İkinci Baskıya Önsöz:Medeniyetler Barışı

Bu kitabın ilk baskısından bu yana dünya üzerinde önemli gelişmeler yaşandı. Bosna’da ve ardından Kosova’da yaşanan savaşlar duruldu, bu coğrafyalarda gündeme gelmiş olan İslam konusu dünya gündeminde giderek daha da önem kazandı. 11 Eylül 2001’de Amerika’ya karşı gerçekleştirilen menfur terör eylemleri ise, hem İslam’ın adını kullanarak dünyayı kana bulamak isteyen kötü niyetli kişilerin varlığını ortaya koydu, hem de bunları bahane ederek İslam ve Batı arasında bir çatışma körüklemek isteyen bazı Batılı çevrelerin niyetlerini bir kez daha açığa çıkardı.

Bizim, Bosna örneğinden yola çıkarak, dünya gündemindeki “Batı ve İslam” konusuna getireceğimiz yorum şudur: Dünyada Batı ve İslam dünyası arasında bir çatışma yaşanmasına gerek yoktur. Böyle bir çatışma sadece insanlığı felaketlere sürükler. Tesis etmemiz gereken kavram, medeniyetler çatışması değil, medeniyetler barışıdır. Nitekim Batının ahlaki değerlerinin kaynağı olan Hıristiyanlık ve İslam dünyasının değerlerinin kaynağı olan İslam da bunu öngörür. Her üç İlahi dine göre inananların görevi, dünyaya barış, huzur, adalet ve sükunet getirmektir. 11 Eylül ve benzeri devlet karşıtı terörist eylemler ya da Bosna’da (veya Filistin’de) yaşanan “etnik temizlik” benzeri devlet terörü; bunların her ikisi de İlahi dinlere tamamen aykırı suçlardır.

Bunun anlaşılması, yani terörün her türlüsünün önüne geçilmesi için elde edilmesi gereken iki önemli 'anlayış' vardır:

  1. İlahi dinlerin, kendi mensupları tarafından doğru anlaşılması. İlahi dinlerin siyasi fanatizm, cehalet ya da taassup nedeniyle çarpıtılmasına ve yanlış yorumlanmasına son verilmesi.
  2. Söz konusu medeniyetlerin (yani Batı ve İslam dünyalarının) birbirlerini doğru tanıması.

Yukarıdaki ilk maddeyi, elinizdeki ikinci baskıdan kısa bir süre önce yayınlanan İslam Terörü Lanetler adlı kitabımızda incelemiş bulunuyoruz. (Aynı kitap, Islam Denounces Terrorism ismiyle İngiltere’de İngilizce olarak da yayınlanmıştır.) Orada da açıklandığı üzere, terörizm ile İlahi dinler arasında bir ilişki yoktur. Tarih boyunca İlahi dinler adına ortaya çıkan 'teröristler', örneğin Haçlılar, Siyonistler ya da sözde İslam adına ortaya çıktıklarını iddia eden teröristler, hep kendi dinlerini siyasi ve maddi amaçları için bir araç olarak kullanmak isteyenlerdir. Bunun her üç İlahi dinin mensupları tarafından anlaşılması için uluslararası bir kültür seferberliği düzenlenmeli, özellikle de gerçek İslam’ın anlaşılabilmesi için çok kapsamlı bir çaba yürütülmelidir.

İkinci madde, yani medeniyetlerin birbirlerini doğru tanıması da son derece önemlidir. Batının İslam dünyasını, İslam dünyasının da Batıyı anlaması gerekmektedir. Biz bu kitapta Batının içindeki bir 'Anti-İslami Enternasyonal'den söz ettik ve bunun Bosna’daki Sırp terörüne verdiği desteği inceledik. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, 'Anti-İslami Enternasyonal' ifadesiyle kastettiğimiz güç, Batı medeniyetinin kendisi değildir. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Batılı ülkelerin devletleri değildir. Halkları hiç değildir. Anti-İslami Enternasyonal, Batılı ülkelerde zaman zaman etkili olan birtakım lobiler, think-tankler, sermaye kurumları ya da medya unsurlarından oluşan bir ideolojik çevredir. Bu çevre, Batının mutlaka İslam ile çatışması gerektiğini düşünmekte, buna dair senaryolar üretmekte ve uluslararası siyaseti buna göre yönlendirmeye çalışmaktadır. Huntington’un ünlü 'medeniyetler çatışması' tezi, bu yönlendirmenin örneklerinden sadece birisidir. Bosnalı Müslümanlara karşı Sırpları el altından destekleyen de, İslam’ı Amerikalı ya da Avrupalı kitlelerin gözünde kötü göstermek için sistemli bir propaganda yürüten de aynı güçtür.

Anti-İslami Enternasyonal olarak tanımladığımız söz konusu gücü, bizzat Batı medeniyeti ile veya bu medeniyet içindeki herhangi bir ülke ile özdeşleştirmek çok büyük bir yanılgı olur. Çünkü Batıda, söz konusu gücün tam aksi yönde düşünen ve politika üreten çevreler de vardır. Bugün pek çok Batılı devlet adamı, politikacı, entelektüel, gazeteci veya sıradan insan, İslam’ı anlamaya ve Müslümanlarla dostluk kurmaya çalışmaktadır. Bosna’da veya İslam dünyasının bir başka yerinde Müslümanlara yapılan zulümlere samimi bir şekilde tepki gösteren pek çok Batılı insan vardır. Dahası Batılı devletler bu konuda somut adımlar da atmışlardır. Bosna’da ve ardından Kosova’da Sırp vahşetinin durdurulmasında ABD ve NATO girişimlerinin rolünün büyük olduğunu kabul etmek gerekir. Anti-İslami Enternasyonal’i temsil eden 'gizli el', bu kitap boyunca okuyacağınız gibi, Sırplara el altından destek vermiştir, ama Batılı ülkelerin politikasını tamamen yönlendirebilmiş değildir.

Sonuçta, Batı hakkında önemli bir gerçeği bilmek gerekmektedir: Batılı ülkeler, özellikle de ABD, 'monoblok' (yekpare) bir siyasi veya toplumsal düzene sahip değildir. Her biri farklı düşünce ve amaçlara sahip pek çok farklı unsurdan oluşmaktadır. Bunların içinde İslam’a düşman olan bir 'gizli el' bulunduğu gibi, bu düşmanlığa karşı çıkan ve İslam dünyasına dostluk ve adalet prensibi içinde yaklaşmak isteyen çok geniş bir kitle ve bunun siyasi temsilcileri de vardır. Anti-İslami Enternasyonal’in en önemli unsuru olarak tanımladığımız İsrail’de dahi, İsrail Devleti’nin on yıllardır uyguladığı işgal ve katliam politikalarına şiddetle karşı çıkan, Filistinlilerin haklarını savunan ve 'adalet içinde barış' talep eden toplum kesimleri ve siyasi oluşumlar vardır. Öyle ki bazı dindar Yahudiler İsrail Devleti’ni tanımamakta, onu illegal bir siyasi yapı olarak kabul etmektedirler.

Bu durumda Anti-İslami Enternasyonal’e karşı Müslümanların ne yapmaları gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkar: Batıdaki ılımlı ve barışçı unsurlarla diyalog kurmak ve onlarla iş birliği yapmak. Bu yaklaşım, Allah’ın biz Müslümanlara aşağıdaki Kuran ayetinde emrettiği ılımlı ve barışçı tavrın da bir gereğidir:

Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir. (Mümtehine Suresi, 8-9)

Anti-İslami Enternasyonal, ayette “din konusunda sizinle savaşanlar, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranlar ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanlar” şeklinde tarif edilen gücün günümüze ait bir tanımıdır. Müslümanların bunun dışında kalan gayrı-Müslim insanlara karşı takınması gereken tavır ise iki temel kıstas üzerinedir: İyilik ve adalet. Üstelik Müslüman ahlakı "kötülüğe karşı da iyilikle cevap vermeyi" gerektirdiği için, Müslümanlara düşen her türlü düşünce ve anlayışa karşı öncelikli olarak ılımlı ve barışçı bir politika izlemektir. Ve bu yaklaşım, İslam’a karşı olumsuz bir bakış açısı olan kişilere dahi gerçekte İslam’ın bir barış ve esenlik dini olduğunun anlatılmasını ve söz konusu güçlerle fikri platformda mücadele etmeyi gerektirmektedir.

İşte çağımızda Müslümanlara yol göstermesi gereken prensip budur. Her Müslüman, dünyaya iyilik ve adalet getirmekle sorumludur. Bu yol izlendiğinde, hem 'medeniyetler çatışması' gibi felaket senaryoları boşa çıkacak ve bunun yerine 'medeniyetler barışı' kurulacak, hem de diğer medeniyetlerin içinden pek çok insan İslam’ın doğru yoluna gelecektir.