Komünizm ya da Ismarlama Anti-Kapitalizm
1980'li yılların sonuna dek iki kutuplu bir dünyada yaşadık. İki birbirine zıt ideoloji dünya üzerinde "soğuk" bir savaşı sürdürüyor, kimi zaman söz konusu savaşın ısısı Üçüncü Dünya'nın uzak köşelerinde yükseliyor, silahlar konuşuyordu. Taraflardan "korkunç" olanı, soğuk ve totaliter görünümüyle Sovyetler Birliği, "sevimli" olarak gözükeni ise daha renkli ve özgürlükçü vitriniyle ABD idi. Ama ne olduysa oldu, 1990'lara ayak basarken birdenbire "korkunç" kanat çöküvertrdi. Yıllardır "dünyayı tehdit eden" devasa ideolojik ve askeri bir gücün nasıl böyle aniden eriyebildiği ise akıllarda bir soru olarak kaldı.
10 yıl önce hemen herkes tarafından neredeyse "ebediyete kadar süreceği" düşünülen Soğuk Savaş nasıl böyle birden bitiverdi? Sovyetler Birliği'nin "kağıttan bir kaplan" olduğu yıkıldıktan sonra anlaşıldı, peki o zaman onyıllardır bu "iki kutuplu dünya" ve bunların arasındaki gerginlik nasıl varlığını sürdürebilmişti? Bu sorunun cevabı belki de "dünyanın resmi tarihi"nin biraz dışında, daha gerçekçi bakış açılarıyla anlaşılabilir.
Kitabın diğer bölümlerinde Ortadoğu'nun, Faşizm'in ve diğer pek çok önemli fenomenin göründüğünden daha farklı olabildiğini gördük. Acaba aynı şey komünizm ve Soğuk Savaş için de söz konusu muydu? Yıllardır tüm dünyayı tedirgin eden Soğuk Savaş, acaba göründüğünden farklı bazı ilginç hesapları içeriyor muydu?
Bunun için önce şu soruya cevap vermek gerekmektedir: Soğuk Savaş taraflar için —özellikle Batı açısından— gerçekten tehlikeli ve tedirgin edici miydi? Batılı güçler, iki kutuplu dünyadan ne kadar rahatsız oluyorlardı, ya da oluyorlar mıydı? Bu soruya Mehmet Ali Birand'ın öne sürdüğü bir düşünceyle ışık tutalım:
Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor. Komünizm son derece yararlıydı. Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu. "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi. Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı. Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu.1
Evet, komünizmin varlığı Batı için hiç de öyle büyük bir tehlike değildi. Tam tersine büyük bir avantajdı. Bu "tehlike" öne sürülerek ABD tüm dünyada kendine bağlı ülkelerin oluşturduğu dev bir blok yaratmamış mıydı? Soğuk Savaş'ın başladığını, Truman'dan aldığı güçle ilan eden Bernard Baruch, bunu üzülerek mi yapmıştı? Sanmıyoruz.
Doğu ve Batı arasında gerçekleştirilen bu silahsız savaşın ne uğruna yapıldığı da düşünülmesi gereken bir diğer noktadır. Sözde ABD ve Sovyetler Birliği iki zıt ideolojinin savaşını veriyordu. Birisi "özgürlük ve demokrasiyi", diğeriyse "proleterlerin ve ezilenlerin haklarını" savunur görünüyordu. Ama "icraat"lara bakıldığında bu idealist sloganların hiç de önemli olmadığı anlaşılıyordu. SSCB, Doğu Bloku ülkelerini ya da Afganistan'ı proleterleri korumak için mi işgal etmişti? 60 milyon "rejim aleyhtarı"nı, "halk rejimi sosyalizm" adına mı öldürmüştü? Liderleri hiç de Marksist teoride söylendiği gibi, devleti feshedip, yönetimi halka bırakmaya niyetli değildiler. Diktatörlük, hiç de proleteryanın değil, Komünist Parti'li yönetici elitlerin diktatörlüğüydü. Türk solunun ünlü isimlerinden M. Ali Aybar, Leninist Parti, Burjuva Modelinde Bir Örgüttür adlı kitabında, Sovyet sisteminin, hiç de "işçi sınıfı"nı iktidara getirmediğini, tam tersine "burjuva" benzeri bir tür yönetici elit kadrosunun despot rejimi haline geldiğini ayrıntılarıyla anlatır. Öte yandan ABD'nin de söylemleriyle davranışları birbirini tutmuyordu. Kore ya da Vietnam'a "insan hakları ve demokrasi"yi korumak için mi girmişti? Latin Amerika'daki terörist Kontra'ları bu "yüce değerler" adına mı desteklemişti? Şili'de Allende rejimini demokrasi aşkı uğruna mı indirmiş ya da aynı "yüce" amaçlar adına mı Gladio çetelerini kurdurmuştu?
Bu sorulara da kolayca "hayır" cevabı verebiliriz. Bu durumda karşılaştığımız gerçek, onyıllar boyu sürdürülmüş olan Soğuk Savaş'ın, ideolojik temellere ve "idealist" yaklaşımlara dayanmadığıdır. Bu ideolojik zıtlık, iki ülkenin halkları için ya da diğer ülkelerdeki ateşli Amerikan ya da Sovyet taraftarlarının bir kısmı için geçerli olabilir, ama süper güçlerin lider kadroları için söz konusu değildir. Amerikan ya da Sovyet yönetici elitlerin hesapları ideoloji üzerine değil, "çıkar" üzerine kuruludur.
Bu sihirli kelimeyi, "çıkar"ı inceleyelim. Ve yine bir soru soralım: "Çıkar" kimin çıkarıdır? Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bu "çıkar" kesinlikle "sokaktaki insanın" çıkarı olamaz. Vietnam Savaşı'nın ya da Afganistan'ın işgalinin ABD ve Sovyet toplumları için, oğullarını kaybetmek ya da en azından ekonomik sıkıntı içine düşmekten başka hiçbir sonucu olamazdı. Vietnam Savaşı, örneğin, ABD'li silah tüccarlarının çıkarlarına uygundu. Her iki kutupta da yönetici elit, elindeki propaganda araçlarını da kullanarak (Sovyetlerde resmen ve tümüyle ABD'de ise örtülü bir biçimde ve büyük ölçüde bu propaganda araçları yönetici elitin güdümündeydi) çıkarları doğrultusunda uyguladığı eylemleri süslü ideolojik sloganlarla destekler ve meşrulaştırırdı. Söz konusu yönetici elit, yalnızca "yolcu" politikacıları değil, hatta onlardan daha çok, çeşitli örgütlenmeler ve baskı grupları sayesinde "hancı" haline gelebilmiş kişileri içeriyordu. Bu sisteme karşı çıkan Başkan Kennedy'nin uğradığı son bu yönden düşündürücüdür.
Bu noktadan biraz daha ileri giderek, her iki Blok'un da yönetici elitlerinin —ideolojileri ciddiye almadıkları gerçeğini de göz önünde bulundurarak— bir anlamda bir anlaşma içinde bulunduklarını düşünebiliriz. Her iki Blok'un da politik dengeler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, herşeye rağmen "Detant'ın zedelenmeyeceği"ni özellikle belirtmeleri dikkat çekiyordu. Çünkü Detant politik yumuşamanın değil, ekonomik yumuşamanın adıydı. Bu da "çıkar" anlamına geliyordu. Batılı şirketlerin (her iki tarafın da yönetici elitleri için karlı olan) Rusya'daki yatırımlarının zarar görmemesine özellikle dikkat ediliyordu. Sanki iki taraf arasında yazılı olmayan fakat "fiili durumla" kendini belli eden bir anlaşma vardı.
Sonuçta her iki tarafın yönetici elitlerinin "çıkar" gibi ortak bir hedef peşinde iken, "çıkar"larının örtüşmesi ve bunun sonucunda görünmeyen bir ittifak uyguladıkları gibi bir düşünce öne sürebiliriz. Bu haliyle, yalnızca mantıksal bir varsayım olan bu düşünceyi yazının içinde inceleyeceğiz.
İki Blok'un yönetici elitleri arasında bir çeşit ittifak olduğu düşüncesi, acaba realiteye uygun mudur? Bu soruya çoğu kimse ilk başta olumsuz cevap verebilir. Bunun sebebini tarih tezlerinde adamamız gerekmektedir.
"Dünyanın resmi tarihi", dünyanın yönetimini paylaşanlar tarafından yazılır ve bu haliyle kitlelere telkin edilir. Bu nedenle, SSCB ve ABD arasında, hatta daha ileri gidersek kapitalizm ve sosyalizmin arasında bir çeşit "ittifak" olabileceği düşüncesi, genel kabul gören doğrulara çok terstir. Bu bölümde, söz konusu "telkin edilmiş kabul"lerin dışına çıkarak bu konuyu incelemeye çalışacağız.
Aslında söz konusu iki sistem arasında kaynaktan gelen bir birliktelik vardır. Her ikisi de materyalist felsefe yapısının uzantılarıdır. Her ikisinin de "fikir babası", dinin, yok edilmesini, ya da mabed duvarlarıyla sınırlandırılmasını ilk ortaya atan kişi Thomas Hobbes'dir. "Liberte-Egalite-Fraternite" (Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik) sloganıyla her ikisine de kaynak oluşturan devrim ise, locaların gerçekleştirdiği Fransız İhtilali'dir. Her iki sistemin de hedefi birer "yeryüzü cenneti" meydana getirmek olarak lanse edilmiştir. Tabii bu "yeryüzü cenneti", dini bir temele dayanmayan, inanç sistemleriyle bağdaşmayan, tatamen maddeci bir sistem olarak tasarlanmıştır.
Kaynaklar ortak olunca, sonuçlarının da arasında ortaklık bulunması mümkün değil midir? Böyle bir şeyin olabilmesi, kapitalist ve sosyalist liderlerin —tabii hepsini kastetmiyoruz— arasında görünmeyen bir bağ olmasını gerekli kılar. Gizli ve dışa kapalı, yalnızca kendi üyeleri arasında tam mahiyeti bilinen bir örgütlenmeyle bu sağlanabilir ancak. Ya da söz konusu liderlerin önem verebilecekleri bir başka yakınlık, "soy" yakınlığı, "üstün ırkın kardeşliği" inancı gibi bağlar olması gereklidir. Masonluk ve Yahudilik'ten söz ediyoruz kısacası...
Karl Marks'ın Bulanık Görüntüsü
Marks, "Sosyalizmin Babası", sömürülen işçi sınıfının en büyük "koruyucusu", materyalizmin ateşli savunucusu ve dinin de en büyük düşmanlarından biriydi. "Proleterler"e bir yeryüzü cenneti vaadediyordu. Şartı ise yeryüzü dışındaki cennetten umudu kesmekti. Bu noktada, aslında kapitalist Batı görüşüyle ortak bir noktada, "dindışı"lıkta birleşiyordu. Hem kapitalizmin hem de sosyalizmin ortak parolası olan "yeryüzü cenneti yaratma" fikrinin felsefi kökenini, Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç şöyle yorumlamıştı:
Yahudi Dini edebiyatında Mesih, öç alan ve adaleti icra eden kişi olarak övülmektedir. Yahudi adaletinin esas tutumu işte budur. Burada, yani dünyadaki cennet fikri özünde Yahudidir ve sadece içeriği bakımından değil, kaynağı itibarıyla da öyledir. Bu kalıbı Aziz Augustin Hıristiyanlığa, Marks ise sosyalizme intibak ettirmiştir. 2 Yeryüzünde cennet isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diğer akımlar özünde Eski Ahit'ten (Tevrat) ileri gelmektedir, Yahudi kökenlidir.3
Sosyalbilimci Karl Popper de Marks ile Eski Ahit arasındaki paralellikten sözediyor, "Marksizm'in ortaya attığı türder kehanetlerin mantıksal nitelik açısından çağdaş fiziğin kehanetlerinden çok, Eski Ahid'in kehanetlerine benzediğini" söylüyordu.4
Marks'ın geçmişine bakmak bu tezleri doğrulayacak bilgileri karşımıza çıkarmaktadır. Marks, Batı Prusya'da Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğmuştur. Babası Heinrich'in esas adı Hirchel Halevi'dir ve bir Talmud öğrencisidir. Dedesi ise hahamdır. Marks'ın yazdığı ilk makale Yahudi sorunlarıyla ilgili olmuştur. Marks'ın ailesi de birkaç nesildir Talmud öğrencileri yetiştirmektedir. Hirchel'in erkek kardeşi Truer de Başhahamdır. Heinrich Marks, Hanrietta Pressburg adında Nijmegen'li bir hahamın Macar kökenli kızıyla evlenmiştir.5 Bu ideolojik evliliğin sonuçlarından birisi de Karl olmuştur.
Böyle bir ortamda yetişen Marks, zamanla ekonomik konularla ilgilenmeye başlar. Geliştirdiği felsefeyi ise, doğal olarak Tevrat ve Kabbala'dan etkilenerek ortaya koyar. İngiltere'de Yahudilerin yayınladığı Jewish Chronicle gazetesine göre, Marks'ın ontolojisi (yaradılış bilgisi), kitabı (yazıyı) kullanışı, gerçek anlayışı, yabancılaşma ve özgürlük anlayışının Hebrew Bible (Tevrat) ile ve hahamların tefsire dayalı tercümeleriyle derin alakaları vardır. Buna kriter olarak Marks'ın yabancılaşma ve özgürlük teorileri sürgünden bir dönüş gibi, Lurianic Kabbala gibi anlaşılmalıdır. Fishman, Marks'ın sosyal gerçek anlayışında Yahudiliğe dayalı bir yan bulduğunu ortaya koymuştur.6
Marks'ın felsefesinin bir de "metafizik" boyutu vardı. Kabbala'dan esinlenen Marks'ın, bunun bir sonucu olarak "Satanizm" (şeytana tapınma) ile de ilginç bağlantılar kurmuştu kafasında. Malachi Martin The Keys of This Blood adlı kitabında Marks'ın Satanizme olan ilgisini şöyle belirtir:
Gençlik dönemlerinde, Berlin Üniversitesi'nde Karl Heinrich Marks, kin duygusunu depreştiren çok tehlikeli törensel bir tür satanizme ilgi gösterdi. O günden sonra yazdığı şiirleri "Oulanem"e adadı. "Oulanem" Şeytan için kullanılan mistik bir isimdi.7
Marks'ın "renkli" kişiliği bunlarla da sınırlı değildir. Var olup olmadığını incelemeye çalıştığımız sosyalizm-kapitalizm birlikteliğinin ilk örneği belki de Marks'tır. Çünkü, garip ama gerçek, ateşli burjuvazi düşmanı Karl Marks, İngiltere'nin en büyük "burjuva"sı Yahudi banker Rothschild ve benzerleri ile ilişki içindeydi. Eustace Mullins anlatıyor:
Marks'ın ekonomik görüşleri City of London'daki banka kuruluşlarının ve özellikle The House of Rothschild (Rothschild Bankası)'in görüşleri ile tamamen uyumlu idi. Karl Marks'ın Moskova'da değil, Londra'da görülmüş olmasının bir raslantı olmaması gibi, Rusya'daki Bolşeviklerin zaferinin Rothschild'lerin ve onların cemiyetlerinin Çar'ın Avrupa ve New York bankalarında sakladığı 1 milyon doları getirmiş olması da bir raslantı değil. Marks'ın Jenny von Westphalen'le olan evliliği aracılığıyla İngiliz aristokrasisiyle olan yakın ilişkisini de çok az kişi bilir.8
Bunun yanısıra Marks, devrin mason locaları ile de yakın işbirliği içindeydi. Almanya'da Adam Weishaupt'un örgütlediği Illümine masonların kurduğu "Bund der Gerechten" (Doğrular Birliği) Marks'ın ilişki içinde olduğu loca idi. Bu locanın ismi daha sonra "Bund der Kommunisten"e dönüştü. Marks ve Engels Komünist Manifesto'yu bu loca için kaleme aldılar. Manifesto'nun 20 yıl boyunca yazar ismi olmadan çıkmasının nedeni buydu.
Komünist Derneği'ni yöneten Illümine masonlar Karl Marks'dan Bavyera Illümineleri'nin programını bir manifesto şeklinde hazırlamasını istediler. Marks, 1847 Aralığında çalışmalarına başladı. Çalışmanın adı da Komünist Manifesto oldu. Marks'ın burada yaptığı, Bavyera Illüminelerinin kurucusu olan Adam Weishaupt tarafından 70 yıl önce geliştirilen devrimci prensip ve programlarını gün ışığına çıkarıp düzenlemekti.9
Komünist Manifesto'yu hazırlayan üçüncü kişi de yine Yahudi bir aileden gelen Jean Laffite idi... Gerçekte Komünist Manifesto'nun başlangıcı üç zengin burjuvaya dayanıyordu; Marks, Engels ve Laffite.10
Eski Ahit düşüncesinin sosyalizme etkisine bir örnek de Engels. Marks'ın dava arkadaşı Engels de Yahudiliğe büyük "sempati" duyuyor ve Yahudi haklarını her zaman ısrarla savunuyordu: "Engels'de daha sonra antisemitizme karşı koymuş ve onu Alman yönetici sınıfının silahı olarak nitelendirmiştir.11
Engels'in Yahudilik hakkında oldukça ilginç bazı görüşleri vardır:
Yahudilere çok şey borçluyuz. Heine ve Boerne Yahudiydi. Marks safkan bir Yahudiydi. Lasalle Yahudiydi... En iyi arkadaşlarımızın büyük bölümü Yahudi. Şu anda hapisteki arkadaşım Victor Adler, Parlamenter fraksiyonun en önemli üyesi Paul Singer Yahudi. Ve ben bunların arkadaşım olmasından gurur duyuyorum. Zaten ben de "Garten Laube" tarafından Yahudi olarak tanıtılmıştım. Gerçeği söylemek gerekirse bir Herr von olmaktansa bir Yahudi olmayı isterdim.12
Bütün bunların yanında Marks, bir çeşit Yahudi aleyhtarlığı da geliştiriyor, "para Yahudinin ilahıdır" diyordu. Bu çelişkiler içinde komünizmin asırlar boyu taşıyacağı yapay antisemitizm ve anti-kapitalizm geleneğinin de ilk örneklerini sergiliyordu. "Burjuvazi örgütü" olarak nitelendirilen masonluğun Marks'ın ardından komünizmin yayılması için gösterdiği gayret de ilgi çekiyordu. Paris Komünü'nde "kahramanca çarpışan" loca üyeleri akıllarda kalıyordu.
Proudhon ve Bakunin
Komünist felsefenin gelişmesinde Marks'ın yanısıra, başka ilginç kişiler de vardı. Bunlardan biri "Anarşist Komünizm"in kurucusu Proudhon'dur.
Proudhon, anarşist bir bireyciydi, geliştirdiği kuram ve doktrinler "Anarşizm" diye tanındı. "Anarşi, bugünkü toplumların, hiyerarşik ilkel toplumların varoluş şartıdır" diyerek fikirlerini en iyi şekilde açıklamaktadır.13 1840 yılında yayınlanan ünlü eseri Mülkiyet Nedir? anarşist komünizmin temel kaynağı oldu. "Proudhon, zamanın tüm sosyalist önderleri gibi masondu." 14
Fikir alışverişinde bulunup yardımlaştığı çevresi de hep masondur. 1843-46 yılları arasında Paris'te Martin Nodand masondu15; Bakunin de masondur.16 Her ikisi de Karl Marks ile sık sık görüşüp birlikte olmuşlardır. Hatta, 1844'te Alman Yahudisi ve ihtilallerde başı çeken Karl Marks ile beraber olduğu sıralarda onun diyalektik görüşlerini benimsemiştir. Marks La Sainte Famille adlı eserinde "Mülkiyet Nedir?"i ve Proudhon'u uzun uzun övmüştür.
Proudhon, 1848'de mason olan Fransa Kralı Napoléon Bonaparte17 ile tanışıp sürekli görüşmeye başlamıştı; hatta çevre, Proudhon'u Napoléon'un ajanı olarak nitelendiriyordu.
Proudhon'un yarattığı bu sistem, yani Anarşizm, kişi üzerindeki her türlü otoritenin reddidir. Bu otorite özellikle din ve ahlak öğretileri ve devlettir. Hakim sınıfın maşası olan devlet, en kısa zamanda yıkılmalı, yerini halkın tümünü temsil eden bir rejime bırakmalıdır ve bu rejim de komünizmdir. Devletin yıkılması için asıl yöntem kanlı ihtilallerdir. Tıpkı Fransız, Rus ve Alman İhtilallerinde olduğu gibi. Ayrıca din ve ahlak öğretileri diye adlandırdığı kıstasların da kişilerin özgürlüğünü engellediğini savunmuştur. Bu yüzden dini, Allah'ı ve ahlakı reddetmiştir. "Tanrı, şerrin ilkesidir" diyerek bütün dinlerin düşmanı olduğunu söylemektedir. Tanrı'nın anti-liberal, anti-medenileştirici, anti-insancıl olduğunu belirtir. "Eğer yaratıcı varsa onu yok etmek gerekir" şeklindeki akılsızca söz ona aittir.18 Karl Marks, Proudhon'u, Hıristiyanlık ile çarpışıp kırmaya cesaret edebilen tek sosyalist Fransız olarak göstermektedir.19
Proudhon'un yanısıra, Anarşist Komünizmin gelişmesinde büyük rol oynayan bir başka önemli isim ise Michael Bakunin'di. Bakunin, 20 yılı aşkın bir süre boyunca saflarında bulunduğu masonluğun da etkisiyle, oldukça metafizik bir sosyalist anlayış geliştirmişti. Lenin'in devrimci görüşlerinin kaynağı da, Marks'tan ziyade, Bakunin olacaktı. Bakunin'e göre devrim, yalnızca siyasi değil, metafizik ve teolojik bir fenomendi.20 Bakunin aynı zamanda da açık bir Satanist'ti. Şeytan'ı "tüm devrimcilerin ruhani lideri, insan özgürlüğünün gerçek öncüsü" olarak görüyordu. Ona göre Şeytan, en büyük başkaldırıcı ve Allah ve dine karşı verdiği mücadelede en büyük "kurtarıcıydı." 21
Rusya'da Komünizmin Gelişimi
Komünist ihtilal, Marks'ın öngördüğünün tersine, gelişmiş Batı'da değil, tarım toplumu olan Rusya'da gerçekleşti. Bir diğer deyişle "gerçekleştirildi". Çünkü olayın sosyolojik faktörlerinin yanısıra çok önemli politik faktörleri vardı. Bu faktörlerin başında Rus ihtilalinin altyapısının —sosyalizm ve kapitalizm arasında var olup olmadığını araştırdığımız bağlantıya delil oluşturacak bir biçimde— büyük sermaye sahipleri tarafından oluşturulması geliyordu. Eustace Mullins anlatıyor:
Banker Jacop Schiff'in özel ajanı George Kennan 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya'yı gezerek Komünist ihtilalcilere para ve silah sağlamıştı. Kennan ayrıca 1905'teki Rus-Japon Savaşı'nda (savaştaki Rus yenilgisi ihtilale ortam hazırlamıştır) Japonlara finansman sağladı. 1915'te New Yok'ta American International Corporation-AIC (Amerikan Uluslararası Şirketi) kuruldu. Şirketin asıl hedefi, önceden Schiff ve diğer bankerlerce desteklenen Bolşeviklere finansal yardım sağlamaktı. Bu yeni firma S. P. Morgan, Rockefellerlar ve National City Bank tarafından kurulmuştu. Yönetim Kurulu Başkanı National City'nin eski başkanı olan Frank Vanderlip'ti. Kendisi 1910'da Federal Rezerv Kanunu'nu yazan grubunda üyesiydi. Yöneticileri; Pierre Du Pont, Kuhn & Loeb CO'den Otto Kahn, Başkan George Bush'un büyük babası George Herbert Walker; New York Federal Rezerv Bankası Başkanı William Woodward; Loeb Union Pacific Demiryolları'ndan Robert S. Lovett; Perey Rockefeller, John D. Ryon, J. A. Stillman; A. H. Wiggin ve Beekman Winthroop'tu.
1928'de AIC yöneticileri arasında Perey Rockefeller, Pierre Dupont, Kuhn & Loeb Co.'den Elisha Walker ve Lazara Freres'den Frank Artschul vardı. Komünistlere yardım programında AIC, büyük ölçüde Morgan Guaranty Trust ile işbirliği yaptı. 1903'te Guaranty Trust'ın yöneticileri; First National Bank'ın kurucusu George F. Baker; Rothschildler'in temsilcisi August Belmont; Union Pacific Demiryolları Kurucusu E. H. Harrimon; ABD eski Başkan Yardımcısı Levi Morton; John D. Rockefeller'in Standard Oil'da ortağı olan Henry H. Rogers; H. Mc. Twobly ve Frederick W. Vanderbilt idi.
Hiç kimse bu büyük bankacıların anti kapitalist bir komünist ihtilali finanse edeceğini tahmin edemezdi. Ama aynen böyle oldu. Aynı adamlar Woodrow Wilson'un politik kampanyasını da finanse ettiler. Wilson, Paris Barış Konferansı'nda: "ABD'de Bolşevizme yakın kişiler vardır, çünkü bu rejimle istedikleri birey modelini oluşturmak için bir fırsat doğmuştur" diyordu. Wilson'un bahsettiği bu kişiler Morganlar ve Rockefellerlar'dı.22
Bu anlaşılması zor ilişkide Rothschild, Schiff, Rockefeller, Morgan gibi isimlerin geçiyor olması ister istemez "İsrailoğulları faktörü"nü akla getiriyor. Olayı bu yönüyle Encyclopædia Judaica'da incelediğimizde ise ilginç başka bilgilere rastlıyoruz:
Yahudiler, bolşevizmin ve Sovyet rejiminin kuruluş yıllarında çok önemli rol oynamışlardır. Komünizmin Rusya'da ve daha sonra Avrupa'da yaptığı atakta, Yahudiler Sovyet rejiminin yerleşmesinde büyük pay sahibidirler.23
Bu "faktör"ün en önemli temsilcilerinden biri Parvus Helphand'dır. Asıl adı Israel Helphand olan Yahudi yazar, 1905 Rus-Japon Savaşı'nın olacağını 1895 yılında yazmış ve bu savaşın Rus devrimiyle sonuçlanacağını ileri sürmüştü. Parvus, daha sonra da komünist harekete aktif destek verdi.
Yahudiler, komünist düşünceyi yaymak için Rusya'da çeşitli organizasyonlar kurdular. Bunların en önemlileri The Bund (Yahudi İşçi Partisi), The Farejnikte ve Po'alei Zion idi.24 Bunlardan özellikle The Bund, komünizmin gelişmesinde önemli rol oynadı. Daha sonra Lenin'in önderliğinde devrimi gerçekleştirecek olan Rus Sosyal Demokrat Partisi'ne katıldı. Encyclopædia Judaica konuyla ilgili şunları yazıyor:
1905-1906 yılları arasında Bund bir çok konuda bolşeviklerle beraberdi. Bund onların yardımı sayesinde Sosyal Demokrat Parti'nin Stockholm'deki kongresinde bütün Rus organizasyonlarının arasına döndü.25
Komünizmin Yahudilikle olan bağlantısı hakkında o dönemde ilginç tezler üretiliyordu:
A. Lunacharsky dinle ilgilenen bir kişiydi. Kitab-ı Mukaddes'in, özellikle peygamberlerin devrimci yanları olduğunu ve Tevrat ile işçi dini arasında bağlantı olduğunu söylüyordu. Maxim Gorki ise antisemitizmi kınıyordu. Gorki, Siyonizm konusundaki pozitif düşüncelerini ilk olarak 1902'de kaleme aldı. 1906'da Bolşeviklere katıldığında kitabını tekrar yayınladı. Yahudi etniklere yardımı ve onları güçlendirmeyi savunuyordu.26
Komünist İhtilalin Kapitalist Finansörleri!
Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm'de sermaye sahipleri ile ihtilaller arasındaki ilişkiyi şöyle açıklıyor:
Hiçbir ihtilal teşkilatsız ve parasız gerçekleştirilemez. Sömürülen yoksul kitleler bunlardan birincisini kısmen sağlar, parayı ise asla! Sermaye sahipleri ise her ikisinin de üstesinden gelirler.27
İhtilalin finansman gibi çok önemli bir sorununun kimler tarafından halledildiğini incelediğimizde yine garip tablolara, sosyalizm-kapitalizm arasındaki ilginç birlikteliklere rastlıyoruz:
ABD'nin Rusya Büyükelçisi'nin, Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği telgraf:
Dosya No: 881.00/288Rusya'daki Büyükelçi (Francis)'den Dışişleri Bakanı'na,Petrograd, 19 Mart 1917, saat 09:00 (20 Mart saat 18:00'de alındı)
Asayiş berkemal, Çar ve Çareviç'in tahtı terk etmelerinden sonra Dük Mikhail gibi tahtta hak iddia edecek kimselere ve bu tür girişimlere karşı her türlü tedbir alınmıştır. Geçici hükümetin paraya acilen ihtiyacı olduğu için, İngiltere Rusya'ya mali yardımda bulunmuştur, ve bütün müttefikler yeni hükümeti tanıyıncaya kadar da muhtemelen yardıma devam edecektir. Acil bir yardım çok yerinde olur. Şimdi Amerika'dan gelecek bir mali yardım ise en iyisi olurdu. Bu ihtilalin başarılı olması, Yahudiler için çok önemlidir. Şayet Yahudiler bu şekilde mesafe katederlerse, bu hususta gizliliğe titizlikle uyulması lazım gelecektir. Aksi takdirde ihtilal, burada sayıları bir hayli kabarık olan Yahudi aleyhtarlarının muhalefetini uyandıracak bir safhaya girebilecektir. Francis.28
Rus ihtilalinin gerçekleştirilebilmesi için dev boyutlarda para harcandı. Küçük bir grubun koca bir devleti ele geçirebilmesi şüphesiz büyük ölçüde maddi güce dayalıdır. Üstteki telgrafta ifade edilen hayati öneme sahip bu parayı kimler vermişti? Rus devriminin maddi desteğini sağlayanlar dünya çapında faal büyük Yahudi bankerlerdi. Bunların başında ihtilalde en az Lenin kadar rolü olduğu söylenen Jacob Schiff geliyordu. Yahudi bankerler ile ilgili Arsene de Goulevitch şunları anlatıyor:
Roger Lambelin ile O. Petrovsky gibi yazarlar da I. Dünya Savaşı'ndan önce, Amerika'da, Yahudi bankerler tarafından, Rusya'daki devrimci faaliyetleri, propagandaları desteklemek amacıyla bir ortak fon kurulduğunu yazıyorlar. 1917 baharında ise Jacob Schiff, devrime verdiği parasal destekle Çarlık rejiminin devrilmesinde en büyük payın sahibi olmakla övünüyordu.29
Lenin ve arkadaşlarına para yağdıranlar arasında Warburg ailesi ve ihtilalin "kahin"lerinden olan Yahudi asıllı Parvus da vardır.
Lenin ünlü mühürlü vagon içerisinde yola çıkarıldı. Beraberinde 5-6 milyon dolar tutarında altın para bulunduruyordu. Bu işi yapanlar, Alman yüksek makamları ile Max Warburg ve bütün hayatı boyunca Sosyalist olan Alexander Helphand'dır. A. Helphand çok zengin biriydi ve Parvus takma adını kullanırdı.30
İhtilalin finansörlerinin sayısı oldukça kabarıktır. Bunların hepsi de uluslararası Yahudi bankerlerdi:
Yahudi Schiff'in Bolşevik ihtilalindeki rolü, müttefik haberalma servislerince iyi bilinmektedir. Bu noktadan hareketle bolşevizmin bir Yahudi hareketi olduğunu söyleyenler vardır... Daha sonraları ortaya çıkarılan belgelerle, ihtilalin daha başka uluslararası bankerler yanında, Schiff, Warburg ailesi, Rockefellerlar ve Morgan'ların desteğiyle gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Belgeler, Morgan kuruluşlarının da Kızıl İhtilal için en az bir milyon dolar harcamış olabileceğini göstermektedir...
Bolşevik ihtilalinin diğer büyük parasal destekçisi de Lord Alfred Milner adlı İngilizdir. Milner, "Round Table Groups" adlı gizli bir örgütün organizatörü ve başıdır. Bu örgüt, Lord Rothschild tarafından desteklenmektedir.31
Uluslararası Yahudi örgütü B'nai B'rith ve İskoç Riti localarının da aktif desteği söz konusuydu. B'nai B'rith hakkında yazılmış bir kitap olan The Ugly Truth about the ADL'de Yahudi finansörler ile masonluk arasındaki ilişki vurgulanıyor:
B'nai B'rith Çarlık aleyhtarı isyankarlara silah sağladı. Böylece B'nai B'rith, 1905 Rus ihtilali'nde aktif bir rol oynadı. Bu hareket nedeniyle ünlü Amerikan Yahudileri Bolşevik olmakla itham edildi. Kuhn Loeb Company sahibi Warburg ailesi Lenin'i ve Troçki'yi finanse etti; baba oğul Bolşevik ajanları Yahudi Julius ve Armand Hammer ABD Komünist Partisi'ni kurdu ve Amerika'da Bolşevik hareketini yayarak 1917 Sovyet İhtilali'nden sonra ülkede on yıl geçirdi. Aslında Çar'ın devrilmesi ve Rusya'da Bolşevikler'in başa geçmesiyle İskoç Riti tarafından oluşturulan hedefler gerçekleştirildi.32
Görüldüğü gibi, Rus ihtilali de tamamen uluslararası Yahudi bankerlerince finanse edildi. Rothschild, Rockefeller, Morgan, Schiff, Milner gibi Yahudi bankerler dünyanın hemen her önemli gelişmesinde rol oynadılar. Verilen mücadelelerin en önemli birkaç faktöründen birinin finans olduğu göz önünde tutulursa, yalnızca maddi yönden bile Yahudilerin ne denli etkili oldukları kolayca anlaşılır.
Rus İhtilalinin en büyük rolünü Lenin'in liderliğinde 1898 yılında kurulan Rus Sosyal Demokrat Partisi üstlenmiştir. Bu partideki çok belirgin "İsrailoğulları" faktörü, ihtilalin bilinmeyen yönlerine ışık tutuyor. Bu parti 1903 yılında Bolşevik ve Menşevik isimli iki gruba ayrılır. Bolşevikler ki devrimi yapacak olanlar onlardır, komünizmin devrim yoluyla Rusya'ya gelmesi gerektiği savunurken, Menşevikler aynı sonuca ihtilalsiz de ulaşılabileceği tezini savundular. Menşevik kanadın gücü kısa sürede azalarak önemini yitirdi. Bolşevikler hakkında Encyclopædia Judaica'da şu bilgiler yer almaktadır:
Bolşevik Grubu'nun (1912-13'de Bolşevik Partisi oldular), organizasyonu ve propagandasının oluşumu sırasında birçok Yahudi aktif rol oynamıştır. Bu Yahudilerin sayıları 1917 Şubatı ile Ekimi arasındaki Rus devriminde hızla yükseldi.33
Yahudilerin bu denli etkili oldukları parti, Yahudilik konusunda kendisini ortaya koydu. Yine Encyclopædia Judaica'dan öğreniyoruz:
Rus Sosyal Demokrat Partisi'nin III. Kongresi'nde Lenin işçi Yahudiler için özel bir başlangıç konuşması yaptı. 1900-1906 arasında Lenin Yahudilik konusunda kendisini şöyle tanımlamıştır: Antisemitizm, asimilasyona karşı Yahudi milliyetçiliği, Sosyal Demokrat Parti ve Bund arasındaki ilişki.34
Rus Sosyal Demokrat Partisi, dışarıdan aldığı destekle birlikte ihtilale doğru yürümeye başladı. Ülke içinde giderek artan hoşnutsuzluklar, imparatorluk hükümetinin parlamento rejiminin kurallarına uymayı reddetmesi, reformların yavaşlığı gibi sebeplere 1905 Rus-Japon savaşı da eklenince ihtilalin ilk temelleri atılmış oldu. Alman ve Amerikan Yahudi bankerlerinden oluşan Kuhn Loeb And Co. grubu Rus Çarlığı'ndaki her türlü devrimci düşünce ve faaliyeti destekleyen başlıca kuruluştu. Rus-Japon Savaşı, bu uluslararası şirketler grubunun Yahudi başkanı Jacob Schiff'e Çarlık hükümetine bir kaç darbe vurmak fırsatını verdi. "Amacımız elimize fırsat geçtikçe Rusya'ya verebileceğimiz en ağır zararı vermektir" diyen Schiff, savaş boyunca Rusya'yı çökertmek için Japonlara 200 milyon dolar para yardımında bulundu. Ayrıca Kuhn Loeb ve şirketleri Japonların dışarıdan yaptıkları borçlanmaları üzerine aldı.
Japonya karşısındaki bozgundan sonra Rusya'da monarşinin itibarı iyice azaldı. Muhalefet, imparatordan liberal, sosyal ve parlamenter bir rejim kurulmasını istedi. İhtilal Petersburg'da 22 Ocak 1905'te (Kanlı Pazar) işçilerin ve bazı askerlerin ayaklanmalarıyla başladı. Olaylar kanlı bir şekilde bastırılınca Bolşevikler kendiliğinden başlayan bu ayaklanmanın yönetimini ele geçirmeyi denediler. Petersburg'da Merkezi İşçi Sovyeti kuruldu. Genel grev tehdidi karşısında Çar, 30 Ekim tarihli bildirisiyle bir Duma (meclis) seçilmesine izin verdi. İhtilal bastırılmıştı ama Troçki'nin bir "genel prova", Lenin'in de "halkın yeni bir iktidarı denemesi" diye adlandırdığı olay gerçekleşmişti. Gerçekten de asıl amacı genel bir prova niteliği taşıyan 1905 Hareketinden devrimi gerçekleştirecek olanlar gereğince yararlandılar.
Schiff'in faaliyetleri I. Dünya Savaşı sırasında meyvelerini verdi. İhtilalci olanlar, cephede savaşanların morallerini bozmak ve cephe gerisindeki hoşnutsuzlukları kışkırtmak suretiyle Rus şehirlerinin banliyölerinde karışıklıklar çıkarmayı başardılar. Propagandaları ihtiyat askerleri arasında da iyi sonuçlar verdi; ihtiyat askerlerinden meydana gelen bir alay cepheye gitmemek için isyan etti. Bu isyan çarlık rejiminin yıkılmasına yol açacaktı. Başkent halkı, 4 Mart'ta fırınları yağmaladı. 7 Mart'ta kısmen grev başladı ve 9 Mart'ta işçilerin de katılmasıyla siyasi bir nitelik kazandı. Savaşın bitirilmesi ve hükümetin değişmesi isteniyordu. 8 Mart'ta grev genelleşti. Hareketin bu kadar çabuk yayılması karşısında şaşıran sosyalist liderler işçilerden ihtiyatlı olmalarını istediler. Fakat 11 Mart'ta askeri birlikler de ayaklanınca başarı elde edilmiş oldu. İmparatorluk hükümeti de 12 Mart 1917'de istifa etti.
Çarlık'tan Bolşevik Rejim'e Geçiş Aşaması:"Kerensky Hükümeti Locası"
1917 yılının Şubat ayında Rusya'da, "Şubat Devrimi" gerçekleşti. Rusya'nın değişik yerlerinde, başta Redrozrad olmak üzere, ayaklanmalar başladı. Sonunda 16 Mart'ta Romanov hanedanının son Çarı II. Nikola tahttan çekildi.
Bunun üzerine, Ekim'de gerçekleşecek olan Bolşevik devrimine kadar, Kerensky önderliğinde bir sosyalist geçiş hükümeti kuruldu. Kerensky hükümetinin en büyük icraatı ise, o dönemde çoğu hapiste ya da sürgünde olan komünistleri serbest bırakmak, komünist liderlere zemin hazırlamak oldu. Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casusluk Tarihi'nde Kerensky hakkında şunlar yazıyor:
Kerensky Sosyal Demokrat olarak bilinirdi. Ama komünist bir hükümete geçiş için basamak oldu. Kerensky komünistler ve diğer ihtilalciler için ülkede genel af ilan etmişti. Bu aftan yararlananların çoğu 1905'deki başarısız "Kızıl İhtilal"den sonra sınırdışı edilen komünist ihtilalcilerdi. Bu aftan sonra 250 bin ihtilalci görevlerinin başına iade edilmiş oldu.35
Kerensky, Lenin ekibinin ihanet suçuyla tutuklanmasını ya da sınıra sürülmesini önledi.36
Kerensky hükümetinin başa geldiğinde ilk işi, Yahudiler için faaliyet gösteren Troçki ve Lenin gibi ihtilalcilerin serbest bırakılması için af çıkartmak, ardından da 16 Mart 1917'de, Çarlık döneminden beri süregelen, Yahudiler hakkındaki bütün kısıtlamaları kaldırmak oldu. Bundan üç gün sonra ihtilalin en büyük destekçisi Yahudi banker Jacob Schiff'in Kerensky hükümetine teşekkür mektubu gönderdiğini The New York Times'dan öğreniyoruz:
Dindaşlarımızı acımasızca takip edip, onlara zulmeden baskıcı otokrasinin barışmaz düşmanı olarak, Rus halkını, parlak bir şekilde başardığı işten dolayı kutlamama ve, size ve hükümetteki arkadaşlarınıza sonsuz başarılar dilememe müsadenizi rica ederim...37
Kerensky'nin Yahudiler yararına bolşeviklere verdiği bu üstü kapalı desteğin nedenini anlamak zor değildir. Sosyalist Kerensky, üst dereceli bir masondur.38 Kerensky'nin ekibi de masonlardan oluşmaktadır. Masonluk hakkında yazılmış ünlü kitaplardan olan The Brotherhood'da bu konuda yeralan bilgiler şöyledir:
1917 yılında Rusya'da ihtilal patlak verince, Londra ve Paris'te 400 kadar Rus masonu 40'a yakın gizli dernek kurarak Rusya Halkları Mason Merkez Locası ilkeleri doğrultusunda birleştiler. 1917'de geçici hükümetin başında Kerensky vardı. Bu hükümetin çoğunluğunu masonlar oluşturmaktaydı.39
Kerensky hükümetlerinin sağladığı geçiş dönemi boyunca Rusya'nın dört bir yanında güçlenen komünist işçi birlikleri "Sovyet"ler 1917 Ekim'inde Bolşevik ihtilalini gerçekleştirdiler. Petrograd'daki kışlık saraya saldıran Bolşevikler hükümeti istifa ettirdiler ve Lenin'in önderliğindeki Bolşevik Parti iktidarı ele geçirmiş oldu. Bu arada üzerinde durulması gereken bir kişi de, devrimin Lenin'den sonra ikinci lideri olan Leon Troçki (Trotsky) idi.
Leon Troçki
Türk yahudilerinin yayınladığı Şalom adlı gazetede Troçki’den şöyle söz edilir:
"Ekim Devrimi'nden evvel Şubat 1905 ve 1917'deki ayaklanmalarda "Silahlı Peygamber" adı verilen Leon Troçki Bronstein çok büyük rol oynamıştır." 40
Rus ihtilalinin tek lideri genelde Lenin olarak tanıtılsa da gayet iyi bilinir ki, devrimi Lenin ile birlikte götürmüş olan ikinci kilit isim Leon Troçki'dir.
Encyclopædia Judaica Troçki'yi şöyle anlatılıyor:
Troçki, Ukrayna'da lvanouka'lı bir Yahudi çiftçinin oğluydu. Odessa Üniversitesi'nde matematik okumuş, fakat kendisini devrimci çalışmalara adamak için öğrenimini bırakıp 1896'da yasadışı Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı.41
Troçki'nin yetişmesinde en önemli rolü ise ünlü Yahudi Parvus oynamıştı:
Troçki, Helphand (Parvus)'un etkisi altında "sürekli devrim" teorisini oluşturdu. Rusya'daki burjuvazi rejimine göre, Batıdaki sosyalist devrimden evvel sosyalist sahneye yol gösterdi.
Troçki, 1917 Şubat Devriminin patlak vermesinden kısa bir süre sonra Rusya'ya döndü ve Petrograd işçileri tarafından müthiş bir sevgiyle karşılandı. Lenin'le işbirliği yaptı. Kerensky'nin geçici hükümeti onu yakaladı, fakat kısa bir süre sonra serbest bıraktı. Hapishanedeyken Bolşevik Merkezi Komitesi'ne seçildi. Aynı zamanda Petrograd Sovyetinin ve onun Askeri Devrim Komitesi'nin başına geldi.42
Troçki, daha önceki başarısız devrim deneyinden sonra yurt dışına kaçmıştı. Ekim devrimi için Rusya'ya dönerken büyük bir sorun çıktı. Bu sorunu halleden de Amerika'daki Yahudi finans lobisi olduğunu Gary Allen ve Eustace Mullins araştırmalarında şöyle bildiriyorlar:
Troçki'nin Rusya'ya gitmek üzere 27 Mart 1917'de, beraberindeki 275 ihtilalci ile New York'u terk ettikten sonraki ilk uğrak yeri, Kanada'daki Halifax kenti oldu... Burada yakasını ele veren Troçki bir Kanada hapishanesine atıldı. Ne var ki bir hafta yatmadan, İngiltere ve Amerika'nın baskılarıyla serbest bırakıldı. Amerika ve İngiltere'yi böyle bir müdahaleye itenler, bu iki ülkedeki dev kuruluşların milyarder sahipleriydi.43
Leon Troçki 1917'de New York'tayken Rusya'da Bolşevikler'in hakimiyetini sağlamakla görevlendirildi. Rockefellerlar bu yolculuğu için kendisine 10.000 dolar verdi. Başkan Woodrow Wilson'dan özel bir pasaport alındı ve Lincoln Stffens koruması olarak gönderildi. Troçki'nin gemisi Halifax'a yanaştığında Kanada Gizli Servisi onu tutukladı ve Nova Scotia'da hapsetti. Başbakan Lloyd George Londra'dan telgraf çekerek Troçki'nin serbest bırakılmasını istedi, fakat gizli servis bunu umursamadı. Sonradan Mackenzie King anlaşmaya dahil oldu ve Troçki'nin özgür kalmasını sağladı. Wall Street avukatı Thomas D. Thacher'ın yardımıyla King, Kızılordu'yu kurdu. Troçki'yi tutuklayan ajanlar kovuldu.44
Troçki, devrimde Lenin'le birlikte en büyük rolü oynadı. Devrim sonrasında ise Troçki'nin emrine Kızılordu verildiğini Encyclopædia Judaica anlatıyor:
Troçki, Mart 1918'de askeri ilişkilerin halk yöneticisi olmuş, Kızılordu'yu organize etmiş ve iç savaş cephelerinde askeri operasyonları yönetmiştir. Lenin'in yaşadığı dönemdeki parti içi tartışmalarda terör devriminin meşruluğuna karşı olan rejimlere sert solcu haliyle yaklaşmıştır.45
Rus Yahudileri de Troçki kumandasındaki Kızılordu'yu benimsemişlerdi:
Büyük sayıda Yahudi genci Kızılordu'ya katıldı.46
Troçki, Yahudi kökenli olmasının kendisi için politik bir engel oluşturduğunun farkındaydı. 7 Kasım 1917 zaferinin ardından Lenin kendisine ilk Sovyet hükümetinin başına geçmesini teklif ettiğinde, Troçki reddederek "sence düşmanlarımızın eline benim Yahudi olmam gibi bir silah vermek akıllıca olur mu?" demişti. Troçki, antisemitizm konusunda da şunları söylüyordu: "Çürümüş burjuva cemiyeti yaşadıkça barbar antisemitizm her yere yayılacaktır." 47
Lenin'in "Kapitalist" Dostları!
Radikal hareketler, büyük parasal ve dış destek olmadıkça gerçekleştirilemezler, 20. yüzyılın büyük tarihçisi Oswald Spengler, solun, düşman görünen büyük sermaye sahiplerinin kontrollerinde geliştiğini gören bilim adamalarından biridir. Ünlü eseri Batı'nın Çöküşü'nde şöyle der:
Sermayenin yönlendirmediği hiçbir proleterya hareketi, hatta bir komünist hareketi şimdiye kadar görülmemiştir. Bu hareketler, idealist liderleri, arasında böyle bir şüphe dahi uyandırmaksızın sermayece yönlendirilmiştir.48
Marks'ın en büyük öğrencisi Lenin, ondan "kapitalizmle gizli birliktelik" mirasının da almıştı. Yaptığı ihtilalin finansmanını büyük sermayedarlardan bulan Lenin, ihtilalin ardından da aynı çevrelerden destek gördü. Eustace Mullins'ın bu konu hakkındaki notları:
Lenin, Beyaz Saray'daki güçlü arkadaşından, Wilson'dan yardım istedi. Wilson, Kuhn & Loeb Co. avukatlarından ve eski dışişleri bakanı Elihu Root'u Özel Savaş Fonu'ndan 20 milyon doları Bolşeviklere vermesi için Rusya'ya yolladı. Cömertlikte Wilson'dan geri kalmayan J. P. Morgan & Co. kuşatma altındaki Lenin ekibine finansal yardım sağladı.49
The Unknown War With Russia adlı kitabında Robert S. Maddox: Rusya'daki Mart İhtilali, Wilson'un hayal ettiği savaş sonrası dünya ortamını yaratacaktı. ABD'nin geçici hükümeti ilk olarak tanımasını sağladı. "Maddox"un belirttiğine göre Versay Antlaşması'nın 6. maddesine göre "Rusya kendi belirlediği kurumlarla devam edecekti." Ve böylece Bolşevik rejiminin geleceği garanti altına alınmıştı. Wilson'un politik yardımcısı Albay House kendi sekreteri Kenneth Durant'ı Rusya'ya gönderdi ve 1920'de Sovyet Bürosunda sekreter olarak çalışmaya başladı.50
Ingersoll Rond'ın Başkanı ve New York Federal Reserve Bankası'nı Başkan Vekili William Laurence Sanders, 17 Ekim 1918'de Wilson'a yazdığı mektupta: "Rus halkı için, Sovyet formu hükümet en uygunudur ve ben de bu sistemi desteklemekteyim" diyordu. 1914'ten beri New York Federal Reserve'in Başkan Vekili olan George Foster Peabody, Rockefeller'lar için (General Education Board) Genel Eğitim Kurulu'nu kurmuştu ve Bolşevikler'in devlet tekelini desteklediğini belirtti. Böylece New York Federal Reserve'in en ünlü üç görevlisi Sanders, Peabody ve William Boyce Thompson Bolşevizmi destekliyordu. Thompson daha sonra ABD'de Bolşevikler'in propagandası için bir milyon dolar verdi. New York Federal Reserve Bankası, N. M. Rothschild ve oğullarının sahip olduğu beş New York Bankası tarafından yönetiliyordu. Anlaşılıyor ki bu üç adam sadece işverenlerin isteklerini gerçekleştiriyordu.
Tarihteki en ilginç göçe William Boyce Thompson başkanlık etti. 15 meşhur Wall Street avukatı ve finansörü Rusya'ya giderek sendeleyen Bolşevik rejimini kurtardı. J. P. Morgan, Thompson'a Petrograd'daki National City Bank şubesinden bir milyon dolar gönderdi. Bu banka Bolşevik rejiminin saldırısına uğramayan tek bankaydı.51
2 Şubat 1918 Washington Post'ta şöyle bir haber yayınlanıyordu: Kasım'a kadar Petrograd'da kalan William Boyce Thompson Bolşevikler'e doktrinlerini Almanya ve Avusturya'da yaymaları için bir milyon dolarlık yardım yapmıştır. Thompson'un bu görevinde Amerikan Kızıl Haç Başkanı Henry P. Davison; Thomas Thatcher ve Harold Swift vardı ve bunlar tümü CFR üyesiydi. National City Bank, Rusya'ya 50 milyon dolar borç vermişti ve Morgan Guaranty Trust Sovyetlerin Amerika'daki finansal çıkarlarını gözetiyordu. 1922 Ocak'ta Ticaret Sekreteri Herbert Hoover, Guaranty Trust'ın Moskova'daki Devlet Bankası'yla ilişkilerine izin verdi. Şimdi Guaranty Trust Başkan Yardımcısı olan Alman bankacı Max May 1923'de Ruskombank'ın dışilişkiler başkanı oldu, bu Sovyetler'in ilk uluslararası bankasıydı. Who's Who'ya göre Max May 1883'te ABD'ye geldi, 1888'de vatandaşlığa geçti ve 1904-18 Guaranty Trust başkan yardımcısı, 1922-25 Rus Ticaret Bankası Kurulu üyesi ve idarecisi J. P. Morgan ve Guaranty Trust, Sovyet hükümetinin ABD'deki mali ajanlarıydı. Çar'ın altınları Guaranty Trust'a yatırıldı.
Bu operasyonlarını örtbas etmek için Guaranty Trust'ın bazı görevlileri ve Otto Kahn bir "anti-komünist grup" kurdu. Bu "United American" grubu anti-Yahudi ve anti-komünist propaganda yapıyordu. Örgüt, komünizme karşı olanları etkisiz hale getirmek amacıyla kurulmuştu...
Öyle ki, bolşevik hareketin dünya karargahı Wall Street'teydi.52 1922'de Chase National Bank, Rus hükümetini tanımak ve ticareti geliştirmek için Amerikan-Rus Ticaret odasını kurdu.53
Lenin'in programı büyük zenginlerin programıdır. Çünkü o, bütün özel mülkiyeti kaldırır ve devlet kontrolü altına koyar. Devlet ise, büyük zenginler tarafından kontrol edilir. İşte dünya düzeni!54
Lenin'in kapitalist dostlarının, ilginç olarak, çoğunlukla Yahudi sermayedarlar ya da masonik kompleksten örgütler —CFR gibi— olduğunu görüyoruz. Peki bu kişi ve örgütlerin Lenin'i desteklemelerindeki amaç neydi? Kimileri, Lenin ve arkadaşlarına yapılan maddi desteğin, Almanya tarafından geldiğini, bunun da Almanya'nın savaşmakta olduğu Rus Çarlığı'nın yıkılmasını istemesiyle ilgili olduğunu söyler. Ama, Bolşevikleri destekleyenler yalnızca Alman "kapitalist"leri değildir. Gary Allen'ın sözleriyle:
Max Warburg'un Lenin'i desteklemesini Alman yurtseverliğine bağlarsak —ki öyle değildir— ya Schiff, Morgan, Rockefeller ve Milner'ın finansmanlarını nasıl açıklayacağız? 55
Bolşevik İhtilali dünyanın en zengin ve güçlü kimselerince desteklenen bir harekettir. Hareketin görünürdeki amacı—Rothschild'ler, Rockefeller'lar, Schiff'ler, Warburg'lar, Morgan'lar ve Milner'lar gibi—servet sahiplerinin mallarının ellerinden alınarak devletleştirilmesi anlayışına yönelik görünüyordu. Fakat görünürde olan şuydu ki, bu kişiler, komünizmden hiç korkmuyorlardı! Bu hareketi finanse eden ve böylece onu kontrol altında tutan sermayenin ondan ondan korkması için bir neden de yoktu... Rothschild ve ekibinin, bir buçuk asırdır, aynı klasik yöntemle boğuşma içinde olan iki düşman grubu aynı anda desteklediklerini unutmamak gerekiyor.56
Söz konusu "kapitalist"lerin neden Lenin ekibini destekledikleri sorusuna çok değişik cevaplar bulunabilir, ama Lenin'in Yahudi toplumu adına yaptıkları, bu noktada gözden kaçırılmaması gereken bir gerekçe olarak gözüküyor. Encyclopædia Judaica Lenin'in Yahudilere olan "zayıflığını" anlatıyor:
Lenin başa gelir gelmez Yahudileri koruyan birçok kanun çıkardı. Bununla beraber, Yahudilerin haklarını koruyan partiye bağlı bir örgüt de kurdu.57
Lenin, Rus İhtilali'nden sonra güç kazanınca Yahudiler için özel bölümler açılmasını sağladı. Lenin, siyonizmi destekliyor, İbranice'nin Yahudilerin arasında kullanılmasını benimsiyordu.58
Bununla birlikte, Lenin Çarlık döneminde siyonist faaliyetler göstermekten dolayı tutuklanmış olan bir çok Yahudiyi serbest bıraktı: "Lenin, bir çok siyasi suçu bulunan haham ve siyonistlerin tutuksuz kalmalarını sağladı ve bunların Filistin'e gitmelerine yardım etti." 59
Lenin'in Yahudilik konusundaki hassasiyeti her açıdan belliydi:
1917 Devrimi sonrası Lenin Rusya'da başa geçince hem Komünist Parti'de, hem de Joseph Stalin'in başkanlığındaki bölümlerde Yahudi ilişkileri için özel departmanlar kurdurdu. Ve, İbranice'nin Yahudilerin ulusal dili olarak tanınmasına karşı çıkmadı.60
Bütün bunların yanında Lenin antisemitizme (Yahudi aleyhtarlığı) karşı da büyük faaliyet gösterdi. "Lenin de diğer devrimciler gibi antisemitizm üzerine büyük bir samimiyet ve canlılıkla gitti. Lenin antisemitizmi sosyo-politik bir şeytan olarak gördü." 61
Lenin'in bu düşüncesi, bütün "yoldaşları" tarafından paylaşılmaktadır: "Antisemitizm komünistler tarafından karşı devrimci bir ideoloji olarak kabul edilmekteydi." 62
Bolşeviklerin antisemitizm gibi şoven bir ideolojiye karşı olmaları elbette yanlış bir şey değildi.. Fakat "rejim muhalifi" olarak gördüğü çevrelere inanılmaz baskılar uygulayan katı Sovyet rejiminin neden Yahudileri olağanüstü sempati ile davrandığı da ister istemez akla takılıyor. Lenin iktidarda olduğu 7 yıl boyunca aynı politikayı büyük bir ısrarla sürdürmüştür. Komünizmin aleyhindeki en ufak bir hareketin ölümle cezalandırıldığı, her türlü dini inancın (Yahudilik hariç) şiddetle ezildiği, milyonların katledildiği bu dönem, Yahudiler için oldukça olumlu geçmiş, Lenin Yahudi taraftarı tutumunu sürekli korumuştur:
Lenin Yahudilere karşı her zaman sempatik bir tutum sergilemiş ve bu tutumunda kararlı olmuştur.63
Lenin hastalık dönemlerinde ve hayatının son zamanlarında bile Yahudiliğin haklarının savunuculuğunu yaptı.64
Lenin'in Batılı finansman çevreleri tarafından desteklenmesinde kişisel özelliklerinin de etkisi vardı sanırız. Lenin'in, komünistlerin "burjuvazi örgütü" olarak nitelendirdiği mason localarına kayıtlı olması oldukça ilginçti. Söz konusu bilgiyi masonlar tarafından hazırlanan Mason Sözlüğü'nde buluyoruz: "Lenin Vladimir Oulianof: 1914 öncesi Paris'teki Fransız Büyük Doğusu'na bağlı Union de Beleville Locası'na kayıtlıydı." 65
Bu aslında bize, aradığımız sosyalizm-kapitalizm ilişkisi konusunda önemli bir bakış açısı sunuyor. Bu iki karşıt blok arasında var olduğu söylenen ittifak, herhalde en iyi masonluk gibi gizli örgütlenmeler sayesinde sağlanabilirdi. Lenin, bahsettiğimiz çevrelerin çok önem verdiği "soy" yönünden de aranan özelliklere sahipti. Türkiyeli Yahudilerin çıkardı Şalom gazetesinde "şimdi de Lenin'de Yahudi Kanı" başlıklı yazıda Lenin hakkında verilen önemli bazı bilgiler şöyle:
Yıllardan beri sadece antisemitler tarafından iddia edilen Lenin'in Yahudi kökenli olduğu tezini, son günlerde daha geniş kitleler de kabul etmeye başladı. Olayın ilginç bir başka yönü ise, her türlü eşitliğin savunulduğu ve şu anda tarihe karışmış olan SSCB'de Stalin'in bu gerçeği bilmesine rağmen açıklanmasını defalarca engellemiş olmasıdır. Son olarak, demokratik hareketlerin sadık bir destekçisi olan ve antisemitizm ile suçlanması mümkün olmayan Moscow News gazetesi de, geçen gün yayımladığı bu yazısında, Lenin'in büyükbabasının (anne tarafından) dönme bir Yahudi olduğu haberini verdi. Moscow News muhabirlerinden Matolyo Davidova'nın, merhum Sovyet Komünist Partisi'nin arşivlerinden derleyerek hazırladığı habere göre, Lenin'in ölümünden sonra ablası Anna Ulyonova-Yelizarova, Sovyet diktatör Josef Stalin tarafından, kardeşinin hayatını konu alan bir kitap için bilgi toplamakla görevlendirildi.
Ailenin tarihçesi hakkında geniş ve derinlemesine bir araştırma yapan Ulyanova, 1929'da Stalin'e yazdığı mektupta Lenin henüz bebekken ölen büyükbabası Alexander Blank'ın bir zamanlar Yahudi olduğunu açıklayabilmek için izin istedi... Ancak Stalin kendisine yazdığı acele cevapta, Ulyanov ailesinin Yahudi geçmişinin açıklanmasını "şimdi zamanı değil" diyerek engelledi. Öte yandan Davido da, büyük Sovyet liderinin Yahudi kökleri ile ilgili hikayesi, kendisine hatırlatıldığında şöyle cevap verdi: "Benim için önemli olan, Lenin'in büyükbabasının Yahudi olması değil, bunu bilen ve açıklamak isteyen kızkardeşinin Stalin tarafından engellenmiş olmasıdır." Bu tarihin saklanmış önemli parçalarından biridir ve ben de bunun mümkün olduğunca çok insan tarafından bilinmesini istiyorum.66
Lenin'in Yahudi dinine karşı da ilginç bir yakınlığı vardır. Özellikle ibadetleri uygulama konusunda çok hassastır:
Birgün, Yitzhak Steinberg (İhtilal kadrosundaki Yahudilerden biri) asillerin eski kız yatılı okulu Institute Smolny'de Lenin ve arkadaşlarıyla birlikte toplantıya katılır. Lenin aniden dönerek: "Yitzhak minhayı söyledin mi? Git hemen duanı yap yoksa çok geç olacak" der.67
Yahudilere karşı bu denli "sevecen" olan Lenin, aslında diğer insanlara karşı son derece sert ve acımasızdı. İktidarda bulunduğu dönemde milyonlarca insanı ölüme gönderen Lenin hakkında, ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Time dergisine verdiği demeçte şu yorumu yapıyor:
Lenin tam bir zalimdi. Kimseye acımazdı. Halka yaklaşımında en küçük bir insani taraf yoktu. Kitlelere de, kendisini takip etmediğini sandığı tek tek kişilere karşı da zalimdi.68
Lenin'in ölümü de oldukça anlamlıydı. Milyonlarca insanı Yahudi hedeflerine uygun olarak ölüme, anarşiye, dinsizliğe sürükleyen Lenin; büyük acılar içinde kıvranarak ve tanınmaz bir halde öldü. Le Figaro dergisinin bildirdiğine göre Lenin, cinsel ilişkiyle ve özellikle fahişelerden bulaşan Frengi hastalığı nedeniyle felç ve hafıza kaybına uğrayarak öldü. Uzaktaki evlerden bile duyulan çığlıklar atarken ağzından dökülen şu sözler oldukça ilgi çekici: "İnsanlar... bana yardım edin... devrim.... şeytan burada, burada." 69
Stalin Ne Kadar Antisemit?
Stalin, 20. yüzyılın en korkunç adamı... Onmilyonların katili... Truman'la birlikte "soğuk savaş"ın mimarı, batı düşmanı... Sosyalizmi köylüleştiren, basitleştiren, soğuklaştıran adam... Ve fanatik bir Yahudi düşmanı.
Bu tablonun ne kadarı gerçeğe uygun, incelemeye çalışalım. Stalin'in uyguladığı vahşete, baskı politikasına kuşku yok ama "Batı"yla ilişkileri ve paranoid antisemitizmi biraz bulanık görünüyor. "Dünya Düzeni"nin yazarı Mullins, Stalin'in bilinmeyen bir görüntüsünü ve sosyalizm-kapitalizm bağlantısının bir başka örneğini şöyle anlatıyor:
1935'te Stalin Rusya'da bir çok yabancı yatırımı kamulaştırdı. Fakat Standard Oil mallarına dokunulmadı. 5 yıl planları (1928-32, 1933-37, 1938-42) hep uluslararası bankalar tarafından finanse edildi. 1920'lerde, Rusya'yla iş yapan başlıca firmalar Vacuum Oil, International Harvester, Guaranty Trust ve New York Life idi. Bütün bu şirketler Morgan-Rockefeller yatırımları ile kontrol ediliyordu.70
Stalin'in Yahudi düşmanı görüntüsü ise "misyon"unun asıl önemli yanını oluşturuyordu. Bu görüntünün gerçekliğini incelemeden önce, Stalin'in, Yahudiler açısından çok önemli olan "soy" özelliklerine bir bakalım:
Sovyet generalleri de kabul ediyorlar ki, Stalin Yahudi asıllıdır.71
Stalin'i yani Djugashvili'yi küçüklüğünden beri tanırım. Babası bir eskici, büyük babası ise Yahudi bir tenekeci idi, eskicilik de yapardı.72
...Stalin'in ailesi eski paçavra ve teneke satışı ile geçinen, Yahudi'den dönme bir aile idi.73
...Hepimiz Djugashvili'nin Yahudi olduğunu bilirdik.74
Fakat, Stalin tüm dünyada koyu bir Yahudi düşmanı olarak tanınır. Olayı incelediğimizde, bu görüntünün, Stalin döneminde Rusya'ya oynanmış olan bir senaryonun gereği olduğu düşüncesi doğuyor. Stalin'in Yahudilere yani kendi soydaşlarına karşı izlediği politika oldukça ilginçtir. İktidarının ilk yıllarında, Lenin'in tavrını aynen devam ettiren ve Yahudilere karşı olağanüstü olumlu bir politika izleyen Stalin, daha sonraları yavaş yavaş tutumunu değiştirir, 1930-40 yılları arasında süren değişim özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında büyük bir Yahudi düşmanlığına (!) dönüşür.
Encyclopædia Judaica, Stalin'in Yahudi politikasını şöyle anlatıyor:
Lenin antisemitizme karşı bir politika uygulamış, ve politikasını verdiği ifadelerle ortaya koymuştur. Sovyetlerdeki bu durum Stalin'in diktatörlüğünün yoğunlaştığı 1920'lerin sonuna doğru devam etmiştir.75
Stalin, 1930'ların ilk yıllarına kadar, Lenin'in izlediği Yahudi taraftarı politikayı aynen devam ettirir. 1931'de Jewish Telegraph Agency'e verdiği demeçte "antisemitizmin şovenist ırkçılığın çok aşırı bir kolu ve yamyamlığın çok tehlikeli bir yöntemi" olduğunu ifade eder.76
Fakat bu tarihten sonra Stalin değişecektir!
Dönüş noktası 1930'larda başladı. Sovyet yönetim antisemitik ifadeleri cezalandırmayı veya engellemeyi bıraktı. Bu sıralarda hükümet Yahudi kurumları ve önemli figürleri sistematik olarak ortadan kaldırmaya başladı.77
Stalin, 1930'lardan sonra gittikçe artan bir antisemitik politika izlemeye başlar. Bu yıllar, aynı zamanda Stalin'in ülke içinde milyonları "halk düşmanı", "karşı devrimci" gibi suç(!)larla katletmeye başladığı yıllardır. Stalin'in Yahudi aleyhtarlığı (?) gittikçe artan bir şekilde devam eder. II. Dünya Savaşı'nda doruğuna ulaşan bu politika ölümüne kadar sürer:
1948-53 Rus Yahudileri için "kara yıllar", Ülkenin en üst hükümet kademesinde tam bir Yahudi karşıtı hareket aktif bir politika olarak uygulanmaya başladı... Sovyet gazete ve dergileri anti-Yahudi bir kampanya başlattılar... Yahudi yazarlar, halk liderleri yakalanıp idam ediliyordu... Binlerce Yahudi işten çıkarıldı.78
Ölümüne kadar Stalin, Yahudilere karşı düşmanca bir tutum sergilemiştir.79
Bütün bunlarla birlikte, Stalin döneminde kurulan İsrail devletine ve siyonist harekete karşı da aleyhte propaganda yapılır;
İsrail devletinin ve Siyonist hareketin anti-Sovyet Amerikan casusluk yöntemi olarak tasvir edilmesi "kara yıllarda" uygulanan antisemitik programın bir bölümüydü.80
Bütün bu Yahudi aleyhtarı politika acaba gerçek miydi? Yahudi düşmanlığını ilk başta "şovenist ırkçılığın tehlikeli bir kolu" olarak nitelendiren Stalin'in birden ateşli bir Yahudi düşmanı (!) olmasının nedeni neydi?
Çok ilginç, Stalin, Rusya sınırları içinde antisemitizm uygularken, İsrail'i ve siyonizmi lanetlerken, dışarıda İsrail'in kurulmasını var gücüyle desteklemiştir:
1948'de İsrail'in kurulması fikrini Sovyet Rusya desteklemiştir.81
Stalin'le birlikte Yalta'da yedikleri bir yemek sırasında, Roosevelt, Stalin'e siyonizmi destekleyip desteklemediğini sorunca, Stalin "evet" cevabını verir.82
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sovyetler, Filistin'deki Yahudi yerleşimini desteklemişlerdir.83
Gerçekte, İsrail'i diplomatik olarak ilk tanıyan ülke Sovyetler Birliği oldu.84
Hatta Stalin, I Savaşı'nda İsrail'e Çekoslovakya üzerinden silah yardımı yapar.
Bu tablo biraz garip değil mi? Sovyet Yahudilerine haksız biçimde büyük baskılar uygulayan Stalin'in İsrail'i var gücüyle desteklemesi nasıl açıklanabilir? Stalin'in kullandığı kadroları da Yahudilerden seçmeye özen göstermesi bir başka açıklaması zor olay:
Macaristan'da II. Dünya Savaşından sonraki yönetimde Yahudi dönmeleri önemli rol oynadılar. Stalin özellikle onları politbüroya soktu. Çünkü onlara normal Macarlardan çok daha fazla güveniyordu.85
Stalin'in Yahudilerle olan ilişkisi oldukça kapsamlıydı:
Stalin, Londra'dayken odasını Walhoch adlı bir Polonya Yahudisiyle paylaşıyordu. Bu Yahudi Maxim Litvinov diye de bilinir, ve ileride birgün Stalin'in Dışişleri Bakanı olacaktır.86
Mekhlis, Stalin'in özel sekreteriydi. Kızılordunun politik kanadının başına II. Dünya savaşı sırasında geçmiştir. Ve bir Yahudidir.87
Bu tablo, Yahudi Stalin'in neden Yahudi düşmanı (!) olduğunu anlamak açısından oldukça önemli. Stalin'in gerçekte, hiçbir zaman Yahudi düşmanı olmadığını anlamak zor değil. Onun uyguladığı program, yalnızca Filistin'de kurulan İsrail devleti için gerekli olan Yahudi nüfusu oraya göndermek içindi. Yahudiler tarafından finanse edilip başa getirilen Nazilerin yapay Yahudi düşmanlıkları nasıl Almanya'daki göçe isteksiz Yahudileri "ikna" ettiyse, Rusya'da da oldukça kalabalık olan Yahudi nüfusu da Stalin'in yöntemleriyle ikna oldu.
1948'de kurulmasından sonra İsrail için herşeyden önemli olan ihtiyaç Yahudilerdi. En geniş potansiyel ise Stalin'in kontrol ettiği sınırlar arasında bulunuyordu.88
Göçe razı olmayan Yahudilerin bu yöntemle ikna edilmeleri kararı 1930'larda kesinleştiği için, Stalin bu yıllarda antisemitik politikaya başladı. Nazi hareketinin gittikçe dozunu arttırdığı Yahudi düşmanlığının Stalin'le aynı periyodlara uygun gelmesi bunun açık delillerinden biri. Nitekim, bu politika hedefine ulaştı, Rusya'da İsrail'e büyük çapta Yahudi göçleri oldu. Stalin'in gittikçe yoğunlaşan ve İsrail'in kurulmasıyla doruğuna ulaşan antisemitizm politikası beklenen sonucu vermişti:
İsrail bağımsızlığını kazandıktan sonraki dönemde, II. Dünya Savaşından sonraki ilk 3 yılda, Yahudiler Rusya'dan göç etmeye başladılar. Yüzlerce göçmen Romanya, Bulgaristan, Macaristan gibi demirperde gerisi ülkelerden göçe başladı. Bütün bu kaçış uğraşıları Yahudileri Rus kontrolünden kurtarmak yolundaydı. Bu sırada göçü organize etmek için Mossad Aliyah Bet adında bir organizasyon kurdu. 89
Stalin'in Yahudi düşmanı gözükmesinin diğer bir nedeni de dünya çapında yaptığı propagandadır. 40 milyon insanı acımasızca öldüren ve dünya tarihinin en büyük katillerinden biri olan Stalin'in Yahudi düşmanı olarak tanıtılması şüphesiz en çok Yahudi liderlerin işine yaradı. Naziler örneğinde de Yahudi liderler, psikopat insan kasaplarını, "rejim düşmanlarına" yani sivil halkın üstüne, ve siyonizme karşı çıkan Yahudilere karşı kullandılar. Ve bunun yanında, soykırım masalı sayesinde bütün dünyada hala kullandıkları bir mazlumluk imajı kazandılar. Stalin'in yöntemi de aynı oldu, dünyanın en kanlı diktatörü ve dolayısıyla "zavallı Yahudilerin düşmanı" olarak tanındı.
Komünizm'in Temel İşlevi: Din Aleyhtarlığı
Komünizmin temelini oluşturan Marks'ın din hakkındaki görüşleri, onun dine olan bakış açısını da göstermektedir aslında: "Din halkın afyonudur... Halkın aldatıcı mutluluğu olarak, dinin ortadan kaldırılması halkın gerçek mutluluğunun beyan ettiği taleptir." 90 Lenin ise dine olan bakış açısını şu sözlerle belli etmektedir: "Bir Marksist materyalist olmalıdır, yani din düşmanı." 91
Dünya düzeninin gerçekte komünizmden beklediği en büyük sonuç, dinin yok edilmesidir. Dini inançların, ahlak anlayışının yok edildiği, insanların komünist liderlere tapındığı bir toplum, Yahudiliğin dünya yönetimi hedefinde oldukça büyük bir zemin hazırlar. Aslında, dindışı her sistem dinin yok edilmesini hedefler. Faşizmde bu sonuç dinin yerine ırkçı hislerin aşılanması ve liderin ilahlaştırılmasıyla elde edilir. Kapitalizmde yeryüzü cenneti sunulur insanlara, gerçek cennet yerine. Komünizm ise, dine karşı doğrudan bir düşmanlık uygular. Dine karşı açık bir baskı ve aleyhte propaganda kullanılır. Bunun yanısıra faşist rejimlerde görülen "ilah liderler", komünist sisteminde kullandığı etkili bir yöntemdir. Materyalist dünya anlayışı söz konusu sistemlerin ortak özelliğidir.
Burada ilginç bir biçimde "İsrailoğulları" faktörüne bir kez daha rastlıyoruz. Meydan Larousse, Yahudilerin materyalizmi yaymak için gösterdikleri çabayı şöyle ifade ediyor:
İslam felsefesinde bağımsız bir felsefe akımı niteliğini kazanan maddeciliğin kaynağı, ilkçağ atomcu görüşüdür. Bu görüş, Hıristiyanlıktan sonra Suriye, Mısır, Irak gibi arap ülkelerinde, Yahudi düşünürler aracılığıyla yayıldı. Kısa bir sürede birçok Anadolu ve İran düşünürünce benimsenen maddecilik, eski puta tapıcı inançlarla da beslendi. Bu görüş evrenin dışında yaratıcı tanrısal bir güç olmadığını ortaya attı. Gerçek varlık, duyularımıza verilen, bedenimizi etkileyen, yaşadığımız ortamda bizimle yanyana olan belli nitelikleri, nicelikleri bulunan ve yer kaplayan varlıktır. Evrenin dışında başka bir evren başka bir hayat yoktur. Herşey maddedir. Ayrıca insan, düşünen, davranan, beslenen, çoğalan bir varlık olarak maddeyle sınırlıdır.92
Bunun yanısıra, Fransız İhtilali'nin ardından gelen materyalizm dalgasının savunucuları da Yahudilerdir. 19. yüzyılda pozitivizm olarak ortaya çıkan maddeciliğin temsilcilerini ise yine Yahudiler oluşturur. Freud, Spinoza, Durkheim, mason Auguste Comte gibi Yahudi felsefeciler materyalizmin önderliğini yapmışlardır. Komünizm ise, bu "dinsiz toplum" yaratma hedefinin en önemli yöntemlerinden biri oldu. Marks'la başlayan din düşmanlığı, bütün komünist rejimlerin ortak özelliğidir. Marks, aldığı Tevrat ve Talmud eğitiminin hakkını iyi verdi. Dinin tanımını şöyle yapıyordu:
Dinsel sıkıntı bir yandan gerçek sıkıntının ifadesi, bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı protestodur. Din, aklın içinden atıldığı toplumsal koşulların ruhu olduğu gibi, ezilmiş yaratığın iç çekişidir, taş yürekli bir dünyanın ruhudur da. Din halkın afyonudur... Halkın aldatıcı mutluluğu olarak, dinin ortadan kaldırılması halkın gerçek mutluluğunun beyan ettiği taleptir.93
Lenin ise dini şöyle tanımlıyordu:
Başkaları hesabına çalışmaktan, yerine getirilemeyen isteklerden ve yalnız bırakılmaktan yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal baskı biçimlerinden biri dindir... Böylelikle din halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir.94
Dini böyle tanımlayan komünist felsefe, din karşısında alınması gereken tavrı da şöyle açıklıyordu:
Marksizm bir materyalizmdir. Bu niteliğiyle 17. yüzyıl ansiklopedicilerinin materyalizmi ya da Feuerbach'ın materyalizmi kadar alabildiğine din düşmanıdır. Bu yalanlanamayacak bir şey. Ancak, Marks ve Engels'in materyalizmi, materyalist felsefeyi tarih alanına ve toplumsal bilimler alanına uygulamada ansiklopedicilerden ve Feuerbach'tan daha ilerilere gitmiştir. Dine karşı koymalıyız; bu materyalizmin, dolayısıyla da Marksizmin abecesidir. Ama Marksizm abeceyle yetinip kalan bir materyalizm değildir. Marksizm daha ileri gider. Der ki: Dine karşı savaşmayı bilmek gerek; bunun için de yığınların inancını ve dinlerin kaynağını materyalist bir biçimde açıklamak gerek.95
Marksist, bir materyalist olmalıdır, yani dinin düşmanı olmalıdır, ama diyalektik bir materyalist olmalıdır, yani dine karşı savaşını birtakım, dayanır bir biçimde (spekülatif), hiç değişmeyen, tekdüze bir propagandanın soyut ve salt teorik zemini üzerinde değil, somut bir biçimde, kişileri herşeyden daha çok ve herşeyden daha iyi eğiten gerçekten, yürürlükte olan sınıf savaşını zemini üzerinde düşünmelidir. Marksist somut durumu, olduğu gibi, tümüyle hesaba katmayı bilmelidir.96
Dine karşı savaşım devrimci burjuvazinin tarihsel görevidir ve batıda, burjuva demokrasisi, kendi devrimleri ya da feodalizme ve Ortaçağ uygulamalarına karşı saldırıları döneminde bu görevi geniş ölçüde yerine getirmiştir (ya da getirme çabasındadır). Almanya'da olduğu gibi Fransa'da da, sosyalizmden çok önce dine karşı bir burjuva savaşı geleneği olmuştur.97
Bizde ise Ekim İhtilali yasası ile bunlar sonuna dek çözümlenmiştir. Dine karşı gerçek olarak savaştık ve savaşıyoruz.98
Aynı felsefe bütün komünist rejimlerinde görülür., Çin Komünist Partisi Birleşik Cephe Faaliyetleri Şubesi'nden: Çang Çi, Yi'nin sözleri şu şekildedir:
Hiç şüphesiz, biz komünistler, kelimenin gerçek manasıyla Allahsızız. Hiçbir dine inanmayız. Bizim dünya görüşümüz diyalektik materyalizmin ve tarihi materyalizmin görüşüdür.99
Komünistler bu din düşmanlığını uygulama konusunda çok titizdirler. Sistemli ve temkinli bir propaganda sayesinde, yavaş yavaş dinin yokedilmesi gerektiğini, ani manevraların ters tepki yaratabileceğini söylemektedirler. Marx- Engels-Lenin-Stalin'in toplu eserlerinde şöyle denir:
Dinsel yasalara karşı savaşırken son derece dikkatli ilerlenmelidir, bu savaşımda dinsel duyguları yaralayan kimse, büyük zararlara yol açar. Savaşım, propaganda ve aydınlatma yoluyla yürütülmelidir. Savaşımı sert yöntemlerle yürütürsek, yığınları kendimize karşı kışkırtabiliriz; böyle bir savaşım yığınların ağırlığını din ilkesine göre derinleştirir, oysa bizim kuvvetimiz birliktedir. Dinsel önyargıların en derin kaynakları yoksulluk ve bilgisizliktir, bu hastalıklarla savaşmalıyız.100
Lenin'in sözleri de dikat çekicidir:
Aşırı baskı temeline oturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinsel önyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yok edilebileceğini sanmak budalalık olur... Bizim açımızdan ezilen sınıfın bu dünyada bir cennet yaratmak adına gerçek devrimci mücadelede birleşmesi öteki dünya cenneti konusunda proleteryanın görüş birliğine gelmesinden daha önemlidir. İşte bu nedenle programımızda ateist olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız. İşte bu nedenle eski önyargılarını henüz sürdüren proleterlerin partimize katılmalarını engellemiyoruz ve engellememek zorundayız.101
Dinin savunduğu sosyal adalet gibi bazı değerlerin sahte savunuculuğunu yapıp, bunun için de din düşmanlığını temel hedef belirlemek, işte komünizm!
Vazgeçilemeyen İçgüdü: Vahşet
Lenin: "Bazı kimseler bizi zalimliğimiz sebebiyle ayıpladıkları zaman, bu kişilerin en basit Marksist prensipleri dahi nasıl unutabildiklerine hayret etmekteyiz." 102
Siyonist dünya anlayışının bazı temel prensipleri vardır. Bu prensipler, her uygun ortamda her fırsatta hayata geçirilir. Bu ideolojinin temsilcilerinin geliştirdikleri sistemler ise bir yandan da bu prensipleri uygulayabilme amacını gütmektedir. Bu temel prensiplerin belki de en önemlisi siyonizmin en korkunç yüzüdür: Vahşet. Muharref Tevrat'ın üzerinde ısrarla durduğu bu büyük "misyon" dünya üzerindeki pek çok karışıklık, savaş, zulüm, işkence ve katliamda kendini gösterir:
Ve Allah'ın Rab onları senin önünde ele vereceği, ve sen onları vuracağın zaman, onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin, ve onlara acımayacaksın. (Tesniye, 7/2)
Fermanı ilan edeceğim, Rab bana dedi, Sen benim oğlumsun, Ben seni bugün tevlit ettim. İşte benden ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın, bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın. (Mezmurlar, 2/7-8-9)
Ancak Allah'ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu, bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. (Tesniye, 20/16)
Tevrat'ta yüzlerce benzeri bulunan yukarıdaki ayetler ona bağlı olanlara açık bir emir vermektedir: Yahudi olmayanların her türlü şekilde yok edilerek, katliama tabii tutulmaları. Komünizmin, fanatik Yahudi felsefesine "soy" ve düşünce yapısı olarak bağlı olan Marks, Lenin, Stalin gibi liderler tarafından bir vahşet makinası olarak yorumlanması acaba bir tesadüf mü?
Ne olursa olsun, komünizm, 1917'den bu yana 150 milyona yakın insanın ölümüne yol açtı ...
Katliam ve şiddet, komünizmin teorisinde vardır:
Marks ve Engels, devrimin her zaman kuvvet zoruyla olacağını savunurlar. Devrimcilerin, hakim güce karşı şiddet kullanmak zorunda oldukları konusunda ısrarlıdırlar ve her zaman terörizme verdikleri desteği açıkça belirtmişlerdir.103
Terörü prensip olarak hiç reddetmedik ve hiçbir zaman da reddetmeyiz.104
Propagandacılar her grubu basit bomba formülleriyle donatmalılar. Onlara işin mahiyeti hakkında açıklamalar yapmalı ve gerisini onlara bırakmalılar. Gruplar, derhal askeri eğitimlerine, operasyonlara katılarak başlamalılar. Bazıları bir casusun öldürülme işini veya bir polis karakolu bombalama görevini üstlenmeli. Bir kısmı ise banka soymalı...105
Biz politik öldürülmelere kesinlikle karşı değiliz, ancak devrimci taktikler açısından bireysel saldırılar uygun değildir ve zararlıdır. Sadece geniş halk kitleleriyle yapılanlar zekice bir politik mücadele olarak kabul edilebilir. Sadece geniş halk kitleleriyle doğrudan bağlantılı olan bireysel terörist hareketler değer taşırlar.106
Stalin Sonrası Sovyetler
II. Dünya Savaşının ardından, ABD'nin Yahudi ve mason başkanı Truman'ın "özel gayretleriyle" soğuk savaş dönemi başlamıştı. ABD, tüm dünyadaki anti-komünist hareketlerin destekçisi olduğunu ilan etti. Doğu ve batı birbirinden demir perde ile ayrıldı. ABD, dünyayı "komünizm canavarı"ndan kurtarmak için Marshall Yardımı ile başlayan bir programı uygulamaya koydu. Pek çok ülke de ABD'nin koruyucu kanatları —ya da hegemonyası— altına girdi.
Evet görünüm böyleydi. Ama ya gerçek? Eustace Mullins anlatıyor:
Sovyet Rusya'nın II. Dünya Savaşı'ndan galipler arasında çıkmasına izin verilmişti. Çünkü gelişmiş batı'nın yeni bir "Haçlı Seferi" başlatmasını sağlayacak ikinci "Şeytan İmparatorluğu"na ihtiyacı vardı. Rusya iflas etmişti ve savaşta 40 milyon, 1917 Bolşevik ihtilali'nden beri de 60 milyon vatandaşı ölmüştü, kendini besleyemiyordu; böylece bir kere daha "Dünya Düzeni" devreye girdi ve "düşman gücü"nü oluşturmak için Amerika'dan çok büyük miktarda yiyecek ve malzeme yardımı sağladı. 1916'nın Belçika tazminat komisyonu, 1948'in Marshall Planı'na dönüştü. Bir kere daha müttefikler için yardımlar Amerika'dan Avrupa'ya gemilerle taşındı, oradan da Sovyetlere yöneldi. Asıl amaç ise Sovyet Bloku'nu güçlendirmekti.107
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Dean Acheson Sovyetler Birliği'ne 300 milyon dolar borç verilmesi için lobi faaliyetinde bulundu. Frederic A. Delano'nun üvey kardeşi Ed Burling, Counting and Burling; şirketini kurdu ve buna Acheson, Donald Hiss ortaktı. Acheson'un lobiciliği başarısız olunca CFR alternatif olarak Marshall Planı'nı öne sürdü. CFR'nin yayın organı Foreign Affairs'de George Kennan tarafından "ihtiva planı"nı açıklandı. 1947'den beri ABD'nin Sovyetlere karşı dış politikası bu doğrultuda belirlenmiştir. ABD, yalnızca Rusya'nın sınırlarını değil, ayrıca askeri güçle elinde tuttuğu "tutsak ülkeleri" de garantilemiştir... Kennan, Rusya'da Bolşevik İhtilali'nden önce Jacob Schiff için Marksist ajan olarak çalışan George Kennan'ın kuzeniydi.108
Sovyet-ABD kutuplaşması nasıl gerçek olabilirdi ki? Her iki güç de siyonizm ile içiçeydi. Stalin ve Truman gibi iki "soydaş" liderin düşmanlıkları, aslında Eustace Mullins'in deyimiyle Dünya Düzeni'nin bir gereğiydi... 1953'te Stalin'in ölümünden sonra da Rusya'daki Yahudi gücü devam etti. Bu etkinlik dışarı yansıtılmadı. Stalin'in ünlü antisemit politikası, daha sonra da kısmen sürdürülerek, "Yahudi düşmanı komünizm" imajı devam ettirildi.
Stalin'in yerine iktidara gelen Kruşçev, İsrail'in nüfusa olan acil ihtiyacının azalmasına paralel olarak, Yahudi aleyhtarı propagandayı kısmen yumuşatarak devam ettirdi. Encyclopædia Judaica, Kruşçev dönemindeki antisemitizmi şöyle anlatıyor:
Kruşçev'in antisemitik politikası, Stalin'in politikasına göre daha ortalı idi. Kruşçev sadece Yahudilerin Nazi politikası sırasında katledildiğini gizlemekle kalmayıp Yahudileri "ekonomik suçlar" karşısındaki kampanyada örnek olarak gösteriyordu. Bu kampanya gizli servis tarafından, Mayıs 1961'den Kruşçev'in 1964'te ofisten ayrılmasına kadar devam etti.109
Fakat, bu politikanın ardında Rusya'nın batılı sermaye ile olan yakın bağlantısı ısrarla sürdürüldü. Kruşçev ile Amerikalı Yahudi finansör Rockefeller'ın ilişkisi bunun açık bir örneği:
David Rockefeller, 1964'te ilk kez karşılaştığı Kruşçev ile Kremlin'deki odasında yaptığı görüşmeden sonra, merakla sonucu bekleyenlere dönüp: "Bugüne değin yaptığım en yoğun ve verimli görüşme idi. Bizler, birbirimizi uzun süredir tanıyoruz. Uzun yılların verdiği birlikte çalışma alışkanlıklarına sahibiz" demişti.110
Kruşçev'den sonraki Brejnev döneminde de Sovyet çizgisi değişmedi. Soğuk savaş görünümü altında oldukça "sıcak" ilişkiler vardı. ABD'nin Yahudi stratejisti Henry Kissinger, Sovyet sisteminin gizli destekçisi oldu:
Kissinger'i gösteren Amiral Zumwalt bu konuda şöyle demektedir: "Sovyet gücünün genişlemesinde baş rolü Kissinger ve onun şahsında cisimleşen yumuşama politikası oynamıştır." 111
Brejnev döneminde Rusya, yapay antisemitik tutumunu daha da azalttı. Bu dönemde Yahudiliğe yapılan en büyük desteklerden biri, Sovyetlerin, Yahudilerin en önemli propaganda aracı olan "soykırım" masalını kabul etmesi ve bu konuda propaganda yaptırması oldu. Encyclopædia Judaica'dan öğreniyoruz:
Ekim 1964'de Kruşçev'in rütbesi indirilerek kollektif liderliğin başına Alexer Kosigin geldiğinde ve Leonid Brejnev gruba girdiğinde Sovyet Yahudilerine karşı davranışlarda önemsiz bir ilerleme görülmüştür. Sovyet topraklarında Yahudiler, Nazi Holocaust'unun kurbanları olarak görülüyordu. Ve bir seferinde Başbakan Kosigin yaptığı konuşmada antisemitizm için cemiyetin şeytanı demiştir. Ve 1965'de önde gelen gazetelerde bu doğrultuda makaleler yazılmaya başlandı.112
Fakat 1967'deki Altı Gün Savaşı, beraberinde yeni bir politika getirdi. Arap-İsrail savaşlarında Rusya'ya Arapları destekleme görevi verilmişti. Mısır'ın mason diktatörü Nasır'ın ordularının sahte 1967 savaşında İsrail'e saldırırken kullandığı silahları Sovyetler "hediye" etmişti. Sonuçta özgürlük ülkesi ABD'nin desteğini alan İsrail'in, komünistlerin desteklediği Arap'ları yendiği propagandası yapıldı. Brejnev döneminde Rusya dış politikasının gerçek mimarı ise ABD'nin Yahudi "harika adamı" Kissinger idi. Brejnev, bu gerçeği ilginç bir şekilde dile getirmişti. Eustace Mullins'den öğreniyoruz:
Rus diktatörü Brejnev'e, Rusya'nın neden Ortadoğu görüşmelerinde bir rol almadığı sorulmuştu. O da şöyle cevap verdi. "Bizim temsile ihtiyacımız yok. Kissinger bizim Ortadoğu'daki adamımızdır.113
Amerika'nın ünlü iş adamları ve politik liderleri, örneğin W. Averill Harriman, Sovyet yanlısı faaliyetlerini saklamaya gerek duymamaktadır. Rus Büyükelçisi Dobrynin, Henry Kissinger'in ikili rolü için: "Ben gülümseyerek olduğum yerde oturuyorum. Kissinger bizim için görüşüyor" diyordu.114
ABD-Sovyetler kutuplaşmasının ardında ilginç ekonomik ilişkiler sürdürülüyordu:
Soğuk Savaş başladıktan sonra finansörler Sovyetler'i desteklemeye devam etti. 1967'de New York Times'in haberine göre Rusya'yla ticareti geliştirmek için yeni bir konsorsiyum oluşturulmuştu. Buna Cyrus Eaton'un Tower Corp.'u, Rockefeller'in International Basic Economy Co. ve Londra'dan N. M. Rothschild and Sons dahildi. Eaton, Komünizm sisteminin Sovyetler Birliği halkını memnun ettiğini söyledi. Eaton 1939'daki Stalin-Hitler Paktı'nın da ilk destekçilerindendi.115
Bolşevik İhtilali, New York Federal Reserve Bankası'nın üç yöneticisi tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bunlar William Boyce Thompson, George Foster Peabody ve William Woodward'du. Federal Reserve Sistemi desteklerini sürdürmektedir, Sovyet Merkez Bankası Gosbank'ya yakın ilişkileri vardır. Gosbank, Sovyetler Birliği'nin Komünist Partisi'ni kontrol etmektedir. Gosbank'ın 5.000 çalışanı vardır, fakat emirleri başka bir kuruluştan aldığından pasif bir bankadır. Gosbank-Federal Rezerv Sistemi'nin işbirliği, İsviçre'deki Bank For International Settlements aracılığıyla sürdürülmektedir.116
Brejnev döneminin ardından gelen Andropov, Çernenko ve Gromiko yönetimlerindeki kısmi açıklık politikası Sovyetler'in İsrail'le olan yakınlığını zaman zaman gizlemeye ihtiyaç görmeden ortaya koymasına yol açtı. 1985'de Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Andrey Gromiko aşağıdaki açıklamayı yapmakta bir sakınca görmüyordu. Hürriyet'e haber konusu olan konuşma:
Arap dünyasında İsrail'i yıkmak isteyen aşırı görüşlere karşıyız. Sovyetler Birliği İsrail'e hiçbir şekilde düşman değildir, tam tersine İsrail'in barış ve güvenlik içinde, bağımsız ve egemen olarak yaşamasını isteriz.117
Ve bu dönemin ardından Gorbaçov ve kapitalistleşen Rusya geldi...
Marksistler ve Kapitalistler
Komünizm, kendi iddiasına göre, sermaye sahipleri tarafından ezilen ve sömürülen sınıfların özgürlüklerini kazanma ve adil bir sistem oluşturma mücadelesini tarif eder. Ve bu anlamda, bazı komünistler tarafından Yahudi sermayedarlara ve burjuvazinin bir örgütü olan masonluğa karşı açılmış bir savaş olarak tanımlanır. Onlara göre kapitalizm, Yahudi sermayesinin, masonluğun kısaca burjuvazinin sömürü sistemidir ve komünizm de bu sistemin karşı rejimidir. Komünist teorisyenler de genellikle Yahudi aleyhtarlığı ile tanınırlar. Marks'ın Yahudi sermayesi aleyhinde yazılan kitapları buna delil gösterilir.
Fakat, pek çok komünistin körü körüne inandırıldığı bu düşünce tamamen yanlıştır ve büyük bir senaryoya dayanır. Kapitalizm, gerçekten de Yahudi sermayesinin, masonluk ve türevi olan örgütlerin, komünistlerin deyimiyle "burjuvazi"nin sömürü aracıdır. Ama işin şaşırtıcı tarafı komünizmin de bu güçler tarafından yaratılmış ve geliştirilmiş bir ideoloji olmasıdır. Kapitalizme karşı oluşan haklı tepki ve adalet isteği, Yahudi kapitalistler tarafından oluşturulan bu sahte karşı rejimle kontrol altına alınmıştır. Bir yandan "Para Yahudinin ilahıdır" diyen Marks'ın öte yandan devrin en büyük Yahudi sermayedarı Rothschild tarafından finanse edilmesinin nedeni de bu olsa gerek. Zaten büyük vaadlerle ortaya çıkan komünizmin de uygulama aşamasında sömürüyü ortadan kaldırma gibi bir fonksiyonu hiçbir zaman olmadı. Marks tarafından ortaya atılan ve asla oluşmayacak bir ütopya uğruna yüz milyonlar ölürken, komünist ülkelerde sömürü bütün şiddetiyle devam etti.
Bu nedenle, Gorbaçov'un başlattığı ve Sovyetler Birliği'nin ortadan kaldırılması ile sonuçlanan sürecin de bu gücün çıkar, hedef ve yöntemleri göz önünde tutularak yorumlanması gerekir. Rusya'da bugün ulaşılan sonuç, pek çok insana "komünizm yıkıldı, özgür dünya kazandı" gibi kabul ettirilse de, olayda gelişen manevralar ve varılan nokta çok farklıdır.
Rusya, çok kısa bir sürede, ilginç politik ve sosyal gelişmeler sonucunda, "komünist Rusya"dan "kapitalist Rusya"ya dönüşme yoluna girmiştir. Bu önemli değişimin nedenini anlamak için, komünizmin ne amaçla, hangi şekilde kullanıldığını çok iyi bilmek gerekiyor. Komünizm, Yahudi sermayesinin —ya da komünistlerin deyimiyle burjuvazinin— oluşturduğu kontrollü bir "karşı rejimdir". Yahudi sermayesinin gerçekten dünya üzerinde uyguladığı büyük sömürüye karşı oluşan haklı tepki ve sosyal adalet ihtiyacı, aynı sermayedarlar tarafından oluşturulan bu karşı rejimle kontrol altında tutulmuştur.
Komünizmin dünya düzenine getirdiği diğer büyük kazancın dini yoketmek olduğunu unutmamak gerek. Komünizm, dini yoketmenin, insanı maddeye yöneltmenin bir yöntemidir. Aynı sonuca kapitalizmle, ya da faşizmle de ulaşılabilinir. Bir ülke için hangi yöntemin deneneceğini ise, o ülkenin sosyolojik yapısı belirler.
Komünizm bir disiplin ve baskı rejimidir. Marks'ın teorileri bütün Avrupa'da yayılmaya çalışılmışsa da en büyük etkiyi şüphesiz Rusya'da yaratmıştır. Bunun nedeni ise Rusya'nın doğu kültürüne sahip, baskı ile yönetilmeye alışık halkının bu rejimi kabullenmeye çok daha uygun olmasıdır. Batı Avrupa'da ve Amerika'da ise ulaşılması gereken toplum modelini komünizm yöntemiyle getirmeye çalışmak, toplumdan karşı tepki toplamaktan başka bir işe yaramaz. Batı'da aynı sonuca kapitalist ahlak sistemiyle ulaşılmıştır. Sovyetler Birliği'nde yapılan değişim ise aslında yalnızca bir yöntem değişimidir. Gelişen dünya şartlarının oluşturduğu kültür, Sovyet toplumunu da etkilemiştir. Komünist sisteme halkın göstermeye başladığı tepki, artan ekonomik problemlerle birlikte rejimi zora sokmuştur.
ABD'nin "şahin"lerinden, Trilateral'in Başkanı Yahudi stratejist Brzezinski, Markizm'in "iman"a karşı olan misyonunu ve bu sayede istenen "insan" modelinin yaratılmasındaki katkısını bakın nasıl övüyor:
1950'li yıllar yeni mandaterizmin düşünceden örgütlenmeye daha akıllıca yaygınlaşmaya başladığı dönemdir. Bu gizli örgütün, Trilateral'in tepe noktasında ABD (Wall Street), taban noktalarında ise Japonya ve Avrupa'da bulunan mason üçgeni, bir başka deyişle Tokyo Borsası ve Londra kenti bulunur.
Masonik kompleksten ajanları da bünyesinde toplayarak gelişen bu örgütün düşünürlerinden Brzezinski: "Marksizm, aklın iman üzerinde bir zaferi, insanın evrenselci vizyonunun olgunlaşmasında hayati ve yaratıcı bir aşamadır" diyordu; gene aynı kuruluşun Amerika'daki sözcülerinden C. Smith, buna şunu eklemektedir: "Her durumda Trilateral hiçbir şekilde anti-komünist olmamalıdır". Ayrıca gene Carter'ın, danışmanı olduğu dönemde Brzezinski: "Olasıdır ki, yakın bir gelecekte savaş ve barış sorunları, II. Dünya Savaşından beri uluslararası ilişkilere egemen olmuş Doğu ve Batı arasındaki askeri güvenlik sorunlarından çok, Kuzey ve Güney arasındaki ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklanacaktır" diyordu.118
Konunun başından beri incelendiği gibi, aslında kapitalizm ve komünizm hiç de sanıldığı gibi birbirine karşıt iki rejim değil. ABD'nin ve sisteminin aradığı "Şeytan İmparatorluğu" olma görevini yüklenen Sovyetler'in senaryonun bir parçası, Charles Levinson'un deyimiyle "Votka-Cola İmparatorluğu"nun bir uzantısı olduğu ortada.
Bu durumda, bu iki gizli müttefiğin oynadıkları "düşmancılık" oyununun 1980'lerin son yıllarında neden sona erdirildiği, iki kutuplu dünya modeline neden son —ya da ara— verildiği sorusu gündeme geliyor. Acaba, Brzezinski'nin çok "takdir" ettiği "Marksizmin iman üzerindeki zaferi"nin artık sona ermeye başlamış olması, 1980'lerde tüm dünyada yükselen İslami hareketlerin tehlikeli boyutlara ulaşması bunda bir etken mi? Üçüncü bir kutup oluşmaya başlarken, eski —sözde— iki kutbun birleşmesi, en azından çatışmayı bırakması bir şeylerin göstergesi değil mi? Gerçek "tehlike" ortaya çıkmaya başlayınca, danışıklı dövüşlere son verilmesinin, hatta Amerika'nın "şeytan imparatorluğu" olarak kimi müslüman ülkeleri seçmeye başlamasının oldukça önemli göstergeler olduğuna şüphe yok.
85'lerden sonra Rusya'da başlayan dine yöneliş de, komünist yöntemin değiştirilmesi gerektiği konusunda önemli sinyaller verdi. Yıllardır dinin "halkın afyonu" olduğuna inandırılan Sovyet vatandaşları, 1917'den beri süren "Allahsızlık Evleri", "Allahsızlık Enstitülerinden" bıkmaya başladılar. Özellikle Orta Asya'daki dini uyanış Sovyet yetkililerinde panik yaratmıştı. Ve çözüm geldi; Komünizm yerini kapitalizme devredecekti. Yapılan, yalnızca değişik şartlara göre farklı yöntemler kullanmaktı. Brzezinski Soyvetlerin dağılacağını çok daha önceleri bildirmişti...
Gorbaçov, Perestroyka ve Glastnost
Bu değişim için Yahudi çevreleriyle yakın ilişkiler içinde olan, "İsrail dostu" Gorbaçov ilk lider olarak seçildi. Gorbaçov'un başlattığı reformlar bilindiği gibi ilk defa Rus toplumunun kapitalist rejimle yakınlaşmasını sağladı. Gorbaçov döneminde gelişen reformların Yahudilere getirdiği kazançları Şalom gazetesi şöyle ifade ediyordu:
Perestroyka gerçekleştirildiği takdirde, sosyal kademelerde yükselmeler olacağı ve Yahudilerin bundan yararlanacağı doğaldır... Sovyet Yahudileri Gorbaçov'u diğerlerinden fazla destekleyecektir.119
Gorbaçov döneminin bir özelliği de Sovyet-Yahudi bağlantısını artık açık bir şekilde sergilemekten kaçınmaması oldu. 1991'de Birleşmiş Milletler'de Siyonizm hakkında yapılan oylamada, Sovyet Dışişleri Bakanı Boris Pankin "Siyonizmi ırkçılık sayan düşüncenin buzul çağından kalma olduğunu" söylüyordu.120
Bu dönemde Sovyet-Yahudi ilişkilerinde, Mossad'da önemli bir yer tutuyordu. Mossad Ajanı Maxwell'e Sovyetlerin yaptığı yardım açığa çıktı. Buna karşılık Maxwell de KGB'ye bilgi sağlıyordu:
İngiliz basın imparatoru Robert Maxwell'in KGB'ye bilgi akışı sağladığını anlatan Soloviev, önemli noktalara gelmiş, şüphe çekmeyecek isimleri kullanmanın örgütün en önemli felsefesi olduğunu kaydetti.121
KGB'de görev alan Levchenko gibi Yahudiler de bu bağlantının bir göstergesiydi.
Gorbaçov'un Perestroyka'sı ise ilk kez Kapitalizm'in esintilerini Rusya'ya getirdi:
Suçun perestroykası... Sovyetler Birliği'nde son yıllarda yaşanan olaylar karşısında, Sovyet vatandaşlarının önemli bir bölümü eski günleri, hatta Stalin dönemini özlemle anma noktasındalar. Yaygın kanıya göre o günlerde, Mafya Kremlin'deydi, şimdi ise sokaklarda. Gorbaçov'la birlikte Sovyet toplumuna bugüne dek görülmemiş bir serbestliğin, özgürlüğün geldiği kesin. Ama, madalyonun bir de öteki yüzü var. Yalnızca 1988'de, bir yıl öncesine kıyasla suç oranındaki artış % 40. Kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, soygunlar giderek yaygınlaşıyor ve daha da kötüsü kanıksanıyor. Bir bakıma, Sovyet toplumu giderek "Batılılaşıyor." 122
Gorbaçov, iktidarda bulunduğu süre boyunca Yahudi Lobileri'yle yakın bağlantı içinde olmuştu. Moskova'da açılmasını desteklediği B'nai B'rith Locası kısa sürede Gorbaçov'la olan ilişkilerini oldukça geliştirmişti. Gorbaçov'un, aralarında Kissinger, Rockefeller gibi Yahudi Lobileri'nin kilit isimlerinin de bulunduğu Trilateral heyetleriyle yaptığı görüşmeler de bunun bir göstergesiydi:
Ocak 1989'da aniden B'nai B'rith Moskova'da bir loca açtı. B'nai B'rith, Gorbaçov ve arkadaşlarıyla samimi bir ilişkiye girerek de ikinci büyük başarısını kazandı. Acaba hepsi bir tesadüf müydü? 20 Ocak 1989 sayılı Humanité, Moskova'da bir Trilateral Komisyonu'yla, Sovyet liderlerinin karşılaşmasını yazar. Bu görüşmeye katılanlar Trilateral'den Rockefeller, Berthoin, Okowara, Giscard d'Estaing, Kissinger, Hyloand, Nakasone; Sovyetler Birliği'nden Gorbaçov, Yakovlev, Medvedev, Faline, Akhromeiev, Dobrynine, Tchernalev, Arbatov, Primakov.123
Gorbaçov'un bağlantıları Rockefeller, Kissinger, Brzezinski gibi Yahudi Lobisi'nin önemli simlerine ve Trilateral ve CFR gibi iki büyük Yahudi Lobisi'ne uzanıyordu.
David Rockefeller ve Kissinger, Sovyet Lideri Mihail Gorbaçov'u yakından eğitiyorlar ve kolaylıkla bağlantı kuruyorlar. Onun son politikalarından ise övgüyle bahsediyorlar. Gorbaçov kurtulmak için ABD'den, 100 milyar dolarlık bir hediyeye ihtiyacı olduğunu belirtti. Uzun zamandır Trilateralist olan ve dünya amacına bağlı olan Bush, Amerikalılar için hayır diyebilirdi; ancak Gorbaçov uygun hareket ederse 20 milyar dolar verebileceğini belirtti. Ama sadece 1.5 milyar dolar borç verebileceğini daha sonraki Bilderberg toplantısında açıkladı.124
Dünyayı izleyenler Sovyet Diktatörü Mihail Gorbaçov'un perestroika ve glasnost gibi barış yanlısı hareketlerine ya da Doğu Avrupa'da olan gelişmelere şaşmamışlardır. Bütün bunlar aslında Komünist patronlarla onların iş ortakları Lawrence ve David Rockefeller ile bunların Trilateral Komisyonu'ndaki bağlantıları sayesinde gerçekleşmiştir.
Barışa yönelik yeteri kadar hareket olmalıdır ki, Amerikalılar büyük miktarda yardım yaparak, Demir Perde ülkeleri ile ekonomik olarak bağlantı kurabilsinler. Yeterli miktarda savaş korkusu kalmalı ki askeri-endüstri ve özellikle stratejik savunma alanları kar edebilir halde kalsın.
Trilateral'in amacı Sovyetler Birliği'ni ve komünist Doğu Bloku ülkelerini "dünya ekonomisinin ortakları" yapmak, bunu sağlamak için de Amerika'nın 3. Dünya Ülkelerine yaptığı yardımların kanalı olan Dünya Bankası ile IMF'ye üyeliği gerekmektedir.
Rockefeller 1989 Ocak'ta Moskova'ya bir Trilateral Delegasyonu'yla beraber gitti ve Gorbaçov'la uzun bir toplantı yaptı. Burada Sovyet hükümetine dünya ekonomisine ortak olmak için ısrar etti ve Dünya Bankası ile IMF'le üyelik önerdi. Şubat'ta Rockefeller, CFR'den bir delegasyonla Varşova'ya gitti ve aynı teklifleri Polonya'ya yaptı. 17 Nisan 1980 tarihli Christian Science Monitor dergisinde Jeremiah Novak: "Sovyetler Birliği'yle sürekli gelişen ilişkiler sayesinde Trilateral, ilerki bir tarihte Sovyetler'le birleşmeyi umut ediyor".
Brzezinski: "Kalkınmış ülkelerden oluşan ve Atlantik devletlerini, Avrupa Komünist ülkelerini ve Japonya'yı kapsayacak çalışmalar yapılmalıdır" diyor.125
Komünizm-kapitalizm yakınlaşmasının önemli isimleri hep ilginç kişilerdi. Henry Coston anlatıyor:
Moskova'da B'nai B'rith Locası'nın açılmasına 12-19 Ekim 1988'deki toplantıda karar verildi. B'nai B'rith delegasyonu Seymour Reich tarafından yönetiliyordu. Seymour Reich delegasyonun dünya çapında başkanı Morris Abram'ın yerine 1987 yılında geçti.126
Kapitalizmle uluslararası komünizmin kucaklaşması öyle birdenbire olmadı. Bunun ön görüşmeleri 80'li yıllarda başlamıştı. Bu yakınlaşma için çalışan sadece Amerikan petrolcüsü Yahudi Armand Hammer değildi. Onun gibi bir Rus Yahudisi olan Edgar Bronfman da eski Yahudi ve bolşevik üyelerle aynı amaçta çalışıyordu. Dünya Yahudi Kongresi'nin Başkanı olan Edgar Bronfman'ın ilk başarısı Budapeşte'de gerçekleşti. Kongre'nin Budapeşte'deki toplantısında Moskova Başhahamıyla görüşmüştü.127
Edgar Bronfman büyük bir patron, uluslararası alkol sanayisinin patronu (ünlü Seagram şirketinin patronu) şampanya ve kanyak piyasasını elinde tutuyor... Bu bolşevik-kapitalist yakınlaşmasında Armand Hammer'in bir milyarder arkadaşı da buluyoruz: Carlo de Benedetti. Benedetti İtalyan Yahudi cemaatinin en önemli üyesi. Ayrıca besin sanayisinin de en önemli simalarından. Benedetti IBM'den sonra dünya micro-information piyasasında en önemli kuruluşun başında.128
Gorbaçov döneminde ülkeye resmen giren bir başka lobi ise, Rotary Kulüpleri oldu:
Kremlinli Rotaryenler... Rotary Kulübü, yakın zamana kadar Sovyetler'de kapitalizmin simgesi olarak görülüyordu. Ama ne olduysa Stockholm'de oldu ve Sovyet yetkilileriyle, Rotary yetkilileri ufaktan flört etmeye başladılar. Sonunda, aşk izdivaca dönüştü ve kulübün Kremlin'de de kurulmasına karar verildi. İlk üyeler de oldukça kalburüstü isimlerden oluşuyor: Ekonomist Popov, kozmonot Sevastianov, tarihçi Afanasiev ve daha bir çok etkili ve yetkili kişi.129
Fakat, ülkede esmeye başlayan kapitalizm rüzgarlarına muhafazakar kanattan gelen tepki üzerine, Gorbaçov ve ekibi tasviye edilecek, göstermelik bir darbe ile yerine daha da uygun bir isim getirilecekti.
Gorbaçov ise, görevi sona erdikten sonra da "Yahudilerin gerçek dostu" olarak kalmaya devam etti. Bu sıfat, İsrail'e yaptığı ziyarette kendisine verildi. Şalom'daki habere göz atarsak:
"Gorbaçov İsrail'deydi." Mihail Gorbaçov, İsrail'e yaptığı 4 günlük ziyaret esnasında gerek verdiği demeçler, gerekse takındığı tavırlarla İsrailliler tarafından "Yahudilerin gerçek dostu" olarak ağırlandı. Haifa Politeknik Enstitüsü'nün davetlisi olarak İsrail'e ilk kez giden Gorbaçov ve eşi Raisa, ilk olarak Nazereth ve Tiberiya'da ki dinsel yerleri gezdi.
İsrail Başbakanı Yitzhak Şamir ve İşçi Partisi Lideri Yitzhak Rabin ise görüştükleri Gorbaçov'a, Soyvet Yahudilerini özgürlüğe kavuşturduğu için kendisine teşekkür etti. Gorbaçov, İsrail'de yaşayan Arapların liderleri ile görüşme yapmak istemedi, ayrıca Yahudi Devleti'ni kuranları saygıyla andı ve de Golan Tepeleri'nde kurulan Yahudi yerleşim merkezlerinin İsrail için vazgeçilmez derecede önemli olduğunu vurguladı.130
Bu ziyaret sırasında ilginç bir gelişme daha olmuş, bir İsrail Üniversitesi Gorbaçov'u "hizmetlerinden dolayı" kutlayarak, kendisine 35.000 Dolarlık bir ödül verildiğini Jewish Chronicle haber konusu yapmış:
Mihail Gorbaçov, eski Sovyet lideri, İsrail'e ilk ziyaretini Haziran'da İsrail'in teknoloji enstitüsü olan ünlü Technion'dan Hawwey Prize'ı aldığında yaptı. Profesör Zehev Tadmor, Technion başkanı, bu ödülü İngiliz Technion Grubunun liderleri ve destekçilerini Londra'da ziyaret ettiği sırada ilan etti. Profesör Tadman bu 35.000 dolarlık ödülün Gorbaçov'a Ortadoğu'da barış reklamının yapılması için verildiğini söyledi.
Bu ödül için, Profesör Tadmor'un davetiyesi Dışişleri Bakanı David Levy bir Moskova ziyareti sırasında Gorbaçov'a ulaştırdı. Cevapta Gorbaçov, Profesör'e ödül için çok müteşekkir olduğunu yazdı.131
Bu arada, Kudüs ziyareti sırasında Gorbaçov'un mason olduğu söylentileri yayıldı: "Gorbaçov Kudüs'te New Age'in ekonomik amaçlı toplantılarına katıldı. Burada pek çok kişi orun mason olduğunu söylüyordu." 132
Gorbaçov, İsrail'e yaptığı ziyarette Rabin'le arasındaki diyaloğu, İsrail'e yakınlaşma çabalarını ve bu çabalarının Rusya'da bazı kesimlerde nasıl yorumlandığını şöyle anlatıyor:
Rabin ile zaman faktörü üzerinde de durduk. İsrail ile Araplar arasında anlaşmaya varılması uzun ve karmaşık çabaları gerektirebilir. Bu yüzden Rabin'e "umarım Hazreti Musa'nın Yahudi kavmini çölden çıkarmasından daha fazla vakit almaz" dedim. Hatırlıyorum, ilk kez 1989'daki Politbüro toplantısında İsrail'le diplomatik ilişki kuramamış olmamızın eksikliğine ve anormalliğine işaret etmiştim. İsrail'le ilişkileri normalleştirme kararı, Polit Büro'nun liderlik rolünün ortadan kalkmasıyla verildi. Bu kararı, demokratikleşme sürecimiz çerçevesinde, Devlet Başkanı sıfatıyla ben verdim. Ve "Yahudi-Mason komplosundan" söz ederek feveran edenlerin dışında halkın büyük çoğunluğu, olumlu tepki gösterdi.133
Ne dersiniz, sizce "Yahudi-Mason komplosundan söz ederek feveran edenler" haklı mıydı?
Bir Garip Darbe
19 Ağustos 1991'de gerçekleşen ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla sonuçlanan darbe oldukça ilginç gelişmelere sahne oldu. KGB üyelerinin çoğunlukta olduğu muhafazakar kanat, Gorbaçov'u indirerek yönetime el koydu. Fakat darbe yönetiminin ömrü çok kısa oldu. Üç gün süren darbenin getirdiği sonuç, yıpranmış bir isim olan Gorbaçov'un yerine Boris Yeltsin'in getirilmesi ve Sovyetler Birliği'nin sona ermesiydi.
Fakat darbenin gelişimi "işin içinde bir iş" olduğu izlenimi veriyordu. Türk basınında yer alan haberler:
Darbe haberi yayılmaya başladığı sırada Devlet Başkanı Gorbaçov, Kırım Yarımadası'ndaki Foros'ta bulunan villasında tatildeydi... Yazov'un emriyle Moskova'ya gönderilen askerler, bazı önemli binaları kordon altına almaya başladığında saat 09:00 olmuştu. Bu sırada, darbeye kafa tutabilecek tek kişi, Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin, çoktan kalkmış, yardımcılarıyla birlikte nasıl bir tutum takınılması gerektiğini konuşuyordu. Rusya, Sovyetler Birliği'ni oluşturan 15 cumhuriyetin temel taşı, Yeltsin halk tarafından en çok sevilen liderdi. İnanılması güç ama, darbeye tepki gösterebilecek, halkı ayaklandırabilecek tek kişi elini kolunu sallayarak, evinden çıkıyor ve arkadaşlarıyla yine hiçbir engellemeyle karşılaşmadan, Rusya parlamentosu binasına geliyordu...
Körfez Savaşı'yla ününe ün katan CNN, hemen Moskova'dan canlı darbe yayınına geçmişti bile. CNN'i izleyenlerin, Moskovalıların, kahramanca darbeye direnmeye başladığını sanmasına karşın, Yeltsin, saat 11:34'te parlamento binasından çıkarak bir tanka yöneldiğinde, çevredekilerin sayısı en fazla 150 kişiydi. Darbecilerin gönderdiği bir tankın üzerine çıkan Rusya lideri, yasal Devlet Başkanı Gorbaçov'un, "ağcı bir darbe"yle iktidardan uzaklaştırıldığını söylüyor ve halkı ODK'yı (darbe komitesi) protesto etmeye çağırıyordu. Yeltsin'in bu çağrısı, darbeciler için sonun başlangıcı oldu. CNN'in ileri sürdüğü gibi yüz binlerce kişi olmasa da, küçük ama kararlı bir kalabalık, Rusya parlamento binası önünde toplanmaya başladı. 21 Ağustos günü, saat 13:21'de Yeltsin, darbecilerin kaçmaya çalıştığını açıkladığında herkes rahat bir soluk aldı.134
19 Ağustos sabahı, Sovyetler Birliği'nde yönetime elkoyan Olağanüstü Durum Komitesi'nin (ODK) üyeleri, sanki sözleşmişcesine, bir darbenin başarıya ulaşmaması için ne gerekiyorsa yaptı.135
Gorbaçov, komploya karışmış olabilir ya da çok pasif kalarak bunu kolaylaştırmış olabilir... Sovyet resmi haber ajansı TASS'ın da Gorbaçov'un görevden uzaklaştırılacağından, olay öncesinde haberdar olduğu ileri sürüldü... Sovyet Nesavisimaya gazetesinin, dün telefaksla dağıtılan olağanüstü sayısında, yönetime el koyan Olağanüstü Hal Devlet Komitesi'nin, Devlet Başkanı Gorbaçov'un görevden alındığına ilişkin bildirisinin metninin, resmi haber ajansı TASS'a, olaydan iki gece önce verildiği savunuldu.136
İşte bu garip darbe, Gorbaçov'u indirirken yerine Yeltsin'i getirdi. Yeltsin'in özelliği ise, kapitalizmi Rusya'ya daha çabuk getirebilecek olmasıydı:
Gorbaçov'un darbeyi tezgahlayan adam olduğu iddia edildi. Bu iddialar, darbeden sonra büyük ölçüde gözden düşürülen Sovyet liderinin yerine en Amerikancı kişinin, örneğin Yeltsin ya da benzeri birinin getirilmesini amaçlıyor.137
Bu göstermelik darbenin perde arkasında ise CIA olduğu bildirildi:
Darbenin arkasında CIA vardı. ABD'deki 20 bin üyeli Komünist Partisi lideri Gus Hall Soyvet Lideri Mihail Gorbaçov'a karşı düzenlenen darbe girişiminin ardında sanıldığı gibi Komünist Parti'nin değil, CIA'nın bulunduğunu öne sürdü.138
CIA'nın bu göstermelik darbedeki rolü, darbenin bir hafta öncesinde İsrail Dışişleri Bakanı Peres ile dört üst düzey Rus yetkilisinin yaptığı gizli görüşme de göz önünde bulundurulursa oldukça ilginç bir tablo ortaya çıkıyor: Darbe, yeni düzenin patronlarının çıkarlarına uygun olarak geliştirilmiş bir senaryo. Nitekim darbe sonrasında başa geçen Yeltsin ve izlediği yöntemler de bunu doğruluyor...
Boris Yeltsin'in Misyonu
Darbe sonucunda Gorbaçov siyasi gücünü yitirirken yerine, darbe sayesinde kahraman olan bir isim geçti: Boris Yeltsin. Yeltsin, Gorbaçov'un başlattığı kapitalistleşme sürecini daha da hızlandırdı. Başa gelirken verdiği en büyük söz "tüm Rus halkını kapitalist yapmaktı": Yeltsin bu iş için biçilmiş kaftandı. En önemli özelliğini, CNN'e verdiği bir demeçte şöyle açıklıyordu: "Ben Allahsızım." 139
Yeltsin, gerçekten de kendisinden beklenenleri yerine getiren biri. Amerikan hükümetinin her isteğini yerine getiren, yeni dünya düzenine katkıda bulunan bir lider:
Boris Yeltsin Kremlin'e geldiğinden beri, Rusya, ABD ile iyi bir dost olmaktan da öte bir ilişki kurdu. Konu ne olursa olsun, silahsızlanmadan, Yıldız Savaşları'ndan Yugoslavya'ya, Yeltsin ve batı taraftarı Dışişleri bakanı Andrei Kozyrev, Bush hükümetinin isteklerini yerine getirmeye hazırdırlar. Bu müsamaha Bush'un kampanyasında "soğuk savaşı biz kazandık" demeciyle sergilenmiş oldu.140
Yeltsin'i başa getiren ve destekleyenler ise, daha önce de olduğu gibi yine Yahudiler. Jewish Chronicle, Yeltsin'i kimin finanse ettiğini şöyle bildiriyor: "Bugün Rusya'nın en zengin adamlarından biri olan 44 yaşındaki Yahudi Mr. Borovoi, Boris Yeltsin'in "demokratik Rusya" hareketinin finansörü." 141
Yeltsin'in yardımcısı Rutskoi'n da yine bir Yahudi olduğunu Jewish Chronicle'dan öğreniyoruz:
Yahudi Servis Başkanı Simcha Dinitz, eski Sovyetler Birliği'nden yeni Yahudi göçleriyle ilgili haber vererek geldi. Sovyetler Birliği turunda Rusya Başkan yardımcısı Aleksandr Rutskoi ile Kremlin ofisinde buluştu. Rutskoi annesinin Yahudi olduğunu açıkladı.142
Rutskoi, eğer Yeltsin iktidardan indirilirse, onun yerine geçecek en güçlü isim olarak görülüyor... "Yeltsin'in Dışişleri Bakanı Andrei Kozirev'in de Yahudi asıllı olduğu söyleniyor." 143
Ülke içinde Yahudi Lobileri'nden bu derecede büyük bir yardım alan Yeltsin, dışarıdan da aynı lobilerin denetiminde çalışan gizli servislerden destek gördüğünü Sabah bildiriyor:
Amerikan Merkezi Haberalma teşkilatı CIA'nın Başkanı Robert Gates, son yaptığı açıklamada, ülkesinde muhalefet ile başı hayli dertte olan Boris Yeltsin'e destek mesajı gönderdi. Emekli gizli servis elemanları tarafından kurulan derneğin yıllık toplantısına katılan CIA Başkanı Gates, konuşması sırasında, Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in kendisini demokratik reformlara adadığına inandığını ve kısa dönemde Yeltsin'in varlığının Rusya'nın ilerlemesi için "şart" olduğunu vurguladı.
Gates konuşmasında "bence başkan Yeltsin'in kendisini ülkesinin ilerlemesine ve demokratik reformların uygulanmasına adadığı konusunda kuşkuya gerek yok. Reformlar için Yeltsin şart" dedi. CIA'nın patronu Yeltsin'e bir şey olması halinde reform uygulamalarının çok ciddi kesintilere uğrayabileceğini de kaydetti.144
Bu desteğin bir uygulaması görünümündeki ilginç bir olay da kısa süre önce gerçekleşti. "CIA ajanı" şüphesi yaratan "kapitalizm öğretmenleri" Rusya'ya geldi:
Piyasa ekonomisinin dinamizmine ayak uyduramayan Ruslara kapitalizmin inceliklerini öğretmek amacıyla 102 seçkin hür teşebbüs erbabı dün Moskova'ya uçtu. Ruslara kapitalizm dersi verecek gönüllülerden 60 kadarı da geçen hafta Ukrayna'ya gitmişti. Yıl sonuna kadar Ermenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan'a da kapitalizm üstadları gönderilecek. Estonya, Litvanya, ve Letonya'da ise halen 43 gönüllü faaliyetlerini sürdürüyor. Önceki günkü brifingte Rus yetkili Kolosovski, "gönüllülerin özellikle bürokratlardan sert tepki görebileceklerine dikkat çekerek kendilerine yönetilecek CIA ajanı suçlamasından etkilenmemelerini istedi." 145
Yeltsin hakkındaki en ilginç yorumlardan birini de Rus halkı yaptı:
Açlık Moskova halkını konuşturdu: Yeltsin Siyonizmin uşağı... Önceki gün gösteri yapan Rusya Federasyonu sınırları içindeki halk, Yeltsin aleyhinde attıkları sloganlarda onun bir siyonist uşağı olduğunu öne sürdüler. Kahire'de yayınlanan yarı resmi El Ahram gazetesinin haberine göre, Moskova'da Kızıl Meydan'da gösteri yapan Rus halkı, fiyatların yükseltilmesini, ücretlerin aynı oranda arttırılmamasını protesto etti ve Moskova'nın yaşadığı bu kötü durumdan sadece burjuvazi sınıfının istifade edeceğini ileri sürdü. Yeltsin'i siyonizmin uşağı olarak değerlendiren halk yığınları, gıda maddelerinde giderek artan kıtlıktan dolayı genel grev çağrısında da bulundu.146
Yeltsin, arkasındaki önemli destekler sayesinde iktidarını korudu. Hem ülkesini "sistem içi" tutmakta gösterdiği başarı, hem de Rusya'nın "yakın çevre"sinde oynadığı ve Çeçenistan işgali ile sembolleşen anti-İslami misyonu, onun Amerika ve İsrail tarafından Moskova'daki en gözde adam olarak kalmasını sağlıyordu çünkü.
Masonların Doğu Fethi
Sovyetler'de yıllar boyu yürütülmüş olan göstermelik Yahudi aleyhtarı politikanın uzantısı olarak, masonluğa da sahte bir düşmanlık politikası uygulandı. "Totaliter rejimler, diktatörler masonluğa karşıdır" imajının verilmesi için, Sovyetler'deki localar Troçki dönemlerinden itibaren resmen kapatılmaya başladılar. "Resmen" demek gerek, çünkü Yahudi güdümündeki Sovyetler'de gerçekte masonik faaliyetler bütün hızıyla sürdürülmüştü.
Rusya'nın kapitalizmle tanışmasıyla birlikte mason locaları faaliyetlerini çok daha açık bir biçimde yürütmeye başladılar. Ardı ardına kurulan localar, tüm Rusya çapında üye arttırımı için propagandaya başladılar. Fransız L'Express dergisi "Doğu'nun Masonlarca Fethi" başlıklı sayısında Rusya'daki masonik faaliyetleri şöyle anlatıyor:
28 Nisan 1991'de kesin bir gizlilik içinde Kuzey Yıldızı Locası ilk toplantısını gerçekleştirdi. Nerede mi? Moskova civarında, ahşap bir evde. Daha sonra sessiz bir şekilde Novikov Locası kuruldu. GLF (Fransız Büyük Locası) kendi duvarları arasında Pouchkine adlı bir slav locasını barındırmaktadır. 18 Ağustos 1991'de Pouchkine Locasının Üstad-ı azamı ve 6 arkadaşı Moskova'ya geldiler. Üstad doğduğu kent olan Odessa'yı 1922 yılında terketmişti. Bagajlarında tören malzemeleri vardı: kılıçlar, gönyeler, önlükler... Daha sonra da ilginç bir bilgi veriliyor. Gorbaçov'u indiren göstermelik darbe masonların gelişinin ertesi günü gerçekleşiyor: 19'unda da darbe oldu.147
Kuzey Yıldızı Locası bütün Rusya'da propaganda yoluyla yeni masonlar arıyor:
Kuzey Yıldızı Locası'nın üstad-ı azamı şöyle diyor: "Büyük bir kendini yenileme çabamız var. Reklamlar aracılığıyla..." Geçen sene Rusça yayın yapan Liberty Radyosu 2 saatini masonluğa ayırdı. Fransa Büyük Locası'ndan cevap olarak pek çok mektup geldi. Vilnius'dan, Bakü'den, Kiev'den "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" gibi kelimelerle dolu Fransızca mektuplar. Adaylar hakkında Fransız Büyük Locası cevap olarak "onları temasa geçirin" der. Sonra dosyaları "Kuzey Yıldızı"na yeniden yollarlar. Eski imparatorluğa doğru.148
Masonların gücü ise oldukça büyük. Rus gazetelerinin bildirdiğine göre bu güç devlet adamlarını hatta Yeltsin'i kontrol edebilecek durumda:
Moskova gazeteleri (La Resurrection Russe, Le Jour, La Voix de Touchino), Saint Petersburg gazeteleri (Affaire Russe, Les Terres Russe) sesleniyorlar: Masonların etki alanları Yeltsin'i, Gavril Popov'u (Moskova Belediye Başkanı), Iakoklev'i (Gorbaçov'un danışmanı) de içine alıyor. P2 teröristleri geri döndüler.149
Rus Kapitalizminin Garip Sosyetesi...
Rusya'da gittikçe gelişen bir mutlu azınlık sınıfı var. Bunların kazandığı olağanüstü serveti ise, bir Rus sosyoloğu Amerikalı Yahudi banker ailesi Rockefeller'e benzetiyor:
Rusya, giderek iki ayrı ülkeye, iki ayrı topluma bölünüyor. Bir yanda geçiş dönemi ekonomisinden büyük vurgunlar vuran Mercedes-Benz'li, BMW'li küçük bir azınlık, diğer yanda sabah akşam patates yiyen, bir strip-tease kulübünün üyelik aidatı olan 40 bin rubleyi bir yılda ancak kazanan çoğunluk. Bir Sovyet sosyoloğunun dediğine göre, bu, Amerika'nın 20. yüzyılın başlarındaki durumunu andırıyor: "Sermaye birikimine giden her yol mübah..."
Bir sosyolog olan Mihail Gavlin, Rusya'nın içinde bulunduğu ekonomik durumu Herald Tribune gazetesine şöyle değerlendiriyor: Bugün Rusya'da yaşadığımız şey sermaye birikimine giden her yol mübah görülür. Biraz Amerika'nın 20. yüzyılın başlarındaki durumunu andırıyor. Rockefeller ailesinin de dişinden tırnağından arttırarak, ter dökerek para kazandığını sanmıyorum...150
Gerçekten de Rusya'nın sosyetesi Rockefeller'lara çok benziyor. Moskova sosyetesinin, İsrail'in kuruluşunu anmak için düzenlediği kutlama bu zenginler zümresinin kimliği hakkında ilginç bilgiler veriyor. Şalom'dan öğreniyoruz:
İsrail'in Moskova'daki temsilcisi Arye Levin 10 Mayıs günü Moskova'nın en lüks otellerinden birinde İsrail'in kuruluşunun kırk birinci yıldönümünü kutlama daveti düzenledi. Ardından 600 kadar Yahudinin katıldığı Moskova'daki yeni Yahudi Kültür Merkezi'nde yaptığı konuşmasında heyecan verici bir gün yaşadıklarını ifade etti. Otel'in salonunda tertiplenen davete pek çok yarı resmi ve üst düzey Sovyet makamları ile Moskova sosyetesinden birçok tanınmış şahsiyetin davete katıldığı dikkati çekti. Yabancı elçilerin ve alt düzey Rus diplomatik erkanın katıldığı davetlileri Levin "Moskova sosyetesinin kreması" olarak niteledi.151
Rusya'daki, Yahudi finansörlerin kontrolü açıkça ortaya çıkıyor. Yeltsin'in ekonomik danışmanlığını da yapan bu Yahudi kapitalistler, Rusya'nın istenen çizgiye gelmesinde önemli rol oynuyorlar:
Moskova'nın yeni finans liderleri Yegeny Kissin'in, Rus Döviz Bankası'nın başkanı olarak atanması, ülkenin ekonomik ve politik yeniden yapılanmasında genç Yahudilerin önde bir rol oynamaya başlamasının en son örneği. 30 yaşında bir maliyeci olan Kissin, Sovyetler Birliği'nin ve Sovyet Yabancı (yurtdışı) Döviz Bankasının çökmesinin ardından, yabancı döviz piyasasındaki bir boşluğu bekledikten sonra bankadaki görevini aldı. Kendisi de bir Yahudi olan Lev Wemberg ülkenin önde gelen işadamlarından biri olma pozisyonunu güçlendirerek, Rus İmalatçılar Birliğinin başkanı olarak seçildi. Hem Wemberg hem de önemli bir işadamı olan Konstantin Bozovay, Başkan Yeltsin'in ekonomik danışmanları olarak görev yapıyorlar. Uzun süreden beri ilk kez bir Yahudi, Moskova'nın yönetiminde baskın bir role sahip oldu. Bu kişi 36 yaşındaki, Demokratik Parti lideri ve Moskova Valisi baş asistanı olan İlya Zoslovsky'dir. Zoslovsky, Moskova'nın ilçelerinden birine, 1986'da Belediye Başkanı olarak demokratik yolla seçilen ilk Yahudidir. Kendisi Yahudi Komünal Kurumları ile yakın ilişkiler içindedir.152
"Stepne Rejim", İslam'a Karşı El Altında...
Bütün bunlar, Leninist-Stalinist yöntemlerin rafa kaldırıldığı anlamına gelmiyor tabii. Kapitalizmin alternatifi, sistem-içi muhalefeti olarak oluşturulan bu ideoloji, belli bir amaç doğrultusunda gündemde tutulmaya devam ediyor. Kendisine gerçekten tehlike olabilecek herhangi bir sistemin güçlenmemesi için siyonizm, bu yapay rejimi insanlara çözüm olarak sunmaya devam ediyor.
Bunun açık örneklerinden biri Rusya'da. Yeltsin'in "reform"ları halkın önemli bir bölümünden tepki görüyor. Yeltsin'in Rusya'yı "ahlaksızlaştırdığını", "emperyalizmin güdümüne soktuğunu" düşünen, Yeltsin'i "siyonizm'in uşağı" olarak nitelendiren Rus halkının bu bölümü de yine hemen sistem-içi muhalefetin içine alınıyor. Yahudi Lobileri'nin, CIA'nın finanse edip desteklediği Yeltsin'in karşısında yine, benzer odaklardan güç alan komünist muhalefet yer alıyor. Böylece kontrol dışı bir tepkinin gelişmesi önlenmiş durumda.
Komünizm en büyük görevini İslam'a karşı uyguluyor. Sosyal adalet, eşitlik gibi yalnızca din ile elde edilebilecek insancıl değerlerin sözde savunuculuğunu yapan bu yapay rejim, İslam'ın güçlenmesi tehlikesine karşı gündemde tutuluyor. Tacikistan bunun bir örneğiydi. Kapitalist yapıyı kabul etmeyen buradaki toplum için İslam yerine yapay anti-kapitalist rejim uygun görüldü. Ve zorla da olsa kabul ettirildi! "Üçüncü dünya", komünizmin en çok gündemde tutulduğu bölge. Burada doğal olarak "emperyalizm"e tepki duyan toplumlara çözüm olarak yine bu sistem-içi muhalefet rejimi sunuldu. Böylece bu ülkelerin halkları da emperyalizmin, Yahudi sömürüsünün dışına çıkamıyorlar. Bu ülkelerin önemli bir bölümünde yerleşebilecek potansiyeli olan İslam ahlakı ise bu şekilde durdurulmak isteniyor. Bu, sistem dışı bir muhalefet çünkü.
Arap dünyasında da İslam'a alternatif olarak sosyalizm-komünizm körüklendi. İsrail'in gizli müttefiği Nasır ve benzerleri, İsrail yayılmacılığına karşı Araplara, sosyalist-ırkçı bir ideoloji önerdiler. Bununla ne sonuç elde ettikleri de ortada...
Ya Türkiye? Türkiye'de de durum pek farklı değildi. ABD, kendi oluşturduğu "kızıl tehlike"ye karşı Türkiye'yi "koruyucu kanatlarının" altına almaya kalkıyordu. "Uzman" bakış açısıyla Mahir Kaynak bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
Halkın sola ihtiyacı yoktu. Türkiye'de sol hareket, hakim zümreler tarafından başlatıldı. Türkiye'nin tarihsel gelişimi, halkın davranışları, müslümanlığı komünizme kapalıdır. Türkiye'yi komünist yapmak mümkün değildir. Türkiye'de ancak tepede birkaç aydını operasyonel amaçlarla komünist yapabiliyorlar. Onu da Ruslar yapmıyor. Batılılar yapıyor. Mesela 1970'ten sonra Türkiye'deki komünistleri Amerika yönlendirdi.153
Türkiye ile ilgili bir başka ilginç bilgiyi de Şalom'un yaptığı ropörtajda Milliyet yazarı Ali Sirmen veriyor:
Türkiye'de sosyalist hareketi başlatanlar Yahudilerdir... 68'de Türkiye'deki sosyalist hareketin temelinde Yahudilere rastlarız. Türkiye Komünist Partisi'nde de Yahudi var. İsimlerini vermek istemiyorum.154
Ve komünizm, bir "stepne rejim" olarak dünyanın hemen her yerinde el altında bulunduruluyor. Komünizme inanmış olan milyonlar ise farkında olmadan, onların deyimiyle "burjuvazi"nin kendilerine hazırladığı sistemin içinde kalıyorlar. Kilit noktadaki bazı liderlerden başka çoğu "emperyalizmle", siyonizmle, masonlukla, sömürüyle savaştığını zannediyor, kimi zaman bunun için masum insanları öldürüyorlar. Ve aslında halkın "afyonu" değil, çaresi olan tek sistemle, dinle savaştırılıyorlar. Siyonizmin komünizmi kullanmak için elde tuttuğu değişik kanallar var. Bunlardan biri komünistlerin "burjuvazinin ordusu" olarak gördüğü CIA. Garip ama gerçek, CIA komünist gazeteleri finanse ediyor: "New York komünist gazetesi, The Daily Worker'a CIA yıllar boyunca para yardımında bulunmuştur. Worker'da çalışanların ise bu yardımdan haberi yoktur." 155
CIA'nın 68 yılıyla özdeşleşmiş sosyalist hareket içindeki rolü de ilginç. Hareketin Yahudi asıllı lideri Herbert Marcuse, CIA ajanı olarak biliniyordu:
...Marcuse Frankfurt Okulu'nu Amerika'ya taşımış ve başlangıçta Amerikan Askeri İstihbaratı adına, daha sonra da CIA adına bilimsel çalışmalarını sürdürmüş ve Tek Boyutlu Adam, Marksizm ve İhtilal vb. yapıtlarda bireysel terörizmi kutsamıştır. Marcuse'un önerileri dünya gençliğini etkiledi ve onların eyleme itilmesinde etken oldu. Nitekim 1969'da Paris'te ayaklanan gençlik 3 M'den oluşan pankartlar taşıyordu: Marks, Mao, Marcuse... Yani sol iki kuramcı ve uygulamacının yanında bir de CIA ajanı, sol kuramcı olarak benimsenmişti.156
Bu konuda bir başka ilginç bağlantıyı ise, yine ilginç bir kaynak açıklıyor:
İtalya'da reklamcılık ve özel televizyonculuk dalında faaliyet yürüten büyük Yahudi şirketleri, İtalyan Komünist Partisi (İKP) yöneticileri ile çok yakın ilişki içinde. Türk istihbarat teşkilatları CIA'dan aldıkları bilgileri de değerlendirerek, bu faaliyetin Mossad'ın bir çabası olduğunu saptadı.157
Marks'dan, Rus devriminden bu yana komünizmin finansörleri olan Yahudi sermayedarlar yine bu yapay rejimi ayakta tutmaya devam ediyorlar. Komünistlerin belki de en büyük düşman, burjuvazinin simgesi olarak gördükleri ABD'li Yahudi sermayedar Rockefeller, gerçekte bu kontrollü muhalefet rejimini destekleyenlerden: "Bir çok Amerikalı, Rockefeller kuruluşlarının dünyanın bir çok yerinde kendini çekinmeden komünist organizasyonları finanse etmeye adamasına anlam veremez." 158
Hal böyle olunca, sömürüye, adaletsizliğe karşı aranan çözümün, ancak "sistem"in dışından, çok ayrı bir kaynaktan geleceğini anlamak zor değil, öyle değil mi? Sahte cennetler, onları ortaya atanları değil, onlara inananları kandırıyor.
DİPNOTLAR
1. Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993.
2. B. Russel, The History of Western Philosophy.
3. Alia İzzetbegoviç, Doğu ve Batı arasında İslam, s. 277.
4. Bryan Magee, Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, s. 137
5. Encyclopædia Judaica, Cilt 11, ss. 1071-1074.
6. Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992.
7. Malachi Martin, The Keys of This Blood, s. 200.
8. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 48.
9. Jacques Bordiot, Le Pouvoir Occulte, Fourrier du Communisme, ss. 102, 103.
11. Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 26.
12. Frederic Engels, Londra, 19 Nisan 1890; Otto Heller, La Fin du Judaisme, s. 136.
13. Meydan Larousse, Cilt 10, s. 349.
14. Le Nouvel Observateur, 30 Ocak-5 Şubat 1987; Le Crapouillot, Yeni Dizi, No. 49, 1979.
15. Proudhon, Mülkiyet Nedir? Kronoloji Bölümü, s. 10.
16. Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, s. 102.
18. Grand Encyclopedia, Cilt 16, s. 9925.
20. Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, s. 187.
21. A. P. Mendel, Michael Bakunin: The Roots of Apocalyps, s. 372.
22. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, ss. 64, 65
23. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 792.
24. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 797.
25. Encyclopædia Judaica, Cilt 4, s. 1501.
26. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 796.
27. Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, ss. 96-97.
28. Henry Coston, Lectures Françaises, Numero Special, Nisan 1963.
29. Arsene de Goulevitch, Zarism and the Revolution, s. 10
30. Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, ss. 90-91.
32. Executive Intelligence Review, The Ugly Truth About the ADL, s. 27.
33. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 794.
35. Gary Allen, None dare Call it Conspriacy, s. 92.
36. Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casusluk Tarihi, Cilt 1, ss. 90-91.
37. The New York Times, 10 Nisan 1917.
38. Stephen Knight, The Brotherhood, s. 33.
39. Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, s. 1064.
41. Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 1404.
43. Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, ss. 90-91.
44. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 76.
45. Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 1405.
47. Encyclopædia Judaica, Cilt 1, s. 1406.
48. Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, s. 88.
49. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 68.
52. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, ss. 74-75.
55. Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, s. 96.
57. Encyclopædia Judaica Cilt 11, s. 13.
59. Encyclopædia Judaica, Cilt 11, s. 14.
60. Encyclopædia Judaica, Cilt 11, s. 13.
61. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 148.
62. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 798.
63. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 794.
64. Encyclopædia Judaica, Cilt 11, s. 14
65. Daniel Ligou, Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, s. 693.
70. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, 54
71. Los Angeles Jewish B’nai Brith Messenger, 3 Mart 1950.
72. Eugen Viladimir Gredjinsky, The Life of Stalin, İmam Raguza, s. 14.
73. Soviet Staff Officer, 1951, s. 8.
75. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 148.
76. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 800.
77. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 148.
78. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 149.
79. Encyclopædia Judaica, Cilt 15, s. 327.
80. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 149.
81. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 807.
82. Peter Grose, Israel in the Mind of America, s. 151.
83. Encyclopædia Judaica, Cilt 5, s. 793.
84. Richard Deacon, The Israeli Secret Service, s. 39.
86. Alex De Jonge, Stalin, s. 68.
88. Andrew Cockburn, Leslie Cockburn, Dangerous Liaison, s. 22.
90. Karl Marx, F. Engels, Din üzerine, s. 38.
91. V. I. Lenin, Toplu Eserler Cilt 35, s. 121.
93. Karl Marx, F. Engels, Din Üzerine, s. 38.
94. Karl Marx, Hegel’in Hak Felsefesini Tenkit, ss. 262-263
95. Marx, Engels, Lenin, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, s. 282.
98. Marx-Engels-Lenin-Stalin, Kadın ve Marksizm, s. 225.
99. Çang Çi, Yi, Çin Komünist Partisi Birleşik Cephe Faaliyetleri Şubesi Md. Yard, 4 Nisan 1962.
100. Marx- Engels-Lenin-Stalin, Kadın ve Aile, s. 220.
101. Lenin, Din Üzerine, s. 115.
103. Samuel T. Francis, Sovyet Strategy of Terror, s. 54.
104. Lenin, Collected Works, s. 19.
107. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 43.
109. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 150.
110. Charles Levinson, Votka-Cola, s. 319.
111. Günaydın,13 Haziran 1976.
112. Encyclopædia Judaica, Cilt 3, s. 158.
113. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 57
118. Memduh Eren, Sorun BSD, Haziran 1991.
123. Georges Virebeau, Mais Qui Gouverne L’Amerique, ss. 60-61.
124. The Spotlight Reprint, Eylül 1991.
125. The Spotlight Reprint, Kasım 1992.
126. Henry Coston, Les Financiers qui menent le Monde, s. 434.
131. Jewish Chronicle, 28 Şubat 1992.
132. Lectures Françaises, Ekim 1992.
134. Milliyet, 19 Ağustos 1992.
135. Milliyet, 20 Ağustos 1992.
136. Cumhuriyet, 22 Ağustos 1991
137. 2000’e Doğru, 1 Eylül 1991
138. Hürriyet, 1 Eylül 1991; Cumhuriyet, 22 Ağustos 1991.
140. US News and World Report, 28 Eylül 1992.
141. Jewish Chronicle, 28 Şubat 1992.
142. Jewish Chronicle, 15 Mayıs 1992.
143. Mustafa Özcan, Zaman, 20 Mart 1993.
152. Jewish Chronicle, 7 Şubat 1992.
155. Victor Marchetti, John D. Marks, CIA, The Cult of Intelligence, s. 167.
156. Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, s. 132.
157. 2000’e Doğru, 10 Ocak 1993
158. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 51.