Tapınakçılar Sahnede
I. Haçlı Seferi'ne katılanlar, 1099 yılında Kudüs'ü ele geçirmeyi başarmış ve büyük bir katliam gerçekleştirmişlerdi. Savaşa katılan askerlerin çoğunluğu geri dönerken, başta Fransa'dan gelmiş bazı soylular ve askerler olmak üzere, bir grup Haçlı askeri de bölgede kalmayı kararlaştırmıştı. Bu kararın görünüşteki amacı, Kutsal Toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamak ve Hıristiyan dinini bu beldede yaymaktı. Bir avuç idealist askerin ve din adamının gerçekten bu amacı güttüğü düşünülebilirse de, genel tablo göz önüne alındığında bunun sadece bir bahane olduğu rahatlıkla anlaşılır.

Başlarında, Tapınakçıların ilk büyük üstadı Hugues de Payens olmak üzere, dokuz Fransız şövalyesinin, Kral Baldwin'in huzuruna çıkmaları.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, I. Haçlı Seferi'yle birlikte, aslında Batı'nın sömürgeleştirme faaliyetleri başlamış ve yöredeki Arap halkıyla bazı Batılılar arasında sonuçları günümüze kadar uzanacak sorunlar yaşanmaya başlamıştı. Katliamlar için öne sürülen gerekçelerin hiçbir geçerliliği yoktu. Müslümanların yönetimindeki Kudüs'te, hac yolları bütünüyle açıktı ve farklı dinlere mensup insanlar bir barış ve hoşgörü ikliminde birarada yaşıyordu. Fakat bu manzara, Müslümanların, Yahudilerin ve yerli Hıristiyanların Haçlılar tarafından katledilmesine engel olamadı. 1099 yılında, Kudüs Krallığı kuruldu ve işgal Antakya-Urfa yönünde genişledi. Yaklaşık yirmi yıl sonra, başlarında Hugues de Payens olmak üzere, dokuz Fransız şövalyesi Kral Baldwin'in huzuruna çıkarak, sahil şeridinden Kudüs'e kadar uzanan bölgede "hacıları korumaya" gönüllü olduklarını ilettiler. Kral, bu teklifi memnuniyetle karşıladı. Böylece, Tapınakçıların hızlı yükselişi de başlamış oldu.
Dokuz şövalyenin kendilerine yakıştırdıkları "İsa'nın Yoksul Şövalyeleri" ünvanındaki yoksul sıfatı, paraya doymayan bu askerlerin amaçlarıyla ne denli çelişiyorsa, insanların gözlerini boyamada da o denli inandırıcı bir kılıf oluşturuyordu. Aldatmaca sadece isimle sınırlı değildi: Dünya hayatını ve maddi zevkleri terk etmiş rahip-asker görüntüsü çizmeyi de ihmal etmemişlerdi. Nitekim, ileriki bölümlerde ayrıntılı olarak göreceğimiz gibi, şövalyeler, kısa bir süre sonra, din ahlakına uygun olmayan hatta din düşmanı, maddiyatçı bir tarikata dönüşmekte gecikmeyeceklerdi.

İlk Tapınakçı Büyük Üstad, Hugues de Payens ve 9 şövalyeyi gösteren minyatür.
Kral Baldwin, şövalyelere çeşitli imtiyazlar tanımakla kalmamış, bir zamanlar Süleyman Mabedi'nin yer aldığı (Mescid-i Aksa'yı da kapsayan) bölgeyi kendilerine tahsis etmişti. Baldwin'in de kuşkusuz kendine göre planları vardı: Bölgede Müslümanların etkisi arttıkça Krallık riske giriyordu; savaş tecrübesi olan şövalyelerin varlığı, onların belirli noktalarda koruma görevi üstlenmeleri Kralın lehineydi. Ancak, bölgedeki Tapınakçıların sayısı yok denecek kadar azdı. Bu yüzden, Kral Baldwin ve Tapınakçıların ilk büyük üstadı Hugues de Payens, bu sayıyı artıracak planları devreye soktular. Sonuçta, Kilise'nin desteğini kazanmak Tapınakçılara istedikleri imkanı sağladı.

Kudüs'ün Tapınakçılar tarafından işgal edilmesini gösteren yağlı boya resim.
1127 yılında iki Tapınakçı, kraldan aldıkları mektupla birlikte Aziz Bernard'a* başvurdular. (*Aziz Bernard, o dönemde, Kilise içinde en etkili isimlerden biriydi ve yaşadığı dönemde, Hıristiyanlığın en önemli şahsiyeti olarak görülmekteydi. Aziz Bernard bütün Hıristiyan dünyasının önde gelen tarikatlarından olan Sistersiyan tarikatına bağlıdır; ayrıca Katolik Kilisesi içinde bu tarikata mensup olanlar önemli mevkilere sahiptirler.

Aziz Bernard o dönemde bütün Hıristiyan dünyasında saygı duyulan bir isimdi.
Fransa'dan Kudüs'e giden Tapınakçılar, Sistersiyan tarikatının Fransa'daki temsilcileri tarafından büyük destek gördükleri için Aziz Bernard, bütün kapıları açabilecek insan olarak belirlenmiştir.) Mektupta Baldwin, Tapınakçıları abartılı bir şekilde övüyor, Kutsal Toprakların bu fakir ama sözde inançlı askerler tarafından korunmasının önemini anlatıyor ve taleplerini belirtiyordu. Buna göre tarikat, Kilise ve daha önemlisi, doğrudan Papa tarafından tanınmalı, yardım ve destek esirgenmemeliydi. Beklenen destek kısa sürede geldi ve Hugues de Payens, Tapınakçı biraderleriyle beraber, Papa Honorius tarafından özel bir ilgi ve ayrıcalıkla kabul edildi.

Ortaçağ Şövalye Tapınaklarından birkaçı: Morts a Sarlat, Perigort ve L'eglise Tapınağı.

Aziz Bernard Tapınak Şövalyelerine büyük imtiyazlar tanıdı.
1128'de Truva'da toplanan büyük konsül, toplantıya Tapınakçıları da davet etmişti. Bu yolculuk Tapınakçılara geniş imkanlar ve büyük miktarda maddi destek kazandırdı. Kral I. Henry'nin hediyesi olarak, altın ve gümüşten oluşan yüklü bir hazinenin yanı sıra, İngiltere, İskoçya, Fransa ve Flanders'daki bölge yöneticilerinden zırh, at gibi teçhizat ve önemli para yardımları aldılar. Payens, İngiltere'den ayrılmadan önce, tarikata hibe edilen bölgede bir şube açtı ve Tapınakçı biraderlerden birini başına geçirdi. Buradaki biraderin görevi, tarikata bırakılan yerlerin yönetimini ve toplanan gelirin Kudüs'e transferini yürütmek, ayrıca yeni üye toplamak, bunları yetiştirmek ve görev bölgelerine yollamaktı. Bunların dışında, Province bölgesinde, tarikata çeşitli gayrimenkuller verilerek vergi ayrıcalıkları sağlandı ve özel gelirler tahsis edildi. Böylece, tarikatın örmeye başladığı ağın ilk düğümleri atıldı.2
Anglo-Sakson tarih kayıtlarında, Hugues de Payens'in, kendisine verilen destek sayesinde, Papa II. Urban'ın I. Haçlı Seferi'nde topladığı adam sayısından daha fazlasını tarikata üye yaptığı anlatılmaktadır.3 Gerçekten de tarikata o kadar çok rağbet vardı ki, İngiltere'de kısa sürede geniş bir Tapınakçı kitlesi oluşmuş ve Kudüs'tekine benzer bir idare şekline geçilmişti.

Aziz Bernard, Tapınakçıların Papa dışında hiç kimseye karşı sorumlu tutulmayacakları garantisini verirken aslında çok büyük bir tehlikeye zemin hazırladı.
Prensler ve asiller başta olmak üzere, her kesimden insan tarikata yardımda bulunmak veya üye olmak için yarışa girmişti. Tapınakçılar, Kilise'nin ve kralların imkanlarını biraraya getirip, kendilerine çıkar sağlayan bu kampanyayı uzun süre devam ettirmiş, eşi ancak günümüzde görülebilecek reklam-propaganda yöntemleriyle her kesimden insanı etkilemeyi başarmışlardı. O kadar ki öldüklerinde, Tapınakçı kıyafetleriyle Tapınakçıların mezarlarına gömülmek isteyen insanlar bile vardı.
Aslında burada söz konusu olan, Tapınakçıların Avrupalı asillere oynadığı bir oyundur: Yardım talebinde bulunurken gerekçe olarak Müslümanlarla yakında savaşacakları yalanını öne sürüyorlardı. Ancak Avrupa'da toplanan yardımlar bu sahte savaşın finansmanına değil, Tapınakçıların kasasına transfer oluyordu. Böylece şövalyeler, karanlık servetlerini oluşturma yolunda ilk büyük adımı atmışlardı.

Papa II. Urban'ı gösteren tarihi bir minyatür.
1127'de iki Tapınakçı'nın Aziz Bernard'ı ziyareti aslında Tapınakçılar açısından bir nevi dönüm noktası idi. Ziyaretleri sırasında Tapınakçılar, Kilise yetkililerine tarikatın genel kurallarını anlatmış, ancak bunların büyük bir kısmı hoş karşılanmamıştı. Bu aşamada Bernard devreye girerek, tarikatın yeni bir düzenlemeyle Hıristiyanlığa uygun bir hale gelebileceğini savunmuştu. Akabinde, yeni tarikat nizamnamesini, bağlı bulunduğu Sistersiyan tarikatına göre hazırladı ve Tapınakçıların manevi eğitimlerini üstlendiğini bildirdi. Böylece tarikat, sadece Papa'ya karşı sorumlu tutulma ayrıcalığını kazanarak karşısına çıkabilecek bütün engelleri ortadan kaldırmış oldu. Papa'dan başka hiçbir otorite, Tapınakçılara hesap soramayacak, görev yükleyemeyecekti. Böylesi ayrıcalıkları sağlayan Aziz Bernard, Kilise'ye güç kazandıracağına inandığı uzun vadeli planını devreye sokarken, gerçekte çok büyük bir tehlikeye zemin hazırladığının farkında değildi.