Sohbet -1415 Ocak 2010
SUNUCU: Her akşam canlı olarak yayınlanan Adnan Oktar’la Başbaşa programına hoş geldiniz. Yanımda birbirinden kıymetli konuklarım var. Beyin cerrahı Oktar Babuna ve bütün dünyada kitapları büyük bir ilgi ile takip edilen yazar Adnan Oktar, hoş geldiniz.
ADNAN OKTAR: Efendim sizler de hoş geldiniz, sefa geldiniz.
SUNUCU: Hocam nasıl başlamak istersiniz; bize gelen sorularla mı başlamak istersiniz yoksa sizin başlamak istediğiniz bir konunuz var mı?
ADNAN OKTAR: Oktar Hocam, pazar günü misafirlerim geliyor. Hahamlar, dini grupların liderleri değil mi, Ortodoksların liderleri, bayağı bir ekiple geliyorlar, hatta diğer o adını sanını duymadığımız bazı dini gruplar var onların liderleri de geliyorlar. Hükümetten yine görevli birisi de gelecek. Ondan sonra bir basın toplantısı da yaparız herhalde tahmin ediyorum, basının da soracağı şeyler vardır. O arada başka kimler gelecek; Gilat’ın babası da geliyor. Ondan sonra, o bir sevimli köfte bir oğlu var onun; Filistin’li arkadaşlar, kardeşler, Müslümanlar kaçırmışlar. Onlar da bizim kardeşimiz tabii, kaçıran İsmailoğullarından, kaçırılan Yakupoğullarından. Kardeş kardeşi kaçırıyor, nasıl oluyorsa bu. Tabii bizim gönlümüz istiyor ki Gilat bir an önce gitsin ailesinin yanına. Çocuk mazlum yazık yani ama, yine gönlümüz istiyor ki o Filistin hapishanelerindeki annelerimiz, kızkardeşlerimiz bir an önce kurtulsunlar. Hiç keyfi, suni bu olaylar oluyor, ne gerek kardeşim ne gerek. Koskoca Filistin, koskoca İsrail. Zaten bir avuç insan var orada, o arazi kime yetmiyor? Hayır, yetmiyorsa gelsinler buralara kadar gelsinler kardeşim. Onlar bizim ciğerimiz. Yani toprak sorunu yokki bir şey yokki, yani bu kadar birbirlerini ezmeleri, üzmeleri çok çok yanlış. Bütün İsrail cezaevleri boşalsın. Gilat’ımızı da bıraksınlar o sevimliyi, annesi ile babası ile kucaklaşsın. İnşaAllah, Mesih (as)’ın soluğunu duyuyoruz. Musevilerin binlerce senedir beklediği Mesih (as) yani Mehdi (as)’ın nefesi her yeri kapladı. İnşaAllah Mehdiyet’in zıl ve gölgesi ta İsrail’e kadar geldi. İsrail’in böyle huyundaki mülayemet de yine Mesih (as)’ın nefesinden kaynaklanıyor. İsrail böyle bir şeyi asla yapmaz normalde yani böyle yumuşaması, şefkatli, sevecen bir üsluba girmesi Hz. Mesih’in devreye girdiğini gösteriyor. Yani Mesih Mehdi (as)’ın devreye girdiğini gösteriyor. Ama canımızın canı, güzeller güzeli Hz. İsa Mesih (as)’ın gelişiyle bayram tam yerine gelmiş olacak. Tam sevincimiz oturacak. Bu arada Evanjeliklerin lideri de geliyor İsrail’den. O çok önemli tabii, Evanjelikler. Çünkü Amerika’ya hakim olan düşünce budur, Evanjeliklerdir. Yani savaşa karar veren düşünce de odur, Evanjelikler. İnşaAllah onlarla da görüşeceğiz, sonuçta inşaAllah güzel şeyler olacak.
OKTAR BABUNA: İsrail’de size muazzam bir itibar var, Hocam. Birkaç gün önce sizi temsilen İsrail Ulusal Radyosuna bağlanmıştım. Konu İslam ve ahir zamandı. Davetli olan Musevi bir profesör, İslam uzmanı, söze zaten sizin adınızla başladı. Adnan Oktar dedi, ahir zamanı anlattı dedi. Ben o kısma girmeyeceğim, dedi. Ben başka bir yönünü anlatmak istiyorum, diye de söze başlamıştı böyle. Çok itibar ediyorlar maşaAllah size her bakımdan.
ADNAN OKTAR: İsrail'deki o bütün duvarları yıkacağız. Allah'ın izniyle, ta Eriha'da, Sina Dağı'nda, Irak'ta, Türkiye'de her yerde inşaAllah, o mübarek nesil rahat rahat yaşayacak. Onlar bizim kardeşlerimiz, canlarımız, can güvenliği içerisinde her devlet bağımsız, kendi içerisinde milli yapısını muhafaza edecek. Ama yoğun bir sevgi ve şefkat hakim olacak. İsrailoğulları'nın yüzyıllardan beri beklediği bu Altınçağ, bu güzellik çağı da inşaAllah başlamış olacak.
OKTAR BABUNA: İnşaAllah, siz Türk İslam Birliği'ni anlatınca İsrail'in de bu duvarlardan kurtulması gerektiği, onları da güvence altına alacaklarını, çok rahatladılar Hocam dindarlar.
ADNAN OKTAR: Tabii ki onlar bizim canlarımız, bütün Müslüman kardeşlerimiz de inşaAllah, müthiş bir ferahlık, bolluk ve ekonomik ferahlığa kavuşacaklar inşaAllah. "Kadınlar", diyor yanında hiç kimse olmadan, her yere gider, seyahat edecekler" diyor. Müthiş bir huzur ortamı olacak. Çünkü insanlar şu an çok kötü, büyük bir bölümü kötü, dünya çok berbat.
SUNUCU: Hatta bununla ilgili Hocam İsrail'le ilgili bir sorumuz var. Size yöneltmek istiyorum. "Değerli Hocam İsrail'le Türkiye arasındaki geçici gerginlik İsrail Dış İşleri Bakan Yardımcısı'nın geri adım atarak özür dilemesiyle sona erdi. Hocam sizin İsrail'deki Musevilerle diyaloğunuzun ne kadar samimi ve birleştirici olduğunu gördüm; kanaatimce İsrail'de bulunan hahamlar bu özürde etkili oldu, siz ne dersiniz? Hülya Oğuzoğlu."
ADNAN OKTAR: Hülya kardeşimizin hüsnüzannı inşaAllah doğrudur. Ama bu bir gerçek ki İsrail'i hahamlar yönetiyor diyebiliriz. Hahamların etkisi çok büyüktür İsrail'de. Özellikle Sanhedrin Meclisi ve yüksek dereceli hahamlar, Rabbani bilginler. Bu kimseler İsrail'de eskiden beri, en başından beri çok etkilidir. Tabii ki aklıselim hakim oluyor, çünkü oradaki hareket çok çocukça, yani benim sandalyem yüksek senin sandalyen alçak. Tam anlamıyla çocukça, bilmiyorum nasıl oldu bu, inanılır gibi değil. Elçimiz herhalde orada hüsnüzan etti, çünkü hiç karşılaşmadığı bir olay olduğu için. İsrail'le eskiden beri dostluk politikası içerisindeyiz. Boş bulunmuş olabilir, insanlık hali, tabii ben suçlamıyorum. Ama İsrail tabii çok efendice bir tavır gösterdi, tekrar tekrar özür diledi. Bu, Hz. Mesih (as)'ın nefesini gösteriyor, Hz. Mehdi (as)'ın nefesinin her yeri sardığını gösteriyor. Tebrik ediyorum İsrail'i, inşaAllah sevginin, şefkatin, merhametin peşinden büyük bir gayretle gidecekler inşaAllah. Bütün bölgedeki İsrailoğulları sevilecek, Peygamber nesli olarak sevilecekler, onları derin bir şefkat ve muhabbetle bağırlarına basacaklar, inşaAllah. Onların özgürlük yılları geldi. Filistin'in özgürlük yılları geldi. Arap kardeşlerimizin, bütün Müslüman aleminin özgürlük, mutluluk ve sevinç yılları geldi artık. Şeytan bir oyun oynamıştı, şeytanın boynunu kırdık. Yani arkaya çevirdik boynunu şeytanın. Tabii. Bağırta, bağırta boynunu kırdık şeytanın. Şeytanın en az, yaklaşık 70 yıl kadar, 70-80 yıl kadar artık bir oyun oynayacak hali yok. Ama o köpek sonra yine ortaya çıkacak. Yani (hicri) 1508, 1509, 1510'lar gibi artmaya başlayacak, gittikçe artacak artacak, taa ki 1543 yılına kadar. Hicri 1543'ten sonra, Kuran yok ondan sonra. Kuran göğe ref ediliyor 1543'ten sonra. Tek bir satır Kuran ayeti bulamayacak insanlar. Allah'tan bahseden olmayacak, Allah'tan bahsedeni hemen öldürecekler. Zaten Allah'tan bahseden de hemen hemen hiç kalmayacak o devirde, son kalanları da "Allah güzel bir rüzgar gönderir" diyor. "Son, göğe hepsinin canını alır" diyor Bediüzzaman Said Nursi. 2 yıl kadar tam imansız ve dinsizlerin kaldığı bir ortam olacaktır. 1545'te, belki de İstanbul saatiyle 15:45'te şiddetli bir çarpmayla, adeta böyle karpuza balyoz vurmuş gibi, darmekeşan olacak diyor. 1, 2 ve 3. Önce 1. vuruş, sonra 2. bir vuruş, sonra 3. vuruş. Mesela diyorlar ki; 30 yıl sonra bir göktaşı Türkiye'ye çarpacak, dünyaya çarpacak. Kardeşim, dünyaya göktaşı çarpmayacak. Ne zaman çarpacak biliyor musunuz? 1545'te çarpacak. Eskiden beri derler işte, göktaşı geçiyor. Yine öyle diyecekler, bakın diyecekler ki, "teğet geçecek, dokunmayacak" diyecekler. "Hiçbir şey olmayacak" diyecekler. "30 km öteden, 100 km öteden geçecek" diyecekler. Ama öyle olmayacak. Tam anlamıyla bindirecek. Onu diyor, ikinci bir çarpma izler diyor Allah ayette. 3. Allahualem o Tarık yıldızı son.
OKTAR BABUNA: Bu, sizin bu dediğinizle ilgili bu yönde Hocam geçtiğimiz günlerde gazetede haber çıkmış. Dünyanın sonu Süpernova'dan bekleniyor diye. Sizin dediğiniz gibi Hocam, siz yıldız çarpacak diyorsunuz inşaAllah. Bu şekilde olabilir mi?
ADNAN OKTAR: İşte Süpernova… Evet. Dün Ömer Çelakıl vardı, bir de muhterem bir Hocaefendi daha vardı ismini bilmiyorum Habertürk'te, bir de sevimli bir genç kız vardı böyle çok dindar, efendi bir hanım. Çocukcağızı (Ömer Çelakıl) geçen sefer ne kadar sıkıştırmışlardı. Yani ne kadar çirkin hareketti, ne kadar rahatsız edici hareketti. Neredeyse çocuğu döveceklerdi. Allah Allah. Ne oluyorsunuz? Çocuk gelmiş oraya gayet böyle samimi, Allah'tan, dinden bahsediyor. “Kuran hükmü” demiyor, “farzdır” demiyor. “Harika” diyor, şaşırtıcı, “bundan hüküm çıkar” da demiyor. Yani bu kadar köpürecek ne var? Cübbeli'nin elini ayağını öpeceklerdi neredeyse. Çocuğa geldiler acayip hareketler. Ama ben dedim şimdi bu, herhalde durumu düzeltecekler dedim. Hakikaten de durumu düzelttiler. Çünkü o kız, hanım kız çok efendi, zaten çok terbiyeli. Onlar da efendiler ama aslında üslup bazen kayıyor yani, bazen de çok acayip hareketler yapıyorlar. İnşaAllah düzeltirler. Anlatımlarında yalnız ben yanlış mı anladım, milyarlarca yıl sonra bir Kıyamet beklentisi var gibi üslup var. O yanlış. Çünkü her bin yıl da bir, her beş yüz yılda bir peygamber gelmiştir. Ulu'l azm Peygamber gelmiştir. Şimdi Peygamberimiz (sav) son peygamber. Bu ne demek biliyor musunuz? Kıyamet, çok kısa süre sonra bekleniyor demektir. Son peygamberin anlamı, en fazla bin yıl, bin beş yüz yıl geçtikten sonra Kıyamet kopacak demektir. Anlamı bu. Yani öyle olsa, yani eğer dedikleri gibi milyonlarca sene devam ediyor olsa, Allah peygamberlerini hiç kesmezdi sürekli devam ederdi. Son peygamber olması, Peygamberimiz (sav)'in de Kıyamet alameti olduğunu gösteriyor. Kuran'ın gelişi de bir Kıyamet alametidir. O yüzden o kadar uzun bir süre yok. Yani Cübbeli'nin dediği gibi de uzun süre yok, 1545 doğru, hicri 1545 yani 2120. İnşaAllah.
OKTAR BABUNA: Siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, siz defaatle söylediniz Hz. İsa (as)'ın gelişi için de Allah ayette şeytandan Allah'a sığınırım "Kıyamet için bir alamettir" diyor. İnşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet, Peygamber Efendimiz (sav)'in gelmesi, son ahir zaman peygamberidir zaten. Peygamberimiz (sav)'in gelmesi bir Kıyamet alametidir. Kuran'ın inişi de. Ama Kuran'da Hz. İsa Mesih (as)'ın inişi, son alametlerden. Artık İsa Mesih (as) geldi mi, artık baş göz üzerinedir. Yani o kadar yakın. Hz. Mehdi (as), Hz. Mesih (as) Dabbet-ül Arz. Yalnız kardeşlerimiz onu biraz karıştırıyorlar işte. Hocam diyorlar, siz Dabbet-ül Arz'a zamanında başka bir şey demiştiniz. Şimdi onlar yine doğru. Mesela ben dedim ki, AIDS hastalığı da bir Dabbet-ül arz'dır. Yani o yönüyle doğru. Ama asıl anlamıyla bilgisayar olduğu anlaşılıyor. Çok net, birinci anlamı olarak; işari mana olarak AIDS'e bakar. Ama birinci anlamı olarak, net anlamı olarak bilgisayar olduğu anlaşılıyor daha önce anlatmıştım.
OKTAR BABUNA: Evet çok detaylı anlattınız inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Yecüc ve Mecüc de zuhur etmiştir, 1. Dünya Harbi ve 2. Dünya Harbi'dir. Yani o devrin saldırganlarıdır. Çünkü "her bir tepeden aktıklarını görürsün" diyor Allah ayette. Tepelerden Alman motorsikletleri, Alman tankları, İtalyan tankları, İtalyan Alman askerleri, Rus askerleri her bir tepeden aktılar o devirde. Bütün dünya savaş alanına döndü ve 350 milyon insan öldü. Şimdi Yecüc Mecüc gelse zaten dünya nüfusu yetmez o zaman. Yapsa yapsa bunu yapacak işte Yecüc Mecüc. Dolayısıyla bu iki hareketin, Yecüc ve Mecüc hareketi olduğu anlaşılıyor. Bilgisayarın da Dabbet-ül Arz olduğu anlaşılıyor. Bir duman zuhuru var. Duman zuhuru da Allahualem bu Çernobil'deki olay. Çünkü "bir duman" diyor, "etrafı kaplar" diyor. "İnsanlar Allah'a tevbe ederler" diyor. Hakikaten çok riskli bir durum olmuştu. Ve "insanlar diyor nezleye benzer bir hastalığa yakalanır" diyor. Şiddetli bir etki meydana getirdiğini söylüyor. Çernobil etkisinin hakikaten insanlarda, vücut dirençleri kırıldı ve nezleye yatkın, nezleyi andıran bir hastalık yayıldı. O yönüyle duman zuhuru da o Allahualem. Hz. Mehdi (as)'ın zuhurunu zaten Said Nursi Hazretleri söylüyor. Benim gördüğüm Hz. Mehdi (as) zuhur etti, çok net. İstanbul'daki o yobaz Hoca, Hz. Mehdi (as)'a karşı zuhur edecek o yobaz Hoca, o da zuhur etti. "Bir siperden" diyor, "bir topal harekete geçer, atak yapar" diyor. Bu da oluştu. "Kenane isimli biri çıkacak" deniyor ahir zamanda, bu da çıktı, Kenane. Ondan sonra, hatta Hz. Mehdi (as)'a ortam hazırlayacak Kahtani var. Kahtani de çıkmıştır. Üstad da Bediüzzaman Hazretleri de Hz. Mehdi (as)'a zemin hazırlayan ahir zamanın çok önemli, çok harika şahıslarından birisidir. Atatürkümüz de yine Hz. Mehdi (as)'a zemin hazırlayan olağanüstü bir şahıstır, muhterem bir insandır. İnsanların bize göstermek istedikleri bir Atatürk vardı. Biz Atatürk'ün gerçeğini anlatınca, bütün sahte Atatürkçüler piyasadan çekildiler. Son bir atak bir çırpınmaya kalktılar. İşte Atatürk, "gökten geldiğine inanılan şeylerle biz devlet yönetmeyiz dedi", diyor. Gidin bir ateist mason toplantısına bakın. Adamlar diyorlar, "biz şeytanla gökten bağlantı kuruyoruz" diyorlar. "Gökten alıyoruz ilhamımızı" diyorlar. Ve biz bununla devlet, memleket yönetiyoruz diyor ateist masonlar. Atatürk de mason localarını kapatmıştır. "Böyle sapık inançlara ben karşıyım" diyor Atatürk. Kuran'dan orada bahsediyor mu? "Ben Kuran'a karşıyım" diyor mu? Kuran'ı cebinde gezdiriyor Atatürk. Bu kadar akılsızlık olur mu? Bunda anlaşılmayacak ne var? Elmalılı Tefsiri'ni niye yaptırdı o zaman? Buhari tercümesini niye yaptırdı? Peygamberimiz (sav)'in hayatını niye hazırlattı? Niye "Kuran'a tam uyalım" dedi? Niye "Resulullah (sav)'e tam uyalım" diyor o zaman? Vefatından 10 gün önce falan bu söyledi, "Kuran'a tam uyalım" diyor. "Resulullah (sav)'in yolunu da tam takip edelim" diyor, çok açık bir ifade. Niye yalan söylüyorsunuz? Gökten şeytanla bağlantıya geçiyor ateist masonlar. Bunu kastediyor. Bunu oturup anlamazdan gelip bize maval okumanın alemi yok. Atatürk Türkçe'yi çok iyi kullanan bir insan. Kimseden çekinmez. Niye ima yollu konuşsun. Anadolu'da Kuran dağıttıran insan, her akşam Kuran tilaveti yaptıran insan, Kuran'ı hayranlıkla dinleyen ve iç geçiren, Allah diyor, aşka gelip Allah diyor, "Kuran'a inanmayan kafirdir" diyen insan, "kafirdir" diyor "Kuran'a inanmayan", niçin öyle bir şey söylesin?
OKTAR BABUNA: Dinsiz biri olamaz, diyor. Mutlaka inanıyordur, diyor.
ADNAN OKTAR: Tabii, "dinsiz bir insan mümkün değil" diyor Atatürk, imkansız diyor. "Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" diyor. Millet yıkılır diyor. Bölünür ve parçalanır diyor. Böyle insan bunu söyler mi?
OKTAR BABUNA: Tam tersi, siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, komünizme karşı. Komünizm ezilmeli, diyor.
ADNAN OKTAR: Tabii, "beyler" diyor, "şurası unutulmamalıdır ki" diyor, "Türk aleminin, bütün Türklük aleminin en büyük düşmanı komünistliktir" diyor. Türklük aleminin, Türkiye'nin demiyor, Türklük aleminin ki Kazakistan, Türkmenistan, hepsini kontrolü altına aldı komünizm, Azerbaycan, en büyük düşmanı komünistliktir diyor. "Behemehal" diyor, "her görüldüğü yerde ezilmelidir" diyor. Atatürk'ün çekincesi yok ki istese söylerdi. Ben komünistliği ilan ediyorum derdi. İnanmadığını da söyleyebilirdi. Çekinen bir insan değil Atatürk. Neyse o an inandığı söylüyor. Onun için bana hiç kimse maval okumasın. Yok, şöyleydi, böyleydi. Bak en sonunda yapamadılar onu, imanını, milliyetçiliğini çekemediler. Gece gündüz kilo hesabıyla kinin verip şehit olmasına sebep oldular. Ondan sonra da alkolden öldü diye ortaya çıktılar. Hayır, alkol alıyordu, doğru. Ama birçok insan alkol alıyor ve hiç kimse de alkolden ölmüyor. Çok nadirdir. Bayağı iyiydi bakımı Atatürk'ün. Kilo hesabıyla kinin çıktı bulunduğu yerlerden, kutu kutu kininler. Hayır, niçin verildiği de belli değil. Kininlik ne var yani? Yanlış teşhis koydular. O devrin bir karanlığı o. İşte iddia edilen Ergenekon örgütünün bir olayı da bu, benim anladığım. İddia edilen Ergenekon örgütü o zaman da vardı. Baktılar işlerine gelmedi. Baktılar Türk milliyetçisi, Müslüman evladı, Büyük Türkiyeci, Türk-İslam Birliği'ni savunuyor. Hemen başladılar kinine. Başka bir şahsa daha yapmışlardı, biliyorsunuz. Adamcağızı öldürmek üzereydiler. Zor kurtuldu. İddia edilen Ergenekon Örgütü. Tabii, bunların yapmadığı iş değil bu. Doktor kanalıyla adam öldürmeye kalkmak. Bu adamların yapmadığı iş değil bu inşaAllah.
SUNUCU: Hocam bir sorumuz daha var, onu da size yöneltsem. "Adnan Hocam, sizin vesilenizle Kuran mucizelerini öğrendim ve imanım çok arttı. Örneğin Kamer (Ay) isimli sureden Kuran'ın sonuna kadar 1389 ayet var. Hicri takvimde 1389 yılı Miladi takvime göre 1969 yılına denk geliyor. Ve bu da Ay'a çıkış tarihini veriyor. Ayrıca Hocam, Allah Kamer Suresi'nin ilk ayetinde "Saat (Kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı" diye bildiriliyor. Hocam 1969 yılında gerçekleşen bu olayı Kıyamet alameti olarak değerlendirebilir miyiz? Çünkü Allah aynı ayette hem Ay ayrıldı hem de Kıyamet vakti yakınlaştı diye bildiriyor." Ecehan Bostan, İzmir'den.
ADNAN OKTAR: Evet güzel, doğru söylemiş kardeşimiz. Ecehan'ın yazısına bakabilir miyim? Efendim, hicri 1389 yılı miladi takvimde 1969 yılına denk geliyor diyor. Kamer (Ay) isimli sureden Kuran'ın sonuna kadar tam 1389 ayet var. Allah Allah, maşaAllah. Bunu bilgisayardan saymak mümkün oluyor mu?
OKTAR BABUNA: Evet Hocam, inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Şahane, bu bilgisayar dehşet işte, Dabbet-ül arz diyoruz, "nereden çıkarttın?" diyorlar. Kuran anlatıyor işte maşaAllah. Hicri takvimde 1389 yılı, miladi takvimde 1969 yılına denk geliyor. Ve bu Ay'a çıkış tarihini veriyor. Doğru. "Ayrıca Hocam, Allah Kamer Suresi'nin ilk ayetinde, şeytandan Allah'a sığınırım, "Saat (Kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı" diye bildiriliyor. 1969 yılında gerçekleşen bu olayı Kıyamet alameti olarak değerlendirebilir miyiz?" Evet, ama orada Ay'ı hakikaten adamlar çapayla yardılar inip Ay'a. Kuran'da yarma diye geçilen kelime Arapçası'na bakıldığında toprağın yarılması, çapayla veyahut herhangi bir cisimle de yarılması anlamında kullanılan herhangi bir kelime. Dolayısıyla tam mutabık. Peygamber Efendimiz (sav) zamanında bir mucize olarak Ay yarılmıştır. Yani çok kısa bir süreyle Ay ayrı gösterilmiştir insanlara. Kısa bir süre ve sonra geri kapanmıştır. Peygamber Efendimiz (sav)'in gösterdiği mucizelerden bir tanesidir. Ama kimisi halüsinasyon gördüğünü iddia etmiştir. İşte "bizim gözümüze göründü", kimisi "bizi hipnoz etti, hipnozun etkisiyle bunu anlayamadık", "bize öyle göründü" dediler ve tevil ettiler. Anlamazlıktan geldiler. Halbuki Ay ikiye ayrıldı ve yeniden yapıştı. İnsanlar bunu bu şekilde gördüler. Fakat aynı zamanda bu olaya bakıyor. Çapayla yarılması, insanoğlu eliyle, insan eliyle yarılma kastediliyor burada. Bu olmuştur. Neil Armstrong çapayla gitti, taşı toprağından aldı, buraya getirdi Ay toprağından. İşte Kuran'ın bir işareti de bu. Ecehan Bostan, İzmir'den. İzmir'in aslanına buradan selam. İnşaAllah. Oktar Hocam sen bize bir şeyler anlatmak istiyor musun?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. Bakteri kamçısı var. Bakterilerde çok küçük bir motor var Hocam inşaAllah, siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah. Bu sizin filminizden zaten, hatta seslendirebiliriz de. Tam dönüş hareketi meydana getiriyor burada görüldüğü gibi. Bu tabii gözle görülemeyecek kadar ufaklıkta bir motor. Burada tabii büyütülmüş temsili resmi canlandırılıyor ama mükemmel çalışabilen bir motor. Çok süratli hareket edebiliyorlar.
ADNAN OKTAR: Kanat gibi kullanıyorlar. 40 ayrı parçadan oluşuyor.
OKTAR BABUNA: 40 ayrı parçadan oluşuyor Hocam. Amerikalı bir bilim adamı Jonathan Wells diye. "Bu" diyor "indirgenemez kompleks bir yapıya sahiptir" diyor. 240 ayrı proteinden teşekkül ediyor motor.
ADNAN OKTAR: Tabii tesadüfen olduğunu iddia ediyorlar.
OKTAR BABUNA: Halbuki bilim bize şunu gösteriyor; bir parçası bile eksik olsa çalışmıyor, yer değiştirse veya eksik olsa. Yani evrimin kendi mantığı içinde bile son derece mantıksız. Özetle şunu söylüyorlar. Söylenen, siz daha iyi bilirsiniz Hocam inşaAllah, bu, tek tek parçaların birleşmesiyle tesadüfen, evrimin iddia ettiği gibi oluşamaz. Çünkü 240 parça tamam olmadığı zaman kesinlikle çalışmıyor. Ayrıca enerji elde edecek sitemin de olması gerekiyor.
ADNAN OKTAR: Bu proteinlerin tam olması gerekiyor. Bir protein tesadüfen olması mümkün değil bir kere, 240 tanesinin ne kadar olsun artık. Bir de 40 parça oluşması gerekiyor ayrıca. O 40 parça da mühendislik harikası.
OKTAR BABUNA: Yani bu, teknolojik olarak taklit etmek mümkün değil. Bu kadar ufak bir motor yapmak, bugün ki teknolojiyle mümkün değil.
ADNAN OKTAR: Darwinistlerin kafasına öyle bir kamçı vursak, süper olur inşaAllah.
SUNUCU: Kuran'la ilgili bir sorumuz daha var Hocam, yine size yöneltilen. "Pek Sevgili Hocam, Kuran'dan ve hadislerden bize ahir zamanda yaşadığımızı anlatıyorsunuz. Bu açıklamalarınız beni çok etkiledi. Fakat bu durumda Kıyamet’in çok yakın olduğu bir dönemde yaşayan bir kişi olarak benim ne yapmam gerekir? Hocam siz çok önemli hizmetler yapıyorsunuz. Peki ya bizim gibi sıradan, halktan kişilerin ne yapması gerekir? Bu konuda tavsiyenize çok ihtiyacım var Hocam. Allah razı olsun Selamlar, Malezya'dan Azla Şah."
ADNAN OKTAR: Evet, bütün müminler Allah Katında herhangi bir insandır, mazlum insanlardır. Yani kimsenin kimseye bir üstünlüğü yok bu dünyada. Kardeşimiz o konuda tevazu gösteriyor, ama biz de Allah'ın zavallı bir kuluyuz, o da Allah'ın zavallı bir kulu. Tüm insanlar mazlumdur. İnsanlar küçüktür, Allah büyüktür. Biz sonsuz küçüğüz, Allah sonsuz büyüktür inşaAllah. Biz ne yapacağız? Bir kere sevgi; sevgi, Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah'a iman ve iman hakikatlerini çok iyi bilmek. Mesela bakteri kamçısı diye anlattığın olay, bu, Darwinistlere ahirette sorulacak, bunu anlatacaklar. Her parçayı ayrı tarif ettirecek Allah, her bölümünü. O proteinlerin teker teker nasıl oluştuğunu, hepsinin bol vakitleri olacak. Yüzyıllarca sürüyor sorgulamaları. Yani terden, böyle "ter içinde kalırlar" diyor hadiste. Yani o sıkıntıdan sürekli terlerler, diyor. Her şey teker teker sorulacak. Çünkü biliyor, okuyorlar. O bakteri kamçısı, proteinin yapısı, hücrelerin yapısı, kofullar, mitokondriler, arabalar nasıl oldu? Beyinde görüntü nasıl oluştu? Hepsini tek tek itiraf edecekler ahirette, ahlaksızlık yaptıklarını kim yaptıysa. Ama hakikaten kafası basmadığı için yapanlar varsa, o ayrı mesele, onu Allah ona göre takdir eder. Yani kafasında bir sorun varsa, ama ahlaksızlığından dolayı yani zulüm ve büyüklenme dolayısıylaysa yapan karşılığını görür inşaAllah.
SUNUCU: Hayatı çok müsvette yaşayanlar var Hocam. Yani bunu temize çekmeye vakit bulamıyorlar, sonra da iş işten geçince "ah, vah Allah" diyorlar. Ama iş işten de geçiyor.
ADNAN OKTAR: Evet, o çok yaygın. Sıkıştıklarında Allah'a dua edip değil mi, öbür türlü yanaşmıyorlar. Bir de şimdi gençlik, ben kendi tabii lise yıllarımda da, ortaokul yıllarımda da tespit ederdim, yani iyi gözlemciyimdir. Mesela bir topluluk böyle züppe ağızlıysa, oraya gelen çocuk da züppe moduna giriyor. Eğer topluluk dindarsa, o da dindar moduna giriyor. Yani bukalemun gibi şekil alıyor. Sorun oradan kaynaklanıyor. Geçenlerde de anlattım; mesela bir yaş günü oluyor, bakıyorlar çocuklar içeridekilerin hepsi züppeyse böyle züppe havası verdiyse, hepsi o modda böyle çılgın hareketler, elini havaya kaldırıyor, anormal hareketler, anormal bağırmalar. Halbuki aklı başında, makul insan oluyor normalde konuşsan. Mesela deli deli cevaplar veriyor, böyle hani cins şarkıcılar olur böyle abuk subuk cevaplar verirler soru sorarsın. "Nasılsın?" diyorsun. İşte "güneş gibi iyiyim" diyor. Yani adam şoka sokuyor insanları, zırvalıyor. Şimdi onlar da öyle, züppelikle insanları şoka sokuyor. Hayretler içinde bırakıyor. İşte uyuşturucu sohbeti açıyor, onları tedirgin etmeye çalışıyor. Yani psikopatlıklarından bahsediyor. Kendisinin satanist olduğundan bahsediyor. Adamların tabii kanı iliği çekiliyor, "aman dur satanistmiş dokunmayalım" diyor. Halbuki ortada hiçbir şey yok, bakıyorsun gariban Anadolu çocuğu, mazlum bir şey. Teke tek konuştuğunda öyle bir konu yok. Fakat buna direnemiyorlar. Yüksek şahsiyet gösteremiyorlar. Halbuki insanın çok karakterli olması lazım. Yani dinsizlerin içine girdiyse, tamam saygı duyarsın onlara insan olarak, ama inancını muhafaza edersin. İnancının gereğini de yaparsın. Ne yapacak adam sana, öldürecek hali yok. Ölüm tehlikesi var ise zaten imanını gizleyebilir insan. Ölüm tehlikesi var ise. Ama öyle bir ortam da çok zor.
OKTAR BABUNA: Üniversitede ölüm tehlikesi vardı Hocam. Hiç öyle bir şey yoktu. MaşaAllah.
ADNAN OKTAR: EvelAllah. EvelAllah. Bizim ev Ortaköy'de en yukarıdaydı. Özellikle ölümden, öldürülmekten hiçbir şekilde yılmadığımı, korkmadığımı göstermek için, şehit olmaktan zevk alacağımı göstermek için daha doğrusu. Çünkü biz şehitlik umuyoruz. Ortaköy'den ta deniz kenarındaki camiye yürüyerek gidiyordum. Sabah karanlık vakti böyle. Tam beni vuracakları ortam işte. Şahit yok, bir şey yok, bomboş ortam. Gelsin vursunlar. Vuramazlar, çünkü ben vazifemi yapacağım. Ben vazifemi yapmadan kimse beni vuramaz. İnşaAllah. Allah'ın benim için takdir ettiği bir zaman var. O vakit gelmeden, böyle üç kuşak evvel sülaleleri gelse, ordularıyla gelseler yine bir şey yapamazlar. Düşündüm ben, "şimdi tebliğ yapmazsam, çekinsem, tedbir almış olsam" yani ne olacağı belli. Müslümanların hepsinin o kafada, o mantıkta olmasının konumunda ne olacağını çocuk olsa anlar. Yeryüzünde Müslüman diye bir şey kalmaz. O zaman dedim, "orta cesaret mi göstereyim, yoksa hakkını mı vereyim?" "Hakkını vereyim" dedim. Kafam dimdik, göğüs ileride. Ara sokaklarda en kuytu yerdeki komünistlerin kahvehanesinin camına, herkes bilir Ortaköy'deki, herkes gidip gelirken görmüşlerdir. Hani arabanın üzerine yazarlar ya "beni yıka" diye. Kahvehanenin camının üstüne "Adnan Oktar, 1956 Ankara" diye yazmışlar. Komünistlerin bir kahvesi vardı orada. Yani, "seni mimledik, dolayısıyla da indireceğiz" gibi bir hareket. Özellikle onların kahvehanesinin önünden geçiyordum. Hatta komünistlerin kitabevleri vardı. Ben oraya gidip özellikle kitap alıyordum. Ta içine giriyordum. Akademide de okulda göğsümü gere gere anlatıyordum. Tebliğ yapıyordum.
OKTAR BABUNA: Akademide o zaman herkes komünist.
ADNAN OKTAR: Beni okulun içinde keratalar sardılar, o zaman kızlı erkekli. Çete işte, keratalar artık onlara ne diyeyim ben. Maket bıçakları ile geldiler böyle. Hem tahta yontuyorlar, hem seni de kırparız filan demek mi istiyorlar, anlamadım. "Böyle şeyleri burada anlatma" dediler. "Tamam" dedim, "anlatmayayım". "Size anlatayım" dedim. "Yok, bize de anlatmayacaksın" dediler. "Liderlerinizi getirin, onlara anlatayım" dedim. "O da olmaz" dediler. Ama bir de, "düşünürüz" gibi bir şeyler söylediler. Bir bakalım filan gibisinden. Sonra baktım olacak gibi değil. Ben de artık Hocaları ile ilgileneyim, dedim. Hilmi Yavuz Hocamız o zamanlar işin doğrusu Marksisti ve solcuydu ve Darwinistti. Hilmi Yavuz Hocamız'ın odasına girdim. "Hocam" dedim, "Selamun aleykum", "Aleykum selam". Çok olgun bir insandı. Önce Darwinizm’le ilgili o zamanlar çıkmış küçük bir kitapçık vardı onu verdim; proteinlerin tesadüfen olamayacağını izah eden. "Hocam" dedim, "bunu bir okuyup bana bir eleştirir misiniz?" dedim. "Tamam" dedi. O da kitap eleştirmekten de çok hoşlanan bir tip. Ondan sonra, 15 gün sonra falan gittim, "okumadım" dedi. Sonra yine bastırdım, bir daha gittim. "Okudum" dedi, ama olmuş Allahualem Hocamız. Hocam dedim, baktım fazla konuşmadı. Ben de ana giriş çıkış kapısı vardı okulun. Bizim bir arkadaş bana dedi ki, "sen onu ikna et, ben Müslüman olacağım" dedi. "Bak yemin ediyorum" dedi. "Bir konu yok" dedi "başka benim için" dedi, ki Marksistti o da. İsmini vermeyeyim, şimdi dinliyorsa biliyordur. Cümle kapısında Hocamız'la karşılaşırken yeni bulunmuş Neanderthal kafatası vardı. 1470 yılı insanı. Onları gösterdim. "Hocam" dedim, "bakın homo sapiens karakterli yeni fosiller bulundu. Proteinlerin tesadüfen gelemeyeceği de anlaşıldı" dedim. Biraz da kütüphanenin imkanları ile, o zamanlar böyle kardeşim 350 milyon tane fosil olduğunu ben bilmiyordum. En fazla 100-150 tane fosil var zannediyordum. Çünkü fotokopi çektirmeye girdim, kütüphaneyi taradım en fazla 20 tane fosil bulmuşumdur. Yani yengeç, kurbağa, şundan bundan az bir şey çıkartabildim. Onları fotokopi yaptım. "Hocam bakın bunlara, bunlar hiç değişmemiş" dedim. Gösterdim. Güzel huylu Hocamız adeta gerildi. Çok yüksek sesle bağırdı. "Farz edelim böyle olsa ne olur?" dedi. "Bunun yerine Allah inancı mı gelir?" dedi. "Hocam herkes öyle söylüyor, buradaki arkadaşlar" dedim. Sonra Hocamız ile yine görüşmek istedik baktık Hocamız yol değiştiriyor artık taksi tuttu beni görünce. Normalde otobüsü bekleyen adam, taksi ile gitmeye başladı. Dedik kesesine zarar gelmesin, ondan sonra yoluna çıkmadım. Ama yıllar sonra bak canım ciğerim Hocam maşaAllah tam muttaki maşaAllah, şu an çok dindar, çok güzel huylu. Beni onunla görüştürün, dedim. Hocamız görüşmek istedi, fakat o yarım kaldı bana haber göndermişti "görüşmek istiyorum" demişti. Bir görüşelim. Çok muhterem, değerli bir insandır. Müthiş kültürlü bir insandır Hilmi Yavuz, yani Türkiye'nin yetiştirdiği nadir değerli insanlardandır. Arapçası su gibidir. Farsça da biliyor bildiğim kadarı ile. İngilizce. Yani birçok yabancı dil bilir. Yabancı felsefecilerin tamamını ezberden bilir. Kuran'ı çok iyi bilir. Hadisleri çok iyi bilir. Şairdir aynı zamanda. Böyle çok nezaketli, nezih bir insandır. Klas bir insandır. Hocamız bir nasip olsa da sohbet etsek. Getirsek böyle anlatma ile olmaz. Bir de Ercüment Tarcan Hocamız vardı. O da okulda Darwinizm'i, materyalizmi çok anlatırdı. Onunla da konuştum. Onun da odasına girdim. O böyle tutuculara, gericilere acayip gıcık olan bir tipti. Çok ağır konuşuyordu derste, çok öfkeliydi. Darwinist ve materyalistti. Şiddetle eleştiriyordu. Ona da kitabı verdim, onunla da konuştum. Bir süre sonra ona da gittim, "ben" dedi, "bir tane hücre yapsınlar" dedi, "tek bir hücre, ben buradan pencereden atarım aşağıya" dedi. "Tabii ki bir Yaratan var" dedi. Dedim helal olsun Hocama maşaAllah. İşte bizim arkadaş çevremiz falan hep oradan, Yasin'ler şunlar bunlar hep o devirden kalmadır arkadaşlarım, maşaAllah.
OKTAR BABUNA: Siz söylemiştiniz Hocam inşaAllah. O dönemde mimar olabilirdim, aile kurabilirdim, “önce dur meslek sahibi olayım, ondan sonra yapayım” diyebilirdim, demiştiniz.
ADNAN OKTAR: Dedim, "böyle ailesi olan bir insan evli falan daha iyi tebliğ yapar". Baktım kendimi kandırıyorum, böyle bir şey olmaz dedim; bu hiç samimiyetsiz bir şey. Ben madem yetenekliyim, dini anlatmada yetenekliyim, belli, evli olsam benim vaktim olmaz dedim. Şimdi evlensek, o çocukla ilgilenmek lazım işte götüreceksin getireceksin, anasıyla babasıyla ilgilenmek gerekir. Çok vaktimi alır dedim, ben bu işten vazgeçeyim dedim. Çelik gibi yani kesin kararlılıkla tavrımı koydum, asla, inşaAllah. Nusretiye Cami, Kılıç Ali Paşa Cami, Yerebatan Cami, Fatih Camisi bizim hep mekanımızdı, o zamanlar da çocuklarla giderdik. Bizim çocuklar, hepsine ben o zamanlar sarık sardırıyordum başlarına, beyaz sarık, sırtlarının arkasından arkalarından sarkıttırıyordum böyle. Papatya gibi diziliyorlardı, saçları başlarıyla beraber çiçek gibi beyaz. Çok dikkat çekiyordu o zamanlar camilerde. O zamanlar hiç öyle bir olay yoktu yani o tarz şeyler yoktu, o tarz bir sarık ve o tip namaz kılma modeli yoktu. Ben o zaman kanunları da bilmiyordum yani hiç. Hakikaten elimi kolumu sallayarak, kapı mesela, hava gelsin diye cümle kapısını açık bırakıp yatıyordum. Ne suikast çekincesi vardı, ne bir şey, böyle püfür püfür esiyordu ev. Teyzemin oğlu dedi, "ne yapıyorsun sen öyle?" dedi, "kapı açık yatılır mı?" dedi. O zamanlar camilerde mesela alenen toplantılar yapıyorduk, sohbet ediyordum, konuşuyordum. Bir gün o Eminönü'ndeki caminin bitişiğinde bir cami var. Neyse yerini tam belli etmeyeyim de. Orada toplantı yapacaktık, kapıda baktım birisi bana böyle acayip gözleriyle hipnoz olmuş gibi bakıyor. Bir acayiplik var, dedim. Gayet sakin camiye geçecekken, camiye gitmedim direkt kapıdan içeriye girdim o tarafa doğru yürüdüm, bir gittim iki tarafı polis doldurmuş böyle ama çaka çaka. Ellerinde telsizlerle falan baskın yapacaklar, toplantı halinde baskın yapacaklarını anladım. Ben hiç istifimi bozmadım, gittim orada çekirdek satan bir amca vardı, oradan çekirdek aldım gayet sakin. Ondan sonra işte kuruyemiş falan aldım, çok çok sakin oradan gittim o bitişikteki camiye gittim. Sonra arkadaşlar da oraya geldi, "burada dikkat çekmeyin, ayrılın" dedim şimdi burada, belli yani doldurmuşlar orayı dedim. Yani olay çıkacak. Birçok yere bölündü arkadaşlar orada caminin içerisinde. Ben namaz kılıyordum, namaz kılarken polis de benimle namaz kılmaya başladı. Yalnız namaz kılarken yüzü bana dönük namaz kılıyor, yani şakağı sol şakağı yere geliyor. Acayip, ilk defa gördüm öyle bir namaz kılma şekli yani. Yani o anı kaçırmamak için, vazife icabı herhalde. O zamanlar rahmetli Özal'ın zamanıydı. "Çocuklar" dedim "birkaç güne kadar alırlar" dedim, "ortalık bayağı gergin" dedim, "bir şey olacak belli ki" dedim. Nitekim, "Selamun aleykum" dediler, "hadi Hocam gidiyoruz" dediler. Gidiş o gidiş, ondan sonra tımarhane faslı, ondan sonra hapishane faslı, onlar başladı. 1986'da, 87'ye kadar öyle devam etti. Ama en iftihar ettiğim, en hoşuma giden, hayatımın en güzel yıllarıydı inşaAllah. Benim şeref madalyalarım, hücre hapsinde kaldım mesela, iftihar ederim. Küçücük böyle ufacık, Abdullah Öcalan'ın bebek katilininki gibi değil. Böyle küçücük, demir parmaklıklar, dışarı çıkış da yok, dışarı çıkmak da yasaktı bana. Böyle uzun demir parmaklıklar vardı, tangırt diye kapatıyorlardı o kadar bitti. Haftada iki kere çıkış müsaadesi vardı. Haftanın belirli günlerinde bahçeye çıkış müsaadesi vardı. Orada şöyle bir hava alıp içeri geliniyordu. Ben orada 9 ay kaldım. Şu kadar, ufacık bir şeydi yani küçük bir bölüm, ufak bir bölüm ben orayı perde ile de ayırdım o kısmı. Zaten çok küçük bir bölümü, yani yattığım yerle kalktığım yerde zaten şu kadarcık aralık kalıyordu, şu kadarcık.
OKTAR BABUNA: Ki hücrede tutmuyorlardı o zaman 15 günden fazla o şekilde.
ADNAN OKTAR: Aslında hücre, cezaevinde cinayet işleyen veyahut büyük olay çıkaranları ceza olarak mahkeme kararı ile koyuyorlar oraya, mahkeme kararı gerekiyor, 15 günü geçmiyor. Yasak öyle bir şey. Ben 9 ay kaldım.
OKTAR BABUNA: Ve söylediğiniz bir cümleden dolayı.
ADNAN OKTAR: Evet "Türk kavmindenim, İslam milletindenim" dedim. Sen misin onu diyen? Haydi, ondan sonra savcı 19 ay sonra bu sözde hiçbir şey yok dedi. Ama aynı savcı, yani daha önce tutuklama kararıyla talepte bulunup tutuklanmama sebep olan savcı, 19 ay sonra bu sözde hiçbir şey yok dedi, beraat etmesi gerekiyor dedi. Beraat ettik. Ellerine sağlık, teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun. Hayır vardır inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Sizinle hastane döneminde tanışmıştım. Hocamız gazetelerde sürekli çıkıyordu o zaman, bütün öğrenciler akın akın Hocamız'ı görmeye gidiyordu. Kimse normalde Bakırköy Akıl Hastanesine gitmez, çünkü böyle bir ortam var, yani oranın rotasyonunu, rotasyon diyorlar ona, bulunma sürecini normal öğrenciler gitmeden hallediyordu Hocalar. Hiç gidilmeyecek bir ortam, bütün öğrenciler istisnasız bütün rotasyonlarında Hocamız'ı görmek için gidiyorlardı.
ADNAN OKTAR: Burası en bakımlı yeri tımarhanenin, burası yine çok temiz. Normalde blok yatakları vardı. İç içe yatıyorlardı, büyük dev battaniyenin içinde yatıyorlardı. Akıl hastaları bazen ölüyordu, günler sonra öldüğü anlaşılıyordu, battaniyeleri kaldırdığında, adamlar temizlik yaptıklarında anlaşılıyordu öldükleri.
OKTAR BABUNA: Tabii Hocamız'a daha sonra Genelkurmay'ın verdiği raporla bakın işte...
ADNAN OKTAR: Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığı'ndan ruhen ve bedenen tam sağlamdır diye rapor vermişlerdi. O şekilde o iddiadan da kurtulduk. O zamanlar deli aşağı, deli yukarı, ama iftihar ediyorum. Bak, Kuran'ın neresini açsan, peygamberlere deli diyorlar. Bizim Peygamberimiz (sav)'e deli denmiştir. Her peygambere deli denmiştir. Her mürşide, her mehdiye, her Allah yolunda mücadele yapan mücahide, Bediüzzaman'a, büyük alimlere, değerli insanlara hep deli denmiştir. Ben de o büyük alimlerin ayağının tozuyum. Bana da deli dendiği için iftihar ediyorum. İftihar ediyorum, yani bir şeref madalyası da oradan inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Sizi ziyaret edenler Hocam, akıl hastanesinde doktorlar hiç kimse unutamıyordu. Hatta daha sonra Yıldırım Aktuna, doktorların ve hemşirelerin görüşmesini yasaklamıştı Hocamız'la.
ADNAN OKTAR: İşte onlar olmasa bizim anlatacağımız bir şey pek olmazdı. Nasıl Hz. Yusuf (as)'ın o güzelliğini biz, cezaevinde kaldı, zindanda, biz onu iftiharla anıyorsak, şu anda ben kendi yaşantımı iftiharla anıyorum, hatırlıyorum inşaAllah. Ne anlatayım Oktar Hocam.
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam, Kuran herkes Kuran'dan okumanızı bekliyor inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Fetih Suresi. Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla, şeytandan Allah'a sığınırım. "Şüphesiz, Biz sana apaçık bir fetih verdik." Bir fetih. 1913'te ne oldu? Çanakkale Zaferi'nin zemini oluşmaya başladı. 1913 tarihini veriyor ayetin ebcedi. "Biz sana apaçık bir fetih verdik." Fetih, değil mi, bir kurtuluştan bahsediyor. Demek ki bu Çanakkale çok önemli bir şey ki, Kuran buna işaret ediyor, 1913 tarihini vermiş, 1915'te de zafer kesinleşiyor inşaAllah. Fetih Suresi yine, "şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir." 2025, Hz. Mehdi (as)'ın tam hakimiyet yılları inşaAllah. Fetih Suresi'nde çok var ahir zamana işaret, yani bir tane iki tane değil. Tur Suresi, Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla, "Tur'a andolsun. Satır satır dizili Kitaba, Yayılmış ince deri üzerine; Ma'mur eve, Yükseltilmiş tavana," İkinci anlamları olarak bakarsak, "Satır satır dizili Kitaba," Demek ki insanlar ahir zamanda kitaplarla tebliğ yapacaklar. Satır satır dizilmiş kitaplarla. "Yayılmış ince deri üzerine;" Üzerleri deri kaplanıyor kitapların. Risale-i Nur Külliyatı da öyle, üzeri deri kaplamadır değil mi, bir yönü ile ona bakıyor. Ama tabii o zaman Kuran veyahut dini eserler o zamanki deri üzerine yazılıyordu. "Ma'mur eve," güzel, hoş, biçimli değil mi, mamur hale getirilmiş diyor, düzgün hale getirilmiş, "Ma'mur eve," Evlerin güzel olması gerektiğine Kuran işaret ediyor. "Yükseltilmiş tavana," Demekki basık tavan iyi bir şey değil. Evlerin tavanı yüksek olacak, Kuran buna işaret etmiş oluyor. Ama aynı zamanda Kabe'ye bakan bir ayet anladığım kadarı ile inşaAllah. "O gün gök, sarsılıp çalkalanır." Kıyamet anında, gökte de, bulutlarda ve göğün yapısında, atmosferde delinme olacak. Tabii, uzayın karanlığı da görünecek. Gökteki yapının bozulmasından kaynaklanan, yırtılacak yani gökyüzü, inşaAllah. "O gün gök, sarsılıp çalkalanır. Ve dağlar bir yürüyüşle yürür." Böyle bütün dağlar kum gibi hem eriyerek, hem dağılarak böyle tereyağı gibi eriyecek. Yani ocağa konmuş yağ gibi dağlar erimeye başlıyor ve "Ve dağları yerlerinden oynatan bir yürüyüşle yürür. İşte o gün, yalanlayanların vay haline." diyor Allah. "Ki onlar, 'daldıkları saçma bir uğraşı' içinde oynayan-oyalananlardır." Bak, "Ki onlar, daldıkları saçma bir uğraşı içinde..." Darwinizm'in saçmalığına da Kuran dikkat çekiyor. "Oynayan ve oyalananlardır", hem oynuyorlar hem oyalananıyorlar, boş işle vakit geçiriyorlar. "Cehennem ateşine, 'küçültücü bir sürüklenme ile' sürüklenecekleri gün;" Aşağılanarak götürülüyorlar, sürüklenerek, Kuran ona dikkat çekiyor. "(Onlara şöyle denir:) "İşte sizin yalanladığınız ateş budur." Hani "cehennem yok" diyorlardı, "işte var" diyorlar melekler. Yani "kastettiğiniz, sizin yalan dediğiniz ateş budur" diyorlar, enselerinden tutup ateşin içine, cehennem ateşinin içine koyuyorlar. Hani yok diyordu, bizzat görmüş oluyor, kanaati tam gelmiş oluyor, inşaAllah. Allah diyor ki: "Bu da bir büyü mü" diyor. Bu ateş yani size öyle geliyor olmasın diyor Allah. "...yoksa siz mi görmüyorsunuz?" diyor Allah. Yani bir yanlışlık olmasın diyor, alay ediyor Allah onlarla, aşağılıyor değil mi. Hani diyorlar ya, halüsinasyon, acaba hayal mi diyorlar, ateşin içine sokuyor, adam hayal diyecek hali var mı? "Girin ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin" diyor Allah. Hani adamlar sabretmiyor, sabretmeseniz de fark etmez diyor Allah. "Sizin için birdir. Siz ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz. Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nimet içindedirler; Rablerinin verdikleriyle 'sevinçli ve mutludurlar'." Sevinç ve mutluluk, müminlerin hiçbir rahatsızlığı yoktur. Ölüm anından itibaren başlar, sürekli rahattır müminler. Ne Kıyamet’te rahatsız olurlar, cehennemin kenarına getirilecek müminler ne orada rahatsız olurlar. Hiçbir yerde. Zaten yanlarında mihmandarları var, yani sürekli övülüyorlar zaten, cennete girerken de "selam size" deniyor böyle sevgi ile karşılanıyorlar. Yerlerine yerleştiriliyorlar. Cennet onlara tanıtılıyor, inşaAllah. Yani ilk geldikleri için hayret içinde oluyorlar. Allah orada onlara tanıtacak, gılmanlar, vildanlar var, huriler var, onlar oraları onlara tarif ediyor cenneti, inşaAllah. "Rableri, kendilerini 'çılgınca yanan cehennemin' azabından korumuştur." Mesela bunun bir nimet olarak verildiğini belirtiyor Allah bunu. Cehenneme gitmedikleri için seviniyor müminler. "Yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için." İstedikleri kadar yerler, asla doymazlar. Şimdi iki tabak yemek yedi mi doyar millet, ondan sonra üzerine karbonat marbonat alıp değil mi, canı yanıyor, rahatsız oluyorlar. "İman edenler ve zürriyetleri kendilerini imanda izleyenler" Bak, iman edenler, zürriyetleri. Mesela babası, annesi, kardeşleri, çocukları. "... kendilerini imanda izleyenler..." Talebeleri, "... kendilerini imanda izleyenler..." Mesela Hz. Mehdi (as) ve talebeleri, Resulullah (sav) ve talebeleri, değil mi, ümmeti. "Kendilerini imanda izleyenler; Biz onların zürriyetlerini de onlara katıp-ekledik." İlave onlar da oradalar. "... amellerinden hiçbir şeyi eksiltmedik." Her şeyin karşılığını tam, güzel verdik diyor Allah. "Her kişi kendi kazandığına karşılık bir rehindir." Biz Allah'a rehiniz, inşaAllah. "Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik." Her yerde ızgara ocakları olacak cennette, inşaAllah. Böyle kolestrol falan yok. Ne nefis etler böyle, değil mi, yersin, içersin hatta mesela kuşa da işaret ediyorlar, hemen orada kızartıp yiyiyorsun kuşu, sonra onu yeniden kuşa bir işaret yapıyorsun, kemikler toparlanıp yeniden uçuyor kuş, aynı canlılığı ile yeniden karşına geçiyor. Yani gece gündüz yiyor, asla doymaz. Sistem tamamen değişiyor. Fizik ve kimya kanunlarını tamamen değiştiriyor Allah, ayet var. "Yepyeni bir yaratılışla yaratacağım," diyor Allah. Bizim alıştığımız sistem ile değil. Nasıl rüyamızda biz yemek yediğimizde, ne kadar yemek yersek yiyelim doyar mıyız? Doymayız, orada da öyle işte. Yani bir Allah'ın sırrı var, ben onu zaman zaman anlatıyorum, bir yönü ile anlatıyorum, maddenin hakikatini anlatıyorum. Yani madde dışarıda vardır, ama görüntü olarak vardır. Saydam bir madde olarak vardır, cam gibi saydamdır ve yoğunlaşmış enerji olarak vardır madde dışarıda. Enerjinin yoğunlaşmasından oluşur ve saydam ve siyah beyazdır. Renk yoktur dışarıda. Ama ışık verirsen de, siyah beyaz görülür, inşaAllah. Biz beynimizde renkli görüyoruz. Cennette de bir şeyi hayal ettiğimiz an, anında oluşur. Mesela sen şimdi kafanda bir portakal hayal ettiğinde hemen oluşuyor mu? Beyninde, istersen oluşturursun. Yani gözünü kapattığında insan nasıl canlandırır, mesela bir şehir düşünüyoruz, kafamızda hemen şehir manzarası oluşuyor. Binalarıyla, yollarıyla, yani hiç hayatta görmediğimiz bir şeyi, bir anda beynimizde meydana getirebiliyor muyuz? Mesela diyorsun, "Paris'te bir sokak düşüneceğim" diyorsun, kafanda anında oluşturuyorsun. Pencere pervazları, bütün detayları ile oluşur anında. Mesela güzel bir meyvayı kafanda, güzel bir sofrayı kafanda canlandırdığında hemen oluşuyor. Hatta milletin ağzı sulanıyor, hatta yutkunuyor. İşte cennette de öyledir. Kafasından geçirdiği an, rüyanda nasıl oluşuyorsa, kafanda nasıl oluşuyorsa. Onu Allah zaten burada kasten yaratıyor. Yani sistemi anlamamız için yaratıyor. Bir insan düşündüğünde bir şey hemen nasıl oluyor, aynı şekilde olur. Mesela kuşu görüyorsun, kızarmış halini düşünüyorsun, değil mi, hemen o kızarmış hali oluşur işte karşında. Ama zaten bu sistem bu dünyada, şu an var zaten. Ama flu olarak var, çok flu olarak var. Cennette net olarak olmuş oluyor sistem. Sonra o kuş, mesela kemiklerine bakıyorsun, bu toparlanmış olarak hayal ettiğinde hemen toparlanıp uçuyor, anlaşıldı mı? Oradaki eşya, madde her şey hareketlidir. Yani zaten normal hali de budur aslında, böyle olması lazım. Bu dünyadaki sistem olağanüstü halidir. Mesela dünyada tozun oluşması, kirin oluşması mucizedir, olmaması lazım normalde, mucize olarak oluyor. Yani normal adetullahta madde asla yaşlanmaz, ölmez ve kirlenmez ve hastalanmaz. Hastalanma mucize olarak oluyor. Yani şimdi rüyasında bir insan mikrop kapıyor, hastalanıyor. Makul mü bu? Yani mikrop yok ortada normalde değil mi, olmadığı halde hastalanıyor adam. Mesela araba geliyor, araba geliyor çarpıyor rüyasında, adam hastanelik oluyor, kafası-gözü yarılıyor, cankurtaran ile hastaneye götürüyorlar, değil mi, var mı öyle bir şey, yok. Cennette bu sistemi Allah dolaylı olarak, bunun benzeri bir sistemi yaratacak. Ama tabii her zaman dışarıda bir maddenin aslı vardır, her zaman vardır. Ama bir gölge varlık olarak vardır. Yani bir yoğun enerji olarak vardır. Fakat biz asla ve kesinlikle onun asıl gerçeğini göremeyiz, Allah görür. Biz, Allah'ın bize gösterdiği kadarını görürüz. Mesela Dawkins diyor ki, "ben diyor laboratuvara girdim, araştırma yapıyorum" diyor. Kafasının içinde Allah'ın ona gösterttiği laboratuvarın dışında hiçbir yere giremez o. Haberi bile yok o elma yanağın. Tabii, o elma yanak işte kiraz kulak ortada geziyor böyle. Dışarıdaki laboratuvarı da Allah yaratır, yani o yoğunlaşmış enerjiden meydana gelen laboratuvarı. Fakat o, onun aslını asla göremez. Allah'ın ona gösterttiği görüntüsünü görebilir. Ama Allah dışarıda "Ben yarattım" diyor. Dışarıda bir varlığı vardır. Sufi düşüncede, bazı tasavvuf ekollerinde, dışarıda maddenin aslı hiç yoktur derler. Dışarıda aslı vardır, fakat gölge varlık olarak yani saydam, atomun yapısından kaynaklanan bir özellik gösterir. Çünkü nötron, proton, elektron bunlar birbirlerine uzaklıkları çok şiddetli, yani çok çok fazla. Böyle kevgir gibi, makul olarak da saydam görünüyor o zaman görüntü. Yani siyah beyazdır. Ama bakın, şimdi biz burada bakıyoruz, rengarenk, maşaAllah. Kare kare. Böyle bazen İstinye'ye gidiyorum, orada güzel bir manav var boydan boya, nefesim kesiliyor yani maşaAllah. Evet, oranın çok efendi de bir sahibi var, beni çok sever, ben de onu çok severim. Yine bir Doğulu bir sahibi daha var, ortağı, o da müthiş efendi bir insan böyle. Güneydoğu'nun, Kürt kardeşlerimizin o nezaketi, efendiliği, insancıllığı, muhteremliğini güzel yansıtan bir insan maşaAllah. Hep öyledir Güneydoğu. Öbür ortağı da, o da çok nezih insan. Orada ben bizzat kendi elim ile seçiyorum meyve olduğunda, yani acayip zevk alıyorum. Görüntü şahane, hepsi çok çok güzel. Mesela şu çilek, her gördüğünde insanın içi eser. Toprağın üzerinde, çamurlu arazide bunlar böyle kırmızı kırmızı, boncuk gibi, gıcır gıcır verniklenmiş gibi bak. Bir de oh mis gibi gibi de kokuyor, maşaAllah. Bal gibi de, tadı da çok çok güzel. Mesela mandalina görüyor musun, bak kabuğundaki güzelliğe, ambalajındaki mükemmelliğe bak. Ne tam yapışmış, ne tam yapışmamış, ama çektin mi gıcır gıcır ve suyunu muhafaza ederek, kabuğunu daha çeker çekmez mis gibi bir koku ile, önden bir koku ikramı yapıyor. Bak parmaklar falan mis gibi kokuyor. Şu içindeki beyaz kısım, bak görüyor musun şu, pamuk gibi bu onu sarmış böyle, adeta pamuk tabakası ile bir şeyi muhafaza eder gibi ediyor. Şimdi bak, bunun içinde yüzbinlerce mandalinanın kromozomu kodlu. Bundan yüzbinlerce mandalina çıkarabilirsin. Yani bütün koku, ağaç, mandalinanın ağacını çıkartıyorsun, ağacını. Köküyle, teşkilatıyla, tahtasıyla, hepsi en ince detayına kadar ve ileriki nesillerin özellikleri de var. Bakın, bir tek o ağacın değil, sonra ileride meydana gelecek ağaçların da bütün özellikleri kodlu. Tek o değil yani, o çok önemli. Tabii, hepsi kodlu. Mesela bu kabuğu biz kaldırıp atıyoruz, içi harikalarla dolu bunun. Kromozomların yapısını bir inceliyoruz, nefes kesici.
OKTAR BABUNA: Hocam, çilek dediniz, çileğe benzer yengeç bulunmuş. Aynı çilek gibi.
ADNAN OKTAR: Göreyim. Ben bu herifi yerim. MaşaAllah. Hakikaten çileklerin arasına girse hiç insan bilmez yani. MaşaAllah. Yeni mi bulunmuş? Yeni bir yengeç türü bulundu. Allah Allah kardeşim her gün bir şey bulunuyor, bitmiyor maşaAllah. Mesela şu siyah erikler, şahane bir şey böyle. Bunun da mesela çekirdeğini Allah ikram olarak, mesela yemeğini yiyiyor insanlar, çekirdekleri tabakla alıyor tarlaya serpiyorlar, toprağın üzerine serpiyorlar, on sene sonra al sana bir erik ağacı daha, hazır nimet yani. Bak üzeri pırıl pırıl parlıyor, verniklenmiş gibi, gıcır gıcır.
OKTAR BABUNA: Bir de renkleri Hocam, çok olağanüstü maşaAllah, çok güzel renkleri.
ADNAN OKTAR: Kardeşim her birinin kokusu, tadı ayrı. Çok şahane. Bir de sanki ilaç deposu. Kalsiyuma mı ihtiyacın var, buyur. Magnezyum, potasyum, bakır, çinko, kobalt ve tam ayarında, yani vücudu rahatsız etmeyecek gibi. Vitaminler tam ayarında, A, B, C, B kompleksi vitaminlerin tamamı, B1, B2, B6, B12, Kobalamin hepsi var. Antioksidanlar...
OKTAR BABUNA: Kansere de iyi geliyor, evet.
ADNAN OKTAR: Tabii. Yani antikanser özellik gösteren maddeler, inşaAllah. Bir de vücut Ph'ını çok güzel dengeliyor. Mesela meyve, sebze bol yiyen insanın vücudu daha dirençli oluyor. Gribe, hastalıklara karşı daha canlı olur. Mesela sırf pilav yiyiyor adam, bitap olur, 12 saat sonra falan bitkinleşir. Ama meyve yiyen insan 12 saat sonra cıva gibi olur.
OKTAR BABUNA: Dediğiniz gibi Hocam, siz daha iyi bilirsiniz inşaAllah, bir şeker yüklemesi oluyor pilavda, şekeri düşürüyor.
ADNAN OKTAR: Tabii. Bir de muz biraz bekleyince güzel oluyor gibi geliyor bana. Çok şahane oluyor. Şu Trabzon hurması, ben eskiden ağaçlarda görürdüm onu, birkaç kere aldım, çok buruk tadı, dedim millet bunu nasıl yiyiyor falan. Sonra arkadaşlarım dediler, çok şahane bir şey bu Hocam dediler, yalnız olgunlaşması gerekiyor dediler. Baktım, hakikaten kabak tatlısı gibi şahane bir şeymiş. Allah Allah dedik, o bütün mesele olgunlaşmasındaymış demek ki. Yani şahane bir yiyecek yani, şahane. Vitamin, mineral... Ebu Hureyre (ra) dedi: Resulullah (sav): "İmamınız Hz. Mehdi (as) kendinizden olduğu halde", yani sizin içinizden çıktığı halde, "Meryem oğlu İsa Mesih (as) içinize indiği, Mehdi (as)'a iktida ettiği," yani ona imamlıkta uyduğu, yani onun arkasında namaz kıldığı ve manen bağlandığı zaman, "acaba nasıl olursunuz?" buyurdu, Peygamberimiz (sav). Nerede geçiyor Sahih-i Müslim. Hani sahih hadis kitaplarında yoktu? Sahih-i Müslim'de geçiyor. Ebu Hureyre (ra) şöyle demiştir: Resulullah (sav) buyurdu ki: "Hayatım yed'inde olan", hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki diyor Peygamberimiz (sav). Allah adına yemin ediyor Peygamber (sav), "Meryem oğlu İsa Mesih (as) adil bir hakim olarak", hakim; adaleti sağlamak üzere geliyor, hakim olarak, "sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak, domuzu ödürecek, cizyeyi kaldıracaktır. (O zaman) mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır." O kadar çok mal olacaktır diyor. (Sahih-i Müslim, Cilt 1, s. 206) Bediüzzaman Said Nursi talebelerinden Ahmet Fevzi Kul aşağıdaki ayet-i kerimelerin ebcedini şu şekilde vermiştir diyor. Yusuf Suresi, şeytandan Allah'a sığınırım. "Allah, emrinde galib olandır." 2014. Bediüzzaman'ın zamanında yazmış bu kitabı. Yani Bediüzzaman'ın tasdik ettiği bir eser bu, çok eski. "Şüphesiz; Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır." İşari manada, Hz. Mehdi (as)'ın talebeleri ve Hz. Mehdi (as) kastediliyor. 1994. "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." (Tevbe Suresi, 32.) miladi 2002 tarihini veriyor. Hz. Mehdi (as)'ın zamanında demek ki insanlar, bir kısım insanlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isteyecekler, Hz. Mehdi (as)'ı söndürmek, İslam'ı söndürmek, Kuran'ı söndürmek isteyecekler, materyalist, Darwinist, komünist propaganda yapacaklar, iddia edilen Ergenekon örgütünün propagandasını yapacaklar. Fakat Allah diyor ki, "Allah Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." Allah ben nurumu mutlaka tamamlayacağım diyor. Ve 2002. Aynı zamanda inşaAllah Hz. İsa Mesih (as)'ın da inişini umduğumuz tarihtir. 2002'ler, 2003, 2004'ler inşaAllah. Ebu Said-i Hudri'den rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav) buyurdu ki: "Ümmetim içinde el-Mehdi olacaktır." Sünen-i İbni Mace. Hani yoktu sahih hadis kitaplarında. Sünen-i İbni Mace, Sünen-i Nesei, Sünen-i Ebu Davud, Buhari, Müslim, Tırmizi hepsi sahih hadis kitapları. "... Bu (Emir) Hz. Mehdi (as) insanlar yeryüzünü daha önce zulüm ile doldurdukları gibi", kan dökerek, kepazelik çıkararak rezillik yaptıkları gibi, tam tersine diyor hadiste, "yeryüzünü adaletle dolduracaktır". Hakimdir aynı zamanda Hz. Mehdi (as). "Artık sizden kim o güne yetişirse", o güne, o vakte yetişirse, Hz. Mehdi (as)'ı hissederse, "kar üstünde sürünerek de olsa" diyor, kar yağıyor, eli ayağı tutmuyor adamın artık donmuş, ortalık perişan vaziyette. Kar üstünde sürüklenerek, elinden çeke çeke de olsa diyor, "onlara varsın (katılsın)", Hz. Mehdi (as) cemaatine mutlaka katılın, diyor. Bunu kim diyor; Resulullah (sav) söylüyor, emrediyor. Peygamber (sav) emri bu. “Öl” dese ölürüz Peygamber (sav). Sünen-i İbni Mace'de, sahih hadis kitabında sayfa 346'da, Hz. Mehdi (as)'a katılın diyor. Biz de şimdi Hz. Mehdi (as)'ı görsek, değil mi evelAllah var gücümüzle ona yardım ederiz, inşaAllah. "Siz o Hz. Mehdi (as)'ı, O'nun geldiğini görünce kar üstünde emeklemek suretiyle de olsa gidin ona biat ediniz", tabii olunuz. "Çünkü O Allah'ın halifesi", bak Resulullah (sav)'in halifesi demiyor, Allah'ın halifesi. "Allah'ın halifesi", Müslümanların manevi lideri Hz. Mehdi (as)'dır, "buyurdu". Sünen-i İbni Mace, sahih hadis kitabı, sayfa 345. Melih Abbas, Eskişehir'den yazmış 29.06.2009 tarihinde, saat 18:18'de bilgisayara gelmiş. Cübbeli Ahmet yeni çıkan CD'sinde şöyle bir konu anlatıyor. Hz. Mehdi (as) çıktığı zaman yeryüzü içinde bulunan altın madenleri dışarı vurmaya başlayacak. "Ohoo Hoca efendi desene hiç gidilmez", diyor. Kendi üslubuyla anlatıyorum. "Niye?" diyor, bu orjinal konuşması, "eee bir baktın ki evin bahçesinde kocaman direk gibi bir sütun, bir altın çıktı." Evin bahçesinde, yani minare gibi altın fırlayacak diyor 24 ayar. Yani bu Cübbeli evlere şenlik maşaAllah. "Eee şimdi sen bu altını bırak da git Mekke'ye, aç susuz Mekke'ye ne yiyecen." Üsluba bak "yaaa", ya’lı konuşulur mu öyle? "Eeee, yaaaa" yine demiş, "işte ne diyorum sana işler zorlaşacak kolay olmayacak, yeryüzü" diyor "nasıl olsa artık Kıyamet yaklaştı. Altının gümüşün kimseye yarayacağı yok, direk gibi altınlar". Yani 5 metre falan çapında 100-150 metre yüksekliğinde olacak diyor. "Direk ne demek biliyor musunuz, o caminin direkleri varya, o koca direkler yani bizim camiye bakma sen, bizim caminin direkleri apartman direkleri bunlar, küçük diyor." O yetmiyormuş bak. "Sen Fatih camisinin direklerini biliyor musun, Süleymaniye'nin direklerini, fil ayaklarını biliyor musun" diyor. Onlar biliyorsunuz devasa sütunlar çok büyük. "Oo kaç ton o direkleri gör işte bak kafadan takken düşer, o kadar uzun", diyor. Baktı mı takkesi arkaya düşüyormuş, kafada takke durmuyor demek ki. "O direkler gibi altınları toprak çıkaracak, dışarı atacak". Kardeşim katliam olur öyle bir şey olsa, yani bütün evlerin bahçesinden öyle altın fışkırsa. Şimdi bu evin buradan fışkırsa bu ev falan yıkılır. Arabalar, evler ne olur? Her yer, hayır hiçbir yere de gidemeyiz hayat ölür. Bir de 24 ayar som altın fışkıracak diyor. "Bir de bakacaksın ki şöyle koca sütunlar gibi altın madenleri som altın dışarı vurmuş, şimdi millet bir küpe için, bir yüzük için birisinin kafasını kırıyor, millet birbirini öldürüyor yahu" diyor -u' yu uzatmış. "O kadar altını sokakta görenler ne yapacak acaba, işte Kıyamet yaklaştı." İşte Cübbeli Ahmet'in mantıklarından bir tanesi. Şimdi ahir zaman şahıslarını da anlatmak suç oldu kardeşim, adam “bana söylüyorsun” diyor ortaya çıkıyor. Ben çok fazla insandan bahsettim değil mi, ahir zamanda birçok anormal mahlûk var. Mesela ben, dedim "Hz. Mehdi (as)'a karşı mücadele edecek bir yobaz var" dedim. Bir üçkağıtçı Hoca çıkacak, sahtekar; ahir zaman sahtekarı. Ve bu klasik çakal olduğu halde kendisini gizleyecek, Müslüman gibi gösterecek. Fakat Hz. Mehdi (as)'a karşı huruç edecek, Hz. Mehdi (as)'ı yalanlayacak, Hz. Mehdi (as)'ı -haşa- dinsizlikle itham edecek. Bunu kim diyor biliyor musunuz? İmam Rabbani diyor. Nereden naklediyor biliyor musunuz? Peygamber (sav)'den naklediyor, Resulullah (sav) söylüyor. İstanbul'da bir yobaz Hoca çıkacak ve Hz. Mehdi (as)'a karşı huruç edecek ve insanları ona karşı kışkırtacak. Arkasına aldığı mafyayla, it kopuk takımıyla kendini Müslüman gibi tanıtıp Hz. Mehdi (as)'a karşı tavır alacak. Şimdi ben bunu söyleyince bir adam çıkarsa, "arkadaş burada sen beni kastettin, ben de Hocayım. Ben 10 milyar tazminat davası açıyorum sana" derse, "iyi sıhhatte olsunlar, derim" ben de böyle bir şeye. Var öyle bir it çıkacak, bir çakal. Nasıl söyleyeceğiz biz bunu, değil mi, “bana söyledin” olmaz. Adını söylersin, soyadını söylersin, adresini verirsin tamam, yoksa hiç kimse alınmıyor benim çevremden hiçbir insan alınmıyor.
SUNUCU: İsim kullanmıyorsunuz, hiçbir şey kullanmıyorsunuz.
ADNAN OKTAR: Oturup durduk yere birisi çıkıp alınırsa, bunda bir anormallik vardır, “sen bana diyorsun” diyorsa bu anormalliktir. Yeni hadisler var onları okuyayım. Sürekli hadis araştırması yapıyoruz, yeni yeni hadisler elde ediyorum, onları zaman zaman kardeşlerime sunuyorum. "Cabir Ebu Cafer'den naklediyor: Ömer iman edenlerin prensine, Hz. Ali", Keremullahı Vecceh, Haydar-ı Kerrar, değil mi, döne döne mücadele eden Allah'ın aslanı...
OKTAR BABUNA: Murtaza, Kuran-ı Natık, Emir'ul Müminin.
ADNAN OKTAR: Dedeme, benim şerefli dedeme inşaAllah. "İman edenlerin prensine Hz. Ali'ye, Hz. Mehdi hakkında sorunca şöyle dedi: “Ya İbn-i Ebu Talip Hz. Ali bana Hz. Mehdi (as)'ı anlat." Hz. Ali (ra)’e öyle hitap ediyor, "Ya İbn-i Ebu Talip", Hz. Ali (ra)’e soruyor, "bana Hz. Mehdi (as)'ı anlat. Adı nedir?", bir kere adını soruyor. "İman edenlerin prensi Hz. Ali dedi ki", Keremullahı Vecceh, “benim sevgili ve yakın dostum Peygamberimiz (sav) dedi ki; 'Yüce Allah Hz. Mehdi (as)'ı ortaya çıkarana kadar onun adını kimseye söylememem için'", onun adını Hz. Ali'ye söylüyor, ama "hiç kimseye söylemeyeceksin" diyor, "söylememem için benden söz aldı". Yemin alıyor. "Onun" Hz. Mehdi (as)'ın "adı Yüce Allah'ın elçisine emanet ettiği bilgilerden biridir". Bir tek Resullullah (sav) Hz. Ali'ye söylüyor, "gizle bunu" diyor, "ismi şudur" ama söylemeyeceksin diyor. "Yalnız şunu söyleyeyim" diyor, "adı adıma benzer, adı adıma denktir" o kadar. Ahmet Mahmut Muhammed Mustafa. Zaten öyle bir şey yok. Öyle olsa zaten böyle bir hadis olmaz, değil mi? Diyor ki; "Yüce Allah onu ortaya çıkarana kadar", Allah bu ismi ortaya çıkaracak diyor, "onun adını kimseye söylememem için", Hz. Mehdi (as)'ın adını söylememem için "benden söz aldı." Peygamber (sav) Hz. Ali'den söz alıyor, "söylemeyeceksin sır olarak söylüyorum" diyor, "ismi şu" diyor, açıkça söylüyor ismini. Bediüzzaman'ın da bu konuda mektupları var, ama o da zamanı gelince ortaya çıkacak inşaAllah. "Onun, Hz. Mehdi (as)'ın adı Yüce Allah'ın elçisine emanet ettiği bilgilerden biridir", "emanet ettiğini söylüyorum" diyor, "fakat kimseye söylemeyeceksin" diyor. Zaman geldi, biz inceledik, baktık ne olabilir, ne olabilir, sonra anladık ki Resulullah (sav)'in bir tane adı var, babasının adıyla kendi adının aynı olduğu bir ad var, kendi soyadı, soyadını kastettiğini daha yeni anladık biz ahir zamanda. Diyor ki; Yüce Allah'ın elçisine emanet ettiği bilgilerden biridir, "Yüce Allah onu ortaya çıkarana kadar", Allah-u Alem vakti geldi ve ortaya çıktı bu isim de. Ben-i Adnan'dır Peygamberimiz (sav)'in soyadı. Bütün soyu, mesela Peygamber Efendimiz (sav)'in çocuklarının ismi ne dendiğinde? "Sayın Adnan"dır. Ben anlaşılması için anlatmıştım, mesela Süleyman Demirel'in kardeşine ne diyoruz? "Demirel" diyoruz, kendisine ne diyoruz? "Demirel" diyoruz. Tayyip Erdoğan Beyefendiye ne diyoruz? "Sayın Erdoğan" diyoruz, oğluna ne diyoruz? "Erdoğan" diyoruz, babasına da "Sayın Erdoğan" diyoruz. İsmiyle hitap edilmiyor, aynı şekilde Hz. Ali Keremullahı Vecceh, Resulullah (sav) ile karşılaştığında ona ne diye hitap ediyor? Mustafa Adnan Peygamber diyor.
OKTAR BABUNA: Evet kasidede inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Hz. Ali'nin kasidesinde, bakın 1400 yıllık kaside, 1400 yıllık. Mustafa Adnan Peygamber diyor, buradan bu ismin bu şekilde olduğu çok net anlıyoruz. Çünkü ismi ismime denk diyor, böyle tam aynı, bir tane isimden bahsediyor, başka da bir isimden bahsetmiyor. Ama babasının ismi de aynıdır diyor, şimdi başka da bir isim yok. Bunun, bu ismin 1400 sene gizli kalması, şimdi ortaya çıkması da bir harika, bir mucizedir. Allah ortaya çıkaracak diyor ve Allah ortaya çıkarmıştır, inşaAllah. Tabii ortaya gelince, göğsünü gere gere Mehdilik mi iddia ediyorsun?" diyecekler. 50 kere söyledim, 51. kere söylüyorum, "Allah'ın, Meleklerin, bütün insanların laneti üzerime olsun ki son nefesime kadar vefat edinceye kadar hiçbir şekilde Mehdilik iddia etmem, etmeyeceğim, asla". Ama benziyor, benzeyecek ben bunu gizleyemem yani, söylemeyeyim mi ben bunu? Söylemesem, bunu ben Allah'a nasıl açıklayayım? Hangi bir şeyi gizleyeyim ben ve neden gizleyeyim?
OKTAR BABUNA: Alametler de uyuyor, ama yani dediğiniz gibi.
ADNAN OKTAR: Yok niye gizleyeyim inşaAllah. Ramuz-ul Hadis, hadis numarası 6294: "Doğu'dan başları tıraşlı kavimler çıkacak", kafayı kazıtmış tipler. Resulullah (sav)'in biliyorsunuz, saçları uzundu, bazen kısaydı, bazen kısaltırdı, ama genelde uzundu. Hatta örüyordu iki taraftan, öyle uzun Peygamberimiz (sav)'in saçları. Güzel kokulu yağ sürüyor, pırıl pırıl parlıyor saçları, böyle briyantinli gibi, mis gibi gül kokuyor, iki beliği saçı vardı diyor iki taraftan. "Doğudan başları tıraşlı kavimler çıkacak, dilleri ile Kuran okuyacaklar fakat boğazlarından aşağıya geçmeyecek". Yani bazı tipler çıkacak demek ki Kuran'dan bahsedecek, Kuran'ı ezbere bilecek, ama anlattıklarına bir bakacağız ki Kuran'la tam anlamıyla zıt. Kuran'a muhalif tam bir müşrik üslubuyla adeta Kuran'a savaş açacak, ama Kuran'ı savunuyor gibi görünerek. Kuran'a tam zıt izahlar yapacak, böyle tipler çıkacak. "Onlar dinden, okun yaydan çıktığı gibi çıkacaklar" diyor. Yani öyle bir konuşma yapacak ki, uydurma bir izah, Kuran'la da tam çelişen bir izah yapacak, bu sebeple dinden çıkacaklar diyor. Ramuz-ul Hadis, hadis numarası 6255: "İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki avam halk Kuran okuyacak", halk Kuran okuyacak, "ibadete kendini verecek, fakat bidat ehlinin işleriyle meşgul olacaklar", yani dinde uydurma hurafe çıkaran psikopat cahil Hocaların işleriyle meşgul olacaklar. Onlarla haşır neşir olacaklar. "Hissetmedikleri yerden şirke sapacaklar", hissetmedikleri yerden şirke sapacaklar. Adam sahtekar Hoca çıkacak, öyle bir anlatacak ki, adam onu Kuran'dan zannedecek, ama Kuran'a tam zıt, Kuran ahlakına tam zıt. Böyle halkı şirke sokan demek ki yobaz, üçkağıtçı, sahtekar Hocalar çıkacak. Şimdi kimse çıkıp burada alınmasın, yani "sen bana dedin" diye kimse beni mahkemeye vermeye kalkmasın. Kimse kim, o ilgili şahıs. "Söz ve ilimleri vasıtasıyla rızık elde edecekler", konuşmaları, kasetleri, kitapları, hitabetiyle, bak "söz ve ilimleri vasıtasıyla rızık elde edecekler", geçimini ondan sağlayacaklar diyor hadiste Peygamberimiz (sav). Yani adamın normalde geçimi başka bir yerden olması gerekirken, değil mi çünkü dinden ticaret olmaz, yani dinden kazanç elde edilmez. Çünkü bak elçiler de geliyor Kuran'da, "ben sizden hiçbir şey istemiyorum, benim ücretim Allah'a aittir, Allah rızası benim istediğim" diyor.
OKTAR BABUNA: Bugüne kadar milyonlarca kitabınız sattı, tek bir kuruş almadınız Hocam.
ADNAN OKTAR: Tabii, Allah vermesin tahayyül dahi edemem.
OKTAR BABUNA: Senede 80 milyon, 100 milyonun üzerinde.
ADNAN OKTAR: Tabii 100 milyonu geçti.
OKTAR BABUNA: Muazzam bir rakam inşaAllah.
ADNAN OKTAR: "Söz ve ilimleri vasıtasıyla rızık elde edecekler", onunla geçinecekler. "Dini alet ederek dünyalık edinecekler", işte cami kapısında duruyor, topluyor mesela onunla geçiniyor adam. "İşte bir gözü kör deccalin uyduları bunlardır” ona uyacak olanlar bunlardır diyor. Diğer bir rivayette "Yetmiş bin sarıklı yobaz, deccale uyacak" diyor. Ramuzü'l Hadis'te bunu söylüyor "kör deccal in uydularıdır bunlar" diyor. "Amr İbn Asr rivayet etmiştir. Peygamber Eefendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: 'Ben bu ümmetin ilkiyim. Hz. Mehdi (as) bu ümmetin ortasında. Hz. İsa Mesih (as) da sonundadır. Aramızda ise sahtekar, yaşlı bir adam vardır.'" Bu da Darwin, Darwin'e bakıyor. Gelmiş geçmiş tarihin en büyük yalancısı, en büyük fesatçısı ve en büyük deccalidir Darwin. 350 milyon insanın katline sebep olmuştur. 1. Dünya ve 2. Dünya harplerinin çıkmasına, komünizmin, faşizmin çıkmasına sebep olmuştur. Hala dünyada dirlik düzenlik sağlanamıyor. Anarşi ve terörün kökenini oluşturmuştur. Kadınlara karşı nefretin kökenini oluşturmuştur. Egoistlik, bencilliği insanlara o öğretmiştir ve dünyayı güvenilmez hale getirmiştir. Bugün insanlar, bütün herkes birbirinden korkuyor, % 99'u birbirinden korkuyor. Güvenilir insan parmakla sayılıyor dünyada. "Aramızda ise sahtekar, yaşlı bir adam vardır" diyor. Biri çıkar da "beni kastettin" derse artık orada pes yani. "Seni arkadaş ben mahkemeye veriyorum, bak işte burada beni kastediyorsun" derse; olmaz. Bu da ayrı bir konu. Evet, onun için de açıkladım yani çıkmasın diye. (Bihar-ul Envar, 51. cilt. Kitabul Gaybet- Allame Muhammed Bakır el-Meclisi, sayfa 132…)
SUNUCU: Yarın akşam saat 22.00'de görüşmek üzere, hoşça kalın.