Sohbet -11 Ocak 2010
SUNUCU: İyi akşamlar sayın izleyicilerimiz ve dinleyicilerimiz, bir Adnan OkTar’la Başbaşa programına daha hoşgeldiniz. Sorularımızla mı başlayalım yoksa siz söylemek ister misiniz bir şeyler?
ADNAN OKTAR: Tamam bir soru sor, inşaAllah.
SUNUCU: Soralım, bugün değişik sorularımız var zaten. Erdem Kaleli sormuş Sahrayıcedid’ten; “değerli Hocam Televole ve benzeri programlar sunan Acun Ilıcalı hakkında ne düşünüyorsunuz?”
ADNAN OKTAR: Erdem Kaleli merak etmiş, Acun zekidir, yamandır yani fakat tabii biz istiyoruz ki programları böyle Televole kültürü gibi olmasın. Vatan sevgisi, millet sevgisi, PKK tehlikesi, değil mi, Afganistan’daki olaylar, Irak’taki olaylar. Yani programlarında bunlardan da bahsedebilir. Bunlara karşı tavır alabilir, bunlarla ilgili bir şeyler söyleyebilir. Ekonomik krizle ilgili kısa bir şey söyleyebilir. Fikirleri var çünkü bayağı kafalı çocuktur o, bayağı kültürlü, bilgisi var. O kaç yıl benim yanımda kalmıştı, 7 yıl falan. 7 yıl talebemdi, inşaAllah. Bayağı iyi bilir Darwinizmi, materyalizmi falan her şeyi çok iyi bilir. Komünist tehlikeyi iyi bilir. Zehir gibi de zekidir, hazırcevaptır. Ama gönlümüz ister ki tabii güzel şeyler anlatsın, faydalı şeyler de anlatsın. Boş şeylerle vakit geçirmesin. Gönlümüz bunu ister. Hani bu eğlence programı, bu da gider mi, diyor. Çok güzel gider, niye gitmesin? Ara ara, kısa kısa değil mi, tiyatrolar bile eğiticidir arada bir mesaj verilir. O tip programlarda da, mesela Afganistan’daki zulüm bir iki paragraf telin edilebilir. Ne bileyim, şu griple ilgili bile birkaç kelime bir şey söyleyebilir. İnancını ifade edebilir ama belki ama programın yapımcıları tavır koyar diye mi çekiniyor bilmiyorum; ama iyi olur yapabilirse çok iyi olur.
SUNUCU: Aylin Tekinoğlu, İzmir’den sormuş. “Hocam Amerikalı ünlü aktris Brittany Murphy çok genç yaşta, aniden kalbi durarak öldü. Sizce bu olay onu tanıyıp seven kişilerin Allah’ı ve ahireti düşünmesine vesile olmuş olabilir mi?”
ADNAN OKTAR: Evet ünlü sanatçılardan, ünlü kişilerden birçok insan vefat ediyor ama insanlar o kadar vefalı değiller. Mesela bak Sakıp Sabancı son derece neşeli bir insandı, sürekli ekranlara çıkardı. Gördüğümüzde hakikaten hoşumuza giderdi üslubu, konuşması değil mi; böyle sevecen, “gardaşım” derken böyle kendine has bir üslubu vardı. Mesela poz yapmazdı o, samimi konuşurdu, çok candandı rahmetli ama bak hiç adı sanı duyulmuyor, unuttular adeta. Halbuki tesisler bıraktı arkasında değil mi, büyük yatırımlar bıraktı. Çok emek veren bir insandı Türkiye’ye. Fakat yine de çabuk unutuluyor ünlüler, değerli insanlar, değerli kişiler. Bu hanım da öyle, tabii genç yaşta vefat etmiş olması bazen insanları olumsuz etkiliyor ama onda da bir hayır vardır. İnşaAllah ondan ibret alacağız tabii. Yani ölüm insanlara gençken de gelebilir, orta yaşta da gelebilir, çok yaşlı da gelebilir. Ama genç öldü edebiyatı yanlış, çünkü takdir Allah’ın. Allah nasıl verdiyse o şekilde alır. Çünkü beynimizin içinde bize görüntü olarak yaratıyor, dışarıda varlığı var ama beynimizde bize görüntü olarak yaratıyor. Yaratırken bize sormuyor Cenab-ı Allah, yaratayım mı demiyor? Alırken de bize sormaz. Kime aitse o gerekeni yapar; Cenab-a Allah’a ait olduğuna göre Allah yapar. Yani mülk sahibi bile, adamın evi oluyor yıkıyor evini, niye yıkıyorsun diyorlar mı, diyemiyorlar. Arsasının üzerine ev yapıyor, niye ev yaptın diyorlar mı, diyemiyorlar, ona ait. İnsan da Allah’a aittir. Allah, “Ben yarattım” dediğine göre, yaratırken sormadığına göre alırken de sormaz. Onun için hayır ve hikmet gözüyle bakmak lazım. Tabii biraz eğlence aleminde böyle şeyler ağızlarının tadını kaçırıyor ama Allah’ı düşünmeleri önemli bir şey Allah’ı düşünmesi. Ahireti anlarlar, Ahireti anlarlarsa sonsuz yaşamak çok güzel bir şey, sevinsinler, daha ne istiyorlar? Ahiret inancı insanın ağzının tadını kaçıran değil, neşesini getiren bir şeydir. Sonsuz yaşayacak, ne güzel, cennet ortamında yaşayacak, daha ne istiyor, ne güzel, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: İnsanın ruhu sonsuzluğa endekslidir demiştiniz Hocam inşaAllah, sonsuzluğu ister.
ADNAN OKTAR: Evet, maşaAllah. İçgüdü olarak evet öyle bir şey, en güçlü içgüdüdür, inşaAllah.
SUNUCU: Şahin Bozcan sormuş Kayseri’den, “evrimciler ilkel bir bakteri hücresinin zamanla ve şartları zorlaması sonucunda fotosentez yapmaya başladığını ve evrimleşerek bitkileri oluşturduğu gibi saçma bir iddiada bulunuyorlar. Bakterilerin fotosentez gibi kompleks bir işlemi kendi kendilerine başlatmış olmaları ya da bu işlemin tesadüfen başlamış olması mümkün olmadığına göre bu iddiaları hangi bilimsel dayanağı göstererek sunuyorlar?” demiş.
OKTAR BABUNA: Hocam, bu bakteriler 3.8 milyar yıl önce, bahsettikleri oksijen yapan, birdenbire ortaya çıkıyorlar. Fosilleri var ve günümüzdekiyle tıpatıp aynısı. Bu hiç evrimin olmadığını bir kere gösteriyor. Ayrıca hücrenin son derece kompleks bir yapısı var, organelleri var. Bir devlet kütüphanesinden daha zengin bilgi bankası var, bir milyon ansiklopedi sayfası. Ayrıca enerji santralleri var, dünyadaki bütün nükleer enerji santrallerinden daha kompleks ve daha fazla sayıda. Bunun dışında protein fabrikaları var. Bunun dışında kofullar var. Mükemmel bir zarı var, adeta akıllı bir zar. Kapılar var, giriş çıkışlar var. Bunların hepsi bir arada olduğu zaman, eksiksiz olarak bulunduğu zaman işlev görebiliyor. Dolayısıyla hücrenin bilinçsiz mekanizmalarla, mutasyon, doğal seleksiyon gibi bilinçsiz mekanizmalarla adım adım oluşma gibi bir lüksü yok. Bekleme lüksü de yok. Yani biri gelip öbürünü bekleyemez. Zaten bir şey ifade etmiyor tek başına biri. Zaten olmaz da, böyle bir şey de olamaz. Hücre bir anda olduğu zaman bu da yaratılmış olduğunu gösteriyor. Allah’ın Hayy sıfatının tecellisi de onun canlı olması demektir. Çünkü ölü hücre de var, hiçbir şey ifade etmiyor. Bütün organelleri var ama ölü hücre oluyor. Canlı hücre Allah’ın Hayy sıfatının tecellisi. Ve fosiller de bize bunu kesin olarak kanıtlıyor. Çünkü 3.85 milyar yıllık bakteri fosili bugünküyle aynıysa, bu organellere sahipse, fotosentez yapabiliyorsa ki fotosentez bugün o kadar karmaşık ki kimyasal bakımından, taklit dahi edilemiyor. Fotosentezin tam bütün aşamalarının ne olduğunu tam olarak bilmiyor bilim adamları, hala bilmiyor. Tabii çok açık yaratılışın delili.
ADNAN OKTAR: Evet, şimdi hücrenin yapısı hızlıca anlatılınca tabii pek bir şey ifade etmiyor gibi görünüyor. İşte kofullar var, mitokondriler var. Biz kofulu tek başına bir değerlendirelim. Mitokondriyi tek başına değerlendirelim. Her programda hücrenin bir özelliğini anlatalım. Genel anlatımlar etki gücü bakımından yüzde bire, ikiye kadar düşebilir. Ama anlaşılması için mesela golgi cisimciği, onu tek başına ayrı değerlendirelim. Hatta hormonların oluşumunu tek tek değerlendirelim. Mesela adrenalin nasıl oluşuyor, ne kadar girift ve karmaşık bir yapısı var. Yani sırf adrenalin oluşması bile bir mucizedir. Mümkün değil tesadüfen oluşması. Başka, proteinlerin dışında da insan vücudunda gözün yapısı, burnun yapısı, tek tek bunları bir bir ele alırsak daha iyi olur. Genellemede çoğu zaman boğulur konular. Ondan kaçınalım, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bu bahsettiğim bakteri fosili de buydu Hocam inşaAllah. 3,5 milyar yıllık. Bakın bu günümüzdeki bakteriyle tıpatıp aynısı. Günümüzdeki Leptolyngbya bakterisi sağ tarafta olan, bu da fosili 3.5 milyar yıllık, tıpatıp aynısı. Birdenbire ortaya çıkıyor ve 3.5 milyar yıl hiç değişmiyor.
ADNAN OKTAR: Kardeşim şimdi bilim olmasa biz bunları nasıl tespit edecektik? Evrimciler diyor ki; “din bilime karşıdır”, kardeşim Kuran’ın anlatımında yüzlerce bilim dalını kullanıyoruz, yüzlerce bilim dalını ve biz bunu bilimle anlatıyoruz. Bu, Darwinizmi çökerten konu ne, bilim. Bilim diyor Darwinizmi destekler diyor. Darwinizmi kökten buhar yapan bir sistemdir bilim. Yani dinsizliği ve ateizmi ortadan kaldıran sistemdir bilim. Bilimle ortadan kalkıyor. Buna rağmen bu kişilerin bilime sahip çıkması inanılır gibi değil. Canlı bir böceğin ateşe sahip çıkması gibi, ateş onu yakar. Bilim ateştir onun için. Ama iman edenler için de ateş aydınlatıcıdır, etrafa ışık saçar inşaAllah. Bilim dallarından göster de biraz bakalım. Var mı sende? Oku bakalım baştan şöyle biraz.
OKTAR BABUNA: Aerobiyoloji, havaya karışmış organik parçaları araştıran bilim dalı. Aeroloji, aeropalinoloji, atmosferdeki polen tanelerini ve sporlarını inceleyen bilim dalı. Agnoiloji, agrobiyoloji, tarım biyolojisi, agroloji, toprak bilimi, agrostoloji, akroloji. Akridiloji, çekirgeleri ve ağustos böceklerini inceleyen bilim dalı.
ADNAN OKTAR: Şimdi çekirgeyi incelediğimizde ne çıkıyor ortaya?
OKTAR BABUNA: Mükemmel bir tasarım çıkıyor, yaratılış çıkıyor.
ADNAN OKTAR: Allah’ın yaratışını anlıyorsun. Evet. Başka?
OKTAR BABUNA: Aktinoloji, ışığın kimyasallar üzerindeki etkisini inceleyen bilim dalı.
ADNAN OKTAR: Bunda da fizikte ve kimyada oluşan Allah’ın kanunlarını görüyoruz ve harikalıklarını görüyoruz.
OKTAR BABUNA: Androloji, erkek vücudunu ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı. Anestezioloji, anestezik maddeleri inceleyen tıp dalı. Angeloloji, melekleri inceleyen bilim dalı. Anjiyoloji, kan ve lenf dolaşım sisteminin anatomisini inceleyen bilim dalı. Bakın sırf A harfleriyle bütün bu bilim dalları. Ayrıca B ile başlayanlar var; bakteriyoloji, bakterileri inceleyen bilim dalı. Balneoloji, kaplıca ve şifalı banyoların çeşitli hastalıklar üzerindeki etkilerini inceleyen bilim dalı. Devam ediyor; biyoklimatoloji, iklimin yaşayan organizmalar üzerindeki etkisini inceleyen bilim dalı. Biyolojiyi biliyoruz, hayatı inceleyen bilim dalı. Biyometeoroloji, atmosferik koşulların canlı organizmalar üzerindeki etkilerini araştıran bilim dalı. Devam ediyor; briyoloji, kara yosunlarını inceleyen biyoloji dalı. D harfi ile başlayanlar; deltiyoloji, posta kartlarının resimlerini araştıran, daha çok biriktiren dal. Dendroloji, ağaçları inceleyen bilim dalı.
ADNAN OKTAR: Nedir şu ikincisi?
OKTAR BABUNA: Demonoloji, cinleri araştıran dal.
ADNAN OKTAR: Bak bu benim ihtisas dalım.
OKTAR BABUNA: Siz zaten kimsenin sahip olmadığı bilgileri vermiştiniz maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Ağaçları inceleyen dal, ağaçları inceleyen bilim dalı. Bunun sonucunda ne çıkıyor?
OKTAR BABUNA: Yaratılış çıkıyor Hocam, kusursuz yapılarıyla maşaAllah.
ADNAN OKTAR: Şimdi bak bunları saysak, sabaha kadar saysak bitmez. Şimdi ne çıkıyor buradan? Bilimin tamamı İslam’a hizmet ediyor. Darwinistler bundan sonra bu konuda konuşurken şöyle bir 8 kere odanın içinde tur atacaklar. Bir ellerini yüzlerini yıkayacaklar. Bu bilim dallarını bir inceleyecekler. Bunların hepsinin yaratılışı ispatta kullanılan mühim bilim dalları olduğunu bilecekler. Ve bundan sonra da akıllarını başlarına alacaklar, inşaAllah. Biz hücrenin yapısını nasıl anladık, nereden anladık?
OKTAR BABUNA: Bilim dalıyla, elektromikroskopla, genetikle, mikrobiyolojiyle, molekülerbiyolojiyle anladık.
ADNAN OKTAR: Kardeşim biz proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceğini nasıl ispat ettik bu adamlara?
OKTAR BABUNA: İstatistik, matematik bilimleriyle ispat ettik.
ADNAN OKTAR: Bundan sonra bunların konuşacak hali kaldı mı biz bunu ispat ettikten sonra? Kalmadı.
OKTAR BABUNA: Uzaylılara en son başvurdular.
ADNAN OKTAR: Evet, demek ki bilim ateizmi bitiriyor ve yaratılışı ispat ediyor.
OKTAR BABUNA: Siz demiştiniz Hocam, bilimi bir şey olarak kullanmaya kalktılar. Tam tersine bilim onları çürüttü, düşünce yapısını.
ADNAN OKTAR: Ben biraz Kuran’dan ayet okuyayım. Taha Suresi. Şimdi Taha Suresi deyince Taha Akyol aklıma geldi. Neyse o da ayrı bir alem, Allah ona da hidayet nasip etsin inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Oğlu da 15 yıl kalmıştı Hocam talebeniz olarak yanınızda, Mustafa Akyol.
ADNAN OKTAR: Mustafa Akyol, o da yamandır ama sonradan herhalde biraz Darwinist bir havalara girdi anladığım kadarıyla.
OKTAR BABUNA: Siz onu konferansa gönderiyordunuz, Darwinizmi yalanlayan konferanslara çıkıyordu kendisi. Sonradan dediğiniz gibi, ayrıldıktan sonra, şimdi Darwinizm olabilir demeye başladı.
ADNAN OKTAR: 15 yıl anti-Darwinistti. Şimdi ne diyor; ilk başta Allah yarattı, sonra Darwin’in dediği gibi mi oldu diyor?
OKTAR BABUNA: Evet, Darwinizm olabilir diyor. “İleride delillerini de bulabiliriz” gibi açıklamaları oldu hatta.
ADNAN OKTAR: Şu Nişantaşı olayı yok mu? Oralarda takılıyor, Nişantaşı’nda. Oraya uyum sağlamak için... Tabii onlarla şimdi konuşsa dese ki “ben anti Darwinistim, Allah’a inanıyorum, Kuran’a inanıyorum” dese, Nişantaşı takımı -bir kısmı tabii, hepsini tenzih ederim de- yanından pır gidecekler, tek kalacak. Bazı öyle tipler oluyor yani Müslüman gördü mü ayette de vardır; “yaban eşekleri”ne benzetiyor Allah, “arslandan ürkmüş” diyor. Arslanı görünce yaban eşeği nasıl kaçar, öyle kaçarlar sizden diyor, Müslümandan kaçarlar diyor. Bazen öyle tipler oluyor, onları kaçırtmamak için herhalde böyle bir üslup kullanıyor anladığım kadarıyla, hepsini tenzih ederim de. Yani “ben de Darwinistim, ben de sizdenim, ben de aynı kafadayım” gibi bir üslup kullanıyor, bu yanlış. Gerçekten insan inandığını, doğru bildiğini anlatması lazım. Bilmiyorum tabii gerçek inancı nedir şu anda da.
Şeytandan Allah’a sığınırım, diyorlar ki Firavun’un takımı, “dedi ki: Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?”, genellikle bu alçaklar, kahpeler Müslümanları vatan hainliğiyle itham ederler. “Devlete mi karşısın, devleti mi yıkacaksın”, dine karşı kendince kutsal olan bir şeyi bulur. Kendince derken tabii devlet kutsaldır da ama uydurması açısından diyorum, yalan söylemesi açısından. “Madem öyle biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz. Şimdi bir buluşma zamanı, yeri tespit et.” Bak, “biz de sana buna benzer bir sihirle geleceğiz” diyor. Yani bak yaratılışa inanmıyor, yaratılışa karşı biz de sana bir oyun, onlar da inanmıyorlar. Yani anlattıkları izahları, bu zamanın Darwinistleri bunlar, onlar da bunlar zaten sihir diyor, oyun diyorlar, bu çok manidar. “Şimdi bir buluşma zamanı ve yeri tespit et, bizim de senin karşı olamayacağımız açık, geniş bir yer olsun.” Şimdi bunun yerine ne aldı, televizyon kanalları aldı. Gelin arkadaş diyor, mesela Haber Türk’te geçenlerde karşımıza geldiler, yenildiler, şu an çıtları çıkmıyor. Hiç evrim haberi görüyor musun gazetelerde? Hürriyet’i, Milliyet’i her gün bir kurcala, bak, bir şey çıkmaz. Ben burada durduğum müddetçe evelAllah anında havada yakalıyorum daha saatinde dakikasında yalan söylediklerini ispat ediyorum. Onun için artık yıldılar çıkaramıyorlar. Eskiden yağmur gibi hafta sekiz gün dokuz bir uydurma haber olurdu.
OKTAR BABUNA: O uydurma haberleri de siz hemen birkaç hafta içinde yalanlayınca özür dilediler.
ADNAN OKTAR: Evet. “Musa onlara dedi ki: Size yazıklar olsun, Allah’a karşı yalan düzüp uydurmayın” diyor. Bir kere Darwinizm de böyle bir yalandır, uydurmadır ona işaret ediyor Kuran. “Kendi aralarında durumlarını tartışmaya ve gizli konuşmalara başladılar”; genellikle hep Müslümanlar aleyhinde gizli konuşmalar olur. Yani durum değerlendirmesi yaparlar, nasıl onlara karşı mücadele edelim, ne yapalım. Ama gizli olur, mesela iddia edilen Ergenekon Örgütü de gizlidir. Bakın gizli konuşmalar yapıyorlar, ayette gizli konuşmalardan bahsediyor. “Sizi sihiriyle yurdunuzdan sürüp çıkarmak”, bak miliyetçi duyguları tahrik ederek etkilemeye çalışıyorlar. Yurt, vatan, millet, bayrak bunlar elden gidiyor gibisinden. Halbuki din; vatanı, milleti, bayrağı sağlayan ana yapıdır. Yani din, toplayıcı ve birleştiricidir. Çimentodur yani toplumu bir arada tutan bir güçtür. Evet, hatta, “yurdunuzdan sürüp çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu, dininizi” bak, “dininizi yok etmek istiyorlar.” Yani ahir zamanda çıkacak olan deccal, sarıklı deccal de Hz. Mehdi (as)’a karşı bu sözü kullanacak. “Sizin dininizi yok ediyor bu adam” diyecek, “dininizi ortadan kaldırmaya geldi” diyecek bu. Ve Hz. Mehdi (as)’ı dinsizlikle itham edecek ahir zamanın sarıklı deccali. Ki mühim bir şahıs olarak İmam Rabbani Peygamberimiz (sav)’den hadis olarak naklediyor böyle bir şahsın çıkacağını. Bakın o da meydan okuyor Hz. Musa (as) da; “bundan ötürü, tuzaklarınızı bir araya getirin”. Ne kadar ağababanız varsa profesörünüz, doçentiniz varsa getirin. “Sonra gruplar halinde gelin”, toplayın üçer, beşer ekipler halinde, onar halinde de gelin. “Bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtulmuştur” inşaAllah. Hz. Musa (as)’a Cenab-ı Allah diyor ki; “Korkma dedik” diyor Allah, “muhakkak sen üstün geleceksin”. Bak, “muhakkak sen üstün geleceksin”; ebcedi, tarihi 1956 yılını veriyor. 68 de komünist hareketin başladığı tarihtir aynı zamanda, 1968, Türkiye’de. Bak, “Korkma dedik. Muhakkak sen üstün geleceksin”. Harf karşılığı birebir tam 1956 veriyor. 1956 Risale-i Nur’un neşr tarihidir, serbest bırakıldığı tarihtir. Ayrıca Said Nursi diyor, 1956 münafıkane sistemin çöküşünün başlangıç tarihidir diyor, 1956. Ondan sonra dinsizlik sürekli gerileyecektir diyor. Yani ateist, materyalist ve Darwinist felsefe, düşünce bu tarihten itibaren yıkılacaktır diyor, 1956 yılından itibaren. Başlangıcıdır diyor miladıdır inşaAllah, 1956 diyor ve Risale-i Nur’un intişar tarihidir.
Ahzab Suresi çıkmış bakın, yine 1956’ya işaret eden bir ayet çıkmış, 56. ayet Ahzab. Çok manidar, bak öylesine açtım çıktı. “Şüphesiz, Allah ve Melekleri Peygambere salat ederler”, elçiye yardımcı olurlar. “Ey İman edenler siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin”, ebcedi bak; “Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin” ebcedi 1986 yılını veriyor, maşaAllah. Ona yardım edin, ona destek olun diyor. 1986’da bir şeyler olacağına da işaret ayet inşaAllah. Mehdiyete bakıyor, Hz. Mehdi (as)’a da siz yardım edin, salat edin, selam verin, destekleyin. Zahirde ve batında canı gönülden ona tabi olun, aynı zamanda işareti budur. Peygamberimiz (sav)’e “salat edin”in anlamı çok geniştir. Hem “Allahumme Salli Ala Muhammedin” cümlesinin dışında, onu çok sevmek, desteklemek, yardımcı olmak, emrinde olmak, itaatte kusur etmemek değil mi, salatin anlamı çok geniştir.
Bakın 58. ayetler de çok manidar yine, “Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara irtikab etmedikleri”, yani yapmadıkları “bir suç nedeniyle eziyet edenler ise, gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir”. Hz. Mehdi (as)’a de aynı şeyler yapılacaktır, “irtikab etmedikleri”, bakın “mümin erkeklere mümin kadınlara irtikab etmedikleri”, ki ahir zamanda biz de Hz. Mehdi (as) öncüsüyüz. Bizlere de mesela kız arkadaşlarımıza da iftira atıldı, bizlere iftira atıldı. Bak ayette diyor ki; “Mümin erkeklere mümin kadınlara irtikab etmedikleri bir suç sebebiyle eziyet edenler”. Ki zorla polisler, iftira sonucu söyletildi, işkenceyle söyletildi. 16 kişi Adli Tıp raporu aldı, 16 kişi. Yani acayip bir zulüm yapmışlardı o zamanlar. “Bir suç sebebiyle eziyet edenler”, ki işkenceden geçti arkadaşlarımız o dönemde, elektrik şu bu falan hepsi. “Gerçekten bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir” diyor Cenab-ı Allah. “Andolsun, eğer münafıklar”; Hz. Mehdi (as)’a karşı da münafıklar olacaktır, hatta Peygamberimiz (sav) diyor; “buğdaya musallat olan kurt gibidir onlar” diyor. Hz. Mehdi (as) diyor, “buğdayı temizler, kurtları atar ama yine kurtlar yine buğdayları yerler” diyor. Sürekli temizlenir, sürekli temizlenir, en sonunda 313 kişi olarak dünya hakimiyetine vesile oluyorlar inşaAllah. “Ve kalplerinde hastalık bulunanlar”; yani dengesi bozulmuş, bir iman ediyor, bir imanı geliyor, bir bozuluyor, “ve şehirde kışkırtıcılık yapanlar”, mesela bu dönemde kimdir; gazeteciler, bir kısım gazeteciler, radyocular bir kısım, bir kısım televizyoncular Müslümanların aleyhinde halkı kışkırtan, olumsuz haber yapanlar. "Bu tutumlarına bir son vermeyecek olurlarsa, gerçekten seni onlara etkileyecek şekilde musallat ederiz” diyor. “Sonra orada seninle pek az bir süre komşu kalabilirler”. Yani, senin mücadelen için sana imkan veririz, sen de onlara karşı bir mücadele verirsin diyor Cenab-ı Allah.
Oktar Hocam senin bize var mı göstereceğin bir şey?
OKTAR BABUNA: Estağfurullah Hocam. İman hakikatleri var, Kuran mucizeleri var. Nasıl uygun görürseniz, güzel canlılar var. Uçan balıklar var onları göstereyim mi Hocam?
ADNAN OKTAR: Bakayım uçsunlar.
OKTAR BABUNA: 200 metre kadar uçuyorlar böyle bu şekilde. Aşağıdaki başka yırtıcı balıklardan da korunabiliyorlar.
ADNAN OKTAR: Bu adamlar milyonlarca seneden beri hiçbir evrim geçirmedi. Bak eğer fosil bilimi olmasaydı, paleontoloji olmasaydı Darwinistler karşımıza gelip, alın size işte bunlar kuş oluyor bir süre sonra diye bizi kandırmaya kalkacaklardı kendi kafalarınca. Yalana bundan sonra son. Aerosol gibi böyle üstlerine bilimi sıktık mı, hemen aşağıya iniyorlar.
OKTAR BABUNA: Kuşlardan da tamamen farklılar yani, hiçbir alakası yok. Balık normal bir balık bildiğimiz bunlar. Kuşlar apayrı canlılar.
ADNAN OKTAR: Ve milyonlarca seneden beri hiç değişmediklerine dair elimizde fosiller var tabii. Baksana jet uçağı gibi uçuyor adam. MaşaAllah hem suyun altında, hem üstünde, bir de yürüse daha da güzel olacak inşaAllah. Ahirette öyle, cennette hem uçacağız, hem denizin altında gidebiliyoruz, hem suyun üstünde gidebileceğiz, hem de yürüyoruz karada da inşaAllah. Havada istediğimiz an uçma gücümüz olacak inşaAllah. Cennetin özelliğidir bu inşaAllah. Rüyada insan nasıl uçuyor. Çok insan, milyonlarca insan görür uçtuğunu. Yani dünyanın en az yarısı görüyordur. Çok yaygındır, bilinen bir şeydir. Canı istediğinde hop havalanır uçar. Aynı sistemle işte cennette de uçacak inşaAllah. Mesela denizin altına giriyor, suyun altına giriyor rüyasında, hiçbir şey olmuyor, havasız da kalmıyor. Aynı şekilde ahirette de öyle olacaktır inşaAllah.
Evet, bak Cenab-ı Allah diyor ki, Yasin Suresi 82’de “bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca”, şeytandan Allah’a sığınırım “Ol” demesidir; o da hemen oluverir”. Hani evrim vardı, Kuran’da evrim var diyorlardı, bak Allah ne diyor; “bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca “Ol” demesidir o da hemen oluverir”. Anında oluşuyor, diyor ki Cenab-ı Allah Saffat Suresi 12’de; “hayır, sen bu muhteşem yaratışa”, Allah’ın bu muhteşem yaratışına “ve onların Allah’ı inkarına şaşırdın kaldın”, hayret ediyorsun diyor. “Onlar ise alay edip duruyorlar” diyor. Kafa basmadığı için adam da beyin, sinaps, ne diyorsun, ne o, nöronlarda falan sorun olduğu için alay edip duruyorlar diyor. “Bir ayet (mucize) gördüklerinde de alay konusu edip, eğleniyorlar” diyor. Maymunlara da öyle, muz falan gösteriyorsun hayvanlar gülmeye falan başlıyor böyle hoplamaya başlıyorlar. Maymunun gülmesinin nasıl önemi yoksa, aklı olmayanın da alay etmesinin, gülmesinin bir önemi olmaz. Çünkü kafa basmadığından alay ediyor. Dolayısıyla bilmiyorum hiç gittiniz mi hayvanat bahçesine, maymunlara böyle ufacık bir şey yapsan falan böyle gariplerine gidecek bir şey olsa, deli gibi gülmeye başlıyorlar böyle göbeklerini tutarak.
OKTAR BABUNA: Hocam, tam bununla ilgili bir film var. Kaplanlarla dalga geçen maymun var. Uygun görürseniz sonra gösterebilirim.
ADNAN OKTAR: Evet. Onun için hani, yok alay ediyorlar, bilmem ne yapıyorlar maymunlar da eğleniyorlar önemli değil. Hatta, Afrika yerlilerine de Avrupalıların filmlerini gösterirler onların birbirine davranışlarını falan, yerlere yatarak gülüyorlar birbirlerini dürterek böyle, resim çekmişler. Böyle çırılçıplaklar sadece ilgili yerleri kapalı. Ondan sonra ağız yüz boyalı, klasik böyle Afrika’da bulmuşlar. Yani tepkilerini ölçmek için gösteriyorlar, ama yıllar önce çekilmiş çok eski bir film. Birbirlerini böyle hayretler içinde kalarak dizlerine falan vurarak gülüyorlar. Filmi gösteriyorlar, ilginç buluyor. Onlar da onların gülüşlerini falan, psikiyatristler, psikologlar falan değerlendirip hem onları filme alıyorlar gülüşlerini, hem de tepkilerini bilimsel olarak değerlendiriyorlar yani böyle maymun değerlendirir gibi adamlara bakarak. Yani, demek ki gülme, alay etme o kadar önemli bir konu değil. Gerçek akıl önemlidir, yani gerçekler önemlidir.
Mesela Tur Suresi’nde diyor ki Cenab-ı Allah “eğer gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler bile, üst üste yığılmış bir buluttur’ derler”, işte bu Kıyamet öncesi olaya da işaret ediyor. Çünkü dünyaya bir göktaşı çarpacak ve dünya, kıyametten önce ilk birinci göktaşı çarpmasıyla sarsılıyor. İkinci bir göktaşı daha çarpacak. Sonra üçüncü büyük bir çarpışma oluyor, ondan sonra Kıyamet tam oluşmuş oluyor. 44. ayette bak, şeytandan Allah’a sığınırım, “eğer gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler bile, üst üste yığılmış bir buluttur derler”. 45. ayette; “öyleyse sen onları (en dayanılmaz azabla) çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak”, demek ki gökyüzünde bir göktaşının geldiğini anlayacaklar, fakat teşhis edemeyecekler, Kuran buna işaret ediyor. “Gökten bir parçanın düşmekte olduğunu görseler bile, üst üste yığılmış bir buluttur derler” diyor. Onu bir gaz yığını olarak veyahut başka bir şeye benzetecekler veya çarpmayacağını düşünecekler. Teğet geçecek dünyaya, diyecekler. Ama dünyaya esaslı bir bindirilişle bindirecek. İlk Kıyametin başlaması öyle oluyor biliyorsun, üç aşamalıdır. İkinci bir çarpma daha var ayette ve üçüncüsünde Ay ile çarpışması var. Ay dünya ile çarpışıyor ve o da Güneş tarafından yutulacak inşaAllah. “Öyleyse sen onları (en dayanılmaz azabla) çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak”, 45. ayet. Aklına ne getiriyor Oktar Hocam 45. ayet? Hicri 1545.
OKTAR BABUNA: Kıyamet’in kopması.
ADNAN OKTAR: Kim diyor 1545’te Kıyamet kopacak diye?
OKTAR BABUNA: Bediüzzaman Said Nursi.
ADNAN OKTAR: Said Nursi. 45’in yanına 15’i koyduğumuzda 1545. “Öyleyse sen onları (en dayanılmaz azabla) çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak”, Kıyamet günü, ilk çarpışmanın olacağı güne kadar bırak. Ve 1545’i işaret ediyor. Ebcedine baktın mı çok şaşırtıcı oluyor inşaAllah.
SUNUCU: Bir soru sorayım. Hülya Ulaşır sormuş Trabzon’dan, ”Sayın Adnan Hocam, siz küresel ısınma gibi bir konu olmadığını çok önceden dile getirmiştiniz. Ardından gazetelerde de sizin söylediğinizi teyit eder nitelikte haberler çıkmıştı ki, yine böyle bir habere rastladım. Koç Üniversitesi Rektörü “küresel ısınma kadar soğuma da var, veriler saklanıyor çünkü ısınma var diyenler daha fazla fon alıyor” diye konuşmuş. Sizin söylediklerinize gerçekten çok güveniyoruz. Bu konudaki bilgilerinizi almak istiyoruz” demiş.
ADNAN OKTAR: Soğuma vardır, ısınma vardır demek ki dünya hem ısınabiliyor da, soğuyabiliyor da. Ben dedim ki, kardeşim dedim yağmurların kesilmesi ahir zamanda Hz. Mehdi (as)’ın alametidir. Ve aynı dönemde bir kuyruklu yıldız çıkacağı belirtiliyor, Lulin kuyruklu yıldızı, aynısıyla Peygamber Efendimiz (sav) 1400 yıl öncesinden Lulin kuyruklu yıldızını bildirmiştir. Ki binlerce sene içerisinde gelip gelmediğini de bilmiyorlar, şu an yıldızın tarihi bilinmiyor, yani Lulin kuyruklu yıldızının. İlk defa görüldü. Yani en az bin yıl, iki bin yıl olarak düşünülüyor. Fakat emin de değiller. Yani bin yıldan çok çok daha eski olabilir gelişi. İki ucu da parlak. Normal de kuyruklu yıldızlar biliyorsun bir tarafı parlak olur, bir kuyruğu olur. Bu batıdan doğuya gidiyor. Ve bütün kuyruklu yıldızların tersine gidiyor, iki ucu da parlak. Hadiste ne diyor biliyor musun, batıdan doğuya gidecek diyor Peygamberimiz (sav). İki ucu da parlak olacak diyor. Ve kendisi de parlaktır diyor. Bir münevver diyor, boynuz çıkar, boynuz gibidir diyor. Bu Mehdi (as)’ın zuhur alametidir diyor Peygamberimiz (sav). Bu dönemde yağmurlar kesilecek diyor, kuyruklu yıldızın çıktığı dönemde. Ve aynı dönemde de ekonomik krizden bahsediliyor. Ekonomik kriz de oldu, 2007’de. Ve yağmurlar da kesildi. Diyor ki arkasından da yağmurlar kesildikten, birkaç yıl devam edecek diyor yağmurların kesilmesi, sonra aniden fazla yağmur yağacak. Bu sefer de diyor fazla yağmurdan insanlar şikayetçi olacak diyor. Türkiye’de biliyorsun, sel oldu ve insanlar fazla yağmurdan şikayetçi oldular. Ve bütün barajlar çaka çaka doldu. Hatta baraj kapakları açıldı. Diyorlardı ki, işte küresel ısınma var, artık bundan sonra yağmur yağmaz. Ne yapalım, çakmak yakmayın, işte ne bileyim ateş yakmayın, deodorant kullanmayın gibi şeyler söylüyorlardı. Bunların bir espri olduğunu anlamış olduk. Dolayısıyla hadisin dediği doğru çıktı. Bilim adamlarının dediği yanlış çıktı. Aynısıyla olay tahakkuk etmiş oldu.
OKTAR BABUNA: Siz hiç kimse söylemeden de söylemiştiniz Hocam. Lulin ile ilgili sizin filminizden alınma kısa bir filmimiz var eğer uygun görürseniz.
ADNAN OKTAR: Bakayım. Bu evet, bu Lulin. Bak iki taraflı, iki uçlu ve pırıl pırıl parlak, çift ucu. Normalde tek yanlı olması lazım, iki tarafa da var ucu. Burada da bak çift uçlu olduğu burada da görülüyor.
OKTAR BABUNA: Tam boynuz gibi de, siz daha iyi bilirsiniz İnşaAllah.
ADNAN OKTAR: Boynuz, evet, yani öküz kafasına benzetilmiş o zamanlar, insanların anlaması için. Bak bir kafa ve iki tarafında da boynuz. Bu Mehdi (as)’ın çıkış alametidir. Bu devirde yağmurlar kesilecek dendi ve hakikaten de kesildi. İmam Rabbani bak açık açık söylüyor, mağripten diyor, tabii.
Vakıa Suresi’nde Cenab-ı Allah diyor ki, cenneti tarif ederken; şeytandan Allah’a sığınırım, cennette “içlerinde her türden meyve” bak, “her türden meyve, eşsiz hurma ve eşsiz nar vardır. Şu halde Rabbiniz’in hangi nimetini yalanlayabilirsiniz? Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır”. Bakın önce huy güzelliği, huyu güzel olmadı mı kadın ne yaparsa yapsın hiçbir işe yaramaz. Erkek de öyledir kadın için, eğer huyu gıcıksa kadın nefret eder. İsterse dünyanın en güzel insanı olsun. Akılsız insan çok iter insanları. Akıllı insan, güzel huylu insan güzeldir inşaAllah. “Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar”, korunmuş yani iffetini koruyan, dejenere olmamış kadınlar güzeldir, yani insanı etkiler. Ama herkesin kullandığı, genel hale gelmiş, değerini kaybetmiş bir kadın, psikolojik olarak insan ona saygı duyamaz. Değer de veremez. Dolayısıyla da etkilenmez. Et yığını gibi gelir. Kuran bunu gösteriyor, helali olarak tabii. Bakın hatta diyor ki “bundan önce” diyor Cenab-ı Allah “kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmuştur”. Çünkü namus hissi insanı çok olumlu etkiler. Ruhunda çok olumlu etki meydana getirir. Onu tertemiz görürsün, şefkat duyarsın, sevgi duyarsın, saygı duyarsın, değer verirsin. Ama insan saygı duymazsa, değer vermezse, önemli görmezse maymun gibi bir şey görür onu. Çok kötü görür, tiksinir hatta. Onun güzel olmasının bir anlamı kalmaz. Onun için insan aklıyla, güzel ahlakıyla, derinliğiyle, tutkusuyla, değil mi, Allah’tan korkması, Allah’ı sevmesiyle etkileyici ve güzel olur. Çünkü bir insana bakarken biz Allah’ın tecellisini görmüş oluruz. Allah onu bize beynimizde güzel yaratmasa isterse maymun gibi çok çirkin de yaratabilir. Mesela insan güzeldir de Allah bize çok anormal de gösterebilir beynimizde, hiçbir şey yapamazsın, değiştiremezsin veyahut tamamen görüntüsünü yok edebilir, simsiyah karanlık da gösterebilir Allah, bir şey yapamazsın. Yahut renk körü yapar Allah, siyah beyaz gösterir, hiçbir şey yapamazsın.
Vakıa Suresi, 56. sure. Bakın yine 56’ya geldik, Vakıa Suresi, 4; “Yer şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı, ve dağlar darmadağın olup ufalandığı”, bakın 5. ayette bu bakın. 4’te yer şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı, yani bir çarpmayla, bak Kıyamet’i yine anlatıyor. “Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı”, çarpmanın şiddetiyle dağlar darmakeşan olacak. 4 ve 5. ayetler ne olur 4, 5 biraraya gelince? Yine 1545’e işaret ediyor. Vakıa Suresi, “nimetlerle donatılmış cennetler içinde” diyor, cennet ehlini anlatıyor Cenab-ı Allah. “Birçoğu geçmiş ümmetlerden”, 13. ayette, “birazı da sonrakilerden” 14 aklına ne getiriyor? Yani biraz az bir kısım da sonrakilerden cennette insanlar, Hicri 14. yüzyıl. Hicri 1400’e bakıyor. “Birazı da sonrakilerden. Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler.” Hani evrim vardı cennette de? Mücevherden tahtlar orada mağazadan alınmıyor, Allah yaratıyor, değil mi orada bir usta yapmıyor onu, Allah yaratıyor. “Karşılıklı yaslanmışlardır” diyor Allah. Oktar Hocam sen yine bize bir şeyler göster filmlerden.
OKTAR BABUNA: Bir Kuran mucizesi var göstereyim mi Hocam? Yağmurdaki ölçüyle ilgili bir Kuran ayetinde Allah şöyle buyuruyor, şeytandan Allah’a sığınırım; “ki Allah, belli bir miktar ile gökten su indirdi de, onunla ölü bir memleketi diriltti (ve her yanına hayat) yaydı; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız” Zuhruf Suresi 11. ayetinde Allah, bakın altı çizili bölümde “belli bir miktar ile gökten su indirdi”, suyun belli bir miktar ile indirildiği burada işaret ediliyor. Hakikaten bilim adamları şunun farkına vardılar; yeryüzüne bir yılda yağan yağmur miktarı 505 trilyon ton, yeryüzünden bir yılda buharlaşan yağmur miktarı da tam tamına 505 trilyon ton. Yani saniyede 16 milyon ton su buharlaşmaktadır ve inmektedir. Bu çok hassas bir ölçü, çünkü dünyanın her yerinde değişik bölgelerine, her an değişik miktarlarda yağmur yağıyor ve su buharlaşıyor ama toplam miktar hep sabit, zaten bu eğer böyle olmasaydı hayat olmazdı.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Yapılan araştırmalara göre diyor; yeryüzündeki 1 saniyede 16 milyon ton su buharlaşıyor öyle mi? Bir yılda bu miktar diyor 505 trilyon tona ulaşır diyor. Cenab-ı Allah ne diyor zaten, şeytandan Allah’a sığınırım; “belli bir miktar ile gökten su indirdi”, evet miktarı belli, bu miktar ne zaman anlaşıldı?
OKTAR BABUNA: Yeni anlaşıldı, son birkaç on yılda.
ADNAN OKTAR: Bilimle. Bilim ne yapıyor, Kuran’ı bize açıklamış oluyor, Kuran’ı şerh etmiş oluyor.
SUNUCU: Az önce hücre ile ilgili konuşmuştuk, onunla ilgili bir soru var, onu sorabilirim. Mahmut Bey sormuş, “merak ettiğim bir konu var” diyor. “Cübbeli, yüzme sünnetinin çok üstünde duruyor, havuzda, denizde yüzmeye önem veriyor, titizlik gösteriyor, peki İslam’ın bu yüzyılda hakim olması önemli. Cübbeli niye bu konuyu önemli tutmuyor ve anlatmıyor, hatta güya İslam yüzyıllar sonra hakim olacak diyor, siz ne dersiniz bu konuda?”
ADNAN OKTAR: Evet, Cübbeli’ye göre, kavun yemek sünnet, ona çok titiz, onu anlatıyor; pirinç pilavı sünnet, o da çok önemli. İslam ahlakının dünyaya hakimiyeti farz, en büyük farzlardan fakat o konuyu nedense söylemiyor. Talebeleri de ona sorması lazım, bu yüzyılda neden İslam ahlakının hakim olmaması gerekiyor, yani ne mahsuru var İslam ahlakının dünyaya hakim olmasında? Bunu ona sormaları lazım yakın talebelerinin. Çünkü bundan ısrarla kaçınması çok garip ve çok şaşırtıcı, hayret verici.
Ankebut Suresi, 14; “Andolsun Biz Nuh’u kendi kavmine elçi olarak gönderdik, içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulme devam ederlerken Tufan kendilerin yakalayıverdi”. Bu ayette neler görüyorsun sen Oktar?
OKTAR BABUNA: Uzun bir hayatı var Hz. Nuh (as)’ın, 950 sene yaşıyor.
ADNAN OKTAR: Evet şimdi Kuran’da eğer belirli sayılar, rakamlar varsa onların özel bir anlamı vardır. Mesela burada binden elli yılı eksik olduğunda 950 kalıyor. 14. ayet olduğuna göre, Hicri 14. yüzyıla işaret etmiş oluyor. 14’ünde 950’li yıllara işaret etmiş oluyor. Ki, Risale-i Nur’un en etkin olduğu dönemler, inşaAllah. O yönüyle de bir işari manası var inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Demin Hocam uçan balığı göstermiştik. Fosilini çıkardık sizin kitabınızdan. 95 milyon yıllık Lübnan’da bulunan bu fosil, siz söylemiştiniz biraz önce tıpatıp aynısı uçan balıkların.
ADNAN OKTAR: Demek ki kuşa dönüşmemiş.
OKTAR BABUNA: Evet 95 milyon yıldır milimi milimine aynı Hocam maşaAllah. Sizin Yaratılış Atlasınız’da var inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet Darwinist kardeşlerimiz özenle bakarlarsa, özellikle 95 milyon yıllık Lübnan’da bulunmuş. Eğer evrim geçirmiş olsaydı şu an o güvercin gibi havalar da uçacaktı. Kuş olacaktı. Evet, hiçbir değişikliğe uğramamış. Samimi Bir Dindar Atatürk, çok güzel bir eser tavsiye ederim. Evet diyor ki; “Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine: “Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme” der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içersinde para verirdi” diyor. Kuran okunması için özel talimat veriyor, maşaAllah. Ülkü Adatepe manevi kızı, ne diyor şurada bir oku bakayım bana şuradan.
SUNUCU: “Ülkü Adatepe manevi kızı, annemiz Zübeyde Hanım büyütmüştür. Onun anneme anlattığı bir anıyı aktarayım; Atatürk 25 Ağustos’ta Kocatepe’ye çıktığı zaman, orada şöyle dua ediyor; ‘Allah’ım senin bana verdiğin fikir ve zeka ile ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın’. O Allah’a inanan bir insandı. Paşa, Ramazan’da Dolmabahçe’de veya Çankaya'da olduğunda anneme, 'Vasfiye, oruç tutuyor musun?' diye sorar, annem ‘tutuyorum’ dediğinde de çok memnun kalırmış. Bana hastalığımda dua ettirirdi, kendisi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum; paratifo geçiriyordum, çok üzülmüş ve beni kurtarması için Allah'a dua etmiş. Annesi Zübeyde Hanım da çok dindarmış. Anneme daha yedi yaşındayken Kuran dersleri aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule Hanım'ın da namazını devamlı kıldığını biliyorum”.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah. Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım. Dolayısıyla Atatürk’ün tam dindar olduğunu görüyoruz. Hatta camide hutbe okumuştur Atatürk. Biliyorsun, fotoğrafı da var hutbe okurken, inşaAllah. Fakat bir kısım kişiler Atatürk’ü çok yanlış aksettiriyorlar.
OKTAR BABUNA: Siz anlatana kadar da Hocam, hakikaten çok farklı tanıtılmıştı Atatürk. Ama maşaAllah sizin eserleriniz ile, hatta sizin www.atamizindeyiz.com sitesine girişler de son derece yükseldi şu anda. Türk halkı bilgilenmiş oldu, Allah razı olsun, sizin vesileniz ile.
ADNAN OKTAR: Saffat Suresi 173; “ve şüphesiz; Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır”, 1994. Mehdi (as)’a ve aynı zamanda Türk Ordusu’na da bakan bir ayet, inşaAllah. “Bütün ordular Allah’ındır” diyor Allah ayette, inşaAllah.
SUNUCU: Serpil Durmuş sormuş, İzmir’den, “Adnan Hocam, Fatır Suresi 42. ayeti sormak istiyorum. ‘Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı’. Hocam bu ayeti açıklar mısınız?”
ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım, “yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı”. İşte uyarıcı korkutucular geliyor yani tebliğciler, Mehdiler gelmiştir, peygamberler gelmiştir, mürşitler gelmiştir. Fakat bu insanlardaki azgınlığı ve tersliği bazı insanlarda daha da artırmıştır. Mesela Mehdi (as) gelince de yine aynı şey olacaktır. “Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı”. Mehdi (as)’a ve talebelerine karşı müthiş bir nefret ve öfke oluşacaktır insanların büyük bir bölümünde ki o yüzden sayıları 313’tür. “Evleri sırtlarındadır” diyor. “Onlarla hiç kimse evlenmez. Ondan sonra, malları, mülkleri yoktur” diyor hadiste. Allah yolunda çok çile çekecekleri belirtiliyor. Peygamber Efendimiz (sav) zamanında da Peygamberimiz (sav)’e karşı müthiş bir öfke vardı ilk geldiğinde, Mekke müşriklerinde. Gideceği yollara dikenli çalı atıyorlardı, o giderken üzerine bassın diye. Böyle kirli deve işkembesi atıyorlardı üzerine, yani kendilerince akılsız kafalarıyla bir zarar vermek istiyorlar. Fakat Allah Peygamberimiz (sav)’i korudu. Hatta sahabeleri hicret etmek mecburiyetinde kaldı, değil mi, binlerce kilometre uzakta Habeşistan’a göç etmek durumunda kaldılar. Ama sonra anlı şanlı şekilde döndüler Mekke’ye. Peygamberimiz (sav) bütün putları kırdı, ondan sonra Kabe’de putları temizledi. Aynı şekilde diğer peygamberlerde de bunları görüyoruz. Hepsinde aynı olaylar olmuştur. Hz. Musa (as)’a da ters tavır koymuştur insanlar. Hatta, diyor ayette; o zamanın devletinden insanlar çekindiği için, devletin ve toplumun baskısından çekindikleri için Hz. Musa (as)’a, diyor, kavminin zürriyetinden az bir kısım gençlerden başka tabi olan olmadı, diyor, çekindikleri için. Yani bir kısım insanlar çok aşağılık, böyle şerefsizdir. Yani ne demiş, ne dedilere çok önem veriyor. Yani birisinin laf söylemesi, etrafındaki insanların laf söylemesine göre kendini yönlendirir. Mesela, inanıyorsa, inanmıyorum der. İnanmıyorsa, inanıyorum der. Topluma göre şekil alır. Halbuki bu çok büyük bir karaktersizliktir. İnsan müstakil karar vermesi lazım, topluma göre karar vermez. Ben mesela, Ankara’da normal klasik lisede yetiştim. Yani bana kimse din eğitimi vermedi. Benim ailem de dindar değildi. Ama baktım, din bir gerçek. Allah’ın varlığı apaçık. Darwinizm’in, materyalizmin bir yalan, oyun olduğunu anladım. Masonluğun bir oyun olduğunu anladım. Savaşların arkasında masonluğun olduğunu anladım. Ve kendi imkanlarım ile var gücümle mücadele ettim. Mesela Akademiye geldiğimde ben tek başımaydım. Kimse yoktu etrafımda. Ben Akademiye uyum göstermedim, oradaki kimseye uyum göstermedim. Yani beni anlamasınlar da demedim. Bilakis, alenen dindar olduğumu gösterdim. Hatta dediler komünistler, “seni burada öldürürler” dediler. “Açıkça söyleyelim” dediler, “gelme okula” dediler. Ben göğsümü gere gere gittim. Tabii, felsefede de öyle aynı şekilde. Aynı tehditler orada da oldu, İstanbul Üniversitesi Felsefe’de de. Burada da seni öldürürler dediler, yine gittim. Ama bir süre sonra artık fiili bir durum olduğu için gidemedik yani. Artık fiili saldırılar olduğu için, inşaAllah. Dolayısıyla insan inandığını göğsünü gere gere yapacak. Mesela ben Darwinizmin sahte olduğunu anladım. Okulumdaki arkadaşlarımın çoğu Darwinist’ti, üniversitede Hocalarım Darwinisttiler, hep Darwinist eğitim alıyorduk. Ama ben var gücümle Allah rızası için ortaya çıkıp Darwinizm’e karşı tam tavır koydum. Bunun sonucunda masonik basın benim tam karşıma dikildi. Baronun takımı karşıma dikildi, iddia edilen Ergenekon Örgütü karşıma dikildi, PKK karşıma dikildi, komünistler, masonlar hepsi karşıma dikildiler. Komplo üzerine komplo, oyun üzerine oyun, tuzak üzerine tuzak. Ben asla yılmadım ve halen de devam ediyor komplolar. Mesela böyle kriminal tipleri buluyorlar bu tip şeylerde, iftira atacağı vakit. Yani toplumdan, yani cemiyetin böyle ittiği, toplumun mesela anormal gördüğü insanlar, böyle tehlikeden ve psikopatlıktan kaçınmayan bir kısım insanları. Bir kısmı da zavallı, gariban, onları da para ile kandırıyorlar. Karşımızdakilerin bunlara para dağıtması sonucunda adamlar gizli şahitlik de yapar, her şeyi yapar o zaman, yapıyorlar yani kendi kafasına, inancına göre. Ama tabii sonunda adalet yerini bulur. Aklı başında olan insanlar böyle oyunlara gelmezler, inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bu Atatürk’ün sözleri, dindarlığı ile ilgili. Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen, Mustafa Kemal’i şöyle anlatıyor: “Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldu. Bir süre ayakta bekledim, birden derin bir iç geçirdi ve ‘Allah’ dedi. O bunu sık sık tekrarladı. Sen dindar mısın, diye sordu. Evet dindarım, dedim. Cevabım hoşuna gitmişti. Çok iyi, Allah büyük bir kuvvettir, O'na daima inanmak lazımdır, dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi.” Atatürk’ün diğer manevi kızı Ülkü Şüküllüoğlu anlatıyor: “Annemi Zübeyde Hanım büyütmüştür. Onun anneme anlattığı bir anıyı aktarayım: Atatürk, 25 Ağustos'ta Kocatepe'ye çıktığı zaman orada şöyle dua ediyor: Allah'ım, senin bana verdiğin fikir ve zekayla ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın. O, Allahına inanan bir insandı. Paşa, Ramazan'da Dolmabahçe'de veya Çankaya'da olduğunda anneme; Vasfiye, oruç tutuyor musun, diye sorarmış. Annem “tutuyorum” dediğinde de çok memnun kalırmış. Bana hastalandığımda dua ettirirdi, kendisi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum; tifo geçiriyordum, çok üzülmüş ve beni kurtarması için Allah'a dua etmiş. Annesi Zübeyde Hanım da çok dindarmış. Anneme daha yedi yaşındayken Kuran dersleri aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule Hanım'ın da devamlı namaz kıldığını biliyorum.” Safiye Ayla diyor ki: “Annesi Zübeyde Hanım da, ablası Makbule Hanım da çok dindar insanlardı, namaz kılarlardı. Tam dindar bir aile ortamında yetişti. Atatürk de dindar bir insandı. Çok beğendiği Hafız Yaşar vardı. O Kuran okurken gözlerinden yaşlar akardı. Hatta bütün Hocaları toplayıp ayetleri okuyup izah ederek incelemeler yapardı. Bana; Allah'ın sana verdiği bu lütfu unutma ve bununla şımarma, mütevazı ol, daima Allah'a şükret, derdi. Kendisine, Paşam şunu yaptın bunu yaptın diyenlere; bana Allah yardım etti, ben talihli bir insanım, derdi.” Vasfi Rıza Zobu anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav)'e çok hürmet ederdi. Peygamberlerin çok sağlıklı bir muhakemeye vakıf olduğuna kaniydi. Bir gece Hz. Peygamber (sav)'in askeri dehasından bahsediyordu. Onun dine, fikre karşı saygılı bir kişiliği vardı. Kuran'a da çok hürmeti vardı. Yanında üç hafız vardı; Hafız Yaşar, Hafız Hüseyin ve Hafız Mehmet. Ben o hafızları onun yanında, Çankaya'da tanıdım. Saygıyla dinlerdi.” Cemal Kutay anlatıyor: “Dünyada Atatürk kadar İslam dinini mana ve mefhumuyla kavramış ve onu aslına iade etmek için büyük kavga yapmış başka bir insan yoktur. Mustafa Kemal, 1300 sene sonra Hz. Muhammed (sav)'in ruhunu şadedecek esaslar getirmiştir. Bugün secde-i Rahman'a alın koyabiliyorlarsa bu, onun sayesindedir. Bugün en geçerli iki meal Ömer Rıza Doğrul ve Ahmet Hamdi Akseki mealleridir. İkisini de Mustafa Kemal yaptırmıştır.”
ADNAN OKTAR: Bak bu çok önemli. Elmalılı tefsiri dışında, oku bir daha.
OKTAR BABUNA: “Bugün secde-i Rahman'a alın koyabiliyorlarsa bu, onun sayesindedir. Bugün en geçerli iki meal Ömer Rıza Doğrul ve Ahmet Hamdi Akseki mealleridir. İkisini de Mustafa Kemal yaptırmıştır.”
ADNAN OKTAR: Elmalılı tefsirini de o yaptırdı, Buhari tercümesini de o yaptırdı, İmam Hatipleri o açtırdı, İlahiyat Fakültelerini açtırdı. Diyanet İşleri Başkanlığını kurdurdu. Evet, sonra da Atatürk dine karşıydı diye ortaya çıkanlar oluyor. Bunu nasıl açıklıyorlar? Bu apaçık bir iftira işte Atatürk’e, devam et.
OKTAR BABUNA: “Süreyya Koral, Kılıç Ali’nin eski eşi anlatıyor: Laikti. Laiklik, dinsizlik değildir. Kuran'ın Türkçeleştirilmesi, dinin anlaşılmasına vesile olan büyük bir hizmettir”.
ADNAN OKTAR: Tamam. Peki Oktar, var mı bize göstereceğin başka güzel filmler?
OKTAR BABUNA: Var Hocam inşaAllah, fıstık yiyen sincap var.
ADNAN OKTAR: Bakayım, aç bakayım. Anladım da bir anda bu yuttu mu kerata? Bak seslere bak sen bunun. Büyük bir iştah ile, bak kudurmuş gibi yiyiyor. Mide fesadından gidecek bu. O avurtlarına dolduruyor benim anladığım, yemek için hazırlık yapıyor, yutmuyor onu. Evet, açgözlü kerata, ne olur ne olmaz diye sağlama alıyor, onları önce bir avurt deposuna dolduruyor. Afiyet olsun. Sonra boş zamanında onları kemal-ı afiyet ile yiyecek herhalde. Afiyet olsun, hadi bakalım. Bu sesler ondan geliyor. Yeter yeter, mide fesadından gideceksin, yeter. Hayır, göbüşü şu kadar bir şey zaten. Afiyet şeker olsun, hadi bakalım. Şu Balıkesir Hutbesi’ni bana bir oku, Atatürk’ün.
SUNUCU: “Atatürk'ün din konusundaki samimiyetini ve dinine olan bağlılığını ortaya koyan diğer bir tarihi delil de onun çıktığı bir yurt gezisi sırasında Balıkesir'de vermiş olduğu hutbedir. Atatürk bu hutbeyi, 7 Şubat 1923 tarihinde Zağnos Paşa Camii'nde vermiştir. “Ey millet. Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz Hazretleri (sav), Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşan'daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır. Arkadaşlar, Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın Evi idi. Millet işlerini Allah'ın Evi’nde yapardı. Efendiler, camiler ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim. Efendiler. Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım manalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber (sav) zaman-ı saadetlerinde Hutbe’yi kendileri verirlerdi. Gerek Peygamber Efendimiz (sav) gerekse Hulefa-i Raşi'in Hutbeleri’ni okuyacak olursanız görürsünüz ki gerek Peygamber’in (sav) gerekse Hulefa-i Raşid’in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır. İslam ümmeti çoğalıp İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber (sav) ve Hulefa-i Raşid’in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi. Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruları söylemesi ve halkı aydınlatması; halkı, umumi ve ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi işleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın herhalde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene BMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki; 'minberler halkın dimağlarını, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur. Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır”.
OKTAR BABUNA: Hafız Yaşar Okur da Atatürk’ün Ramazan aylarındaki davranışlarını şöyle gözlemlemiştir: “Ramazanların Atam için çok büyük bir önemi vardı. Beni huzurlarına çağırır Kuran-ı Kerim’den bazı sureler okuturdu. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi. Ruhunun çok mütelezziz olduğu her halinden anlaşılırdı. Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Veli ve Zincirlikuyu camiilerinde şehitlerin ruhuna Hatim-i Şerif okumamı emrederlerdi.” Nuri Ulusu, Atatürk’ün 30 Ramazan gecelerine büyük önem verdiğini şöyle anlatmaktadır: “Atatürk, 30 Ramazan geceleri, o devrin hafızları olan beyleri davet ederdi. Atatürk davet ettiği bu hafızlardan tek tek din hususunda bilgiler alırdı. Ayrıca çok üzerinde durduğu Türkçe Kuran-ı Kerim hakkında görüşlerini sorardı. Yine bir Ramazan ayı gecesinde, hafızlar geldiğinde hep birlikte salona girdiler. Konu yine Türkçe Kuran-ı Kerim’di. Atatürk hepsiyle ayrı ayrı ilgilendi. Kuran-ı Kerim’den okudukları duaları zevkle dinledi.” Atatürk, “halbuki elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız” Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, sayfa 131. Atatürk’ün namaz kıldığı ile ilgili alıntılar var. “Atatürk Edirne’de Fırka Kumandanı olarak görev yaptığı sırada Cuma namazlarını Selimiye Camii’nde kılmıştır. Burada yine bir Cuma namazında tanıştığı bir hafız ile arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: “Oğlum, terbiye görmüş güzel bir sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim. Oğlum, Edirne’de kaldığımız süre içinde ben cuma namazına hangi camiye gidersem sen de o camiye gelecek ve iç ezanı okuyacaksın.” Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı yıllarında da namaz kılacaktır. Örneğin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı 23 Nisan 1920’de Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde öğle ve cuma namazlarını kılmış, 7 Şubat 1923’te de Balıkesir Paşa Camii’nde minbere çıkıp; “Allah birdir, şanı büyüktür, Hz. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir” diye söze başlayarak hutbe vermiş ve cemaatle birlikte namaz kılmıştır”.
ADNAN OKTAR: Atatürk değil mi, mükemmel sünnet-i seniyyeye uygun abdest alıyor, sünnet-i seniyyeye uygun, Kuran’ın emirlerine uygun da namazını kılıyor. Atatürk için namaz kılmazdı diyenler, dinle ilgisinin olmadığını iddia edenlerin yüzüne bakın bunlar tam bir cevap inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Halbuki dediğiniz gibi tam Türk İslam Birliği’ni savunuyordu. Budizme karşıydı, masonluğu kapatmıştı.
ADNAN OKTAR: Ne diyor komünistlere karşı; “beyler” diyor, “şurası unutulmamalıdır ki Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir” diyor. “Behemehal” diyor her halükarda yani, her durumda “her görüldüğü yerde ezilmelidir” diyor. Ve nitekim Atatürk komünistlere göz açtırmamıştı. Tam bir Türk milliyetçisiydi ve tam bir Müslüman evladıydı.
OKTAR BABUNA: Peygamberimize de çok hayranlığı var ayrıca.
ADNAN OKTAR: Evet, bak mesela ne diyor Cemal Kutay; “bir gün Ertuğrul Yatı'nda ressam İbrahim Çallı, Ata'nın yanındadır. Şu renkleri tuale almak mümkün müdür?” diyor Atatürk. Yani oradaki manzarayı gösteriyor, mümkün müdür tuale almak diyor. Çallı; “Tabii, Gazi Hazretleri” diye cevap verir. “Demek ki siz bu renkleri alabiliyorsunuz” diye tekrarlıyor Atatürk, “demek böyle bir yeteneğiniz var” diyor. Çallı; “Deneyelim de görelim” der. Ayrılacağı zaman Atatürk, Cevat Abbas'a şunları söyler: “Söyleyin bu adama bir daha gelmesin” diyor Çallı’ya. Ne zaman ki haddini bilir, Allah'la kendini kıyaslamaya kalkışmaz, kul olduğunu anlar, bunu da ispat eden bir eserle gelir, ben o zaman onun affedilmesine şahitlik ederim. Öbür türlü affetmem ben bu adamı” diyor. Kendini Allah gibi görüyor, diyor haşa. Nerede diyor bu sanatı yapabilsin, bu renkleri, bu muhteşemliği diyor, haddini bilmesi lazım diyor. Ne diyor mesela yine Sabiha Gökçen -manevi kızı- Atatürk diyor ki ona, “Allah büyük bir kuvvettir, daima O’na inanmak lazımdır” diyor. “Sen dindar mısın?” diye ona sormuş, “ben de aileden aldığım din tabiriyle, evet dindarım dedim”. Ondan sonra bu konuşmayı yapmış inşaAllah.
OKTAR BABUNA: Bende de Peygamber Efendimiz (sav)’e duyduğu hayranlıkla ilgili vardı Hocam. “Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel, kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Fahr-i alem Efendimiz sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında 20 sene çalıştı ve İslam dinini kurmaya ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra cennetin en yüksek katına erişti”, 1922 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, sayfa 262. “Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri (sav) Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Anayasası hepimizce bilinir ki şanı büyük olan Yüce Kuran’daki naslardır. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir”. Balıkesir Zağnos Paşa Camii’sindeki minberden söylemiştir bunları.
ADNAN OKTAR: Bak camide hoca olarak çıkıyor, imam gibi çıkıyor ve hutbe okutuyor. Tabii. Hutbeyi bizzat kendi okuyor.
OKTAR BABUNA: “Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu, elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür. Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler şu haritaya baksınlar ve Bedir Destanı’nı okusunlar. Hazreti Muhammed’in (sav) bir avuç imanlı Müslüman ile mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş Ordusu’na karşı Bedir Meydan Muharebesi’nde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir. Onun peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır”. Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. “Bence dinsizim diyen mutlaka dindardır. İnsanın dinsiz olmasının imkanı yoktur. Dinsiz kimse olamaz”. İzmir, Türkiye’nin Geleceği Üzerine Konuşma, 1923.
ADNAN OKTAR: Dinsizim diyen mutlaka Allah’a inanır diyor. Mümkün değil bir insanın Allah’a inanmaması diyor Atatürk. Yani mutlaka yalan söylüyordur diyor usülen. Çünkü insanlar genellikle hakikaten dinsiz olduklarından değil de, mesela etrafındakiler dinsiz oluyor, herkes birbirine kendisini dinsiz tanıtınca o da kendisini dinsiz tanıtıyor. Yoksa öbür türlü mesela alay ediyorlar, baskı yapıyorlar. Dindar olduğu halde alay ediyor. Topluma uyarak kalabalık yani kitle psikolojisiyle. Mesela bazen liselerde falan olur böyle, bazı çocuklar züppelik yapar böyle, üç beş züppe çıkar, onların psikolojik baskısıyla çocuklar baskı altına alınır ve tavırları değişir. Onlar da başlarlar züppeliğe, sanki onlar da şımarıkmış gibi haraketlere başlarlar, halbuki değildir. Mesela o dinsiz olduğunu söyler, korkudan birisi daha söyler dinsiz, bu sefer hepsi kendisinin dinsiz olduğunu söylerler. Halbuki ailelerde öyle değildir, kökeninde öyle değildir. Ama toplum baskısından, korkudan, bazen aile baskısından, mesela mason aileler oluyor veyahut komünist, marksist aileler oluyor, arkadaş çevresi de öyle marksist oluyor çocuğun, korkudan kendini dinsiz gibi gösteriyor. Halbuki değil, yani mümkün mü Allah’ın yaratılışını inkar etmesi. Çünkü, yani bu kadar muhteşem bir varlık değil mi dünya, dünyanın üzerindekiler bunlar hiç yokluktan meydana gelmiş. Meyveler, bitkiler, hayvanlar, yani insanlardaki ihtişam, akıl, görme, koklama duygusu, işitme duygusu, hücrenin, kromozomların yapısı, atomun yapısı, kainattaki intizam ve bütün canlılar Altın Oranla yaratılmış. Mesela Altın Oran denen özel bir oran var. Kaç o oranın sayısı; 1.618 ile orantılı yapılıyor değil mi, evet. Bu insan yüzünde, hayvanların yüzünde, çekirgede, kuşta, hepsinde, bitkilerde, çiçeklerde, el parmaklarında, bütün vücutlarda Allah bu Altın Oranı, bu matematik oranını kullanıyor. Ve hepsini simetrik yaratıyor bütün canlıları. Sağı soluna eşit, mesela kelebeklerde bu kadar ihtişamla meydana gelen bir yapıyı “nasıl oldu” diyorsun, “tesadüfen oldu” diyor. Kardeşim tesadüfen olmuş bana bir şey göster. “Kalem nasıl oldu” diyorsun, “fabrika yaptı” diyor. İki satır, bir satır yazı var “bunu kim yazdı” diyorsun “ben yazdım” diyor. Peki bir kromozomda bir milyon ansiklopedi sayfası dolusu yazı kodlu, bilgi kodlu, “bu nasıl oldu” diyorsun, “tesadüfen oldu” diyor. Şimdi bu olmadı yani, akıl var yakin var. Mantıklı konuşacak, toplumun etkisinde kaldıkları için insanlar Allah’ı inkar ediyorlar. Büyük bölümü böyledir. Yani % 99’u öyledir. Gerçek ateist bulamazsın dünyada, mümkün değil. Ama işte dergilerde, mesela ateistler bir internet sitesi hazırlamışlar ona baktım geçen günler. Güya kendilerince haşa Allah’la dinle alay ediyorlar. Kardeşim bunu niye bu kadar takıntı haline getirdin, ateistsen ateistsin, tamam düşün, öyle olabilir. Ama her yazında niçin Allah’a yönelik yazılar, dine yönelik yazılar yazıyorsun. Hepsinde, bir havadan sudan bir konudan bahset. Havadan sudan bahset. Ana konu oymuş gibi, niye o kadar kafana takılıyor o zaman. Ben mesela inanmadığım bir şeyle hiç uğraşmıyorum. Yani Budizm beni ilgilendirmiyor, ben hiç adamlarla uğraşmam yani, sadece kitap yazdım o kadar. Gece gündüz kafamda sürekli bir saplantı değil. Yani burada aslında o inancın etkisinde oldukları için, ondan kurtulmak için yapıyor. Yani mesela karanlıktan korkan adam ıslık çalıyor. O da Allah’tan korktuğu için -haşa benzetmek gibi olmasın- sürekli Allah ile haşa kendince alay ederek, Allah’ın aleyhinde konuşarak haşa, kendince o ateistliğini, kendinde muhafaza etmeye çalışıyor. Yani, aman ne olur ne olmaz, inanmaya başlarsam ne olur, dengem bozulur gibisinden yaptığı bir psikolojik savunma bu. Yoksa bir insan bu kadar saplantı halinde, kardeşim sayfalarca. Bir taneniz havadan sudan konuşsun, hayat pahalılığından konuş, bugün hava güzel, de. Yarın yağmur yağacak, de, bir şey de. Başka bir konu yok. Bu Allah inancının onlarda ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Satanistler de öyle, satanistler Allah’a şiddetle iman eder. Fakat buna karşı direnirler, direnmeye çalışırlar. Sen şeytanı haşa Allah olarak kabul ediyorsan, Allah’a niçin inanmasın öyle bir adam? Şeytan gibi psikopata iman ediyorsan, değil mi, Allah gibi Rahman olan Rahim olan, koruyucu olan, şefkatli olan, sonsuz sanat gücüne sahip olan, sonsuz güzelliğe sahip olan, sonsuz akla sahip olan bir Yüce varlığa niçin inan mıyorsun? Tabii, sıfır hacim, sonsuz yoğunluktaki bir şeyden kainat meydana geliyor. 15 milyar yıl evvel. Sıfır hacim ne demektir biliyor musun? Bakın mesela şurada sıfır hacim vardır. Hiçbir şey yok. Sıfır hacim, yokluktan kainat, koskoca evren meydana geliyor birkaç saniyenin içerisinde. Ve dev bir patlamayla, değil mi, süratle. Yani sürati de akılalmaz bir sürat. Bu ilk kararı kim verdi? Mesela bu yokluktan maddeyi kim çıkarttı? Ve madde de sonunda açılıyor, açılıyor, açılıyor, gül gibi böyle. Açılıyor, sonra da mis gibi kokan bir güle dönüşüyor, mesela dünyaya dönüşüyor. Yani düşün, kapalı bir şey var, birden açılıyor; rengarenk mesela Paris, Londra şehri oluyor, İngiltere oluyor, Amerika, Türkiye oluyor ve bunun sonucunda bu oluşuyor. Ama kapattığımızda sıfır hacim, yok oluyor. Yani mesela böyle bir akordiyon gibi. Ama bu tamamen kaybolan akordiyon. Yani akordiyonu kapatsan bile yine küçülür en fazla. Ama bunda sıfır, hiç yok. Mesela düşünün; şu an burada dünyanın oluştuğunu düşünün. Şurası sıfır hacim, burada hiçbir şey yok. Burada ani bir patlamayla birden bu evrenin büyüklüğünde bir evren olursa birkaç saniyede, bu nedir bu? Bu makul bir şey mi bu? Ve sonucunda da bitkiler, hayvanlar, kuşlar oluyor. Havada uçuşuyorlar, gayet muntazam yavruluyorlar. Ve gören duyan varlıklar oluyor. Mühendisler, doktorlar oluşuyor. Profesörler oluşuyor, profesörler elektron mikroskobu yapıyorlar. Elektron mikroskobu da diyor ki, “Biz tesadüfen nasıl olduk? Buna bakayım bakayım elektron mikroskopta” diyor. Toprağı alıyor; “Bizim atamız böyle atommuş. Tesadüflerle bunlar bir araya gelmişler”. Ve o tesadüfen meydana gelen atomlar bir süre sonra kendi kendini elektron mikroskobunda inceleyen bir varlığa dönüşüyor. Yani kurt masalı gibi bir şey bu.
SUNUCU: Altı günde oluşmuş diye bir söylenti vardı, dünya.
ADNAN OKTAR: Evet, Kuran ayetinde 6 gündedir. Altın gün, altı devre. Yani Kuran’ın belirttiği. Çünkü zamanın izafi olduğunu söylüyor Allah. Mesela Allah Katında bin yıl 1 gün gibi oluyor mesela. Bin yıl bir gün gibi oluyor. Zamanın izafi olduğunu Kuran söylüyor zaten. O altı gün izafi. Mesela altı milyar yıla da işaret ediyor olabilir. Yani altı ayrı devreye işaret ediyor olabilir. Veyahut daha yüksek. Mesela üçer milyar yıldan oluşan altı devreye işaret ediyor olabilir. Ama kainatın ömrü yaklaşık on beş milyar yıl. Önce bir beş milyar filan dediler herhalde. Gittikçe artırdılar, on beşe kadar getirdiler, olabilir yani. On beş ile beş arasında düşünüyorlar. O kadar yıl önce olmuş olmasından bahsediliyor.
OKTAR BABUNA: Altın Orandan bahsetmiştiniz. Sizin sitenizden güzel resimler var Hocam. Göstereyim mi onları? altinoran.org Harun Yahya’nın Altın Oranla ilgili sitesi, Hocamızın. Burada bakın gördüğünüz bütün canlılarda, bu tohumlarda, salyangozun kabuğunda, hepsinde Altın Oranla yaratılış var. Fibonacci diye bir matematikçi var ortaçağda yaşamış. Bunun bulduğu bir sayı. Fibonacci bazı sayıları yan yana diziyor, bunları topluyor, bir sonraki sayıya bölüyor, bu oran çıkıyor. Hepsinde sabit bir oran bu. 1.618. Hatta küsuratı da var. Mesela şu hayvanda bunu görüyoruz. Aynı şekilde bu bitkide görüyoruz. Sağdan ve soldan oranladığımız zaman bu üzerindeki parçacıkları, hepsinde bir. Bakın bu çiçek de aynı şekilde.
ADNAN OKTAR: Bu matematik oran hepsinde hakim, evet.
OKTAR BABUNA: Evet, bu dizilim Altın Oranına göre, bu çiçekte de aynı şekilde bu dizilim Altın Orana göre. Bunda aynı şekilde; dikkat ederseniz sağa ve sola farklı dizilimler var. İkisi de birbirine oranlandığında yine Altın Oran çıkıyor. Bu bitkide yine bu dizilimler bakın yaprakların özel dizilimleri var sağa ve sola doğru. Hepsi Altın Orana göre, 1.618 oranında. Burada yine Altın Orana göre bir diziliş var. Burada yine aynı şekilde. Bakın yine aynı şekilde bu bitkide dizilimlerin hepsi Altın Oranla. Kusursuz ama milimetrik bir sayı bu inşaAllah. Bunda yine aynı şekilde. Buradaki çiçekte de aynı şekilde bakın. Sağa ve sola dizilimleri birbirinden farklı oranlandığı zaman. Burada çizgisel olarak gösterilmiş. Bakın bu sağa dizilimler, sola dizilimlere oranlandığı zaman, bu tarafa doğru saat aksinin yönünde yine Altın Oran çıkıyor. Bu bitkilerde, siz daha iyi bilirsiniz Hocam, Altın Oranla bir şey oranlandığı zaman daha güzel ve estetik geliyormuş insanların gözüne.
ADNAN OKTAR: İnsan yüzü, bütün hayvanların yüzü, bedenleri. Yine Altın Oranla yaratılıyor. Mutasyon ne bilsin Altın Oranı? Simetriyi açıklayabiliyor mu Darwinistler?
OKTAR BABUNA: Hiçbir şekilde açıklayamıyorlar.
ADNAN OKTAR: Çünkü sağ tarafı sol tarafıyla eşit oluyor kelebeklerde. Çünkü mutasyon bir yere vurdu mu orayı anormal hale getirir. Mesela sağ tarafına geldiyse sağ tarafında anomali meydana geliyor. Sol tarafında düzgünlük var. Sağ tarafta anomali var. Ama biz hayvanlara baktığımızda sağı da solu da birbirine eşit ve mükemmel. Dolayısıyla mutasyon iki yerde, iki yeri birden güzelleştirmesi mümkün olmayacağına göre, mutasyon bozucu ve yıkıcı olduğuna göre, demek ki evrim burada da tam kamyonu duvara çarpmış, evet.
OKTAR BABUNA: Hatta altmış yıl uğraştılar mutasyon gösterebilmek için bakterilerde ve meyve sineklerinde. Hepsi başarısız oldu.
ADNAN OKTAR: Bu nedir?
OKTAR BABUNA: Bu Hocam bitkideki Altın Oranı tarif ediyor benim söylediğim gibi bakın. Sağa oranlar var, bunların toplamı 34 saat istikameti yönünde. Sola öbür istikameti oranladığımız zaman 21 sayısı çıkıyor. Bunların ikisini birbirine oranladığınız zaman 34 bölü 21, Altın Oranı veriyor. Bakın saat yönünde 34 spiral, saatin aksi tersinde 21 tane spiral var bu bitkinin üzerinde. Bakın 1.6.1.8 diye gidiyor sayı böyle maşaAllah. Bakın burada da tarif ediyor nasıl olduğunu, altinoran.org izleyicilerimiz bu siteye girip bilgi alabilirler inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet. Matematik hesap yapmışlar değil mi burada? Tamamında bunda her şeyde Altın Oran var. Bu nedir? Kozalak mı? Bunda da Altın Oran var, evet. Milyonlarca saysak bitmez. Evet yeterli bu kadar. İddia edilen Ergenekon Terör Örgütü tutanaklarında beni ve Vakfımızı birinci hedef olarak ele aldıklarını belirtiyorlar. Yani “bizim” diyorlar “düşman olarak gördüğümüz kişilerdir bunlar ve bunların tahrip edilmesi gerekiyor, bu nasıl yapılacak?” diyor. Bunu da açıklıyorlar, diyorlar ki; “yalancı şahitler bulacaksınız, onlar adına oraya buraya belge göndereceksiniz, yazı göndereceksiniz, yalancı şahitlerle onlar adına mahkemeler açacaksınız, onları mahkum ettirmeye çalışacaksınız” diyorlar. Açın bakın, yani iddia edilen Ergenekon Örgütü’nün iddianamesinde polisin tespit ettiği evraklar bunlar. Burada açıkça onları anlatıyorlar. Dolayısıyla garip insanlarla beni karşılaştırıyorlar. Suni bir olay oluşturuluyor. Yani halktan hakikaten mağdur olan bir insan karşımızda hiç olmuyor. Hep organize edilmiş insanlar oluyor. Hep böyle bir fikri mücadeleyi durdurmak için bahane arayan insanlar. Mesela falancaya kızdık, ne yapalım; işte topla on kişiyi, beş kişiyi; sen mesela çete ile ilgili herhangi bir maddeyi söyle, sen de şu maddeyi söyle, sen şu maddeyi söyle, sen şu maddeyi söyle. Hem ortalık hem karışmasın, hem ağız birliği olsun gibisinden. Yani önüne gelen, 3-4 kişi toplayan çete davası açtırıyor. Ellerinden geleni artlarına koymasınlar, biz de hukukla, kanunla gereken karşılıkları veririz. Çünkü bizim de Allah’a çok şükür ispat edeceğimiz, elimizde binlerce belge ve delil oluyor, inşaAllah. Ama yani asıl amaç bizim dikkatimizi dağıtmak, böyle şeylerle bize harcama yaptırtmak. Mesela avukat parası verdirtmek, mahkemeye götürüp getirttirmek, böylece bizi kendilerince hırpalayacaklarını zannediyorlar. Bu benim bayağı şevkimi artırır, mücadele azmimi artırır. Bana hiçbir şey olmaz Allah’ın izniyle.
OKTAR BABUNA: Allah’ın inayeti altındasınız. Şu anda siz bütün dünyanın 200 ülkesinde Hocamızın kitapları okunuyor, ben bizzat şahidim, 1000 küsur konferansınız oldu. Muazzam itibarlı Hocamız yurtdışında. Yani tahmin tahayyül edilecek gibi değil, maşaAllah. Muazzam bir yükseliş var maşaAllah.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah, tamam, yarın yine devam ederiz, inşaAllah.