Komünizm ve Sovyetler
Seksenli yılların sonuna dek iki kutuplu bir dünyada yaşıyorduk. İki birbirine zıt ideoloji dünya üzerinde "soğuk" bir savaşı sürdürüyor, kimi zaman söz konusu savaşın ısısı Üçüncü Dünya'nın uzak köşelerinde yükseliyor, silahlar konuşuyordu. Ama ne olduysa oldu, 1990'lara ayak basarken birden bire "komünist" kanat çöküverdi. Yıllardır "dünyayı tehdit eden" ideolojik ve askeri gücünün nasıl böyle aniden eriyebildiği ise akıllarda bir soru olarak kaldı.
Bu soru halen merak uyandırmaktadır. 10 yıl önce hemen herkes tarafından neredeyse "hiç sona ermeyeceği" düşünülen Soğuk Savaş nasıl böyle birden bitiverdi? Sovyetler'in kağıttan kaplan olduğu yıkıldıktan sonra anlaşıldı, peki o zaman on yıllardır bu "iki kutuplu dünya" nasıl varlığını sürdürebilmişti? Bu sorunun cevabı belki de "dünyanın resmi tarihi"nin biraz incelenmesiyle daha iyi anlaşılabilir.
Kitabın diğer bölümlerinde Ortadoğu'nun, faşizmin ve diğer pek çok önemli konunun göründüğünden daha farklı olabildiğine tanıklık ettik. Acaba aynı şey komünizm ve Soğuk Savaş için de söz konusu mu? Yıllardır tüm dünyayı tedirgin eden Soğuk Savaş, acaba göründüğünden farklı bazı ilginç hesapları içeriyor muydu?
Bunun için önce şu soruya cevap vermek gerek: Soğuk Savaş taraflar için –özellikle Batı içinde yer alan belli gruplar açısından- gerçekten tehlikeli ve tedirgin edici miydi? Bu gruplar, iki kutuplu dünyadan ne kadar rahatsız oluyorlardı ya da oluyorlar mıydı? Bu soruya gazeteci yazar Mehmet Ali Birand'ın öne sürdüğü bir düşünceyle ışık tutalım:
"Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor.74 Komünizm son derece yararlıydı. Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu. "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi. Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı. Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu." (Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993)
Evet, komünizmin varlığı Batı için -özellikle bundan menfaat sağlayan bazı gruplar için- öyle büyük bir tehlike değildi. Tam tersine büyük bir avantajdı. Doğu ve Batı arasında gerçekleştirilen silahsız savaşın ne uğruna yapıldığının düşünülmesi, bu avantajın ne yönde olduğunu bize açıklayacaktır. Sözde ABD ve Sovyetler iki zıt ideolojinin savaşını veriyordu. Birisi "özgürlük ve demokrasi" diğeri "proleterlerin ve ezilenlerin hakları"nı savunur görünüyordu. Ama "icraat"a bakıldığında -çoğu insan için- bu idealist sloganların hiç de önemli olmadığı anlaşılıyordu.
Sovyetler, Doğu Bloku ülkelerini ya da Afganistan'ı proleterleri korumak için mi işgal etmişti? 60 milyon "rejim aleyhtarı"nı, "halk rejimi sosyalizm" için mi öldürmüştü? Liderleri hiç de Marxist teoride söylendiği gibi, devleti feshedip yönetimi halka bırakmaya niyetli değildiler. Diktatörlük, proleteryanın değil, komünist partili yönetici elitlerin diktatörlüğüydü. Türk solunun ünlü isimlerinden M. Ali Aybar, "Leninist Parti, Burjuva Modelinde Bir Örgüttür" adlı kitabında, Sovyet sisteminin, hiç de "işçi sınıfı"nı iktidara getirmediğini, tam tersine "burjuva" benzeri bir tür yönetici elit kadrosunun despot rejimi haline geldiğini ayrıntılarıyla anlatır.
Bu sorulara kolayca "hayır" cevabı verebiliriz. Bu durumda karşılaştığımız gerçek, on yıllar boyu sürdürülmüş olan Soğuk Savaş'ın, ideolojik temellere ve "idealist" yaklaşımlara dayanmadığıdır. Bu ideolojik karşıtlık, iki ülkenin halkları için ya da diğer ülkelerin ateşli Amerikan ya da Sovyet taraftarlarının bir kısmı için geçerli olabilir, ama süper güçlerin lider kadrolarında yer alan bir kısım insanlar için söz konusu değildir. Söz konusu Amerikan ya da Sovyet yönetici elitlerin hesapları, ideoloji üzerine değil, "çıkar" üzerine olmuştur.
Bu sihirli kelimeyi "çıkar"ı inceleyelim. Yine bir soru soralım. "Çıkar" kimin çıkarıdır? Şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki, bu "çıkar" kesinlikle sokaktaki adamın çıkarı olamaz. Vietnam Savaşı'nın ya da Afganistan'ın işgalinin ABD ve Sovyet toplumları için, oğullarını kaybetmek ya da en azından ekonomik sıkıntı içine düşmekten başka hiçbir sonucu olamazdı. Vietnam Savaşı, örneğin, ABD'li silah tüccarlarının çıkarlarına uygundu. Her iki kutupta da yönetici elit içinde yer alan bazı çevreler, ellerindeki propaganda araçlarını da kullanarak –Sovyetler'de resmen ve tümüyle ABD'de ise örtülü bir biçimde ve büyük ölçüde bu propaganda araçları yönetici elitin güdümündeydi– çıkarları doğrultusunda uyguladıkları eylemleri süslü ideolojik sloganlarla destekler ve meşrulaştırırlardı. Söz konusu insanlar, yalnızca "yolcu" politikacıları değil, hatta onlardan daha çok, çeşitli örgütlenmeler ve güç merkezleri sayesinde "hancı" haline gelebilmiş kişileri içeriyordu. Bu sisteme karşı çıkan Başkan Kennedy'nin uğradığı son bu yönden düşündürücüdür.
Bu noktadan biraz daha ileri giderek, her iki blokun da yönetici elitlerinin –ideolojileri ciddiye almadıkları gerçeğini de göz önünde bulundurarak– bir anlamda bir anlaşma içinde bulunduklarını düşünelim. Her iki blokun da politik dengeler ne kadar gerginleşirse gerginleşsin, herşeye rağmen 'detant'ın (yumuşamanın) zedelenmeyeceği'ni özellikle belirtmeleri dikkat çekiyordu. Çünkü detant, politik yumuşamanın değil, ekonomik yumuşamanın adıydı. Bu da "çıkar" anlamına geliyordu. Kimi Batılı şirketlerin –her iki tarafında yönetici elitleri için karlı olan– Rusya'daki yatırımlarının zarar görmemesine özellikle dikkat ediliyordu. Sanki iki taraf arasında yazılı olmayan fakat "fiili durumla" kendini belli eden bir anlaşma vardı.
Sonuçta her iki tarafın yönetici elitlerinin "çıkar" gibi ortak bir hedef peşinde iken, "çıkar"larının örtüşmesi ve bunun sonucunda görünmeyen bir ittifak uyguladıkları gibi bir düşünce öne sürebilir. Bu haliyle, yalnızca mantıksal bir varsayım olan bu düşünce ilerleyen satırlarda ele alınacaktır.
İki blokun yönetici elitleri arasında bir çeşit ittifak olduğu düşüncesi, acaba realiteye uygun mu? Bu soruya çoğu kimse ilk başta olumsuz cevap verebilir. Dünyanın "resmi tarihi", dünyanın yönetimini paylaşanlar tarafından yazılır ve telkin edilir. Bu nedenle, Sovyetler ve ABD'nin, hatta daha ileri gidersek kapitalizm ve sosyalizmin arasında bir çeşit "ittifak" olabileceği düşüncesi, genel kabul gören doğrulara çok terstir. Bu bölümde, söz konusu "telkin edilmiş kabul"lerin dışına çıkarak bu konuyu incelemeyeceğiz.
Elbette böyle bir ittifakın olabilmesi için, kapitalist ve sosyalist liderlerin –tabii hepsini kastetmiyoruz– arasında görünmeyen bir bağ olması gerekiyor. Gizli ve dışa kapalı, yalnızca kendi üyeleri arasında tam mahiyeti bilinen bir örgütlenme bunu sağlayabilir. Bu örgüt masonluktan başkası değildir.,
Karl Marx'ın Bulanık Görüntüsü
Marx, "sosyalizmin babası", sömürülen işçi sınıfının en büyük "koruyucusu", materyalizmin ateşli savunucusu ve dinin de en büyük düşmanıydı. "Proleterler"e sözde bir yeryüzü cenneti vaat ediyordu. Şartı ise insanlarının din ahlakını tamamen göz ardı etmeleriydi. Bu konuda, aslında kapitalist Batı görüşüyle ortak bir noktada, "din dışı"lıkta birleşiyordu. Sosyal bilimci Karl Popper bile Marx ile Eski Ahit (Tevrat) arasındaki paralellikten sözeder. Marx son derece dindar bir Musevi aileden gelmesine rağmen, tüm bu mirasa yüz çevirmiş ve dini reddetmişti. Marx'ın geçmişine bakmak bu tezleri doğrulayacak bilgileri verir:
"Marx, Batı Prusya'da Yahudi bir ailenin oğlu olarak doğmuştur. Babası Heinrich'in esas adı Hirchel Ha-levi ve bir Talmud öğrencisi, dedesi ise haham. Marx'ın yazdığı ilk makale Yahudi sorunlarıyla ilgili. Marx'ın ailesi birkaç nesildir Talmud öğrencisi, Hirchel'in erkek kardeşi Truer'in başhahamı, Heinrich Marx, Hanrietta Pressburg adında Nijmegen'li bir hahamın Macar kökenli kızıyla evleniyor." (Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf.1071-1074)
Ancak ne ilginçtir ki Yahudi inancını reddeden Marx, bu inancın içindeki dejenere bir öğretiden, yani Kabala öğretisinden etkilendi:
"Marx'ın yabancılaşma ve özgürlük teorileri sürgünden bir dönüş gibi, Lurianic Kabala gibi anlaşılmalıdır. Fishman, Marx'ın sosyal gerçek anlayışında Yahudiliğe dayalı bir yan bulduğunu ortaya koydu." (Jewish Chronicle, 10 Nisan 1992)
Yahudi dinini reddeden Marx, koyu bir din düşmanı oldu. Olayın bir de "metafizik" boyutu vardı. Kabala'dan esinlenen Marx'ın, bunun sonucu olarak "satanizm" (şeytana tapınma) ile de ilginç bağlantıları vardı:
"Gençlik dönemlerinde, Berlin Üniversitesi'nde Karl Heinrich Marx, kin duygusunu depreştiren çok tehlikeli törensel bir tür satanizme ilgi gösterdi. O günden sonra yazdığı şiirleri 'Oulanem'e adadı. 'Oulanem' şeytan için kullanılan mistik bir isimdi." (The Keys of This Blood, Malachi Martin, sf.200)
Marx'ın karanlık yönleri bunlarla sınırlı değildir. Sosyalizm-kapitalizm birlikteliğinin ilk örneği belki de Marx'tır. Çünkü, garip ama gerçek, ateşli burjuvazi düşmanı Karl Marx, İngiltere'nin en büyük "burjuva"sı Yahudi banker Rothschild ve benzeri kişilerle ilişki içindeydi.
"Marx'ın ekonomik görüşleri City of London'daki banka kuruluşlarının ve özellikle The House of Rothschild (Rothschild Bankası)'in görüşleri ile tamamen uyumlu idi, Karl Marx'ın Moskova'da değil, Londra'da ortaya çıkmış olmasının bir rastlantı olmaması gibi. Rothschildlar tarafından, Çar'ın Avrupa ve New York bankalarında bulunan 1 milyon dolarının getirilmesinin Bolşeviklerin zaferindeki payı da bir rastlantı değildi. Marx'ın, Jenny von Westphalen'le olan evliliği aracılığıyla İngiliz aristokrasisiyle olan yakın ilişkisini de çok az kişi bilir." (The World Order, A Study in Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.48)
Bunun yanı sıra Marx, devrin mason locaları ile de yakın iş birliği içindeydi. Almanya'da Adam Weishaupt'un örgütlediği "illümine" masonların kurduğu "Bund der Gerechten" (Doğrular Birliği) Marx'ın ilişki içinde olduğu loca idi. Bu locanın ismi daha sonra "Bund der Kommunisten"e dönüştü. Marx ve Engels Komünist Manifesto'yu bu loca için kaleme aldılar. Manifesto'nun 20 yıl boyunca yazar ismi olmadan çıkmasının nedeni buydu.
"Komünist Derneği'ni yöneten illümine masonlar Karl Marx'dan Bavyera İllümineleri'nin programını bir manifesto şeklinde hazırlamasını istediler. Marx, 1847 Aralığı'nda çalışmalarına başladı. Çalışmanın adı da Komünist Manifesto oldu. Marx'ın burada yaptığı, Bavyera İllüminelerinin kurucusu olan Adam Weishaupt tarafından 70 yıl önce geliştirilen devrimci prensip ve programları gün ışığına çıkarıp düzenlemekti." (Le Pouvoir Occulte, Fourrier du Communisme, Jacques Bordiot, sf.102, 103)
"Komünist Manifesto'yu hazırlayan üçüncü kişi de yine Yahudi bir aileden gelen Jean Laffite idi... Gerçekte Komünist Manifesto'nun başlangıcı üç zengin burjuvaya dayanıyordu, Marx, Engels ve Laffite". (Le Pouvoir Occulte, Fourrier du Communisme, sf.120-131)
"Burjuvazi örgütü" olarak nitelendirilen masonluğun, Marx'ın ardından komünizmin yayılması için gösterdiği gayret de ilgi çekiyordu. Bu durum, ister istemez Paris Komünü'nde "kahramanca çarpışan" loca üyelerini akıllara getiriyordu.
Anarşist Komünizmin Kurucusu: Joseph Proudhon
Komünist felsefenin gelişmesinde Marx'ın yanı sıra, başka ilginç kişiler de vardı. Bunlardan biri "anarşist komünizm"in kurucusu Proudhon'dur.
Proudhon, anarşist bir bireyciydi, geliştirdiği kuram ve doktrinler 'Anarşizm' diye tanındı. Proudhon fikirlerini, "Anarşi, bugünkü toplumların, hiyerarşik ilkel toplumların var oluş şartıdır" diyerek ifade etmekteydi. (Meydan Larousse, cilt 10, syf. 349). 1840 yılında yayınlanan ünlü kitabı "Mülkiyet Nedir?"anarşist komünizmin temel kaynağı oldu.
"Proudhon, zamanın tüm sosyalist önderleri gibi masondu" (Le Nouvel Observateur, France 30 Ocak – 5 Şubat 1987 – Le Crapouillot, Yeni Dizi, no:49, Paris 1979)
Fikir alış verişinde bulunup yardımlaştığı çevresi de hep masondur. 1843-46 yılları arasında Paris'te Martin Nodand masondu (Mülkiyet Nedir? Kronoloji Bölümü, sf.10), Bakunin de masondu. (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Liou, sf.102) Her ikisi de Karl Marx ile sık sık görüşüp birlikte olmuşlardır. Marx, "La Sainte Famille" adlı eserinde "Mülkiyet nedir?" i ve Proudhon'u uzun uzun övmüştür.
Proudhon, 1848'de mason olan Fransa Kralı Napoleon Bonaparte (Masonluk Üzerine, sf.10) ile tanışıp sürekli görüşmeye başlamıştı; hatta çevresindekiler Proudhon'u, Napoleon'un ajanı olarak nitelendiriyorlardı.
Proudhon'un ortaya attığı bu sapkın sistem, yani ANARŞİZM, kişi üzerindeki her türlü otoritenin reddidir. Bu otorite özellikle din ve ahlak öğretileri ve devlettir. Proudhon'a göre, hakim sınıfın maşası olan devlet, en kısa zamanda yıkılmalı, yerini halkın tümünü temsil eden bir rejime bırakmalıdır ve bu rejim de komünizmdir. Devletin yıkılması için asıl yöntem kanlı ihtilallerdir. Tıpkı Fransız, Rus ve Alman ihtilallerinde olduğu gibi. Ayrıca din ve ahlak öğretileri diye adlandırdığı kıstasların da kişilerin özgürlüğünü engellediğini savunmuştur. Bu yüzden devlet gibi, dini ve ahlakı da reddetmiştir.
Oysa bu değerlerin hiçbiri insan üzerinde otorite kuran unsurlar değil, tam tersine insanın huzur ve güvenliği için şart olan öğelerdir. Devletin, ahlaki değerlerin ve en önemlisi de din ahlakının olmadığı bir ortam, sürekli kaosun hakim olacağı bir ortamdır. Kaos ise insanlığa hiçbir zaman fayda getirmez.
Rusya'daki Komünizmin İlginç Öyküsü
Komünist ihtilal, Marx'ın öngördüğünün tersine, gelişmiş Batı'da değil, tarım toplumu olan Rusya'da gerçekleşti. Bir diğer deyişle "gerçekleştirildi". Çünkü olayın sosyolojik faktörlerinin yanı sıra çok önemli politik faktörleri vardı. Bu faktörlerin başında, Rus ihtilalinin altyapısının büyük sermaye sahipleri tarafından gerçekleştirilmesi geliyordu.
"Banker Jacop Schiff'in özel ajanı George Kennan 19. yüzyılın ikinci yarısında Rusya'yı gezerek komünist ihtilalcilere para ve silah sağlamıştı. Kennan ayrıca 1905'teki Rus–Japon Savaşı'nda (savaştaki Rus yenilgisi ihtilale ortam sağladı) Japonlara finansman sağladı. 1915'te New York'ta American International Corporation– AIC (American Uluslararası Şirketi) kuruldu. Şirketin asıl hedefi, önceden Schiff ve diğer bankerlerce desteklenen Bolşeviklere finansal yardım sağlamaktı. Bu yeni firma S.P. Morgan, Rockefellerlar ve National City Bank tarafından kurulmuştu. Yönetim Kurulu Başkanı National City'nin eski Başkanı olan Frank Vanderlip'ti. Kendisi 1910'da Federal Rezerve Kanunu'nu yazan grubun da üyesiydi. Yöneticileri; Pierre Du Pont, Kuhn & Loeb & Co.'den Otto Kahn, Başkan George Bush'un büyük babası George Herbert Walker; N.Y. Federal Rezerve Bankası Başkanı William Woodward; Loeb Union Pacific Demiryolları'ndan Robert S. Lovett; Perey Rockefeller, John D. Ryem, A. Stillman, A.P. Wiggin ve Beekman Winthroop'tu.1928'de AIC yöneticileri arasında Perey Rockefeller, Pierre Dufont, Kuhn&Loeb Co.'den Elisha Walker ve Lazara Freres'den Frank Artschul vardı. Komünistlere yardım programında AIC, büyük ölçüde Morgan Guaranty Trust ile iş birliği yaptı. 1903'te Guaranty Trust'ın yöneticileri; First National Bank'ın kurucusu George F. Baker; Rothschildlerin temsilcisi August Belmont; Union Pasifik Demiryolları kurucusu E.H. Harrimon; ABD eski Başkan Yardımcısı Levi Morton; John D. Rockefeller'in Standart Oil'da ortağı olan Henry H. Rogers: H. Mc. Twobly ve Frederick W. Vanderbilt idi.
Hiç kimse bu büyük bankacıların 'anti-kapitalist' bir komünist ihtilali finanse edeceğini tahmin edemezdi. Ama aynen böyle oldu. Aynı kişiler Woodrow Wilson'un seçim kampanyasını da finanse ettiler. Wilson, Paris Barış Konferansı'nda: 'ABD'de Bolşevizme yakın kişiler vardır, çünkü bu rejimle istedikleri birey modelini oluşturmak için bir fırsat doğmuştur' diyordu. Wilson'un bahsettiği bu kişiler Morganlar ve Rockefellerlar'dı." (The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.64, 65)
Bu anlaşılması zor ilişkide Rothschild, Schiff, Rockefeller, Morgan gibi isimlerin geçiyor olması ister istemez "Siyonizm faktörü"nü akla getirmektedir. Olayı bu yönüyle incelediğimizde ise ilginç başka bilgilere rastlarız.
"Yahudiler, Bolşevizmin ve Sovyet rejiminin kuruluş yıllarında çok önemli rol oynamışlardır. Komünizmin Rusya'da ve daha sonra Avrupa'da yaptığı atakta, Yahudiler Sovyet reji minin yerleşmesinde büyük pay sahibidirler" (Encyclopedia Judaica, cilt 5, sf.792)
Bu "faktör"ün en önemli temsilcilerinden biri Parvus Helphand'dır. Asıl adı Israel Helphand olan Yahudi yazar, 1904 Rus–Japon Savaşı'nın olacağını 1895 yılında yazmış ve bu savaşın Rus devrimiyle sonuçlanacağını ileri sürmüştü. Parvus, daha sonra da komünist harekete aktif destek verdi.
Seküler Yahudiler, komünist düşünceyi yaymak için Rusya'da çeşitli organizasyonlar kurdular. Bunların en önemlileri The Bund (Yahudi İşçi Partisi), The Farejnikte ve Po'alei Zion idi. (Encyclopedia Judaica, cilt 5, sf.797) Bunlardan özellikle The Bund, komünizmin gelişmesinde önemli rol oynadı. Daha sonra Lenin'in önderliğinde devrimi gerçekleştirecek olan Rus Sosyal Demokrat Partisi'ne katıldı.
"1905-1906 yılları arasında Bund bir çok konuda Bolşeviklerle beraberdi. Bund onların yardımı sayesinde Sosyal Demokrat Parti'nin Stockholm'deki kongresinde bütün Rus organizasyonlarının arasına döndü" (Encyclopedia Judaica, cilt 4, sf.1501)
Komünizmin Yahudilikle olan bağlantısı hakkında o dönemde ilginç tezler üretiliyordu:
"A. Lunacharsky dinle ilgilenen bir kişiydi. Kitab-ı Mukaddes'in, özellikle peygamberlerin devrimci yanları olduğunu ve Tevrat ile işçi dini arasında bağlantı olduğunu söylüyordu. Maxim Gorki ise antisemitizmi kınıyordu. Gorki, Siyonizm konusundaki pozitif düşüncelerini ilk olarak 1902'de kaleme aldı. 1906'da Bolşeviklere katıldığında kitabını tekrar yayınladı. Yahudi etniklere yardımı ve onları güçlendirmeyi savunuyordu." (Encyclopedia Judaica, cilt 5, sf.796)
Komünist İhtilalin Kapitalist Finansörleri!
"Hiçbir ihtilal teşkilatsız ve parasız gerçekleştirilemez. Sömürülen yoksul kitleler bunlardan birincisini kısmen sağlar, parayı ise asla! Sermaye sahipleri ise her ikisinin de üstesinden gelirler." (Gary Allen, Sermaye ve Sosyalizm, sf.96-97)
İhtilalin finansman gibi çok önemli bir sorununun kimler tarafından halledildiği incelendiğinde yine garip tablolara, sosyalizm-kapitalizm arasındaki ilginç birlikteliklere rastlanır:
"ABD'nin Rusya Büyükelçisi'nin, Dış İşleri Bakanlığı'na gönderdiği telgraf:Dosya No: 881.00/288 Rusya'daki Büyükelçi (Francis)den Dış İşleri Bakanı'na. Petrograd, 19 Mart 1917, saat 09:00 (20 Mart saat 18:00'de alındı)
Asayiş berkemal, Çar ve Çariçe'nin tahtı terk etmelerinden sonra Dük Mikhail gibi tahtta hak iddia edecek kimselere ve bu tür girişimlere karşı her türlü tedbir alınmıştır. Geçici hükümetin paraya acilen ihtiyacı olduğu için, İngiltere Rusya'ya mali yardımda bulunmuştur ve bütün müttefikler yeni hükümeti tanıyıncaya kadar da muhtemelen yardıma devam edecektir. Acil bir yardım çok yerinde olur. Şimdi Amerika'dan gelecek bir mali yardım ise en iyisi olurdu. Bu ihtilalin başarılı olması, Yahudiler için çok önemlidir. Şayet Yahudiler bu şekilde mesafe katederlerse, bu hususta gizliliğe titizlikle uyulması lazım gelecektir. Aksi takdirde ihtilal, burada sayıları bir hayli kabarık olan Yahudi aleyhtarlarının muhalefetini uyandıracak bir safhaya girebilecektir. FRANCIS" (Henry Coston, Lectures Françaises, Numero Special, Nisan 1963)
Rus İhtilali'nin gerçekleştirilebilmesi için dev boyutlarda para harcandı. Küçük bir grubun koca bir devleti ele geçirebilmesi şüphesiz büyük ölçüde maddi güce dayalıdır. Üstteki telgrafta ifade edilen hayati öneme sahip bu parayı kimler vermişti? Rus devriminin maddi desteğini sağlayanlar dünya çapında faal büyük Yahudi bankerlerdi. Bunların başında ihtilalde en az Lenin kadar rolü olduğu söylenen Jacob Schiff geliyordu.
"Roger Lambelin ile O. Pettrovsky gibi yazarlar da I. Dünya Savaşı'ndan önce, Amerika'da, Yahudi bankerler tarafından, Rusya'daki devrimci faaliyetleri, propagandaları desteklemek amacıyla bir ortak fon kurulduğunu yazıyorlar. 1917 baharında ise Jacob Schiff, devrime verdiği parasal destekle Çarlık rejiminin devrilmesinde en büyük payın sahibi olmakla övünüyordu." (Czarism and the Revolution, Arsene de Goulevitch, sf.10)
Lenin ve arkadaşlarına para yağdıranlar arasında Warburg ailesi ve ihtilalin "kahin"lerinden olan Yahudi asıllı Parvus da vardır.
"Lenin ünlü mühürlü vagon içerisinde yola çıkarıldı. Beraberinde 5-6 milyon dolar tutarında altın para bulunduruyordu. Bu işi yapanlar, Alman yüksek makamları ile Max Warburg ve bütün hayatı boyunca Sosyalist olan Alexander Helphand'dır. A. Helphand çok zengin biriydi ve Parvus takma adını kullanırdı. (Sermaye ve Sosyalizm - Orijinali: None Dare Call It A Conspiracy, Gary Allen, sf.90-91)
İhtilalin finansörlerinin sayısı oldukça kabarıktır. Bunların hepsi de uluslararası Yahudi bankerlerdi:
"Yahudi Schiff'in Bolşevik İhtilali'ndeki rolü, müttefik haber alma servislerince iyi bilinmektedir. Bu noktadan hareketle Bolşevizmin bir Yahudi hareketi olduğunu söyleyenler vardır... Daha sonraları ortaya çıkarılan belgelerle, ihtilalin daha başka uluslararası bankerler yanında, Schiff, Warburg ailesi, Rockefellerlar ve Morganların desteğiyle gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Belgeler, Morgan kuruluşlarınının da Kızıl İhtilal için en az bir milyon dolar harcamış olabileceğini göstermektedir...Bolşevik İhtilali'nin diğer büyük parasal destekçisi de Lord Alfred Milner adlı İngilizdir. Milner, 'Round Table Groups' adlı gizli bir örgütün organizatörü ve başıdır. Bu örgüt, Lord Rothschild tarafından desteklenmektedir." (Sermaye ve Sosyalizm - Orijinali: None Dare Call It A Conspiracy, sf.92-93)
Uluslararası Yahudi örgütü B'nai B'rith ve İskoç riti localarının da aktif desteği söz konusuydu:
"B'nai B'rith Çarlık aleyhtarı isyankarlara silah sağladı. Böylece B'nai B'rith, 1905 Rus İhtilali'nde aktif bir rol oynadı. Bu hareket nedeniyle ünlü Amerikan Yahudileri Bolşevik olmakla itham edildi. Kuhn, Loeb Company sahibi Warburg ailesi Lenin'i ve Troçki'yi finanse etti; baba oğul 'Bolşevik ajanları' Yahudi Julius ve Armand Hammer ABD Komünist Partisi'ni kurdu ve Amerika'da Bolşevik hareketini yayarak 1917 Sovyet İhtilali'nden sonra ülkede on yıl geçirdi. Aslında Çar'ın devrilmesi ve Rusya'da Bolşeviklerin başa geçmesiyle İskoç riti tarafından oluşturulan hedefler gerçekleştirildi." (The Ugly Truth about the ADL, Executive Intelligence Rewiev, sf.27)
Rus İhtilali'nin en büyük rolünü Lenin'in liderliğinde 1898 yılında kurulan Rus Sosyal Demokrat Partisi üstlenmiştir. Bu parti 1903 yılında Bolşevik ve Menşevik isimli iki gruba ayrılır. Bolşevikler, ki devrimi yapacak olanlar onlardır, komünizmin devrim yoluyla Rusya'ya gelmesi gerektiğini savunurken, Menşevikler aynı sonuca ihtilalsiz de ulaşılabileceği tezini savundular. Menşevik kanadın gücü kısa sürede azalarak önemini yitirdi. Bolşeviklere gelince;
"Bolşevik grubunun (1912-13'de Bolşevik Partisi oldular), organizasyonu ve propagandasının oluşumu sırasında birçok Yahudi aktif rol oynamıştır. Bu Yahudilerin sayıları 1917 Şubatı ile Ekimi arasında Rus devriminde hızla yükseldi." (Encyclopedia Judaica, cilt 5 sf. 794)
Yahudilerin bu denli etkili oldukları parti, Yahudilik konusunda kendisini ortaya koydu.
"Rus Sosyal Demokrat Partisi'nin III. Kongresi'nde Lenin, işçi Yahudiler için özel bir başlangıç konuşması yaptı. 1900-1906 arasında Lenin Yahudilik konusunda kendisini şöyle tanımlamıştır: Antisemitizm, asimilasyona karşı Yahudi milliyetçiliği, Sosyal Demokrat Parti ve Bund arasındaki ilişki." (Encyclopedia Judaica, cilt 5 sf. 794)
Rus Sosyal Demokrat Partisi, dışarıdan aldığı destekle birlikte ihtilale doğru yürümeye başladı. Ülke içinde giderek artan hoşnutsuzluklar, İmparatorluk hükümetinin parlamento rejiminin kurallarına uymayı reddetmesi, reformların yavaşlığı gibi sebeplere 1905 Rus-Japon Savaşı da eklenince, ihtilalin ilk temelleri atılmış oldu. Alman ve Amerikan Yahudi bankerlerinden oluşan Kuhn Loeb And Co. grubu Rus Çarlığı'ndaki her türlü devrimci düşünce ve faaliyeti destekleyen başlıca kuruluştu. Rus-Japon Savaşı, uluslararası şirketler grubunun Yahudi Başkanı Jacob Schiff'e Çarlık hükümetine birkaç darbe vurmak fırsatını verdi. "Amacımız elimize fırsat geçtikçe Rusya'ya verebileceğimiz en ağır zararı vermektir" diyen Schiff, savaş boyunca Rusya'yı çökertmek için Japonlara 200 milyon dolar para yardımında bulundu. Ayrıca Kuhn Loeb ve şirketleri Japonların dışarıdan yaptıkları borçlanmaları üzerine aldı.
Japonya karşısındaki bozgundan sonra Rusya'da monarşinin itibarı iyice azaldı. Muhalefet, İmparator'dan liberal, sosyal ve parlamenter bir rejim kurulmasını istedi. İhtilal Petersburg'da 22 Ocak 1905'te (Kanlı Pazar) işçilerin ve bazı askerlerin ayaklanmalarıyla başladı. Olaylar kanlı bir şekilde bastırılınca, Bolşevikler kendiliğinden başlayan bu ayaklanmanın yönetimini ele geçirmeyi denediler. Petersburg'da 'Merkezi İşçi Sovyeti' kuruldu. Genel grev tehdidi karşısında Çar, 30 Ekim tarihli bildirisiyle bir Duma (meclis) seçilmesine izin verdi. İhtilal bastırılmıştı ama Troçki'nin bir "genel prova", Lenin'in de 'halkın yeni bir iktidar denemesi' diye adlandırdığı olay gerçekleşmişti. Gerçekten de asıl amacı genel bir prova niteliği taşıyan 1905 Hareketi'nden, devrimi gerçekleştirecek olanlar gereğince yararlandılar.
Schiff'in faaliyetleri I. Dünya Savaşı sırasında meyvelerini verdi. İhtilalci olanlar, cephede savaşanların morallerini bozmak ve cephe gerisindeki hoşnutsuzlukları kışkırtmak suretiyle Rus şehirlerinin banliyölerinde karışıklıklar çıkarmayı başardılar. Propogandaları ihtiyat askerleri arasında da iyi sonuçlar verdi; ihtiyat askerlerinden meydana gelen bir alay cepheye gitmemek için isyan etti. Bu isyan Çarlık rejiminin yıkılmasına yol açacaktı. Başkent halkı, 4 Mart'ta fırınları yağmaladı. 7 Mart'ta kısmen grev başladı ve 9 Mart'ta işçilerin de katılmasıyla siyasi bir nitelik kazandı. Savaşın bitirilmesi ve hükümetin değişmesi isteniyordu. 8 Mart'da grev genelleşti. Hareketin bu kadar çabuk yayılması karşısında şaşıran sosyalist liderler işçilerden ihtiyatlı olmalarını istediler. Fakat 11 Mart'ta askeri birlikler de ayaklanınca başarı elde edilmiş oldu. İmparatorluk hükümeti de 12 Mart 1917'de istifa etti.
Çarlık'tan Bolşevik Rejime Geçiş Aşaması: 'Kerensky Hükümeti Locası'
1917 yılının Şubat ayında, "Şubat Devrimi" gerçekleşti. Rusya'nın değişik yerlerinde, başta Redrozrad olmak üzere, ayaklanmalar başladı. Sonunda 16 Mart'ta Romanov hanedanının son Çarı Nikola II tahttan çekildi.
Bunun üzerine, Ekim'de gerçekleşecek olan Bolşevik Devrim'e kadar, Kerensky önderliğinde bir sosyalist geçiş hükümeti kuruldu. Kerensky hükümetinin en büyük icraatı ise, o dönemde çoğu hapiste ya da sürgünde olan komünistleri serbest bırakmak, komünist liderlere zemin hazırlamak oldu.
"Kerensky, Sosyal Demokrat olarak bilinirdi. Ama komünist bir hükümete geçiş için basamak oldu. Kerensky komünistler ve diğer ihtilalciler için ülkede genel af ilan etmişti. Bu aftan yararlananların çoğu 1905'deki başarısız 'Kızıl İhtilal'den sonra sınır dışı edilen komünist ihtilalcilerdi. Bu aftan sonra 250 bin ihtilalci görevlerinin başına iade edilmiş oldu" (None Dare Call it Conspriacy, Gary Allen)Lenin Mayıs 1917'de, Putilov fabrikasının işçilerine konuşurken. Bolşevik devrimiyle birlikte dünyada ilk kez komünist bir rejim kurulmuş oldu. "Kerensky, Lenin ekibinin ihanet suçuyla tutuklanmasını ya da sınıra sürülmesini önledi" (Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casusluk Tarihi, cilt 1, sf.90-91)
Kerensky hükümetinin başa geldiğinde ilk işi, Troçki ve Lenin gibi ihtilalcilerin serbest bırakılması için af çıkartmak oldu.
"Sosyalist Kerensky, üst dereceli bir masondur" (The Brotherhood, Stephen Knight, sf.33)
Kerensky'nin ekibi de masonlardan oluşmaktadır:
"1917 yılında Rusya'da ihtilal patlak verince, Londra ve Paris'te 400 kadar Rus masonu 40'a yakın gizli dernek kurarak 'Rusya Halkları Mason Merkez Locası' ilkeleri doğrultusunda birleştiler. 1917'de geçici hükümetin başında Kerensky vardı. Bu hükümetin çoğunluğunu masonlar oluşturmaktaydı" (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.1064).
Kerensky hükümetinin sağladığı geçiş dönemi boyunca Rusya'nın dört bir yanında güçlenen komünist işçi birlikleri, 1917 Ekimi'nde Bolşevik İhtilali'ni gerçekleştirdiler. Petrograd'daki kışlık saraya saldıran Bolşevikler hükümeti istifa ettirdiler ve Lenin'in önderliğindeki Bolşevik Parti iktidarı ele geçirmiş oldu. Bu arada üzerinde durulması gereken bir kişi de, devrimin Lenin'den sonra ikinci lideri olan Leon Troçki'ydi.
Devrimin İkinci Lideri: Leon Troçki
"Ekim Devrimi'nden evvel Şubat 1905 ve 1917'deki ayaklanmalarda 'Silahlı Elçi' adı verilen Leon Troçki Bronstein çok büyük rol oynamıştır." (Şalom, 16 Aralık 1987)
Rus İhtilali'nin tek lideri genelde Lenin olarak tanıtılsa da gayet iyi bilinir ki, devrimi Lenin ile birlikte gerçekleştirmiş olan ikinci bir kilit isim vardır: Leon Troçki.
Judaica'da Troçki şöyle anlatılmaktadır:
"Troçki, Ukrayna'da Ivanouka'lı bir Yahudi çiftçinin oğluydu. Odessa Üniversitesi'nde matematik okumuş, fakat kendisini devrimci çalışmalara adamak için öğrenimini bırakıp 1896'da yasa dışı Sosyal Demokrat Parti'ye katılmıştı." (Encyclopedia Judaica, cilt 15, sf.1404)
Troçki'nin yetişmesinde en önemli rolü ise ünlü Yahudi Parvus oynamıştı:
"Troçki, Helphand (Parvus)'ın etkisi altında 'sürekli devrim' teorisini oluşturdu. Rusya'daki burjuvazi rejimine göre, Batı'daki sosyalist devrimden evvel sosyalist sahneye yol gösterdi.Troçki, 1917 Şubat Devrimi'nin patlak vermesinden kısa bir süre sonra Rusya'ya döndü ve Petrograd işçileri tarafından müthiş bir sevgiyle karşılandı. Lenin'le iş birliği yaptı. Kerensky'nin geçici hükümeti onu yakaladı, fakat kısa bir süre sonra serbest bıraktı. Hapishanedeyken 'Bolşevik Merkezi Komitesi'ne seçildi. Aynı zamanda Petrograd Sovyeti'nin ve onun Askeri Devrim Komitesi'nin başına geldi." (Encyclopedia Judaica, cilt 145, sf.1404)
Troçki, daha önceki başarısız devrim deneyinden sonra yurt dışına kaçmıştı. Ekim Devrimi için Rusya'ya dönerken büyük bir sorun çıktı. Bu sorunu halleden de Amerika'daki Yahudi finans lobisiydi:
"Troçki'nin Rusya'ya gitmek üzere, 27 Mart 1917'de New York'u beraberindeki 275 ihtilalci ile terk ettikten sonraki ilk uğrak yeri, Halifax (Kanada'da) oldu... Burada yakasını ele veren Troçki bir Kanada hapishanesine atıldı. Ne var ki bir hafta yatmadan, İngiltere ve Amerika'nın baskılarıyla serbest bırakıldı. Amerika ve İngiltere'yi böyle bir müdahaleye itenler, bu iki ülkedeki dev kuruluşların milyarder sahipleriydi." (None Dare Call It A Conspiracy, Garry Allen, sf.90-91)Leon Troçki 1917'de New York'tayken, Rusya'da Bolşeviklerin hakimiyetini sağlamakla görevlendirildi. Rockefellerlar bu yolculuğu için kendisine 10.000 dolar verdi. Başkan Woodrow Wilson'dan özel bir pasaport alındı ve Lincoln Steffens koruması olarak gönderildi. Troçki'nin gemisi Halifax'a yanaştığında Kanada Gizli Servisi onu tutukladı ve Nova Scotia'da hapsetti. Başbakan Llyod George, Londra'dan telgraf çekerek Troçki'nin serbest bırakılmasını istedi, fakat gizli servis bunu umursamadı. Sonradan MacKenzie King anlaşmaya dahil oldu ve Troçki'nin özgür kalmasını sağladı. Wall Street avukatı Thomas D. Thacher'ın yardımıyla King, Kızılordu'yu kurdu. Troçki'yi tutuklayan ajanlar kovuldu." (The World Order, A Study in Hegemony of Paratism, Eustace Mullins, sf.76)
Troçki, devrimde Lenin'le birlikte en büyük rolü oynadı. Devrim sonrasında ise Troçki'nin emrine Kızılordu verildi:
"Troçki, Mart 1918'de askeri ilişkilerin halk yöneticisi olmuş, Kızılordu'yu organize etmiş ve iç savaş cephelerinde askeri operasyonları yönetmiştir. Lenin'in yaşadığı dönemdeki parti içi tartışmalarda terör devriminin meşruluğuna karşı olan rejimlere sert solcu haliyle yaklaşmıştır." (Encyclopedia Judaica, cilt 15, sf.1405)
Rus Yahudileri de Troçki kumandasındaki Kızılordu'yu benimsemişlerdi:
"Büyük sayıda Yahudi genci Kızılordu'ya katıldı." (Şalom, 16 Aralık 1987)"Troçki, Yahudi kökenli olmasının kendisi için politik bir engel oluşturduğunun farkındaydı. 7 Kasım 1917 zaferinin ardından Lenin kendisine ilk Sovyet hükümetinin başına geçmesini teklif ettiğinde, Troçki reddederek 'Sence düşmanlarımızın eline benim Yahudi olmam gibi bir silah vermek akıllıca olur mu?' demişti. " (Encyclopedia Judaica, cilt 1, sf.1406)
Lenin'in 'Kapitalist' Dostları!
Radikal hareketler, büyük paralar ve dış destek olmadıkça gerçekleştirilemezler, 20. yüzyılın büyük tarihçisi Oswald Spengler, solun düşman görünen büyük sermaye sahiplerinin, kontrol altında geliştiğini gören bilim adamlarından biridir. Ünlü eseri Batı'nın Çöküşü'nde şöyle der: "Sermayenin yönlendirmediği hiçbir proleterya hareketi, hatta bir komünist hareket şimdiye kadar görülmemiştir. Bu hareketlerin sözde idealist liderleri büyük kısmı hiç şüphesiz sermaye tarafından yönlendirilmiştir." (Sermaye ve Sosyalizm (None Dare Call It A Conspiracy), Garfy Allen sf.88)
Marx'ın en büyük öğrencisi Lenin, ondan 'kapitalizmle gizli birliktelik' mirasını da almıştı. Yaptığı ihtilalin finansmanını büyük sermayedarlardan bulan Lenin, ihtilalin ardından da aynı çevrelerden destek gördü:
"Lenin, Beyaz Saray'daki güçlü arkadaşından, Wilson'dan yardım istedi. Wilson, Kuhn & Loeb Co. avukatlarından ve eski Dış İşleri Bakanı Elihu Root'u Özel Savaş Fonu'ndan 20 milyon doları Bolşeviklere vermesi için Rusya'ya yolladı. Cömertlikte Wilson'dan geri kalmayan J.P. Morgan & Co. kuşatma altındaki Lenin ekibine finansal yardım sağladı." (The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.68)"The Unknown War With Russia" (Rusya ile Bilinmeyen Savaş) adlı kitabında Robert S. Maddox, 'Rusya'daki Mart İhtilali, Wilson'un hayal ettiği savaş sonrası dünya ortamını oluşturacaktır, ABD'nin geçici hükümeti ilk olarak tanımasını sağladı' der. Maddox'un belirttiğine göre, Versailles Anlaşması'nın 6. maddesine göre Rusya kendi belirlediği kurumlarla devam edecekti. Ve böylece Bolşevik rejiminin geleceği garanti altına alınmıştı. Wilson'un politik yardımcısı Albay House, kendi sekreteri Kenneth Durant'ı Rusya'ya gönderdi ve Durant 1920'de Sovyet Bürosu'nda sekreter olarak çalışmaya başladı." (The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, sf.73)
"Ingersoll Rond'ın Başkanı ve New York Federal Reserve Bankası Başkan Vekili William Laurence Sanders, 17 Ekim 1918'de Wilson'a yazdığı mektupta: 'Rus halkı için, Sovyet formu hükümet en uygunudur ve ben de bu sistemi desteklemekteyim" diyordu. 1914'den beri New York Ted'in Başkan Vekili olan George Foster Peabody, Rockefeller'lar için (General Education Board) Genel Eğitim Kurulu'nu kurmuştu ve Bolşeviklerin devlet tekelini desteklediğini belirtti. Böylece New York Federal Reserve'ün en ünlü üç görevlisi Sanders, Peabody ve William Boyce Thompson Bolşevizmi destekliyordu. Thompson daha sonra ABD'de Bolşeviklerin propagandası için bir milyon dolar verdi. New York Federal Reserve Bankası, N.M. Rothschild ve oğullarının sahip olduğu beş New York Bankası tarafından yönetiliyordu. Anlaşılıyor ki bu üç kişi sadece işverenlerin isteklerini gerçekleştiriyordu.Tarihteki en ilginç göçe William Boyce Thompson başkanlık etti. 15 meşhur Wall Street avukatı ve finansörü Rusya'ya giderek, sendeleyen Bolşevik rejimini kurtardı. J.P. Morgan, Thompson'a Petrograd'daki National City Bank şubesinden bir milyon dolar gönderdi. Bu banka Bolşevik rejiminin saldırısına uğramayan tek bankaydı." The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, sf.73)
2 Şubat 1918 tarihli Washington Post'ta şöyle bir haber yayınlanıyordu: 'Kasım'a kadar Petrograd'da kalan William Boyce Thompson Bolşeviklere doktrinlerini Almanya ve Avusturya'da yaymaları için bir milyon dolarlık yardım yapmıştır. Thompson'un bu görevinde Amerikan Kızıl Haç Başkanı Henry P. Davison; Thomas Thatcher ve Harold Swift vardı ve bunların tümü CFR üyesiydi. National City Bank, Rusya'ya 50 milyon dolar borç vermişti ve Morgan Guaranty Trust, Sovyetlerin Amerika'daki finansal çıkarlarını gözetiyordu. 1922 Ocak'ta Ticaret Sekreteri Herbert Hoover, Guaranty Trust'ın Moskova'daki Devlet Bankası'yla ilişkilerine izin verdi. Şimdi Guaranty Trust Başkan Yardımcısı olan Alman bankacı Max May 1923'de Ruskombank'ın Dış İlişkiler Başkanı oldu, bu Sovyetler'in ilk uluslararası bankasıydı."Who's Who?" (Kim Kimdir?) kitabına göre Max May 1883'te ABD'ye geldi, 1888'de vatandaşlığa geçti ve 1904 – 18 Guaranty Trust Başkan Yardımcısı, 1922-25 Rus Ticaret Bankası Kurulu üyesi ve idarecisi oldu. J.P. Morgan ve Guaranty Trust, Sovyet hükümetinin, ABD'deki mali ajanlarıydı. Çar'ın altınları Guaranty Trust'a yatırıldı.
Öyle ki, Bolşevik hareketin dünya karargahı Wall Street'teydi." (The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.74-75)"1992'de Chase National Bank, Rus hükümetini tanımak ve ticareti geliştirmek için Amerikan-Rus Ticaret Odası'nı kurdu." (The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf. 78)
"Lenin'in programı büyük zenginlerin programıdır. Çünkü o, bütün özel mülkiyeti kaldırır ve devlet kontrolü altına koyar. Devlet ise, büyük zenginler tarafından kontrol edilir. İşte dünya düzeni!" (The World Order – A Study in the Hegemony of Parasitism, sf.45)
Lenin'in kapitalist dostlarının, ilginç olarak, çoğunlukla Yahudi sermayedarlar ya da masonik örgütler –CFR gibi– olduğunu görüyoruz. Peki bu kişi ve örgütlerin Lenin'i desteklemelerindeki amaç neydi? Kimileri, Lenin ve arkadaşlarına yapılan maddi desteğin, Almanya tarafından geldiğini, bunun da Almanya'nın savaşmakta olduğu Rus Çarlığı'nın yıkılmasını istemesiyle ilgili olduğunu söyler. Ama Bolşevikleri destekleyenler yalnızca Alman "kapitalist"leri değildir:
"Max Warburg'un Lenin'i desteklemesini Alman yurtseverliğine bağlarsak –ki öyle değildir– ya Schiff, Morgan, Rockefeller ve Milner'in finansmanlarını nasıl açıklayacağız?" (None Dare Call It A Conspiracy, Gary Allen. Sf.96)"Bolşevik İhtilali dünyanın en zengin ve güçlü kimselerince desteklenen bir harekettir. Hareketin görünürdeki amacı, -Rothschild'ler, Rockefeller'lar, Schiff'ler, Warburg'lar, Morgan'lar ve Milner'lar gibi– servet sahiplerinin mallarının ellerinden alınarak devletleştirilmesi anlayışına yönelik görünüyordu. Fakat görünürde olan şuydu ki, bu kişiler, komünizmden hiç korkmuyorlardı! Bu hareketi finanse eden ve böylece onu kontrol altında tutan sermayenin ondan korkması için bir neden de yoktu… Rothschild ve ekibinin, bir buçuk asırdır, aynı klasik yöntemle boğuşma içinde olan iki düşman grubu aynı anda desteklediklerini unutmamak gerekiyor." (None Dare Call It A Conspiracy, sf.99)
Lenin'in Batılı finansman çevreleri tarafından desteklenmesinde kişisel özelliklerinin de etkisi vardı. Lenin'in komünistlerin "burjuvazi örgütü" olarak nitelendirdiği mason localarına kayıtlı olması oldukça ilginçti. Söz konusu bilgi masonlar tarafından hazırlanan "Mason Sözlüğü"nde şu şekilde ifade edilmektedir:
"Lenin Vladimir Oulianof: 1914 öncesi Paris'teki Fransız Büyük Doğusu'na bağlı 'Union de Beleville' locasına kayıtlıydı." (Dictionnaire de la Franc-Maçonnerie, Daniel Ligou, sf.693)
Bu aslında bize, aradığımız sosyalizm–kapitalizm ilişkisi konusunda önemli bir bakış açısı sunuyor. Bu iki karşıt blok arasında var olduğu söylenen ittifak, herhalde en iyi masonluk gibi gizli örgütlenmeler sayesinde sağlanabilirdi.
Mason diktatör Lenin, insanlara karşı son derece sert ve acımasızdı. İktidarda bulunduğu dönemde milyonlarca insanı ölüme gönderen Lenin hakkında, ünlü Rus yazarı Soljenitsin, Time dergisine verdiği demeçte şu yorumu yapmıştır:
"Lenin tam bir zalimdi. Kimseye acımazdı. Halka yaklaşımında en küçük bir insani taraf yoktu. Kitlelere de, kendisini takip etmediğini sandığı tek tek kişilere karşı da zalimdi." (Tercüman, 2 Ağustos 1989)
Lenin'in ölümü de oldukça ibret vericiydi. Milyonlarca insanı ölüme, anarşiye, dinsizliğe sürükleyen Lenin; büyük acılar içinde kıvranarak ve tanınmaz bir halde öldü. Le Figaro dergisinin bildirdiğine göre Lenin, cinsel ilişkiyle ve özellikle fahişelerden bulaşan Frengi hastalığı nedeniyle felç ve hafıza kaybına uğrayarak öldü. Uzaktaki evlerden bile duyulan çığlıklar atarken ağzından dökülen şu sözler oldukça ilgi çekicidir.
"İnsanlar… bana yardım edin… devrim… şeytan burada, burada." (Yeni Asya, 27 Şubat 1992)
Komünizm'in Temel İşlevi: Din Düşmanlığı
"Din halkın afyonudur… Halkın aldatıcı mutluluğu olarak, dinin ortadan kaldırılması halkın gerçek mutluluğunun beyan ettiği taleptir." (Karl Marx, F. Engels, Din üzerine, sf.38)"Bir Marxist materyalist olmalıdır, yani din düşmanı" (V.I. Lenin, Toplu Eserler cilt 35, sf.121)
Yukarıdaki sözler, komünist ideolojinin dine bakış açısını gösteren örneklerdir. Görüldüğü gibi, Marx ve Engels dini adeta bir düşman olarak görürlerken, Lenin de gerçek bir Marxist'in din düşmanı olması gerektiğini öne sürmüştür. Dolayısıyla, dünya düzeninin gerçekte komünizmden beklediği en büyük sonuç da, din ahlakını ortadan kaldırmasıdır. Dini inançların, ahlak anlayışının yok edildiği, insanların komünist liderleri neredeyse insan üstü varlıklar gibi gördüğü bir toplum, Siyonizmin dünya yönetimi hedefine de oldukça büyük bir zemin hazırlar. Bu ise çok önemli bir tehlike demektir. Çünkü din ahlakını bilmeyen ve yaşamayan toplumlar, vicdani ve ahlaki çöküntü içine girmeye mahkumdurlar, din ahlakından uzaklaşılması demek insanların büyük bir felaketin içine sürüklenmeleri anlamına gelir. Toplum düzeninin sağlanması, bu düzenin -asayiş tedbirlerine dayalı olmadan- muhafaza edilebilmesi, huzurun, barışın, güvenliğin ve refahın yaşanabilmesi, ancak insanların her koşulda dürüst, adil, fedakar, çalışkan, sevgi ve merhamet dolu olmaları ile mümkündür. Bu da yalnızca insanların din ahlakını yaşamaları ile sağlanabilir.
Aslında, din dışı her sistem dinin yok edilmesini hedefler. Faşizmde bu sonuç dinin yerine ırkçı hislerin aşılanmasıyla elde edilir. Kapitalizmde insanların ahiret hayatını unutup yalnızca dünya zevklerine yönelmeleri sağlanır. Komünizm ise, dine karşı doğrudan bir düşmanlık uygular. Dine karşı açık bir baskı ve aleyhte propaganda kullanılır. Bunun yanı sıra faşist rejimlerde görülen 'insan üstü liderler', komünist sistemin de kullandığı etkili bir yöntemdir. Materyalist dünya anlayışı söz konusu sistemlerin ortak özelliğidir.
Oysa insanların vicdanlarını kullanmadıkları, Allah'tan ve hesap gününden korkup sakınmadıkları kısacası din ahlakının yaşanmadığı ortamlarda, söz konusu ideolojilerin insanlara sunduğu ideallerin hiçbirinin gerçekleşmesi mümkün değildir. İnsanları kötülükten, bozulmadan ve kaostan koruyan unsur din ahlakıdır. Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda, her türlü asayiş tedbiri alınsa dahi suç oranlarında artış ve toplumsal çöküntü kaçınılamaz bir neticedir. Çünkü insanı bir başkasının görüp duymadığı bir anda da dürüst yapan, emniyet güçlerinin müdahalesinin olmadığı alanlarda da kanunlara ve kurallara uymasını sağlayan vicdanıdır. Vicdanını kullanmayan, din ahlakını yaşamayan bir insan, kanunların engel olamayacağını veya kolluk kuvvetlerinin kontrol edemeyeceğini düşündüğü anlarda her türlü ahlaksızlığa ve kötülüğe yönelebilir.
Komünizmin ardında da, diğer din dışı ideolojilerde olduğu gibi, masonluğun etkisini görmek mümkündür. Fransız İhtilali'nin ardından gelen materyalizm dalgasının savunucuları da masonlardır. 19. yüzyılda pozitivizm olarak ortaya çıkan maddeciliğin temsilcilerini ise yine masonlar oluşturur. Freud, Durkheim, Auguste Comte gibi ateist ve mason felsefeciler materyalizmin önderliğini yapmışlardır. Komünizm ise, "dinsiz toplum" meydana getirme hedefinin en önemli yöntemlerinden biri oldu. Marx'la başlayan din düşmanlığı, bütün komünist rejimlerin ortak özelliği idi. Komünist felsefe, din karşısında alınması gereken tavrı ise şöyle açıklıyordu:
"Marxizm bir materyalizmdir. Bu niteliğiyle 17. yüzyıl ansiklopedicilerinin materyalizmi ya da Feuerbach'ın materyalizmi kadar alabildiğine DİN DÜŞMANIDIR. Bu yalanlanamayacak bir durumdur. Ancak, Marx ve Engels'in materyalizmi, materyalist felsefeyi tarih alanına ve toplumsal bilimler alanına uygulamada ansiklopedicilerden ve Feuerbach'tan daha ilerilere gitmiştir. 'Dine karşı koymalıyız', bu materyalizmin, dolayısıyla da Marxizmin abecesidir. Ama Marxizm abeceyle yetinip kalan bir materyalizm değildir. Marxizm daha ileri gider. Der ki; dine karşı savaşmayı bilmek gerek; bunun için de yığınların inancını ve dinlerin kaynağını materyalist bir biçimde açıklamak gerek." (Marx, Engels, Lenin, Anaşizm ve Anarko Sendikalizm, sf.282)"Marxist, bir materyalist olmalıdır, yani DİNİN DÜŞMANI olmalıdır, ama diyalektik bir materyalist olmalıdır, yani dine karşı savaşını birtakım spekulatif, hiç değişmeyen, tek düze bir propagandanın soyut ve salt teorik zemini üzerinde değil; somut bir biçimde, kişileri herşeyden daha çok ve herşeyden daha iyi eğiten, yürürlükte olan sınıf savaşı zemini üzerinde olmalıdır. Marxist somut durumu, olduğu gibi tümüyle hesaba katmayı bilmelidir." (Marx, Engels, Lenin, Anaşizm ve Anarko Sendikalizm, sf.285)
"Dine karşı savaşım devrimci burjuvazinin tarihsel görevidir ve batıda, burjuva demokrasisi, kendi devrimleri ya da feodalizme ve Ortaçağ uygulamalarına karşı saldırıları döneminde bu görevi geniş ölçüde yerine getirmiştir (ya da getirme çabasındadır). Almanya'da olduğu gibi Fransa'da da, sosyalizmden çok önce dine karşı bir burjuva savaşı geleneği olmuştur." (Marx, Engels, Lenin, Anaşizm ve Anarko Sendikalizm, sf.286)"Bizde ise Ekim İhtilali yasası ile bunlar sonuna dek çözümlenmiştir. Dine karşı gerçek olarak savaştık ve savaşıyoruz." (Marx-Engels-Lenin-Stalin, Kadın ve Marxizm, sf.225)
Aynı felsefe bütün komünist rejimlerde görülür:
"Hiç şüphesiz, biz komünistler, kelimenin gerçek manasıyla Allah'a inanmıyoruz. Hiçbir dine inanmayız. Bizim dünya görüşümüz diyalektik materyalizmin ve tarihi materyalizmin görüşüdür." (Çang Çi Yi, Çin Komünist Partisi Birleşik Cephe faaliyetleri Şubesi Md. Yard. 4 Nisan 1962)
Görüldüğü gibi komünizmin dine düşman olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu nedenle de dini reddeden tüm sistemler gibi, insanlara acı, hüzün, korku ve güvensizlik aşılar. Komünizmin vahşetinin de, donukluğunun da temelinde dine karşı gözü dönmüş düşmanlığı vardır. Komünistler dine karşı yürüttükleri mücadelede farklı yöntemlere başvururlar. Kimi zaman ibadethaneleri kapatır, din adamlarını toplu katleder, halkın dinini yaşamasına engel olurlarken kimi zaman da üstü kapalı propagandalarla halkı dinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Bu yöntem, Marx ve Engels tarafından şöyle ifade edilmektedir:
"Dinsel yasalara karşı savaşırken son derece dikkatli ilerlenmelidir, bu savaşımda dinsel duyguları yaralayan kimse, büyük zararlara yol açar. Savaşım, propaganda ve aydınlatma yoluyla yürütülmelidir. Savaşımı sert yöntemlerle yürütürsek, yığınları kendimize karşı kışkırtabiliriz; böyle bir savaşım yığınların ağırlığını din ilkesine göre derinleştirir, oysa bizim kuvvetimiz birliktedir. Dinsel önyargıların en derin kaynakları yoksulluk ve bilgisizliktir, bu hastalıklarla savaşmalıyız." (Marx-Engels-Lenin-Stalin, Kadın ve Aile, sf. 220)
Benzer bir taktiğin kullanılması gerektiği Lenin tarafından da öne sürülmüştür:
"Aşırı baskı temeline oturan ve işçilerin eğitilmediği bir toplumda, dinsel önyargıların sadece propaganda yöntemleriyle yok edilebileceğini sanmak budalalık olur… İşte bu nedenle programımızda ateist olduğumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayız. İşte bu nedenle eski önyargılarını henüz sürdüren proleterlerin partimize katılmalarını engellemiyoruz ve engellememek zorundayız." (Lenin, Din Üzerine, sf.115)
Nitekim komünistlerin dine karşı gerçek düşünceleri iktidara gelmeleri ile iyice açığa çıktı. Bolşevik Devrim'in ardından Lenin, dine karşı gözü dönmüş bir düşmanlık sergiledi. Şiddetli din düşmanlığı Stalin döneminde de devam etti. Komünizmin hakim olduğu tüm ülkelerde, binlerce dindar insan katledildi, ibadethaneler yıkılıp tahrip edildi ve sürekli bir ateizm politikası izlendi.
20. yüzyıl boyunca 120 milyon insanın ölümüne neden olan komünizm, dinsiz bir toplumun ne kadar vahşi, acımasız ve barbar olabileceğinin, materyalizm gibi Allah'ı inkar eden felsefelerin nasıl bir sonuç doğurduğunun canlı bir örneğidir. Komünizmin neden olduğu belalar, din ahlakı ile dinsiz toplumlar arasındaki büyük farkı göstermesi açısından son derece önemlidir. Böylece insanlar, bir kez daha tek kurtuluşun din ahlakının yaşanması olduğuna tanıklık etmişlerdir.
Vazgeçilemeyen İçgüdü: Vahşet
Lenin: "Bazı kimseler bizi zalimliğimiz sebebiyle ayıpladıkları zaman, bu kişilerin en basit Marxist prensipleri dahi nasıl unutabildiklerine hayret etmekteyiz." (Pravda, 29 Ekim 1918)
Komünizm, 1917'den bu yana 120 milyona yakın insanın ölümüne yol açtı…
Katliam ve şiddet, komünizmin teorisinde vardır:
"Marx ve Engels, devrimin her zaman kuvvet zoruyla olacağını savunurlar. Devrimcilerin, hakim güce karşı şiddet kullanmak zorunda oldukları konusunda ısrarlıdırlar ve her zaman terörizme verdikleri desteği açıkça belirtmişlerdir." (Sovyet Strategy of Terror, Samuel T. Francis, sf.54)"Terörü prensip olarak hiç reddetmedik ve hiçbir zaman da reddetmeyiz." (Lenin Collected Works, Moskova, cilt 9, sf.19)
"Propagandacılar her grubu basit bomba formülleriyle donatmalılar. Onlara işin mahiyeti hakkında açıklamalar yapmalı ve gerisini onlara bırakmalılar. Gruplar, derhal askeri eğitimlerine, operasyonlara katılarak başlamalılar. Bazıları bir casusun öldürülme işini veya bir polis karakol bombalama görevini üstlenmeli. Bir kısmı ise banka soymalı…" (Lenin Collected Works, cilt 9, sf. 346)
"Biz siyasi cinayetlere kesinlikle karşı değiliz, ancak devrimci taktikler açısından bireysel saldırılar uygun değildir ve zararlıdır. Sadece geniş halk kitleleriyle yapılanlar zekice bir politik mücadele olarak kabul edilebilir. Sadece geniş halk kitleleriyle doğrudan bağlantılı olan bireysel terörist hareketler değer taşırlar." (Lenin Collected Works, cilt 35, sf.238)
Soğuk Savaş ve Stalin Sonrası Sovyetler
II. Dünya Savaşı'nın ardından, ABD'nin mason Başkanı Truman'ın açıklamalarıyla Soğuk Savaş dönemi başlamıştı. ABD, tüm dünyadaki anti-komünist hareketlerin destekçisi olduğunu ilan etti. Doğu ve Batı birbirinden demir perde ile ayrıldı. ABD, dünyayı "komünizm canavarı"ndan kurtarmak için Marshall Yardımı ile başlayan bir programı uygulamaya koydu. Pek çok ülke de ABD'nin koruyucu kanatları altına girdi.
Görünüm böyleydi, ama gerçek nasıldı acaba?
"Sovyet Rusya'nın II. Dünya Savaşı'ndan galipler arasında çıkmasına izin verilmişti. Çünkü gelişmiş Batı'nın yeni bir 'Haçlı Seferi' başlatmasını sağlayacak ikinci 'Şeytan İmparatorluğu'na ihtiyacı vardı. Rusya iflas etmişti ve savaşta 40 milyon, 1917 Bolşevik İhtilali'nden beri de 60 milyon vatandaşı ölmüştü, kendini besleyemiyordu, böylece bir kere daha 'Dünya Düzeni' devreye girdi ve 'düşman gücü'nü oluşturmak için Amerika'dan çok büyük miktarda yiyecek ve malzeme yardımı sağladı. 1916'nın Belçika tazminat komisyonu, 1948'in Marshall Planı'na dönüştü. Bir kere daha müttefikler için yardımlar Amerika'dan Avrupa'ya gemilerle taşındı, oradan da Sovyetlere yöneldi. Asıl amaç ise Sovyet Bloku'nu güçlendirmekti." (The World Order – A Study in the Hegemony of Parastisism, Eustace Mullins, sf.43)"II. Dünya Savaşı'ndan sonra Dean Acheson Sovyetler Birliği'ne 300 milyon dolar borç verilmesi için lobi faaliyetinde bulundu. Frederic A. Delano'nun üvey kardeşi Ed Burling, Counting and Burling şirketini kurdu ve buna Acheson ve Donald Hiss ortaktı. Acheson'un lobiciliği başarısız olunca CFR alternatif olarak Marshall Planı'nı öne sürdü. CFR'nin yayın organı Foreign Affairs'de George Kennan tarafından 'ihtiva planı' açıklandı. 1947'den beri ABD'nin Sovyetlere karşı dış politikası bu doğrultuda belirlenmiştir. ABD, Rusya'nın yalnızca sınırlarını değil, askeri güçle elinde tuttuğu 'tutsak ülkeleri' de garantilemiştir… Kennan, Rusya'da Bolşevik İhtilali'nden önce Jacob Schiff için Marxist ajan olarak çalışan George Kennan'ın kuzeniydi." (The World Order - A Study in the Hegemony of Parastisism, Eustace Mullins, sf. 81)
Buraya kadar ele aldığımız bilgiler, Soğuk Savaş boyunca devam eden Sovyetler-ABD anlaşmazlıklarından menfaat sağlayan ve hatta bizzat bu sorunları körükleyen çevreler ve bu çevrelerin oluşturduğu gizli ittifakların olduğunu göstermektedir. Her iki taraf içinde de yer alan masonik unsurlar, söz konusu gizli ittifakın en önde gelen isimleridir. Bu kirli ittifaklar doğrultusunda, Rusya'nın bazı Batılı sermaye grupları ile olan yakın bağlantısı ısrarla sürdürüldü. Kruşçev ile Amerikalı finansör Rockefeller'ın ilişkisi bunun açık bir örneği idi:
"David Rockefeller, 1964'te ilk kez karşılaştığı Kruşçev ile Kremlin'deki odasında yaptığı görüşmeden sonra, merakla sonucu bekleyenlere dönüp: 'Bugüne değin yaptığım en yoğun ve verimli görüşme idi. Bizler, birbirimizi uzun süredir tanıyoruz. Uzun yılların verdiği birlikte çalışma alışkanlıklarına sahibiz demişti." (Vodka-Cola, Charles Levinson, sf.319)Brejnev döneminde de ABD ile ilişkilerde daha da yakınlaşma oldu. Yukarıda Nixon ve Brejnev birarada görülmektedir.
Kruşçev'den sonraki Brejnev döneminde de Sovyet çizgisi değişmedi. Soğuk Savaş görünümü altında oldukça "sıcak" ilişkiler vardı. ABD'nin en önemli stratejisti Henry Kissinger, Sovyet sisteminin gizli destekçisi oldu:
"Kissinger'ı gösteren Amiral Zumwalt bu konuda şöyle demektedir: 'Sovyet gücünün genişlemesinde başrolü Kissinger ve onun şahsında cisimleşen yumuşama politikası oynamıştır'." (Günaydın, 13 Haziran 1976)
Brejnev döneminde Siyonistlere verilen destek devam etti. Fakat 1967'deki 6 Gün Savaşı, beraberinde yeni bir politika getirdi. Arap-İsrail savaşlarında, Rusya Arapları destekleme görevini üstlenmişti. Mısır'ın mason diktatörü Nasır'ın ordularının 1967 savaşında İsrail'e saldırırken kullandığı silahları Sovyetler "hediye" etmişti. Brejnev döneminde Rusya dış politikasının gerçek mimarı ise ABD'nin ünlü stratejisti Kissinger idi. Brejnev, bu gerçeği ilginç bir şekilde dile getirmişti:
"Rus diktatörü Brejnev'e, Rusya'nın neden Ortadoğu görüşmelerinde bir rol almadığı sorulmuştu. O da şöyle cevap verdi. 'Bizim temsile ihtiyacımız yok. Kissinger bizim Ortadoğu'daki adamımızdır." (The World Order, A Study in The Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf.57)
"Amerika'nın ünlü iş adamları ve politik liderleri, örneğin W. Averill Harriman, Sovyet yanlısı faaliyetlerini saklamaya gerek duymamaktadır. Rus Büyükelçisi Dobrynin, Henry Kissinger'in ikili rolü için: 'Ben gülümseyerek olduğum yerde oturuyorum. Kissinger bizim için görüşüyor' diyordu." (The World Order, A Study in The Hegemony of Parasitism, sf.84)
ABD-Sovyetler kutuplaşmasının ardında, bazı çevreler tarafından ilginç ekonomik ilişkiler sürdürülüyordu:
"Soğuk Savaş başladıktan sonra finansörler Sovyetler'i desteklemeye devam etti. 1967'de New York Times'ın haberine göre Rusya'yla ticareti geliştirmek için yeni bir konsorsiyum oluşturulmuştu. Buna Cryus Eaton'un Tower Corp.'u, Rockefeller'ın International Basic Economy Co. ve Londra'dan N.M. Rothschild and Sons dahildi. Eaton, komünist sisteminin Sovyetler Birliği halkını memnun ettiğini söyledi. Eaton 1939'daki Stalin-Hitler Paktı'nın da ilk destekçilerindendi." (The World Order, A Study in The Hegemony of Parasitism, sf.79)"Bolşevik İhtilali, New York Federal Reserve Bankası'nın üç yöneticisi tarafından ortaya çıkartılmıştır. Bunlar William Boyce Thompson, George Foster Peabody ve William Woodward'du. Federal Reserve, sisteme desteğini sürdürmektedir, Sovyet Merkez Bankası Gosbank ile yakın ilişkileri vardır. Gosbank, Sovyetler Birliği'nin Komünist Partisi'ni kontrol etmektedir. Gosbank'ın 5000 çalışanı vardır, fakat emirleri başka bir kuruluştan aldığından pasif bir bankadır. Gosbank-Federal Reserve iş birliği, İsviçre'deki Bank for International Settlements aracılığıyla sürdürülmektedir" (The World Order, A Study in The Hegemony of Parasitism, sf.82)
Ve bu dönemin ardından Gorbaçov ve kapitalistleşen Rusya geldi…
Marxizm'e Yeni Yorum: Kapitalizm
Komünizm, din ahlakını ortadan kaldırmanın, insanı materyalist dünya görüşüne yöneltmenin yöntemlerinden biridir. Aynı sonuca kapitalizmle, ya da faşizmle de ulaşılabilir. Bir ülke için hangi yöntemin deneneceğini ise, o ülkenin sosyolojik yapısı belirler. Ancak bunların herbiri insanları büyük felaketlerin içine sürükleyen son derece tehlikeli ideolojilerdir. Rusya'nın 1917 İhtilali'nden günümüze geçirdiği süreçler değerlendirildiğinde bu durum daha iyi anlaşılacaktır.
Komünizm bir baskı rejimidir. Marx'ın teorileri bütün Avrupa'ya yayılmaya çalışılmışsa da en büyük etkiyi şüphesiz Rusya'da oluşturmuştur. Bunun nedeni ise Rusya'nın doğu kültürüne sahip, baskı ile yönetilmeye alışık halkının bu rejimi kabullenmeye çok daha uygun olmasıdır. Halkı din ahlakından uzaklaştırmak isteyen bazı çevreler de bu nedenle, toplumun yapısına göre farklı yöntemlere başvururlar. Komünizmin etkili olmayacağının düşünüldüğü ülkelerde vahşi kapitalizmin uygulanılması bunun bir örneğidir. Sovyetler Birliği'nde yapılan değişim de (komünizmden kapitalizme geçiş) aslında yalnızca bir yöntem değişimidir. Gelişen dünya şartlarının oluşturduğu kültür, Sovyet toplumunu da etkilemiştir. Komünist sisteme halkın göstermeye başladığı tepki, artan ekonomik problemlerle birlikte rejimi zora sokmuştur.
Bu nedenle komünizm ve kapitalizm gibi birbirine tamamen zıt görünen iki ideolojinin zaman zaman aynı çevreler tarafından desteklenmesi de söz konusu olmaktadır. Charles Levinson'un "Votka-Cola İmparatorluğu" kitabında asıl olarak üzerinde durduğu husus da budur. Sovyetler'deki komünist rejim uzun süre, Batı içinde yer alan bazı odakların desteğini almış, komünizmin yıkılmasının ardından kurulan sistem de aynı destekle oluşturulmuştur.
Bu durumda,1980'lerin son yıllarında iki kutuplu dünya modeline neden son –ya da ara– verildiği sorusu gündeme gelmektedir. Acaba, Marxizmin din ahlakına karşı yürüttüğü mücadelenin geri tepmesi, 1980'lerde tüm dünyada İslam'ın yükselişe geçmesi bunda bir etken midir? Üçüncü bir kutup oluşmaya başlarken, eski iki kutubun çatışmayı bırakması bir şeylerin göstergesi değil midir? Söz konusu karanlık çevreler için, sözde gerçek "tehlike" ortaya çıkmaya başlayınca, danışıklı dövüşlere son verilmesinin, oldukça önemli bir gösterge olduğuna şüphe yoktur.
85'lerden sonra Rusya'da başlayan dine yöneliş de, komünist yöntemin değiştirilmesi gerektiği konusunda önemli sinyaller vermiştir. Yıllardır dinin "halkın afyonu" olduğu yalanına inandırılan Sovyet vatandaşları, 1917'den beri süren "Ahlaksız Evleri", "Ateizm Enstitüleri"nin gerçek yüzünü ve ne kadar büyük belalar olduklarını görmeye başladılar. Özellikle Orta Asya'daki dini uyanış Sovyet yetkililerinde panik yaratmıştı. Ve çözüm geldi; komünizm yerini kapitalizme devredecekti. Yapılan ise, yalnızca değişik şartlara göre farklı yöntemler kullanmaktı.
Gorbaçov, Perestroyka ve Glastnost
Gorbaçov'un başlattığı reformlar bilindiği gibi ilk defa Rus toplumunun kapitalist rejimle yakınlaşmasını sağladı:
Bu dönemde Sovyet-Yahudi ilişkilerinde, Mossad da önemli bir yer tutuyordu. Mossad ajanı olarak bilinen ünlü basın imparatoru Maxwell'e Sovyetlerin yaptığı yardım açığa çıktı. Buna karşılık Maxwell de KGB'ye bilgi sağlıyordu:
"İngiliz basın imparatoru Robert Maxwell'in KGB'ye bilgi akışı sağlandığını anlatan Soloviev, önemli noktalara gelmiş, şüphe çekmeyecek isimleri kullanmanın örgütün en önemli felsefesi olduğunu kaydetti." (Sabah Gazetesi, 1 Şubat 1992)
Gorbaçov'un Perestroyka'sı ise ilk kez kapitalizmin esintilerini Rusya'ya getirdi:
"Suçun perestroykası… Sovyetler Birliği'nde son yıllarda yaşanan olaylar karşısında, Sovyet vatandaşlarının önemli bir bölümü eski günleri, özlemle anma noktasındalar. Yaygın kanıya göre o günlerde, mafya Kremlin'deydi, şimdi ise sokaklarda. Gorbaçov'la birlikte Sovyet toplumuna bugüne dek görülmemiş bir serbestliğin, özgürlüğün geldiği kesin. Ama, madalyonun bir de öteki yüzü var. Yalnızca 1988'de, bir yıl öncesine kıyasla suç oranındaki artış yüzde 40. Kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, soygunlar giderek yaygınlaşıyor ve daha da kötüsü kanıksanıyor." (Nokta, 17 Mayıs 1989)
Gorbaçov, iktidarda bulunduğu süre boyunca büyük sermaye ile yakın bağlantı içinde olmuştu. Gorbaçov'un, aralarında Kissinger, Rockefeller gibi kilit isimlerin de bulunduğu Trilateral heyetleriyle yaptığı görüşmeler de bunun bir göstergesiydi:
"Ocak 1989'da aniden B'nai B'rith Moskova'da bir loca açtı. B'nai B'rith, Gorbaçov ve arkadaşlarıyla samimi bir ilişkiye girerek de ikinci büyük başarısını kazandı. Acaba hepsi bir tesadüf müydü? 20 Ocak 1989 sayılı Humanité, Moskova'da bir Trilateral Komisyonu'yla, Sovyet liderlerinin karşılaşmasını yazar. Bu görüşmeye katılanlar Trilateral'den Rockefeller, Berthoin, Okowara, Giscard d'Estaing, Kissinger, Hyloand, Nakasone; Sovyetler Birliği'nden Gorbaçov, Yakolev, Medvedev, Faline, Akhromeiev, Dobrynine, Tchernalev, Arbatov, Primakov'dur." (Mais qui Gouverne L'Amerique?, Georges Virebeau, sf. 60-61)
Gorbaçov'un bağlantıları Rockefeller, Kissinger, Brzezinski gibi Yahudi lobisinin önemli isimlerine ve Trilateral ve CFR gibi iki büyük lobiye uzanıyordu.
"David Rockefeller ve Kissinger, Sovyet Lideri Mikhail Gorbaçov'u yakından eğitiyorlar ve kolaylıkla bağlantı kuruyorlar. Onun son politikalarından ise övgüyle bahsediyorlar. Gorbaçov kurtulmak için ABD'den, 100 milyar dolarlık bir hediyeye ihtiyacı olduğunu belirtti... Ama sadece 1,5 milyar dolar borç verebileceğini daha sonraki Bilderberg toplantısında açıkladı." (The Spotlight Reprint, Eylül 1991)
"Dünyayı izleyenler, Sovyet lideri Mikhail Gorbaçov'un perestroyka ve glasnost gibi barış yanlısı hareketlerine ya da Doğu Avrupa'da olan gelişmelere şaşmamışlardır. Bütün bunlar aslında komünist patronlarla onların iş ortakları Lawrence ve David Rockefeller ile bunların Trilateral Komisyonu'ndaki bağlantıları sayesinde gerçekleşmiştir.
Barışa yönelik yeteri kadar hareket olmalıdır ki, Amerikalılar büyük miktarda yardım yaparak, Demirperde ülkeleri ile ekonomik olarak bağlantı kurabilsinler. Yeterli miktarda savaş korkusu kalmalı ki askeri-endüstri ve özellikle stratejik savunma alanları kar edebilir halde kalsın.
Trilateral'in amacı Sovyetler Birliği'ni ve komünist Doğu Bloku ülkelerini 'dünya ekonomisinin ortakları' yapmak, bunu sağlamak için de Amerika'nın Üçüncü Dünya ülkelerine yaptığı yardımların kanalı olan Dünya Bankası ile IMF'ye üyeliği gerekmektedir.
Rockefeller, 1989 Ocak'ta Moskova'ya bir Trilateral Delegasyonu'yla beraber gitti ve Gorbaçov'la uzun bir toplantı yaptı. Burada Sovyet hükümetine 'dünya ekonomisine ortak' olmaları için ısrar etti ve Dünya Bankası ile IMF'ye üyelik önerdi. Şubat'ta Rockefeller, CFR'den bir delegasyonla Varşova'ya gitti ve aynı teklifleri Polonya'ya yaptı. 17 Nisan 1980 tarihli 'Christian Science Monitor' gazetesinde Jeremiah Novak, 'Sovyetler Birliği'yle sürekli gelişen ilişkiler sayesinde Trilateral, ileriki bir tarihte Sovyetler'le birleşmeyi umut ediyor"diye yazıyordu.
Brzezinski: 'Kalkınmış ülkelerden oluşan ve Atlantik devletlerini, Avrupa komünist ülkelerini ve Japonya'yı kapsayacak çalışmalar yapılmalıdır.' diyor" (The Spotlight Reprint, Kasım 1992)
Komünizm-kapitalizm yakınlaşmasının önemli isimleri hep ilginç kişilerdi:
"Moskova'da B'nai B'rith Locasının açılamasına 12-19 Ekim 1988'deki toplantıda karar verildi. B'nai B'rith delegasyonu, Seymour Reich tarafından yönetiliyordu. Seymour Reich, 1987 yılında delegasyonun dünya çapında Başkanı Morris Abram'ın yerine geçti." (Les Financiers qui menent le Monde, Henry Coston, sf. 434)"Kapitalizmle uluslararası komünizmin kucaklaşması öyle birdenbire olmadı. Bunun ön görüşmeleri 80'li yıllarda başlamıştı. Bu yakınlaşma için çalışan sadece Amerikan petrolcüsü Yahudi Armand Hammer değildi. Onun gibi bir Rus Yahudisi olan Edgar Bronfman da eski Yahudi ve Bolşevik üyelerle aynı amaçta çalışıyordu. Dünya Yahudi Kongresinin Başkanı olan Edgar Bronfman'ın ilk başarısı Budapeşte'de gerçekleşti. Kongre'nin Budapeşte'deki toplantısında Moskova Başhahamıyla görüşmüştü." (Les Financiers qui menent le Monde, Henry Coston, sf.435)
"Edgar Bronfman büyük bir patron, uluslararası alkol sanayisinin patronu (ünlü Seagram şirketinin patronu) şampanya ve kanyak piyasasını elinde tutuyor… Bu Bolşevik-kapitalist yakınlaşmasında Armand Hammer'in bir milyarder arkadaşı da bulunuyor: Carlo de Benedetti. Benedetti İtalyan Yahudi cemaatinin en önemli üyesi. Ayrıca besin sanayisinin de en önemli simalarından. Benedetti IBM'den sonra dünya micro-information piyasasında en önemli kuruluşun başında." (Les Financiers qui menent le Monde, sf. 436)
Gorbaçov döneminde ülkeye resmen giren bir başka lobi ise, Rotary Kulüpleri oldu: "Kremlinli Rotaryenler… Rotary Kulübü, yakın zamana kadar Sovyetler'de kapitalizmin simgesi olarak görülüyordu. Ama ne olduysa Stockholm'de oldu ve Sovyet yetkilileriyle, Rotary yetkilileri ufaktan flört etmeye başladılar. Sonunda, aşk izdivaca dönüştü ve kulübün Kremlin'de de kurulmasına karar verildi. İlk üyeler de oldukça kalburüstü isimlerden oluşuyor; Ekonomist Popov, kozmonot Sevastianov, tarihçi Afanasiev ve daha birçok etkili ve yetkili kişi." (Nokta, 11 Haziran 1989)
Fakat, ülkede esmeye başlayan kapitalizm rüzgarlarına muhafazakar kanattan gelen tepki üzerine, Gorbaçov ve ekibi tavsiye edilecek ilginç bir darbe ile yerine daha da uygun bir isim getirilecekti.
Bu arada, Gorbaçov'un mason olduğu söylentileri yayıldı:
"Gorbaçov Kudüs'te New Age'in ekonomik amaçlı toplantılarına katıldı. Burada pek çok kişi onun mason olduğunu söylüyordu." (Lectures Françaises, Ekim 1992)
Bir Garip Darbe
19 Ağustos 1991'de gerçekleşen ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla sonuçlanan darbe oldukça ilginç gelişmelere sahne oldu. KGB üyelerinin çoğunlukta olduğu muhafazakar kanat, Gorbaçov'u indirerek yönetime el koydu. Fakat darbe yönetiminin ömrü çok kısa oldu. Üç gün süren darbenin getirdiği sonuç, yıpranmış bir isim olan Gorbaçov'un yerine Boris Yeltsin'in getirilmesi ve Sovyetler Birliği'nin sona ermesiydi.
Fakat darbenin gelişimi "işin içinde bir iş"olduğu izlenimi veriyordu.
"Darbe haberi yayılmaya başladığı sırada Devlet Başkanı Gorbaçov, Kırım Yarımadası'ndaki Foros'ta bulunan villasında tatildeydi… Yazov'un emriyle Moskova'ya gönderilen askerler, bazı önemli binaları kordon altına almaya başladığında saat 09:00 olmuştu. Bu sırada, darbeye kafa tutabilecek tek kişi, Rusya Federasyonu Başkanı Boris Yeltsin, çoktan kalkmış, yardımcılarıyla birlikte nasıl bir tutum takınılması gerektiğini konuşuyordu. Rusya, Sovyetler Birliği'ni oluşturan 15 Cumhuriyetin temel taşı, Yeltsin halk tarafından en çok sevilen liderdi. İnanılması güç ama, darbeye tepki gösterebilecek, halkı ayaklandırabilecek tek kişi elini kolunu sallayarak, evinden çıkıyor ve arkadaşlarıyla yine hiçbir engellemeyle karşılaşmadan, Rusya parlamentosu binasına geliyordu…Körfez Savaşı'yla ününe ün katan CNN, hemen Moskova'dan canlı yayına geçmişti bile.
CNN'i izleyenlerin, Moskovalıların, kahramanca darbeye direnmeye başladığını sanmasına karşın, Yeltsin, saat 11:34'te parlamento binasından çıkarak bir tanka yöneldiğinde, çevredekilerin sayısı en fazla 150 kişiydi. Darbecilerin gönderdiği bir tankın üzerine çıkan Rusya lideri, yasal Devlet Başkanı Gorbaçov'un, 'sağcı bir darbe'yle iktidardan uzaklaştırıldığını söylüyor ve halkı ODK (darbe komitesi)'yı protesto etmeye çağırıyordu. Yeltsin'in bu çağrısı, darbeciler için sonun başlangıcı oldu. CNN'in ileri sürdüğü gibi yüz binlerce kişi olmasa da, küçük ama kararlı bir kalabalık, Rusya parlamento binası önünde toplanmaya başladı. 21 Ağustos günü, saat 13:21'de Yeltsin, darbecilerin kaçmaya çalıştığını açıkladığında herkes rahat bir soluk aldı." (Milliyet, 19 Ağustos 1992)
"19 Ağustos sabahı, Sovyetler Birliği'nde yönetime el koyan Olağanüstü Durum Komitesi'nin (ODK) üyeleri, sanki sözleşmişcesine, bir darbenin başarıya ulaşmaması için ne gerekiyorsa yaptı." (Milliyet, 20 Ağustos 1992)
"Gorbaçov, komploya karışmış olabilir ya da çok pasif kalarak bunu kolaylaştırmış olabilir… Sovyet resmi haber ajansı TASS'ın da Gorbaçov'un görevden uzaklaştırılacağından, olay öncesinde haberdar olduğu ileri sürüldü… Sovyet Nesavisimaya gazetesinin, dün telefaksla dağıtılan olağanüstü sayısında, yönetime el koyan Olağanüstü Hal Devlet Komitesi'nin, Devlet Başkanı Gorbaçov'un görevden alındığına ilişkin bildirisinin metninin, resmi haber ajansı TASS'a, olaydan iki gece önce verildiği savunuldu." (Cumhuriyet, 22 Ağustos 1991)
İşte bu garip darbe, Gorbaçov'u indirirken yerine Yeltsin'i getirdi. Yeltsin'in özelliği ise, kapitalizmi Rusya'ya daha çabuk getirebilecek olmasıydı:
"Gorbaçov'un darbeyi tezgahlayan adam olduğu iddia edildi. Bu iddialar, darbeden sonra büyük ölçüde gözden düşürülen Sovyet liderinin yerine en Amerikancı kişinin, örneğin Yeltsin ya da benzeri birinin getirilmesini amaçlıyor." (2000'e Doğru, 1 Eylül 1991)
Bu göstermelik darbenin perde arkasında ise CIA olduğu bildirildi:
"Darbenin arkasında CIA vardı. ABD'deki 20 bin üyeli Komünist Partisi Lideri Gus Hall Sovyet Lideri Mikhail Gorbaçov'a karşı düzenlenen darbe girişiminin ardında sanıldığı gibi Komünist Parti'nin değil, CIA'in bulunduğunu öne sürdü." (Hürriyet, 1 Eylül 1991-Cumhuriyet, 22 Ağustos 1991)
CIA'in bu göstermelik darbedeki rolü, darbenin bir hafta öncesinde İsrail Dış İşleri Bakanı Peres ile dört üst düzey Rus yetkilisinin yaptığı gizli görüşme de göz önünde bulundurulursa oldukça ilginç bir tablo ortaya çıkmaktadır: Darbe, yeni düzenin gizli ellerinin çıkarlarına uygun olarak geliştirilmiş bir senaryo niteliğini taşımaktadır. Nitekim darbe sonrasında başa geçen Yeltsin ve izlediği yöntemler de bunun önemli bir göstergesidir.
Rusya'yı "Kapitalist"Yapmaya Söz Veren Kişi: Boris Yeltsin
Darbe sonucunda Gorbaçov siyasi gücünü yitirirken yerine, darbe sayesinde kahraman olan bir isim geçti: Boris Yeltsin. Yeltsin, Gorbaçov'un başlattığı kapitalistleşme sürecini daha da hızlandırdı. Başa gelirken verdiği en büyük söz, tüm Rus halkını "kapitalist" yapmaktı.
Yeltsin bu iş için biçilmiş kaftandı. En önemli özelliğini, CNN'e verdiği bir demeçte şöyle açıklıyordu: "Ben Allah'a inanmıyorum." (Meydan, 29 Aralık 1992)
Yeltsin, gerçekten de kendisinden beklenenleri yerine getiren biriydi. Bu yönüyle de yeni dünya düzenine katkıda bulunan bir liderdi:
"Boris Yeltsin Kremlin'e geldiğinden beri, Rusya, ABD ile iyi bir dost olmaktan öte bir ilişki kurdu. Konu ne olursa olsun, silahsızlanmadan, yıldız savaşlarından Yugoslavya'ya, Yeltsin ve Batı taraftarı Dış İşleri Bakanı Andrei Kozyrev, Bush hükümetinin isteklerini yerine getirmeye hazırdılar. Bu müsamaha Bush'un kampanyasında 'Soğuk Savaşı biz kazandık' demeciyle sergilenmiş oldu." (US News and World Report, 28 Eylül 1992)
Yeltsin'i başa getiren ve destekleyenler ise, daha önce de olduğu gibi yine bazı Yahudi lobileri. Jewish Chronicle, Yeltsin'i kimin finanse ettiğini şöyle bildirir:
"Bugün Rusya'nın en zengin adamlarından biri olan 44 yaşındaki Yahudi Mr. Borovoi, Boris Yeltsin'in 'Demokratik Rusya' hareketinin finansörü." (Jewish Chronicle, 28 Şubat 1992)
Yeltsin'in yardımcısı Rutskoi da yine bir Yahudi:
"Yahudi Servis Başkanı Simcha Dinitz, eski Sovyetler Birliği'nden yeni Yahudi göçleriyle ilgili haber vererek geldi. Sovyetler Birliği turunda Rusya Başkan Yardımcısı Aleksandr Rutskoi ile Kremlin ofisinde buluştu. Rutskoi annesinin Yahudi olduğunu açıkladı." (Jewish Chronicle, 28 Şubat 1992)"Yeltsin'in Dış İşleri Bakanı Andrei Kozyrev'in de Yahudi asıllı olduğu söyleniyor." (Mustafa Özcan, Zaman 20 Mart 1993)
Ülke içinde Yahudi lobilerinden bu derecede büyük bir yardım alan Yeltsin, dışarıdan da aynı lobilerin denetiminde çalışan gizli servislerden destek görüyor:
"Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA'in Başkanı Robert Gates, son yaptığı açıklamada, ülkesinde muhalefet ile başı hayli dertte olan Boris Yeltsin'e destek mesajı gönderdi. Emekli gizli servis elemanları tarafından kurulan derneğin yıllık toplantısına katılan CIA Başkanı Gates, konuşması sırasında, Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in kendisini demokratik reformlara adadığına inandığını ve kısa dönemde Yeltsin'in varlığının Rusya'nın ilerlemesi için 'şart' olduğunu vurguladı.Gates konuşmasında 'Bence Başkan Yeltsin'in kendisi ülkesinin ilerlemesine ve demokratik reformların uygulanmasına adadığı konusunda kuşkuya gerek yok. Reformlar için Yeltsin şart' dedi. CIA'in patronu Yeltsin'e bir şey olması halinde reform uygulamalarının çok ciddi kesintilere uğrayabileceğini de kaydetti." (Sabah, 17 Kasım 1992)
Rusya'da Mason Atağı
Sovyetler'de yıllar boyunca masonluğa karşı sahte bir düşmanlık politikası uygulandı. "Totaliter rejimler, diktatörler masonluğa karşıdır" imajının verilmesi için, Sovyetler'deki localar Troçki döneminden itibaren resmen kapatılmaya başlandı. "Resmen" demek gerekir, çünkü Sovyetler'de gerçekte masonik faaliyetler bütün hızıyla sürdürülmüştü.
Rusya'nın kapitalizmle tanışmasıyla birlikte mason locaları faaliyetlerini çok daha açık bir biçimde yürütmeye başladılar. Ardı ardına kurulan localar, tüm Rusya çapında üye artırımı için propagandaya başladılar. Fransız L'Express dergisi "Doğu'nun Masonlarca Fethi" başlıklı sayısında Rusya'daki masonik faaliyetleri şöyle anlatır:
"28 Nisan 1991'de kesin bir gizlilik içinde Kuzey Yıldızı Locası ilk toplantısını gerçekleştirdi. Nerede mi? Moskova civarında, ahşap bir evde. Daha sonra sessiz bir şekilde Novikov Locası kuruldu. GLF (Fransız Büyük Locası) kendi duvarları arasında Pouchkine adlı bir slav locasını barındırmaktadır. 18 Ağustos 1991'de Pouchkine Locasının Üstad-ı azamı ve 6 arkadaşı Moskova'ya geldiler. Üstad doğduğu kent olan Odessa'yı 1922 yılında terk etmişti. Bagajlarında tören malzemeleri vardı: kılıçlar, gönyeler, önlükler… "Daha sonra ilginç bir bilgi veriliyor. Gorbaçov'u indiren göstermelik darbe masonların gelişinin ertesi günü gerçekleşiyor: "19'unda da darbe oldu." (L'Express, 17 Ocak 1992)
Kuzey Yıldızı Locası bütün Rusya'da propaganda yoluyla yeni masonlar arıyor:
"Kuzey Yıldızı Locası'nın üstad-ı azamı şöyle diyor: 'Büyük bir kendini yenileme çabamız var. Reklamlar aracılığıyla…' Geçen sene Rusça yayın yapan Liberty Radyosu 2 saatini masonluğa ayırdı. Fransa Büyük Locası'ndan cevap alarak pek çok mektup geldi. Vilnias'dan, Bakü'den, Kiev'den 'özgürlük, eşitlik, kardeşlik' gibi kelimelerle dolu Fransızca mektuplar. Adaylar hakkında Fransız Büyük Locası (GO) cevap olarak 'onları temasa geçirin' der. Sonra dosyaları 'Kuzey Yıldızı'na yeniden yollarlar. Eski imparatorluğa doğru." (L'Express, 17 Ocak 1992)
Masonların gücü ise oldukça büyük. Rus gazetelerinin bildirdiğine göre bu güç, devlet adamlarını hatta Yeltsin'i kontrol edebilecek durumda:
"Moskova gazeteleri (La Resurrection Russe, Le Jour, La Voix de Touchino), Saint Petersburg gazeteleri (Affaire Russe, Les Teres Russe) sesleniyorlar: 'Masonların etki alanları Yeltsin'i, Gavril Popov'u (Moskova Belediye Başkanı), Lakoklev'i (Gorbaçov'un danışmanı) de içine alıyor. P2 teröristleri geri döndüler." (L'Express, 17 Ocak 1992)
Rus Kapitalizminin Garip Sosyetesi
Rusya'da gittikçe gelişen bir mutlu azınlık sınıfı var. Bunların kazandığı olağanüstü serveti ise, bir Rus sosyoloğu Amerikalı Yahudi banker ailesi Rockefeller'e benzetiyor:
"Rusya, giderek iki ayrı ülkeye, iki ayrı topluma bölünüyor. Bir yanda geçiş dönemi ekonomisinden büyük vurgunlar vuran Mercedes-Benz'li, BMW'li küçük bir azınlık, diğer yanda sabah akşam patates yiyen, bir gece kulübünün üyelik aidatı olan 40 bin rubleyi bir yılda ancak kazanan çoğunluk. Bir Sovyet sosyoloğunun dediğine göre, bu, Amerika'nın 20. yüzyılın başlarında durumunu andırıyor: 'Sermaye birikimine giden her yol mübah…'Bir sosyolog olan Mikhail Gavlin, Rusya'nın içinde bulunduğu ekonomik durumu Herald Tribune gazetesine şöyle değerlendiriyor: 'Bugün Rusya'da yaşadığımız şey, sermaye birikimine giden her yol mübah görülür. Biraz Amerika'nın 20. yüzyılın başlarındaki durumunu andırıyor. Rockefeller ailesinin de dişinden tırnağından artırarak, ter dökerek para kazandığını sanmıyorum…" (Panorama, 18 Ekim 1992)
Gerçekten de Rusya'nın önde gelenlerinin bir kısmı Rockefeller'lara çok benzemektedir. Bu çevrenin, İsrail'in kuruluşunu anmak için düzenlediği kutlama söz konusu kişilerin kimliği hakkında ilginç bilgiler vermektedir:
"İsrail'in Moskova'daki temsilcisi Arye Levin 10 Mayıs günü Moskova'nın en lüks otellerinden birinde İsrail'in kuruluşunun kırkbirinci yıldönümünü kutlama daveti düzenledi. Ardından 600 kadar Yahudinin katıldığı Moskova'daki yeni Yahudi Kültür Merkezi'nde yaptığı konuşmasında heyecan verici bir gün yaşadıklarını ifade etti. Otelin salonunda tertiplenen davete pek çok yarı resmi ve üst düzey Sovyet makamları ile Moskova sosyetesinden birçok tanınmış şahsiyetin davete katıldığı dikkati çekti. Yabancı elçilerin ve alt düzey Rus diplomatik erkanın katıldığı davetlileri Levin 'Moskova sosyetesinin kreması' olarak niteledi." (Şalom, 24 Mayıs 1989)
Rusya'daki, Yahudi finansörlerin kontrolü açıkça ortadadır. Yeltsin'in ekonomik danışmanlığını da yapan bu Yahudi kapitalistler, Rusya'nın istenen çizgiye gelmesinde önemli rol oynamışlardır:
"Moskova'nın yeni finans liderleri Yegeny Kissin'in, Rus Döviz Bankası'nın Başkanı olarak atanması, ülkenin ekonomik ve politik yeniden yapılanmasında genç Yahudilerin önde bir rol oynamaya başlamasının en son örneği, 30 yaşında bir maliyeci olan Ksisin, Sovyetler Birliği'nin ve Sovyet Yabancı (yurt dışı) Döviz Bankası'nın çökmesinin ardından, yabancı döviz piyasasındaki bir boşluğu bekledikten sonra bankadaki görevini aldı. Kendisi de bir Yahudi olan Lev Wemberg ülkenin önde gelen iş adamlarından biri olma pozisyonunu güçlendirerek, Rus İmalatçılar Birliği'nin Başkanı olarak seçildi. Hem Wemberg hem de önemli bir iş adamı olan Konstantin Bozovay, Başkan Yeltsin'in ekonomik danışmanları olarak görev yapıyorlar. Uzun süreden beri ilk kez bir Yahudi, Moskova'nın yönetiminde baskın bir role sahip oldu. Bu kişi 36 yaşındaki, Demokratik Parti lideri ve Moskova Valisi baş asistanı olan İlya Zoslovsky'dir. Zoslovsky, Moskova'nın ilçelerinden birine, 1986'da Belediye Başkanı olarak demokratik yolla seçilen ilk Yahudidir. Kendisi Yahudi Komünal Kurumları ile yakın ilişkiler içindedir." (Jewish Chronicle, 7 Şubat 1992)
Yeltsin'in "Kapitalist" Rusya'sı
Yeltsin'in iktidara geçmesi ile birlikte Rusya, "söz verdiği gibi" her geçen gün daha da kapitalistleşmeye başladı. Çığ gibi büyüyen fuhuş, pornografi, uyuşturucu, şiddet ve cinsel sapıklık, içki ve kumar Rusya'yı yeni dünya düzenine entegre hale getirdi. Aslında bu, Marx'ın hedef gösterdiği 'komünal topluma' ulaşmak için çok daha kestirme bir yöntemdi. Lenin'in izlediği yöntemin daha farklısıydı, ama ulaşılan hedef aynıydı.
Bu gerçek masonlarca da gayet iyi hesaplanmaktadır. Ünlü gazeteci Çetin Altan kendisiyle yapılan bir röportajda Marxizm'in en önemli yönünün materyalist düşünce yapısı olduğunu ve bu düşüncenin asla ölmeyeceğini, ancak şekil değiştireceğini şöyle ifade etmiştir:
"Marxizm, politikayı çok aşan bir dünya görüşüdür, düşünce sistemidir. Politika bir gün demode olacaktır, sınıflarla birlikte, yönetici-yönetilen ilişkilerinin de son bulmasıyla birlikte ortadan kalkacaktır. Ama Marxizm bitmeyecektir. Belki gözden geçirilecek, aşılacak, yenilenecek ama geçerliliğini koruyacaktır." (2000'e Doğru, 18-24 Ekim 1987)
Yeltsin ile Rusya'ya yerleşen kapitalizm, bugün Rusya'yı büyük bir çöküntünün içine çekmiş durumdadır. Kapitalizmin ahlaksızlığı teşvik eden pek çok özelliği, Rusya'da artık çok yaygın olarak gözlemlenmektedir. Masonluğun yanı sıra fuhuş, uyuşturucu, cinsi sapıklık, anarşi, mafya gibi "kapitalist imkanlar" Rus halkı arasında yaygınlaşmıştır:
"Birkaç Pfenning için satılan kızlar, yerlerde yatan sarhoşlar, yemek arayan çocuklar… daha dün sosyalist rejimin hayata hükmettiği yerde bugün bir kaos hakim. Ve 12 milyonluk şehirde insanların günlük yaşamları gittikçe daha perişan oluyor.Moskova'da ölülerin sayısı gittikçe artıyor. Fakirleşen kiracılar, aileleri tarafından katledilen çocuklar, uyuşturucudan ölenler, mafya tarafından katledilen masumlar. Her yıl zor kullanmaktan meydana gelen ölümlerin sayısı %20 artıyor. Uyuşturucu her yere yayılmış. Marihuana ve Opium (Kolchosmalit)… bulunuyor. Yalnızca bu iki ay içinde uyuşturucu işi %300 artmış durumda. Mezar işleri çok pahalı olduğu için ölüleri akrabaları bile gelip almıyor. Moskova bir insan yiyicisi, zayıf olan yok oluyor. Her Moskovalı'ya yılda 129,8 kg. zararlı madde düşüyor. Şehir civarında 11 Atom reaktörü var ve 700 radyoaktif bölge var. Her üç Moskovalı çocuktan ikisi hasta olarak dünyaya geliyor.
İlkokul çağındaki çocuklar çalışıp para kazanıyorlar. Günde 100 Ruble kazanıp bir kısmını mafyaya veriyorlar, kalanla ailelerini besliyorlar. Şehirde hiçbir sınır yok, ahlak yok. Gazetelerde ilanlar şöyle: Her yaştaki kadınla seks yapabilirsiniz." (Stern, 1 Temmuz 1992)
Komünist rejimin ardında bıraktığı bu korkunç manzara, insanlara bir kez daha din ahlakından uzak toplumların içine düşecekleri durumu göstermesi açısından ibret vericidir.
"Kapitalizm"in Rusya'ya Yeni Bir Hediyesi Daha Var: Mafya
"Mafyanın hakimiyetinin giderek arttığı ve suç örgütlerinin yaygınlaştığı Rusya'da hükümete el atan ve çileli Rus halkının günlük yaşamını cehenneme çeviren gangsterler, büyük kentlerde dehşet saçıyor. St.Petersburg gibi büyük kentlerin sokaklarında 'mafya' konuşuluyor. Sorun içten içe büyüyor ve bütün ülkeye yayılıyor. İç İşleri Bakanlığı yetkilileri, ülkedeki gangster çetelerinin sayısının neredeyse 3 bine ulaştığını belirtiyorlar. Halkın korku içinde yaşamasına neden olan bu silahlı kişiler, milyonlarca dolar gasp ediyor, uyuşturucu ve silah ticareti yapıyorlar. Aralarında yasal olmayan yollardan milyarlarca dolarlık hammadde ihraç edenler de var." (Milliyet Gazetesi, 30 Eylül 1992)
Günümüzde Rusya'da çok dikkat çeken olaylardan birisi de pek çok eski komünistin, kapitalizmin en ateşli savunucuları haline gelmiş olmasıdır. Artık üstlendikleri görevleri ise "bir dogmanın yerine bir başkasını getirmektir":
"Bir zamanlar, Parti'nin başlıca propaganda organlarından 'Komünist'in Yayın Yönetmeni olan Igor Gaydar, ultra liberalizmin en ateşli savunucularından biri haline geliyor. Bir dogmanın yerini bir başka dogma alıyor, toplumsal gerçeklik, duruma göre, ya propagandanın ya da resmi istatistiklerin kıskacında yok oluyor." (EP. 24-31 Ocak 1993)
Ahmet Altan ise, Rusya'daki kapitalistleşme sürecini şöyle yorumlamaktadır:
"Marx ölmedi. Onun öngördükleri gerçekleşiyor bugün… Ama onun tahmin ettiği yoldan başka bir yolla gerçekleşiyor. Tek tek devrimlerin yapılacağı çağ kapanıyor…" (Hürriyet Gazetesi, 6 Kasım 1989)
'Stepne Rejim', İslam'a Karşı El Altında
Tüm bu yaşananlar, elbette Leninist-Stalinist yöntemlerin rafa kaldırıldığı anlamına gelmemektedir. Kapitalizmin alternatifi, sistem-içi muhalefeti olarak ortaya atılan bu ideoloji, belli bir amaç doğrultusunda gündemde tutulmaya devam edilmektedir.
Yeltsin'in "reform"ları halkın önemli bir bölümünden tepki görmesine rağmen ısrarla uygulanmaktadır. Yeltsin'in Rusya'yı "ahlaksızlaştırdığını" düşünen, Rus halkının bu bölümü de yine -belli çevreler tarafından- hemen sistem-içi muhalefetin içine alınmaktadır. Bir kısım lobilerin, CIA'in finanse edip desteklediği Yeltsin'in karşısında yine, benzer odaklardan güç alan komünist muhalefet yer almaktadır. Böylece kontrol dışı bir tepkinin gelişmesi de önlenmiş olmaktadır.
Komünizm en büyük görevini İslam'a karşı uygulamaktadır. Sosyal adalet, eşitlik gibi yalnızca din ahlakı ile elde edilebilecek insancıl değerlerin sözde savunuculuğunu yapan bu rejim, İslam ahlakının güçlenmesi tehlikesine karşı gündemde tutulmaya devam edilmektedir. Tacikistan bunun bir örneğidir. Kapitalist yapıyı kabul etmeyen buradaki toplum için, İslam yerine sahte anti-kapitalist rejim uygun görülmüş ve zorla da olsa kabul ettirilmiştir. "Üçüncü dünya", komünizmin en çok gündemde tutulduğu bölgelerden bir diğeridir. Burada doğal olarak "emperyalizm"e tepki duyan toplamlara çözüm olarak yine bu sistem-içi muhalefet rejimi sunulmaktadır. Böylece bu ülkelerin halklarının da emperyalizmin dışına çıkmaları engellenmektedir. Bu ülkelerin önemli bir bölümünde yerleşebilecek potansiyeli olan İslam ahlakı da, bu şekilde durdurulmaya çalışılmaktadır. Bu, sistem dışı bir muhalefettir çünkü.
Arap dünyasında da uzun bir süre İslam'a alternatif olarak sosyalizm-komünizm körüklenmiştir. Nasır ve benzerleri, İsrail yayılmacılığına karşı Araplara, sosyalist-ırkçı bir ideoloji önermişlerdir. Bununla ne sonuç elde ettikleri ise ortadadır…
Ve komünizm, bir "stepne rejim" olarak dünyanın hemen her yerinde el altında bulundurulmaktadır. Komünizme safça inanmış olan milyonlar ise farkında olmadan, onların deyimiyle "burjuvazi"nin kendilerine hazırladığı sistemin içinde kalmaktadırlar. Kilit noktadaki bazı liderlerden dışında çoğu emperyalizmle, masonlukla, sömürüyle savaştığını zannetmekte ve kimi zaman bunun için masum insanları dahi öldürebilmektedirler.
Siyonizmin de kullanmak için elde tuttuğu değişik kanallar vardır.
"New York komünist gazetesi, The Daily Worker'a CIA yıllar boyunca para yardımında bulunmuştur. Worker'da çalışanların ise bu yardımdan haberi yoktur." (CIA, The Cult of Intelligence, Victor Marchetti, John D. Marx. sf.167)
CIA'in 68 yılıyla özdeşleşmiş sosyalist hareket içindeki rolü de ilginçtir. Hareketin lideri Herbert Marcuse, CIA ajanı olarak bilinmektedir:
"… Marcuse, Frankfurt Okulu'nu Amerika'ya taşımış ve başlangıçta Amerikan Askeri İstihbaratı adına, daha sonra da CIA adına bilimsel çalışmalarını sürdürmüş ve 'Tek Boyutlu Adam', 'Marxizm ve İhtilal' vb yapıtlarda bireysel terörizmi kutsamıştır. Marcuse'un önerileri dünya gençliğini etkiledi ve onların eyleme itilmesinde etken oldu. Nitekim 1969'da Paris'te ayaklanan gençlik 3 M'den oluşan pankartlar taşıyordu: Marx, Mao, Marcuse… Yani sol iki kuramcı ve uygulamacının yanında bir de CIA ajanı, sol kuramcı olarak benimsenmişti." (Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla, Talat Turhan, sf.132)
Marx'dan ve Rus Devrimi'nden bu yana komünizmin finansörleri olan bazı sermayedarlar, bu yapay rejimi ayakta tutmaya devam etmektedirler. Komünistlerin belki de en büyük düşmanı ve burjuvazinin simgesi olarak gördükleri ABD'li sermayedar Rockefeller, gerçekte bu kontrollü muhalefet rejimini destekleyenlerden biridir:
"Birçok Amerikalı, Rockefeller kuruluşlarının dünyanın birçok yerinde kendini çekinmeden komünist organizasyonları finanse etmeye adamasına anlam veremez." (The World Order, A Study in Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf. 51)