Harun Yahya'nın Külliyatından Seçmeler

Kolaylık Dini İslam

Tarih boyunca, dini özünden saptırmayı amaçlayan ve dinin yaşanmasını engellemek için türlü yöntemler deneyen kişiler, dine birçok zorlaştırıcı uygulama ve hurafe katmaya çalışmışlardır. Kendi türettikleri uygulamalar yüzünden bilerek veya bilmeyerek insanların dinden uzaklaşmalarına sebep olmuşlardır. Oysa, Allah'ın Kuran'da bildirdikleri ve Peygamber Efendimiz'in sünneti bize dinin yaşanmasının samimi insanlar için son derece kolay olduğunu öğretmektedir.

Sonuçta bu insanların Allah'a olan bağlılıkları, hesap gününe yönelik korkuları onların Kuran ahlakını yaşayan, dinin emirlerini yerine getiren insanlar olmalarını sağlar. Bu insanlar karşılaştıkları her olayda daima Rablerine yönelir, O'ndan yardım diler, O'nun rızasını ararlar. Böyle insanlar hiçbir zaman zorluklar karşısında yılgınlık göstermez, sınandıkları olay ne kadar şiddetli olsa da dinden uzaklaşmazlar. Allah'a dayanıp güvenen böyle insanlar için Allah sonsuz şefkatinin ve merhametinin bir göstergesi olarak her olayı, en zor görüneni dahi kolaylaştırır. "Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz." (Kehf Suresi, 88) ayetinde de bu gerçek bildirilmiştir.

İmtihanın Sırrı

Her insan bir nevi yarış içindedir. Dünyada kendisine verilen süre içinde ahirete yönelik en fazla kazancı sağlamakla yükümlüdür. Bediüzzaman'ın da söylediği gibi dünya iman eden insanlar için "seyyar bir ticarethane ve kısa bir müddet için yol üstünde kurulmuş bir pazardır." Yani bir insan burada çok karlı bir ticaret yapabilir ve ahirette sonsuza kadar bu dünyada kazandığı ecirlerin karşılığını yaşayabilir. İşte burada sağduyu sahibi bir insana düşen vicdanının sesini dinleyip, Allah'ın kendisini bir denemeden geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır. Allah, bu zorlu gibi gözüken yolda insana rehber olarak Kuran'ı, örnek olarak da elçileri ve salih müminleri göndermiştir.

Müslüman kaderin izleyicisi olduğunu bilir. Bu sırrın bir güzelliği olarak da herşeyi büyük bir tevekkül, teslimiyet ve sabır içinde izler. Olayların nasıl gelişeceği konusunda da herhangi bir müdahele, engelleme ya da durdurma imkanı olmadığının bilincindedir. "… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayetini kesinlikle aklından çıkarmaz. Nitekim Allah kullarına, "eğer iman etmişlerse" başlarına gelen her musibetin sonunun mutlaka güzellik ve hayır olacağını müjdelemiştir. Bu musibetler müminin kendisini eğitmesine, imani konularda derinleşmesine, ahlakını güzelleştirmesine, olgunlaşmasına ve cennetteki derecesinin artmasına birer vesiledir.

İyilik ve kötülüğün birarada yaratılmalarının çok önemli bir diğer hikmeti de imtihanın sırrıdır. İnsanlar geçici dünya hayatlarında iyilik ve kötülüklerle deneneceklerdir. Bu denemelerle de aralarındaki derece farklılıkları ortaya çıkacak, kötüler bir tarafa, iyiler de diğer bir tarafa ayrılacaklardır.

Allah İçin Yaşamak

Kuran'da tarif edilen dinde, insan yalnızca Allah'a kul olmaya ve O'ndan başka varlıkların boyunduruğundan sıyrılarak özgürleşmeye çağrılır. Buna göre insan yalnızca Allah'ın rızasını aramakla sorumludur, başkalarının hoşnutluğunu aramak gibi bir zorunluluğu yoktur. Cahiliye ise, dini Allah'ın rızasını aramak ve dolayısıyla özgürleşmek için bir yol olarak değil de, toplumsal bir kurum olarak görmüştür. Cahiliyenin bu anlayışına göre din, insanın üzerindeki toplumsal baskıları güçlendiren bir etkendir. Böylece din, "insanlar ne der?" korkusuna dayalı ve gerçek dinden tümüyle ayrı bir yapıya girmiştir.

Mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri, bunların Allah'a ait olduğunu ve "aslı"nın ahirette bulunduğunu bilerek sever. Dolayısıyla asıl sevgisi, sevdiği herşeyi ona veren ve onların gerçek sahibi olan Allah'a yöneliktir.

Mümin, yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu aradığı, yalnızca O'na yalvardığı, yalnızca O'ndan istediği içindir ki, tüm yaratılmışlardan bağımsızlaşmıştır. Allah dışında hiç kimseyi hoşnut etme ihtiyacı duymaz, Allah'tan başkasından medet ummaz. İnsanın gerçek özgürlüğü, zaten ancak bu gerçeği kavrayarak Allah'a yönelmesiyle olur.

Kuran'da Dua

Kuran'a göre dua etmek, Allah'a ulaşabilmenin en kolay yoludur... Allah, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen, işitendir... (Kaf Suresi, 16) İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. O halde samimi olarak Allah'tan bir istekte bulunulması için insanın sadece düşünmesi bile yetmektedir. İşte Allah'a ulaşmak bu denli kolaydır.

Allah'ın Kuran'da tarif ettiği duada kişi Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, Allah 'a olan saygı ve korkusunu ortaya koymuş ve O'nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiştir. Dolayısıyla dua, yalnızca dua sırasında istenilen şey için değil, başlı başına bir ibadet olduğu için yapılır. Bu açıdan bakıldığında duanın belli bir zamanı yoktur. İnsanı dua etmeye yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın istek ve ihtiyaçları sürekli olduğu için duası da sürekli olmalıdır. Yani duanın belirli bir vakti, saati yoktur.

Kuran'a Göre Gerçek Akıl

İnsan yaratılmış bir varlıktır. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir güç ve müstakil bir yetenek değildir; ona verilmiştir. Aklın gerçek sahibi ise insanı yaratan Allah'tır. Allah, asla tükenmeyen, sonsuz ve sınırsız bir aklın sahibidir ve dilediği an dilediği kimseye, imanı ölçüsünde bu nimeti vermektedir.

Akıl ile zekanın çok önemli bir farkı daha vardır. Akıl, sabit değil, aksine insanın hayatının sonuna kadar artabilen ve gelişebilen bir özelliktir. Aklın bu özelliği ise tamamen Allah korkusu ve vicdan ile bağlantılıdır. Allah bir ayetinde "Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin…" (Teğabün Suresi, 16) sözleriyle inananlara güçlerinin yettiği oranda Kendisi'nden korkup sakınmalarını emretmiştir. İnsan bu nedenle hiçbir zaman Allah korkusunu yeterli görmemelidir. Sürekli olarak kendisini Allah'a daha da yakınlaştıracak yollar aramalı ve bu amaçla vicdanını sonuna kadar kullanmalıdır.

Allah'ın çağrısına uyan kişinin aklı, üzerini örten tüm pisliklerden arınarak, temiz ve berrak bir hal alır. Bu temizliği sağlayan şey ise Kuran'ın ve imanın kazandırdığı temiz mantık örgüsü ve doğru düşünme yeteneğidir. İnsan cahiliye toplumunun mantık örgüsünden, düşünce yapısından ve bu hayatın getirdiği pisliklerden ne kadar arınır ve Kuran ahlakını ne kadar yaşarsa aklı da o kadar gelişir. Cahiliye alışkanlıklarının her birinden kurtulduğunda, aklının üzerindeki baskılardan da kurtulur ve böylece Kuran'da bahsedilen akıl sahibi kimselerden olur. Bunun aksinde ise, aklın önü engellerle dolar ve kişi bile bile kendini helaka sürüklemiş olur.

Kıyamet Günü

Kıyamet günü "İnsanların, alemlerin Rabbi için kalkacağı gündür." (Mutaffifin Suresi, 6) O gün, canlılarla birlikte tüm evrenin yok olduğu dehşetli bir gündür. Bu yokoluş, şimdiye kadar hiçbir yerde görülmemiş olaylar sonucunda gerçekleşecektir. O gün, insanların, hayvanların, var olan herşeyin, kısaca kainatın ölüm günüdür. O gün, Allah'ın yüce kudretinin açıkça görüldüğü ve insanların tümü tarafından idrak edildiği gündür. O gün, inkarcılar için dehşet, korku ve acı dolu bir gündür. O gün, daha önce hiç yaşanmamış bir pişmanlık ve aşağılanmanın hissedileceği gündür.

Dünya üzerinde var olan düzenin aldatıcı güzelliğine kanarak ona sımsıkı bağlananlar, Allah'ın varlığı ve birliği gerçeğine karşı kördürler. Bütün bunların bir yaratıcısı olduğunu, bunların yaratılışının bir amacı olduğunu ve tüm yaratılmışların bir sona doğru hızla ilerlediğini asla düşünmeden, sadece aldandıkları bu hayal ile mutlu olur, yetinirler. Oysa onları yanıltan bu kusursuz düzen, herşeyin sahibi olan Allah'ın eseridir ve yine onun tek bir emriyle akıllara durgunluk verecek bir görkemle son bulacaktır. İşte böyle bir gün ile kesin olarak karşılaşmayacakları zannında olanlar, Sur'un sesiyle bu gafletten aniden uyanacaklardır. Ancak bu uyanış faydasızdır, çünkü artık Allah ve ahiret adına birşeyler yapmak için çok geçtir.

Kuran Ahlakı

Mümin, Allah'ın izniyle aklını dilediği gibi yönlendiren, aklını sürekli Allah'ı tanımak, O'nun dinine hizmet etmek için kullanan insandır. Aklına boş bir düşünce geldiğinde, aklını bundan kurtarır. Şeytan aklına bir kuşku ya da kuruntu soktuğunda ise yine Kuran'ın tarif ettiği şekilde zihnini bu baskıdan kurtarır. İşte tüm bu "aklı temiz tutma" çabasının en önemli parçası dikkattir.

Müminin karşısına çıkan bazı olaylar, örneğin inkarcıların kurduğu bir tuzak, ilk bakışta olumsuz, aleyhte bir durum gibi gözükebilir; ama Allah mutlaka bunda da bir hayır yaratmıştır. Bu olayda ne gibi hayırlar olduğunu da ya hemen ya da zaman içerisinde müminlere gösterir. Bu yüzden müminlerin de karşılaştıkları her olayda bir hayır olduğunu bilmeleri gerekir.

Ümitsizlik, şeytanın mümini Allah yolundan alıkoymak için verdiği vesveselerden biridir. Şeytan bu yolla hata yapan bir müminin moralini bozmaya, yapılan basit hataları kendi gözünde büyütmeye ve onu daha da büyük hatalara sürüklemeye çalışır. Hedefi, mümini imanından ve samimiyetinden kuşkuya düşürmek, ona boş kuruntular aşılamaktır. Eğer insan şeytanın bu yönteminden etkilenirse, giderek imani bir zayıflığa düşer, hata üstüne hata yapmaya başlar. "Bir kere hata yaptım, artık dönüşü yok" diye dile getirilen bir mantık içerisinde, giderek daha da büyük günahlara sürüklenir.

İyilerin İttifakı

Günümüzde "kötüler" güçlü gibi görünen ve belki güzel ahlakı savunan birçok kişiyi türlü yöntemlerle susturarak sindiren bir ittifak kurmuşlardır. Çevrenizde görmek istemeyip de gördüğünüz tüm çirkinliklerin, zalimliklerin, dejenerasyonun, sevgisizliğin, nefretin, acımasızlığın, kötü sözlerin, haksızlıkların, fakirliğin, dedikoduların, insanları üzen, sıkan, gerilime düşüren her türlü olayın nedeni kötülerin bu şiddetli ittifakıdır.

Unutmayın ki zulme rıza göstermek, durmak bilmeyen kötülüklere karşı ses çıkarmadan seyirci olmak, zulmün ta kendisidir.

Kuran'a uyan, Kuran ahlakını kazanmış bir insan hiçbir zaman böyle bir ümitsizliğe kapılmaz veya çevresindeki çirkinliklere hiçbir koşulda göz yummaz. Vicdanlı ve akıl sahibi bir Müslüman çevresindeki insanları, içinde yaşadığı toplumu, hatta tüm insanları zulümden, kargaşadan, savaşlardan, bozgunculuktan, ahlaksızlıktan ve vicdansızlıktan kurtarmak için çaba gösterir. Şu çok açık bir gerçektir ki, samimiyet, vicdan, dürüstlük, merhamet, şefkat, sevgi, saygı gibi manevi değerler kötülüklerin ahlaksızlıklarını eritecek ve ortadan kaldıracaktır. Diğer bir deyişle iyilerin biraraya gelmeleri ve birlikte davranmaları ile kötülerin ittifakı dağılacak, kötülükleri eriyip yok olacaktır.

Gerçeği Düşündünüz mü?

Kuran'ın "çağa uydurulması" gerektiğini öne sürenler, Kuran'ın her dönemi ve her toplumu kapsama özelliğinin farkına varamamış olanlardır. Kuran'ı açık bir zihinle okuyan kişi görür ki, Kuran'da anlatılan kişi ve toplum özellikleri, bugün de dahil olmak üzere tarihin her dönemini açıklamaktadır. Dinden uzak toplumların içinde bulunduğu bütün yanlışlıklar, bozukluk ve sapkınlıklar Kuran'da anlatılır, o toplumların dine karşı gösterdiği tepkiler tarif edilir, karakter tahlilleri yapılır. Bu tarif ve tahliller günümüz dünyasına da tamı tamına uymakta, böylece Kuran'ın "sosyolojik mucize"sini belgelemektedir.

Yalnızca Allah'a kul olan kişi alabildiğine özgür, rahat, neşeli ve mutludur. Onu zincirleyen, "sahte ilah"ların boyunduruğundan kurtulmuştur. "İnsanlar hakkımda ne düşünüyor?", "falanca beni sevmezse ne yaparım?", "işten atılırsam ne olur?" gibi milyonlarca korku ondan uzaklaşmıştır. Aciz, zalim, akılsız ve hiçbir şeye gücü yetmeyen milyonlarca hayali ilaha kulluk etmenin baskısından kurtulup, herşeye gücü yeten, sonsuz akıl ve güzellik sahibi, herşeyi kontrolü altında bulunduran, sonsuz şefkat ve adalet sahibi olan Allah'a bağlanmıştır.

Mümin, her zaman için Allah'ın rızasına karşı, kendisine olmadık alternatifler öneren nefsine karşı koyar. Onu, korku, bıkkınlık, ümitsizlik, gevşeklik gibi çeşitli engelleri kullanarak yolundan döndürmeye çalışan nefsini, şevkle, azimle, cesaretle, sabırla yener. Yolundan asla dönmez, çünkü bu yol onun tek dostu, tek yardımcısı ve tek dayanağı olan Allah'ın yoludur.

Cahiliye Toplumunda İnsan Karakterleri

Allah insanları ancak din ahlakını yaşadıklarında ve iman ettiklerinde mutlu olacakları şekilde yaratmıştır. Kuran'da belirtilen bu ahlak modeli dışında binlerce yaşam şekli, binlerce karakter yapısı daha türetilse bini de yine aynı sonucu verecek, sıkıntı, karmaşa ve huzursuzluk getirecektir.

Cahiliye insanlarının yaptığı en büyük yanlış çözümü Kuran'da aramamalarıdır. İçerisinde bulundukları durumun açmaz bir hal aldığını açıkça görürler. Yaşadıkları hayat tarzının, benimsedikleri karakter yapısının umdukları sonucu vermediğini, kendilerini tatmin etmediğini ve hatta sıkıntıya soktuğunu hayatlarının her anında hissederler. Ancak buna çözüm olarak cahiliyenin sunduğu diğer alternatifleri deneme yoluna giderler ki bu da onlara birşey kazandırmaz.

İnsanın önünde her an bu nimetleri yakalamak için bir fırsat vardır. Bunun için ne büyük fedakarlıklarda bulunmak, ne günlerce çalışıp yorulmak, ne de herhangi zor bir engeli aşmak gerekir. İnsanın sadece samimi olmaya ve Allah'a sığınmaya niyet etmesi, bu kapının açılması için yeterlidir. Bu ise saniyelere sığacak kadar çabuk gerçekleşebilecek bir karardır.

Bu nedenle cahiliyenin tüm bu çarpık karakterlerinden kurtulmak isteyen kişi bilmelidir ki bu çok kolaydır. İnsanın bu satırları okurken dahi tek bir niyetle Allah'ın rahmetini ve cennetini kazandıracak bir karakter kazanması mümkündür. Çünkü Allah her insanı duymakta ve kalbinden geçenleri bilmektedir; ona şah damarından daha yakındır. İnsan niyetini değiştirdiğinde Allah bunu o an bilir ve dilerse o kişinin üzerindeki nimetini değiştirip güzelliklerini artırır.

Adamlık Dini

İnsanların bir çoğunu etkisi altına almış güçlü bir din vardır. Bu dinin adı Adamlık Dini'dir. Bu din, kendisine bağlananlara hedef olarak "adam olma"yı gösterir. "Adam olmak", bu dinin değer yargılarını benimsemek, kurallarını, yasaklarını ve davranış biçimlerini uygulamak, karakter özelliklerini üzerinde taşımak demektir. Toplumda kabul görmek, yadırganmamak, belirli bir yere gelebilmek için adam olmak şarttır. Bu din sonuç olarak "adam olma"nın dinidir.

Dünya üzerinde, ideolojisi, felsefesi, dünya görüşü ne olursa olsun ya da isterse hiç olmasın, hak dinden uzaklaşmış toplumların fertlerinin istisnasız tabi oldukları tek bir ortak din vardır. İşte bu din, "Adamlık Dİni"dir.

Adamlık dini, insanları samimiyetsizliğe, yapmacık ve zorlama tavırlara iter. Bu dine tabi olan kimseler, hiçbir zaman içlerinden geldiği gibi rahat ve doğal davranamazlar. İçinde bulundukları ortama uygun olduğunu düşündükleri davranış biçimlerini, hareket tarzlarını, konuşma kalıplarını, yüz ifadelerini kullanır, her durumda rol yaparlar. Buna karşın, kendilerinin son derece doğal ve normal bir boyutta olduklarını sanırlar. Bu din, sonuçta, kendine karşı bile samimi olamayan, yapmacık, sahte bir kişiliğe sahip insan modelleri üretir.

Dinsizliğin İlkel Mantığı

Cahiliye toplumunun en belirgin özelliği, bu toplumu oluşturan insanların Allah'ı tanımamaları ve Allah'ın bildirdiğinden uzak bir yaşam sürmeleridir. Bu da onların Kuran'dan tamamen ayrı bir düşünce ve ahlak anlayışı geliştirmelerine neden olur. Oysa Kuran, bir insanın ömrü boyunca ihtiyaç duyabileceği tüm konulara cevap veren, yaşamının her alanına çözüm getiren ilahi bir kitaptır. Allah tarafından indirildiği için, insanın yaratılışına en uygun ahlak anlayışını ve en güzel yaşam tarzını öğrenebileceğimiz kaynak da yine yalnızca Kuran'dır.

Cahiliye insanları önce kendi elleriyle bir sistem kurar, ardından da belirledikleri sistemin kuralları yüzünden azap dolu bir hayat yaşarlar. Tüm bunlar bir mantık bozukluğunun, ilkel bir düşünce sisteminin ürünüdür. Ama bu mantık hatasını kökten düzeltmek ve ölçülerini yeniden belirlemek yerine, bu sonuçsuz yarışta başarılı olmanın yollarını ararlar.

Oysa gerçek üstünlük, cahiliyenin yüzeysel bir bakış açısıyla belirlediği gibi mal, mülk, şöhret, güç ya da itibar gibi kavramlara değil, insanların Allah'a olan imanlarına, takvalarına ve güzel ahlaklarına bağlıdır. Bunun dışında bir insanın ne derisinin rengi, ne boyu, ne kilosu, ne güzelliği, ne de maddi durumu Allah katında bir önem taşımaz. Bunların tümü, insanlar kefene sarılıp toprağın altına gömüldüğünde önemini yitirecek olan gelip geçici değerlerdir. Geriye tek kalan şey ise kişinin Allah'a olan imanı ve bağlılığı olacaktır.

Dinsizliğin Kabusu

Haksızlık, israf, kuruntu, taassup, zulüm, şiddet, ekonomik ilişkiler, ticari ilişkiler, karı koca ilişkileri, insanlar arası sosyal ilişkiler, akrabalar arası ilişkiler ve bunlar gibi sayısız sosyal sorun ve konu hakkında Kuran ahlakının yaşanması, insanların yaşamlarını kolay, rahat ve mutlu kılacak en temel, en adaletli, en mükemmel ve en köklü çözümleri getirir.

Bunların dışında Kuran her konuda ve her şartta gösterilmesi gereken ideal tavır ve ahlak yapısını da insanlara açıklar. Kuran'da tarif edilen bu üstün ahlak modelini yaşayan insanlardan oluşan bir toplum da elbette asırlardır özlenen ideal yapısına kavuşacaktır.

Herkesin kibirli olduğu bir toplumun ne derece çekilmez ve azap dolu bir ortam olduğu açıktır. Büyüklenmekte, bencillikte, zalimlikte elindeki imkan ve fırsatlar ölçüsünde hiçbir sınır tanımayan insanların oluşturduğu bir toplumla, herkesin birbirine tevazulu ve alçak gönüllü davrandığı bir toplum arasındaki uçurum dinin gereği gibi yaşanmamasından kaynaklanmaktadır.

İnsanlar, hak dinin rehberliği olmadan, ne şahsi ne de toplumsal sorunlarına hiçbir zaman köklü ve tatmin edici çözümleri kendi başlarına bulamazlar. Nitekim tarih boyunca dinden uzak yaşayan toplumların şu ana dek çözemeden taşıdıkları sayısız sorun bu gerçeğin açık bir kanıtıdır. İnsanoğlu dinden yüz çevirdiği takdirde bunun karşılığını kendisinin ve içinde yaşadığı toplumun, asla başa çıkamayacağı sıkıntı ve sorunlarıyla ödemek zorunda kalacaktır. Bu, dinsizliğin dünyadaki karşılığıdır. Ahiretteki karşılığı ise çok daha acı ve sürekli olacaktır.

Cennet

Birçok kimsenin hayalinde cennet, bulutların içinde, bir sis perdesinin ardında, beyaz rengin hakim olduğu, aydınlık, fakat puslu bir rüyalar alemidir. Cennete girmeye hak kazanan insanlar ise yüzlerinde saf bir tebessüm ve uykulu gözlerle bulutların üstünde uçuşan ve bununla mutlu olan insanlardır. Bazı kişilere göre ise yalnızca yeşilliğin, kırların ve çayırların bulunduğu, kuzuların otladığı, insanların ağaçların altında oturup önlerinden akan dereleri seyrettikleri yeşilliklerdir. Halbuki bu düşünceler, toplum içinde hakim olan yanlış anlayışlara, geleneklerden gelen çarpık düşünceleri yansıtmaktadır. Çünkü Allah'ın Kuran'da inanan kullarına vaat ettiği cennet, insan aklının kavramakta zorlanacağı bir güzelliğe sahiptir.

Cennet dünyaya çeşitli yönlerden benzemekle birlikte dünyanın kat kat daha üstün, kusursuz ve eksiksiz olanıdır. Üstelik ölümden sonra insanı bekleyen iki sonuçtan biridir ve hiç şüphesiz bunun elde edilmesi için büyük bir uğraş gerekmektedir. O halde kişinin yapması gereken, samimi bir kalple Rabbine teslim olması, sahip olduğu tüm batıl inançları terk edip Kuran ayetlerini eksiksizce yaşaması ve tüm hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmeye çalışmasıdır. Aynı zamanda cennetin varlığı ile ilgili düşüncelerini de iyice netleştirmeli ve Kuran ayetlerinde cennet hakkında bildirilen doğru bilgileri bir an önce öğrenmelidir.

Tarih Boyunca Müminlere Atılan İftiralar

Allah'ın izniyle müminlerin aleyhine kurulan her tuzak en başından bozulmuş olarak doğar; atılan her iftira da boşa çıkmış olarak atılır. Müminlere söylenen her incitici söz, sözü söyleyene, geri dönüp isabet edecek olan azap dolu karşılığı ile birlikte söylenmiştir. Bir başka deyişle, müminler aleyhine yapılan her konuşma, her tavır ve her zulüm mutlaka yapan kişinin dünyada ve ahirette şiddetli bir pişmanlık yaşamasına; telafisi olmayan, içini yakan, onu kahreden bir sıkıntı ile karşılaşmasına neden olacaktır.

Geçmişteki örnekler üzerinde düşündüğümüzde, karşımıza çok önemli bir nokta daha çıkmaktadır: İftiraya uğrayan müminin sabrı ve tevekkülü denenirken, aynı zamanda bu olaya şahit olan diğer Müslümanların da iftiraya uğramış müminlere karşı hüsn-ü zanları ve samimiyetleri denenmektedir.

Bir Müslümanın yapması gereken iman eden bir kişi hakkında kötü bir haber duyduğunda öncelikle o işin aslını araştırmak olmalıdır. Eğer karşıdaki kişinin iman eden, Allah'tan korkan, Kuran'a uyan bir insan olduğu biliniyorsa bu durumda hemen tarih boyunca Müslümanlara atılan iftiraları düşünerek iftiraya uğramış mümine hüsn-ü zan etmesi gerekir.

Şeytanın Enaniyeti

Enaniyet şeytanın en temel karakter özelliğidir. Dolayısıyla, "enaniyet" ve ondan kaynaklanan kibir, tüm sapkınlıkların kaynağı, tüm azgınlıkların kökenidir. Bu özellikler, tarih boyunca milyonlarca insanı ateşe götürdüğü gibi, bugün de sayısız insanın benliğini sarıp kuşatmakta, onları İblis'in yoluna çekmektedir. Enaniyetli olan, yani kendisine özel bir benlik vererek Allah'a karşı haksız yere bir büyüklenme gösteren, O'na karşı aczini bilmeyen, O'nun ayetlerinden yüz çeviren herkes şeytanın konumuna aday demektir.

Enaniyetle dinin bir arada yaşanamayacağı kesindir. Çünkü dinin en önemli şartı yalnızca Allah'ı büyük tanımak, yalnızca O'nu ilah edinmektir. Enaniyetli bir kimse ise kendini Allah'tan bağımsız müstakil bir varlık olarak görür ve hevasının emirlerini yerine getirir. Allah'ın kulu olduğunun şuuruna varamaz. Allah'ın kendisine vermiş olduğu özelliklerden ötürü büyüklenerek nefsini yüceltir. Kısaca kendi nefsini ilah edinir, onu Allah'a ortak koşar. Dolayısıyla enaniyetle din değil, ancak şirk yaşanabilir.

Şeytan

O en büyük düşmanınız. Bir efsane ya da bir masal değil, gerçeğin ta kendisi. İnsanlık tarihinin her aşamasında var oldu. Yaşamış ve ölmüş milyarlarca insanı ateşin içine çekti ve halen çekiyor. Hiçbir zaman ayırım yapmaz. Genç, yaşlı, kadın, erkek, devlet başkanı veya dilenci farketmez. Her insan bu düşmanın hedefidir. Bu yazıyı okurken sizi gözlüyor ve planlar yapıyor. Hiç acelesi yok, çok sabırlı, açık vermenizi bekliyor. Gerekirse bir ömür boyu beklemeye devam edecek. Tek arzusu var; kendisiyle beraber olabildiği kadar çok insanı -siz de dahil- cehenneme sürüklemek.

Şeytanın Allah'tan bağımsız bir güç olduğunu düşünenler yanılırlar. Bu kimseler şeytanın Allah'a karşı bir mücadelesi olduğunu zannederler. Oysa şeytanın insanlara Allah'ın dinini yaşatmak istememesinin nedeni, bunun insanları yıkıma uğratmak için tek yol olduğunu bilmesidir. Yoksa şeytanın Allah'a karşı bir düşmanlığı söz konusu olamaz. Sonuç olarak o da Allah'ın yarattığı bir kuldur ve O'nun izniyle faaliyetini sürdürmektedir. Kendisine tanınan süre bittiğinde, cezasını çekmek üzere o da saptırdığı insanlarla beraber cehenneme atılacaktır.

Şirk

Allah'a şirk koşmak son derece tehlikeli, telafisi mümkün olmayan, insanı cehenneme kadar sürükleyebilecek bir günahtır. Bu nedenle Allah'tan korkan ve O'nun cennetini uman bir kişinin bu tehlikeye karşı dikkatli olması gerekir.

Kuran'da bahsedilen, insanların ilah edindikleri şeylerden biri de "heva"dır. Heva, 'nefsin arzu ve hevesleri, istek ve tutkuları' anlamına gelir. Hevanın ilah edinilmesi de insanın kendi nefsinin isteklerini Allah'ın emir ve isteklerinden önde tutması ile olur. Hevanın ilah edinilmesi gerçekte bütün müşriklerin içinde bulunduğu bir sapkınlıktır. İster heykellere tapsın, ister cinlere tapsın, isterse başka kimselere ya da varlıklara tapsınlar, tüm şirk koşanlar aynı zamanda ellerinden geldiği, imkan bulabildikleri ölçüde nefslerinin arzu ve emirlerini yerine getirmeye çalışırlar. Ancak buraya kadar saydığımız putlara tapmayıp yalnızca hevasına tapan kimseler de günümüz toplumunda büyük bir çoğunluğu oluştururlar.

Allah'ın dışındaki varlıklar yalnızca O'nun yarattıklarıdır. O'nun dilemesiyle varolmuşlardır. O'nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirirler. Kendileri de dahil, sahip oldukları herşey Allah'a aittir, hepsini Allah vermiştir, dilediği zaman da geri alır. Kısaca Allah'tan başka herşey ve herkes, sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç varlıklardır. Bunların kendilerine ait bir güçleri, kabiliyetleri yoktur; öyle ki kendilerine bile yardıma güç yetiremezler. O halde, ortada Allah'tan başka güvenilecek, yardım umulacak, bir şeyler istenecek, beklenecek kimse de yoktur. Bu nedenle, Allah'tan değil de başkalarından yardım dilemek, Allah'a güvenmeyip, sebeplere, aracılara, insanlara güvenmek, Allah'ın yarattıklarını Allah'tan bağımsız bir güç, irade ve etki sahibi olarak görmek demektir ki, bu da apaçık şirktir.

Ölüm-Kıyamet-Cehennem

Ölüm sizi her an yakalayabilir. Kimbilir o an, belki de şu andır, ya da size çok yaklaşmıştır. Belki de bu satırlar kendinize çeki düzen vermeniz için ölümünüzden önce size tanınmış son bir fırsat, son bir hatırlatma, son bir uyarıdır. Siz bu satırları okurken bir saat sonra hayatta kalacağınızdan emin olamazsınız. Bir saat sonra hayatta olsanız bir sonraki saate erişeceğinizin hiçbir garantisi yoktur. Değil bir dakika, hatta bir saniye sonra bile hayatta olacağınız kesin değildir. Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitireceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ölüm size, büyük bir ihtimalle, bir dakika öncesinde ölmeyi hiç aklınızdan geçirmediğiniz bir anda gelecektir.

İnsanlar tarih boyunca karşılarına çıkan pek çok soruna çözüm bulmalarına karşın, ölüme çare bulamamışlardır. Her canlı varlık ölüme mahkum olarak doğar. Belli bir süreye kadar yaşar. Kimileri çok küçük yaşta hayata veda ederken, kimileri genç, kimileri orta, kimileri de ileri yaşlarda bu dünyayı terk ederler. Hiçbir insanın sahip olduğu malı-mülkü, serveti, makamı, mevkisi, şöhreti, itibarı, kuvveti ve güzelliği ölümü kendisinden uzaklaştıramaz. Hepsi de istisnasız ölüme boyun eğmişlerdir ve bundan sonra da eğmeye devam edeceklerdir.

Kuran'daki tasvirlerden anlaşıldığına göre cehennem; pis kokusu, dar, gürültülü, karanlık, isli, dumanlı, izbe ve tekin olmayan mekanları, hücreleri kavurucu sıcaklığı, en iğrenç yiyecek ve içecekleri, ateşten elbiseleri, kül rengi zeminiyle sonsuza kadar artan azabıyla korkunç bir mekandır. Söz konusu ortamı, fikir vermesi açısından bazı yönlerden, nükleer savaş sonrasındaki dünyayı tasvir eden filmlerdeki karanlık, alabildiğine pis, iğrenç, bunaltıcı ortamlara benzetebiliriz. Elbette böyle bir mekanda ona uygun da bir hayat söz konusudur. Cehennem ehli duyar, konuşur, tartışır, kaçmaya çalışır, ateşte yakılır, azabın hafifletilmesini ister, susar, acıkır, pişmanlık duyar.

Pişman Olmadan Önce

Gerçek pişmanlık, bir anda unutulmayan, insanı harekete geçiren, hatta kimi zaman insanda köklü değişiklikler meydana getirebilen bir duygudur. Samimi bir pişmanlığı kalbinde hisseden kişi, hayatının kendisine bağışlanan ondan sonraki bölümünü Allah'ın rızasına uygun olarak yaşar ve Allah'ı bağışlayan ve esirgeyen olarak bulmayı umar. Şartlar değiştiğinde ve kendisine yeni bir fırsat tanındığında asla eski tutumuna geri dönmez. Çünkü böyle bir nankörlüğün, Allah'ın, ayetlerinde belirttiği gibi, kendi aleyhine olacağını bilir.

Dünyada yaşanan geçici bir pişmanlığın dahi ne kadar büyük bir sıkıntı olduğunu biliyorken, sonsuza dek sürecek bir pişmanlığı göze almak doğru olur mu? Üstelik azabın bir an olsun hafifletilmeyeceği cehennem hayatında yaşanacak bir pişmanlığı… Elbette hiç kimse böyle bir pişmanlığı göze alamaz. Bu durumda insanın yapması gereken bellidir. Dünyada bu fırsatı değerlendirme imkanı her insan için halen mevcuttur. Dahası bu fırsatı kullanabilen bir insan sadece cehennem azabından kurtulmakla kalmayacak, hem dünyadaki hem de cennetteki tüm nimetlerin varisi olacaktır.

İşte bu nimetlere kavuşmak ve cehennem halkının pişmanlığından uzak kalmak isteyen her insan, hayatını Allah'ın rızasını kazanmaya adamalıdır. Allah'ın kendisini çağırdığı, karanlıklardan nura ileten yola kayıtsız şartsız uymalıdır.

Müminlerin Merhameti

Merhamet, adaleti ayakta tutan ve adaletten sapmayı engelleyen çok önemli bir ahlak özelliğidir. Mümin, bir insana düşmanı da olsa zalimce ve merhametsizce bir tavır gösteremez, her durumda ve koşulda sahip olduğu merhamet hissi onun adaletten taviz vermemesini sağlar.

İman eden bir insanın, Allah'ın her an yaptığı, konuştuğu ve hatta düşündüğü herşeye şahit olduğunu bildiği için, adaletsiz bir tavra girmesi mümkün olmaz. Çünkü Kuran'da müminlere adaletli olmaları emredilmiştir ve mümin, Allah'ın dünyada yapılan Kuran dışı tavırlara karşı cehennem azabıyla karşılık vereceğinden haberdardır.

Merhametsizlik ilk başta insanın kendisine zarar verir. Vicdanı kendisine merhameti emrettiği ve doğru olanı gösterdiği halde bu sesi bastırıp, zalimliği tercih eden insan hiçbir zaman gerçek anlamda bir iç huzuru yaşayamaz. Çünkü vicdanı onu rahatsız eder ve içinde bir vicdan azabı yaşamasına neden olur. Her yardıma muhtaç insan gördüğünde, kendisinin imkanı olduğu halde bu insanlara yardım etmediği ve onları bu hayata terk ettiği aklına gelir. Yine aynı şekilde her bencillik yaptığında vicdanı bunun yanlış olduğunu söyleyerek onu huzursuz eder. Vicdanın bu baskısından ve verdiği rahatsızlıktan kurtulmanın tek yolu ise, onun sesini dinlemek ve söylediğini yapmaktır. Çünkü vicdan Allah'ın rızasına ve Kuran'a yönelten bir güçtür. İnsan ancak vicdanının sesini dinlediğinde huzur duyacak şekilde yaratılmıştır.

Niçin Kendini Kandırıyorsun?

Eğer siz de kendinizi kendi ellerinizle asla telafisi olmayan bir pişmanlığa sürüklemek istemiyorsanız, dikkat edin. Sakın dünyevi amaçlarla kendinizi kandırıp oyalamayın. Sizin bu dünyada bulunmanızın gerçek amacı, ne iyi bir kariyer yapmak, ne çok zengin olmak, ne de iyi bir yuva kurup, çoluk çocuk sahibi olmaktır. Bunların hiçbiri gerçek varoluş amacınız değildir. En büyük amaç, Allah'a kulluk ederek O'nun rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Elbette bir insan dünya hayatı süresince başarılı bir işadamı olabilir, yüksek bir mevkiye ulaşabilir, evlenip pek çok çocuğa, toruna da sahip olabilir ya da bunlara sahip olmak için gayret gösterebilir. Ama bunları dünyaya yönelik tek amaç haline getirmemek ve bunları yaşarken de Allah'ın rızasını aramak şartıyla… Yoksa dünyaya yönelik bu değerlerin hepsi insanın ölümüyle birlikte anlamını tamamen yitirecek ve insan, geçerli olan tek şeyin Allah'a olan kulluğu olduğunu anlayacaktır.

Çoğunluğa uymanın temelinde "herkes öyle düşünüyordu, ben de onlara uymaya mecbur olduğumu düşündüm" gibi aciz bir mantık yatar. Yani kişi doğru bildiğinden vazgeçip çoğunluğa uymadığı takdirde insanların tepkisini çekmekten, onlar tarafından kınanmaktan ya da dışlanmaktan çekinir. Bu, genç-yaşlı tüm insanlar arasında son derece yaygın bir mantıktır. Sırf bu yüzden ibadetlerini yerine getirmeyen, bir ömür boyu Allah'ın rızasını unutup çoğunluğun rızası için yaşayan insanlar vardır. Oysa insan yüzlerce, binlerce insanın değil yalnızca Allah'ın rızasını aramakla sorumludur. Aynı şekilde insan kimin ne düşüneceğini hesaplamak ve buna göre hareket etmek durumunda da değildir. Allah Kuran'la insanları her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturmuştur. İnsan yalnızca Allah'a hesap verecek ve Kuran'a uyup uymadığından sorulacaktır.

Yusuf Medresesi

Müminler olaylara inkarcıların kavrayamadıkları bir gözle bakar ve olayların içyüzünü görebilirler. Onlar, zorluğun, ezanın, engellenmelerin asıl anlamını bilen, hayatlarını bu sırra göre yaşayan insanlardır. Dolayısıyla, Allah'a samimi olarak iman eden, sadece Allah'tan korkup sakınan, Allah'ı seven, Allah'ı dost edinen, insanlar arasında dostluğun, sevginin, hoşgörünün, ümitvar olmanın, iyimserliğin, dayanışmanın, güzel ahlakın yayılması için gönülden mücadele veren bir insanı, herhangi bir kötünün veya fesat peşindeki bir insanın durdurabilmesi veya engelleyebilmesi kesinlikle mümkün değildir. İnkarcılar bilmelidirler ki ne yaparlarsa yapsınlar, tüm güçlerini de toplasalar, birbirlerine arka da çıksalar, dağları yerinden sarsacak kadar kapsamlı tuzaklar da kursalar, onlar müminlere hiçbir zarar veremezler. Hatta her kurdukları tuzak, attıkları her iftira, söyledikleri her alaycı söz müminlerin hem dünyadaki hem de cennetteki mekanlarının daha da güzelleşip zenginleşmesine vesile olur.

Sakın Unutmayın

Evrenin herhangi bir köşesinde meydana gelen her olayın kontrolü elinde olan Allah'tır. O, tüm işlerin gizli veya açık her yönünden haberdardır. Sadece bizlerden değil göklerde, yerde, bu ikisi arasında her ne varsa, hepsinden haberdardır. Çünkü Allah, bütün alemlerin sahibidir. O halde, en küçük bir şeyin bile O'ndan asla saklı kalamayacağını, siz de dahil tüm insanların aklından geçenlerin veya yaptığı işlerin tamamının Allah'ın kontrolünde olduğunu asla unutmayın. Çünkü Allah; herkesin hayatı boyunca geçirdiklerini bilmekte ve bunların -bütün ayrıntısıyla- hesabını yapmaktadır. Allah, asla şaşırmayan ve kesinlikle hiçbir şeyi unutmayandır.

Allah'ın sizin için diledikleri dışında başınıza hiçbir şeyin gelemeyeceğini unutmayın. Başınıza gelen ve sizin iyi veya kötü olarak nitelendirdiğiniz her türlü olay Allah'ın bilgisi dahilinde yani kaderin akışı içinde gerçekleşmektedir. Sabah kalktığında hiç kimse o gün nelerle karşılaşacağını bilemez. İnsan ne kadar kendi kendine planlar yapsa da aslında olaylar kendisinin planladığı gibi yürümez, hatta hiç aklına gelmeyecek olaylarla karşılaşır. İnsanı bu belirsizlik içinde tek rahat ettirecek şey, karşılaştığı her olayın, Allah'ın isteğiyle kendisi için özel olarak yaratılmış olduğunu bilmek ve O'nun yarattığı kadere güvenip teslim olmaktır. Ama burada bir noktaya daha dikkat etmek gerekir: Planlamadan yaşadığınız olaylar Allah'ın bilgisi ve kontrolündedir; ama aynı şekilde planladığınız olaylar da… Zira kainat üzerinde Allah'tan bağımsız, hakimiyeti dışında tek bir yer, tek bir an bile mevcut değildir.