başında, çekildiler. İtalyanlar çoktan gitmişlerdi. Ülkede iki güç kaldı; Partizanlar ve Çetnikler. Partizanlar, "kurtarılmış bölge"lerini giderek genişleterek ülkenin büyük bölümünü Alman yönetiminden devralıp ele geçirdiler. Bu andan itibaren, savaş, Partizanlara karşı Çetniklerin umutsuz bir direnişi haline dönüştü. 1943 kışındaki Neretva Irmağı Savaşı'nda karşılaştıkları hezimetin ardından zaten Çetniklerin çözülmesi başlamıştı. Sonunda Mart 1946'da DraΩa Mihailovi¡, etrafındaki az bir kuvvetle Partizanlara esir düştü. Yargılandı ve 17 Temmuz'da, "ülkeye ve devrime ihanet, düşmanla iş birliği" gibi suçlarla kurşuna dizilerek idam edildi.

Çetnik hareketi sona ermiş ve Sosyalist Yugoslavya kurulmuştu. Ama Çetnik hareketi Sırpların zihninden silinemeyecek ve Sosyalist Yugoslavya'nın ölümü ile birlikte yeniden hortlayacaktı.

Mihailovi¡ ölmüştü ama hatırası hala canlıydı, hem de yalnızca Sırpların değil, aynı zamanda "birader"lerinin zihninde. ABD'nin "üstad mason" Başkanı Harry S. Truman52, 29 Mart 1948'de Mihailovi¡'in savaş sırasında "Amerikan hedeflerine ve özgür dünyaya" yaptığı katkıları minnetle andı ve 100 bin Müslümanı "etnik temizlik"ten geçiren Çetnik liderini, bir "demokrasi kahramanı" ilan etti. Bu "kahramanlığın" hatırına, Mihailovi¡'in anısına Amerikan devleti tarafından bir yabancıya verilen en yüksek paye olan Liyakat Madalyası'nı (Legion of Merit) verdi.53

Mihailovi¡ ölmüştü, ama "biraderleri" onun hatırasını on yıllar boyunca canlı tutmaya devam edeceklerdi. Nitekim ölümünden tam 40 yıl sonra, bu kez ABD'nin bir başka mason Başkanı 54 ona duyduğu yakınlığı kelimelere döktü. Amerikalı Sırplar tarafından Mihailovi¡ için düzenlenen anma törenine katılan Ronald Reagan, "General Mihailovi¡'in hatırasını anmak için toplanırken hissettiğinizin ruhun tüm Amerikan halkı tarafından da hissedildiğine inanıyorum" demiş ve "bu büyük kahraman"ın Batı dünyası tarafından yeterince desteklenmediği için duyduğu üzüntü ve pişmanlığı ifade etmişti.55

Ancak bu pişmanlık yersizdi. Çünkü Mihailovi¡ ölmüştü belki, ama kısa bir süre sonra ortaya onun misyonunu devam ettirecek yeni Çetnikler çıkacaktı ve Batı, bu kez Mihailovi¡'in Çetniklerine verdiği destekten çok daha büyük bir destek verecekti onlara.

DİPNOTLAR

1.Jozo Tomasevich, The Chetniks: War and Revolution in Yugoslavia, 1941-1945, Stanford: Stanford University Press, 1975, s. 8.

2.Noel Malcolm, Bosnia: A Short History, 1.b., London: Macmillan Publishers, 1994, s. 165.

3.Ibid., s. 186.

4.Ibid., s. 176.

5.Ibid., s. 176.

6.Ibid., s. 178.

7.Ibid., ss. 178-179.

8.Ibid., s. 179.

9.Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 170.

10.Ibid., s. 175.

11.Ibid., ss. 257-260.

12.Mustafa Imamovi¯, A Survey of The History of Genocide Against The Muslims in The Yugoslav Lands, Sarajevo: 1989.

13.Noel Malcolm, Bosnia, s. 176.

14.Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, 1.b. Paris: Presses Universitaires de France, 1987, s. 805.

15.Ibid., s. 1263.

16.Zoran D. Nenezi¡, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980: Predled Istorije Slobodnog Zidarstva u Jugoslaviji, Prilozi i Grada, Belgrad: Narodna Knjiga, s. 493.

17.Ibid., s. 557.

18.Ibid., ss. 493-494.

19.Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 187.

20Zoran D. Nenezi¡, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980, s. 494.

21.Ibid., s. 493.

22.Masonluk ve Yahudilik arasındaki siyasi ve felsefi ilişkiler hakkında bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen: Dünyanın 500 Yıllık Gerçek Tarihi ve Dünya Düzeni’nin Gizli Yöneticileri, İstanbul: Vural Yayıncılık, Şubat 1996.

23.Karageorge isyanı sırasındaki Sırp-Yahudi işbirliği ve Zemun’daki Yahudi cemaati için bkz. Encyclopædia Judaica, Cilt 16, s. 990.

24.Encyclopædia Judaica, Cilt 2, s. 639.

25.Peter Grose, Israel in the Mind of America, 1.b., New York: Alfred A. Knopf Inc.,1983, ss. 35-38.

26.Vukcevic, Radoje, General Mihailovich: First Guerilla Leader in W. W. II, The Trial and Great Injustice. Chicago: Serbian Historical and Cultural Society “Njegos”, 1984, s. 101.

27.The Universal Jewish Encyclopedia, Cilt 10, s. 620.

28.John Ranz, “Serbs, Jews and Bosnia”, The Jewish Week, 28 Temmuz, 1995.

29.“The Mihailovich Story: A Retelling”, Chetniks of Ravna Gora©, Internet: http: //www.netrover.com/~dargice/frmain.htm.

30.John Ranz, “Serbs, Jews and Bosnia”, The Jewish Week, 28 Temmuz, 1995.

31.Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 263.

32.Du¡an Petkovi¡, “The Chetnik Radio Station Karadjordje”, Glasnik SIKD “Njego§”, Haziran 1959, ss. 43-48; Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 289.

33.Jozo Tomasevich, The Chetniks, ss. 269-270.

34.Ibid., ss. 270-272..

35.Zoran D. Nenezi¡’in Masoni U Jugoslaviji 1764-1980 adlı kitabında bildirildiğine göre, II. kabinedeki tüm bu Çetnik yanlısı ve koyu Sırp milliyetçisi bakanlar masondular. Başbakan Slobodan Jovanovi¡, Dışişleri Bakanı Mom¯ilo Nin¡i¡ ve Milan Gavrilovi¡ Belgrad Locası’na (ss. 556, 561, 566), Radoje Kneievi¡ ise Belgrad’daki “~umadija” locasına (s. 571) kayıtlıydılar.

36.Zoran D. Nenezi¯, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980, s. 494.

37.Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 400.

38.William R. Denslow, 10.000 Famous Freemasons Vol. 1, Richmond: Macoy Publishing & Masonic Supply Co., 1957, s. 134.

39.Zoran D. Nenezi¯, Masoni U Jugoslaviji 1764-1980, s. 515.

40.Ibid., s. 495.

41.Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 276; Bogdan Raditsa, “The Plot Against Yugoslavia”, The Nation, 29 Ocak 1944, ss. 118-122, 138-142.

42.Neal Gabler, An Empire of Their Own: How the Jews Invented Hollywood, 1.b., London: WH Allen, 1988, ss. 132, 176, 418-419

43.Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 376; FRUS IV, 1944, 1369-1370.

44.Jozo Tomasevich, The Chetniks, ss. 373-380.

45Vukcevic, Radoje, General Mihailovic: First Guerilla Leader in W. W. II: The Trial and Great Injustice. Chicago: Serbian Historical and Cultural Society “Njegos”, 1984, s. 73.

46.Donovan’ın masonluğu için bkz. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, Paris: Bernard Grasset, 1979, s. 21. (Bu kitap yayınlandıktan bir kaç ay sonra toplatılmıştır.)

47.Martin Short, Inside the Brotherhood: Further Secrets of the Freemasons, Grafton Books, London, 1989, s. 399.

48.Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, 2.b. Staunton: Ezra Pound Institute of Civilation, 1992, ss. 92-116.

49.Hürriyet, 6 Şubat 1993; Anthony Summers, Official and Covert: The Secret Life of J. Edgar Hoover.

50.Noel Malcolm, Bosnia, s. 189.

51.Ibid., s. 181.

52.Truman’ın masonluğu için bkz. Allen E. Roberts, Brother Truman: The Masonic Life and Philosophy of Harry S. Truman, Virginia: Anchor Communications, 1985.

53.Truman tarafından Mihailovi¡’in anısına verilen madalya, 1967 yılına dek arşivlerde kalmış, o yıl Illinois’ten Kongre üyesi Edward J. Derwinski tarafından basına açılmıştır. Jozo Tomasevich, The Chetniks, s. 470.

54.Reagan’ın Masonluğu için bkz. Stephen Knigt, The Brotherhood: The Explosive Exposé of the Secret World of the Freemasons, London: Grafton, Harper Collins Publishers, 1983, s. 34.

55.“The Mihailovich Story: A Retelling”, Chetniks of Ravna Gora, Internet: http: //www.netrover.com/~dargice/frmain.htm.