Arap-İsrail Savaşları

"İsrail'deki siyasi ve askeri liderlerin İsrail'e Araplardan gelecek bir tehlikeye aslında hiçbir zaman inanmadıkları açıkça görülür. Onların peşinde oldukları şey, çeşitli manevralarla Arap devletlerini Siyonistlerin kazanacaklarından emin oldukları askeri çatışmalara zorlamaktı. Böylece İsrail'e, Arap rejimlerini istikrarsızlığa sürükleyip başka alanlar ele geçirme planını gerçekleştirme fırsatı yaratmaktı." (İsrail Başbakanı Moshe Sharett'in Günlüğünden, Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf.60-61)

I. Arap-İsrail Savaşı

İsrail'in kuruluşunun ilanından birkaç saat sonra 14-15 Mayıs gecesi I. Arap-İsrail Savaşı başladı.

Savaşın üçüncü gününde, 18 Mayıs'ta, Akka İsrail kuvvetlerinin eline geçti. 1-11 Haziran arasındaki üçüncü hafta içinde, aldığı askeri yardım sayesinde İsrail, hava üstünlüğünü de ele geçirdi. Savaşta İsrail zaferi için gereken hava kuvvetleri Sovyetler tarafından verildi. Ve bu uçaklarla, Ürdün ile Suriye başkentlerindeki siviller hava bombardımanında öldürüldü.

"Arap devletleri 9 Nisan 1948'de meydana gelen Deir Yassin Katliamı gibi katliamlardan Filistinlileri korumak üzere harekete geçince, Siyonist devletin yöneticileri yeni topraklar elde etmek için bunu fırsat bildiler: Birleşmiş Milletler teşkilatının kendilerine verdiği %56'lık Filistin toprağını ilk Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra %80'e çıkardılar.

Bunu bir efsane ile de doğruluyorlardı: İsrailli küçük Davud, Golyat Arabı yenmişti... Şimdi herkes tehdit altında bırakılan bu 'küçük halka' acıyacak ve askeri başarılarını alkışlayacaktı. Ancak İsrail'in o sırada nicelik ve nitelik bakımından ortaya koyduğu askeri güç Arap ülkelerinin toplam gücünün çok üzerindeydi. 1948 Savaşı günlerinde Mısır'da toplanmış olan, Suriye, Ürdün ve Irak birliklerinin bütünü, İsrail'in 65.000 askerine karşılık 22.000'den azdı. Bu konu kimsenin dikkatini çekmiyor." (Siyonizm Dosyası, Roger Garaudy, sf.162)

Sovyetler'den İsrail'e Destek

"Siyonist orduyu Araplara karşı üstün duruma geçiren uçaklar, Menahem Begin'in terörist örgütü Irgun, Zvai Levmi ve Stern tarafından satın alınıp kaçak olarak Filistin'e sokulmuştur. Sovyet Rusya bu organizasyonların teçhizatını sağladı. Uçaklar bu örgütlere Çekoslavakya'dan verildi ve İsrail pilotları burada eğitildi." (Ropes of Sand, Wilbur Eveland, sf.57)

Savaş sırasında Sovyetler'in verdiği uçaklarla, İsrail'in Araplarınkinden çok daha büyük bir hava kuvvetine sahip olması sağlandı.

Kudüs yolu İsrail askerlerinin kontrolü altında. I. Arap-İsrail Savaşı'na katılan İsrail kuvvetlerinden 32 bin kişi, İngiliz ordusunda eğitilerek savaş tecrübesi kazanmıştı.

"İngiltere Hükümeti'nin 1948 Aralık ayında yaptığı açıklamaya göre, 1948 Haziranı'nda İsrail'in elinde 40 tane avcı uçağı ile 22 tane bombardıman uçağı bulunuyordu ve avcı uçaklarının hepsi Çekoslavakya üzerinden gelmişti." (Keesing's Contemporary Archives, 1948-1950, sf.90743)

Sovyetler Birliği, İsrail'e yaptığı silah sevkiyatını kamufle edebilmek için Çekoslavakya'yı kullanıyordu:

"Sovyetler, kurdukları hava köprüsü ile, Çekoslavakya'dan İsrail'e toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı." (Histoire de la Guerre Froide, Andre Fontaine, cilt 2, sf.162)

Savaş sırasında Sovyetler'in İsrail'den yana tavır alması, 19 Mayıs'ta Çekoslavakya'nın, ardından da Macaristan ve Romanya'nın İsrail'i resmen tanımasına neden oldu.

Araplarla İsrailliler arasındaki karşılıklı hafif çatışmalar, 14 Ekim'de şiddetli çarpışmalara dönüştü. İsrail kuvvetleri, Kudüs'ün 54 mil güneyindeki Beersheba'yı Mısır'dan aldılar. İsrail Kuvvetleri'nin Gazze'ye kadar sokulması üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 19 Ekim'de, tarafları ateşkese uymaya çağıran bir karar aldı. İsrail ve Araplar, 22 Ekim'de bu çağrıyı kabul ettiklerini bildirmelerine rağmen, İsrail kuvvetleri 23 Aralık'ta Birüssebi'den hareketle, Mısır cephesinin sağ kanadını arkadan çevirdi ve 26 Aralık'tan itibaren de Mısır kuvvetlerinin yığınak merkezleri olan Gazze, Han Yunus ve Rafa'yı birbirinden ayırarak, derinlemesine bir şekilde Sina Yarımadası'ndan içeri girdi. Bu, Mısır ve diğer Araplar için bir hezimetti. İngiltere'ye yakınlığı ile tanınan Mısır Kralı Faruk, ordusunu kendi elleriyle hezimete sürükledi:

"81 mm.lik silahlarla techiz edilen askere 61 mm.lik kurşun dağıtılmıştı. El Alemeyn Çölü'nde satın alınan elden düşme İtalyan bombaları daha atmaya vakit kalmadan askerlerin elinde patlamıştı. Orduya verilen tüfekler 1912'de İspanya'da kullanılmış ve çürüğe çıkarılmış olan tüfeklerdi. Faruk ordusunu bile bile, göz göre göre ölüme ve bozguna mahkum etmişti." (İhtilaller ve Darbeler Tarihi, Sabiha Bozbağlı, cilt:2, sf.375 )

Bu olay Mısır'da hükümet değişikliklerini doğuracak olan karışıklıkların çıkmasına neden oldu. Bu sırada İsrail kuvvetlerinin bir bölümü güneye inerek, Vadi Aruba'dan Akabe Körfezi'ne ulaştı. Bu şekilde Güney Filistin'in tamamı İsrail'in kontrolüne girdi.

Savaş Sonrası Anlaşmalar

İsrail, Birleşmiş Milletler'e kabul ediliyor.

Filistin'i kurtarma sloganıyla savaşa giren Arap yönetimleri, imzaladıkları anlaşmalarla Filistin'i İsrail'e teslim ettiler. Savaşın en kazançlısı olan İsrail, anlaşmalarla topraklarının genişlemesini belgelemiştir. BM'in taksim planında 26.000 km2'lik Filistin'in, 15.500 km2'si İsrail'e verilmişti. Savaş sonunda İsrail bu miktarı 20.500 km2'ye çıkardı ki, bu oran Filistin'in %77'si demekti. Filistin'de hızla artan Yahudi nüfusu da incelenecek olursa, İsrail'in işgal yoluyla, toprak büyütme işinin ne derece planlı olduğu görülür. Nüfus artışında rol alan birinci etken ise Siyonist liderlerin, gerektiğinde zor da kullanarak, Avrupa'dan Filistin'e göç etmelerini sağladıkları Yahudilerdi.

"1914'te Filistin'deki Yahudi nüfusu 85 bin, 1943'te 539 bin, 1946'da 608 bin, 1947'de 650 bin oldu ve mütarekelerin imzalandığı 1949 yılı sonunda 758 bine ulaştı. İsrail, BM Genel Kurulu'nun 29 Kasım 1947 ve 11 Aralık 1948 tarihli kararlarını kabul ederek uygulayacağını bildirdi. Bunun üzerine 'Barışsever bir devlet' olduğundan hareketle, İsrail, 273-II sayılı kararla BM üyeliğine kabul edildi..." (The Arab-Israeli Conflict, cilt 3, sf.419)

Savaş sonrası anlaşmalara tek tek göz gezdirirsek;

MISIR: Savaştan sonra 24 Şubat 1949'da, 12 maddelik bir 'İsrail-Mısır Genel Mütarekesi' imzalandı. "Bu anlaşma ile Gazze bölgesi 25 mil uzunluğunda, 3.3-5.5 mil genişliğinde bir kıyı şeridi haline getirilerek Mısır'a bırakıldı. Gazze'nin köylerinin verimli toprakları İsrail tarafında kaldı. Bu sınır düzenlemesiyle, Gazze'nin normalde 70 bin olan nüfusu, Filistin'den göçmek zorunda kalanlarla sıkışarak 200 bine çıktı." (From War to War, Nadaf Safran, sf.38)

LÜBNAN: İsrail ikinci mütarekesini, savaşa sembolik olarak katılan Lübnan ile yaptı. 23 Mart 1949'da Ras Nakura'da yapılan anlaşmayla İsrail-Lübnan sınırı, eski Lübnan-Filistin sınırı olarak kabul edildi. Her iki taraf bu sınırda en fazla 1500'er asker bulundurabilecekti. (The Arab-Israeli Conflict, John Norton Moore, cilt 3, sf.381)

ÜRDÜN: Ürdün, Arap-İsrail Savaşı'nda oynadığı rol ile diğer Arap ülkelerinden ayrılır. Ürdün bu savaşa Filistin'i Siyonist işgalden korumak için değil, ilhak amacıyla katıldı. Savaştan önce de Siyonistlerle son derece samimi olan Ürdün Kralı Abdullah, gerçekte İsrail'in gizli müttefiği olarak hareket etti.

Ürdün Kralı Abdullah

"Hiçbir Arap Kralı, Ürdün Kralı Abdullah kadar Ben Gurion'la uyuşmazdı. Son on yıl içinde Filistin Yahudileriyle gerçek ilişkiler kuran tek Arap yöneticisi Abdullah'tı." (O Jerusalem, Dominique Lapierre-Larry Collins, sf. 119)

"Kral Abdullah 13 Aralık'ta kendisinin bütün Filistin'in de Kralı olduğunu parlamentosunda kabul ettirdikten sonra Yahudilerle masaya oturdu." (Keesing's Contempory Archives 1948-50, sf.9748)

Bu yapı içindeki Ürdün ve İsrail arasındaki görüşmeler 2 Mart 1949'da Rodos'ta başladı. Ancak güneyde Vadi Aruba ile Ölü Deniz'in kuzeyindeki İsrail-Ürdün sınırı anlaşmazlık yarattı.

"Bu anlaşmazlıklar, İsrail Dış İşleri Bakanlığı'ndan Reuve Shiloah (Mossad'ın ilk şefi) ile Albay Moshe Dayan'ın gizlice Ürdün'e gelip, Kral Abdullah'la yaptıkları görüşmede çözümlendi. Daha önce de İsrail'e bir problem çıkarmayan Ürdün Kralı Abdullah, İsrail'in bütün isteklerini kabul edince İsrail-Ürdün mütareke anlaşması 3 Nisan 1949'da imzalandı." (Keesing's Contempory Archives 1948-50, sf. 10100)

Bu anlaşmayla Ürdün, Batı Şeria adıyla anılan 2200 mil2'lik bölgeyi İsrail'e bırakmayı kabul etti. Kudüs ikiye bölünerek batısı İsrail'e, doğusu Ürdün'e verildi.

SURİYE: İsrail-Suriye ateşkes görüşmeleri, İsrail'in yönettiği bir darbe ile başa getirilen Hüsnü Zaim yönetimiyle 12 Nisan 1949'da başladı. (Bkz. Suriye Bölümü) Anlaşma 20 Temmuz 1949'da imzalandı ve İsrail-Suriye sınırı olarak, eski Filistin-Suriye sınırı kabul edildi. Ancak bu sınırda İsrail için stratejik noktalar askerden arındırıldı. Bu, İsrail'in bir sonraki Arap saldırısı için vakit kazanmasını sağlayacaktı.

Arap-İsrail Savaşlarının Kilit Ülkesi Mısır

Birinci Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra pek çok Arap ülkesinde iç karışıklıklar çıktı. Hükümetler düştü, hatta siyasi rejimler bile değişti. Değişikliklerin en önemlisi ise Mısır'da yaşandı. Mısır'daki bu değişiklik, Arap dünyasının İsrail'le olan ilişkisini kökten değiştirecek kadar büyük oldu. Yapılan bir devrimle Mısır Kralı Faruk tahtından indirildi. Bu devrimin planlayıcısı ve organizatörü ise, Mossad'ın en büyük müttefiği CIA'di. CIA, Arap dünyasının 20. yüzyıldaki en önemli lideri sayılan Nasır'ı iktidara getiren gelişmelerin düzenleyicisi idi:

"1952'de Mısır ordusunun yüksek rütbeli askerleri, Ortadoğu'daki ünlü CIA ajanları Kermit (Kim) Roosevelt ve Miles Copeland'la Kral Faruk'u devirmek için gizlice ilişki kurdular. İhtilal liderleri, kendilerini eğitmesi için CIA ajanlarını, ülkelerine davet ettiler. Ve liderleri Albay Abdünnasır Başbakan oldu. CIA, Nasır'ı koruma işini üstlendi." (Every Spy A Prince, Dan Raviv-Yossi Melman, sf. 55)

Nasır'ın CIA ile olan ilişkisi devrimden sonra da devam etti. Bu süre içinde Nasır'ın Arap dünyasının lideri olmasını da CIA sağladı.

"Nasır'ın en yakınlarından Binbaşı Hasan Touhami, Mısır Gizli Polisi'ndeki en yetkili kişiydi ve Nasır'ın CIA ile olan görüşmelerini düzenliyordu. CIA'den Jim Eichelberger adlı kişi Nasır'ın hükümetini Mısır'da ve Arap dünyasında popüler yapmak için yollar arayan fikir adamı olarak rol oynadı." (Ropes of Sand, Wilbur C. Ereland, sf. 99-103)

CIA'in Nasır'a yardımı siyasi alanda kısıtlı kalmadı, finansman boyutlarına da vardı. Mısır'a yapılan yardımlarla Nasır, Arap-İsrail Savaşlarında kullanılacak olan orduyu hazırladı:

"CIA Nasır'a, özellikle Mısır ordusunun bir yerden bir yere nakli için 3 milyon dolar gizli fon vermeyi teklif etti. Buna ek olarak, CIA Dış İşleri Müdürlüğü ile 5 milyon dolarlık fonu, niteliği belirlenmemiş askeri yardım fonu olarak Mısır'a askeri malzeme alması için verdi. Amerika yapılacak 40 milyon dolarlık ekonomik yardımın gizlenmesi için Mısır'la anlaştı." (Ropes of Sand, Wilbur C. Ereland, sf.91)

İsrail'in arzuladığı sınırlara ulaşması amacıyla, CIA aracılığıyla başa geçirilen Nasır'ın fonksiyonunu tam uygulaması için bir adım daha atılması gerekiyordu: ABD'nin desteklediği iki ülke olan, İsrail ve Mısır'ın karşı karşıya getirilmesi doğru olmayacağından, bunlardan birisi Amerikan karşıtı safta yer almalıydı. ABD'nin Ortadoğu'da komünizme karşı set oluşturduğunu söylediği İsrail ile, Sovyetlerin yanında yer alan Mısır'ın karşı karşıya gelmesi ideal bir senaryo idi. Bu aşamada devreye giren Mossad'ın askeri istihbarat ile ilgili kolu AMAN, Mısır'ın Amerika'dan kopmasını sağlayacak göstermelik nedenin oluşması için gerekli operasyonu gerçekleştirdi.

"30 Haziran 1954'te AMAN'ın gizli kolu "Unit 131", Mısır'da Susannah adlı bir sabotaj operasyonu düzenledi. Bombaların hedefi Mısır askeri örgütleri değil, İngiliz ve Amerikan kuruluşlarıydı. Bundaki amaç Londra ve Washington'da Mısır aleyhtarı bir politika oluşturmaktı." (Every Spy A Prince, Dan Raviv-Yossi Melman, sf.56)

Nasır, Mısır'da Bir Üstad Mason

"Mısır Devlet Başkanı Nasır, Mısır Büyük Locası üstad-ı azamlığını yapmış ve iktidarda kaldığı sürece ülkesini, hep masonik esaslarla yönetmiştir." (Mimar Sinan Dergisi, Sayı:13,sf.131)

Arap dünyasının 20. yüzyıldaki en önemli lideri olan Nasır'ın göz önünde bulundurulması gereken dikkat çekici bir özelliği daha vardı. Nasır, bir mason üstad-ı azamıydı:

"Mısır Devlet Başkanı Nasır, Mısır Büyük Locası üstad-ı azamlığını yapmış ve iktidarda kaldığı sürece ülkesini, hep masonik esaslarla yönetmiştir." (Mimar Sinan Dergisi, sayı 13, sf.131)

Gerçekten de Nasır, ülkesini masonik hedeflere uygun olarak yönetti. Ülkesindeki dindarlara baskı uyguladı. Bir taraftan da Arap dünyasını İslam'dan uzaklaştırabilmek için suni bir ideoloji sundu: Arap sosyalizmi. Nasır bu yanılgıyla ülkesini büyük bir felakete sürükleyecekti.

İngiliz-Fransız ve İsrail İş Birliği: Süveyş Savaşı

İlk Arap-İsrail Savaşı'ndan önce, birçok ülke el altından İsrail'e para ve silah yardımı yapmasına karşın, bu savaşta yardımlar resmileştirilerek fiilen yapıldı. Aslında Süveyş Savaşı, İsrail'in siyasi bir zafer kazanması için değil, Ortadoğu'nun en büyük silahlı gücü olması için düzenlendi.

Nasır, 28 Temmuz 1956'da Kahire'de yaptığı bir konuşmada Kanal'ın uluslararası trafiğe açık olduğunu ama Süveyş'in Mısır'ın malı olduğu için millileştirildiğini söyledi. 3 gün sonra elçiliklere gönderilen notalarda Süveyş'i işleten kanal şirketinin Mısır'a ait olduğu açıklandı. Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesi İsrail'e beklediği imkanı verdi. Fransa ve İngiltere bu olayda da İsrail'in müttefiği olarak hareket etmeye başladılar.

29 Temmuz-2 Ağustos 1956 tarihleri arasında Nasır'a karşı izlenecek politikayı kararlaştırmak üzere Amerikan, İngiliz ve Fransız hükümet temsilcileri Londra'da biraraya geldiler. İngiltere Başbakanı Eden 8 Ağustos'ta İngiliz radyosuna yaptığı konuşmada bu savaşın Nasır'la olduğunu söylüyordu. (solda) ABD Dışİşleri Bakanı John Foster Dulles ise İsrail'in İngiltere ve Fransa'yı muhatap alması nedeniyle savaş kararına karşı olumsuz bir tavır ortaya koydu (sağda).

"30 Eylül ve 1 Ekim günlerinde Paris'te Fransızlarla İsrailliler arasında yapılan gizli görüşmelerde Mısır'a karşı saldırıya geçme kararı verildi." (Warriors at Suez, Donald Naff, sf.511)

Fransa ile bağlantısını kuran İsrail, operasyona İngiltere'yi de dahil etti. İngiltere Hükümeti ile bağlantı ise Fransa'da kuruldu:

"Eden ve Dış İşleri Bakanı Selwyn Lloyd 16 Ekim'de Paris'e gittiler. İki gün süren görüşmelerde, Mısır'a karşı yapılacak harekatın planları ele alındı ve özellikle İsrail'in Ürdün'e saldırmamasına karar verildi." (Full Circle -The Memoirs of Sir Anthony Eden, Anthony Eden, sf.511)

22-23 Ekim'de Paris'te yapılan çok gizli bir toplantıda ise plana son şekli verildi. Planda İsrail'in Kanala ulaşacak kadar bir zamana sahip olması için sahte bir barış girişimi bile düşünülmüştü:

"Toplantıda üç devlet tarafından imzalanan bir belge hazırlandı. Buna göre ilk saldırıyı İsrail yapacaktı. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa taraflara çağrıda bulunarak, ateşi durdurmalarını ve iki taraftan da kanalın 16 km. gerisine çekilmelerini istedi. Fakat bu çağrı, İsrail kuvvetlerinin kanala ulaşmasını sağlamak için 30 Ekim'de yapılacaktı." (Histoire de la Guerre Froide, Andre Fontaine, sf.269)

İsrail'in saldırısı için 29 Ekim uygun görülmüştü. Mısır barış çağrısını reddedecek, böylece Fransa ve İngiltere tarafları ayırmak amacıyla(!) Süveyş'e çıkartma yapacaklardı. Bu bahaneyle birleşen kuvvetler, Süveyş Kanalı'nda, Port Said, İsmailiye ve Süveyş'i işgal edecekti.

Süveyş'in millileştirilmesi bahane edilerek yapılan savaşta ölen Mısır askerleri. "İsrail Dışişleri Bakanı Moshe Sharett, Gazze ve Sina'nın ele geçirilmesini amaçlayan Mısır'a karşı büyük bir savaşın, İsrail önderlerinin gündeminde daha 1953 Sonbaharı'nda bulunduğunu söylemektedir. (İsrail'in Kutsal Terörü, Livia Rokach, sf.18)

Süveyş Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız bombardımanına maruz kalan Mısır kasabaları yerle bir oldu.

Savaş, geleceğin "Lübnan Kasabı" Albay Ariel Şaron komutasındaki İsrail birliklerinin Sina'ya girmesi ile başladı. İlerleyen günlerde 3 koldan daha İsrail akınları başladı ve İsrailliler 5 gün içinde de bütün Sina'yı kontrol altına aldılar. Mısırlı üst düzey komutanların büyük taktik hatalarından dolayı İsrail'in başarısı son derece hızlı gerçekleşti.

"İsrail'in Sina'daki bu hızlı başarısında, 31 Ekim'den itibaren İngiltere ve Fransa'nın da savaşa müdahalesi üzerine Nasır'ın, Süveyş Kanalı'nı savunmak üzere, Sina'daki Mısır Kuvvetlerine 2 Kasımda geri çekilme emri vermesinin rolü büyük olmuştur. Mısır Kuvvetleri bu çekilmeyi çok kötü ve dağınık bir şekilde yapmışlardır. Bu da İsrail'in işini kolaylaştırmıştır." (Keesing's Contemporary Archives, 1955-1956, sf.15173-15174)

30 Ekim'de İngiltere ve Fransa, Mısır'a nota vererek Süveyş'in kendilerine bırakılmasını istediler. Mısır'ın bunu reddetmesi üzerine 31 Ekim'den itibaren İngiltere ve Fransa da savaşa müdahale etti. Bu müdahaleyle Mısır'ın bütün havaalanları ve askeri bölgeleri imha edildi. Artık neredeyse Mısır Hava Kuvvetleri diye bir şey kalmamıştı. Nasır doğudaki birliklerini Süveyş'i korumak için geri çekti. Geri çekilme hareketi çok kötü ve dağınık bir şekilde gerçekleştirildiğinden bu, İsrail'in işini kolaylaştırdı. Müttefik Kuvvetleri 6 Kasım'da Süveyş'e çıkarma yaparak kanalı ele geçirdiler. Mısır'ın 7 Kasım'da ateşkesi kabul etmekten başka bir alternatifi kalmamıştı. BM Genel Kurulu 7 Kasım'da aldığı 1001 (ES-I) sayılı kararla Süveyş'e Barış Gücü'nü yerleştirirken, 1002 (ES-I) sayılı kararla İngiltere ve Fransa, Mısır topraklarından çekildi. Mısır bu kararla, savaş meydanında kaybettiği mücadeleyi masada kazanmış gibi gözüktü. Savaşın bu şekilde sonuçlanmasının çeşitli nedenleri vardı.

Fransa ve İngiltere'nin İsrail ile beraber Mısır'a savaş açması saldırgan bir imaj oluşturmuş ve dünyanın birçok ülkesinde büyük bir tepkiye neden olmuştu. Bu nedenle İsrail'in Sina'yı işgali için daha tepki çekmeyecek bir plan yapılmalıydı.

Altı Gün Savaşı

Süveyş Savaşı'ndan sonraki dokuz yıl boyunca Mısır'la İsrail arasında ciddi bir askeri problem söz konusu olmadı. Ancak Nasır'ın ve diğer sosyalist Arap liderlerinin radikal üslubu, Ortadoğu'daki tansiyonu giderek tırmandırdı. Bu da yeni bir savaşın alt yapısını oluşturdu. 1967 Mayıs Ayı'nda başlayan Suriye-İsrail sürtüşmesi, İsrail'e öteden beri Gazze ve Sina'yı işgal etmek için amaçladığı savaşı başlatma imkanını verdi:

"İsrail'in, 1967'de Batı Şeria ve Gazze'yi işgali o dönemde olduğu kadar hala bugün de Arap tehditlerine karşı İsrail'in kendini savunmaya yönelik bir eylemi olarak değerlendirilmektedir. Oysa İsrail Dış İşleri Bakanı Sharett'in günlüğü açıkça ortaya koymaktadır ki, İsrail Gazze ve Batı Şeria'yı ele geçirmeyi daha 50'li yılların başından beri hedeflemekteydi. 1954'te Amerikalı Siyonist önderler bu hedeften haberdar edilmişlerdi." (İsrail'in Kutsal Terörü, Livia Rokach, sf.19)

5 Haziran sabahı, savaş İsrail'in Mısır havaalanlarına yaptığı baskın ile başladı. İsrail uçakları üslerinden kalktıktan sonra batıya, Akdeniz'e yöneldiler. Mısır'ın batı sınırına yaklaşınca da güneye döndüler. Hiçbir dirençle karşılaşmadan 10 Mısır havaalanını 2 saat 50 dakika boyunca bombaladılar. Bu harekatta Mısır Hava Kuvvetleri'nin tamamını oluşturan 300 kadar uçak yerde imha edildi.

Rehin aldıkları Araplarla birlikte ilerleyen İsrail ordusunun konvoyu.

Mısır radarları hava akını sırasında dinlenmeye çekilmiş, yani gözetleme işi yavaşlatılmıştı. Mısır Hava Kuvvetleri'ne bağlı tüm uçakların imha edilmesine sebep olan böylesine büyük bir hatanın nasıl yapıldığı baskının bir türlü açıklanamayan karanlık yönlerinden biridir.

Kara savaşlarında da aynı şekilde büyük hatalar ve ihmallerin tekrarlanması nedeniyle Mısır ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Nasır, savaşın çıkmasında başlıca rolü oynayan Tiran Boğazı'nı tek kurşun atmadan İsrail'e teslim etti. Savaşın bu şekilde sona ermesinden Mısır Orduları Başkomutanı Nasır kadar, Mareşal Abdülhakim Amer de sorumluydu. Nasır'ın bir numaralı adamı olan Amer, Mısır Genel Karargahı'na yanıltıcı haberler gönderiyordu. Başkomutanlık Karargahı'na gönderilen zafer haberleri Ürdün cephesinin de bozguna uğramasına neden oldu. Amer'in bu hareketi İsrail'in savaşı kazanmasında çok önemli bir etken oldu.

"Arap komutanlar, İsrail'in saldırdığı, fakat Mısır uçaklarının İsrail hava kuvvetlerinin %75'ini tahrip ettiği, İsrail hava üslerine saldırılara devam edildiği ve Mısır kuvvetlerinin İsrail topraklarına girdiği şeklindeki haberlere inanmıştır. Ayrıca Ürdün radarları Mısır baskınından dönen İsrail uçaklarını tespit etmiş, Mısır Başkomutanlığının sözünü ettiği mesaj dolayısıyla, bunların İsrail'e saldıran Mısır uçakları olduğu sanılmıştır." (One Long War-Arap Versus Jew Since 1920, Lorch Netanel, Jerusalem 1976, sf.119-121)

Nasır ilk saldırıyı İsrail'den beklemesine karşın, savaş öncesinde ülkesinin savunmasında, tıpkı önceki savaşlarda olduğu gibi büyük hatalar yaptı. Arap ordusu doğudan gelecek bir saldırıya göre düzenlenmişken, Batı Mısır'ın savunması tamamen ihmal edilmiştir.

"Nasır, savaş sonrası yaptığı radyo konuşmasında Mısır ordusunu doğudan gelecek bir saldırıya göre hazırladığını, oysa İsrail'in batıdan harekete geçtiğini, bunun da bozgunu getirdiğini söylemişti. (American Foreign Policy-Current Documents, sf.189-194)

Savaş sonunda Sina Yarımadası, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri Siyonistlerin "Dünya Krallığı" yolundaki yeni toprakları olur. İsrail 20.500 km karelik topraklarına 68.000 km kare toprak ekleyerek, yüz ölçümünü yaptığı işgallerle 4 katına çıkarır. Nasır, "Arap sosyalizmi" ideolojisi ve radikal politikasıyla, hem ülkesini hem de tüm Arap dünyasını büyük bir bozguna sürüklemiştir.

6 Gün Savaşları

4. Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur) ve Yeni Bir Aktör Enver Sedat

Mısır ordusunun başarısız komutanları, Altı Gün Savaşları'nın Araplar için tam bir bozgun olmasını sağladılar. Savaşta Mısır Kara Kuvvetleri'nin durumu Hava Kuvvetleri'ninkinden farklı olmadı.

1967 Savaşı'nın ardından ölen Nasır'ın yerine Enver Sedat gelir. Enver Sedat, Arap-İsrail Savaşlarının dördüncüsü olan Yom Kippur sırasında Mısır'ın Cumhurbaşkanı'dır. Bu savaşla Arap dünyası, İsrail'in yenilmez bir güç olduğuna inandırılırken, Arap dünyasının lideri durumundaki Mısır'ın, Yahudi Devleti'nin yanında yer alması sağlanır.

Enver Sedat, Mısır ihtilalinin ikinci adamı idi. Henüz 19 yaşındayken Nasır'la tanışmış ve onun etkisinde kalmıştı. İktidara geldiğinde de aynı İslam aleyhtarı politikayı devam ettirdi. Mısır ihtilalini yapan Hür Subaylar Örgütü'nde de beraber olan Nasır ve Sedat ikilisinin uygulamaları sürekli İsrail'in kazançlı çıkmasıyla sonuçlandı.

Nasır'dan boşalan yere Cumhurbaşkanı olarak geçen Enver Sedat, ilk olarak muhaliflerini temizlemeye başladı. Boşalan yerlere kendi yandaşlarını yerleştirmeyi de ihmal etmeyen Sedat, yaptığı propaganda sayesinde masonik ilkeler doğrultusunda hazırlattığı anayasanın kabulünü sağladı. Kasıtlı olarak tırmandırdığı çatışmaları, yetkilerini artırmak için bahane etti:

"Sedat, Başkanlık Konseyi görevini üstlendiğini açıkladı ve kendisini askeri vali ilan ettirdi. En sağlam adamlarından biri olan Hafız Gahim'i Arap Sosyalist Partisi Sekreterliği'ne getirdi ve yeni bir hükümet kurdu." (Büyük Larousse Ansiklopedisi, sf. 8125)

Sedat yerini sağlamlaştıracak önlemler de aldı. Anayasada yaptırdığı bir değişiklik ile ölene dek Mısır'ın Devlet Başkanı seçildi. Daha önceki anayasa gereğince, en fazla iki dönem başkanlık yapabilme imkanı böylece genişletildi. Yom Kippur savaşından sonra başlayan barış sürecinde ise İsrail, Sedat'ı özel koruma altına aldı. Hatta İsrail ile yapacağı Camp David anlaşması öncesi, kendisine yapılacak suikastten Mossad'ın sağladığı istihbarat sayesinde kurtuldu. Tüm bunlar Mısır'ın, İsrail'e düşman Arap ülkelerinin oluşturduğu birlikten çıkarılmasını sağlayacak adam olan Sedat'ın iktidarının devamı için gerekliydi.

"Asıl ilginç olan, Sedat mevkisini korumasını İsrail tarafından sağlanan istihbarata borçluydu. Tabii ki bu istihbarat direkt olarak ona verilmiyordu; CIA aracılık yapıyordu." (The Israeli Secret Service, Richard Deacon, sf.230)

Yom Kippur Savaşı 1973 yılında, Arap ordularının İsrail'in Yom Kippur bayramı sırasında aniden saldırmasıyla başladı. İsrailliler önce bu ani saldırı karşısında bocaladılar, hatta paniğe kapıldılar. Ancak ardından, ABD'nin büyük askeri yardımının da etkisiyle, savaşta denge kuruldu ve İsrail Arap ilerleyişini durdurdu. Daha sonra ise diplomatik süreç başladı. Ve bu süreçte çok önemli bir isim ortaya çıktı: ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger.

"Kissinger bir Yahudiydi ve bununla onur duyuyordu. II. Dünya Savaşı'ndan sonra milli bir Yahudi Devleti oluşmasını desteklemişti." (Yom Kippur, The Sunday Times, Savaş Muhabirleri, Sf. 382)

Gazeteci-yazar Fehmi Koru, "Yeni Dünya Düzeni" adlı kitabında, "Islamic Perspective of History" (Tarihin İslami Yorumu) adlı kitaptan ilginç bir alıntı yapıyor. Kitapta, Observer gazetesinde 1960 yılında yayınlanan bir makale aktarılıyor. Bu makale, 4. Arap-İsrail Savaşı'nın sonucunda varılmak istenen tabloyu gözler önüne seriyor:

ABD Başkanı Nixon, Ortadoğu politikasını gerçekte Kissinger'ın direktifleri doğrultusunda belirlemekteydi.

"1960 yılında, Londra'da 'Observer' gazetesinde gözüme çarpan ilginç bir makale şöyleydi: 'Ortadoğu'da en önemli mesele Arap-İsrail ihtilafı ve Filistin meselesidir. Ortadoğu'da hiçbir Arap ülkesi İsrail'e karşı duramaz. Yine de en güçlü Arap ülkesi olan Mısır ile İsrail'i barıştırmak gerekir. Fakat, bu yoldaki en büyük engel, Mısır'ın İsrail'e yenilmesinin getirdiği psikolojik ezikliktir. Bu eziklik ortada dururken Mısır, İsrail ile barış masasına oturmaz. Ancak Mısır, İsrail karşısında küçük de olsa bir zafer kazanırsa iki ülke masaya oturabilir. Mısır ile anlaşarak onu Filistin'in hamiliğinden çıkartabiliriz."

Observer yazarının henüz 1960'da vurguladığı bu strateji, 4. Arap-İsrail Savaşı'nın ardından yürütülen diplomatik sürecin amacını özetliyordu. Kısıtlı bir İsrail yenilgisiyle, Mısır'ın anlaşmaya rahatlıkla yanaşabilmesi sağlanacaktı. Anlaşma Mısır'la yapılacağından, Sina'da Mısır'ın ilerlemesine fırsat verilirken, Golan'da da Suriye ağır bir yenilgiye uğratılacaktı.

"Kissinger sınırlı bir İsrail yenilgisi istiyordu. Mesele, bu yenilginin tam dengesini hesap edebilmekti. Yani Arapları tatmin edecek kadar mütevazi olması gerekiyordu." (Yom Kippur, The Sunday Times Savaş Muhabirleri, Sf. 389)

Kissinger, savaştan sonra ateşkes kabul edilir edilmez vakit kaybetmeden barış planının çalışmalarına başladı. Ama gerçek amacı Ortadoğu'ya barışı getirmek değildi.

"Kissinger Ortadoğu'da barış girişimlerini tekrarladı. Fakat buradaki esas amacı Arap Birliğini parçalamak ve Mısır'ı diğer Arap devletlerinden ayırmaktı. Böylece Camp David'i hazırladı." (Israel, The Hijack State, John Rose, sf. 13)

Savaş öncesinde, Amerikan Kongresi'nin farklı kanatlara bağlı olan pek çok üyesi, İsrail'in çıkarları doğrultusunda hemfikir oldular.

Enver Sedat, sonucu önceden belli olan savaşın planlarını incelerken.

"Amerikan Yahudi Komitesi AIPAC'ın, Washington temsilcisi Hymann Bookbinder'ın söylediği gibi, Amerika'da dış veya iç konularda, kuzeyli olsun güneyli olsun, demokrat veya cumhuriyetçi, liberaller veya muhafazakarlar arasında İsrail konusunda bir fikir uyumu vardır. Bu durumu Senato Dış İlişkiler Komitesi (CFR) Başkanı Senatör Fullbrigth başka bir şekilde anlatır: İsrailliler Senato'yu kontrol altında tutuyor." (Israel, The Hijack State, John Rose, sf. 396)

Bu büyük Yahudi güdümü, elbette zaman zaman ABD Başkanı üzerinde de kendisini gösteriyordu.

"Nixon'un, İsrail'i desteklediğine hiç şüphe yoktur. Nixon İsrail'e daha çok eğilmeyi kendisinden evvelki Başkanlardan daha fazla yapmıştır. Nixon 1971 senesinin sonuna kadar İsrail'i eskisiyle kıyaslanamayacak düzeyde yeniden silahlandırdı. 1972 mali yılında ABD Kongresi İsrail'e yardım için ödenek ayırmaya başladı ve savaş başladığı zaman askeri yardım ödeneğinden İsrail'e 300 milyon dolarlık yardım ayrıldı." (Israel, The Hijack State, John Rose, sf.389-400)

İsrail'in hesapladığı şekilde, uluslararası bir anlaşmaya varılabilmesi için Siyonistler, ABD ile beraber Sovyetleri de kontrollü olarak kullandılar. Bu nedenle Sovyetler'in, savaş boyunca Mısır'a yaptığı silah sevkiyatı, dengeleyici bir faktör şeklinde kullanılarak Mısır'ın kısıtlı bir zafer kazanması sağlandı:

"...Yapılan Sovyet hava ikmali, Sovyet Rusya'nın, Kissinger'in istediği sonu arzuladığını göstermektedir. Yani ilk Arap başarısından sonra dengeli bir duraklama. Bunu başarmak için en etkili yol, Sovyet Rusya'nın düşünüş şeklinin Washington'un düşünüşünün aynadaki imajı gibi olmasıydı. Kissinger dengeli duraklamayı sağlamak için İsrail'e silah sevkiyatını durdurmayı öngörüyordu.

Yom Kippur Savaşı'nda her ne kadar Mısır ordusu kısıtlı bir zafer kazanmış olsa da, İsrail'in kayıpları Arap devletlerine oranla çok az kalıyordu.

Kissinger'in, İsrailli yakın arkadaşı Uzi Narkiss daha 1971 yılında, çıkacak savaşta Sovyetlerin izleyeceği politika için, Kissinger'e hitaben şöyle der: 'Ben, Sovyetler Birliği'nin, İsrail'in kanalı geçmesi hariç, Araplar namına aktif olarak işe karışmayacağını söyledim... Kissinger Sovyet Rusya'nın işe karışmayacağını kabul etti.'" (Israel, The Hijack State, John Rose, sf. 193, 384)

Sovyet politikasının Kissinger planına uygun olduğu açıktı:

"Rus diktatörü Brejnev'e, Rusya'nın neden Ortadoğu görüşmelerinde bir rol almadığı sorulmuştu. O da şöyle cevap verdi: 'Bizim temsile ihtiyacımız yok, Kissinger bizim Ortadoğu'daki adamımızdır'." (The World Order-A Study in The Hegemony of Parasitism, Eustace Mullins, sf. 57)

Savaş sona erdiğinde sonuç tam Kissinger'in istediği gibi olmuştu. Şimdi iki taraf da barışa daha çok muhtaçmış gibi görünüyordu.

Tüm Arap kuvvetlerinin kaybı 2000 tank, 450 uçaktı. İsrail'inki ise 800 tank ve 115 uçaktı. Kontrol altına alınan arazi bakımından da İsrail avantajlıydı. Suriye cephesinde İsrail, 1967'de kazandığı arazinin de ötesinde topraklara sahip olmuştu. Mısır cephesinde ise, kanalın batısında elde ettiği toprak, Mısır'ın doğuda işgal ettiği topraklardan fazlaydı. Mısır ve Suriye 8.000'er kişi kaybettiler. İsrail'in can kaybı ise Arapların kaybının üçte biri kadardı.

Ortadoğu'da Yeni Bir Boyut: Camp David

Güvenlik Konseyi'nin 22 Ekim 1973 günü ve 338 sayılı kararı kabul edilince planın ikinci aşaması başlatıldı. İsrail, planın sağlıklı yürüyebilmesi için daha önce söz konusu bile olamayacak "fedakarlıkları" göze almıştı.

Sedat, Kissinger ile de çok yakın dostluk kurmuştu.

"338 sayılı karar, tarafları ateşkese ve 242 sayılı kararları derhal uygulamaya davet etmekteydi. 242 sayılı karar, İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesinden söz ettiği için, 338 sayılı kararın bu kısmı Araplara verilmiş bir tavizdi." (20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Fahir Armaoğlu, cilt 1, sf. 720)

1974 ve 1975 yıllarında imzalanan ve İsrail'in Sina'dan çekilmesini düzenleyen "Ayırma Anlaşmaları" aynı zamanda ileride imzalanacak olan barış anlaşmasının da taslağı niteliğindeydi. İsrail'in ayırma planını onaylamaktaki amacı, Sina'dan çekileceğini ortaya koymak değildi, zaten bunu da önceden belli etmişti. Amaç Amerikan kamuoyuna, İsrail'i barışı isteyen taraf gibi gösterip, ABD Kongresi'nin yeni bir yardımı rahatlıkla yapabilmesini sağlamaktı. Kissinger sayesinde savaş için İsrail'i finanse eden de, savaşın bedelini ödeyen de Amerika olacaktı.

"Kissinger ile İsrail Dış İşleri Bakanı Yigael Allon arasında 1 Eylül 1975 tarihinde 'Memorandum of Agreement' adlı bir anlaşma imzalandı. Anlaşma, İsrail'e yapılacak çok büyük bir yardım paketini içeriyordu:

1) Amerika, F-16 uçakları da dahil olmak üzere, İsrail'in bütün askeri ihtiyaçlarını karşılayacaktı.

2) 1975 Anlaşması ile İsrail, Mısır'a bırakılan Abu Rudeis ve Ras Sudar petrollerinden her yıl 4.5 milyon ton petrol satın alacaktı. Bu konuda bir aksama olursa, yani Mısır petrolü satma meselesinde bir anlaşmazlık çıkarırsa, Amerika İsrail'in petrolünü karşılamayı garanti ediyordu.

3) Mısır bu anlaşmalara uymayacak olur veya bu anlaşmaları herhangi bir şekilde ihlal ederse, Amerika, alınacak tedbirler konusunda İsrail'e danışacaktı.

4) Amerika, bundan sonra Mısır ile İsrail arasında yapılacak anlaşmanın 'Nihai Barış Anlaşması' olması hususunda mutabıktı.

5) Amerika Güvenlik Konseyi, bu anlaşmaya aykırı olarak sunulan her karar tasarısına aleyhte oy verecekti." (Bu madde sayesinde İsrail'e ters düşecek en ufak bir hareket bile önceden engellenmiş oluyordu.)

6) Amerika, İsrail'in aleyhine olan hiçbir teklife katılmayacaktı.

7) Amerika, İsrail'in varlığına, güvenlik ve egemenliğine yönelen her türlü tehdit halinde, İsrail hükümeti ile istişare halinde olacak ve İsrail'i her şekilde destekleyecekti."

(Kuruluşundan beri İsrail'i destekleyen Amerika, bu tavrını ilk kez resmi bir platformda açıkça ortaya koyuyordu.)

8) Amerika ve İsrail, bir kriz anında Amerika'nın yapacağı yardımları tespit etmek üzere, bu anlaşmanın imzasından itibaren iki ay içinde, bir anlaşma yapacaklardı.

9) Amerika'nın bu taahhütleri yerine getirmesi, ne Mısır'ın tutumuna ve ne de Araplarla İsrail arasındaki ilişkilerin şekline bağlı olmayacaktı.

10) BM Barış Gücü, Mısır ile İsrail'in onayını almadan çekilecek olursa, Amerika ve İsrail bu anlaşmanın bütün hükümlerine bağlı kalacaklardı." (The Washington Post, 16 Eylül 1975)

Bu büyük tavizler nedeniyleABD, İsrail'in Ortadoğu'daki kalkanı durumuna geliyordu. ABD'nin ulusal çıkarlarına da ters olan bu politika, Yahudi lobilerinin etkisi ile belirlenmişti. ABD'nin bölgedeki askeri dengeleri koruyarak barışı teşvik eden bir politika izlemek yerine, alınan kararlarla tek yanlı bir strateji izlemeye karar vermesi, bölge barışını tehdit eden bir unsur olmuştur. Bu yanlış strateji, bölgedeki pek çok dengeyi sarsmıştır.

Sedat, İsrail Meclisi Knesset'te, işgal yoluyla Arap toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kuran İsraillilere şöyle sesleniyordu: "Dünyanın bu bölgesinde bizimle beraber oturmak istiyorsunuz. Size samimiyetle söylüyorum ki aramıza hoş geldiniz." (The Other Walls-The Politics of The Arab- Israeli Peace Process, Harold Saunders, sf.153)

Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın 1977'de İsrail'i ziyaret etmesiyle başlayan süreç, 1978-79 yıllarında ABD'de süren barış görüşmeleriyle devam etti. Yıllarca süren görüşme zemininde problem teşkil eden ana konu, İsrail'in işgal altında tuttuğu Gazze ve Batı Şeria'dan çekilmesi olmuştu. Enver Sedat, İsrail'in çekilmesi için ısrar ediyordu.

Begin ve Sedat'ın arasında yapılan 13 günlük görüşmelerin 12 gününde bir sonuç alınamaması ve Başkan Carter'ın son yarım gündeki girişimleriyle Sedat'ın imza atması, anlaşmanın önceden hazırlanmış olduğu yolundaki şüpheleri artırdı.

"Başkan Carter, görüşmelerin onuncu gününde, yani 15 Eylül'de fazla bir uzlaşma elde edilememesi karşısında, 17 Eylül Pazar günü görüşmeleri kesmeye karar vermişti. Bundan dolayıdır ki Carter, Kasım ayındaki bir demecinde, Camp David Anlaşmaları'nı, o gün göründüğünden çok daha büyük bir 'mucize' olarak nitelendirmiştir. Nitekim, ilk 12,5 günün kendisi için büyük bir başarısızlık olduğunu, fakat son yarım günün çok büyük başarı olduğunu söylemiştir." (American Foreign Relations, 1978, sf.54)

Sedat'ın, Carter aracılığıyla giriştiği bu anlaşmadan Arap dünyasının lehine bir karar çıkarması zaten mümkün değildi. Çünkü Carter, İsrail yanlısı kararları ile tanınmaktaydı:

"...Carter, yönetimi boyunca, İsrail'in isteklerini yerine getirmekle uğraştı. 'İsrail'e vadettiklerimde hiç tereddüte düşmedim' demiş ve 'İsrail'e kendisini koruyacak askeri ve ekonomik yardımı sağlamalıyız. Yahudi kimliklerini koruyarak, gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı yeteri kadar güçlü olmalılar' diye eklemiştir. New York Times gazetesiyle yaptığı bir röportajda, 'İsrail'e sınırsız ekonomik ve askeri yardım yapmaya devam edeceğim' diyordu." (Middle East International, 25 Mayıs 1974)

Sedat, yaptığı anlaşmada İsrail'in 1967 Savaşı'ndan önceki sınırlarına çekilmeyeceğini bildiği halde, anlaşmaya imza atmış ve Filistin'i İsrail'e teslim etmişti.

"Enver Sedat 25 Aralık'ta yaptığı konuşmada, İsrail'in barışı hiçbir zaman arzu etmediğini ve Nil'den Fırat'a kadar yayılabilmek için bölgede karışıklığı sürdürmek istediğini söylüyordu." (Camp David Aftermath: Anatomy of Missed Oportunities, M. Rubner, sf.37)

Camp David Anlaşması İsrail'e büyük avantajlar getirdiğinden, Sedat'ın yakın çevresi tarafından da tepki ile karşılandı. Daha Camp David görüşmeleri sırasında Mısır Dış İşleri Bakanı İbrahim Kamil gelişmeleri protesto ederek istifa etmiş, yerine İsrail'e yakınlığı ile tanınan, "İsrail dostu" sıfatıyla "onurlandırılacak" olan Butros Gali getirilerek anlaşmanın imzalanması sağlanmıştı. İstifa eden bir diğer kişi ise Mısır'ın ABD büyük elçisi Eşref Global'di.

Carter ve Begin, başlarında "kipa"larıyla Yahudi dininin kutsal Şabat yemeğindeler.

Camp David Anlaşması'nın maddeleri şöyleydi:

1) İsrail, Sina'dan çekilecek.

2) İsrail ve Mısır arasında normal ve dostça ilişkiler kurulacak.

3) İki ülke de birbirinin toprak bütünlüğünü ve barış içinde yaşama hakkını kabul edecek.

4) Sina'da tampon bölgeye BM Barış Gücü yerleştirilecek.

5) İsrail gemilerine Süveyş Kanalı'ndan serbest geçiş hakkı tanınacak.

6) Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilere tam özerklik verilmesi için görüşmeler yapılacak.

7) Batı Şeria ve Gazze'de kendi kendini yöneten bir idarenin yapılması için seçimler yapılacak. İsrail bölgeden 5 yıl içinde çekilecek. (Cumhuriyet, 8 Eylül 1982)

Bu anlaşmanın ilk maddesi gereğince İsrail, Sina Yarımadasından çekilecekti. İsrail, Sina'yı işgal altında tuttuğu 12 yıl boyunca petrol ihtiyacını buradan karşılamıştı. Şimdi Sina'dan çekilmesiyle, petrol ihtiyacını karşılaması zorlaşıyordu. Çünkü, hiçbir Arap ülkesi ona petrol satmıyordu. İsrail'in, Sina'nın Abu Rudeis ve Alma bölgelerindeki kuyulardan bir yolla faydalanabilmesi gerekiyordu. Bu pürüzü Kissinger halletti:

Sedat, dönemin ABD Başkan Yardımcılığını da yapan ünlü Yahudi finansör Nelson Rockefeller ile birlikte.

"Eski ABD Hükümet Sekreteri Kissinger, Abu Rudeis konusunda garanti verince, İsrail petrol ihtiyacını başka bir yerden sağlamak zorunda kalmadı." (Middle East International, 1982, sf.81)

Kissinger'in yönlendirmesi ile Sedat, Mısır petrolünü İsrail'e satmayı kabul etti. Böylece İsrail, her fırsatta Araplara karşı kullanmaktan çekinmediği tank ve uçaklarını, yine Arap petrolüyle hareket ettirecekti.

"Begin ile Enver Sedat'ın Hayfa'daki buluşmasında (4-6 Eylül 1979) varılan bir anlaşma ile, Mısır'ın piyasa fiyatı üzerinden İsrail'e her yıl 3 milyon ton ham petrol satması kararlaştırılmıştı. Belirtildiğine göre Alma petrol kuyularının yıllık üretimi de zaten bu kadardı." (Kessing's Contemporary Archives, sf. 29955)

Böylelikle İsrail petrol ihtiyacını sağlarken, aleyhine gözüken bu tek maddeden bile Kissinger-Sedat iş birliği sayesinde karla çıkıyordu.

İkinci maddeyle Sedat, İsrail'i Mısır'ın dostu olarak ilan ediyordu.

Beşinci maddeyle İsrail'in 1950'den beri devam eden bir problemi çözülüyordu. Bu madde ile İsrail, kendisi için son derece gerekli mühimmata kargo gemilerini Mısır'ın içinden geçirerek ulaşabilecekti. Aslında bu madde, 1888 İstanbul Anlaşması'nın getirdiği, kanaldan geçiş haklarının aynısını içeriyordu. İstanbul Anlaşması kargo gemileri ile beraber savaş gemilerine de geçiş hakkı veriyordu. Mısır'ın, Arap dünyasında fazla tepki görmemesi için, anlaşma metnine yazdırılmamış olmasına rağmen, İsrail savaş gemilerinin Süveyş Kanalı'ndan geçmesine izin verildi. Bununla Mısır, İsrail savaş gemilerinin kanaldan geçerek diğer Arap devletlerine saldırmasına imkan tanıdı.

Gazze ve Batı Şeria'daki Müslümanlara tam özerklik tanınması için görüşmeler önerilmesine rağmen, İsrail bu konuyu sürekli askıda bıraktı. Özerklik bir yana, bu bölgeyi Filistinliler için dev bir toplama kampı haline getirdi. Anlaşmayla İsrail'in, 5 yıl içinde bu topraklardan çekilmesi gerekirken aradan 30 yıldan uzun süre geçmesine karşın verdiği sözü tutmadı. Üstelik boşaltılacağı vadedilen, Filistinlilere ait bu topraklara, Sovyetler Birliği'nden getirilen Yahudileri yerleştirdi. 1992 yılına kadar gerekli yerleşim sağlandıktan sonra İsrail, bundan böyle yerleşimi durdurabileceğini söyledi. ABD yönetimi, İsrail'in bu "barışsever" tutumunu 10 milyar dolar vererek bir kez daha ödüllendirmeyi ihmal etmedi. Ancak İsrail, yerleşim birimlerinin inşaatını durduracağını, sadece alacağı yardımı dünya kamuoyuna makul göstermek için açıklamıştı. İsrail Başbakanı İzak Şamir, Yahudi Medya Kongresi'nde olayın gerçek yüzünü açıklıyordu:

"Yerleşme bölgeleri ayrı konu, kredi garantisi ayrı konudur. Lütfen karıştırmayalım! Tüm yanlış anlaşmalara son verelim! Yerleşim birimleri kurulmasına asla son verilmeyecektir. Bu böyle biline!" (Şalom, 5 Şubat 1992)

Sonuçta Camp David anlaşmasını, Ortadoğu'ya kısmen de olsa barış getirdiği için olumlu bir gelişme olarak görmek gerekir. 67 ve 73 savaşlarında akıtılan kanlar, Camp David ile durmuş ve İsrail ile Mısır arasındaki ihtilaf çözüme kavuşmuştur. Ancak Camp David sorunu çözmemiş, çünkü İsrail'in işgali bitmemiştir. Eğer İsrail Camp David'de sadece Sina Yarımadası'ndan değil, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri'nden de çekilseydi, Ortadoğu'ya kalıcı bir barış getirmiş olurdu. Dolayısıyla Camp David, olumlu ama yetersiz bir barış adımıdır.

Camp David'in Ardından Mısır

Bir kısım Arap ülkeleri Mısır'ı, İsrail'e yanaşması üzerine protesto ettiler. Olay, Mısır'ın Arap dünyasından kopması ile neticelendi. İsrail'in bu anlaşmadan sağladığı en büyük kazanç, Arap Dünyası'nın bölünmesiydi.

Taraflar, Camp David anlaşmasını kutlarken.

Mısır'ın Arap Dünyası'ndan kopmasıyla bölge dört parçaya bölündü:

1) Verimli Hilal (Fertile Crescent) ya da Levant denilen Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak'ı kapsayan bölge,

2) Arabistan Yarımadası ve Körfez,

3) Mağrip (Fas, Cezayir, Tunus ve bir ölçüde Libya),

4) Nil Vadisi (Mısır ve Sudan).

Sedat anlaşmadan sonra artan muhalefet karşısında halkını, Camp David nedeniyle aldığı ABD yardımını göstererek, ikna etmeye çalışıyordu.

"Mısır, İsrail'den sonra, ABD'den en çok yardım alan ikinci ülke durumuna geldi." (Büyük Larousse Ansiklopedisi, sf.8125)

Ancak alınan bu krediler, plansız ve programsız kullanıldı ve Mısır ekonomisi bundan yarar görmedi.

"Sedat'ın açık kapı politikası ülkenin çalkalanmasına neden oldu. Bu politika pek çok batı kaynaklı şeyi beraberinde getiriyordu. Tüketim malları, filmler, müzikler, diskotekler, videolar ve dünyaseverlik" (Frankfurter Allgemeine Zeitung, 14 Şubat 1983)

Bütün bunlar, çoğunluğu yoksul olan Mısır halkını sefaletten kurtaracak şeyler değildi. Yine de lüks bir hayata özendirilen fakir halk, zenginler gibi yaşamak için büyük bir çaba içine girdi, bu da bütün Mısır'da fuhuş, dejenerasyon ve israfın tırmanmasına neden oldu. Lüks tüketim mallarıyla Mısırlılara empoze edilen "dünyaseverlik", yönetimdeki büyük hataları halkın dikkatinden kaçırmak için kullanıldı. Fakat bu, tam başarıya ulaşamadı:

Enver Sedat, Ortadoğu'nun diğer liderlerinden pek farklı değildi. Sedat hükümeti boyunca ülkede yaşanan sıkıntıların en büyüğü ise, yokluk ve fakirlikti.

"Bütün bu uygulamalar, özellikle 1970'lerin sonlarına doğru Sedat yönetimine karşı ülke içinde çeşitli kitlesel muhalefet hareketlerinin güçlenmesine yol açmıştı." (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, sf.1489)

Oyalama politikası işe yaramayan Sedat, daha etkili yöntemler uygulamaya başladı:

"1979 yıllarının sonlarında gergin geçen bir toplantıda iktidar partisinin ileri gelenlerinden birisi ona: 'Çok geç kalmadan biz onları (Müslüman Kardeşleri) sert tedbirlerle ezmeliyiz' diye uyarıda bulunmuştu." (Eric Rouleau, Merip Reports, Şubat 1982)

"Sedat, 5000 kişiyi tutuklamış ve böylece gelişen kitlesel muhalefete karşı açıktan açığa bir baskı politikası öne çıkarmıştı." (Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, sf.1489)

Enver Sedat'ın ülkeye sunduğu yapıya karşı çıkan Müslümanlara yönelik baskıcı tutumu o kadar şiddetli oldu ki, genelde bu konuda suskun kalmayı tercih eden Batı basınında bile yankılar uyandırdı.

"Enver Sedat'ın Mısır'da giriştiği temizlik hareketinin batı dünyasında neden olduğu yankılar sürüyor. İngiltere'de yayınlanan The Observer gazetesi, Sedat'ın Batı'da genellikle barışçı, yumuşak, ağzında piposu ile babacan ve demokratik bir lider olarak tanındığını, oysa Mısır önderinin ülkesini son derece sert ve otoriter bir şekilde bir Firavun gibi yönettiğini belirtiyor. Sedat'ın Avrupa standartlarına göre hiçbir zaman demokratik olmadığını belirten The Observer, Mısır liderinin son giriştiği temizlik hareketinin de dış politika etkenlerine ve Sedat'ın, İsrail Başbakanı Begin'e içerde duruma hakim olduğunu kanıtlama isteğine bağlıyor." (Cumhuriyet, 17 Eylül 1981)

Mısır halkı her fırsatta memnuniyetsizliğini dile getirdi.

Sedat'ın ölümüyle yerine geçen Hüsnü Mübarek de, Sedat'ın baskıcı politikasını sürdürdü. Sedat döneminde olduğu gibi Hüsnü Mübarek zamanında da Mısır hızla yoksullaşmaya devam etti:

"ABD bugüne kadar Mısır'a yardım ve borç adı altında yaklaşık 3 milyar dolar akıttı. Bu açıdan Mısır İsrail'den sonra ikinci gelmektedir. Bu, Mübarek hükümetinin yönetiminin önemini ortaya koyuyor. Bununla beraber, Mısır'daki yaşam standartı da hızla düşüyor." (Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf.109)

İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarına sürekli olarak çeşitli "ikna" yöntemleri ile diasporadan getirdiği Yahudileri yerleştirirken, buranın gerçek sahipleri olan Filistinlileri yaşam şartları son derece ağır, dış dünyadan izole edilmiş kamplara hapsetti.

İsrail'de 1992 seçimleriyle iktidar Şamir'den Rabin'e geçti. Bu değişiklikle dünya kamuoyuna İsrail'in barışa eskisinden çok daha yakın olduğu, Ortadoğu'da sorunların daha rahat çözülebileceği imajı oluşturuldu. Oysa İsrail'de, siyasi görüşü ister sağda isterse solda olsun bütün partiler, İsrail'in doğal sınırları olarak kabul ettikleri 'Kutsal Topraklar' için çalışmaktadır. Barışa en yakın kişi olarak reklamı yapılan Rabin'in ilk icraatı, Müslümanları, Şamir'in 'İsrail'i Filistinlilerden arındırma' pogramına paralel olarak Filistin'den sürgün etmek olmadı mı?

"Bütün İsrail yöneticileri, ister sağcı ister solcu tanınsın, ister İşçi Partisi üyesi, ister 'Likud' mensubu olsun, ister ordu sözcüsü, ister din adamları temsilcisi sayılsın hepsi birlik halinde Tevrat'a eğilmişlerdir. Filistin üzerinde herhangi bir 'toprak kalıntısı' üzerinde, hak iddia etmek için en ufak bir 'kanıt' dahi dikkatlerinden kaçamaz durumdadır. Sanki herşey imzalanan hibe senedine bağlıdır. En ufak bir işaret toprakların yerli sahiplerini dışarı atarak oraya yerleşmek için yeterli neden sayılmaktadır." (Siyonizm Dosyası, Roger Garaudy, sf.93)

Dikkat edilirse İsrail, tüm Arap ülkeleri ile uluslararası kuruluşların denetiminde yapılacak bir barışa hep karşı olmuştur. Genelde Araplarla ayrı ayrı ilişkiler kurmayı yeğlemektedir. Nitekim, İsrail'in bu amacına ters düşen ABD Başkanı Kennedy, Mossad'ın hedefi haline gelmişti. İsrail, doğrudan yapılacak görüşmelerde, Arap ülkelerinin tümünden daha büyük olan silah gücünü en büyük ikna unsuru olarak görmekteydi.

"1963 yılında ABD ile İsrail arasındaki ayrılma noktası, Amerika'nın Filistinli göçmenler sorununu ele alan BM Asamblesi'nde temsilci olmasıydı. İsrail her Arap ülkesiyle, BM'in karışması olmadan, tek tek anlaşmayı tercih etmekteydi. Çünkü; ancak İsrail doğrudan uzlaşma görüşmelerinde güç kullanabilirdi, karşısındaki Arap ülkesi kullanamazdı." (Taking Sides: America's Secret Relations with a Militant Israel, Stephen Green, sf.185)

İsrail bugün 'doğrudan anlaşma' konusunda başarı sağlamış durumda. Bu şekilde Mısır'la işini bitiren İsrail'in şimdiki hedefi Suriye'yle masaya oturmak.İsrail için 'Kutsal Topraklar'a' giden yol, anlaşmalardan sonra gerçekleşecek yeni bir senaryodan geçiyor. Bu senaryo ise bol figüranlı bir belgesel...

İsrail, Kiralık Dostları veOrtadoğu’nun Bilinmeyen Öyküsü

"İsrail stratejik amaçlarına şu araçlarla ulaşacak: İsrail'in bölgesel gücüne boyun eğerek kukla rejimlerin başa geçmesini sağlamak. Arap ulusal hareketini bölmek ve Arap dünyasını parçalamak amacıyla hükümetleri devirmeye yönelik eylemlerin gerçekleştirilmesi." (İsrail Başbakanlarından Moshe Sharett'in Özel Günlüğünden - İsrail'in Kutsal Terörü, Livia Rokach, sf. 18-19)

Ortadoğu şüphesiz dünyanın en hareketli bölgelerinden biri. Son yüzyılda belki de en çok savaşa, çatışmaya sahne olan bölge burası. Bu kaos ortamının nedenini araştırdığımızda oldukça ilginç gerçeklerle karşı karşıya geliyoruz.

Ortadoğu, Osmanlı'nın yönetimi boyunca, bugünkünün aksine oldukça sakin ve istikrarlı bir bölge olma özelliğini korudu. Osmanlı'nın 20. yüzyılın başında bölgeden ayrılması ise, yeni bir gücün bölgeye girmesiyle eş anlamlıydı. Siyonist liderler, Kutsal Topraklara ulaşabilmek için Osmanlı'nın bölgeden çıkarılması gerektiği konusunda birleşiyordu. Bu hedef doğrultusunda yapılan ilk operasyonlar, satın alınan Arap liderleri devrinin ilk örneklerini de oluşturdu Ortadoğu'da. Kutsal Toprakların kontrol dışı kalması uğruna, ilk isyanlar, savaşlar ve senaryolar ortaya çıktı. Bölgede o günden bu yana istikrarsızlık, huzursuzluk bitmedi, kan ve gözyaşı sona ermedi...

"Pax-Otomana"yı sağlayan temel özellik olan İslam birliği bölgeden silinirken, Arap ırkçılığı kışkırtıldı. Araplar da kendi aralarında bölündü. Kiralık liderlerin önderliğinde, sınırları masa üstünde çizilmiş Arap devletleri kurduruldu. Slogan "herşey Kutsal Topraklar için"di. Sonunda, bu yapay coğrafyaya senaryonun başrol oyuncusu da bir ucundan, Kudüs yakınlarından dahil edildi. Ve senaryo devam etti ve ediyor da.

Satın alınan liderler, bölünen ülkeler ve işte bol figüranlı Ortadoğu belgeseli!..

Ortadoğu'daki Terör Odaklarının Üssü: Lübnan

İsrail'in yakın komşusu Lübnan, 1950'lerden sonra, yoğun olarak İsrail müdahalesi altında kaldı. Sonuçta da büyük bir parçalanma süreci yaşadı ve İsrail tarafından her an işgal edilmeye elverişli bir konuma getirildi.

"1954'te David Ben Gurion ile Moshe Dayan, Lübnan'daki iç çatışmayı körükleyerek Lübnan'ı parçalamak üzere ayrıntılı bir plan geliştirdiler. Bu, Kral Hüseyin'in 'Kara Eylül' olarak bilinen olayda Filistinlileri katletmesinin ve bunun sonucu olarak Filistinlilerin 1970'te Ürdün'den kovulmalarının hemen ertesinde, Lübnan'da örgütlü bir Filistin siyasi varlığının ortaya çıkmasından on altı yıl öncedir. İsrail Başbakanı Moshe Sharett, Lübnan'ın işgalini kolaylaştırmak için terör ve saldırganlık meydana getirerek kışkırtma yoluna gidildiğini anlatır." (Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf.9)

Ortadoğu'nun Bilinmeyen Öyküsü

İsrail, Lübnan üzerindeki hedeflerine ulaşmak amacıyla, Ortadoğu ülkeleri için uyguladığı klasik "böl-yönet" metodunu kullandı. Lübnan'da yaşayan toplumun Ortodokslar, Katolik Maruniler, Şiiler, Sünniler, Dürziler gibi farklı mezheplerden oluşması da bu plan için son derece uygun bir zemin hazırlamıştı.

1954 Mayısı'nda Ben Gurion ile Dayan, Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesi için uzun vadeli bir plan yaptılar. Böylece, 1982'deki Lübnan'ın işgali, İsrail'in işgal için bahane ettiği FKÖ'nün Lübnan'a yerleşmesinden 28 yıl önce hazırlandı.

"Dayan'a göre gerekli olan tek şey bir subay bulmamızdı. 'Bir binbaşı bile olur. Onu satın alıp kendisini Marunilerin kurtarıcısı olarak ilan etmeye ikna etmeliyiz. Ondan sonra İsrail ordusu Lübnan'a girer, gerekli yerleri işgal eder ve orada İsrail ile dost Hıristiyan bir rejim kurar. Litani Nehri'nin güneyindeki bölge tümüyle İsrail'e bağlanır ve herşey böylece yoluna girer' diyordu." (Israel's Sacred Terrorism, Livia Rokach, sf.29)

Ben Gurion da Lübnan'ı parçalamak için Marunileri "satın alma" konusunda Moshe Dayan ile aynı düşüncedeydi.

"Şimdi Merkezi görev budur... Lübnan'da köklü bir değişim yapmak için enerji sağlamalıyız... Dolarlar esirgenmemeli... Eğer bu tarihi fırsatı kaçırırsak kimse bizi bağışlamaz." (Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf.65)

Moshe Dayan bundan sonra Lübnan'ın parçalanması, işgali ve ele geçirilmesi için, (planının) Genelkurmay'dan onayını istedi.

"İsrail Genelkurmay Başkanlığı kukla olarak hizmet görecek bir subay kiralayıp İsrail ordusunun, onun Lübnan'ı Müslümanlardan arındırmak yolundaki çağrısına karşılık veriyormuş gibi görünmesi biçimindeki planını destekler." (Siyonizmin Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, sf.29)

İsrail Lübnan'da aradığı yardımcıyı, kısa sürede buldu. Bu kişi Moshe Dayan'ın istediği gibi Lübnan ordusundaki Maruni bir binbaşıydı, Saad Haddad.

Haddad, Filistinlilerin Lübnan'a sığınmasıyla, ülkede Hıristiyanlar için bir Müslüman tehdidi oluştuğu yalanını ileri sürerek kendine bağlı bir kuvvet kurdu. Bu sayede Haddad kendisine biçilen "Hıristiyanların kurtarıcısı" görevini üstlendi.

Bundan sonraki yıllar içinde İsrail, Mossad aracılığıyla kullanacağı Lübnanlıları ayarladı. Bu kuklaların sayesinde Lübnan'ın kısa zamanda parçalanması sağlanacaktı. Bu arada FKÖ, Lübnan'a yerleşmeye zorlanacak ve FKÖ'nün, İsrail'in güvenliğini tehdit ettiği söylenerek Lübnan işgal edilecekti.