3. Bölüm: Osmanlı'nın Yıkılış Nedenleri
Dev İmparatorluk Yıkılıyor
Osmanlı Devleti'nin en geniş sınırlarına ulaştığı 1683 yılında, devletin yüzölçümü, etki alanları ile birlikte 24 milyon km2'yi buluyordu. Dünyanın dört bir yanı, İslam Halifeliği'nin merkezi İstanbul'dan yönetiliyordu. İngiliz derin devleti için bu İmparatorluk, hem dünyaya hakimiyeti hem de İslam camiasını temsil etmesi nedeniyle oldukça riskli görülüyordu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun duraklama dönemine girmesi, İngiliz derin devletinin Osmanlı üzerindeki sinsi emellerini gerçekleştirmesi için bir adım olmuştur. Aslında duraklama aşamalarını da hazırlayan yine İngiliz derin devletidir. Ortam müsait hale geldiğinde, İngiliz derin devleti çeşitli taktiklerle Osmanlı egemenliğini eline almayı başarmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, 24 milyon km2'lik coğrafya hakimiyetini kaybettiği gibi, dini, milli ve manevi değerlerinden de büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Bir bakıma İngiliz derin devleti, hedeflediği yozlaşmış toplum modelini Osmanlı üzerinde uygulamaya başlamış ve onu adım adım çöküşe götürmüştür.
Osmanlı'nın yıkılış sebeplerini detaylı olarak incelemek önemlidir. Osmanlı'yı çöküşe götüren bütün aşamalarda İngiliz derin devletinin sinsi taktikleri görülebilecek, dindar bir toplumun nasıl materyalizme sürüklendiği izlenebilecek ve deccali bir akımın münafıkane yöntemlerle nasıl felaket getirebildiği anlaşılabilecektir.
Osmanlı'yı yıkıma götüren sebepleri çeşitli başlıklar altında inceleyelim:
![]() |
1. İngiltere'ye Verilen İmtiyazlar ve İlk Borçlanma
İngiliz derin devletinin Osmanlı'ya ilgisi, Kraliçe I. Elizabeth döneminde başlar. Kraliçe, Privy Council üyesi William Harborne'u 1579'da Sultan III. Murad'a elçi olarak gönderir ve 1583 yılında iki devlet arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla Harborne İstanbul'a yerleşir. (Privy Council: Üyeleri başbakan tarafından seçilen İngiliz devlet danışma kuruludur. İngiliz derin devletinin denetiminde hareket eder.) Diplomatik ilişkilerin kurulmasında önemli rol oynayan Harborne iki İngiliz tüccar için Osmanlı topraklarında ticaret yapma izni alır. Daha sonra Kraliçe'nin ricasıyla bu izin tüm İngiliz vatandaşları adına genişletilir. Bu, İngilizlerin Osmanlı'dan elde ettiği ilk kapitülasyonlardır. Bu ilk kapitülasyonlarla İngiltere, artık Osmanlı'nın finans sistemini ele geçirecek ilk adımı atmış olur. İngiliz kapitülasyonlarının, iki devlet var oldukça devam edeceği taahhüdünün verilmesi, Osmanlı için çöküşün kapılarını açmıştır. Bu tarihten itibaren İngiliz derin devletinin Osmanlı'yla olan ilişkileri tek taraflı olmuştur ve İngilizlerin zenginleşmesi esasına dayanmıştır.
![]() |
93 Harbi sırasında Niğbolu'nun Rus güçlerince işgalini temsil eden resim |
Dönemin Osmanlı Maliyesi'ne bir göz atmak gerekirse, Kanuni Sultan Süleyman döneminde sadece Sivas vilayetinin yıllık bütçesi 20 milyon altın iken, Fransa'nın toplam bütçesi 4 milyon, İngiltere'nin ise 6 milyon altın idi. Böylesine zengin durumdaki Osmanlı Devleti, İngilizlere verdiği ilk imtiyazların ardından önemli kayıplar yaşamış ve 19. yüzyıla geldiğinde mali sistemi çıkmazın içine girmiştir. Osmanlı Devleti'nin İngiliz vatandaşlarına sunduğu bu imtiyazlar, özellikle dönemin Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) İngiliz dostu Mustafa Reşid Paşa'nın, ölüm döşeğindeki Padişah II. Mahmut'a imzalattığı, detaylarını önceki bölümde gördüğümüz, Baltalimanı Anlaşması ile zirveye çıkmıştır.
Bu anlaşmadan sadece 20 yıl sonra Kırım Savaşı patlak vermiştir. Kâğıt üzerinde, savaşın galiplerinden gibi görünen Osmanlı Devleti, gerçekte savaştan çok büyük zarar alarak çıkmıştır. Önceki bölümde detayları anlatılan İngiliz derin devleti kontrolündeki Düyun-u Umumiye'nin kurulmasıyla Osmanlı, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girmiş ve ekonomik bağımsızlığını kaybetmiştir. Düyun-u Umumiye'nin kuruluş zamanı II. Abdülhamid dönemine rastlar.
![]() | |
1. Kırım Savaşı sırasında Türk süvarileri (1855) | 2. Kırım Savaşı'nda Türk Topçu Birliği (1854) |
Burada Kırım Savaşı'nı oluşturan sebeplere dikkatli bakıldığında, savaşın zeminini hazırlayanın da, Rusya'yı bombardımana teşvik edenin de İngiliz derin devleti olduğu açıkça görülebilmektedir. Kırım Savaşı'na sürüklenen Osmanlı-Rus Krizi sırasında Rusların İstanbul'daki delegasyonunun başındaki Aleksandr Menshikov, Mustafa Reşid Paşa'nın İngiliz Büyükelçisi Lord Stratford'un baskısı ile barışı engellediğini söylemiştir. Plan tanıdıktır. Zaten tarih boyunca hemen her Osmanlı-Rus geriliminde mutlaka İngiliz derin devletinin dahli olduğu görülebilecektir. Gerek Kırım Savaşı, gerekse birazdan detaylarını göreceğimiz 1877-78 Osmanlı-Rus veya diğer ismiyle 93 Harbi sırasında Osmanlı ordusunda İngiliz askeri danışmanların bulunduğunu hatırlatmak gerekir. Söz konusu danışmanlar, Osmanlı liderlerini ve komutanlarını savaşa sürüklemiş ve karşılığında, sadece İngiliz derin devletinin menfaatine olacak ucuz taahhütler vermişlerdir.
![]() |
Kırım Savaşı sırasında Balıklava'daki limandan tekneye bindirilen hastaları temsil eden resim (William Simpson, 24 Nisan 1855) |
İngilizlerin, Kırım Savaşı sonrasında Osmanlı tarafında yer almalarının asıl sebebiyse, Osmanlı Devleti'nden bu "yardımın" karşılığını gani gani alabilmektir. Nitekim öyle de olmuştur; İngiltere, en büyük imtiyazları, bu sinsi savaş sonrasında kazanmıştır.
Kırım Savaşı'nın sonunda ilan edilen Islahat Fermanı ile Batı'da dolaşan liberal düşünceler Osmanlı'ya da girmiştir. Ancak bunların arasında Darwinizm de vardır. Kırım Savaşı sonunda İngiliz derin devleti emellerine ulaşmış, hem ideolojik hem de mali olarak Osmanlı'yı daha iyi sömürebilme imkanı bulabilmiş ve Osmanlı, çöküşe bir adım daha yaklaşmıştır.
II. Abdülhamid döneminde ise finansal açıdan çöküş en yüksek noktaya erişmiştir. 10 Kasım 1879'da, on yıllık süreyle Osmanlı hazinesinin gelirlerinden tuz, tütün, alkol ve balıkçılıktan alınan vergi kazançları, alacaklı Galata Bankerleri'ne, İngiliz-Fransız ortaklı bankalara verilmiştir. Söz konusu kurumların tümü İngiliz derin devletinin kontrolü altındadır. II. Abdülhamid, 20 Aralık 1881'de, Muharrem Kararnamesi ile Osmanlı maliyesini uluslararası mali denetime açmıştır. Böylelikle Devlet'in iktisadi faaliyetlerinin yönetimi ilk kez yabancıların kontrolüne geçmiştir.
İngiliz Derin Devletinin Dini Kullanması | ||||
İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth, Osmanlı Padişahına imtiyaz mektubu yazdığında, Müslümanların Halifesi'ne hitap ettiğinin farkında idi. Bu nedenle Katolik Avrupa ile arasına mesafe koyması gerektiğini düşünerek mektupta "putperestliği cezalandıran hakiki Tanrı'ya taptığını", bu yüzden de "putperestler" olarak gördüğü Katoliklerin amansız düşmanı olduğunu söylemiştir. Kraliçe ve İngiliz elçileri, mektupta her ne kadar Müslümanlara yakın olduklarını iddia etseler de, bu aslında zorunlu bir tiyatrodan başka bir şey değildir. Elçiler, Londra'ya gönderdikleri mektuplarda İslam dini için "şeytani ve barbar bir din" ifadesini kullanmakta (Yüce İslam dinini tenzih ederiz), "Müslüman dostu" ifadelerini Allah adına söylenmiş yalanlar olarak adlandırmaktaydılar. Allah'ın bu "yalanları" affedeceğine olan inançları da mektuplarında dile getirilmekteydi.
İngilizlerin sahte Müslüman dostluğu, 450 yıl boyunca devam ederek bugüne kadar gelmiştir. İngiliz derin devletinin Müslüman düşmanlığını Osmanlı döneminin son alimlerinden Seyyid Abdülhakim Arvasi çok güzel dile getirmiştir: İslam'ın en büyük düşmanı İngilizlerdir. İslamiyet'i bir ağaca benzetirsek, başka kâfirler, fırsat bulunca bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da bunlara düşman olur. Fakat bu ağaç bir gün filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. Bu ağaca hizmet eder, besler ve Müslümanlar da onu sever. Fakat gece kimse anlamadan köküne zehir sıkar. Ağaç öyle kurur ki bir daha büyüyemez. Vah vah çok üzüldüm diyerek Müslümanları aldatır. İngiliz'in, İslam'a böyle zehir salması demek, para, mevki ve kadın gibi, nefsani arzular karşılığında satın aldığı yerli münafıkların ve soysuzların elleriyle, İslam âlimlerini, İslam kitaplarını ve bilgilerini ortadan kaldırmasıdır.1 (İngiliz devletini ve halkını tenzih ederiz.) Bu, oldukça doğru bir teşhistir. Fakat kuşkusuz Abdülhakim Arvasi'nin burada işaret ettiği, masum İngiliz halkı değil, söz konusu hainliklerin derinlerinde bulunan İngiliz derin devletidir. İngiltere Devleti ve halkı, bu tanımlamalardan uzak ve münezzehtir. | ||||
1. M. Sıddık Gümüş, 'M. Sıddık Gümüş Sözleri ve Alıntıları', Alıntısöz, http://www.alintisoz.com/sozler/bu-kitab%C4%B1-dikkat-ile-okuyan-islam%C4%B1n-en-b%C3%BCy%C3%BCk-d%C3%BC%C5%9Fman/49194 |
2. Darwinizm'in Osmanlı'ya Girişi ve Milli ve Manevi Değerlerin Yitirilmesi
Kitabın ilk bölümlerinde, insanlık tarihinin en büyük bilim safsatası olan evrim teorisinin, İngiliz derin devleti üyeleri tarafından şekillendirildiğini ve dünyaya servis edildiğini detaylarıyla anlatmıştık. Darwinizm'in tüm dünyada yaygınlaştırılma sebebinin de, dünya çapında dini, manevi, ailevi ve milli duygulardan insanları uzaklaştırabilmek ve böylelikle kargaşa ve çatışmalara açık toplumlar inşa edebilmek olduğunu belirtmiştik. Bu yolla İngiliz derin devleti, deccali sistemini tüm dünyada yaygınlaştırabilecek, İslam alemini parçalara bölerken Hristiyan ve Musevi toplumları da yozlaştırabilecek ve böylelikle toplumları dejenerasyona ve çatışmalara kolaylıkla sürükleyebilecekti.
İngiliz derin devleti, Darwinizm belasını Osmanlı'da yaygınlaştırabilmek için özel bir zaman seçmiştir. Bu, İmparatorluğun büyük ölçüde kan kaybettiği, gücünü, nüfuzunu ve etkisini yitirdiği 19. yüzyıl sonlarıdır. "Aydınlanma" kılıfı altında, yine Osmanlı bünyesindeki materyalizmi modernlik sanan bazı kişiler kullanılarak bu veba Osmanlı coğrafyasına girmiş ve oldukça sinsi bir şekilde yaygınlaştırılmıştır. İngiliz derin devleti denetiminde kurulan dernekler, kurumlar ve okullar hep Darwinizm telkini üzerine faaliyet göstermiş ve başta Hilafetin temsil edildiği güzide Türk milleti ve neredeyse tüm İslam toplumları, bir anda "Allah yok" diyen bir akımın pençesine düşürülmüştür (Allah'ı tenzih ederiz).
Vebayı bir kere zerk ettikten sonra, gerisi İngiliz derin devleti için oldukça kolay olmuştur. Darwinizm'in bünyeye girmesi ile İslam Birliği ideali ortadan kalkmış, İslam toplumu paramparça olmuş, halk büyük ölçüde dini ve mukaddesatçı kimliğini kaybetmiş ve milli duygular yerini büyük ölçüde münafıkane eylemlere bırakmıştır. Artık bu aşamadan sonra, İngiliz derin devleti, ajanlarını ve propaganda yöntemlerini kullanarak Osmanlı toplumunu istediği şekilde yönlendirebilmiştir. Öyle ki, baskı altında tuttuğu II. Abdülhamid gibi padişahlara ve devlet adamlarına da istediğini yaptırır hale gelmiştir.
Dolayısıyla, Osmanlı'nın yıkılışının asıl sebebinin Darwinizm olduğunu söylemek oldukça doğru bir tespit olacaktır.
Osmanlı'ya Darwinizm Nasıl Yerleşti?
19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı aydınlarında ve yönetici kadrolarında Batılılaşma kültürünün hakim olduğunu görürüz. Bu dönemde Osmanlı topraklarına, ilk olarak Batı'daki bilimsel gelişmeler ve teknolojik yenilikler taşındı. Ardından Batı'nın siyasi ve ekonomik modelleri taklit edilerek Osmanlı devlet sistemi yenilenmeye çalışıldı. Osmanlı ordusu da, silahlarından kılık kıyafetine kadar yenilenme sürecine girdi. Bu Batılılaşma rüzgarı, bazı alanlarda güzel gelişmelere vesile olsa da, Osmanlı düşünce yapısını ve sosyal düzenini de etkiledi. Birçok konuda olduğu gibi felsefe ve bilim alanında da Batı'nın "mutlak" üstünlüğü kabul edildi. Avrupa'da yaygınlaşan materyalizm, pozitivizm, Darwinizm gibi ateist ideolojiler bazı Osmanlı aydınlarını çok büyük bir hızla etkisi altına aldı. Ateist olmayı, Darwin'in bilime aykırı iddialarına inanmayı, dünyayı materyalist bir gözle değerlendirmeyi modernliğin ve Batıcılığın bir gereği olarak kabul ettiler. Dönemin bazı siyasetçileri politikalarını, yaşam mücadelesinde ancak güçlü toplumların ayakta kalabileceğini iddia eden Sosyal Darwinizm üzerine bina ettiler. Osmanlı'nın sonunu getiren ise, Allah'ı inkar eden bu Darwinist akım oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ernst Haeckel, Herbert Spencer, Auguste Comte gibi birçok materyalist düşünürün kitapları, bir kısım Osmanlı aydınları arasında elden ele dolaşmaya başladı. 200'den fazla materyalist ve Darwinist eser Türkçe ve Arapça'ya çevrildi.
Örneğin Osmanlı subay ve yöneticilerinin yetiştiği Tıbbiye, Mülkiye, Hukuk Fakültesi, Harbiye gibi okullarda, materyalist kitaplar okutulmaya başlanmıştır. 1847'de Tıbbiyeyi ziyaret eden Mc Farleyn anılarında şöyle yazmaktadır:
(Okulun kütüphanesi için) çoktan beri bu kadar materyalist kitabı bir arada toplayan bir koleksiyon görmemiştim... Kanepenin üzerinde bir kitap vardı. Bu Holbah'ın ateizmi anlattığı Doğa'nın Sistemi kitabının son baskısıydı. Kitabın üzerindeki notlardan çok sıklıkla okunduğunu anladım. Tanrı'nın varlığına inanmanın saçmalığını ve ruhun ölmezliği inancının imkansızlığını matematikle gösteren bölümler en çok okunan yerlerdi.101 (Yüce Allah'ı tenzih ederiz)
Görülebildiği gibi Tıbbiye'de, oldukça kısa bir zaman içinde, öğrencileri ateizme sürükleyen Darwinist inançlar ciddi şekilde yaygınlaştırılmıştı. Abdülaziz Han ise iktidara geldikten kısa bir süre sonra Darwinist eğitimin durdurulması emrini vermiş, Darwinist materyalist eğitimi savunanları görevden uzaklaştırmıştı.
II. Abdülhamid Döneminde Osmanlı'da Evrim Teorisinin Yaygınlaşması
![]() |
Lübnanlı yazar Hüseyin El-Cisr'in Hamidiye Risalesi, dindar görünüm altında evrim teorisi propagandası yapan bir kitaptı. Evrim aldatmacası, dönemin dindar kitlelerine, söz konusu hocalar ve onların bu yayınları ile empoze ediliyordu. |
Abdülaziz Han'ın durdurduğu Darwinist propaganda Abdülhamid döneminde zirve yaptı. Lübnan, Mısır, Suriye, İstanbul başta olmak üzere İmparatorluğun dört bir yanında Darwinist materyalist yazılar, kitaplar, dergiler yayınlandı, daha da vahimi Darwinizm bir çok yerde müfredata dahil edildi. Abdülaziz Han döneminde görevden alınan Darwinist materyalist devlet adamları, Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet Basımevi Müdürlüğü, Sadrazamlık gibi hayati konumlara getirildi.
II. Abdülhamid'in emriyle Lübnanlı yazar Hüseyin El-Cisr'in Hamidiye Risalesi İstanbul'da 20 bin adet basıldı ve dağıtıldı. Kitap, tümüyle materyalist, Darwinist izahlarla doluydu ve Allah'ı inkar felsefesinin Osmanlı içinde ilk tohumlarını atmak üzere derlenmişti. (Allah'ı tenzih ederiz) Ancak ilginç bir şekilde bu kitap, II. Abdülhamid'e ithafen Hamidiye Risalesi adını almıştı. Risalenin kısa sürede çok tanınması üzerine El-Cisr, II. Abdülhamid tarafından İstanbul'a davet edilip Malta Köşkü'nde misafir edildi ve Dördüncü Osmanlı Nişanı'yla ödüllendirildi. El-Cisr bunun dışında da II. Abdülhamid'in övgüsüne, ilgisine ve çeşitli ödüllerine de nail oldu. II. Abdülhamid'in daveti üzerine çeşitli zamanlarda üç defa İstanbul'a gelip Sultan'ın misafiri oldu.
II. Abdülhamid, Hamidiye Risalesi'nin Türkçe'ye tercüme edilip neşredilmesi emrini verdi. Ayrıca, Hüseyin el-Cisr'den okullarda okutulmak üzere bir akaid (iman esasları) kitabı telif etmesini istedi.102
II. Abdülhamid tarafından böylesine övgüye nail olan El-Cisr ve kitabı, Osmanlı'nın çöküşünü hazırlayan temel yayınlardan biriydi ve Abdülhamid'in talimatıyla bütün Osmanlı içinde yaygınlaştırılmıştı. El-Cisr, II. Abdülhamid'e ithaf ettiği bu risalesinde, -hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen- "mutasyonların evrimleştirici gücü olduğunu ve yeterli sayıda ara formun bulunduğunu" iddia ediyordu. El-Cisr'e göre, güya Darwin'in teorisi İslam dini ile çelişmemekteydi.
Oysa mutasyonlar, %99 oranında zararlı, %1 oranında ise etkisiz kalan bozulma ve yıkılmalardır. Bilim insanlarının yeni keşifleri, "etkisiz" kabul edilen %1'lik mutasyonların da zaman içinde mutlaka zararlı etki gösterdiklerini ortaya koymuş ve bunlara sessiz mutasyon adını vermişlerdir. Dolayısıyla bugün bilimin gösterdiği gerçek, mutasyonların %100 oranında zararlı olduğudur. "Yeterli sayıda ara form" iddiası ise, evrim adına ortaya atılmış en büyük safsatalardan biridir. Zira yapılan çalışmalarda 700 milyondan fazla fosil çıkarılmış ve bunların bir tanesinin bile ara form olmadığı tespit edilmiştir. Şu ana kadar canlıların birbirlerinden evrimleştiğini gösteren TEK BİR TANE BİLE ARA FOSİL bulunamamıştır; bulunması da imkansızdır. Bulunan yüz milyonlarca fosilin tümü, hiçbir değişim geçirmemiş, tam ve mükemmel canlılara aittir. Nitekim Darwin bile, ara fosil bulunamaması durumunda teorisinin tümüyle çökmüş olacağını kitabında açıkça belirtmiştir:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu, benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.103
![]() |
İstanbul Üniversitesi'nin başlangıcı olarak kabul edilen ve II. Abdülhamid tarafından kurulan Darülfünun'un rektörü Hoca Tahsin Efendi de ilk Darwinistlerdendi. Kitabı, Darwinist propaganda örneklerinden biridir. |
El-Cisr, bütün bu safsataları savunurken aynı zamanda, "Allah yok" diyen bir teorinin Kuran ile çelişmediğini iddia edecek kadar da ileri gitmiştir. Yazdığı Hamidiye Risalesi, güya "Darwin'in teorisinin Allah'ın varlığı inancıyla çelişmediği ve evrim teorisinin dine uygun biçimde yorumlanabileceği, bazı ayetlerin bu açıdan sözde müteşabih yorumlanmasının mümkün olduğu" tarzında bilim dışı ve Kuran dışı iddilarla doludur. Dönemin dindar kitlelerine, söz konusu yazar ve hocalar yoluyla bu büyük aldatmaca işte bu yöntemlerle empoze edilmiştir. Öyle ki, el-Cisr'in bu risalesi Türkçe'ye, Urduca'ya ve diğer pek çok dile çevrilmiştir; Suriye ve Türkiye'de pek çok alim, özellikle de El-Ezher'deki alimler tarafından kabul görmüştür. El-Cisr'in kendisi de El-Ezher mezunudur.
İstanbul Üniversitesi'nin başlangıcı olarak kabul edilen ve II. Abdülhamid tarafından kurulan Darülfünun'un rektörü Hoca Tahsin Efendi de ilk Darwinistlerdendi. Üstelik göreve II. Adbdülhamid tarafından özel olarak getirilmişti. Sadrazam Reşit Paşa tarafından Avrupa'da eğitime gönderilmiş ve aldığı eğitim sonrasında materyalist olmuştu. Tarih-i Tekvin (Yaratılış Tarihi) makalesinde: "Bütün kainat ve varlığa hükmeden tekamül (evrim) kanunu gereğince kainatın gelecekte erişmiş olacağı değişim merhalelerinden" bahsediyordu.104
![]() |
Münif Paşa tarafından Osmanlı'da ilk bilim dergisi ünvanıyla çıkan Mecmua-i Fünun'da, Darwinizm anlatılıyordu. |
Hoca Tahsin Efendi, Varoluşun Tarihi veya Yaratılış kitabında ise kainatın oluşumunu, insan ve diğer canlıların meydana gelişini evrimle açıklamasıyla ve evrimi yaygınlaştırmasıyla ünlüydü. Materyalist felsefeyi benimsediği için "Mösyö Tahsin" olarak da anılıyordu. Hoca Tahsin Efendi, El- Ezher mezunu evrimci Cemaleddin Afgani'yi İstanbul'a getirtmiş ve İstanbul Üniversitesi'nde evrim propagandası yapmasını sağlamıştı. Afgani de, Hüseyin El-Cisr'in evrimci kitabının önemli savunucularındandı. Hoca Tahsin çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, "yetiştirdiği gençlerin itikadını bozduğu" gerekçesiyle daha sonra görevden alınmıştır. Ancak yetiştirdiği materyalist talebeler, Osmanlı'nın dört bir yanındaki köylere kadar hoca olarak gitmiş ve eğitim vermiş, böylelikle Darwinizm Osmanlı'da hızla yayılmıştır.
Darülfünun'da kaynak eser olarak bir başka evrimci Ahmet Mithat Efendi'nin makale ve kitapları da okutulmaktaydı. 1871 yılında Ahmet Mithat Efendi tarafından basılan Dağarcık dergisi yoğun olarak evrim propagandası yapıyordu ve on binlerce basılıp bütün Osmanlı'ya dağıtılıyordu. Ahmet Mithat Efendi yazılarında kendince, "insan, bir nevi hayvan olduğu için, vahşilik doğasının gereğidir" diyor ve sosyal Darwinizm'in şiddet unsurunu şu şekilde savunuyordu:
![]() |
Materyalist ve Darwinist felsefe yazılarıyla tanınan Servet-i Fünun Dergisi, Abdülhamid dönemindeki Darwinist yayınlardan biridir. (1892) |
İntikam bir nevi hakkaniyet ve adalet-i vahşiyanedir. Lezzet almak için fenalık edildiği pek nadir olup bunların kaynağı genellikle hırs, şan ve menfaattir. Bu halde, doğamızın özünde olan kötü davranışların bize zarar vereceğini nereden çıkarırız? Deve dikeni yırtıcı ise, yaratılışı böyle olduğu içindir.105
II. Abdülhamid dönemi Maarif Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) Münif Paşa'nın kurduğu, Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye grubunun amacı da "bilim dergileriyle materyalizmi ve evrimi anlatmaktı". İlk bilim dergileri olan Mecmua-i Fünun evrim yazılarından oluşmuştu. Sultan Abdulaziz, kendi döneminde, Darwinizm propagandası yapması sebebiyle Münif Paşa'yı görevinden almış ama Münif Paşa, II. Abdülhamid döneminde tekrar Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilmiştir.
Bu Darwinist ve materyalist eğitim çok hızlı sonuç vermiş ve Osmanlı aydınları, materyalizm ve pozitivizmin merkezi olan Edebiyatı Cedide yani Yeni Edebiyat akımı ve bu akımın yayın organı, Servet-i Fünun Dergisi etrafında toplanmaya başlamışlardı. Hareketin önde gelen şair ve yazarlarından, Abdülhak Hamit ve Recaizade Mahmut Ekrem, Türk İslam toplumunun manevi duygularını zedeleyecek şu sapkın fikirlerle ortaya çıkıyorlardı:
![]() |
Abdülhamid döneminde yayınlanan gazetelerin başyazarları Ahmet Cevdet (1) ve Şemsettin Sami (2) evrimcidirler. |
II. Abdülhamid döneminde yayınlanan Sabah Gazetesi'nin başyazarı Şemsettin Sami ve İkdam Gazetesi'nin başyazarı Ahmet Cevdet de evrimcidirler. Şemsettin Sami'nin 1878 yılında yazdığı İnsan isimli kitap, Doktor Ethem Necdet'in Tekâmül Kanunları ve Celal Nuri'nin Tarih-i Tedenniyat-ı Osmaniye: Mukadderat-ı Tarihiye (Tarihin Diyalektiği) kitapları, Abdülhamid döneminin Darwinist kitaplarından bazılarıdır. Tercüman-ı Hakikat Gazetesi'nin başyazarı Ahmet Mithat Efendi ile birlikte dönemin üç büyük gazetesi de evrimcilerin kontrolündedir. Dönemin bir başka önemli gazetesi olan Ceride-i Havadis'in baş yazarı da Beşir Fuad'dır. Fuad ve ismi zikredilen diğer yazarlar, Türk ateizmini Osmanlı'da ilk yaygınlaştıran kişiler olarak kabul edilmektedir. Ceride-i Havadis, Osmanlı'da ilk yarı resmi gazete olarak İngiliz diplomat ve gazeteci William Churchill tarafından çıkartılmıştır. Bir bilim ve edebiyat dergisi görünümüyle her ne kadar zamanın yazarlarını toplasa da gazetenin asıl çıkış amacı; İngilizlerin ekonomik ve siyasi çıkarlarına yönelik bir kamuoyu oluşturmaktır. Zira 1835-1837 yılları arasında İstanbul'da İngiliz elçilik sekreterliği yapmış olan David Urquhard, yaptığı araştırmalar sonucu; "zengin hammadde kaynaklarına ve geniş bir pazara sahip Osmanlı İmparatorluğu'nun, İngiliz çıkarları için yararlı olacağı"nı Kraliyet ailesine rapor etmiştir.
William Churchill, Ceride-i Havadis'te, örtülü bir şekilde İngiliz çıkarlarını, Osmanlı kamuoyuna benimsetmeye çalışmıştır. Nitekim, bu yılları takiben İngiliz sanayisinin hammadde ihtiyacı Osmanlı'dan karşılanacak ve İngiliz mallarının sürümü -Osmanlı sanayiinin iflası pahasına- artacaktır. Kıbrıslı Türk bilimadamı Niyazi Berkes, bu durum hakkında İngilizlerin hayretlere düştüğünü ve Osmanlı devlet adamlarının bu kadar saf olmalarıyla kendilerince alay ettiklerinden bahseder. (Dönemin devlet adamlarını tenzih ederiz.)106
![]() |
1. Abdülhamid döneminde İngiliz William Churchill tarafından çıkarılan Ceride-i Havadis (yanda), İngiliz çıkarlarını Osmanlı kamuoyuna örtülü bir şekilde benimsetmeye çalışmıştır. 2. Selanik'te yayınlanan Bahçe Dergisi'nde Darwin'in hayatını anlatan yazı. (1909) |
Abdülhamid döneminde Servet-i Fünun ile birlikte İçtihad, Piyano Mecmuası, Envar-ı Zeka, Yirminci Asırda Zeka Mecmuası, Güneş, Hevran, Mecmua-i Ulüm, Saadet, Afak ve Felsefe Mecmuası isimli dergiler de evrim safsatasının Osmanlı içinde yayılmasına neden olmuş ve bu korkunç aldatmaca nedeniyle Osmanlı toplumu kısa sürede yozlaşma ve çöküşe doğru sürüklenmiştir.
II. Abdülhamid döneminin eğitim sistemi, evrim safsatasını yaygınlaştıran birçok materyalist yetiştirmiştir. Bu dönem ve sonrasındaki bazı isimlere ve onların İslam'a aykırı görüşlerine örnek vermek gerekirse:
Ahmet MİTHAT EFENDİ: Evrim teorisinin Osmanlı'daki ilk savunucularındandır. Ahmet Mithat, Sultan Abdülaziz tarafından görevden alınmış, fakat Abdülhamid tahta çıktıktan sonra İstanbul'a geri çağrılmıştır. Abdülhamid, kendisine Tercüman-ı Hakikat Gazetesi'ni kurdurtmuş ve bu gazete, Saray'ın yarı resmi yayın organı olmuştur. 1921 yılına kadar yayına devam eden Tercüman-ı Hakikat Gazetesi'nde, Osmanlı'nın ünlü Darwinist yazarları Ahmet Cevdet ve Ahmet Rasim gibi kişiler de düzenli olarak evrimi savunan makaleler yayınlamışlardır. Ayrıca Abdülhamid, Ahmet Mithat'ı Matbaayi Amire'ye (Devlet Basımevi) müdür olarak da atamıştır.
![]() | |
1. İstanbul ve Kahire'de yayınlanan evrimci felsefe dergisi İçtihad Mecmuası, Abdülhamid döneminin bir başka Darwinist yayınıdır. (1904) | 2.Arap dünyasında evrimden ilk bahseden El-Muktataf Dergisi |
Ahmet Mithat Efendi'nin yazılarından bazılarının başlıkları şöyledir: "Adem ve Orangutan", "Hayvanatın Hissi", "İnsan Tenha Yaşasa Ne Olur"... Evrimci Ahmet Mithat'ın "İnsan Tenha Yaşasa Ne Olur" yazısının konusu, insanın sözde tamamen hayvani bir geçmişe sahip olduğu, güya zamanla gelişerek bugünkü düzeye ulaştığı, bir bebeğin hayvanlar arasında yaşaması durumunda sözde tamamen hayvani özellikler göstereceği gibi yanılgılar içermektedir.
Ahmet Mithat'ın yine okullarda okutulan "Dünyada İnsanın Zuhuru" makalesi ise, "İnsanlar bir nevi hayvan olduğundan bu nevin dünya yüzünde nasıl türemiş olduğunu elbette merak ederiz" cümlesiyle başlıyordu. Yazıda baştan aşağı Darwinist hurafeler anlatılıyordu.
Ahmet Mithat'ın okullarda okutulan "İntikam" başlıklı makalesinde ise vahşiliğin sözde insanın doğasının bir gereği olduğu, yani sosyal Darwinizm anlatılıyordu:
![]() | ||
1. Ahmed Cevdet | 2. Ahmed Rıza | 3. Salih Zeki |
![]() | ||
1. Rıza Tevfik | 2. Hüseyin Cahit Yalçın | 3. Ahmet Şuayb |
İntikam bir nevi hakkaniyet ve adalet-i vahşiyanedir... Bu halde, doğamızın özünde olan kötü davranışların bize zarar vereceğini nereden çıkarırız?107
Mehmet Esad SAFVED PAŞA: Ahmet Mithat, Abdülhamid döneminin Milli Eğitim Bakanlarından Mehmed Esad Safvet Paşa ile de yakın dosttur. Safvet Paşa, Abdülhamid'in emriyle, yine evrimci Hoca Tahsin Efendi'yi İstanbul Üniversitesi'ne rektör olarak atamıştır. Osmanlı'nın eğitim sistemini tamamen değiştiren ve sözde Avrupa standartları getiren (yani Darwinizm'i eğitim sistemine yerleştiren) kişilerden biridir. O dönemde Darwinist eğitimin merkezlerinden biri olan Galatasaray Lisesi'nin kurucularındandır. Safvet Paşa, Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi'nin de dedesidir. Safvet Paşa aynı zamanda 1876 yılındaki Abdülaziz darbesinin mimarlarındadır.
![]() |
İslam'ı materyalizmle açıklamayı amaçlayan, Peygamberimiz (sav) ve İslamiyet hakkında saygıya uygun olmayan ifadeler içeren Hollandalı tarihçi Reinhart Dozy'nin Tarih-i İslamiyet adlı kitabı, Türkçeleştirilerek Osmanlı'ya girmiş ve İmparatorluğun çöküşünü hızlandırmıştır. Tercüme eden: Abdullah Cevdet, 1908, II. Abdülhamid dönemi |
Ahmet RIZA: Pozitivizmin dünya vatandaşlığı görüşünü kabul etmiştir. İngiliz dostu olduğu ve İngiliz gibi giyindiği için İngiliz Ahmet Rıza olarak tanınmıştır.
Salih ZEKİ: Ders verdiği Robert Kolej, Darüşşafaka, Mülkiye ve Darülfünun'da Auguste Comte'un materyalist fikirlerini anlatmıştır.
Rıza TEVFİK: Herbert Spencer'ı ve Darwin'i üstat olarak benimsemiştir. Çok sayıda dergide Darwinizm'i anlatan yazıları yayınlanmıştır.
Hüseyin Cahit YALÇIN: Mülkiye'de okurken materyalist olmuştur. Evrim teorisini maddeciliğin gereği olarak görmüş ve Yaratılışı reddetmiştir.
Ahmet ŞUAYB: Hukuk Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmıştır. Comte'un fikirlerini savunmuştur.
Abdullah CEVDET: Tıbbiye'de evrimci düşüncelerle tanışan Abdullah Cevdet, neredeyse 28 yıl boyunca aralıksız çıkardığı İçtihad adlı dergide, ayrıca yaptığı çeviriler ve yazdığı kitaplarda maddeci, evrimci ve ateist görüşlerini dile getirmiştir. Bu yıkıcı görüşleri Osmanlı toplumunu oldukça olumsuz etkilemiştir. Sosyal Darwinist'tir. "Batı'dan damızlık erkekler getirip ırkımızı (yani Türkleri) ıslah etmemiz gereklidir" diyecek kadar ileri gitmiştir.108 Cevdet'e göre, toplumların birbirlerine üstünlüğünü de kafatası büyüklükleri oranı belirleyecektir. Abdullah Cevdet, İstanbul'un işgali sırasında İngiliz yancılarının kurduğu İngiliz Muhipler Cemiyeti üyelerindendir. İslam alimleriyle materyalist filozofların ve biyologların fikirlerini bağdaştırmaya çalışan Fünûn ve Felsefe adlı kitabı yayınlamıştır.
Abdülhamid, yazdığı onlarca makale ve kitapta Darwinizm ve ateizm propagandası yapan Abdullah Cevdet'i Viyana elçiliğine atamıştır. Bir çok tarihçi Abdullah Cevdet'i Abdülhamid karşıtı olarak bilir; oysa Cevdet, Abdülhamid'in jurnalcilerinden biridir. Viyana'ya yerleşmesi için gerekli maddi imkanı Abdülhamid sağlamıştır. Ama ilginç bir şekilde, aynı zamanda Abdülhamid'i deviren 1908 darbesinin önde gelenlerindendir.
Tabip Hayrullah EFENDİ: Abdülhamid döneminde, Tabip Hayrullah Efendi'nin "İnsanın Satıhı Arzda Sureti İntişarı" (İnsanın Meydana Çıkışı ve Yaratılışı) yazısı, okullarda en çok okutulan evrimci yazılardan biriydi. Yazıda, insanın tarihinin Hz. Adem (as) ile başlayan anlatımının dışında, sözde evrimle anlatımının yapılması gerektiği anlatılıyordu.
Ziya GÖKALP: Abdullah Cevdet'in talebesidir. Materyalist bakış açısını Türk toplumu içinde yayarak toplumun büyük kesiminde manevi çöküşe neden olmuştur.
![]() | ||
1. Ziya Gökalp | 2. Süleyman Hüsnü Pasşa | 3. Beşir Fuad |
Abdülhamid döneminin materyalist evrimci yazarlarından Ziya Gökalp (1), Süleyman Hüsnü Paşa (2), Beşir Fuad (3) |
Süleyman Hüsnü PAŞA: Harbiye komutanı iken Sultan Abdülaziz'i deviren cuntanın içinde yer almıştır.
Süleyman Paşazade SAMİ: Darbeci Süleyman Hüsnü Paşa'nın oğludur. Maarif Nazırlığı ve Darülfünun Rektörlüğü yapmıştır. Dönemin ilkokul yönetmeliklerini hazırladığı gibi, İlm-i Terbiye-i Etfal adı altında çocuk eğitimine yönelik çalışmalar da yapmıştır.
Beşir FUAD: Materyalist görüşe sahiptir. Abdullah Cevdet, Baha Tevfik, Ahmet Nebil ve Celal Nuri'yi materyalist yapan öğretmendir. Abdülhamid döneminde, Jön Türk hareketinin temel ideolojilerinden olan Sosyal Darwinizm'i Osmanlı ile tanıştıran kişidir. Beşir Fuad, özellikle Claude Bernard ve Ludwig Büchner'in evrimci materyalist düşüncelerinin etkisi altında kalmıştır. 35 yaşında intihar ederek hayatına son verirken ölüm anında hissettiklerini yazmıştır. Bu eylemi gerçekleştirmesindeki amacın, gerisinde ölüm anında hissedilenlere dair az da olsa bilimsel bir veri bırakabilmek olduğunu söylemiştir. O zamana kadar intihar kavramına oldukça yabancı olan Osmanlı toplumunda ve basında büyük yankı bulan bu eylem, İstanbul'da bir intihar salgını başlamasına neden olmuştur.
Baha TEVFİK: Abdülhamid döneminde Mülkiye'de evrimci olmuştur. Katıksız Avrupalılaşmayı savunmuştur. Felsefe Mecmuası'nda çıkan bir yazısında, felsefeci adını almaya hak kazanan bir kişinin "fenci", "ilimci" ve mutlaka "maddeci" olması gerektiğini belirtmiştir. Onun anlayışına göre metafizik "boş ve olumsuz" görülmekte, bilim ile metafizik karşı karşıya getirilmektedir. Baha Tevfik, yayınladığı Hassasiyet Bahsi ve Yeni Ahlak adlı kitapta dinsel ahlaka tümüyle karşı çıkmıştır. İnsanlığın geleceği için kendince çözüm olarak sunduğu iki ideoloji ise komünizm ve anarşizmdir. Geleceğin bilimsel bir anarşizm ile canlanabileceği yanılgısını savunmuştur.
![]() | ||
1. Baha Tevfik | 2. Ethem Nejat | 3. Celal Nuri İleri |
II. Abdülhamid döneminin materyalist evrimci yazarlarından Baha Tevfik (1), Ethem Nejat (2 ), Celal Nuri İleri (3) |
Hüseyin HİLMİ: Komünist bakış açısını Baha Tevfik'ten öğrendiği söylenmektedir. 1910 yılında yayınladığı İştirak adlı dergide Marksizm ile ilgili birtakım yazılar yayınlanmıştır.
Subhi EDHEM: Servet-i Fünun Dergisi yazarı ve doğal tarih hocasıdır. Hocalık yaptığı derslerde Lamarkizm ve Darwinizm anlatmıştır.
Ethem NEJAT: Baha Tevfik'le birlikte evrimci olmuşlardır. Abdullah Cevdet'in İçtihad Dergisi'nin yazarlarındandır. Türkiye Komünist Partisi'nin Kurucu Genel Sekreteri olmuştur.
Memduh SÜLEYMAN: Eduard Hartmann'ın Darwinizm kitabını tercüme etmiştir. Baha Tevfik ile birlikte Nietzsche'nin Hayatı ve Felsefesi kitabını yazmıştır. Osmanlı Sosyalist Fırkası ideologlarındandır.
Celal Nuri İLERİ: Maddenin ezeli ve ebedi olduğunu kabul etmiştir. Bossuet'nin, Tarih-i Kâinat Üzerine adlı kitabının etkisiyle evrimci olmuştur. Celal Nuri, 1915'te İstanbul'da yayınlanan Tarih-i İstikbal adlı kitabında, İslam'da birtakım reformlara gidilmesi gerektiğini, bu reformları sağlayacak düşünce dizgesinin de maddecilik ve evrim olduğunu yazmıştır. Celal Nuri'ye göre madde, her an her yerde olan ve bozulması olanaksız bir şeydir. Kuvvet de maddenin ayrılmaz parçasıdır; bu ikisi birbirine bağlıdır ve birbirinden ayrı düşünülemez. Celal Nuri, kendince İslam ile evrim fikrini birleştirmeye çalışmış ama daha anlatımlarının başında Allah inancını reddederek aslında bir evrimci olarak nasıl bir ideolojiyi Osmanlı içinde yaymaya çalıştığını açıkça göstermiştir.
Osmanlı Arap Dünyasında Evrim Teorisi
II. Abdülhamid'in tahta çıktığı 1876 yılına kadar, Darwin ve evrim teorisi ile ilgili Arap dünyasında hiçbir makale ya da kitap yazılmamıştır. Evrim ile ilgili ilk kitabın basım tarihi 1882'dir. İngiliz derin devleti, 1881'de Mısır'ı işgal edince, El-Ezher Üniversitesi'ni Müslüman evrimcilerin merkezi haline getirmiştir.
Arap dünyasında Darwin'in teorisinden ilk defa, Arapça olarak basılan aylık dergi el-Muktataf'ta yayınlanan üç makalede bahsedilmiştir. Bu dergi, 1876 yılında Beyrut'ta Yakup Sarruf ve Faris Nimr tarafından kurulmuştur. Söz konusu üç makale, Rızkullah el-Berberi tarafından yazılmıştır ve insanın kökenini evrime bağlamaktadır. Yazılarda Lamarck'tan bahsedilmiş, Darwin'e övgülerde bulunulmuştur. Derginin ikinci sayısında üç makale daha yer almıştır. Bişara Zalzal Efendi tarafından yazılan bu makaleler antropoloji ile ilgilidir.
Söz konusu dergide evrim propagandası yapan Bişara Zalzal, 1879'da, Mısır, İskenderiye'de 368 sayfalık bir kitap yayınladı. Tenvir-ül Ezhan (Zihinlerin Aydınlanması) adlı bu kitap hem düzyazı hem şiir formatında olup Abdülhamid'e ithaf edilmişti. Kitapta Lord Cromer, Anglo-Sakson insanının tipik bir örneği olarak övülüyordu. Kısacası evrimci Zalzal, hem Abdülhamid hem de İngiliz Cromer ve Anglo Sakson hayranı bir zat idi.109
Sözde bilimsel dergiler Mısır, Lübnan ve Suriye'de 1865 ve 1929 yılları arasında hızla çoğaldı. Bu evrimci dergilerin en önemli üçü şunlardır:
El-Hilal (1892-1930)
El-Meşrik (1898-1930)
Arap dünyasında o dönem NAHDA Hareketi olarak gelişen sözde aydınlanma hareketi de, büyük oranda evrimci dünya görüşündedir. İngiliz etkisindeki Mısır'da başlayan NAHDA hareketinin kurucusu Rifa'a al-Tahtawi evrimcidir. Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh da bu akımın önde gelenlerindendir. NAHDA akımının o dönemdeki takipçilerinin bir kısmı, aynı zamanda masondur.
Cemaleddin Afgani, Sosyal Darwinizm'in savunucusudur. İslam dünyasında milletlerin ancak birbirleri ile savaşması durumunda ilerleyeceklerini iddia etmiştir. Birçok savaş yanlısı radikal örgüt bu fikirler üzerine kurulmuş, İslam dünyasında bugün dahi devam eden şiddet sarmalı, Afgani'nin Darwinist görüşleri üzerine bina edilmiştir.
Evrimci Hristiyan Araplar, Sosyal Darwinizm'i yaygınlaştırmışlardır. Bu sayede ırkçı bir Arap milliyetçiliği, Araplar arasında kısa zamanda kabul görmüştür. Benzer şekilde Jön Türkler de sosyal Darwinist olup ırkçı bir Türk milliyetçiliği kabul etmişlerdir. Bu iki propaganda, binlerce yıldır bir arada olan Müslümanların arasına fitne sokmuş, bunun ardından iç isyanlar birbirini kovalamıştır. 20 yıl gibi kısa bir sürede İmparatorluk parçalanmıştır. Tüm bu sosyal Darwinist eğitim ve propaganda, II. Abdülhamid döneminde gerçekleşmiştir. Nitekim Osmanlı'nın fiili anlamda çöküşü de bu dönemde başlamıştır.
![]() | |
1.Yine NAHDA hareketinden Muhammed Abduh da evrimcidir. | 2. Mısır'da başlayan NAHDA hareketinin öncüsü Rifa'a al-Tahtawi evrimcidir. |
Darwinizm'in Kalesi: El-Ezher Üniversitesi
Mısır'da bulunan El-Ezher, önemli eğitim kurumlarından biridir. Ancak bu kurum üzerinde Mısır'ın İngiliz sömürgesi olduğu yıllara dayanan bir İngiliz derin devleti etkisi de söz konusudur. Mezun ettiği "tanınmış kişilerin" bazıları, genellikle İngiliz derin devletinin, dünyanın çeşitli yerlerindeki misyonlarını yerine getirmekle görevlendirilmişlerdir.
Müslüman Arap dünyasına evrim teorisinin kapsamlı olarak girişi, El-Ezher Üniversitesi üzerinden olmuştur. El-Ezher, Hüseyin El-Cisr gibi evrimcileri yetiştiren bir kurumdur. Darwinist Lord Cromer, ilk olarak el-Ezher Üniversitesi'nde sözde yenilik yapmış ve evrimci Muhammed Abduh'u Mısır Baş Müftüsü olarak atamıştır. El-Ezher mezunu olan Abduh, ilk Müslüman evrimcilerdendir ve sözde İslam modernizminin kurucusudur. Muhammed Abduh, Cemalettin Afgani ile birlikte Doğu'nun Yıldızı locasında mason olmuşlardır.
İngilizler tarafından 1921 yılında Kudüs baş müftüsü olarak atanan Muhammed Emin el-Hüseyin de El-Ezher mezunudur ve Muhammed Abduh'un takipçisidir. İngiliz derin devleti Filistin'de, bir yandan Museviler içinde silahlı birlikler oluştururken bir yandan da Filistin radikal milliyetçiliğini desteklemiştir. Amaç yüzyıllarca bir arada yaşayan iki halkı birbirine düşman edebilmektir. Mısır'ın İngiltere tarafından işgal edilmesini sağlayan ayaklanmanın başı Ahmet Urabi de El-Ezher mezunudur. Hizbut Tahrir'in kurucusu Takiyuddin el-Nabhani de El-Ezher mezunudur. Dahası, 1993 Dünya Ticaret Merkezi bombalamalarından sorumlu olduğu iddia edilen ve ABD'de hapisteyken 2017 başlarında hayatını kaybeden Ömer Abdurrahman da El-Ezher mezunudur. Adı geçen bu kişilerin büyük bir kısmı aynı zamanda evrimcidir.
![]() |
![]() |
Arap dünyasında Darwinizm'in kalesi olan El Ezher Üniversitesi. 972'de cami olarak ibadete açılan bina, 989 yılında okul statüsü kazandı. |
Tüm bu evrimci kadroyu yetiştiren isim 1876-1907 yılları arasında, Mısır'ı İngilizler adına yöneten Evelyn Baring ya da asıl adıyla Lord Cromer'dır. Cromer, koyu bir evrimcidir ve aynı zamanda ırkçıdır; Batı ırkının üstünlüğüne inanmıştır. Cromer, İslam dünyasının ve Mısır toplumunun aşağı ırk olduğunu ve bu toplumların hiçbir şekilde kendi kendilerini yönetemeyeceklerini iddia etmiştir. (Türk-İslam toplumlarını tenzih ederiz) Bu yanlış inanç gereğince bu ırkların, sürekli olarak sözde "daha üstün" olan ırkların himayesinde olması gerektiğini düşünmüştür. Cromer, Anglosakson ırkının üstün olduğuna ve bu ırkın tüm dünyayı bir ebeveyn gibi yönetmesi gerektiğine inanmıştır. Doğu halklarının Batı tarafından disipline edilmesi gerektiğini iddia eden Cromer, Muhammed Abduh'u Mısır baş müftüsü olarak atamasının sebebini şöyle anlatmıştır:
Avrupalıların doğal müttefiki olan Mısırlı vatanseverler –eğer kendi iyiliklerini düşünüyorlarsa–, tam anlamıyla özerk bir Mısır yaratma planlarını adım adım gerçekleştirme ümitlerinin, en iyi ihtimalle Muhammed Abduh destekçilerinin yükselmesinden geçtiğini göreceklerdir..110
Bugün, İslam için olduğunu iddia ederek kan döken radikal örgütlerin büyük bir kısmı bu ekolün öğrencisidir. İngiliz derin devleti, gerçekte İslam ile ilgisi olmayan, hatta evrimci ve dolayısıyla ırkçı inançları nedeniyle İslam inancına tamamen aykırı olan bu kişileri "radikalizmin baş oyuncuları" olarak sunmakta ve aslında kendi kurguladığı oyunu bu aktörler aracılığı ile oynamaktadır. İngiliz derin devletinin eğitimiyle yetişmiş bu Darwinist ajanlar, derin devletin talebi doğrultusunda, ülkelerde terör estirmek ve istikrarsızlık ortamını güçlendirmek adına görevlidirler.
Osmanlı Döneminde Hindistan ve Pakistan Üzerinde Evrim Etkisi
Hint Müslümanlarından Seyyid Ahmed Han, evrim teorisinin, Hindistan ve Pakistan Müslümanları arasında kabul görmesini sağlayan kişidir. Muhammed Abduh'dan etkilenen Seyyid Ahmet Han İngiliz taraftarıdır. İngiliz Krallığı tarafından şövalye yapılmış ve kendisine SÖR unvanı verilmiştir. Seyyid Han, bir konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır:
Bizler İngiliz Hükümeti'ne bağlı ve adanmışızdır. İslam Halifesi'ne bağlı değiliz. Uzaktaki bir Halife'ye bağlı olmaktansa kendi ülkemizdeki İngiliz yöneticilere bağlı oluruz.111
Seyyid Ahmet Han'ın kurduğu Aligarh Üniversitesi, Darwinizm'in merkezi olmuştur. Birçok Hindu ve Pakistanlı siyaset adamı bu okuldan mezundur. O dönemde söz konusu üniversite çok sayıda evrimci yetiştirmiştir. Darwinizm'in bu kadar kapsamlı şekilde yaygınlaşması, Hindistan ve Pakistan'ın Osmanlı Halifeliği'nden ayrılışının altyapısını oluşturan en büyük unsurlardan biri olmuştur. Bir kısım özenti kişileri İngiliz derin devletine yaklaştırmış ve bu sayede Hindistan ve Pakistan'da Osmanlı aleyhine bir cephe oluşmuştur.
Osmanlı'yı Bitiren Bela: Darwinizm
![]() |
Seyyid Ahmed Han |
Tarihçi Süleyman Kocabaş, İngiliz derin devletinin hakimiyet yöntemini şu şekilde özetlemiştir:
İngiltere'nin, 18. yüzyıldan beri, sömürgecilik için uyguladığı politikanın esasları... ahlâkı bozma, jurnalcilik, entrika ve yerli halkın bölünerek birbirine düşman gruplara ayrılmasıydı.112
İngiliz derin devleti bu hedefine, öncelikle İmparatorluk içinde ahlaki çöküntüye altyapı hazırlayarak ulaşmıştır. Bunun için de en öncelikli yöntem, Osmanlı'nın önemli merkezlerinde, basınında, okullarında ve üniversitelerinde Darwinizm'i yaygınlaştırmak olmuştur. Hatırlanacağı gibi İngiliz derin devletinin, evrim gibi bir safsatayı ilk olarak ortaya atma ve yaygınlaştırma amacı da bu olmuştur. Ahlaki tüm değerlerini kaybetmiş olan ve birbirine nefret besleyen topluluklar, kısa zaman içinde o ülkenin sonunu mutlaka getirecektir. İngiliz derin devleti her zaman altyapıyı oluşturan taraftır; gerisi zaten planlandığı gibi gitmektedir.
Osmanlı söz konusu olduğunda da her şey İngiliz derin devletinin planları doğrultusunda ilerlemiştir. Osmanlı Devleti içinde görevlendirilmiş birkaç evrimci aydın başı çekmiş, bu kişiler, "aydınlanma" ve "bilimsellik" kisvesi altında, devletin en önemli insanları gibi sunulmuşlardır. Evrim taraftarları, hiçbir bilimsel delili olmayan evrim teorisine destek bulmak amacıyla sahte deliller oluşturmaktan dahi çekinmemişlerdir. Ardından İngiliz derin devleti tarafından yönetilen Darwinist diktatörlük, evrim safsatasını Osmanlı içinde koruma altına almıştır. Evrimi reddedenlere adeta yaşam hakkı tanınmamıştır. Bu kişilere, işyerlerinde ve üniversitelerde bulunma imkanı dahi verilmemiştir. İngiliz derin devleti, Darwinizm'in kısa süre içinde yayılacağını ve bunun beraberinde müthiş bir ahlaki çöküntünün geleceğini çoktan hesap etmiştir. Buna uygun şekilde Osmanlı coğrafyasında kısa sürede çatışma ve ayaklanmalar başlamış ve İmparatorluk, kısa süre içinde dağılıp yok olmuştur.
Her şeyden önce şunu bilmek gerekir; Allah, "Allah yok" diyen bir devleti asla ayakta tutmaz ve asla ona yol vermez. Osmanlı'nın asıl dağılma sebebi, derin güçlerin planlarından öte, Osmanlı'da "Allah yok" diyen bu ürkütücü inkar sisteminin yaygınlaştırılması ve –Haşa– Allah'a meydan okunmasıdır. (Yüce Allah'ı tenzih ederiz). Sadece Osmanlı değil, evrimi yaygınlaştırarak kendilerini "aydın ve modern" gören ve Allah'ı inkarı, kendilerince bir üstünlük olarak algılayan hiçbir sistem ve devlet ayakta kalamaz. Allah'ın bazı ülkelere değişme ve düzelme için süre vermiş olması kimseyi yanıltmamalıdır.
![]() |
Allah'ın izniyle, Hz. Mehdi (as)'ın zuhuruyla birlikte insanlar ve devlet sistemleri, içine düştükleri derin hatanın büyüklüğünü görecek ve Darwinizm belasını terk edeceklerdir. Aklı selim her kişi, Osmanlı'nın yıkımını Allah'tan gelen büyük bir ders olarak görmeli ve Darwinizm belasına karşı fikri ve ilmi olarak mücadele etmelidir.
Yüce Rabbimiz, yıkıma uğrayan her ülke halkının, doğruyu bildikleri halde vicdanlarına zulmetmeleri sonucunda bu son ile karşılaştıklarını ayetlerinde şöyle bildirir:
İşte böyle; çünkü Allah, hakkın ta Kendisi'dir. O'nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir. Gerçekten Allah, yücedir, büyüktür. (Hac Suresi, 62)
![]() |
II. Abdülhamid'in Arması, İngiliz Kraliçesi Victoria Tarafından Hazırlatılmıştır
II. Abdülhamid, hakimiyeti döneminde büyük ölçüde İngiliz derin devletinin baskısı altında kalmış Osmanlı padişahlarından biridir. Öyle ki, Abdülhamid'in armasını dahi, İngiltere Kraliçesi Victoria hazırlatmıştır. Armanın tasarımı, İngiliz tasarımcı Prens Charles Young'a aittir. II. Abdülhamid tasarıma bazı eklemeler yapmış ve tasarımı 1882'de resmi arma haline getirmiştir.
Armanın en üstünde Padişah Tuğrası, Güneş ile çevrelenmiştir. Bu, üzerinde Güneş batmayan İngiliz imparatorluğu'nun Osmanlı'yı çepeçevre kuşatması manasına gelmektedir. Hilafet Sancağı ve Osmanlı Sancağı da İngiliz Güneşi'nin altında olacak şekilde motife işlenmiştir. Ortadaki figür, gerçekte İngiliz Kraliyet asasındaki elmastır. Asayı, yani Krallığı temsil eder. Merkezden çıkan kılıç ve mızrak benzeri figürler İngiliz Kraliyet tacında da vardır.
![]() |
3. Osmanlı'da İçki, Kumar, Fuhuş ve Ahlaki Dejenerasyonun Yaygınlaşması
II. Abdülhamid'in, hakimiyeti döneminde büyük ölçüde İngiliz derin devletinin baskısı altında kalmış Osmanlı padişahlarından biri olduğunu belirtmiştik. Bu sebepledir ki, iktidarda olduğu yıllarda Osmanlı Devleti, yalnızca maddi anlamda değil, manevi anlamda da büyük bir çöküş yaşamıştır. II. Abdülhamid, Yıldız Sarayı'nda adeta ablukaya alınmış ve kendisini kuşatan İngiliz derin devletinin oyunlarına yenik düşmüştür. Dolayısıyla, o dönemde İngiliz derin devleti, Darwinist propagandanın yanı sıra, ahlaki dejenerasyonu yaygınlaştıracak her yolu denemiştir. Osmanlı'da;
![]() |
Yıldız Sarayı'nda ablukaya alınan Sultan Abdulahmid'i bekleyen at arabası |
İlk rakı fabrikasının ve birahanelerin açılması,
Genelevlerin ve gayri meşru hayatın yaygınlaşması,
Avrupa'ya şarap ihracatı yapılması,
Kumarın yaygınlaşması II. Abdülhamid döneminde gerçekleşmiştir.
Aynı zamanda Düyun-i Umumiye ile Osmanlı'nın ekonomik olarak Batı'ya tam bağımlı hale gelmesi ve İslam dünyasının dağılması Abdülhamid döneminde olmuştur. Öyle ki, Abdülhamid döneminde bir çok Osmanlı eyaletinde yaşanan ayaklanmaların İngiliz derin devleti tarafından kullanılan en temel gerekçesi, "Halifenin İslam'dan uzaklaşması ve Hilafet merkezi tarafından Müslüman toplumların dejenere edilmesi"dir.
Osmanlı'da İlk Rakı Fabrikasının ve Birahanelerin Açılması
Abdülhamid döneminde ilk birahane, İstanbul'da Bomonti Kardeşler tarafından kuruldu. Selanik'te de Olimpos Bira ve Şampanya Fabrikası açıldı. Fabrikaların arz tezkiresine, yani üretim iznine II. Abdülhamid kendi imzasıyla onay vermiştir. Bomonti Birahanesi'nde yılda 7 milyon litre bira üretiliyordu. Zamanla üretim 10 milyon litreye kadar çıktı. Trakya ve Marmara Körfezi kıyılarından Eskişehir'e kadar uzanan bölgede halkın bira içebilmesi için "Bomonti Bira Bahçeleri" kuruldu.
![]() | |
1.Yıldız Sarayı'nda ablukaya alınan Sultan Abdulahmid'i bekleyen at arabası | 2. İsviçreli Bomonti Kardeşler tarafından 1890 yılında Feriköy'de kurulan Bomonti Bira Fabrikası |
Aynı dönemde Bomonti biraları için hazırlanan bir reklam afişinde şunlar yazmaktaydı:
Reklam afişlerinde, bira gibi son derece zararlı bir içki, hastalıkların çaresi gibi gösteriliyordu. Zayıflıktan şikayetçi olanlara, süt emziren annelere tavsiye vurguları yapılıyordu.114
II. Abdülhamid döneminde İstanbul ve çevresinde bira tüketimi o derece artmıştı ki, Viyana'dan bile trenle taze bira getiriliyordu. II. Abdülhamid, içkinin vergi düzenlemesini de yapmıştı. "Müskirat Nizamnameleri" yani "İçki Yönetmelikleri" çıkarttı. 7 Nisan 1886 tarihli yönetmelikle içkiden alınacak vergiler düzenli bir şekle getiriliyor, 14 Temmuz 1890'da ise, ihraç edilecek şarapların kalitesi ve vergileri belirleniyordu.
![]() | |
1. İstanbul'daki Bomonti Bira Fabrikası. | 3. Bomonti Birası tanıtım afişi. Tanıtım afişinde Abdülhamid tuğrası dikkat çekiyor. |
"Halife" unvanını da taşıyan İkinci Abdülhamid'in içki konusunda yönetmelikler yayınlaması, Osmanlı'nın içinde bulunduğu durumun vahametini ve İngiliz derin devletinin baskısını görmek açısından dikkat çekicidir. Abdülhamid dönemine ait Yıldız ve Dolmabahçe Sarayları'nın masraf defterleri incelendiğinde, saraya hangi cins şarapların, şampanya ve diğer içkilerin girdiği kolaylıkla görülecektir.
Türkiye'de ilk rakı fabrikası da Abdülhamid döneminde açılmıştır. Padişah'ın Başmabeyincisi (Özel Kalem müdürü) ve Maliye Bakanı Sarıcazade Ragıp Paşa'nın Çorlu'daki Umurca Çiftliği'nde ilk rakı fabrikası kuruldu. Umurca Rakısı halk arasında öylesine tutulmuştu ki, 1878'de devlet borçlarının ödenmesi için altı değişik verginin birleştirilmesinden oluştuğu için Rüsum-u Sitte (Altı Vergi) diye anılan verginin en önemli kalemini, bu rakıdan alınan vergi oluşturmuştu.
Abdülhamid döneminde başka rakı fabrikaları da açıldı. Örneğin Niğde'nin Fertek kasabasında Fertek Rakısı üretilmeye başlandı. Boğaziçi, Ruh, Âlem gibi rakılar birbirleriyle yarışır olmuşlardı. Saray görevlilerinin bile rakı ürettiği Abdülhamid döneminde, piyasada Umurca rakısının yanı sıra Tenedos Rakısı ya da diğer ismiyle, Deniz Kızı Rakısı da bulunuyordu. Abdülhamid döneminin en çok tüketilen rakılarından bir diğeri de Üzüm Kızı rakısıydı. Buna tanıtım resmi nedeniyle halk arasında "Kızlı Rakı" denilirdi.
Abdülhamid, Bergama'da Yunan rakısı Uzo üretimi için de ferman vermişti.
![]() |
Bomonti Birası tanıtım afişi. Tanıtım afişinde Abdülhamid tuğrası dikkat çekiyor.Üstteki reklamda şu ifadeler geçiyor: "En nefis ve lezzetli Bomonti birası. Feriköyü'ndeki fabrikada her gün 1.800.000 litre bira vardır. Lezzet, keyif, def-i hararet" (hararet giderici)
|
![]() |
Abdülhamid döneminde rakı fabrikalarının açılmasıyla birlikte yayınlanan rakı reklamları |
Döneminde Şarap Üretimi ve İthali
1889'da İstanbul Erenköy'de 700 dönüm arazi üzerine üzüm bağları kurulup şarap üretimi başladı. Ege'deki Sultaniye üzüm bağları, Abdülhamid döneminde şaraplık üzüm yetiştirilen bağlardı ve buradan Avrupa'ya şarap satılırdı.
Avrupa bağlarında bozulma başlayınca, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri şarap taleplerini Osmanlı'dan karşılamışlardı. Abdülhamid döneminde, 1904'de, İmparatorluğun şarap ihracatı tam 340 milyon litreye çıkmıştı. Şarap ilanları, dönemin Osmanlı gazetelerinde dahi yayınlanıyordu. Ayrıca Martel konyaklarının ilan tabelaları İstanbul'un birçok yerine asılmıştı.
Abdülhamid döneminde Erdekli Kotroni Efendi'nin damıttığı Osmanlı konyakları ise Paris'te yarışmaya girmiş, madalyalar almıştı. Yine, Osmanlı'da ilk şampanya fabrikası da Abdülhamid döneminde kurulmuştu.
![]() |
Osmanlı'da üretilen Üzüm Kızı Rakısı ve diğer rakı markalarının reklamları |
Abdülhamid döneminde içki üretimi ve tüketimi o derece yaygınlaşmıştı ki, Ayşe Fahriye Hanım'ın, ilk baskısı 1883'te yapılan ve çok tutulan Ev Kadını adlı yemek kitabının 34. Bölümü, evde rakı üretimini anlatmaktaydı. İki tip rakı yapımı (mastika ve düz rakı) ayrıntılarıyla anlatılıyor ve bu düzenekle şıra ve şarap üretimi yapılabileceği de hatırlatılıyordu.
Gazeteci Ahmet Cemaleddin Saraçoğlu'na göre, "Abdülhamid dönemi, vatandaşlar için kocaman bir meyhane" idi.115
İçki, oldukça zararlı bir maddedir; ayrıca dinimizce Müslümanlara haram kılınmıştır. Allah ayetinde şu şekilde bildirir:
Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 90)
![]() |
Osmanlı'da şarap üretimi ilk olarak 1889'da başlamış ve 1904'te ihracat 340 milyon litreye ulaşmıştı. |
Kuşkusuz her insan, istediği şekilde yaşama hakkına sahiptir. Burada söz konusu detayları vermemizin amacı, özel yaşama müdahale anlamını taşımamaktadır. Burada belirtmek istediğimiz nokta, Müslüman bir ülkede, İslam Halifesi'nin izniyle içki üretilmesi, satılması ve ihraç edilmesinin, hem Osmanlı genelinde ahlaki çöküntüye ortam hazırlaması hem de İslam dünyasında Halife'ye olan güveni sarsmış olmasıdır. Bazı kesimler o dönem içkinin Osmanlı'da yaşayan gayrimüslimler için üretildiğini iddia etseler de, o tarihlerde Osmanlı topraklarında milyonlarca litrelik içkiyi tüketecek kadar gayrimüslim'in bulunmadığı açıktır. Nitekim söz konusu döneme ait fotoğraflar da, birahanelerde içki içerek eğlenen Osmanlı Türklerini belgelemektedir.
![]() |
Abdülhamid döneminde Osmanlı'da içki üretimi öylesine artmıştı ki, Gazeteci Ahmet C. Saraçoğlu bu dönemi, "vatandaşlar için kocaman bir meyhane" olarak tanımlıyordu. |
Osmanlı'da Genelevlerin Açılması, Fuhuşun Yaygınlaşması
Abdülhamid dönemiyle ilgili az bilinen gerçeklerden biri de, Osmanlı'nın çöküşüne zemin hazırlayan en önemli dejenerasyon faktörlerinden olan Osmanlı'nın ilk resmi genelevinin, Halife II. Abdülhamid'in talimatnamesiyle açılmış olmasıdır. Bu dönemde Sultan Abdülhamid'in yoğun olarak İngiliz derin devletinin baskısı altında olduğunu tekrar hatırlatmak gerekir. Bu baskı neticesinde Abdülhamid, İngiliz derin devletinin genelevler planını uygulamaya geçirmiştir.
1884'te Abdülhamid'in talimatnamesiyle Abanoz Sokak'ta ilk genelev açıldı. Bunu, Zürefa Sokak'ta faaliyet gösteren diğer genelevler izledi. Bugün halen faaliyette olan Zürefa Sokak'taki genelevler Abdülhamid döneminde açılmıştı. Bir süre sonra sadece Galata'daki genelev sayısı 100'ü buldu.
Öyle ki, Abdülhamid döneminde fuhuş için Avrupa'dan ve Rusya'dan İstanbul'a gemilerle müşteriler geliyor, rehberlerin en önemli işlerinden biri gemilerle gelen turistleri genelevlerin bulunduğu Zürefa Sokağa götürmek oluyordu.
Arşiv belgelerine göre bu dönemde Osmanlı'da vesikalı çalışan, tespit edilebilen fahişe sayısı 2125'di. Vesikasız çalışanların ise çok daha fazla olduğu biliniyordu. Sadece Galata ve Karaköy değil, Üsküdar'da da genelevler yaygındı. Bursa ve İzmir'de de genelevler vardı. Abdülhamid döneminde Osmanlı'ya, Polonya, Romanya, Galiçya, Avusturya gibi ülkelerden gemilerle fuhuş için kadın da getiriliyordu.
![]() |
![]() |
1884'te Abdülhamid'in talimatnamesiyle Abanoz Sokak'ta ilk genelev açılmış, onu, bugün de faaliyette olan Zürefa Sokak'taki genelevler izlemiştir. Kısa bir süre içinde sadece Galata'daki genelevlerin sayısı 100'ü bulmuştur. |
Abdülhamid yönetimi boyunca fuhuş öyle yaygınlaşmıştı ki, o dönemde Osmanlı'ya gelen Musevi Kadınları Koruma Cemiyeti Genel Sekreteri Samuel Kohen hazırladığı raporda durumun vahametini şöyle anlatıyordu:
Galata diye bilinen bölgede... sokaklardan bir çoğu tamamen genelevlere ayrılmıştır. Rio de Janeiro'da gördüğüm manzaranın kötü olduğunu düşünmüştüm, ancak Konstantiniye'deki bu genelevleri tarif etmekte kelimeler kifayetsiz kalır. Genelev sakinleri alçak tabure, sandık veya sedirlerde oturmaktalar ve üstlerinde kıyafet namına neredeyse hiçbir şey yok... Bazı fahişleler kapılarda duruyor veya yarı çıplak bir vaziyette odalarda geziyorlardı. Bu evlerin çevresinde kahvehane ve meyhaneler var ve neredeyse her birinde durmaksızın kumar oynanmakta... Her şey azami derecede serbest ve ahlaksız görünmekte. Yetkililer hiçbir mani ve zorluk çıkarmamaktalar... Gösterilerin gece yarısına yakın başladığı ve sabah 04:30'a kadar sürdüğü Pera'da ise manzara gerçekten rezilane.116
Görüldüğü gibi Abdülhamid'in talimatnamesiyle genelevlerin açılması Osmanlı'yı kısa sürede adeta fuhuş merkezi haline getirmiş ve gayri meşru yaşam büyük bir hızla yayılmıştı. İngiliz derin devletinin Osmanlı'yı, manevi değerlerini elinden alarak içten çökertme, ahlaki dejenerasyonu yaygınlaştırarak yıkma amacı, böylece büyük ölçüde hedefine ulaşmıştı.
Abdülhamid Döneminde Tütün Fabrikalarının Açılması
Tütün, Osmanlı'ya 1600'lü yıllarda girmiştir. Tütünle mücadele ise hemen hemen tüm padişahların öncelikli konusu olmuştur. İnsan sağlığına müthiş zararlı olan ve öldürücü etkileri bulunan tütüne karşı Osmanlı Padişahlarının aldığı bu tedbirler gerekli ve yerindedir. Ancak Abdülhamid devrine gelindiğinde durum değişmiştir. Sultan II. Abdülhamid, İngiliz derin devletinin yoğun baskısı altında olduğundan, tütünle mücadele uygulamasını durdurmuş; hatta onun döneminde art arda tütün fabrikaları açılmıştır. Bundan önce Osmanlı'da tütün üretimi küçük çaplı imalathanelerde yapılırken, açılan fabrikalarla birlikte Osmanlı çapında tütün kullanımı müthiş yaygınlaşmıştır. Tütünün yaygınlaşması da, Abdülhamid döneminin bahsini ettiğimiz çeşitli yanlışlarıyla birlikte, Osmanlı'nın maddi manevi çöküşüne hız katmıştır.
![]() |
Cibali Tütün Fabrikası |
![]() |
Fabrika'da çalışan işçiler |
Abdülhamid döneminde 1884'te Cibali, 1887'de ise Samsun Tütün Fabrikaları açılmıştır. Samsun Tütün Fabrikası'nda 1887-1897 arasında yılda ortalama 60 bin kg sigara, 400 bin kg tütün üretilmiştir. Bu fabrikanın 1905 yılındaki üretimi ise 1 milyon kilograma ulaşmıştır. Bir süre sonra İzmir, Adana, Samsun ve İstanbul, Osmanlı'nın en önemli tütün üretim ve işleme alanları haline gelmiştir.117
![]() |
(1) Ünlü Amerikan sigarası Ateshian, verdiği sigara reklamlarında "Türk Sultanı Abdülhamid'in içtiği sigara" sloganını kullanmıştır(2) Abdülhamid dönemine ait bir sigara reklamı(3) Osmanlı'da sigara kağıdı |
İnsan bedenine öldürücü etki yapan, Türk gençliğini maddi manevi bozulmaya doğru götüren ve insanlarımızın enerjisini boş yere harcayan tütün üretimi ve kullanımıyla mücadele etmek yerine, bu madde sürekli Abdülhamid tarafından teşvik edilmiştir. Öyle ki, Abdülhamid'in kendisi de adeta bir tütün tiryakisidir. Abdülhamid'in sağlığa zararlı bu kötü alışkanlığı, bir çok kişi tarafından bilinip dile getirilen bir gerçektir. Hatta Abdülhamid'in tütün tiryakiliğinin ünü Amerika'ya kadar yayılmıştır. Abdülhamid'in favorisi dönemin ünlü Amerikan sigarası Ateshian'dır. Bu şirket, verdiği sigara ilanlarında "Türk Sultanı Abdülhamid'in içtiği sigara" sloganını kullanmıştır.
![]() |
![]() |
![]() |
Osmanlı'nın son dönemlerinde sigara ile birlikte nargile kullanımı da oldukça artmıştır. |
Osmanlı Tarihi'nin en önemli tarihçilerinden biri olan İbrahim Peçevi, 2 ciltlik kendi adıyla anılan eserinde tütünün Osmanlı'ya İngilizler tarafından getirildiğini şöyle anlatır:
(Tütünü) Bin dokuz senesi (Miladi 1600) hududunda İngiliz taifesi getirdiler ve bazı hastalıklara şifa olmak namına sattılar. Ehli keyfden bazı yârân (dostlar) keyfe müsaadesi vardır diye müptela oldular. Giderek ehli keyif olmayan dahi kullanır oldular. Hatta büyük ulemadan ve eshâbı devletten niceleri ol iptilâya (düşkünlüğe, tiryakiliğe) uğradılar... Kahvelerde erazil (reziller) ve evbaşın (çapkınlar) çok tütün içmelerinden kahveler gök duman olup içinde olanlar birbirini görmemek mertebelerine vardılar. Sokaklarda ve pazarlarda dahi lüle ellerinden düşmez oldu.118
Görüldüğü gibi Osmanlı'ya tütünü ilk alıştıran ve getiren İngiliz derin devletidir. Derin devlet mensupları, "hastalıklara iyi gelir" yalanıyla halkı bu zehre bağımlı hale getirmişlerdir. Abdülhamid dönemine gelindiğinde ise İngiliz derin devletinin işine yarayacak bir adım daha atılmıştır. Gençlerimizi ve insanlarımızı zehirleyen tütünün geliri Abdülhamid tarafından 1883'de, 30 yıllığına, Fransızlara ve İngilizlere ait olan "Reji" idaresine verilmiştir. Yani bir yandan tütün fabrikaları açılıp halkımızı zehirleyecek ürünler üretilmiş bir yandan halkımıza satılan zehrin geliri İngiliz derin devletinin kasasına akmıştır. Yine Abdülhamid döneminde Reji şirketinin kendi silahlı korucularına sahip olmasına izin verilmiş ve bu silahlı kişiler halka akıl almaz baskı ve zulüm uygulamışlardır.
![]() |
Osmanlı'da gerçekleşen tüm darbeleri yakından takip eden bir Fransız dergisi. Darbelere dair Avrupa'ya ulaşan haberlerin kaynağı hep İngiliz derin devleti idi. |
4. Darbeler ve Toprak Kayıpları
Son 200 yıl içinde dünya üzerindeki birçok darbede, İngiliz derin devletinin izleri vardır. Bu karanlık yapı, darbe ile yönetimleri değiştirerek kendi politikasının uygulanmasını, hızlı, sessiz ve masrafsız olarak elde eder. Darbeciler kimseye hesap vermek zorunda olmayan, kibirli ve çoğu zaman kolay yönlendirilen kişilerdir. Küçük bir menfaate tamah etmişler ve İngiliz derin devletinin oyununa gelmişlerdir. Geldikleri makamı hak etmemektedirler. Onları iktidara getiren unsur, bilgi, beceri ya da tecrübeleri değil; şiddet ve silahtır.
Darbe dönemleri ara rejimlerdir; dolayısıyla, böyle zamanlarda alınan kararların sorumlusu belli değildir. Tüm rezillikler bir ya da birkaç darbecinin üzerine yıkılır. Bu sayede başta İngiliz derin devleti olmak üzere asıl failler, tüm suçlardan elleri tertemiz kurtulurlar.
Osmanlı İmparatorluğu söz konusu olduğunda da böyle olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, çöküş dönemine geldiğinde, gerçekte 500 yılık bir devlet tecrübesine sahiptir. Askeriyede, ekonomide, eğitimde kısaca devlet yönetiminin her başlığında oturmuş bir sistem hakimdir. İngiliz derin devleti, böyle güçlü bir yapıyı hızlıca yıkabilmek için, darbe dönemlerinde olduğu gibi ara rejimlere ihtiyaç duymuştur. Faili belli olmayan, usulsüz uygulamalarla dolu bu ara rejimler, İmparatorluğu yıkıma yaklaştırmak isteyen güçlere istedikleri ortamı vermiştir. İşte bu nedenle, dünyadaki pek çok darbede olduğu gibi, Osmanlı'daki darbeleri incelerken de, arkadaki itici gücün İngiliz derin devleti olduğunu iyi analiz etmek gerekmektedir.
Tüm Darbelerin Anası: 1876 Darbesi
![]() |
Hüseyin Avni Paşa |
Türk tarihindeki ilk modern darbe, 1876'da Sultan Abdülaziz'i deviren darbe olarak kabul edilir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin Başkanı Mithat Paşa, Serasker (Genelkurmay Başkanı) Hüseyin Avni Paşa, Harbiye Komutanı Süleyman Paşa'dan oluşan cunta, Sultan Abdülaziz'i tahttan indirip yerine V. Murat'ı geçirirler. Darbe, Cumhuriyet döneminde de birçok kez göreceğimiz gibi, Harbiye öğrencileri kullanılarak yapılır. Darbeden 10 gün sonra Sultan Abdülaziz, intihar süsü verilerek şehit edilir.
İngiliz derin devleti, Osmanlı'nın gücünü gitgide kaybettiği ve "hasta adam" haline geldiği iftirasını yayarken, gerçekte Sultan Abdülaziz dönemi Osmanlı'nın güçlü dönemlerinden birini temsil eder. Osmanlı, 1876'da dünyanın dördüncü güçlü devletidir. Dünyanın dördüncü büyük ordusuna ve üçüncü büyük donanmasına sahiptir. 1876'da Osmanlı'nın yüzölçümü 12 milyon km2'dir; nüfusu 64 milyondur. Osmanlı'nın 1876'daki sınırları içerisinde günümüzün 35 ülkesi yer almaktadır. O dönemde İstanbul, dünyanın 5. büyük şehridir.
Sultan Abdülaziz, İngiliz derin devletine ciddi anlamda tavır almış, cesur bir padişahtır. Kendi döneminde Darwinizm'e geçit vermemiş, İngiliz derin devletinin casuslarını çevresinden uzaklaştırmıştır. Darbeyi gerçekleştiren isimlerden biri olan Hüseyin Avni Paşa'yı hem Darwinist hem de İngiliz yanlısı olduğu için görevinden almıştır. Bu olaya kinlenen Hüseyin Avni Paşa, Sultan Abdülaziz'e suikast planını yapan kişidir. Abdülaziz, Darwinist propagandaya başlayan Mecmua-i Fünun dergisini derhal kapattırmıştır. Osmanlı'da Darwinist propagandayı en çok yapan ve sonraki yıllarda yaygınlaştıran İngiliz yanlısı Ahmet Mithat'ın görevinden alınması için ise şu emri vermiştir:
Fimabaat (bundan böyle) Mithat Efendinin maymunlarına dair matbuata zinhar nesne yazdırılmaması.119
![]() |
Darbesi sırasında Sultan Abdülaziz'e suikast planını yapan Hüseyin Avni Paşa ve onun emriyle toplarını saraya çeviren Osmanlı Donanması |
Sultan Abdülaziz, İslam Birliği idealinde olan dindar bir insandı. Kendi döneminde Osmanlı ordusunu çağının en modern silahlarıyla donatmıştır. Öyle ki, o dönemde donanmada 25 zırhlı gemi, 175 savaş gemisi bulunmaktadır. Tahta çıkışından itibaren 450 km uzunluğundaki demiryollarını üç katına çıkarmıştır. Halife Abdülmecid Efendi, 1920'li senelerde kaleme aldığı risalesinde babası Abdülaziz'i şöyle anlatmıştır:
Pederim olan Abdülâziz Han Hazretleri, Allah'a şükürler olsun ki, bu gibi ahlâk zaaflarından hiçbirine müptelâ değildi. Hatta, ağzına hayatı boyunca bir damla olsun içki koymadığı gibi tütün de kullanmaz ve kahveyi bile nadiren içerdi. Bu sayede oldukça kuvvetli bir bedene sahip olmuştu. On beş küsur senelik saltanatını hiçbir hastalık görmeden geçirdi. Ama, kendisine ve başladığı büyük işlere yardım edecek tek bir kimseye bile sahip olamadığından tahttan indirilme felâketine maruz kalıp şehid edildi.120
Hain darbeyi gerçekleştirenler tarafından Abdülaziz Han'ın intihar ettiği iftirası atılmıştır. Fakat Sultan'ın bulunan naaşında iki elinin bileklerinin kesilmiş olduğu, sakalının bir tarafının tamamen yolunmuş, dişlerinin kırılmış ve göğüs altının morarmış olduğu görülmüştür.
Katilleri bu cinayete azmettiren Hüseyin Avni Paşa, planladığı cinayetin sonucunu görmek için Saray'a gelmiş ve Abdülaziz Han'ın henüz vefat etmemiş olduğunu görünce onun Saray karakolunun kahve ocağına götürülmesini emretmiştir. Böylece henüz hayatını kaybetmemiş olan Sultan'a doktor müdahalesi gecikmiş ve Sultan, kan kaybından şehit olmuştur. Hüseyin Avni Paşa, darp izlerinin açık şekilde görülmemesi için karakolun perdesini kopartarak Sultan'ın naaşının üzerine örtmüş, sadece kollarını açıkta bırakmıştır. Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane (Gülhane) Kumandanı Dr. Marko Paşa'dan, yalnızca Sultan'ın bileklerindeki yara izlerine bakarak intihar raporu yazıp imzalamasını istemiştir. Marko Paşa bunu reddetmiştir. Ardından, askeri Doktor Miralay Ömer Bey çağrılmış, fakat raporu o da imzalamayınca hemen orada apoletleri sökülerek Libya'ya sürgüne gönderilmiştir.
Sultan Abdülaziz, aynı gün alelacele Divanyolu'ndaki Sultan II. Mahmud Türbesi'ne defnedilmiştir.
![]() |
Türk tarihindeki ilk modern darbe, 1876'da Sultan Abdülaziz'i deviren darbe olarak kabul edilir. Darbe, Cumhuriyet döneminde de göreceğimiz gibi, Harbiye öğrencileri kullanılarak yapılır. Darbeden 10 gün sonra Sultan Abdülaziz, intihar süsü verilerek şehit edilir. |
İsmail Hami Danişmend, beş ciltlik İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi adlı eserinde, Sultan'ın ölüm nedeninin intihar değil, cinayet olduğuna dair tam otuz bir tane delil saymıştır. Sultan'ın naaşını gören doktorlardan, İngiltere Sefareti doktoru da bu kesikleri insanın kendi kendine yapamayacağını söylemiştir.121
Sultan Abdulaziz'in kızı Nâzime Sultan'ın bu konudaki açıklaması ise, bu hain cinayeti gözler önüne sermektedir:
Kuşkusuz, babamın intihar ederek vefat ettiğine hükmedenler aldatıcılardır. Ben babamın öldürülüşüne bizzat kendi gözlerimle şahit oldum.122
İntihar iftirasına hiç kimse inanmamıştır, nitekim cinayeti işleyen pehlivanlardan bir tanesi kısa süre sonra yaptıklarını itiraf etmiştir:
Fahri Bey (Sultan Abdülaziz'in) arkasından dolanıp kollarını tuttu. Hacı Mehmet ile Cezayirli Mustafa dizlerine oturdu. Ben de sol kolundaki damarları çakı ile iyice kestim. Sağ kolunun dahi birkaç yerine çakı ile bastırdım...123
Kanlı eylem sonrası bir soruşturma başlatılmış ve İngiliz yanlısı Mithat Paşa, başına gelecekleri anlayarak İngiliz Konsolosluğu'na sığınmıştır.
Tarihçiler, darbe öncesinde Mithat Paşa'nın Avrupa basınında sürekli olarak abartılı bir şekilde övüldüğünü ve İngilizler tarafından şımartıldığını yazar. Nitekim Mithat Paşa, darbeden önce 80 gün süren ilk sadrazamlığı döneminde Mısır'a ve Tunus'a bağımsız borçlanma yetkisi vererek Mısır'ın İngilizlerin, Tunus'un da Fransızların kontrolüne geçmesine sebep olmuştur. Darbe sonrası Mithat Paşa sadrazam olunca, İngilizlerle birlikte İstanbul'da, detaylarını daha önce açıkladığımız "Tersane Konferansı"nı toplamıştır. Bu konferans, Mithat Paşa'nın Osmanlı'yı Ruslarla savaşa sürüklediği ve İngiliz derin devleti telkinleriyle Osmanlı'nın yıkılışını hızlandırdığı bir dönüm noktası olmuştur.
![]() |
Sultan Abdülaziz, İngiliz derin devletinin himayesini asla kabul etmeyen güçlü bir padişahtı. İngiliz derin devleti, Sultan'ı devirmek için, Devlet içinden bir kısım yancıları kullanmış ve Sultan'ı şehit etmiştir. Sultan Abdülaziz'in kanlı kıyafetleri Topkapı Sarayı'nda korunmaktadır. (2,3) (1) (Solda) Sultan Abdülaziz'in şehit edilmeden birkaç gün önceki resmi |
1876 Darbesi Sonrası Kaybedilen Topraklar
1876 darbesi sonrasında İngiliz derin devletinin baskısı ile başa getirilen II. Abdülhamid'in hüküm dönemi, Osmanlı tarihinin en hızlı toprak kaybedildiği dönem olmuştur. Abdülhamid döneminde, sadece 33 yıl içinde kaybedilen toprak miktarı toplam 1.592.896 km2'dir.124 İmparatorluk, 24 milyonluk nüfusunun 5 milyonunu yitirmiştir.125 Tunus, Mısır, Somali, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan, Kars, Ardahan, Batum, Teselya, Kıbrıs, Abdülhamid zamanında kaybedilen topraklardan bazılarıdır.
1878 – Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan bağımsızlıklarını ilan etti.
1878 – 93 Rus Harbi sonucunda Bulgaristan, Almanya ve Avusturya-Macaristan himayesinde özerk bir prenslik oldu. Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verildi. Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın sınırları genişletildi. Kars, Ardahan, Batum ve Doğubayazıt Rusya'ya verildi. Teselaya Yunanistan'a bırakıldı.
1878 – Bosna Hersek ve Yenipazar, Avusturya tarafından işgal edildi.
![]() |
![]() |
(Sol) Darwinizme şiddetle karşı, Darwinist hiçbir yayına izin vermiyor, yasaklıyor. (Sağ) Gemilerle, trenlere yüzbinlerce Darwinist kitap her yere dağıtıldı. Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti'nin kaybettiği toprak miktarı 1.592.896 km2'dir. Bu oran, şimdiki Türkiye yüzölçümünün tam iki katıdır. |
1881 – Tunus, Fransa tarafından işgal edildi. 8 Haziran 1883'te Mersa Antlaşmasıyla Tunus tamamen Fransa'nın idaresine girdi.
1882 – İngiltere, Mısır'ı işgal etti.
1884 – Somali, İngiltere'nin eline geçti.
1885 – Habeş Eyaleti, İtalya tarafından işgal edildi.
1898 – Girit'e özerklik verildi.
1899 – Kuveyt'e özerklik verildi.
1908 – Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti.
1908 – Bosna Hersek tamamen Avusturya'nın eline geçti.
1908 – Girit, Yunanistan'a katılma kararı aldı.
Dikkat edilirse, İngiliz derin devletinin düzenlemiş olduğu bu darbe sonrasında Osmanlı'nın kaybettiği topraklar ya İngiltere'nin hakimiyetine girmiş ya İngiltere'nin müttefiklerine gitmiş ya da kolayca idare edilebilecek küçük, güçsüz devletçiklere dönüşmüşlerdir. İngiliz derin devleti, bu hain darbe ile sadece Osmanlı Devleti'ni parçalamakla kalmamış, dünyaya hakim olabilmek için ortam hazırlamıştır.
Diğer Darbeler
Osmanlı'da gerçekleşen darbeler ile toprak kayıplarının arasında yakın bir bağ vardır. Genellikle Osmanlı Devleti'nin zayıflatılması, isyanların başlaması ve toprak kayıpları, darbelerin hemen sonrasındaki istikrarsızlık döneminde gerçekleşmiştir. Açıktır ki darbeler, bu toprak kayıplarının gerçekleşmesi için, İngiliz derin devleti tarafından özel olarak planlanmış olaylardır. Osmanlı'da darbeler sonrasında toprak kayıpları şu şekilde gerçekleşmiştir:
◉ 1808 Yeniçeri ayaklanması ile III. Selim tahttan indirilmiş yerine IV. Mustafa gelmiştir. Bu ayaklanmayı kışkırtan İngiliz hayranı ve İngiliz lakabıyla bilinen Mahmut Raif Paşa'dır. Ardından gelen Osmanlı-Rus Savaşı kaybedilmiş, Sırbistan özerk olduğu gibi bazı topraklar da kaybedilmiştir.
![]() |
1808 Yeniçeri ayaklanması sonucunda III. Selim tahttan indirilmiştir. Ayaklanmayı kışkırtan, İngiliz lakabıyla bilinen Mahmut Raif Paşa'dır. |
![]() |
(1) 31 Mart Ayaklanması sonrasında ele geçirilen mahkumlar(2) Hareket Ordusu askerleri Taksim'de |
◉ 9 Haziran 1908'de İngiliz Kralı 8. Edward ve Rus Çarı 2. Nikola'nın Reval'de anlaşmasının ardından, İttihat ve Terakki Cemiyeti, kansız bir darbe ile Sultan Abdülhamid'e 2. Meşrutiyeti ilan ettirmiştir. Ardından İngiliz Büyükelçiliği'nde tercüman olarak görev yapan casus Gerald Fitzmaurice'in organizasyonuyla 31 Mart Ayaklanması ve askeri darbe gelir. Darbe sonrası Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek'i, İtalya ise Libya, Rodos ve 12 Ada'yı işgal etmiştir. Arnavutluk bağımsızlığını ilan ederken, Yunanistan Selanik, Girit ve Yanya'yı, Bulgaristan Kavala ve Dedeağaç'ı işgal etmiştir. Böylelikle Avrupa'da Osmanlı egemenliği de sona ermiştir.
◉ 23 Ocak 1913'te İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Enver ile Talat Paşalar, Bab-ı Ali'yi basıp askeri bir darbe ile hükümeti devirmişlerdir. Silah zoruyla Talat Paşa'yı sadrazam yapmış ve bu ikili, Osmanlı Devleti'ni I. Dünya Savaşı'na sokmuştur. Savaşın sonucu, Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunu getirmiş ve tüm Arap toprakları elden çıkmıştır.
Açıkça görüldüğü üzere Osmanlı tarihindeki tüm darbeler oldukça yıkıcı olmuş ve her birinde İngiliz derin devletinin ajanları kullanılmıştır. Her bir darbe, İngiliz derin devleti tarafından ince ince planlanmış ve sonucunda gerçekleşecek savaşlar ve toprak paylaşımları çok önceden belirlenmiştir. İngiliz derin devleti, darbeleri gerçekleştiren kendi yancılarını, bu savaşlara önayak olmaları için teşvik etmiştir. Sıkıntılı darbe dönemlerinde gerçekleşecek savaşların, İmparatorluğu daha fazla parçalayacağını gayet iyi bilmektedir. Sinsi plan buna uygun yapılmıştır.
![]() |
(1) 23 Ocak 1913'te, Bab-ı Ali Baskını'nın gerçekleştiğinin duyulmasının ardından Bab-ı Ali önünde artarak toplanan kalabalık(2) Baskında şehit edilen Harbiye Nazırı Nazım Paşa |
![]() |
Osmanlı'da gerçekleşen darbelerin tümünün arkasında gizli bir el, yani İngiliz derin devleti vardır. |
Türk-Rus Yakınlaşması ve Darbeler |
Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerinin normalleşmesi ve ardından yaşanan 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte Türk ve Rus hükümetleri bir ittifak arayışına girmişlerdir. Her iki ülke, başta Karadeniz ve Suriye olmak üzere bölge sorunlarında ortak stratejiler geliştirmeye başlamıştır. Bölge sorunlarına ancak bölge insanlarının cevap bulabileceğini öngören bu ittifak, dünyanın özlemini çekmekte olduğu barış ortamını sağlayabilecek değerli bir adımdır. Rus ve Türk milletlerinin yakınlaşmasında bu bir ilk değildir. İki devlet 1833'deki Hünkâr İskelesi Antlaşması ile ortak savunma ittifakı imzalamışlardır. Sultan II. Mahmut ve Rus Çarı 1. Nikola'nın bu antlaşmayı gerçekleştirmelerinin amacı, üçüncü ülkelerin (özellikle İngiltere'nin) oyunlarını durdurabilmekti. Antlaşmaya göre taraflardan birisi askeri yardım isterse diğeri müttefikine yardım edecekti. Antlaşmanın gizli maddesiyle de, Rusya'nın Batılı bir devletle savaşa girmesi halinde Osmanlı Devleti'nin, Rusya'yla savaşan devletin gemilerine Çanakkale Boğazı'nı kapatması ve Rus gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesine izin vermesi kararlaştırılmıştır. Ancak, antlaşma gizli olmasına rağmen Avrupalı devletler, İngiliz Büyükelçisi Ponsonby sayesinde anlaşmanın detaylarına ulaşmayı başarmış ve çeşitli savaş tehditleri sonucunda bu anlaşmayı, 1840'taki Londra Antlaşması ile ortadan kaldırmışlardır. Rusya ile Osmanlı'nın yakınlaşmasına bir örnek de Abdülaziz dönemidir. II. Mahmut'un oğlu Sultan Abdülaziz de, Rusya'yı yakın bir dost ve müttefik olarak görmüş ve bir kez daha yakınlaşma dönemi başlamıştır. İstanbul'daki Rus Büyükelçisi Ignatyev bu dostluğun aracısı olmuştur. Ancak bu yakınlaşma sonunda da İngiliz yanlısı bir cunta darbe yapıp Sultan Abdülaziz'i devirmiştir. İktidara gelen hükümetten Mithat Paşa, İngiliz Said Paşa ve yeni Sultan II. Abdülhamid'in İngiliz yanlısı politikaları sonucunda Osmanlı Devleti ve Rusya savaşa girmiş ve savaş sona erdiğinde 250 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Buna benzer olaylar, 18 ve 19. yüzyıldaki toplam 6 savaşta da devam etti. İngilizlerin başını çektiği Avrupa devletleri kimi zaman Osmanlı'nın yanında Ruslarla, kimi zaman da Rusların yanında Osmanlı ile savaştılar. Ama iki devletin aynı ittifakta olmasını daima engellediler. Savaşları kışkırtan, tahrik ve provoke eden İngiliz derin devleti, kimi zaman barış antlaşmalarının da arabulucusu oldu. Fakat bu barış antlaşmalarında da daima tek kazanan İngiliz derin devleti idi. Masumlar can verdi, şehirler yıkıldı. Nihayetinde ise Osmanlı ve Rusya gibi iki büyük imparatorluk, İngiliz derin devletinin oyunları sonucunda tarih sahnesinden çekildiler. 20. yüzyılda da Türkler, kuzey komşu Rusya'dan hep dostluk görmüşlerdir. Sykes-Picot Antlaşması'nı ortaya çıkaran Ruslardı. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sırasında Rusya'dan silah ve para yardımı aldı. Hatta bu desteğe teşekkür amacıyla Taksim Anıtı'na iki ünlü Rus asker General Frunze ve Mareşal Voroshilov eklendi. Yine Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen birçok sanayi hamlesinin arkasında Rus desteği vardı. Bu dostluk, savaştan yıkık çıkan Anadolu'nun yeniden refaha kavuşmasını hızlandırdı. Ne var ki, tarihte yaşananların bir benzeri, genç Cumhuriyetimizin de başına geldi. Türkiye, ne zaman Rusya ile yakınlaşmaya başlasa, İngiliz derin devletinin planladığı iç karışıklıklara ve ardından gelen askeri darbelere maruz kaldı. Rus ve Türk milletlerinin dostluğu, İngiliz derin devletini her zaman tedirgin etmişti. 21. yüzyılda Sayın Erdoğan ve Sayın Putin'in liderliğiyle iki ülke ticari, ekonomik ve siyasi olarak adı konmamış bir ittifak yaşamaya başladılar. Mega projeler ardı ardına açıklandı. Ortak şirketler ve dostluklar kuruldu. Rus ve Türk halkları dost ve kardeş olmanın konforunu sürdüler. Kasım 2015'te Rus savaş uçağının düşürülmesi, kuşkusuz ki beklenmedik bir olaydı. Bu olayın, İngiliz derin devletinin kullandığı yancılar tarafından gerçekleştirildiği de kısa bir süre sonra ortaya çıktı. Bu süre içinde, iki ülkenin dostluklarını sürdürmesi, kışkırtma ve provokasyonlara aldanmamaları ve mutlaka ittifaklarını devam ettirmeleri konusundaki desteklerimiz ve gösterdiğimiz çabalar önemli sonuçlar verdi. Bu çabalara duyarlılık gösteren iki ülkenin sağduyulu liderleri, ittifaklarını daha da güçlendirerek İngiliz derin devletinin oyununu bozdular. Şu an elimizdeki en büyük avantaj ise, kirli oyunların kurucusunun İngiliz derin devleti olduğunu biliyor olmamız. Üst aklın bilinmesi, iki büyük devlet üzerinde oynanacak oyunları tümüyle geçersiz ve etkisiz kılacaktır. Şu gerçek unutulmamalıdır ki, tarihte büyük medeniyetler kurmuş imparatorluklar hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmazlar. Nitekim bugün, iki devlet de bölgelerinde hala büyük bir güç ve etki sahibidir. Kaldı ki, Rus Devleti birçok İslam ülkesinden daha fazla Müslümana ev sahipliği yapmaktadır. 20 milyonluk Müslüman nüfus, her iki ülkenin ortak kardeşlerinden oluşmaktadır. Bu muazzam potansiyel göz önüne alındığında kaynayan bölgelere barışı getirebilecek büyük güçlerden birinin, Rus-Türk ittifakı olduğu anlaşılmaktadır. Bu ittifak, işte bu nedenle, savaşlardan beslenen mihrakların sürekli olarak hedefi konumundadır. Bizlere, yani 230 milyon Rus ve Türk'e düşen ise, var gücümüzle ortak mücadelemize sahip çıkmak ve aramızdaki birliği artırmak için çalışmaktır. |
5. Osmanlı Ordu ve Donanmasının Kaybedilmesi
Sultan Abdülaziz zamanında dünyanın dördüncü büyük ordusu ve üçüncü büyük donanmasına sahip olan Osmanlı Devleti, Sultan II. Abdülhamid'in başa gelişiyle bu muazzam gücünü kaybetmiştir. Bu noktada II. Abdülhamid'in, İngiliz derin devleti tarafından şiddetli baskı altında tutulduğu gerçeğini tekrar hatırlamak gerekmektedir. Öyle ki, Osmanlı'nın Sultan Abdülaziz dönemindeki bu olağanüstü savunma gücünden oldukça çekinen İngiliz derin devleti, kendi baskıları altında tuttukları bir Padişahın başa geçmesiyle istediklerini yaptırabilmişlerdir. II. Abdülhamid, kendi taht kaygılarını ve darbe söylentilerini bahane ederek, Osmanlı'nın hayranlık uyandırıcı donanmasını Haliç'e çektirmiş ve çürümeye bırakmıştır.
O dönemde Osmanlı Donanması'nı incelemeye gelen İngiliz Amirallik Birinci Lordu William Palmer, Osmanlı Donanması hakkındaki raporunda "donanma diye bir şey yoktu" yazmıştır.126 Dünyada ilk kez Osmanlı tarafından denenen ve denemelerde başarılı olan denizaltılar Abdülhamid tarafından Haliç'e terk edilmiş ve orada çürütülmüştür. Osmanlı Devleti, önde başladığı denizaltı yarışına, I. Dünya Savaşı'nda elinde tek bir denizaltı bile olmadan devam etmiştir. Tarih yazmış bir imparatorluk, İngiliz derin devletinin emri altında kendi donanmasını çürüterek 1912 yılında Balkan Savaşları ile başlayan ve 1922'de Kurtuluş Savaşı ile sona eren 10 yıllık korkunç savaş dönemine ordusuz ve donanmasız girmiştir.
Donanmanın felaket durumu, 1897 yılında Osmanlı-Yunan Savaşı başladığında fark edilmiştir. Savaşın başlangıcında, donanmanın Haliç'ten Çanakkale'ye doğru bir gösteri yürüyüşü yapması düşünülmüştür. Fakat daha yürüyüşün başında Mesudiye zırhlısının 8 kazanından 3'ü patlamış, Hamidiye'nin makine dairesi su dolmuştur. Donanma, Yeşilköy Feneri açıklarında toplanacaktır; ama çok az yağan yağmur bile gemilerin yolunu kaybetmesine yol açmıştır. Hamidiye, Çanakkale yerine Lapseki'ye ulaştmış, Hizber adlı zırhlı kaybolmuştur. Zırhlı, iki gün sonra İmralı Adası'nda kıyıya oturmuş halde bulunmuştur.127
I. Dünya Savaşı öncesinde donanmasız kalan Osmanlı, bir kez daha İngiliz derin devletinin oyununa gelmiş ve hatırlanacağı gibi parasını ödediği Sultan Osman ve Reşadiye gemilerini İngiltere'den hiçbir zaman alamamıştır. Osmanlı'yı parçalayıp I. Dünya Savaşı ile tamamen ortadan kaldırma entrikası, görülebileceği gibi İngiliz derin devleti tarafından çok önceden, en ince detaylarıyla planlanmıştır.
![]() |
(1) Haliç'e çekilerek çürümeye terk edilen Osmanlı Donanması(2) Haliç'e çekildikten sonra denizaltılar kullanılamaz hale gelmiş, Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na elinde tek bir denizaltı olmadan girmiştir.
|
![]() |
Abdülaziz döneminde Donanma'ya kazandırılan Mesudiye zırhlısı, Abdülhamid döneminde çürümeye bırakıldı. |
6. Osmanlı Topraklarında İngiliz Ajanları
İngiliz derin devletinin Osmanlı'daki faaliyetlerini anlatırken, İmparatorluğun birçok bölgesinde aktif görev almış İngiliz büyükelçileri, konsolosları ya da diplomatlarına özel bir yer ayırmak lazımdır. Bu elçilerin büyük bir kısmı, Osmanlı topraklarına bir konsolostan çok ajan olarak gönderilmiş kişilerdir ve İngiliz derin devletinin hedeflerine ulaşabilmesinde kilit rol oynamışlardır. Bunların bir kısmı, Türk bürokrasisi ile dost olmuş ve Türk siyasetini yönlendirmeye çalışmıştır. Bir kısmı, Osmanlı yurdunda yüzyıllarca barış ve huzur içinde yaşamış azınlıkları ayaklanmaya teşvik etmiş ve Osmanlı sınırları içindeki iç savaşların lojistiğini sağlamıştır. Dostlukla elde edemediklerini ise kimi zaman tehdit ve şantaj, kimi zaman da ekonomik güçle elde etmişlerdir.
İngiliz derin devleti, Osmanlı topraklarına doğrudan ajanlar da göndermiştir. Bunlar, arkeolog, gezgin gibi vasıflarla Osmanlı topraklarına giren ve burada özellikle Osmanlı'ya bağlı çeşitli etnik grupları ayaklanmaya teşvik eden kişiler olmuştur. Bunlardan en bilineni, İngiliz arkeolog/ajan Gertrude Bell, Irak, Suriye ve Ürdün topraklarındaki ayaklanmaları planlamış ve uygulamaya koymuş olan kişidir. Bell, bu topraklarda yaptığı ajanlık faaliyetiyle İngiliz derin devletinin gözünü öylesine doldurmuştur ki, kendisine "çölün kızı" ve "Irak'ın taçsız kraliçesi" gibi unvanlar dahi verilmiştir. Çok iyi Arapça, Farsça ve Türkçe bilen Bell, Osmanlı'nın kontrolündeki Kudüs, Suriye ve Irak'ta yerel halk ve tüccarlarla dostluk kurmuş, gittiği yerlerde arkeolojik çalışma adı altında çizdiği haritaları İngiliz Kraliyet Coğrafya Merkezi'ne göndermiştir. Musul, Bağdat ve Basra'nın Osmanlı'nın elinden çıkmasına neden olmuştur. Bell, daha sonra, 1919 Paris Barış Konferansı'nda, Churchill ile birlikte, cetvelle Irak sınırlarının tespit edilmesine yardım etmiştir.
![]() |
İngiliz arkeolog/ajan Gertrude Bell, Emir Faysal ile piknikte. Faysal, Bell'in birkaç yıl sonra Osmanlı'dan ayıracağı Irak'ın tahtına geçecektir. |
![]() |
(1) Soldan sağa, Wyndham Deedes, Emir Abdullah, Herbert Samuel, Gertrude Bell(2) Ajan T. E. Lawrence, Emir Abdullah ile el ele |
İngiliz casus T. E. Lawrence ise, önceki bölümde detaylı gördüğümüz gibi, Hicaz bölgesindeki Arap isyanının müsebbibidir. İngiliz derin devleti, Lawrence'ı kullanarak bir kısım Arapları silah ve para yardımıyla İstanbul'a karşı ayaklandırmıştır. İsyanın sonrasında bölge İngiliz hegemonyasına girmiştir.
Türk ordusu geri çekilirken Arabistanlı Lawrence'ın Arap asilere verdiği emir, Türk düşmanlığını göstermektedir:
Savaşçılar! İçinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Tutsak almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz. Hepsini öldürün! Hepsini öldürün!128
![]() |
Winston Churchill başkanlığında 1921 yılında gizli olarak yapılan Kahire Konferansı. Resimde ajanlar Bell ve Lawrence görülebiliyor. |
![]() | |
1. Akdeniz2. Lübnan3. Suriye4. Golan Tepeleri5. Irak6. Batı Şeria7. Gazze Şeridi | 8. Ürdün Nehri9. Amman10. Ölüdeniz11. İsrail12. Mısır13. Suusi Arabistan |
Ürdün - Suudi Arabistan sınırının Amman'a yönelen zikzaklı kısmı, "Churchill Hıçkırığı" olarak adlandırılmaktadır. |
Bell ve Lawrence, Winston Churchill başkanlığında 1921 yılında gizli olarak yapılan Kahire Konferansı'na katılmışlardır. Churchill, Kahire Konferansı'na katılan 40 kişiyi, Osmanlı topraklarını Haramiler gibi yağma etmelerinden dolayı 40 Haramiler olarak adlandırılmıştır. Bu toplantıya göre, Filistin İngiliz mandasında kalacak, Haşimi ailesinden Abdullah Ürdün kralı, aynı aileden Faysal Irak kralı olacak, Mekke Şerifi Hüseyin Hicaz bölgesini, İbn Suud ailesi ise Arap yarımadası ve Nejd'i kontrol edecekti. Bunların tümü İngiltere'den para yardımı alacak ve İngiliz Hava Kuvvetleri bölgenin güvenliğinden sorumlu olacaktı. Bu görev doğrultusunda İngilizler binlerce yerleşim yeri bombalamış, on binlerce sivili şehit etmişlerdir. Konferans'ta paylaşılan toprakların tümü Osmanlı topraklarıdır. Ürdün-Suudi Arabistan sınırının Amman'a yönelen zikzaklı kısmı, Churchill hıçkırığı olarak adlandırılmaktadır. Yıllar sonra Churhcill, Ürdün'ü, bir Pazar günü Kahire'de, kaleminin darbesi sonucunda –kendi deyimiyle– "yarattığını" açıklayacaktır.129 İngiliz derin devleti için ülkelerle, devletlerle, milletlerle oyun oynamak işte bu kadar kolaydır.
İngiliz Derin Devletinin Osmanlı Devlet Adamları Üzerindeki Olumsuz Etkisine Dair Bir Rapor |
İngiliz derin devletinin elçileri, Osmanlı Devleti'ni istedikleri zaman savaşa sokabilmiş, gerekirse tamamen kendi menfaatleri için barış anlaşması imzalatmış ve Osmanlı padişahlarını devirip sadrazamları idam ettirmiştir. Bu güce, Osmanlı içinden hizmetine aldığı devlet adamları sayesinde sahip olmuştur. Bu kişiler, İngiliz derin devletine hizmet eden ve vatanlarına ihanet eden münafık karakterli kişiler olmuştur. Bu nedenle İngiliz derin devleti, tarih boyunca Türk devlet adamlarını yakından takip etmiştir. İngiliz elçilik görevlisi G. Barclay'nin 18 Ocak 1907'de ilettiği bir değerlendirme raporu bu konuda önemli bir örnektir. Söz konusu raporda, Osmanlı Devleti'nde üst düzey görev yapan kimseler hakkında İngiliz derin devleti kurumlarına bilgiler iletilmiş, kişiler hakkında çeşitli sınıflandırılmalar yapılmış, bu kişilerin kendilerine ve hatta eşlerine yönelik hakarete varan ifadeler kullanılmıştır. Rapordan bazı bölümler şöyledir: Sadrazam Kamil Paşa:: Kıbrıs asıllı Musevi'dir. Yetenekli ve namusludur. Rodos'a sürülmüş ve İngiliz Konsolosluğu'na sığınmıştır. Said Paşa: Eski Sadrazam. Küçük Said Paşa denir. Çok enerjik ve hırslıdır. Vatanını müthiş sever. Aşırı derecede zekidir. Çok sabırsızdır. Eskiden İngiliz dostuydu, sonra Rus taraftarı oldu. Hariciye Nazırı Ahmet Tevfik Paşa: Diplomatik yeteneği yoktur. Karısı Alman olmasına rağmen Almanlardan şüphelenir. Dahiliye Nazırı Memduh Paşa: Gayet dar kafalıdır ve Hıristiyanlara düşmandır. Muhtelif zamanlarda İngiliz çıkarları yanında hareket etmiştir. Utanmaz derecede rüşvet yemesiyle ünlüdür. Ferid Paşa:Sadrazam. Almanlar tarafından desteklenmektedir. Devamlı Almanya'yı destekler. Mabeyinci Ragıp Paşa:Sultan'a etki edecek kişilerin en önemlilerinden biridir. Saray etkisini kullanarak büyük servet kazanmıştır. İngiliz çıkarlarına yatkındır. Mehmet Nuri Bey:Chateauneuf isimli bir Fransız'ın oğludur. Fransa'da tahsil yapmıştır. Saray casusudur. Dış görünüşünün bütün güzelliğine rağmen tamamen çürümüş bir insandır. İngiliz Dışişleri, Türk devlet adamlarını arşivlemeye bundan sonra da sistematik olarak devam etmiştir. (Bunun en son örneği, günümüzde Wikileaks belgeleriyle ortaya çıkan arşivlerdir). 1933-1939 yıllarına ait bir başka küstah diplomat dili, yine İngiliz Dışişleri belgelerinde bulunmuştur. İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Percy Loraine'un, 1938'de "gizlilik kaydıyla" Londra'ya gönderdiği, "Notes On Leading Turkish Personalities" (Önde Gelen Türk Şahıslarla İlgili Notlar) adlı raporunda, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin toplam 96 yöneticisi, gazetecisi ve aydını hakkında gayri resmi bilgiler yer almaktadır: Yunus Nadi Abalıoğlu:Gazeteci. Kısa boylu, şişmandır. Kelebek gözlük takar. Herhangi bir rüzgara kapılmaya meyillidir. Celal Nuri İleri: Gazeteci. Müthiş Batıcıdır. Akıllı. Saman altından su yürüten biri. Komünist eğilimi olduğu düşünülüyor. Ahmet Ağaoğlu: : İslamiyet'i seçmiş Kafkas kökenli bir Yahudi'nin oğlu. Rus gizli servisinde çalıştı. 1926'dan sonra İngiliz düşmanlığı azalır gibi oldu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu:Minyon. Önemli özelliği olmayan bir dış görünüşe sahip. Eşi hoş ve İngilizce bilen biri. Ahmet Ferid: Bolşevik yanlısıydı. Fırsatçı ve prensipsiz. Çekici karısı, Londra Büyükelçiliği'ndeki başarısında ona yardımcı oldu. Kazım Özalp: Büyük olasılıkla Alman ve Bolşevik karşıtı. Poker hastası. İbrahim Tali Öngören: Doktor. Öküz kafalı, kısa boylu. Hasan Saka:Bolşevik sempatizanıydı. Çekici değildir. Külhanbeyi gibidir. Ali Çetinkaya: Bayındırlık Bakanı iken yabancı şirketlerin millileştirilmesi için çalıştı. Fethi Okyar:Moğol yüzlü. Alçakgönüllü bir insan. İngilizce bilen çok çekici karısı var.1 |
1. Soner Yalçın, 'İngiliz 'WikiLeaks'inde Ünlü Türkler', Hürriyet, 04.12.2010, http://www.hurriyet.com.tr/ingiliz-wikileaks-inde-unlu-turkler-16452176 |
Osmanlı'ya Sızan İngiliz Ajanlarından Bazıları
Arminius Vambery
![]() |
Abdülhamid'in güvenini kazanarak Saray'da yaşayan İngiliz casus Arminius Vambery |
Seyyah, kaşif, derviş, öğretim üyesi, yazar, devletlerarası arabulucu gibi sıfatlarla ortaya çıkan Macar asıllı Arminius Vambery; Budapeşte Üniversitesi'nde Doğu Dilleri Profesörü idi. Orta Asya'da Türkoloji araştırmaları yapmak üzere Osmanlı topraklarına gelmiş ve Osmanlı Padişahı nezdinde İngiltere hesabına ajanlık yapmıştı. Musevi asıllı idi; ama iki kere din değiştirmiş, önce Hristiyan sonra Müslüman olmuştu. 5 dil biliyordu.
Vambery, küçükken tüm dini inancını kaybetmiş, fakat buna rağmen ileriki yıllarda derviş görüntüsüne bürünerek Orta Asya'yı dolaşmıştır. Darwinist-materyalist dünya görüşüne sahiptir. 1857'de İstanbul'a gelmiş ve Saray içinde özel dersler vermeye başlamıştır. II. Abdülhamid'in sürekli olarak yanında bulunmuş, Mithat Paşa'ya da Fransızca dersi vermiştir. Çok kısa bir süre içinde Padişah II. Abdülhamid'in güvenini kazanan yegane kişi olmuştur.
Guardian Gazetesi'nden Richard Norton-Taylor'ın tabiri ile, Vambery'nin İngilizler açısından en faydalı yanı, Türkiye'de Sultan'ın nezdinde sözü geçen biri olması idi. Londra'da kendisinden bilgi alan kişi onu, "Konstantinopol'deki dostunuz" olarak tanımlıyordu.130
Abdülhamid, Vambery'i 1880'lerde Türkiye'ye çağırdı. Vambery, Padişah'ın özel konuğu olarak Yıldız Sarayı'nda ağırlandı. Vambery'nin Saray'a nüfuz ettiğini gören Lord Salisbury, 1888 yılında kendisini Dışişleri Bakanlığı'na çağırıp ona Padişah nezdinde istihbarat toplama görevini verdi.
Vambery, Batı dillerine olan hakimiyeti sayesinde Osmanlı Hariciye Nezareti'nde (Dışişleri Bakanlığı) tercüman olarak istihdam edildi. Vambery'nin yeteneklerini fark eden, onun istihbarat ve gözlemlerinden yararlanmak isteyen Batı basını onu İstanbul muhabiri yaptı. Vambery, özellikle İngiltere'de büyük bir coşku ve takdirle karşılandı, onuruna ziyafetler verildi. Hatta Kraliçe Victoria'nın davetiyle ağırlandı.
İngiliz Avam Kamarası'nda, Vambery'nin, Dışişleri Bakanı Lord Salisbury'nin ricası ile Abdülhamid'e özel bir misyon için gittiği yolundaki söylentilerin doğru olup olmadığı, eğer bu söylentilerde gerçek payı varsa bu görevinin neleri kapsadığı sorulmuştur. Gelen cevap nettir: "Bu sözlerin kesinlikle aslı yoktur". Oysa ki, daha bir ay kadar önce Prof. Vambery, Lord Salisbury'nin emriyle İstanbul'da bulunmuş ve Dışişleri Bakanlığı'nda Padişah II. Abdülhamid ve Osmanlı'ya ilişkin uzun ve gizli bir rapor sunmuştur.
Abdülhamid "İngilizlerle anlaşabilmeyi ben de çok arzuluyorum; bu hususta her türlü tavizlerden de kaçınmayacağım; yeter ki onlar da aynı şekilde istekli olsunlar" demiş, hatta Vambery aracılığı ile Londra'ya bir ittifak önerisinde bulunmuştur.131
Charles Arbuthnot
![]() |
General Sebastiani ve Fransız subayları, Sultan Selim ile devlet ileri gelenlerine İstanbul'u savunma planlarını gösteriyor. |
Charles Arbuthnot, 1804-1807 yılları arasında İngiltere'nin İstanbul Büyükelçiliğini yapmıştır. İngiliz donanmasının, Çanakkale Boğazı'na saldırdığı ve Adalar açıklarına gelip İstanbul'u tehdit ettiği başarısız operasyonun mimarıdır.
1808 Çanakkale operasyonu öncesinde Rusya, savaş ilan etmeksizin Türk toprakları Eflak ve Boğdan'ı işgale başladı. Osmanlı İmparatorluğu, bunun üzerine, Fransız Büyükelçi Sebastiani'nin de baskısıyla Rusya'ya karşı savaş hazırlıklarına başladı. Bunun ardından Ruslarla ittifak halindeki İngiliz Elçisi Sir Charles Arbuthnot, Bab-ı Ali'ye ültimatom verdi. Bu ültimatomda, Sebastiani'nin İstanbul'dan gönderilmesi, Rusya ile barış yapılması, İngiliz ittifak antlaşmasının yenilenmesi, İngiliz ve Rus savaş gemilerinin Boğazlardan serbestçe geçebilmelerine izin verilmesi istenmekteydi. Ültimatomun akabinde Rusların Eflak ve Boğdan'a girmesi karşısında Rusları destekleyen İngiltere, Çanakkale istihkamlarının da kendilerine verilmesini talep etti. Elçi Arbuthnot, bu şartlar kabul edilmediği takdirde, Bozcaada'ya gideceğini ve oradan İngiliz donanmasıyla gelerek İstanbul'u bombardımana tutacakları tehdidini de savurdu.
Arbuthnot'un katılımıyla Çanakkale'deki İngiliz donanması 10 büyük kalyonla 4 Türk gemisini batırarak Marmara Denizi'ne girdi ve İstanbul önlerine geldi. İngiliz donanmasının İstanbul'a ulaşması ile ültimatoma Türk donanmasının emanet olarak İngilizlere devredilmesi de eklendi. İngilizlerin bu hareketi önce asker içinde sonra da medrese öğrencileri arasında büyük bir hiddet oluşturdu. İstanbul halkı ve en sonunda Bab-ı Ali de direnmeye karar verdi. Sahilin kilit noktaları savunma yapacak şekilde düzenlendi. 300 kadar top yerleştirildi. Bu arada da Adalar halkı ve kayıkçılar İngiliz donanmasına karşı gerilla taktikleri ile saldırmaktaydılar. Tüm bu savunma gayreti İngiliz donanmasının geri adım atmasını sağladı. Son bir tehdit denemesi de başarılı olmayınca İngiliz donanması geri çekildi. Çanakkale'deki savunma topçuları da donanmaya geçit vermediler.
Henry Elliot
![]() |
Sadrazam Mithat Paşa |
İngiliz derin devletinin ünlü casuslarından bir diğeri de İngiltere'nin İstanbul Elçiliği görevini yapan Henry Elliot'tur. Abdülaziz Han'ın tahttan indirilmesine ve Mısır'a dış borçlanma yetkisi veren fermanı yayınlayarak Mısır'ın İngiliz hakimiyetine girmesine neden olan Sadrazam Mithat Paşa'nın yakın arkadaşıdır. Elliot, 1876 darbesinin ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın mimarlarındandır.
Darbe sonrası Mithat Paşa sadrazam olunca, İngilizlerle birlikte İstanbul'da "Tersane Konferansı"nı toplamıştır. Savaşı önlemek için toplanan Tersane Kongresi'nde, Osmanlı'dan Sırbistan ve Karadağ'a bağımsızlık, Bulgaristan ve Bosna-Hersek'e de özerklik vermesi istenmiştir. İngiltere, Osmanlı'nın bu teklifleri hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini ve savaşa gireceğini gayet iyi bilmektedir. Nitekim anlaşma şartları açıklanınca, Mithat Paşa'ya direnmesini telkin eden ve bir savaş durumunda İngiltere'ye güvenebilecekleri hususunda taahhütler veren yine İngiltere olmuştur. Sonuç olarak Elliot'un, yani İngiliz derin devletinin isteği olmuş ve Osmanlı ile Rusya savaşa girmiştir. Bu savaş, Osmanlı'nın, tarihindeki en büyük toprak kayıplarından birini yaşadığı savaş olmuştur. Yine bilindik taktik karşımıza çıkmış ve yine "barış" antlaşması İngilizlerin arabuluculuğu ile imzalanmıştır.
İngiliz derin devletinin bilinen taktiklerinden biri, iki tarafı kışkırtıp savaştırdıktan sonra arabuluculuk adı altında barış anlaşması imzalattırmaktır. Benzer şekilde Osmanlı Devleti'nin batıda büyük çapta ilk toprak kaybettiği anlaşma olan 1699 Karlofça Antlaşması da, o sırada İngiltere'nin İstanbul büyükelçisi olan William Paget'in baskısı ile imzalanmıştır. 1715-1718 Osmanlı-Venedik-Avusturya Savaşı'nın ardından imzalanan ve yine Osmanlı'nın toprak kaybetmesine neden olan Pasarofça Antlaşması da İngiliz elçilerinin arabuluculuğu ile imzalanmıştır. Bu anlaşmaların tümü, gerçekte İngiliz derin devletinin sinsi politikalarının bir sonucudur. Keza, savaşları alttan alta planlayan ve ateşleyen de daima İngiliz derin devleti olmuştur. Yapılan bu anlaşmaların sonrasında kazançlı çıkan taraf her defasında sadece İngiliz derin devletidir. Osmanlı ise, İngiliz derin devletinin güdümü altında imza atmak zorunda kaldığı her anlaşma sonrasında çöküşe bir adım daha yaklaşmıştır.
Austen Henry Layard
Henry Elliot'dan sonra İngiltere'nin İstanbul büyükelçisi olan Henry Layard, elçilik görevi ile Osmanlı topraklarına giren ajanlardan bir diğeridir. İngiltere'de Gladstone Hükümeti tarafından Privy Council üyeliğine yükseltilen Layard, 1878 Kıbrıs Antlaşmalarıyla Kıbrıs'ın İngilizlerin egemenliğine girmesini sağlayan kişi olarak kabul edilir. Türk dostu gibi gözükse de ana politikası, Osmanlı ve Rusların karşılıklı güçlerini tüketmesi ve İngiliz derin devletinin bundan faydalanmasıdır. Elbette bu dönemde II. Abdülhamid'in, İngiliz derin devletine, İngiltere'nin Kıbrıs hakimiyetini sağlayacak imkanlar vermesi de Layard'ın işini oldukça kolaylaştırmıştır.
Layard, İngiliz Dışişleri Bakanı Robert Gascoyne-Cecil'e, İslami geleneğe göre bir idarecinin Halifelikten ve tahttan azledilebilmesi için ancak ve ancak deli hükmünde olması gerektiğini belirtmiştir. Bu yönlendirmeyle kurulan bir tertip neticesinde Sultan V. Murad tahttan indirilmiş, yerine de İngiliz derin devletinin baskısına boyun eğmek zorunda kalan II. Abdülhamid geçmiştir. Bu örnek, İngiliz ajanları yoluyla Osmanlı tahtı sahiplerinin bile değiştiğinin vahim bir göstergesidir.
7. İngiliz Derin Devletine Hizmet Eden Yancılar
İngiliz derin devletinin, tarih boyunca, farklı coğrafyalarda hakimiyet elde etmek, isyanlar çıkarabilmek, darbeler inşa edebilmek, hükümetler devirebilmek ve farklı ülkelerde sapkın ideolojileri yaygınlaştırabilmek için kullandığı en etkili yol münafıklar olmuştur. İngiliz derin devleti, hedeflediği ülkelerde genellikle hep kendisine küçük menfaatler karşılığında tamah eden, ezik karakterli ve aşağılık kompleksi içindeki kişileri seçer. Bu kişiler, yaşadıkları kompleks nedeniyle, zaten yancılık yapacak derecede İngiliz hayranıdırlar. Onlara vaat edilen küçük görevler, ikram edilen cüzi miktarda bir ücret veya geleceğe dair hiç gerçekleşmeyecek bir vaat, bu kişilerin her türlü hayasızlığı yapmasına yetecektir. Söz konusu kişiler, bu küçük menfaatler için vatanını satan, dinini terk eden ve her türlü kalleşliği yapan yancı münafıklardır.
İngiliz derin devleti, söz konusu yancıları Hindistan'ı hakimiyeti altına alırken de kullanmıştır; bir kısım Arapları Osmanlı'ya karşı isyana teşvik ederken de. Söz konusu münafıklar, Osmanlı'nın yıkılışında da en etkili elemanlar olmuştur. Ancak vatanını satan münafık tehlikesini, sadece Osmanlı yıkılış dönemlerine ait bir tehlike olarak görmek oldukça sakıncalıdır. Bu münafıklar halen vardır. İngiliz derin devleti, günümüzde de münafıkları özenti, ezik ve yancı karakterlerinden hemen teşhis etmekte ve kısa sürede ağına düşürmektedir. Bu kişiler, Irak ve Suriye gibi ülkelerin bugünkü korkunç durumunun da başlıca müsebbibidirler. Aynı durum ülkemiz için de geçerlidir. Ülkemizde de İngiliz derin devletine yancılık peşinde olan, sıradan menfaatler karşılığında vatanını satan aşağılık karakterli münafıkların sayısı az değildir. Tarihte olup bitenlerden de ders çıkararak bu hain karakterdeki kişileri iyi teşhis etmek önem taşımaktadır.
Osmanlı'nın İngiliz Yancıları
İngiliz derin devleti, Osmanlı Devleti'nin kendi içinde bir birlik olmasını engelleyecek her akımı desteklemiştir. "Jön Türk" ve "İttihat ve Terakki" hareketlerini kuran, büyüten ve iktidara getiren İngiliz derin devletidir. Merkezi hükümeti zayıf düşürecek Tepedelenli Ali Paşa İsyanı'nı, Mithat Paşa Darbesi'ni, 31 Mart Ayaklanması'nı planlayan ve uygulamaya koyan yine İngiliz derin devletidir.
İngiliz derin devleti, bu kadrolarının yanında, her dönem yerel destekçiler de bulmuştur. Şahsi menfaatlerini İslam aleminin ve Devleti Ali'nin menfaatlerinin üzerinde tutan "İngiliz dostları", Londra mahzenlerinde İngiliz derin devletinin Osmanlı aleyhine hazırladığı sinsi planların uygulayıcıları olmuşlardır. İngiliz derin devleti, aslında tarihin her döneminde, sömürmek istediği ülkelerden bu tip vatan haini münafıkları kolaylıkla bulmuş ve onları istediği gibi kullanmıştır. Osmanlı içinde de bunları bulmak zor olmamıştır.
İngiliz derin devleti diplomasisinin, Osmanlı'daki nüfuz ajanları hakkında bazı bilgiler verelim:
İngiliz Said Paşa
![]() |
İngiliz Said Paşa |
İngiliz hayat tarzına olan hayranlığı sebebiyle "İngiliz" lakabını alan Said Paşa, 19. yüzyılda yenilgiyle sonuçlanan birçok savaşta görev almıştır.
Said Paşa, İngiltere'de donanma eğitimini tamamladıktan sonra, Osmanlı Donanması'nda Bahriye Nazırı görevine kadar yükselmiştir. 93 Harbi sırasında Osmanlı donanmasından sorumludur. Donanmanın savaş sırasındaki ihmallerinden dolayı, 5 ay içerisinde başkent düşme aşamasına gelmiştir. Durum Osmanlı için faciadır; bütün Bulgaristan, Kuzey Yunanistan, Makedonya ve Sırbistan, Rusya ve müttefiklerinin eline geçmiştir.
93 Harbi'nin kaybedilmesindeki bir diğer neden de Tuna Nehri'ndeki Türk donanmasının yaptığı hatalardır. Bu dönemde donanmanın başında İngiliz Hobart Paşa vardır. İngiliz hayranı İngiliz Said Paşa ise vezirdir. Rus ordusunun Balkanlardan İstanbul'a gelmesini engelleyecek tek savunma hattı, Tuna boyudur. Fakat nehirdeki donanmamız, İngiliz amiralin Osmanlı'ya değil İngiliz derin devletine hizmet etmesinden dolayı yenik düşmüştür.
Savaşın sonunda Rus ordusu, Yeşilköy'e gelip İstanbul'u işgal edecek hale gelmiştir. Romanya ve Sırbistan bağımsızlık ilan etmiştir. Bulgaristan Krallığı kurulmuştur. Kars, Ardahan, Batum Ruslara geçmiştir. Kafkasya'da, Türk hakimiyeti kalıcı olarak bitmiştir. Yaklaşık 1.5 milyon Çerkez, Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. İngiltere, Kıbrıs'ın yönetimini almış ve Ada ilerleyen süreçte İngiliz derin devletinin idaresi altında, Ermeni isyanlarında lojistik merkez olarak kullanılmıştır.
İngiliz Said Paşa daha sonra Zeytun (Ermeni) İsyanları sonrasında bölgede yapılacak ıslahat hareketlerinden sorumlu kılınmıştır. Bölgede yaşananlar, İngiliz derin devleti ve Ermeniler bölümünde daha detaylı anlatılmıştır.
Abdullah Cevdet
![]() |
Abdullah Cevdet |
Abdullah Cevdet, Osmanlı'da Darwinizm'in yayılması için en çok uğraşan kişilerden biri olmuştur. Gençliğinde dindar olmasına rağmen Tıbbiye'de okumaya başladıktan sonra materyalist-Darwinist ideolojinin etkisi altına girmiştir. Özellikle onun döneminde Osmanlı'da biyolojik materyalizm Tıbbiye öğrencileri arasında çok yaygınlaşmıştır. Yazılarında, "zamanla dinin yerini biyolojik anlamda materyalizmin alacağı" yanılgısını ispatlamaya uğraşmıştır.
Cevdet, aynı zamanda İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularındandır. İstanbul'un işgali sırasında Kurtuluş Hareketini başlatan vatanseverleri İngilizlere ihbar edip yakalatmıştır. İngilizlerle işbirliği yapan Kürdistan Teali Cemiyeti'nde de önemli roller almıştır. Kürtlerin Osmanlı'dan ayrılması gerektiğini savunan Abdullah Cevdet, Güneydoğu'nun özerkliği düşüncesinin fikir babalarından biri olarak kabul edilir. İngiliz derin devleti tarafından Osmanlı'nın parçalanması, Kürtlerle Türkler arasında ayrılık oluşturulması için yönlendirilmiştir.
Kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatan Abdullah Cevdet'tir. Çanakkale Savaşı ile ilgili olarak "medeniyet kapımıza kadar geldi, biz geri teptik" yorumunu yapmıştır.132
Abdullah Cevdet, Mekteb-i Tıbbiye öğrencisi iken, Ohrili İbrahim Etem (Temo)'nun öncülüğünde, Konyalı Hikmet Emin, Diyarbakırlı İshak Sukuti ve Kafkasyalı Mehmet Reşit ile birlikte, 1890 yılında "İttihad-ı Osmani Cemiyeti"ni kurmuştur. Bu cemiyet birkaç sene sonra "İttihat ve Terakki"ye dönüşecektir. İngiliz evrimci Lord Cromer'in kontrolündeki Mısır'da, 1908'de Reinhart Dozy'nin Essai sur l'Histoire de l'Islamisme adlı iki ciltlik kitabı Tarih-i İslamiye başlığı ile çevirip yayımlamıştır. Dinimiz ve Sevgili Peygamberimiz (sav) hakkında iftiralar ile dolu olan bu kitap, Osmanlı kamuoyunda büyük infiale yol açmıştır [Sevgili Peygamberimiz (sav)'i tüm iftiralardan tenzih ederiz]. 1900'lü yılların başında yazdığı makalelerde Osmanlı'nın İngiliz güdümüne girmesini savunmuştur. Açıklamalarında, İngiltere'nin, "dünyanın en medeni olan ve en namuskârâne idare edilen hükümeti" olduğunu iddia etmiştir.133
Gazeteci ve yayıncı Zekeriya Sertel, Abdullah Cevdet'in İngiliz ajanı olduğunu ve arkadaşları ile yaptığı bir toplantıyı ihbar ettiğini yazmıştır.
Abdullah Cevdet, İngiliz emperyalizminin İspanya ile ilişkilerini örnek vermekte ve "büyük devletlerin yaratmaya çalıştıkları etki alanlarından birisinin içerisine girmek kaçınılmaz olacağına göre, bunlardan İngilizleri tercih etmek gerekmektedir." demiştir.134
Bu arada İngilizlerin desteklediği Bahailiğin (Kürdistan gazetesi Kahire'den destekli Bahai yayınevinde basılıyordu) Abdullah Cevdet tarafından ön plana çıkarıldığı da bilinmektedir.
Mithat Pasha
Mithat Paşa, İngiliz derin devletinin kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti'ni Rusya ile savaşa sokmuştur. Sultan Abdülaziz'in devrildiği ve şehit edildiği darbenin 3 mimarından biridir. Darbe öncesi cuntanın iktidara gelebilmesi için halk ayaklanmasını başlatan da Mithat Paşa'dır. Mithat Paşa, darbeyi İngiliz elçisi Elliot ile birlikte planlamıştır.135
Mithat Paşa ilk sadrazamlığında Mısır'a dış borçlanma yetkisi veren fermanı imzalayarak Mısır'ın İngiliz hakimiyetine girmesine de sebep olmuştur. II. Abdülhamid döneminin İngiliz casusu olarak tanınan Armin Vambery, Mithat Paşa'nın Fransızca öğretmenidir.
Bağdat Valiliği sırasında Mithat Paşa'nın, Kuveyt Emirliği'nin İngilizlerin kontrolüne geçmesi yönünde de faaliyetleri olduğu bilinmektedir.
![]() |
Kamil Paşa |
Kamil Paşa
4 ayrı dönemde toplam 9 yıl sadrazamlık yapmış olan Kamil Paşa'nın lakabı İngiliz Kamil'dir.
1851 yılındaki Londra'daki fuar ziyaretinden ölümüne kadar İngiliz hayranı olmuştur. Bu hayranlık casus raporlarından, elçilik bilgi notlarına kadar düşmüş ve alenileşmiştir. İzmir Valisi iken Rodos'a tayin edilince İzmir'deki İngiliz Konsolosluğu'na sığınmıştır. Padişah'ın resmen teminat vermesi üzerine İstanbul'a dönmüştür.
Kamil Paşa, İzmir Valisi iken İngilizlerle birlikte İzmir'de, Mısır benzeri özerk bir bölge oluşturulması için çalışmıştır. Tarihçiler bu konuda II. Abdülhamid'in de kendisine gizlice destek verdiğini yazmaktadırlar.
Son sadrazamlık görevi Enver Paşa'nın kafasına silah dayaması ile bitmiştir. İstifasından sonra İngiliz hakimiyetindeki Mısır'a, Mısır'ın yöneticisi ve dostu İngiliz Lord Kitchener'in yanına gitmiştir.
![]() |
İngiliz Kamil lakabıyla tanınan Kamil Paşa, Hindistan yolculuğuna çıkan İngiltere Kralı V. George ve Kraliçe Mary'i uğurlarken |
Damat Ferid Paşa
![]() |
Damat Ferid Paşa |
Damat Ferit Paşa, daha Hariciye Nazırlığında bir memur iken, Londra Büyükelçiliği'ne atanmak istemiştir. Sevr Antlaşması'nı, Osmanlı Devleti adına imzalayan kişidir. İngilizlerin talimatıyla İstanbul'daki askeri cephaneliklerde bulunan 90 bin kasa cephaneyi denize döktürmüştür. Kuvayı İnzibatiye adlı, Ahmed Anzavur gibi çapulculardan oluşan bir orduyu Ankara'ya bağlı birliklere karşı savaşmak üzere Anadolu'ya göndermiştir.
İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucuları arasındadır. Atatürk ve kurmayları hakkında idam fetvası yayınlatmıştır. Fetva, Dürrizade Abdullah Efendi tarafından 11 Nisan 1920 tarihinde yayınlanmıştır.136
Son Sadrazam Tevfik Paşa'ya göre Ferit Paşa "alafrangalıkta Frenkleri bile geçmiş idi." Vefatında Tevhid-i Efkâr Gazetesi'nde çıkan bir yazıya göre:
Londra'dan avdetinde (dönüşünde) alafrangalaşmış (Batılılaşmış) ve nihayet adeta Müslümanlığa düşman kesilmişti. Sözlerinde, nutuklarında ve yazılarında hep Yunan ve Latin darbımesellerinden (atasözlerinden), hurafatından (hurafelerden) ve rivayetlerinden (mitolojinden) bahsederdi... Hulasa (Özet olarak) tamamen garpleşmiş (Batılılaşmış), fakat milliyet hislerinden tamamen mahrum kozmopolit ruhlu bir adam idi.137
Mahmud Raif Efendi
Londra Büyükelçiliği'nde başkatiplik görevinde bulunan ilk diplomattır. İngiliz hayranlığı nedeniyle İngiliz Mahmut lakabıyla anılmaktadır. 1808 Kabakçı Mustafa İsyanını başlatan kişidir. İsyanda ilk öldürülen kişi de o olmuştur. Bu isyanda, III. Selim önce tahttan indirilmiş daha sonra da öldürülmüştür. Yerine geçen IV. Mustafa döneminde İstanbul 1.5 sene çapulcuların kontrolünde kalmıştır. Bu dönemde Arabistan'da Vahabilik isyanı çıkmış ve Osmanlı iç karışıklıklardan dolayı uzun süre bu isyanı bastıramamıştır. Bu isyanın etkileri günümüzde hala devam etmektedir. Raif Efendi'nin, İngiltere seyahati gözlemleriyle ilgili kitabı, İngiliz yaşam sistemine olan hayranlık ifadeleri ile doludur.
Genç Osmanlılar ya da Yeni Osmanlılar
Sultan Abdülaziz döneminin muhalifleri, Genç Osmanlılar adı altında organize olmuşlardır. Mithat Paşa, 1876 darbesini yaparken, Genç Osmanlılar cemiyetinin başkanıdır. Ali Suavi de hemen birkaç yıl sonraki Çırağan Baskınını, İngiliz ajanı eşi ile birlikte planlamıştır. Jön Türkler ve İttihat ve Terakki'nin temelleri bu cemiyettir. Genç Osmanlılar cemiyetinin üyeleri, Osmanlı devletinin ancak İngilizlerin yardımıyla kurtulabileceğine inanmışlardır.
![]() |
Mustafa Kemal Atatürk İngiliz yanlısı Damat Ferit'e yönelik çok defa ihtarda bulunmuş, İngiliz mandasının kabul edilemeyeceğini açıkça belirtmiştir. |
Jön Türkler, İsmail Kemal Bey ve Damat Mahmut Celaleddin Paşa
Genç Osmanlılar Cemiyeti'nin devamı olarak kurulan akımdır. Bu akım, daha sonra İttihat ve Terakki komitesine dönüşecektir. Jön Türklerin birçoğu da İngiliz derin devletinden himaye ve destek görmüştür. 1899 yılı sonlarında önce İsmail Kemal Bey, ardından Damat Mahmud Celaleddin Paşa ve oğullarının Avrupa'ya firarları ile Jön Türk hareketi İngiltere yanlısı bir çizgiye gelmiştir. Jön Türklerin içinden, Osmanlı'ya İngiliz müdahalesinin gerektiğine inananlar, Osmanlı Hürriyetperveran Cemiyeti'ni kurarak İngiliz desteğiyle darbe yapmaya çalışmışsa da başarılı olamamışlardır.
![]() |
İngiliz derin devleti tarafından kullanılan Jön Türkler'e ait bir afiş |
![]() |
Paris'te düzenlenen 1. Jön Türk Kongresi'nde çekilen bir resim |
31 Mart Vakası'nın arkasındaki isimlerden kabul edilen Prens Sabahattin, Damat Mahmut Celalettin Paşa'nın oğludur. Darbe sonrası kurulacak Osmanlı devlet sisteminin, İngiliz sistemine benzer bir model olmasını savunmuştur. Bir başka Jön Türk, İngiliz Ali lakaplı Ali Rıza Bey'in oğlu Ahmet Rıza, Sarayburnu'na doğru giden İngiliz elçisinin arabasını çeken atları çözüp kendini bağlamıştır. İngiliz hayranlığı, söz konusu yancıları bu raddeye getirebilmektedir.
Bütün bunlara rağmen İttihat ve Terakki iktidara geldiğinde, İngiltere'den beklediği desteği görememiştir. Çünkü İngiliz derin devletinin gerçek amacı, Osmanlı'da muhalefeti ve radikal devlet karşıtı girişimleri destekleyerek İmparatorluk yönetiminde kargaşa ortamı oluşturmaktır. Bunu da büyük ölçüde başarmışlardır.
Derviş Vahdeti ve 31 Mart Ayaklanması
![]() |
Derviş Vahdeti |
31 Mart Ayaklanması'nın en önemli liderlerinden olan Derviş Vahdeti, Kıbrıs'ta devşirilmiş bir İngiliz ajanıdır. Ayaklanma öncesinde, sahibi olduğu Volkan Gazetesi'nde sürekli olarak dinin elden gittiğine yönelik kışkırtıcı yazılar yazmıştır. Sadrazam İngiliz Kamil Paşa da aynı gazetenin yazarıdır. Vahdeti, ayaklanma sırasında Sultanahmet'te toplanan halkı ateşlendirecek uzun söylevler vermiştir. "Şeriat isteriz" diyerek yola çıkan Vahdeti, ülkenin ikiye bölünmesini ve ordunun iktidara el koymasını sağlamıştır. Oysa kendisi dindar değildir.
Gazetesinde, Kıbrıs'ın İngilizlerin yönetiminde küçük bir İsviçre haline geldiğini iddia ederek övünmektedir.
Derviş Vahdeti'nin İngilizlerle ilişkisi ve İngiltere'nin 31 Mart Vakasındaki rolü hakkında, dönemin genç gazetecilerinden Ahmet Emin (Yalman), hatıratında şunları yazmıştır:
... Derviş Vahdeti adlı Kıbrıslı sarhoş arzuhalci, İngiliz haberleşme servisleri tarafından seçilmiş, ihtilalci ajan olarak yetiştirilmiş, Volkan Gazetesi'ni ve İttihadı Muhammedi Cemiyeti'ni kurmak, yürütmek ve ortalığı ateşe vermek maksadı ile sahneye çıkarılmıştı. Volkan, görünüşte İslamcı, özgürlükçü, hümanist bir yayın politikası izliyor ve asıl görevi olan İngiliz taraftarlığını bu şekilde kamufle ediyordu. Bu, "İngiliz casuslarının kullandığı klasik bir yöntemdi".138
Vahdeti, gerçekte dindarlıkla hiçbir ilgisi olmayan bir Darwinist'ti. Fakat İngiliz derin devletinin ona verdiği görev icabı dindar bir görünüme bürünüp şeriat yanlısı bir hareketin başını çekmiş ve büyük bir ayaklanma çıkarabilecek kadar etkili olmuştur. Yazar Sina Akşin, Vahdeti'nin temel niteliklerini şöyle belirtmektedir:
İslamiyetçi nitelik, hürriyetçi ve Kanun-u Esasî düzeninden yana olmak ve insaniyetçi ve medeniyetçi nitelik... Vahdetî yazılarında Dreyfus, Zola ve Darwin'i anacak kadar Batı bilginlerinden haberlidir... Fedâkârancı niteliğe sahip olup eski sürgün ve kaçkınları korur. Derviş, başta Ahmet Rıza olmak üzere, İttihat ve Terakki Cemiyeti sivil ileri gelenlerinin şiddetle aleyhindedir. Buna karşılık Sabahattin Bey ve onun düşünceleriyle Kâmil Paşa'yı tutmaktadır. Bu tutuma paralel olarak da İngiliz taraftarlığı söz konusudur. Derviş'e göre güdülecek en doğru siyaset İngiliz siyasetidir.139
![]() |
31 Mart Ayaklanması sırasında Saray'ın önünde toplanan halk |
![]() |
31 Mart Hareket Ordusu |
31 Mart Vakası, Vahdeti'nin, İngilizlerle birlik olup oluşturduğu bir senaryodur. Asıl amaç daima, ülke içinde karışıklık çıkarıp Osmanlı'nın zayıflamasını sağlamak olmuştur. Vahdeti'nin, İngiliz ajanlar tarafından desteklenmesi şu şekilde anlatılır:
Olayların çıkmasında birinci derecede aktif rol oynayan Derviş Vahdetî, ayaklanmayı hazırlamak için elinden gelen her şeyi yapmış, kurduğu İttihadı Muhammedî Cemiyeti ve onun yayın organı olan Volkan Gazetesi, diğer muhalefet partileriyle basını, İttihat ve Terakki Partisi'ne karşı kışkırtmada başarılı olmuştu. Bütün bu bozguncu faaliyetlerinde de Kıbrıslı Kâmil Paşa ile İngiliz ajanları tarafından desteklenmişti.140
![]() |
31 Mart Ayaklanması sırasında Saray'ın önünde toplanan halk |
İngiliz Muhipler Cemiyeti ve İşgal İstanbul'unda İngiliz Dostları
İngiliz Muhipler Cemiyeti (İngiliz Sevenler Cemiyeti), Osmanlı devlet adamlarının İngiltere yanlısı duruşlarının geldiği en üst noktadır. Cemiyet, İstanbul ve Anadolu'nun işgal edildiği bir dönemde kurulmuş ve bağımsızlık hareketinin bastırılmasında İngilizlerle saf tutmuştur. Cemiyetin faaliyetleri ile ilgili detaylara İstanbul'un işgali bölümünde değinilecektir. Bu bölümde, cemiyet üyesi siyasetçiler ve "İşgal İstanbul'undaki" siyaset alanındaki etkisi konu edilecektir.
Cemiyetin kurucularından Damat Ferit'in yerine sadrazam olan Tevfik Paşa da, benzer şekilde İngiliz yanlısıdır. Göreve başlarken ilk demecinde, "İngiltere ile eski dostluğumuzun yeniden kurulmasını" hedeflediğini bildirmiştir.
![]() | |
İngiliz Muhipler Cemiyeti-1919, İstanbul Kurucu ve Yöneticiler: Eski Dahiliye Nazırı Memduh Paşa, Şehremini Cemil Paşa, Ahmet Zülüfkül Paşa, Ali Rüştü Efendi | İngiliz Muhipler Cemiyeti'ne üyelik kartı |
Tevfik Paşa, 22 Kasım 1919'da Londra'da büyükelçilik görevindeyken de "Osmanlı ile İngiltere arasında savunma üzerine bir birlik kurmayı" düşündüğünü, "Türk ulusunun, Padişah'tan halka dek Büyük Britanya'ya güveni olduğunu ve bu güveni başka herhangi bir ulusa besleyemeyeceklerini" söylemiştir. Bu ifadeleri verdiği sırada İngiltere, Paris Konferansı'nda Sevr Anlaşması'nı hazırlamakta ve Osmanlı İmparatorluğu'nu kağıt üzerinde paylaşmaktadır.
Tevfik Paşa, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a; "Zatı Şahanenin (Padişah'ın) kendi ülkesiyle taç ve tahtı için tek umudun, Türkiye ile Büyük Britanya arasındaki eski ilişkilerin yeniden canlanmasında olduğuna şiddetle inandığı ve bu konu için düşünülebilen biçimlerin en iyisiyle uyuşmaya hazır bulunduğunu" söylemiştir. Tevfik Paşa'nın barış önerisi şöyledir:
İngiltere ile Osmanlı arasında bir antlaşma imzalanacaktır. Antlaşma gereğince, Osmanlı, bütün ulusların yararına yansız olarak Boğazların serbestisinin korunmasını İngiltere'ye bırakacaktır. İngiltere, bu amaçla kendi askerlerini ya da Türk jandarmasını kullanabilecektir. Türk Hükümeti, Türk jandarmasını İngiltere'nin buyruğuna verecektir. Dahası Boğazların serbestisini korumak için gerekli toprak şeridinin yönetimi İngiltere'nin eline verilecektir... Böyle bir antlaşma, İngiltere'nin Hilafete düşman olduğu ve Türkiye'yi yıkmak istediği yolundaki Hindistan'da ve öteki yerlerde yaygın olan düşünceyi, hemen ve bir daha canlanmamak üzere silecektir. Antlaşma, bu düşüncenin tam tersinin parlak bir kanıtı olacak ve İngiltere'nin, Hilafetin koruyucusu ve dostu olduğunu bütün İslam dünyasına açıklayacaktır.141
Mütareke sonrası İstanbul'da ilk hükümeti kuran Ahmet İzzet Paşa da, Kuva-yi Milliye'yi gereği gibi benimseyememiş; Ankara'ya söz vermesine karşın İstanbul hükümetlerinde görev almıştır. İngiliz işgal kuvvetleri subaylarından John Godolphin Bennett'le görüşmesinde; "Britanya'nın Türkiye ile dost olma isteğinde olduğuna inanabilmesi durumunda, Mustafa Kemal'i, Britanya Başkomutanı ile buluşturarak, Yunanların Anadolu'yu boşaltmaları konusunda bir uzlaşma sağlanması için bütün gücünü kullanacağını ve onu inandırmaya çalışacağını" söylemiştir. Açıktır ki, Yunanların Anadolu işgali, tümüyle bir İngiliz derin devleti planıdır ve derin devlet elemanları bunu istedikleri zaman durdurabilmektedirler. Sevr ve Lozan Antlaşmalarının incelendiği bölümlerde, bu gerçek detaylarıyla anlatılacaktır.
Osmanlı Siyasetinde İngiliz Emperyalizminin Sadık Yancıları
Osmanlı'nın çöküşe yaklaştığı yıllarda, aslında İstanbul Hükümeti, en tepeden en aşağıya kadar, çoğunlukla, devletin geleceğinin İngilizlerle ittifakta olduğunu düşünen siyasetçilerden oluşmaktaydı. Bu kişiler, istikballerinin İngiliz emperyalizmine sığınmakla kurtulacağına inanmaktaydılar.Örnek vermek gerekirse;
Dahiliye Nazırı Ali Kemal ise İngiliz Amiral Calthorpe'a, kurtuluş yolunu, "ne şekilde olursa olsun, İngiliz güdümünde" gördüğünü söylemiştir.
Kısa dönem Dâhiliye Nazırlığı yapmış olan barış kurulu üyesi Ahmet Reşit (Rey); "Britanya liderliğinin kabulünü Damat Ferit adına" dilerken, "şimdiki hükümetin sürekli siyasası; Türk devletinin Büyük Britanya'nın yardımına güvenmesi temeline dayanmasıdır", ifadelerini kullanmıştır.
Damad Ferit Paşa Hükümetleri'nde Maarif Nazırlığı (Eğitim Bakanlığı) ve Dahiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) yapan Ali Kemal, bugün İngiltere Dışişleri Bakanı olan Boris Johnson'un dedesidir. Ali Kemal, Abdülhamid'e para karşılığı Jön Türkler'in faaliyetleri hakkında bilgi veriyordu. Bir yandan Abdülhamid'den para alırken bir yandan da 31 Mart Ayaklanması'nı çıkarıp Abdülhamid'in devrilmesine sebep olmuştur.
Ali Kemal, Türkiye'nin İngiltere mandası olması gerektiğini savunuyordu. Kuva-yi Milliye'yi engellemek için faaliyet gösterdi. Aynı zamanda bir Atatürk düşmanı idi. Atatürk ve Kuva-yi Milliye için söylediği sözlerden bazıları şöyledir:
Çanlarına (Kurtuluş Savaşı'nı yürüten ordumuzu kast ediyor) ot tıkanıyor, moralleri pek düşük, çoğu yalınayak, teçhizatları noksan, gerçi bir kaç kamyonları var ama hepsi kullanılamaz halde. Benzinleri yok, yedek parçaları yok, taşıma için ancak mandaları var. Mustafa Kemaller faydalı hiçbir işe yaramazlar. Hamdolsun sayıları azdır, hastalanmış uzuv gibi kesip atmalı." (Mustafa Kemal Atatürk'ü ve kahraman silah arkadaşlarını tenzih ederiz.)143
Ali Kemal, ayrıca İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin de kurucusudur.
![]() | |
1. Ali Kemal, şu anda İngiltere Dışişleri Bakanı olan Boris Johnson'un dedesidir. (2). | 3. Ali Kemal ve İngiliz eşi Winifre Brun |
Fahri başkan olarak Milli Mücadele'nin muhaliflerinden Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi'yi seçen İngiliz Muhipler Cemiyeti hakkında Atatürk, Nutuk'ta şunları yazmıştır:
İstanbul'da önemli sayılabilecek kuruluşlardan biri, İngiliz Muhipleri Cemiyeti idi. Bu addan, İngilizlere dost olanların kurduğu bir dernek anlaşılmasın. Bence, bu derneği kuranlar kendi şahıslarını ve kendi çıkarlarını gözetenlerle, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George Hükûmeti aracılığıyla İngiliz himâyesini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların, İngiliz Devleti'nin Osmanlı Devleti'ni bir bütün olarak korumak ve himaye etmek isteğinde olup olamayacağını bir defa olsun dikkate alıp almadıkları üzerinde düşünülmeye değer.
Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve Halîfe-i Rûy-i Zemîn unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla bulunuyordu. Dernekte Rahip Frew gibi İngiliz milletinden bazı macera heveslileri de vardı. Yapılan işlemlerden ve gösterilen faaliyetlerden anlaşıldığına göre derneğin başkanı Rahip Frew idi.144
Görülebildiği gibi Mustafa Kemal Atatürk de, Osmanlı içindeki İngiliz derin devleti ajanlarını ve hayranlarını gayet iyi görmüş ve bu kişilerin yegane amacının Osmanlı'yı parçalamak olduğunu hemen tespit etmiştir. Planın büyüklüğünü gören Atatürk, devletin bütünlüğünü koruma ve kurtarma planını da buna göre yapmış ve gerçek vatanseverlerle birlikte Kurtuluş Mücadelesini başlatmıştır.
8. İngiliz Derin Devletinin Güdümündeki Osmanlı İsyanları
Birçokları Osmanlı Devleti'nin Ortadoğu topraklarını kaybetmesiyle İsrail ve Musevi devleti arasında bir bağ olduğunu iddia eder. Oysa bu, İngiliz derin devletinin gizlenme tekniğidir. Osmanlı Devleti'nin parçalanması sonrasındaki duruma kısaca bir göz attığımızda kimin bu gelişmeden karlı çıktığını rahatça görürüz. Osmanlı'nın dağılması, sadece ve sadece İngiliz derin devletinin işine yaramıştır. İngiliz derin devleti, Ortadoğu'daki bu parçalanmadan her daim yararlanmıştır; hala da yararlanmaktadır. Osmanlı bölgesindeki Filistin, Irak, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdün, Osmanlı Devleti'nin parçalanmasından sonra doğrudan İngiliz kontrolüne geçmiştir. Lübnan, Suriye, Libya ve Cezayir ise Fransız yönetiminde olmakla birlikte dolaylı olarak İngiliz kontrolündedir. Milyonlarca km2'lik uçsuz bucaksız topraklardan Musevi kontrolünde kalan alan ise, Filistin'den payına düşen 14 bin km2'dir ve bu alanda sadece 800 bin kişi yaşamaktadır. Bu alan Kuveyt'in toplam alanından küçük, Katar'dan biraz büyüktür. Üç büyük Arap-İsrail Savaşı sonrasında bu alan 20 bin km2'ye çıkmıştır. Ama hala Ankara ilinin yüzölçümünden daha ufaktır. Açıktır ki, Osmanlı'nın dağılmasına sebep olan güç, yalnızca ve yalnızca İngiliz derin devletidir.
İngiliz derin devletinin I. Dünya Savaşı'nda, Osmanlı'nın son zenginliğini de ele geçirmek amacıyla el koyduğu Arap Yarımadası, Irak, Suriye ve Körfez bölgeleri, dünya petrol rezervlerinin yarısını barındırmaktadır. İşte bu nedenle İngiliz derin devleti, 19. yüzyıl sonlarında Ortadoğu'ya daha ihtiraslı bir görünüm vermiştir. Nitekim İngiliz derin devleti, bu coğrafyayı güdümüne aldıktan sonra bölge Müslümanlarının tüm zenginliklerini yıllar boyunca kullanmıştır. Osmanlı Devleti'nin yıkılışından sonra bile Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri petrollerinden aslan payını hep İngiliz derin devleti almıştır.
![]() |
Yunan askerlerinin Osmanlı halkına saldırısını temsil eden bir resim. (1820) |
Tarihin bu döneminde yaşananlar günümüze ve 21. yüzyıl Müslümanlarına örnek olmalıdır. Bugün, mezhep çatışmaları kışkırtmasına aldanarak kendi din kardeşini düşman olarak görenler, 100 yıl önce yaşananlara bakarak nasıl bir oyun oynandığını anlamaya çalışmalıdır. Farkında olmadan, aslında Londra'da Chatham House'da ve Privy Council'de yazılan projeleri uyguladıklarını bilmelidirler. İslam dünyası, bu projeler nedeniyle 100 yıldır sefalet çekmektedir. Unutulmamalıdır ki bu karanlık planları engelleyecek olanlar yine Müslümanlardır.
Bugün bölgede Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de iç savaş vardır. Mezhep savaşları her geçen gün daha fazla Müslüman canı almaktadır. İngiliz derin devleti ve zaman içinde yürürlüğe konan gizli Sykes-Picot anlaşması bölgeye sadece savaş ve ölüm getirmiştir. Barışı geri getirmenin yolu deccali sistemi doğru tespit etmekten geçmektedir. Açıktır ki, İngiliz derin devletinin manen ve fikren yenilgiye uğramadığı bir ortamda Ortadoğu'ya huzur ve barış gelmesine imkan yoktur.
Yapılacak şey, İngiliz derin devletinin deccali fikir sistemini iyi tespit ederek ona ilmi bir cevap vermek ve Allah'ın Mehdiyet taraftarlarını mutlaka galip kılacağına inanmaktır.
Yoksa kötülükleri yapanlar, Bizi (aşıp) geçeceklerini mi sandılar? Ne kötü hükmediyorlar? (Ankebut Suresi, 4)
İngiliz Derin Devletinin Kışkırtma Siyaseti
İngiliz derin devleti, Osmanlı'yı parçalamaya karar verdiğinde işe ilk olarak bölgesel isyanları kışkırtmakla başlamıştır. Önceki bölümde gördüğümüz çeşitli ajanlar ve onların yancıları, söz konusu isyanların başlatılması ve yürütülmesinde doğrudan rol almışlardır. Osmanlı kimliği altındaki farklı halkların bu isyanlara katıldığı zannedilmemelidir. İsyanlar kitlesel halk isyanları olmayıp, çeşitli etnik gruplar içinden devşirilmiş, küçük bir menfaat karşılığı vatanına ihanet etmiş münafıklar tarafından gerçekleştirilmiştir.
İngiliz derin devleti, 19. yüzyılın sonlarına doğru Sırbistan'ı, Bosna-Hersek'i, Romanya'yı, Bulgaristan'ı, Karadağ'ı ve 20. yüzyılın başlarında da Makedonya'yı, Selanik'i ve Manastır'ı Osmanlı'dan koparmıştır. Aynı "azınlık" kartı oynanmış, aynı provokasyonlar yapılmış, aynı kışkırtıcı İngiliz ajanları kullanılmış ve 600 yıldır Osmanlı içinde huzur içinde yaşayan milletler, Osmanlı aleyhindeymiş gibi bir propaganda yapılmıştır. Ön plana çıkarılan birkaç ajan ve paralı asker ile bu bölgelerde iç karışıklıklar ve ayaklanmalar başlatılmıştır. Bu dönemde yaklaşık 5 milyon Balkan Müslümanı şehit olmuş ve 5 milyonu da Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmıştır. İngiliz derin devleti tarafından geniş çaplı bir katliam ve soykırım gerçekleştirilmiştir.
İngiliz derin devleti, bağımsızlıklarını kazandırdığı Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'yı da kendi piyonları haline getirmiştir. Yıllarca Osmanlı'da barış içinde yaşayan bu milletler, Balkan Savaşı'nda İngiliz derin devleti adına Osmanlı'ya saldırmışlardır. Yunanistan, Kurtuluş Savaşı öncesinde Anadolu'yu işgal etmiştir.
Osmanlı'yı derinden etkileyen en büyük isyanlar Arap isyanlarıdır. Doğrudan ajan Lawrence'ın kışkırtması ile başlayan bu isyanlar, İngiliz hayranı yancıların desteği ile başarılı olmuştur. Osmanlı'yı yıkıma götüren sebeplerden biri olan Ermeni isyanları, bir sonraki bölümde detaylı olarak anlatılmıştır.
![]() |
İsyanların olmadığı Osmanlı'dan bir görünüm |
İngiliz derin devletinin politikası, milletleri birbirine kırdırma üzerine kuruludur. 100 yıl içinde Balkan halkları Osmanlı Devleti'yle, Ermeniler Türklerle, Kürtler Ermenilerle, Araplar hem birbirleriyle hem Türklerle, Kafkaslar birbirleriyle ve Ermenilerle savaşmıştır. Osmanlı'ya saldıran İngiliz birlikleri de, kışkırtılan sömürge halklarından oluşmaktadır. Bu süreç içinde İngiliz derin devleti, hiçbir zaman bu ayaklanmalara doğrudan katılmamış, ajanlarını, propagandalarını ve hakim olduğu medya gibi kanalları kullanarak zavallı halkları kullanmıştır.
Darwinizm ve ahlaki çöküntü nedeniyle manevi anlamda, borçlar nedeniyle maddi anlamda, münafıklar nedeniyle de milli anlamda çöküşe doğru giden Osmanlı Devleti, söz konusu isyanlara karşı koymaya çalışsa da, yine İngiliz derin devletinin sinsi taktikleriyle topraklarını kaybetmiştir. Bu kayıp, sadece Osmanlı için değil, söz konusu milletler için de büyük felaketleri beraberinde getirmiştir. Bu bölgeler, artık bu aşamadan sonra İngiliz derin devletinin birer piyonu olmuş ve iç karışıklıklar günümüze kadar son bulmamıştır.
Yunan İsyanı ve Lord Byron
![]() |
Yunan isyanı sırasında Yunan ordusunun neferliğini üstlenen homoseksüel İngiliz şair Lord Byron |
Yunan isyanları sırasında Osmanlı Devleti, Yunan birlikleri ile değil, doğrudan İngiliz derin devleti ile savaşmıştır. Homoseksüel İngiliz şair Lord Byron, savaş sırasında Yunanlardan daha çok Yunan ordusunun bir neferi gibi mücadele etmiştir. İngiliz derin devletinin finansmanı ile paralı askerlerden oluşan "Byron Birliği"ni kurmuştur. Byron, birliğin başında savaşırken ölmüştür. Lord Byron, Tepedelenli Ali Paşa'yı ayaklanmaya ikna etmiş, bu sayede Osmanlı ordusu iki tarafta birden mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Osmanlı ordusu, Yunan İsyanı'nı bastırmak üzereyken, İngiliz derin devletinin öncülüğünde İngiliz, Fransız ve Rus donanması, Navarin'de Osmanlı ve Mısır donanmasının 70'ten fazla gemisini batırmıştır. (Navarin saldırısında İngiliz derin devletinin oyunlarına ilerleyen satırlarda detaylı yer verilmiştir) Ancak Osmanlı ve Mısır donanmasının yok edilmesi de Yunanların galibiyeti için yeterli olmamıştır. Yunan Devleti, ancak 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı'nın akabinde kurulmuştur. Gerçekleşen bütün bu olaylar, İngiliz derin devletinin güdümünde olmuş ve derin devletin himayesinde Yunanlara bağımsızlık sunulmuştur.
Yunan komutan Kolokotronis, anılarında, Tripoliçe şehrinde 32 bin Türkü şehit ettiklerini yazmıştır. İngiliz tarihçi Walter Alison Phillips ise Tripoliçe katliamı hakkında şunları söylemiştir:
Üç gün boyunca şehrin sakinleri, bir vahşi çetenin kötülüğüne ve keyfine bırakıldı. Yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmadı. Kadınlar ve çocuklar, öldürülmeden önce işkencelere tabi tutuldu. Katliam o kadar büyüktü ki, Kolokotronis, kapıdan hisara kadar, atının ayaklarının yere hiç dokunmadığını söyledi. Şehirdeki Yunan zaferinden sonra yol kenarları cesetlerle doldu. Kadınların ve çocukların bulunduğu Müslüman kitleleri yakınlardaki dağlarda katledildi.145
![]() |
Yunan askerlerinin Osmanlı halkına saldırısını temsil eden bir resim |
William St. Clair, katliam sırasında Tripoliçe'de bulunan yabancı subayların gördüklerini böyle anlatmıştır:
10 binin üzerinde Türk öldürüldü. Paralarını sakladığı şüphe edilen tutsaklara işkence edildi. Kolları ve bacakları kesildi ve ateşin üzerinde yavaş yavaş kızartıldılar. Hamile olan kadınların karınları kesildi, kafaları kesildi ve köpek kafaları bacaklarının arasına sokuldu. Cumadan Pazara kadar hava çığlık sesleriyle doluydu.... Bir Yunan "90 kişiyi öldürdüm" diye övünüyordu. Yahudi topluluğu sistemli bir şekilde işkenceden geçirildi.... Haftalarca aç bırakılan Türk çocukları çaresiz yıkıntıların arasında koşarken Yunanlar tarafından yere atıldılar sonra vuruldular... Su kuyuları cesetlerle dolduruldu...146
İngiliz derin devletinin kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirdiği Yunan İsyanı, Yunanlara da bir fayda sağlamadı. Osmanlı'dan bağımsız bir Yunanistan devleti kurulduktan sonra, göç ters yönde, yani Yunanistan'dan Osmanlı'ya doğru gerçekleşti. 1834-36 yılları arasında 60 bin kişi bağımsız Yunanistan'ı terk etti ve birçoğu Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet Ali Paşa idaresindeki Girit Adası'na yerleşti. Tarihçi Sebastijan Slade Yunanistan'ı ziyaret eden her seyyahın, Osmanlı idaresinde, maddi ve manevi açıdan daha iyi yaşamış olduklarını kabul ettiğini yazmıştır.
Yunan İsyanının Asıl Amacı |
Yunan isyanının ana amacı Türklerin Avrupa'dan çıkartılmasıdır. Bu isyanlarla başlayan proje sonunda 100 yıl içinde Balkanlardaki 500 yıllık Türk varlığı bitmiş ve Müslüman sayısında büyük bir azalma olmuştur. Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, 1821-1922 yılları arasında yaklaşık 5.5 milyon Müslümanın Avrupa'dan sürüldüğünü ve 5 milyondan fazlasının şehit edildiğini ya da kaçarken hastalık veya açlık sonucu şehit olduğunu tahmin etmektedir. |
Osmanlı'da Bulgar İsyanları
Dönemin İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone, Osmanlı Devleti ve Türkler aleyhindeki iftira dolu kampanyasının temelini, Bulgaristan'da yaşanan olaylar üzerine kurmuştu. The Times Gazetesi ile birlikte Londra'da günlerce Türk aleyhtarı organizasyonlar düzenlemişti. 200 bin adet basılan Bulgar Dehşeti ve Doğu Sorunu isimli kitabı, abartılı izahlarla Türk düşmanlığını işlemekteydi. İngiliz derin devletinin teşvik ettiği Bulgar isyanlarını, Osmanlı aleyhinde başlatacağı asılsız bir kara propaganda için bahane olarak kullanıyordu.
Bulgar isyanı, aslında, Osmanlı'nın çöküş döneminde, İngiliz derin devletinin teşvikiyle, ardı ardına çıkarılan isyan hareketlerinden biriydi. O dönemde, yıllarca Osmanlı topraklarında barış ve huzur içinde yaşayan yerel azınlıkların birdenbire hareketlendiğine ve isyana kalkıştıklarına şahit oluyoruz. Tüm bu isyanları incelediğimizde ise, isyanların ve kışkırtıcı propagandaların çıkış noktasının İngiliz derin devletine bağlı askerler, subaylar, elçiler veya ajanlar olduğunu görürüz. Her bir azınlık grup içinde söz konusu isyancılar, birer birer, İngiliz derin devleti tarafından silahlandırılmış, Türkler aleyhine cesaretlendirilmiş ve ayaklanmaları sağlanmıştır. Ayaklanmalar, yüzlerce, hatta kimi zaman binlerce Müslüman Türk'ün şehit edildiği korkunç olaylarla başlamıştır. Ardından Osmanlı ordusu, saldırıda bulunan çetelere hak ettikleri cevabı verince de bu sefer İngiliz derin devletinin ajan provokatörleri tarafından "katil ve katliamcı Türkler" yaygarası koparılmıştır. İşte, İngiliz derin devletinin Osmanlı içinde kışkırtma ve isyan çıkarma politikası bu şekilde vücut bulmuştur.
Tarihçi yazar Süleyman Kocabaş, o dönemde İngiliz derin devleti tarafından gerçekleştirilen Bulgar tahrikini şu sözlerle anlatmıştır:
İngiltere, Bulgar isyanı konusunda da Yunan isyanı konusundaki tutumunun aynısını sergiledi. İlkin, Osmanlı toprak bütünlüğünü korumak uğrunda Slav isyanlarına cephe alan İngiltere, 1870'li yıllara gelindiğinde "Bulgarları sözde Rus nüfuzundan kurtarmak için himaye etmeye" başlamıştır. (Panslavistler'in) Londra'da komiteler kurmalarına, bu komitelerin tertip ve teşvikiyle Türklerin aleyhine bir çete harbi yapmalarına müsaade etmiş ve Türklerin bu çeteleri ortadan kaldırmalarına itirazcı kesilmiştir.147
İngiliz derin devletinin teşvik ettiği söz konusu isyanlar ile yüzyıllarca bir arada yaşayan Osmanlı halkları birbirlerine kırdırılmış, ardından ortaya çıkan siyasi sonuçlar tümüyle İngiltere'nin lehinde olmuştur. İngiliz derin devleti, siyasi çıkarları için kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden milyonlarca Müslüman, Hristiyan, Musevi, Türk, Bulgar, Ermeni, Rum, Boşnak, Arap, Çerkez ve Arnavut masumu gözünü kırpmadan katletmiştir.
İsyanda ölen Bulgar sivil sayısı, resmi Osmanlı raporlarına göre 1400'dür. Buna karşılık, 1000 kadar da Müslüman Osmanlı vatandaşı katledilmiştir. Avrupa basını kimi yerde ölü sayısını 200 bine kadar çıkarmıştır. Oysa bugün bile Bulgar tarafının resmi iddiası 30 bindir. Tarafsız Belçikalıların hazırladığı rapor bile en fazla 4500 sivilin öldüğünü kabul etmiştir. Kuşkusuz, rakam kaç olursa olsun sonuçta masumlar yaşamını yitirmiştir; önemli olan ise bu masumların kanının İngiliz derin devletinin elinde olmasıdır. Burada rakamların farklılığına dikkat çekmemizin nedeni, İngiliz derin devletinin entrikalarını gözler önüne sermek içindir. İngiliz derin devleti, her daim abartılı rakamlarla bir galeyan oluşturmak istemiştir.
Bulgar isyanının en önemli sebeplerinden biri, İmparatorluğun sonunu getirecek olan 1876 darbesine hazırlıktır. Bulgar ayaklanmasından sadece 1.5 ay sonra, İngiliz yanlısı cunta İstanbul'da darbe yapmış, Sultan Abdülaziz Han şehit edilmiş, V. Murat deli ilan edilmiş ve II. Abdülhamid zorla tahta geçirilmiştir. Bunların tümü, İngiliz derin devletinin planları dahilinde gerçekleşmiştir. Bütün bunların ardından İngiliz derin devleti, II. Abdülhamid'e baskı uygulayarak kendi isteklerini hayata geçirme safhasına geçmiştir. Zaten dönemin İngiliz Başbakanı Gladstone'un Türk karşıtı sözleri de, II. Abdülhamid'in tahta çıkmasının ardından bıçak gibi kesilmiştir.
Osmanlı'yı darbeye götüren olayların fitilini tutuşturan asıl aşama ise Nisan Ayaklanmasıdır. Ayaklanmanın başladığı 20 Nisan 1876'dan II. Abdülhamid'in tahta çıktığı 31 Ağustos'a kadar geçen 4 ay içinde İngiliz derin devleti tüm imkanları ile Türklere kin kusmuştur. Türkleri sanal katliamlarla suçlayan ağızlarsa İngiliz derin devletinin Afrika'da Zululara, Avusturalya'da Aborjinlere, Amerika'da Kızılderililere, Uzak Doğu Asya'da Hint ve Çinlilere yaptığı gerçek ve belgeli katliamlara karşı sessiz kalmışlardır.
![]() |
1800'lerde Osmanlı'daki Bulgar isyancılar. Arkadaki bayrak Bulgar isyancıları temsil ediyor. |
Yemen İsyanları
Tarihte, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında ilk ciddi askeri çatışma belirtileri, İngiliz derin devletinin çıkar peşindeki bazı şeyhleri para ile kandırarak Aden liman şehrine yerleşmesi ile kendisini göstermişti. Aden'i içerisine alan Yemen, değerli ve önemli bir Osmanlı vilayeti idi. İngiliz derin devleti, adı geçen bölgede tutunabilmek için kuzey doğudaki Yemen topraklarında sağlam dayanaklar aramaya başlamıştı. Tarihçi Süleyman Kocabaş, Yemen'in sinsice işgal ediliş aşamalarını şöyle tarif eder:
İngiltere Aden'e yerleştikten sonra, Kuzey-Doğu'ya doğru toprak işgallerine devam ederek, bu verimli toprakları ele geçirmek için her çareye başvurdu. Bu amaçla, Arap kıyafetine bürünerek, Arapça konuşarak, onları aldatıp bağımsızlıktan söz ederek, fakat her şeyden evvel, kendi adalarının çıkarlarını göz önünde tutarak çalıştılar.148
Osmanlı tarihindeki ünlü "Yemen İsyanları" bu sebeple başlamıştır. Bu isyanları bastırmak için Osmanlı Devleti, burada, kolordu ve hatta ordu seviyesinde askeri birlikler kullanmıştır. Oldukça büyük kayıplar vermiş, ancak Yemen'i koruyamamıştır. Diğer pek çok Osmanlı toprağında olduğu gibi Yemen'de de, vatanından çok kendi menfaatlerinin peşinde koşan birkaç şeyh, küçük çıkarlar uğruna İngiliz derin devleti yancılığını yapmayı tercih etmişlerdir. Bu korkunç ihanetse binlerce insanın şehit edilmesine neden olmuştur.
Kuzey Afrika'da Yaşananlar
Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılın başından itibaren güçlü donanması ile Afrika'nın kuzey kıyılarını kontrol altına almıştı. Kuzeyde İtalya kıyılarına dayanan, tüm Doğu Akdeniz'i çevreleyen, güneyde de Mısır'dan Fas'a kadar hakim olan İmparatorluk, Akdeniz'i bir Türk denizi haline getirmişti. Sömürgeci Fransa, İspanya, İngiltere ve Hollanda'nın, Güney ve Batı Afrika'ya ulaşabilmek için Atlas Okyanusu'nu dolaşmaları gerekiyordu.
Bu durum, kuşkusuz en çok İngiliz derin devletinin ağırına gitmişti. Derin devlet yöneticilerine göre İngiltere'nin hakim olması gereken topraklar, Müslüman bir imparatorluk tarafından yönetiliyordu. İslam'a ve Türklere şiddetle karşı olan İngiliz derin devleti için bu kabul edilemez bir durumdu. İşte bu nedenledir ki İngiliz derin devleti, 18. yüzyıl ile birlikte, çeşitli entrikalar, iç çatışmalar, propaganda ve sinsi provokasyonlar yoluyla, Afrika'daki Müslüman topraklarını bir bir İmparatorluktan ayırmaya başladı.
Fas
İngiliz derin devletinin Fas ile ilişkileri 16. yüzyılda başlamıştır. Kraliçe I. Elizabeth, Osmanlı'ya yaptığı gibi, Fas Kralından da ticari imtiyazlar alarak bu bölgede kendi ülkesi adına ticarete başlamıştır. İngiliz Barbery Company (Barbery Şirketi), Kraliçe'den aldığı yetki ile her sene Fas'ın şeker üretiminin bir kısmını satın almış ve şirketin çoğunluğunu elde etmiştir. Karşılığında ise İngiltere'den Fas'a, silah ve tekstil ürünleri vermiştir. Benzer şekilde de İngiliz Turkey Company de, 300 yıl imtiyazlı bir monopol olarak Osmanlı ile ticaret yapmıştır.
İngiliz derin devleti, 20. yüzyılın hemen başında 1906 ve 1911'de, Fas'ta, el altından tarihe Fas Bunalımları olarak geçen iki ayaklanma başlatmıştır. Fas'ta patlak veren iktidar mücadelesini müdahale için gerekçe olarak kullanan Fransa bu ülkeye asker çıkarmıştır. Almanya da işgalden pay kapma amacıyla Fas'a donanmasını göndermiştir. Almanya ve İngiliz-Fransız ittifakı iki defa savaşın kıyısına gelir. Bu iki kriz, tarafları I. Dünya Savaşı'na götüren en önemli olaylardan biri olarak kabul edilmektedir.
![]() |
Almanların Fas'a göndererek krize neden oldukları Panther gambotu |
![]() |
1.1800'lerin sonunda Cebelitarık Boğazı 2.. Cebelitarık'ta üzerine İngiliz Bayrağı çekilmiş bir kale |
Aslında bütün bunlar planlanmış gelişmelerdir. İngiltere, bu sayede Fransa'nın kendisine olan ihtiyacını arttırmıştır. Kendi kamuoyunda da Alman düşmanlığı oluşturmuştr. Bu durum, tümüyle İngiliz derin devleti tarafından planlanmış ve uygulanmış olan I. Dünya Savaşı'nın başlamasını da hızlandırmıştır. Ayrıca İngiliz askerleri Mısır'ı ele geçirirken, İngiltere, rakiplerini de Fas'ta meşgul etmiştir. İngiliz derin devletinin bu çıkar savaşının mağdurları da, her zaman olduğu gibi, ayaklanmalarda şehit olan binlerce Faslı Müslümandır.
Krizlerin sonunda Fas, 1912'de Fransız sömürgesi haline gelmiş ve 40 yıl Fransız yönetiminde kalmıştır. Fas'ın, kendi müttefiklerinden birinin kontrolünde olması İngiltere için çok önemlidir. İngiliz derin devleti Akdeniz'in giriş kapısı olan Cebelitarık Boğazı'nın bir kıyısını kontrol etmektedir.
Batı Sahra'da İngiliz Destekli Çatışmalar |
Fas Devleti, Batı Sahra bölgesindeki Polisario ayrılıkçı grubuyla hali hazırda son 30 senedir savaş halindedir. İngiltere ise iki tarafı da el altından desteklemektedir. İki taraf da, birbirleriyle çatışırken İngiliz silahlarını kullanmaktadır. Sadece 500 bin kişinin yaşadığı Batı Sahra bölgesinde 100 bin kişilik bir Fas ordusu vardır. İngiltere, Fas'a bu bölge için zırhlı araçlar, nişancı tüfekleri, karadan karaya füzeler, füze rampaları ve havan bombaları satmaktadır. Sadece son iki yılda 1 milyar dolardan fazla tutarda hafif silah teslim etmiştir. Cezayir ve Fas arasındaki rekabet yüzünden Cezayir de Batı Sahra'daki ayrılıkçıları desteklemekte ve onlara silah temin etmektedir. Fas, son dönemde ABD ile de 150 tanklık bir anlaşma imzalamıştır. İngiliz derin devleti, bölgeye barışın gelmesini kesin olarak istememektedir. Birleşmiş Milletler, Batı Sahra bölgesinin bağımsızlığını tanımadığı gibi, Fas'ın egemenliğini de tanımamaktadır. Bu nedenle de bölge, yıllardır barıştan uzak yaşamaktadır. Bu kuşkusuz, İngiliz derin devletinin 100 yıl önceki Osmanlı'yı parçalama planları dahilinde kurgulanmıştır. Kurgulandığı gibi de uygulanmaktadır. |
Tunus
Tunus, 1850'lerde Osmanlı'ya bağlı beyler tarafından yönetilirken, modernleşme adı altında yeni bir yapılanmaya girmiştir. Söz konusu "modernleşme", aslında İngiliz derin devletinin, devletleri, hem ekonomik ve sosyal hem de kültürel açıdan çökertme adına başlatmış olduğu bir sömürme politikasıdır. Nitekim Tunus da, söz konusu planın bir parçası olmuş ve özellikle ordu harcamaları ve silah alımı için İngiltere'ye büyük paralar harcamıştır. Bundan sonrası İngiliz derin devletinin bilindik taktiğidir. Ekonomisi zayıflamış ülke, İngiltere'ye gebe kalmıştır. İngilizler, Tunus'a borç para vererek ekonomisinin tümüyle batmasına sebep olmuşlardır. Fahiş faiz uygulaması sonucunda 30 milyon Frank borç para alan Tunus Hükümeti, bu miktarı kısa zaman içinde 70 milyon olarak geri ödemek zorunda kalmıştır. Bu faiz kapanını, aslında Türk halkı da gayet iyi tanımaktadır. Söz konusu faiz kapanı, Osmanlı'nın da çöküşünü hazırlayan unsurlar arasında olmuştur ve yine İngiliz derin devleti tarafından planlanmıştır. Benzer yöntem, aynı yıllar içinde Mısır, geçmişte ise Hindistan için de uygulanmıştır.
1863'te alınan ilk borcun ertesi yılında Tunus Hükümeti yeni vergiler çıkartmak zorunda kalmıştır. Zaten fakir olan halk, ekonomik baskıya dayanamayarak 1864 yılında ayaklanmıştır. Hükümet ayaklanmayı bastırsa da, yeni borçlarla birlikte yeni vergiler ve yeni ayaklanmalar gelmiştir. Bu döngü, Tunus, Fransız sömürgesi haline gelene kadar devam etmiştir.
Tunus, tahıl üretimi bakımından zengin bir ülkedir. Fakat Tunus Hükümeti, borçlarını ödemek için ülkenin tahıl üretiminin çoğunu ihraç etmek zorunda kalmıştır. Ana besin kaynağını kaybeden Tunus'ta kıtlık ve kolera baş göstermiş ve 10 bin kadar Tunuslu hayatını kaybetmiştir.
![]() |
Osmanlı'yı yıkıma götüren sebeplerden biri Arap isyanları olmuştur. |
Devlet iflas edince, borç tahsilatını yönetecek, Osmanlı'daki Düyun-u Umumi benzeri bir kurum kurulmuş ve Tunus ekonomisi, İngilizlerin ve Fransızların kontrolüne geçmiştir. Nihayetinde Tunus, savaşmadan alınan Kıbrıs karşılığında Fransızlara bırakılır. Bu, İngiliz derin devletinin, Osmanlı topraklarını paylaştığı ne ilk ne de son antlaşmadır.
İlk dış borcun üzerinden sadece 18 yıl geçtikten sonra Fransızlar, 1881 yılında Tunus'u 36 bin asker ile işgal etmiştir. Tunus Beyi Muhammed Es-Sadiq, karşı koyamayacağını anlayınca anlaşma imzalamış ve Tunus, Fransız kolonisi haline gelmiştir.
Bu tarihten, Habib Burgiba liderliğinde bağımsızlık kazandıkları 1956 yılına kadar Tunus'ta terör, iç savaş ve çatışma hiç eksik olmaz. Naziler, Fransız toprağı olan Tunus'u işgal etmiştir. Müttefikler ise, Nazilerle savaşarak bu toprakları geri almışlardır. Fransızlar, Tunus milliyetçiliğini bastırmak için ağır yöntemler uygulamış ve on binlerce Müslüman bu yıllarda Fransızlar tarafından katledilerek şehit olmuştur.
İngiltere, bu dönemde dünyanın kimin kontrolünde olacağına tek başına karar veren bir devlettir. Hiçbir devlet İngiltere'den izin almadan herhangi bir yeri işgal edememektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, belli bölgelerin Fransa kontrolü altında olması, yine İngiliz derin devletinin planladığı bir şeydir. Bu yolla İngiltere, hem müttefikleri yoluyla geniş topraklara hakim olabilmekte, hem de Fransa gibi bir gücü kendi güdümünde tutabilmektedir. İngiliz derin devletinin bu taktiği uyguladığı ülkelerden bir tanesi de Cezayir olmuştur.
Cezayir
Cezayir, 300 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin Mağrib (Batı) topraklarındaki merkezi olmuştur. Sürekli olarak İmparatorluk tarafından atanan paşalar tarafından yönetilmiştir. Fransa, 1827 yılında Fransız Konsolosu ile olan bir tartışmayı savaş sebebi sayarak Cezayir'i işgal etmiştir. Bahsi geçen olayda dönemin Cezayir Valisi Hüseyin Paşa'nın borç ödemesi konusunda Fransız elçisi ile yaptığı tartışma bir anda alevlenmiş ve Paşa, yelpazesi ile Büyükelçiye üç kere vurmuştur. Böyle sudan bir sebep işgal için yeterli olmuştur. Fransız işgali ile Hüseyin Paşa, ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır.
Fransız sömürgesi haline gelen Cezayir'de geleneksel tüm eğitim sistemi değiştirilmiş, yerel liderlerin gücü ellerinden alınmış ve sosyal düzen kırılma noktasına gelmiştir. Müslümanların zengin toprakları ellerinden alınmış ve sömürgeci Fransız kolonicilere tahsis edilmiştir. Cezayir, Fransa'nın Afrika sömürgelerinin yönetim merkezi olmuştur. Kuzey Afrika Müslümanları, Avrupa emperyalizminin çirkin yüzünü tüm ürkütücülüğüyle görmüştür. Müslümanlar kitleler halinde şehit edilmişlerdir. Fransız hakimiyeti, Cezayir Müslümanlarına sadece ölüm getirmiştir. I. Dünya Savaşı'nda 175 bin Cezayirli Fransa için savaştırılırken, 40 bini memleketlerine geri dönememiştir. Cezayir bağımsızlık savaşında ise 1 milyon Müslüman can verirken 3 milyonu da kamplara sürülmüştür.
Bağımsızlık ilanı da Cezayir'deki şiddet ortamını sona erdirememiştir. 20. yüzyılın sonlarında ülke ağır bir iç savaşın içine sürüklenmiştir. 1991 yılında Cezayir İslami Kurtuluş Cephesi'ne (FIS) karşı yapılan darbeden sonra başlayan iç savaşta 150 bin Müslüman, yine Müslüman kurşunları ile şehit olmuştur. 1993'te kurulan GIA (Cezayir silahlı İslami grubu), FIS üyesi Müslümanlar dahil her kesimden Cezayirliyi şehit etmeye başlamıştır. Bu grubun arkasında da İngiliz derin devleti vardır. GIA, İngiltere'de El-Ansar adıyla bir dergi çıkarıp dünyadaki Müslümanlar arasından savaşacak gerillalar toplamıştır. İngilizler bu faaliyetlere izin vermiş, kimi zaman bunları desteklemiş, kimi zaman da tüm bunlara altyapı hazırlamışlardır.
İngiliz Derin Devletinin Gözde Silah Pazarı: Afrika |
Cezayir, dünyanın en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan, tahıl üretimi yapabilen ve normal şartlarda doğal kaynakları bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Fakat ülkede yıllardır devam eden savaş ortamı, tüm gelirin silahlanmaya harcanmasına sebep olmaktadır. Afrika'nın silah ithalatının %30'unu Cezayir, %26'sını ise Fas yapmaktadır. Cezayir, sadece 2011-2015 yılları arasında 4 savaş gemisi, 190 tank, 42 helikopter, 14 savaş uçağı ve 2 denizaltı almıştır. Görünürde bu silahları kullanacağı Fas'tan başka bir rakibi de yoktur. İngiliz derin devletinin, özellikle Müslümanlar üzerinde kurguladığı sinsi planı burada da devreye girmiş, Müslümanlar, değerli kaynaklarını Müslümanlarla çatışmak için harcar konuma getirilmiştir. Burada en karlı çıkan ise, tüm bu ticaretin ana kaynağı olan İngiltere'dir. İngiliz derin devleti, hem kaynakları kullanarak hem de çatışmalar çıkararak Afrika'yı sömürme politikasına halen devam etmektedir. |
Mısır
Mısır'ın İngiliz kontrolüne geçmesine asıl sebep, Mithat Paşa'nın ilk sadrazamlığı döneminde yaptığı dış borçlanmadır. 15 sene içinde ülkenin ekonomisi iflas etmiş ve bunun sonucunda, tam da İngiliz derin devletinin planladığı gibi, İngilizler Mısır'ı işgal etmişlerdir.
Mısır, 1869'da Fransızlarla birlikte inşa ettiği Süveyş Kanalı'nı çok ağır krediler ile finanse etmiştir. 6 yıl sonra kredi faizlerini ödeyemediği için Kanal'daki hisselerini İngilizlere devretmek zorunda kalmıştır. 3 yıl sonra da alacaklı İngiliz ve Fransız devletlerine ait denetleyiciler, Mısır Hükümeti'nde yer almaya başlamıştır. İngilizler 9 sene içinde Mısır'a el koymuş, 4 sene sonra da ülkeyi işgal etmişlerdir.
![]() |
1882 yılında Mısır'ın İngilizler tarafından işgali |
![]() |
1882'de İngiltere tarafından işgal edildikten sonra Mısır. |
![]() |
![]() |
Üstteki resimlerde Mısır'da, tarihi eserlerin içinde şarap içen Avrupalılar görülüyor. |
![]() |
1882 yılında Mısır'ın İngilizler tarafından işgali |
Mısır'ın işgaline yol açan olaylar daha önce birçok Osmanlı toprağında gördüklerimizden çok da farklı değildir. İngilizlerin tahriki ile İskenderiye şehrinde Maltız Olayı adı verilen ayaklanma başlar. Tam bu sırada İskenderiye Körfezi'nde İngiliz ve Fransız savaş gemileri hazırdır. İngilizler, ayaklanmayı bahane ederek Mısır'ı işgal eder. Bu işgal 1914'e kadar devam eder; Mısır, bu süre içinde yarı sömürgedir; I. Dünya Savaşı ile birlikte tam sömürge haline gelir. İngiliz derin devleti, işgalin ardından o dönemde Mısır'a bağlı olan Sudan'da da benzer bir ayaklanma çıkarır. İngiliz General Herbert Kitchener komutasındaki Mısır ordusu ayaklanmayı bastırır. İngiltere, Sudan'ı işgal eder ve Mısır'dan bağımsız olarak bu bölgeyi de kendi sömürgesi ilan eder. Sudan, 1956'ya kadar İngiliz sömürgesi olarak kalacaktır.
![]() | ![]() |
Osmanlı halkı, milli ve manevi değerleriyle yoğurulmuş güçlü bir halktır. Bunu bilen İngiliz derin devleti, sinsi bir oyun oynamış ve Darwinist propagandayı kullanarak Osmanlı'ya manevi bir çöküş yaşatmıştır. | Balkan Savaşı sonrası Osmanlı bayrağının yere serilip çiğnendiğini gösteren çizimler, Osmanlı'ya yönelik yapılan kara propagandanın bir örneğidir. |
9. Propaganda
![]() |
Charles Dickens |
Propaganda, tarihin başından beri İngiliz derin devletinin en önemli kozlarından biri olmuştur. İngiliz derin devletinin kullandığı propaganda metotları ve medya hakimiyeti, ilerleyen bölümlerde detaylı incelenmiştir. Burada genel hatlarıyla, Osmanlı'nın çöküş ortamını hazırlayabilmek için Türkler aleyhine geliştirilen propagandaya ve propagandacılara yer verilecektir.
Osmanlı Devleti içinde Darwinist ideolojinin yaygınlaştırılması ile propaganda yolları İngiliz derin devleti tarafından daha etkili bir şekilde kullanılabilmiştir. Çünkü bölümün başında da belirttiğimiz gibi, Darwinist ideoloji sadece manevi anlamda çöküşe yol açmamış, aynı zamanda milli şuurun da zedelenmesine neden olmuştur. Milli bilincini büyük ölçüde kaybeden bir toplum içinde propaganda yaymak, yalan haberlerle kamuoyu oluşturmak, provokasyon yoluyla kitleleri olumsuz ve öfkeli bir ruh haline sürüklemek mümkün olmuştur.
Söz konusu durum, kuşkusuz tüm dünya için geçerlidir. Darwinist ideoloji, nefreti daha da körüklemiş, zaten savaşlarla boğuşan dünyada, İngiliz derin devletinin provokasyonlarıyla "Türk nefreti" şaşılacak boyutlara ulaşmıştır. Verilen demeçler, yazılan makaleler ve kitaplar yoluyla, özellikle Avrupa'da, Osmanlı aleyhinde bir kamuoyu oluşturulmuştur. Büyük ölçüde ajanlardan oluşan İngiliz diplomatlar, Avrupa devletlerine, Osmanlı'nın katliamcı olduğunu, "vahşi Türklerin Hristiyanları öldürdüğü" yalanlarını söylemişlerdir. (Türk milletini tenzih ederiz)
19. yüzyılda İngiliz derin devleti, sadece Osmanlı'yı değil, İslam dinini de hedef almıştır. Yapılan provokasyonlarda dinimize yönelik de saldırılar gerçekleştirilmekte ve İngiliz derin devletinin İslam alemini güçsüzleştirme politikası hayata geçirilmektedir. Daha önce çok defa belirttiğimiz gibi, İngiliz derin devletinin en büyük korkusu, Müslümanların kayıtsız şartsız ittifakı ile oluşacak etkili bir İslam Birliği'dir. Söz konusu derin güçler, bunun önüne geçebilmek için tüm güçlerini harcamış ve bu uğurda Osmanlı Devleti'nin önünü kesmek istemişlerdir. Çünkü İslam Birliği'nin Türklerin manevi liderliği ile gerçekleşebileceğinden eminlerdir.
Türkler ve İslam aleyhine yapılan propagandalar için İngiliz siyasetçiler, yazarlar, şairler, tarihçiler, gazeteciler ve gazeteler etkili olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazı örnekler aşağıdadır. Yüce dinimizi ve saygın Türk milletini bu çirkin iftiralardan tenzih ederiz.
Türkleri Hedef Gösteren İngiliz Provokatörler
Edward Augustus Freeman
![]() | ![]() |
Edward Augustus Freeman | Freeman'ın öğrencisi Arthur Evans |
İngiliz politikacılarından Edward Augustus Freeman, İslam'ın engelleyici ve hoşgörüsüz bir din olduğu iftirasıyla ortaya çıkmış ve İslam'ın sözde "despotluğu ve köleliği kutsadığını ve farklı dinlere savaş ilan ettiğini" iddia edecek kadar ileri gitmiştir. Freeman, Müslümanların her zaman bir düşmanının olması gerektiği gibi sapkın bir mantıkla ortaya çıkmıştır. Eğer düşmansız kalırlarsa başka mezhepten kardeşlerine saldıracaklarını iddia etmiştir.
Oxford Üniversitesi'nde eğitmen olan Freeman, öğrencisi Arthur Evans'la birlikte Bosna-Hersek ayaklanmalarının Britanya'daki en büyük destekçisi olmuştur. Bulgar ayaklanması sonrası yaşanan Türk aleyhtarı propagandanın da önde gelenlerindendir.
Freeman bir mektubunda Amerika için "Eğer her İrlandalı, bir zenci öldürse ve bu suçundan dolayı asılsa, bu Amerika güzel bir ülke olur" ifadesini kullanmış olan katil zihniyetli bir ırkçıdır.
Charles Dickens
19. yüzyıl İngiliz edebiyatçısı Charles Dickens da, Türk düşmanlığını yaygınlaştıranlardandır. 1844 yılında yazdığı "Mevsimdeki Bir Kelime" isimli şiirde Türkleri, kendince "Tanrı'nın yaşayan görüntüsünü merhametsizce yok etmekle" suçlamaktadır. Dickens şiirde, Türklerin vahşi bir cahillik ve kıtlık içinde yaşadığını ve bu özelliklerin, yüksek bir medeniyet kuran İngiliz milletinden çok farklı olduğunu yazmıştır.
Cardinal Newman (John Henry Newman)
![]() | ![]() |
Cardinal Newman | Charles Darwin |
İngiliz Katolik Kilisesi'ne bağlı olan Kardinal Newman, Türk ve Müslüman düşmanlığının önde gelen savunucularındandır. Türkler hakkındaki iftira dolu sözlerinden bir tanesi şu şekildedir:
Eski dünyanın tam kalbine asırlardır yerleşmiş, yeryüzünün en semereli ve en güzel diyarlarını ve klasik ve dini antikitenin en meşhur ülkelerini hayvani pençesinde tutan ve kendisine ait bir tarihe sahip olmayan barbar güç (Türkler), tüm dünyanın yarı tarihini cahilce mülkiyetinde tutarak, İstanbul ve İznik, İzmit ve Kayseri, Kudüs ve Şam, Musul ve Babil, Mekke ve Bağdat, Antakya ve İskenderiye'nin tarihi isimlerinin mirasına konmuştur.149 (Saygın Türk milletini tenzih ederiz)
Charles Darwin
Evrim teorisi safsatasını dünyaya tanıtan ve I. ve II. Dünya Savaşları'nın ideolojik arka planını oluşturan Sosyal Darwinizm belasını yayan Charles Darwin de, klasik bir Türk ve Osmanlı düşmanıdır. Aşağıdaki alıntı, Türkiye'de evrim teorisini savunan Darwin hayranlarının gerçekte kimin peşinden sürüklendiklerini görmeleri için önemlidir:
![]() |
Edwin Pears |
Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türklere karşı kesin bir galibiyet elde etmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, çok sayıdaki AŞAĞI IRKLARIN medenileşmiş yüksek ırklar tarafından ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) görüyorum.150
Edwin Pears
40 yıl İstanbul'da yaşayan ve ardından İstanbul'dan zorla uzaklaştırılarak Londra'ya gönderilen Pears, İngiltere'de Türklere duyduğu nefretiyle ön plana çıkmıştır. İngiliz derin devletinin verdiği görevi en iyi şekilde yapmış olacak ki, ülkesine döndüğünde kendisine şövalyelik unvanı verilmiştir. 1876'da Daily News gazetesinde Bulgaristan'daki sözde katliamlarla ilgili makalesi, Türk aleyhtarı protestolara neden olmuştur.
Pears, Yunanistan ve Bulgaristan'da da onursal şövalyelik almıştır. Edwin Pears, Turkey and its People (Türkiye ve İnsanları) kitabında Ermeniler için "Onlar da bizim gibi İndo-Avrupa ırkına mensupturlar" ifadesini kullanmıştır. Pears kitabında, Ermenice konuşanların Türkler tarafından ceza olarak dillerinin koparıldığı iftirasını atacak kadar ileri gitmiştir. Oysa Ermeniler, 500 yıl boyunca, Osmanlı topraklarında bu toprakların bir parçası olarak barış içinde yaşamış, kendi dillerini de rahatça konuşmuşlardır. 1897'de Osmanlı sınırları içinde Ermeni okul sayısı 922'dir.
Edwin Pears'ın 1918'de İstanbul'un işgali hakkında Daily News Gazetesi'ne yazdığı "Konstantinapol'ün Romantizmi" isimli makaledeki şu ifadeleri İngiliz siyasetçinin Türk düşmanlığını göstermektedir:
Görünen o ki Türklerden kurtulmak üzereyiz. Bu kutlu olayın gerçekleşmesi durumunda, dünyadaki tüm Hristiyan ırklarda, zafer şarkıları yükselmeli ve bu ilahiye tüm medeniyet aşıkları katılmalıdır.Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Hristiyanlar, yüzyıllardır umutlarını korudular. Hayatın zor ve bıkkınlık verici olmasına rağmen istirahat vakti geleceğine ve zulmün karanlık gecesinin bitip yeni günün başlayacağına emindiler.151
William John Hamilton
![]() |
William John Hamilton'un Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia (Küçük Asya, Pontus ve Ermenistan'da Araştırmalar) adlı kitabı |
İngiliz jeolog William John Hamilton, 1835-1842 yılları arasında Anadolu'yu dolaşarak Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia (Küçük Asya, Pontus ve Ermenistan'da Araştırmalar) kitabını yazmıştır. Kitapta, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde kalan bölgenin tamamı; coğrafyası, tarihi, yeryüzü şekilleri, bitki örtüsü ve jeolojisi istihbaratçı gözüyle anlatılmıştır. Hamilton'a göre Türk halkının gelecekte gösterebileceği yetenekler çok sınırlıdır. Hamilton buna gerekçe olarak İslam dinini göstermiş ve İslam'a olan karşıtlığını her fırsatta dile getirmiştir.152 Hamilton, Anadolu'yu analiz edip İngiliz derin devletine Türkler aleyhinde raporlar sunan İngiliz derin devletinin gizli ajanlarından bir diğeridir.
Stratford Canning
Stratford Canning, Osmanlı Devleti'nde uzun süre büyükelçilik görevi yapmıştır. Osmanlı dış siyasetinde sözü geçen İngiliz derin devleti ajanlarından biridir. Tanzimat Dönemi'ne denk gelen 1842-1857 yılları arasındaki görevinde İngiliz dostu Mustafa Reşit Paşa ile yakın bir dostluk kurup İstanbul'daki en güçlü yabancı devlet adamı haline gelmiştir. 1853 yılında Osmanlı ile Rusya arasındaki anlaşmazlıkta barış yolunu engellemiş ve bu sebeple Kırım Savaşı başlamıştır.
![]() |
Stratford Canning |
Civinis Efendi, Canning'in istihbarat şefidir. Rum Civinis Efendi, Ege adası Mikonos'ludur. Yıllarca St. Petersburg'da yaşamış; sarayda Çariçe'nin özel hizmetçilerinden biri olmayı becermiştir. Sarayda görevli bir subayın kızıyla evlenmiş, ancak daha sonra Çariçe'nin mücevherlerini alarak Rusya'dan kaçmıştır. Ardından üzerinde imam kıyafetleri ile Anadolu'da görülmüştür. Cami cami dolaşıp vaaz vermiştir. Civinis Efendi, daha sonra, Ege Denizi'nde yatıyla gezen zengin bir İtalyan rolünde ortaya çıkmıştır. Adını, Comte de Rivoroso olarak değiştirmiştir. Rum asıllı, Fransızca-İngilizce-Rusça konuşan Civinis Efendi herkesin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Canning'in takdimiyle Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ile tanışmış ve hemen akabinde Sadrazam tarafından kendisine miralay (albay) rütbesi verilmiştir. Böylelikle, İngiliz derin devletinin güdümündeki Osmanlı İstihbarat Örgütü'nün başına geçirilmiştir. Kısa zamanda kurduğu ekibine tanınmış tüccarların, paşaların özel hayatlarını izlettirmeye başlamış ve toplattığı dedikoduları rapor haline getirmiştir. Kısacası, İngiliz derin devletinin üyeleri tarafından kurulmuş olan ilk Osmanlı istihbarat teşkilatının başına, İngiliz derin devletinin ajanlarından biri getirilmiştir.153
Canning döneminde İngiliz vatandaşı William Churchill, Osmanlı Devleti içinde ilk özel gazeteyi çıkarmaya başlamıştır. Serbest piyasayı savunan Ceride-i Havadis, Osmanlı ekonomisinin İngiliz etkisi altına girmesini sağlayacak politikaları savunmuştur. Canning, 1820 yılında henüz 34 yaşında iken Privy Council üyeliğine seçilmiştir. Canning'in, Yunan İsyanı sırasındaki aktif rolü sebebiyle, bir dönem Yunan Kralı ilan edilmesi bile düşünülmüştür. Osmanlı-Mısır donanmasının ateşe verildiği Navarin Deniz Muharabesi'nde, İngiliz ve Rus donanmalarının birlikte hareket etmesini sağlamıştır. 1851'deki Kırım Savaşı öncesinde Canning, Osmanlı yöneticilerini Rusya ile barış şartlarını kabul etmemeye ikna etmiştir. İngiliz Başbakanı William Gladstone, Türklerin Avrupa topraklarından sürülmesi gerektiğini anlattığı Bulgar Dehşeti ve Doğu Sorunu raporunu, Stratford Canning'e ithaf etmiştir.
Canning, Osmanlı'da kötülüğün kaynağının İslam dini olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir (Yüce dinimizi tenzih ederiz). İslam dininin adaletsizliğin ve zayıflığın temeli olduğunu iddia eden Canning'e göre, Osmanlı'nın gelişmesi ve zenginleşmesi için İslam'dan uzaklaşması gerekmektedir.
Richard Cobden
![]() |
Richard Cobden |
İngiliz siyasetçi Richard Cobden, Türkiye ziyareti dönüşü Avam Kamarası'nda yaptığı konuşmada, Osmanlı İmparatorluğu'nun bağımsızlığının ve bütünlüğünün korunmasının imkansız olduğunu savunmuştur. İngiltere'nin kendine müttefik olarak her geçen gün yok olmakta olduğunu iddia ettiği Müslümanlığı değil, İmparatorluğun Hristiyan vatandaşlarını kabul etmesinin akılcı olacağını iddia etmiştir. Cobden'in Avam Kamarası'ndaki sözleri şöyledir:
Muhammedizm [İslam dinini ve Sevgili Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz] kesin olarak sürdürülemez. Bu ülkenin insanlarının, bu yok olmakta olan inancı korumak için mücadele vermelerinden sadece üzüntü duyarım. Türkiye'yi Avrupa haritasında tutabilirsiniz. Hatta ülkenin adını Türkiye olarak kullanmaya devam edebilirsiniz. Ama Muhammedi (İslami) bir iktidarı koruyabileceğinizi hiçbir zaman aklınıza bile getirmeyin.154
Bugün Richard Cobden'in ölümünün üzerinden 150 yıl geçmiştir. Fakat onun beklentilerinin aksine Anadolu toprakları milyonlarca Müslümanın yuvasıdır. Müslümanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Ezanlar hiç susmamıştır, hiç susmayacaktır. Camiler Müslümanlar tarafından imanla ve sevgiyle doldurulmaktadır. Dolayısıyla, İngiliz derin devletinin geçmişten beri süregelen en büyük arzusu gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmesi imkansızdır. İngiliz derin devletinin bugün bu yönde gösterdiği çabalar boşa gidecek, İslam ile yoğurulmuş topraklar, büyük ve barış dolu bir İslam Birliği ile taçlanacaktır.
Allah, suçlu-günahkarlar istemese de, hakkı (hak olarak) Kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. (Yunus Suresi, 82)
![]() |
![]() |
Churchill, İslam'a keskin ifadelerle cephe almış İngiliz derin devletinin bir üyesidir. Resimlerde Winston Churchill, Joseph Stalin ve Harry Truman ile birlikte. |
Winston Churchill
İngiltere'de İçişleri Bakanı, Donanma Bakanı, Savaş Bakanı, Maliye Bakanı, Dışişleri Bakanı ve son olarak da Başbakan olarak görev yapan Winston Churchill, İslam dini ve Müslümanlar hakkında defalarca iftiraya varan ifadeler kullanmıştır. İngiliz derin devletinin oldukça tanınmış bir üyesi olan Churchill'in bakış açısını ve İngiliz derin devletinin İslam düşmanlığını daha iyi anlayabilmek için bu sözlerin bilinmesi önemlidir. Churchill'in sözlerinden bazıları şunlardır: [Burada geçen tüm ifadelerden yüce dinimiz İslam'ı ve Sevgili Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz]
![]() |
Lord Cromer |
Müslümanlar birey olarak mükemmel özellikler gösterebilirler ama dinin etkisi inananların sosyal gelişimini felç etmektedir. Dünya üzerinde daha yozlaştırıcı ve geri bırakıcı bir güç yoktur.
Muhammedilik yok olmakta olan bir inanç değildir. Aksine militan ve yayılmacı bir inanç sistemidir. Orta Afrika'da geniş bir alana yayılmıştır. Her aşamada korkusuz savaşçılar yetiştirmektedir. Fakat İslam, bilim karşısında bocalamaktadır. Modern Avrupa medeniyetinin Roma İmparatorluğu gibi yıkılmasını engelleyen Hristiyanlığın ayrıcalığı, İslam'ın aksine gücünü bilimden almasıdır.155
Lord Cromer
1883-1907 yılları arasında sömürge Mısır'ında İngiliz Yüksek Komiserliği yapan Evelyn Baring ya da diğer adıyla Lord Cromer'e ait şu sözler İngiliz emperyalizminin Müslüman dünyasına hükmetme sevdasını gözler önüne sermektedir:
Hindistan Müslümanları, Avrupa'daki Türk hakimiyetinin çökmesi sonucunda, İngiltere merkezli olarak yeni bir düzenin yükseldiğini fark etmelidirler.156
Lord Cromer'in İslam'a ve Müslüman Toplumlara Bakış Açısı |
Lord Cromer, 19. yüzyılda dünyayı en vahşi yöntemlerle sömürge haline getiren İngiliz derin devleti yöneticilerinin çirkin bir örneğidir. Kendisinin, üstün ırkın temsilcisi olduğuna inanan, Darwinist, kibirli ve ırkçı bir adamdır. Müslüman dünyasını yerle bir eden zihniyeti tanımak adına Cromer'in bakış açısını kendi sözleri ile anlatalım1 (İslam'a yönelik ifadelerden yüce dinimizi tenzih ederiz): İngiliz derin devletinin, Mısır'ın kendini İslam'a göre yönetmesine izin vermeyeceği Avrupa'nın, Mısır'da tamamen Müslüman ilkelerinde, gerici bir hükümetin kurulmasına öylece seyirci kalacağını sanmak mantık dışıdır. Mevzubahis maddi çıkarlar bunun için fazla önemlidir. Yeni kuşak Mısır halkı, Batı uygarlığının gerçek ruhunu özümsemeye ikna edilmeli veya zorlanmalıdır. Kadın haklarına gerçek bakış açısı Lord Cromer, Müslümanlara kadın hakları konusunda ders verirken, kendisi İngiliz kadınlarına oy kullanma hakkı verilmesine karşı kampanya yürüten ve zamanında başkanlığını da yaptığı B.K. "Kadınların Oy Kullanması Karşıtı Erkekler Derneğinin" bir üyesiydi. Müslümanlara bu konuda ders vermeye kalkışan söz konusu zihniyete en iyi cevap Mustafa Kemal Atatürk'ten gelmiştir. Atatürk, 1934'de, pek çok Avrupa ülkesinden önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren kanunu onamıştır. Lord Cromer, Mısır'ın "özerkliği" ile neyi kastettiğini şöyle açıklamıştır: Avrupalıların, Mısır'ın özerk yönetiminden bahsederken genel olarak neyi kastettiğini ele alalım. Eğer kastettikleri şey Mısır halkının kendini, kendi kaba anlayışlarına göre yönetmesine izin verilmesi olsaydı, onları özyönetim sanatında eğitme vazifesi oldukça kolay olurdu. Hatta böyle bir vazifeye girişilmesini gerektirecek bir ihtiyaç olmazdı. Avrupalıların, Mısır'ın özyönetiminden kastettikleri şey, Mısır halkının, kendi ıslah edilmemiş eğilimlerinin peşinden gitmelerine müsaade edilmeden, yalnızca Avrupalıların uygun gördüğü yönetim şekli ile kendilerini yönetmelerine izin verilmesidir. İngilizlerin, laik 'Müslümanlardan' oluşan yeni bir elit iktidar sınıfı yaratması İşin aslı şudur ki, Mısırlı bir Müslüman genç, Avrupai eğitimin çarkından geçerek İslamcı görüşünü yitirir... Mısır toplumu bir değişim içerisinde olduğundan, bu sürecin doğal bir sonucu olarak, pek çoğu hem Müslümanlıktan uzaklaştırılmış, hem de içi boş Avrupai bireyler ortaya çıkmıştır. Avrupa uygarlığının Mısır'a getirilmesi konusunu ele alırken şu unutulmamalıdır ki, İslam asla ıslah edilemez; diğer bir değişle, ıslah edilmiş İslam, İslam olmaktan çıkar; artık başka bir şeydir. İngiliz eğitiminden geçmiş 'Müslümanların' İslam'ı ve alimleri hor görmeleri Avrupalılaştırılmış Mısırlı, çoğu durumda yalnızca ismen bir Müslüman'dır. Anlayışlı bir Avrupalı, "Âlim'e", yalnızca kadim bir inancın, hürmeti fazlasıyla hak eden bir temsilcisi olduğu için ilgi duymaz; her ne kadar dini Hristiyanlık olmasa da, dindar bir şahıs olduğu için yakınlık duyar. Öte yandan Avrupalılaştırılmış Mısırlı, "Âlim'e" sonradan görme bir aydının sahip olduğu tüm o kibirle yaklaşacaktır. Deneyimsel bilgisinin getirdiği üstünlük hissiyle, "Âlim'i", katlanılması gereken ve hatta zaman zaman politik amaçlar doğrultusunda istifade edilebilecek, ancak saygı duyulmayı hak etmeyen, sosyal bir harabe olarak görecektir. Yeni 'Müslümanların' Hristiyanlara olan tahammülsüzlüğü Her ne kadar Avrupalılaştırılmış Mısırlı tam anlamıyla bir Müslüman olmasa da, çoğunlukla Hristiyanlara karşı Avrupai eğitim almamış gelenekçi bir Müslüman kadar, hatta bazen daha da fazla tahammülsüz olur. Hristiyanlara karşı sıklıkla büyük bir nefret besler ve bunun sebebi kısmen, temas kurmuş olduğu Hristiyanların birçoğunun nefret edilmeyi hak ettiğini düşünmesi, kısmen de Avrupalılaştırılmış Mısırlının, Hristiyan'ı, kendinin sahip olması gerektiğini düşündüğü mevkileri, Avrupalılık sıfatı dolayısı ile elinde bulunduran bir rakip olarak görmesidir. |
1.. Abdullah Al Andalusi, "Lord Cromer on the British Colonial Project for Egypt", Abdullah Al Andalusi, 23.12.2013, https://abdullahalandalusi.com/2013/12/23/a-brief-word-by-lord-cromer-on-the-british-colonial-project-for-egypt/ |
Tarihten Alınacak Ders
Yukarıda adı geçen kişiler bilgisiz, cahil ya da kandırılmış kişiler değildir. Bu kişiler, İngiliz derin devleti tarafından itina ile seçilmiş, yıllarca Türkler arasında yaşamış, Anadolu'yu bir uçtan bir uca dolaşmış, Türk insanından hürmet, saygı ve dostluk görmüş, fakat buna rağmen İngiltere'ye döndüklerinde Türk ve Müslüman düşmanlığının bayraktarlığını yapmışlardır. Burada alıntı yaptığımız kişiler, İngiliz derin devletinin Müslüman ve Osmanlı düşmanlığını temsil eden kişilerin sadece küçük bir kısmıdır. İngiliz derin devletinin bankacıları, bilim adamları, gazetecileri, politikacıları, askerleri, diplomatları ve akademisyenleri 200 yıl boyunca topyekûn bir saldırı yapmışlardır. İngiliz derin devletinin hakimiyet alanının büyük bir kısmını, bu vasıflarla Osmanlı topraklarına girmeye hak kazanan ajan provokatörler sağlamıştır. Osmanlı'nın dağılma sebeplerinden en büyüğü, söz konusu ajan provokatörlerin yaptığı provokasyonlar ve kullandıkları münafıklardır.
İngiliz derin devletinin İslam dinini hedef alan bu sinsi politikası, Osmanlı yıkılana kadar devam etmiştir. Aynı politika, hala Türkiye ve Ortadoğu için aktif olarak kullanılmaktadır. Bir kısım ajan provokatörler bu konuda hala görev başındadırlar ve söz konusu ülkelerde kullandıkları münafıklar ve yancılar yoluyla, halen bu propagandayı yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu sinsi plana karşı kurulacak en büyük set, Müslümanların ittifak ettiği güçlü bir İslam Birliği'dir. Müslümanlar topyekûn bir sevgi birliği içinde olduklarında, hiçbir hain planın bu coğrafyada etkili olma imkanı yoktur. İngiliz derin devleti, işte bu sırrı çok iyi bilmektedir. Tarih boyunca İslam, işte bu nedenle derin güçler tarafından daima hedeftedir.
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın... (Al-i İmran Suresi, 103)
![]() |
1900'lü yıllarda İstanbul Tophane Camii |
![]() |
1900'lü yıllarda İstanbul - Valide Sultan Camii |
19. Yüzyılda İngiliz Derin Devletinin Sesi, The Times Gazetesi |
"The Times Gazetesi, dünyanın en büyük güçlerinden biridir. Aslında ondan daha büyük bir güce sahip hiçbir şey bilmiyorum." ABD Eski Başkanı Abraham Lincoln 19. yüzyıl, basının dünya politikaları üzerindeki etkisinin zirve yapmaya başladığı bir dönemdir. İngiltere de bu etkiden nasibini almıştır. The Times Gazetesi, bu dönemde basılan yüzlerce farklı gazetenin önünde yer almıştır. İngiliz derin devleti, kamuoyu görüşlerini ve siyasi kararları bu gazete üzerinden şekillendirmiştir. The Times Gazetesi, başlangıcından itibaren bilgiye ulaşma hızı ile öne çıkmıştır. Uluslararası birçok gelişme, İngiliz Hükümeti'nin resmi kanallarından kimi zaman 48 saat önce The Times Gazetesi'nde yer almıştır. Dönemin Adalet Bakanı Lord Lyndhurst, The Times Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Thomas Barnes'ı "ülkedeki en güçlü insan" olarak nitelendirmiştir. Bunun ana sebebi The Times Gazetesi'nin 1855 yılında ulaştığı günlük 70 binlik tirajdır. Bu rakam, dönemin Londrası'nda basılan tüm gazetelerin toplamının 3 mislidir. The Times'in uluslararası haber ağı, gazeteyi tüm Avrupa'nın en önemli gazetesi haline getirmiştir. Avrupa'nın dört bir yanındaki devlet adamları gelişmeleri bu gazeteden takip etmeye başlamışlardır. Fransız Başbakanı Francois Guizot, The Times Gazetesi ile defalarca açık tartışmalara girmiştir. Rus Çarı I. Nikola, İngiltere'nin ültimatomunu resmi kuryeden önce The Times Gazetesi'nden öğrenmiştir. Gazetenin 21 Haziran 1861'deki sayısı 24 sayfadır. 144 kolon yazı vardır ve 4 bin reklam verilmiştir. Osmanlı'nın büyük toprak kayıplarına sebep olan Berlin Anlaşması'nın 64 maddesinin 57'si daha imzalanmadan, The Times Gazetesi'nde yayınlanmıştır. The Times Gazetesi, 100 yıl boyunca Osmanlı'da çıkan tüm ayaklanmaları desteklemiştir. Her uluslararası sorunda, Türk düşmanı ve Osmanlı karşıtı bir tutum izlemiştir. İleriki sayfalarda Bulgaristan ayaklanması konusunda, The Times Gazetesi'nin o dönemdeki kışkırtıcı tutumunu detayları ile inceleyeceğiz. Günümüze ait kısa bir not düşelim: The Times Gazetesi'nin bugünkü sahibi Robert Murdoch'tur. Murdoch, Fransa'daki Charlie Hebdo saldırısından sonra sosyal medyada yazdığı, "Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen cihatçı kanserin farkına varıp onu ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır" mesajı ile İslam dünyasından tepki almıştır. Gezi Olayları sırasında Türkiye karşıtı görüşleri ile tanınan yazar Claire Berlinski tarafından kaleme alınan ve The Times'da yayınlanan ilanda, Türk Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nazilere ve Hitler'e benzetilirken; milli iradeye saygı mitingleri için Nazilerin Nürnberg mitingi ifadesi kullanılmıştır.1 (Söz konusu ithamlardan, değerli Hükümetimizi ve Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ı tenzih ederiz) |
1. "So-called Celebs, Who Signed the Times Gezi Letter Were 'Deceived': PM Erdoğan", Hürriyet Daily News, 26 July 2013, http://www.hurriyetdailynews.com/so-called-celebs-who-signed-the-times-gezi-letter-were-cheated-pm-erdogan.aspx?pageID=238&nID=51487&NewsCatID=338 |
10. Osmanlı Ordusunun "İngiliz" Paşaları
İngilizlere verilen imtiyazlar ve İngilizlerin destekçisi olan yönetimler, Osmanlı'nın sadece ticaret alanında değil, askeri ve siyasal alanda da İngilizlere körü körüne güvenmelerini beraberinde getirmiştir. İngiliz derin devletinin sinsi taktiklerle, dost gibi görünerek devletlere ve liderlere yaklaştığını daha önce belirtmiştik. Osmanlı'nın son döneminde bu taktik neredeyse her alanda kendini göstermiş, Osmanlı, dost gibi görünen İngiliz derin devletinin telkinleriyle savaşlara girmiş, yine aynı telkinlerle kendi yıkımını hazırlayacak anlaşmalara imza atmış ve bu telkinlerle İngiliz derin devletinin adamlarını kendi bünyesine almıştır. Osmanlı'nın son döneminde, ordunun ve donanmanın büyük ölçüde İngiliz paşaların denetimine bırakılması bu pervasızlığın boyutlarını açıkça göstermektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı ordusunda birçok İngiliz subayın görev aldığını ve bunların büyük bir kısmının paşa rütbesine ulaştıklarını görmekteyiz. "Ordunun modernleşmesi ve askerin eğitimi" bahaneleriyle bu görevlere getirilen söz konusu askerlerin birçoğu, son dönemde pek çok savaşın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasında rol oynamışlardır. Osmanlı'ya hizmet etmesi beklenen bu subaylar, aslında İngiliz derin devletinin ajanlarından başka bir şey değildirler.
Osmanlı'nın İngiliz Subayları
Hobart Paşa
![]() |
Augustus Charles Hobart-Hampden |
Hobart Paşa ya da gerçek adıyla Augustus Charles Hobart-Hampden, uzun yıllar İngiliz Kraliyet Donanması'nda görev yapmış bir denizcidir. Brezilya açıklarında köle ticareti bölgesini koruyan gemileri kullanmıştır. İngiliz donanmasından emekli olunca, bir dönem Amerikan İç Savaşı'na dahil olarak, güneylilere İngiliz üretimi silah satıp karşılığında ucuz pamuk alan gemileri kumanda etmiştir. Amerikan İç Savaşı'nın ardından Osmanlı donanmasına katılmış ve tümamiral rütbesi ile donanmanın başına geçmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı veya 93 Harbi sırasında Osmanlı donanmasının başında Hobart Paşa vardır. Savaşta, Rusların Osmanlı'ya kara saldırısını engelleyebilecek tek nokta Romanya'da Tuna Nehri bölgesidir. Osmanlı donanması, Romanya'daki Siret Nehri üzerinde Rus ordusunun geçişini engelleyebilecek güçtedir. Fakat Hobart Paşa komutasındaki gemilerimiz, nehri ele geçirme konusunda geç kalmışlardır. Nehrin başındaki 4 gemi kritik noktalara gelene kadar 4-5 gün vakit kaybetmiş, bu sayede de Rus ordusu nehri kolayca geçmiştir. Sırp ve Karadağ ordularını yenip Balkanları ele geçirmek üzere olan Osmanlı ordusu arkadan vurulmuştur. Böylelikle, Rus ordusunun İstanbul Yeşilköy önüne kadar gelmesini engelleyecek hiçbir kuvvet kalmamıştır.
Hobart Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Rus donanmasından oldukça güçlüdür. Fakat donanma, Balkanların savunmasını sağlayacak hiçbir görevde kullanılmamıştır. Hobart Paşa, gemileri Batı Karadeniz'den Kafkaslar tarafına çekmiş ve Balkanlar'daki kara ordularını desteksiz bırakmıştır. Savaş sonucunda Osmanlı, hem Balkanları hem de Kafkasya'yı kaybetmiştir.
93 Harbi'nin kaybedilmesinde rol oynayan Hobart Paşa'nın büyük abisi Lord Henry Hobart, aynı dönemde Osmanlı Bankası Türkiye Genel Direktörüdür. Daha sonra da, Osmanlı'ya ekonomik iflası getiren Düyun-u Umumiye'de görev alır.
Arnold Burrowes Kemball
![]() | ![]() |
Arnold Burrowes Kemball | Valentine Baker |
93 Harbi sırasında, Osmanlı ordusunun Balkan kuvvetlerinin başında, Abdülkerim Nadir Paşa bulunmaktadır. Ruslar, Tuna Nehri'ni problemsiz geçtikten sonra Ziştovi ve Niğbolu'ya taarruz etmişlerdir. Her iki muharebeyi kolayca kazanmışlardır. Balkan ana ordusu, henüz bölgeye gelemediği için Türk orduları sayıca çok yetersiz kalmıştır. Sadece bir hafta içinde iki muharebe kaybedilmiştir.
Bu muharebeleri kaybeden Abdülkerim Paşa'nın kurmay heyeti arasında, İngiliz General Arnold Kemball da vardır. Kemball, daha önce İngiliz ordusundayken Afgan savaşlarında Müslümanlara karşı savaşmıştır.
Valentine Baker ya da Baker Paşa
Valentine Baker, tecavüz suçundan dolayı İngiliz ordusundan atılmış bir suçludur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Mehmet Ali Paşa'nın kurmay kadrosunda, tuğgeneral olarak görev almıştır. Mehmet Ali Paşa, daha sonra Müslüman olan ve Osmanlı vatandaşlığına geçen Ludwig Karl Friedrich Detroit isimli bir Almandır. Valentine Baker komutasındaki birlikler Taşkesen Köyü bölgesinden geri çekilirken korkudan yaralılarını geride bırakmışlardır. Bulgar köylüleri, geride kalanların tamamını öldürmüşlerdir. Bunun üzerine Baker Paşa da bir kısım askerlerini geri gönderip civardaki tüm köyleri ateşe vermiştir.
Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Baker, tekrar İngiliz ordusuna dönmüş ve İngilizlerin işgal ettiği Mısır'da yeni kurulan polis teşkilatının başına geçerek, jandarma birliklerinin eğitimini üstlenmiştir.
Douglas Gamble and Hugh Pigot Williams
![]() |
Hugh Pigot Williams |
Douglas Gamble, I. Dünya Savaşı'ndan 5 sene önce, Osmanlı donanmasına müşavir olarak alınmış ve 6. Filonun başına geçmiştir. Amaç, sözde "donanmanın yenilenmesi"dir. Gamble, Osmanlı ordusuna gelmeden önce İngiliz donanmasında askeri istihbaratta çalışmıştır. Bir sene sonunda ise ülkesine dönerek İngiliz donanmasında Türklere karşı savaşmıştır.
Douglas Gamble'ın yerine İngiliz Amiral Hugh Pigot Williams müşavir olarak alınır. 8 ay sonra ülkesine dönen Williams, bir kez daha Osmanlı karasularına geldiğinde, Çanakkale Savaşı'na katılan İrresistable gemisinin kaptanıdır ve Osmanlı'ya karşı savaşmıştır. Özetle I. Dünya Savaşı'ndan hemen önce, Türk donanması tamamıyla iki İngiliz subaya teslim edilmiştir.
Adolphus Slade ya da Müşavir Paşa
Adolphus Slade, 30 yıl Kraliyet Donanması'nda görev yaptıktan sonra Osmanlı donanmasına paşa olarak geçmiştir. Müşavir Paşa adını alan Slade, Osmanlı donanmasının içindedir. Bu dönemde, Kırım Savaşı'nda Osmanlı donanması Sinop'ta Ruslar tarafından yakılmış ve 12 gemi batırılmıştır. Bu savaştan tek kurtulan gemi, Slade'in içinde bulunduğu gemidir. Türk donanması böyle bir baskına maruz kalırken, İstanbul Boğazı'nın girişindeki sözde müttefikimiz Fransız ve İngiliz gemileri olayı izlemekle yetinmişlerdir.
Daha sonra anılarını kitap haline getiren Slade, yazılarında Türk ve Müslümanlara kin kusmuştur. (Türk milletini ve Müslüman alemini tenzih ederiz) Slade'in bazı sözleri şöyledir:
Osmanlı mahkemelerinde adalet en fazla parayı verene satılmaktadır ve şahitler de her zaman "mollanın" (Kadı'nın) hemen yanı başında vicdanlarını pazarlamak üzere hazır beklemektedirler.158
Üç İngiliz saff-ı harp gemisi ve üç firkateyn tüm Osmanlı donanmasına yeter de artar bile.159
![]() |
Baldwin Walker |
Baldwin Wake Walker (Yaver Paşa) ve Hain Ahmet Fevzi Paşa
İngiliz Baldwin Walker ya da Yaver Bey, 1838 yılında Osmanlı donanmasına girmiştir. 7 yıl boyunca görev yapmış ve paşa unvanını almıştır. 1840 yılında Ahmet Fevzi Paşa, sudan bir sebepten emrindeki donanmayı Kıbrıs'ta Osmanlı Devleti'ne karşı isyan başlatan Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya teslim eder. Bu nedenle tarihte "Hain Ahmet Fevzi Paşa" olarak anılmaktadır. Gemiler İskenderiye'de demirliyken Yaver Paşa yani Baldwin Walker, Osmanlı savaş kurmaylarını toplar ve tüm donanma ile Mısır'ı kuşattığı takdirde gemileri geri alabileceği iddiasında bulunur. Amaç, Osmanlı gemilerini, başka Osmanlı gemileri ile savaştırıp donanmamızı birbirine kırdırmaktır. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın bir süre sonra gemileri iade etmesiyle kriz sona erer. Yaver Paşa, uzun yıllar Hain Ahmet Fevzi Paşa'nın danışmanlığını yapmıştır.
![]() |
Felix Woods |
Henry Felix Woods ya da Woods Paşa
İngiliz Felix Woods ya da Woods Paşa, çoğunluğu II. Abdülhamid döneminde olmak üzere 40 yıldan fazla süre Osmanlı donanmasında görev yapmıştır. Abdülaziz döneminde alınan Osmanlı donanmasının, II. Abdülhamid döneminde Haliç'te çürümesine önayak olmuştur. İngiliz Deniz Kuvvetleri politikasına göre, bir İngiliz subayına, görev yaptığı yabancı ülkede iki yıldan fazla vazife verilmezken, Henry Woods, Osmanlı donanmasında tam 42 yıl çalışmıştır. Woods Paşa'nın büyük masraflarla getirttiği yabancı çarkçı, kaptan ve mühendisler işlerini özellikle Türk personele öğretmemiş ve komutanın yalnızca İngilizlerin elinde olmasını sağlamışlardır. Kendi anılarında Woods, bu sistemi şu şekilde tarif etmiştir:
Yıllarca emek veren Türk makinistleri kolay kolay baş makinistliğe atanmıyordu. Onların yükselme yolunu İngiliz makinistleri tıkamıştı. Özellikle İngiliz makinistlerin bu görevlerinden dolayı özel ayrıcalığı vardı…160
Woods Paşa, aynı zamanda, başkentteki yabancı kilit isimlerle, II. Abdülhamid arasında aracılık yapmıştır. Özellikle İngiliz gazetecileri Padişah'la görüştürmüştür. Padişah ve idare ile ilgili bilgileri el altından İngilizlere sızdırmıştır.161
Navarin Deniz Savaşı |
Navarin Deniz Savaşı, dünya deniz savaşları tarihinin en zalim birkaç savaşından biridir. İngiliz derin devletinin önderliğindeki İngiliz, Fransız ve Rus donanması, Yunanistan'ın güneyindeki Navarin'de demirlemiş olan Türk donanmasına saldırır. Türk donanmasının içinde Mısır'dan yardıma gelen Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın donanması da vardır. Türk donanması, İngiliz derin devletinin yönlendirmesiyle başlamış olan Yunan İsyanını bastırmakla meşguldür. Gerçekte ortada ilan edilmiş bir savaş yoktur. İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları aniden Türk gemilerine ateş açmaya başlarlar. Gafil yakalanan Osmanlı donanmasında 70 gemi batar ve 3 binden fazla denizcimiz şehit olur. 3 saat içinde Navarin Körfezi ateş ve kana bulanır. Bu savaşın önemli noktalarından biri, Türk donanmasındaki İngiliz ve Fransız denizcilerdir. Baskından bir gün evvel, o dönem Osmanlı adına savaşan Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın donanmasındaki Fransız denizciler ve Türk donanmasındaki İngiliz denizciler görevlerini bırakıp karşı tarafa geçmişlerdir. İngilizler ve Fransızlar kendi askerlerini koruma altına almakla kalmamış, Osmanlı'ya ait donanma gemileri tecrübeli gemi kaptanlarından mahrum kalmıştır. Çünkü o dönemde bu önemli görev sadece İngiliz derin devletinin adamlarına ikram edilmiştir. ![]() |
İngiliz Derin Devleti ve Hilafet |
17. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerinden bazıları, Portekiz ve İspanya'nın sömürgecilik faaliyetleriyle gittikçe güçlendiklerini görünce, kendi sömürgecilik faaliyetlerini başlattılar. Bunların başında İngiltere gelmekteydi. İngiltere, daha önce de belirttiğimiz gibi, 1600 yılında Doğu Hindistan Şirketi'ni kurarak İngiliz sömürgeciliğinin ilk ciddi adımını atmıştı. Şirket, Hindistan alt kıtasına yönelerek önce ticaret üsleri kurmaya başladı. Buralardaki varlığını hızla genişleterek koloniler kurdu ve bölgeler ele geçirildi. 19. yüzyıla gelindiğinde İspanya ve Portekiz, sömürgelerini kaybederek dağılma sürecine girdi. Genellikle bağımsızlıklarını kazanarak İspanyol ve Portekiz İmparatorluklarından ayrılan Güney Amerika'daki ülkeler de böylece canlı bir pazar olarak İngiltere'ye açıldılar. İngilizler, aynı zamanda Avrupa'da üstünlükle tamamladıkları Napolyon Savaşları'nın (1800-1815) ardından, Doğu'da yeni topraklar elde ettiler. Artık "kralın tacındaki elmas" olarak nitelenen Hindistan yolunun güvenliği, İngiliz sömürge siyaseti için öncelikli konuma yükselmişti. 1869'da Fransızların Süveyş Kanalı'nı tamamlaması, Hindistan yolunu kısaltırken, güvenliğini daha hassas duruma getirdi. İngiltere, buna göre Kızıldeniz ve Arabistan kıyılarında, Osmanlı'nın itirazlarına rağmen nüfuz alanları oluşturmaya başladı. Aynı şekilde Cebelitarık ve Malta gibi stratejik öneme sahip Kıbrıs Adası, Berlin Kongresi'nde Osmanlı'ya destek olma ve Rusya'nın, Osmanlı'nın Doğu Anadolu'daki topraklarını ele geçirmesi halinde silahlı yardımda bulunma vaatleriyle 1878'de İngiliz denetimine girdi. Uzakdoğu'daki İngiliz etki alanı da benzer gelişmeler sonucunda oluşturuldu. Bu gelişmeler neticesinde İngiltere, dünya çapında çok geniş coğrafyalarda sömürgeleri olan dev bir imparatorluk haline geldi. Afrika'dan Asya'ya uzanan bu topraklarda milyonlarca Müslüman nüfus bulunuyordu. Dolayısıyla bu nüfusun kontrol altında tutulması İngiltere açısından son derece kritikti. Ancak İngiltere'nin önünde önemli bir tehdit bulunuyordu: Bu topluluklar Müslümanlık bağıyla Halife'ye bağlı idiler. Halife, tüm dünya Müslümanlarının manevi ve siyasi lideriydi. Halife'nin bir sözüyle milyonlarca Müslüman bir araya gelebilir, güçlü bir birlik oluşturulabilirlerdi. Dolayısıyla bu noktada, Müslüman topraklarını hakimiyeti altına almaya kararlı olan İngiliz derin devletinin karşısındaki en büyük tehdit, Halifelik makamına sahip olan Osmanlı İmparatorluğu idi. |
İngiliz Derin Devletinin Araplara Yönelik Hilafet Provokasyonu |
Müslüman dünyası Halifeleri olan Osmanlı sultanlarına derin bir bağlılık ve saygı duyuyorlardı. İngiliz derin devleti, ilk iş olarak bu hürmet ve bağlılık duygularından faydalanabilmek amacıyla Halife'nin nüfuzunu kullanmak istedi. Örneğin Hindistan'ın güneyinde yer alan Meysur Sultanlığı ile hakimiyet mücadelesi sırasında İngiltere, Osmanlı Padişah'ı III. Selim'e başvurup Meysur'un başındaki Sultan Tipu'ya mektup yazmasını ve İngilizlere karşı savaşmamasını tavsiye etmesini istemişti.1 Gerçekten de III. Selim, 1798'de bu mektubu kaleme aldı. 1857 yılında Hindistan'da İngiliz işgallerine karşı büyük ayaklanmalar çıkınca yine Osmanlı Halifesi'nden yardım istendi. Fakat Hilafet makamının bu büyük nüfuzu, bu sefer İngiliz derin devletini düşündürmeye başlamıştı. Şartlar değiştiği zaman Halifeliğin dini ve siyasi ağırlığı, kendilerine karşı da tehdit oluşturabilirdi. Bu yüzden İngiliz derin devleti, çok yönlü bir Hilafet politikası planlaması yaparak kendi sömürgelerinde yaşayan Müslüman nüfus içinde Halifeliğin etkisini zayıflatma çalışmalarına başladı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından George Percy Badger, Ocak 1873'te Osmanlı Hilafeti hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Peygamber Efendimiz (sav)'in Arap olduğu için Hilafetin de bir Arap kurumu olması gerekliydi. Ancak Osmanlı Sultanları, özellikle Asya Müslümanları arasında gerçek bir Halife olarak kabul ediliyor ve hürmet görüyordu. İngiliz derin devleti, bu aldatıcı "ırk" meselesinden yola çıkarak özellikle Arap Müslümanlarını Osmanlı'ya karşı kışkırtmaya çalıştı. Derin planlara göre bu taktik, Arapların Osmanlı padişahlarını Halife olarak tanımalarını engelleyecek ve böylelikle Osmanlı Halifelerinin İslam dünyasındaki nüfuzu azalacaktı. Bu rapordan sadece 5 ay sonra İngiliz Dışişleri Bakanlığı İslam ülkelerindeki tüm temsilciliklerine bir memorandum yolladı. Bakanlık, "Müslümanlar arasında yaşanan dini karakterli siyasi uyanışı andıran gelişmeler hakkındaki gözlemlerinin" en kısa zamanda rapor edilmesini istedi.2 Yaklaşık 60 milyon Müslümanın yaşadığı bölgelerdeki hakimiyeti açısından İngiltere, Osmanlı'ya ve elinde bulundurduğu Hilafet makamına cephe almaya başlamıştı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nda diplomat olarak çalışmış olan Wilfrid Scaven Blunt, Ortadoğu ve Arap uzmanı olarak biliniyordu. Bölgeye yaptığı ziyaretlerle Arap bağımsızlık hareketinin önemli destekçilerinden olan Blunt, Arapları Osmanlı'dan ayırmak için planlar üretmeye başlamıştı. The Future of Islam (İslam'ın Geleceği) isimli kitabında Osmanlı Hilafetine ağır suçlamalar yöneltmişti: Osmanlı hanedanı İslam'ın felaket sebebidir ve sonu yaklaşmıştır... Adı ister Abdülaziz olsun, ister Abdülhamid, bir Osmanlı Halifesi var olduğu sürece İslam dünyasında ahlaki bir ilerleme olamayacak ve içtihat kapısı açılamayacaktır. Abdülhamid'in yönetimi ne adildir ne de İslam hukukuna uygundur. Tamamen askeri güce dayanan böyle bir yönetim uzun süre yaşayamaz. Dolayısıyla yakın bir gelecekte Hilafet Mekke veya Medine'ye nakledilecektir.3 Blunt, geçmişte yüksek bir medeniyete sahip olan Arapların geri kalmalarının en büyük sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğunu iddia ediyordu. İngiltere'nin artık milyonlarca Müslümana sahip bir imparatorluğunun olduğunu ve İstanbul'daki Halife'yi desteklemek yerine, kendi himayesi altında bulunan, yönlendirmesi kolay olacak bir Arap Halifesine yatırım yapmasının stratejik açıdan daha mantıklı olduğunu düşünüyordu. Bağımsız Arap krallıklarının kurulabilmesi ve Hilafetin Mekke'ye taşınması durumunda, bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin çökertilebileceğine inanıyordu. İngilizlerin Hindistan Dış Politika Sekreteri Graat, İngilizlerin Mısır Yüksek Komiseri Kitchener'e yazdığı bir mektupta, İngiliz derin devletinin aslında nasıl bir Arap devleti arzuladığını açıkça belirtiyordu: Kuvvetli bir Arap Halifeliği meydana getirilmesi, kesinlikle İngiltere'nin arzuları dahilinde olamaz. Biz, birleşik bir Arap devleti istemeyiz. Araplar, zayıf ve parçalanmış bir statüde bulunmalıdırlar. Bizim hakimiyetimiz altında, mümkün olduğu kadar küçük prensliklere ayrılmış oldukları halde, İngiltere'ye karşı zayıf mukavemetli, fakat Batı'nın büyük devletlerine karşı tampon bir statüde kalmalıdırlar.4 I. Dünya Savaşı günlerinde İngilizlerin, Araplara ve Hilafet makamına vermek istedikleri statü hakkında bir diğer Batılı kaynakta şu açıklamalar yer almaktadır: Rahat rahat hükümran olmak için, tefrika ve nifak icat etmek yolundaki eski politikalarına sadık olan İngilizler, mültehid (birleşmiş) ve kudretli bir büyük (Arap) imparatorluğunu, ne pahasına olursa olsun, kesinlikle arzu etmiyorlardı. Çünkü böyle bir imparatorluğun hükümdarı, behemehal müstakil kalmak arzusuna düşecekti. İngilizler, küçük devletlerden oluşmuş bir mürekkep federasyonunu daha ziyade arzu ediyorlardı. Bu sayede, muhtelif şeyler arasında çıkacak ihtilaflarda hakemlik etmek için, İngilizlere lüzum hissolunacaktı. İngilizler, büyük bir Arap İmparatorluğu lehine Kuveyt, Bahreyn, Maskat, Hadramut Emirlikleri üzerindeki hakimiyet haklarından vazgeçmek fikrinde de değillerdi. Diğer taraftan Hilâfet meselesi, İngiltere için pek nazikti. İngiltere, Hindistan Müslümanlarının hissiyatını da hesaba katmak mecburiyetinde idi. Hindistan Müslümanları ise, Araplardan ziyade Türklere taraftardılar. İstanbul Halifesi'ne bağlı kalmak istiyorlardı.5 Görülüyor ki, yüz milyonluk Arap aleminin, sınırları ihtilaflarla dolu şekilde 16 Arap devletçiğine bölünmesi, sadece İngiliz derin devletine hizmet etmek içindi. Arap dünyasını parçalara bölerek hem Osmanlı'dan hem de birbirlerinden ayırma stratejisi, 1800'lerin sonu ve 1900'lerin ilk yıllarında İngiliz derin devletinin temel politikası olmuştur. Zaten kitabın ilerleyen bölümlerinde de çok detaylıca görüleceği üzere, İngiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bu politika çerçevesinde sayısız girişimde bulunmuştur. Gertrude Bell ve Arabistanlı Lawrence gibi "arkeolog" kisvesi altında Arap toplumuna dahil ettikleri ajanları ile bu politikayı kelimesi kelimesine yürütmüştür. Arap kabileler arasında uzun süre dolaşarak bu toplulukları Osmanlı'ya karşı kışkırtma politikası gütmüş, para ve silah yardımı yaparak yanına çekmek istemiştir. Nitekim İngiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence, toplumları birbirine düşürerek elde ettiği bu sahte zaferi, şu sözlerle dile getirir: Onları (Arapları) birleştirerek bu yola sokmakla (Türklere isyan ettirmekle) (İngiliz) İmparatorluğunda bir Arap dominyonu (sömürgesi) ihdas ettim (meydana getirdim).6 Görülebildiği gibi amaç hiçbir zaman bağımsızlık veya büyük Arap devleti kurmak olmamış, Araplar, İngiliz derin devleti tarafından daima birer sömürge kabul edilmiştir. Ne acıdır ki bu bakış açısı halen devam etmekte, İngiliz derin devletinin Arap ülkeleri üzerindeki sinsi sömürge oyunu sürmektedir. Fakat şu bir gerçektir ki, İngiliz derin devleti, Hilafet konusundaki entrikalarında başarılı olamamıştır. Ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, Hilafetin son durağı yine Osmanlı olmuştur. Osmanlı'nın yıkılışı ile sanıldığı gibi Hilafet tümüyle kaldırılmamış, yalnızca tek kişide bulunan egemenlik sona erdirilmiş, Halifelik makamı Cumhuriyetin şahsında koruma altına alınmıştır. Gerçek sahibini beklemektedir. Mustafa Kemal Atatürk de, Hilafetin gerçek sahibinin, ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as) olduğunu bilmektedir ve dolayısıyla bu kutlu şahsın zuhuruna kadar Hilafet makamını koruma altına almayı uygun bulmuştur. Hz. Mehdi (as), içinde bulunduğumuz ahir zamanda, hadislere göre Hilafetin son merkezi olan İstanbul'da zuhur edecek ve sevgi öğretmeni olarak İslam aleminin son manevi lideri olacaktır. |
1. Azmi Özcan, "İngiltere'de Hilafet Tartışmaları 1873 – 1909", İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 1998, s. 49 2. Memo by G. P. Badger, "Respecting Turkey and Russia in Their Relations with Arabia and Central Asia", enc. to Frere to Granville, 26.11.1873, F. O, 424/32. 3. Foreign Office 881/2621, Correspondence Respecting the Religous and Political Revival Among Mussulmans 1873-1874, (London, July 1875). 4. Wilfrid Scaven Blunt, The Future of Islam, London: K. Paul, Trench and Co. 1882, s: 84-92. 5. Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı "Bir İmparatorluk Nasıl Parçalandı?", Vatan Yayınları, İstanbul, 1992, s. 96 6. Kocabaş, a.g.e., s. 96-97 |
İngiliz Gizli Belgelerinde Türkler
Osmanlı'nın yıkılış nedenlerine yer verdiğimiz bu bölümün sonunda, değerli araştırmacı Erol Ulubelen'in, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye isimli kitabında, İngiliz gizli belgelerinden derlediği alıntılardan bir kısmına yer vereceğiz. İngiliz derin devletinin güdümündeki bir kısım İngiliz siyasetçilerin, askerlerin ve devlet adamlarının o döneme ait ifadeleri, hiçbir yoruma gerek kalmadan, hain planların bugün devam etmekte olduğunu açıkça göstermektedir.
(Necip Türk milletini, aşağıdaki ifadelerden tenzih ederiz)
Amerika Cumhurbaşkanı Wilson: "Türkler Avrupa'da çok uzun zaman kaldılar ve oradan tamamen temizlenmelidirler".163
Lord Curzon: Türkler Avrupa'dan atılmalıdır. Amerikalı Senatör Lodge'un dediği gibi; İstanbul Türklerden tamamen alınmalı, bir veba tohumu olan; savaşların yaratıcısı ve komşuları için bir küfür olan Türkler Avrupa'dan silinmelidir.164
Lloyd George: "Türkler bize ihanet ettiler. Çanakkale'de binlerce insanımız öldü. Şimdi Türklerin ölümüne kim bakar.165
![]() |
İngiliz Derin Devletinin Osmanlı'yı Parçalama Planları
İngiliz gizli belgelerinde, çeşitli İngiliz diplomat ve siyasetçilerinin Osmanlı'yı parçalama planına dair ifadeleri şöyledir:
G. Buchanan: "Bütün Avrupa Türk bölgesi Hıristiyanlara ait olmalıdır… Girit sorunu da Yunanistan lehine çözülmelidir."167
Lord Kitchener: "Türklerin çöküşü tamamlanmış görünüyor… Sudan'da Türklerin hak diye ileri sürdükleri ne varsa İngiltere'ye geçmelidir."168
A. Nicolson: "…İmroz Adası ve Bozcaada hariç bütün adaların Yunanlara bırakılmasını sağlayalım."169
Mr. Erskine: "…Amiral Kerr bana gizlice Türk Donanmasını mahvetmek için planları olduğunu anlattı."170
İngiliz Dışişlerindeki bir toplantı: "… Sonuç: Mali işler Türklerin eline hiçbir şekilde bırakılamaz. Ayrıca bütün işgal masraflarını ve toplanan bu komisyonların parasını da Türkler verecek… Sinyor Litti, 'Türkler İzmir'i isteyeceklerdir, biz de pekâlâ, İzmir'i işgal için yaptığımız bütün masrafları verin deriz, tabii Türkler bunu ödeyemeyeceklerine göre İzmir de bize kalır' dedi. Buna karşılık Lloyd George; 'bizim Suriye'deki birliklerimiz oradan çıkacak, yani bunun masrafını biz mi ödeyeceğiz? Hiç böyle saçma şey olur mu? Hepsini Türkler ödemelidir. İngiliz vergi mükellefleri bu iş için 750 milyon Sterlin ödediler, bütün bunları Türklerden altın olarak alacağız, Türklerin altın stoklarını ele geçirmeliyiz' dedi… Mr. Cambon; 'ilk yapacağımız iş bunların milliyetçi liderlerini yok etmek olmalıdır.' … Lloyd George; 'Sultan'a (Vahdettin'e) şöyle deriz: Biz bütün etleri alıyoruz sen de birkaç kemikle yetin.'"171
![]() |
1902 yılında İstanbullu Rum hanım |
Boğazların özerkliği konusuna gelince:
1. Boğazlardaki bütün askeri tesisler yıkılacak, sahiller ve adalar silahsız hale getirilecektir.
2. Silahsızlanma masrafları, Türkler ya da Yunanlar tarafından ödenecektir.
3. Adalarda müttefik kuvvetler haricinde hiçbir asker bulunmayacaktır.
Türk Jandarmaları bizim emrimiz altında olacak, Türk borçlarının hepsi Türkler tarafından ödenecektir. Eğer anlaşmayı imzalamazsanız, Avrupa'dan kesin olarak atılacaksınız. İncelemeniz için 10 gün müddet veriyoruz.172
![]() |
1. 2. Savaş sırasında cepheye malzeme taşıyan kahraman Türk halkı3. Kurtuluş Savaşı'nda Doğu Cephesi |
İngiliz Derin Devleti ve Ermeni Ayaklanmaları
İngiliz gizli belgelerinde, çeşitli İngiliz devlet adamlarının Ermeni ayaklanmaları ile ilgili izahları şu şekildedir:
E. Grey: "… Altı ilin birleşik bir Ermenistan için ayrılması, Asya Türkiyesindeki diğer ırkların da aynı yolu tutmasına neden olacaktır."174
Harbord: "…İstanbul'dan Mardin'e kadar bütün bölgeleri gezdik… Türklerin Ermenileri öldürmek istediklerine dair bir işaret görmedik… Üç ay önce Ermenilerin tek bir adam kalmayıncaya kadar kesildiğini duymuştuk, halbuki duyduklarımızın hiçbiri doğru değildi. Fransızlar Türkleri mandaları altına almak istiyorlardı, bunun için de dünyanın şüphesini Türklerin üzerine çekmek gerekirdi."175
Mr. Kitson: "… Ermenilerin Müslüman komşularını kesmesinden hiç şüphe etmem… Taşnaklar müthiş bir vahşetle çalışıyorlar… Kürtlere her ne kadar güvenmesek de onları kullanmamız çıkarımız gereğidir. Doğu illerine gelince; Türklerle harp etmeden o bölgeleri Ermenistan ve Kürdistan diye bölemeyiz."176
Londra Konferansı: "…Ermenistan'a altı ilden başka Trabzon ve Adana da verilmelidir. Amerika Ermenistan'a yardım edecektir… "Trabzon'da bir tane bile Ermeni yok, Ermenisiz bir Ermenistan biraz gülünç olmuyor mu?" deniliyor… Küçük bir Türk Devleti kurulmalı, kapitülasyonlar adli işlere de uzatılabilir. Japonya'dan kapitülasyonları kaldırdık, çünkü onlar kuvvetliydi başka çaremiz yoktu. Türklerin kafası daha az işler."177
İngiliz Dışişlerindeki Toplantı: "… Lloyd George 'İstanbul'dan Türkleri çıkartmalı'… Mr. Cambon'a göre: 'Bütün sıkıntı Mustafa Kemal Paşa tarafından yaratılıyor ve Sultan onu kontrol edemiyor'… Fransız gruplarının 1/3'ü Fransız askerlerinden, gerisi yerli Ermenilerdendir… İstanbul'daki komiserimiz, bu olayları önleyemezse Sultan'ı İstanbul'dan atacağımızı bildirerek tehdit etsin… Erzurum'un yeni kurulacak Ermeni Devletine katılacağı bir sırada Mustafa Kemal olmasaydı Ermenilerin bir şansı olurdu… Mustafa Kemal'in askerleri hiç para almıyor, onları harekete geçiren vatan aşkıdır.178
İngilizlere ait rapor: "Ardahan, Batum ve İmer Vadisi verilecektir. Ermenistan'ın, Kürdistan ve Türkiye ile olan sınırları şöyledir: Karadeniz'de Yanbatı Deresi… Erzurum ilinin batı sınırı, Bitlis suyu."179
San Remo Konferansı: "…Türkiye'nin sınırları: Erzurum Ermenilere verilecektir. Böylece, büyük Ermeni Devleti teorisi yerine gelecektir. İtalyan Nitti, '…Erzurum'da Türkler çoğunlukta olduğu için bir yolunu bulup Türkleri oradan atmalıyız. Erzurum, son zamanlarda milli hareketin merkezi olmuştur.' Mr. Berthelot, 'Mustafa Kemal ve kuvvetleri rüşvet verilerek ya da başka bir yoldan ortadan kaldırılabilir.'… Mr. Aharonian, "Mustafa Kemal'in ordusu, sizin sandığınızdan çok daha küçüktür ve başıboş bir ordudur.'"180
Lord Curzon: "…Ermeni Bogos Nubar Paşa ve Mr. Ahoromiyan'ı azarladım. Türkleri öldürmek için verilen silahların Azerbaycanlılara karşı kullanılmasının aptallığını anlattım."181
Amiral F. de Robeck: "… Mr. Khatissian, 25 bin tüfek aldıklarını, ayrıca Ermeni ordusunda 30 bin Rus yapımı tüfeğin ve bir milyon merminin bulunduğunu, Yunan ilerlemesi başlayınca Ermenilerin de derhal saldırıya geçeceklerini bildirdi."182
![]() |
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleşen Kurtuluş Savaşı, dünyanın şahit olduğu bir kahramanlık destanıdır. |
![]() |
İngiliz Derin Devleti ve Kurtuluş Savaşı
İngiliz gizli belgelerinde, Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili şu ifadeler gerçmektedir:
İngiliz Dış Politika Belgeleri: 1919-1939
Türkleri rahatsız etmeyelim ve Türklere harbin bittiği izlenimini verelim… Yunanlarla İtalyanlar aralarında anlaşıp nereleri işgal edeceklerine karar veriyorlar… Türklere bu işlerin duracağı hissini vermeliyiz.184
Amiral F. de Robeck: "… Sultan, İngiliz otoritelerinden kuvvet kullanarak milliyetçileri durdurmalarını istedi… Başbakan (Sadrazam) ve İçişleri Bakanı (Dâhiliye Nazırı) durumun kötülüğünü kabul ediyorlar ve asileri bastırmak için müttefiklerden izin istiyorlar… Başbakan (Sadrazam) Ferit Paşa Hükümeti, milliyetçilere karşı savaş ilan etti ve milliyetçilerle konuşulamayacağına karar verdi… İngiltere, Türklere karşı olan savaşta başrolü oynadığı halde bugün Türk gazetelerinde ve hatta milliyetçi gazetelerde bile İngiltere iyi bir yerde."185
Amerikan Radyosu konuşması: "…Mustafa Kemal bana dedi ki: 'Bizim hükümetimiz, yabancı hile ve müdahaleleriyle zayıflatılmıştır. Milliyetçilerin, İngiliz ve Fransızlardan yardım aldığı yalandır. İngiliz sermayesi Türkiye'yi mahvediyor. Biz İngiltere'deki eski Türk Dostları Cemiyeti Başkanı Adil Bey'in 200 bin Sterlin, Konya Valisi'nin 150 bin Sterlin ve belki de Ankara Valisi'nin bu miktar para aldığını biliyoruz.'"186
Mr. Ryan'ın raporu: "… (Türkiye'deki) Milli kuvvetler gittikçe geliştiği için, silahların bırakılmasına rağmen 40 bin kişilik bir hükümet kuvvetinin, milliyetçilere karşı kullanılması istendi." Başbakan (Sadrazam) bu isteği derhal kabul etti."187
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
Kurtuluş Savaşı kahramanlarımız cephede namaz kılıp dua ederken.Allah, bu imanlı orduya büyük bir zafer vermiştir. |
Villa Franeuse'deki toplantı: "…İstanbul Hükümeti, yalnız bizim için değil, bütün dünya için tehlikeli olan Türk milli hareketini bastırmakta bize yardımcı olabilir… Savaşın iki yıl uzamasına sebep olan Türklere hiçbir şekilde merhamet edemeyiz… Mr. Venizelos, 'İmkânı olsa Türklere silahtan başka bir yol kullanabiliriz, fakat Türkler silahtan başka bir şeyden anlamazlar.' demiştir."189
Amiral F. de Robeck: "…Anadolu'daki bütün hareketler Mustafa Kemal Paşa tarafından düzenlenen milli hareketin parçaları olarak düzenlenmektedir… Damat Ferit, milliyetçi harekete karşı asker göndermek istiyor… Aldığımız kararlara saygı göstermeyen tek halk Türk halkıdır."190
Amiral F. de Robeck: "…Türkler Yunan idaresi altına girmezler, özellikle Yunanların İzmir'de yaptığı kepazelikten sonra… İngiliz subayları ve bizim adamlarımız Türkleri öldürmek için, Yunanlarla iş birliği yapıyorlar… Türkler müthiş savaşçıdır, cephaneleri azdır ve hiç ulaştırma araçları yoktur… Türklerle yapılacak sulh anlaşmasında Kürdistan'da Türklerin hiçbir hakları kalmayacaktır. Kürdistan'da durumdan emin olmalıyız, Kürtler bile ne istediklerini bilmiyor… Erzurum, Türklerin en kuvvetli kalelerinden biridir, çok büyük bir Türk toprağının Ermenilere verilmesine göz yummazlar… İngiliz İmparatorluğu, bir zamanlar Türk İmparatorluğu'nun olan bütün bölgeleri elde etmiştir."191
Amiral F. de Robeck: "… Anadolu hareketinin nedeni, Yunan işgali ve yaptığı dehşet verici eylemlerdir. Ayrıca büyük Ermenistan ve Pontus devletlerinin kurulması bu hareketin sebebidir."192
Amiral F. de Robeck: "…Başbakandan (Sadrazam) Mustafa Kemal'i kötüleyen ve onları hükümetin emrine karşı gelen asiler olduklarını bildiren ve halkın hükümete bağlı olması gerektiğini anlatan bir yazı aldık."193
Amiral F. de Robeck: "… Damat Ferit (Sadrazam) şahsi emniyetinden, Sultan'ın emniyetinden ve kendi adamlarının emniyetinden korkmaktadır. Eğer milliyetçiler Türkiye'de idareyi ele geçirirlerse, kendisinin ve Sultan'ın hayatının himayemiz altında olduğunu söylememe izin verir misiniz? Ferit 'Sultan'a etki eden tek insan olduğunu ve İngiliz dostluğunu kendisinin yarattığını' söylüyor. Damat Ferit'in istifası halinde onun ve Sultan'ın yurt dışına şerefli bir şekilde çıkmasını sağlamalıyız… Sultan, tahtını terk ederse, ona Türkiye'den çıkması için gereken her türlü yardımı yaparım."194
H. Rumbolt: "… İzmir'den gelen askeri raporlar iyi değil. Yunanlar bile askeri disiplinleri olmadığını itiraf ediyorlar. 3. birliğin komutanı Kondylis Salihli'den kömür vagonlarının altına saklanarak kaçmış, öyle görünüyor ki Yunanlar tek başlarına bu işi yürütemeyecekler." 195
İngiliz Derin Devletinin Kürdistan Planı
İngiliz derin devletinin Türk topraklarını parçalayarak bir Kürdistan oluşturma planı, İngiliz gizli belgelerinde şu şekilde geçmektedir:
Amiral A. Calthorpe: "…Binbaşı Noel, Kürt şefleri ile görüş birliğine varırsa bundan faydalar sağlayacağını söylüyor. Kürt şeflerinden İstanbul'da (Seyit) Abdülkadir ve Bedir Han daha az önemli kimselerdir. Bunlar şüphe uyandırmamak için Noel'den ayrı olarak Kürt bölgelerine gidecekler,… Kürtler henüz Mustafa Kemal'e karşı ayaklanmadı ama Noel bunu sağlayacağından emin."196
![]() | ||
1. Türkiye2. Ermenistan | 3. Azerbaycan4. İran | 5. Suriye6. Irak |
İngiliz derin devleti, Türk topraklarına daima göz dikmiş ve özellikle Güneydoğu Anadolu'yu elimizden almak amacıyla tarih boyunca sinsi entrikalar yürütmüştür. Kurtuluş Mücadelesi vermiş böyle bir milleti tanıyamamıştır. Stalinist Kürdistan planına asla iznimiz yoktur. |
Abdülkadir ve onun gibilerle konuştum. Onlara etki edebilmek için 'biz de Türklere hile yapıyoruz' diye belki beş defa tekrarlamak mecburiyetinde kaldım. Ancak, Kürtlere fazla güvenilmez. Majestenin Hükümeti'nin amacı Türkleri azami derecede zayıflatmak olduğuna göre Kürtleri bu şekilde harekete getirmek fena bir plan değil."197
Amiral Webb: " … Amerika; Trabzon ve Erzurum'u içine alan bir ERMENİSTAN'ı himaye edecek. Geri kalan dört ili de, bir KÜRT DEVLETİ olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor… Başkan Wilson, Türklerin, Kürtlerin ya da diğer Müslümanların Ermenileri korumalarını, aksi halde Türk İmparatorluğu'nun ortadan kaldırılacağını ve kendilerine çok kötü sulh şartlarının zorla kabul ettirileceğini söylüyor. Başbakan bundan çok etkilendi…"198
Mr. Hohler: "…KÜRTLERİN ve ERMENİLERİN durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları devamlı hatalar yapıyor. Noel'e gelince, fanatiğin biri. ERMENİSTAN'ın ve KÜRDİSTAN'IN SINIRLARININ KESİN OLMADIĞI konusunda sizinle aynı fikirdeyim… KÜRT SORUNU, Mezopotamya'da tatminkâr bir sınır oluşturmak içindir…"199
![]() |
Osmanlı İmparatorluğu, varlığını sürdürdüğü 600 yıl boyunca Türk-Kürt-Çerkez-Arap gibi farklı etnik gruplara ev sahipliği yapmıştır. Bu topluluklar, yüzlerce yıl barış içinde birlikte yaşamışlardır. |
Toplantı notları: "…Kürt kabileleri, İngiliz ve Fransız hâkimiyetine konacak, KÜRDİSTAN'da hiçbir şekilde TÜRK BIRAKILMAYACAK. Bir tek KÜRT DEVLETİ mi, yoksa birçok küçük KÜRT DEVLETİ mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere, Amerikalılar kanalı ile SİLAH sağlanacak… İstanbul'da gizli bir örgüt kuruldu. Milliyetçileri vatan haini ilan ediyor…"201
Amiral F. de Robeck: "… Kürdistan Türkiye'den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul'daki Kürt Kulübü başkanı Seyit Abdülkadir ve Paris'teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrinizdedir."202
Amiral F. de Robeck: "… Damat Ferit bana geldi, 'Sulh anlaşmasına göre Kürtler ayrı bir devlet olacaklardır, Kürt liderleri Mustafa Kemal'i sevmez… Siz Mustafa Kemal'den nefret ediyorsunuz çünkü o, sizin yaptığınız anlaşmayı kabul etmiyor. O halde Kürtleri Mustafa Kemal'e karşı birlikte kullanalım' dedi."203
![]() |
Dipnotlar
101. Ekmeleddin İhsanoğlu, Modern Islam and Science Konferansı - John Hedley Brooke and Ronald L. Numbers (ed), Science and Religion Around the World, New York: Oxford University Press, 2011, s. 162
102. Hüseyin Cisri Hazretleri ve Kitabındaki İşaretler, Risale Online, http://www.risaleonline.com/soru-cevap/huseyin-cisri-hazretleri-ve-kitabindaki-isaretler
103. Charles Darwin, The Origin of Species, New York: D. Appleton and Company, 1859, s. 172.
104. 'Hoca Tahsin', Ülkücü Dünya, 03.07.2012, http://www. ulkucudunya.com/index.php?page=haber-detay&kod=5827
105. Ahmet Mithat, "İnsan-Dünyada İnsanın Zuhuru", Dağarcık, Sayı 4, Hicri 1288, s. 109-116
106. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002; Ceride-i Havadis, Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/Ceride-i_Havadis
107. Ahmed Mithat, İntikam, s. 37; Atila Doğan, Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm, Küre yayınları, Kurtiş matbaacılık, 1. Baskı, Nisan 2012, s. 139
108. Burhan Bozgeyik, Meşhurların Son Anları, TÜRDAV Yayınları, s. 310 -311
109. "Darwin's Shadow: Context and Reception in the Muslim World", https://www.thefreelibrary.com/Darwin's+shadow%3A+context+and+reception+in+the+Muslim+world.-a0201086403
110. Abdullah Al Andalusi, 'Lord Cromer on the British Colonial Project for Egypt,' 23.12.2013, https://abdullahalandalusi.com/2013/12/23/a-brief-word-by-lord-cromer-on-the-british-colonial-project-for-egypt/
111. Kenan Alpay, "Hindistan ve Pakistan'da Modernizm ve İslam", http://www.islamdusuncesi.net/hindistan-ve-pakistanda-modernizm-ve-islam-308h.htm
112. Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı "Bir İmparatorluk Nasıl Parçalandı?", I. Baskı, İstanbul: Vatan Yayınları, Ekim 1992, s. 94
113. Prof. Dr. Ercan Eren, Geçmişten Günümüze Anadolu'da Bira, Tarih Vakfı, 2005
114. Prof. Dr. Ercan Eren, Geçmişten Günümüze Anadolu'da Bira, Tarih Vakfı, 2005
115. Ayşe Hür, "Meyhaneye Gel, Kim Ne Riya Var Ne Mürai...", Radikal, 26 Mayıs 2013, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/meyhaneye-gel-kim-ne-riya-var-ne-murai-1134981/
116. Rıfat N. Bali, "Yirminci Yüzyılın Başlarında İstanbul'un Fuhuş Âleminde Yahudilerin Yeri", s. 9-11, www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/mahrem3.pdf
117. Filiz Dığıroğlu, "Selanik Ekonomisinde Unutulmuş Bir Alan: Tütün Üretimi, Ticareti ve Reji" (1883-1912), s. 235, http://www.isam.org.tr/documents/_dosyalar/_pdfler/osmanli_arastirmalari_dergisi/osmanl%C4%B1_sy43/2014_43_filiz_digiroglu.pdf
118. Fehmi Yılmaz, "Tütünün Macerası II", Tombak, s. 34, (Ekim 2000), s. 25; İsmail Arslan, "İngiliz Konsolos Raporları Işığında XIX. Yüzyıl Ortalarında Drama Sancağında Tütün Yetiştiriciliği ve Ticareti", 2009, s. 115, http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi16/arslanismail1061.pdf
119. Fatih Bayhan, "İlk Osmanlı Darwinisti hangi ünlüydü?", Haber 7, http://www.haber7.com/yazarlar/fatih-bayhan/387493-ilk-osmanli-darwinisti-hangi-unluydu
120. Murat Bardakçı, "Osmanlı'yı Dedelerimin İçkisi Yıktı", Habertürk, http://www.haberturk.com/polemik/haber/841565-osmanliyi-dedelerimin-ickisi-yikti
121. Erdal Şimşek, Sultan Abdülaziz'in Katledilmesi, Yeni Söz, http://www.yenisoz.com.tr/sultan-abdulaziz-in-katledilmesi-makale-4579
122. Ömer Faruk Yılmaz, "Abdülaziz Han'ın kızı: Babamın katledilişini gördüm", Timetürk, http://www.timeturk.com/tr/2011/09/27/sultan-abdulaziz-in-kizi-babamin-katledilisini-gordum.html
123. Ahmet Mithat Efendi, "Mirat-ı Hayret", S.262; Erdal Şimşek, Sultan Abdülaziz'in Katledilmesi, Yeni Söz, http://www.yenisoz.com.tr/sultan-abdulaziz-in-katledilmesi-makale-4579
124. Murat Bardakçı, Tarihin Arka Odası, Habertürk, Mart 2017; "Abdülhamidçileri çıldırtan konuşma, Odatv, http://odatv.com/abdulhamidcileri-cildirtan-konusma-2503171200.html
125. A. Ferouz, İttihat ve Terakki 1908-1914, Sander Yayınları, Çev. Nuran Ülken, İstanbul, 1971, s. 226; Doç. Dr. Ahmet Yücekök, 100 Soruda Türk Devrim Tarihi, 1984, s. 34
126. Ayhan Sicimoğlu, "Bir Gemide Yaşanan Hüzünlü Tarih", Hürriyet, 29 Ocak 2017, http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/bir-gemide-yasayan-huzunlu-tarih-40235713
127. Nejat Gülen, Şanlı Bahriye: Türk Bahriyesinin İkiyüz Yıllık Tarihçesi 1774-1973. 2001, Kastaş Yayınevi
128. "Arabistanlı Lawrence: Arap İsyanının Öncüsü İngiliz Casus", Serenti, 19.08.2016, http://www.serenti.org/arabistanli-lawrence-arap-isyaninin-oncusu-ingiliz-casus/
129. Frank Jacobs, Winston's Hiccup, The New York Times, 6 Mart 2012, https://opinionator.blogs.nytimes.com/2012/03/06/winstons-hiccup/?_r=0
130. Richard Norton-Taylor, "From Dracula's nemesis to prototype foreign spy", The Guardian, 1 Nisan 2005, https://www.theguardian.com/politics/2005/apr/01/highereducation.artsandhumanities1
131. Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus: Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi Vambery, İstanbul: Kasım 1991, s. 252
132. Bekir Hazar, "Aramızda Çok Cevdet Var", Takvim, 12.11.2015, http://www.takvim.com.tr/yazarlar/bekirhazar/2015/11/12/aramizda-cok-cevdet-var
133. Sinan Tavukçu, "Dr. Abdullah Cevdet'le İstiklal Harbi Üzerine 1922 Yılında Yapılan İlginç Bir Mülakat", SDE, 06.02.2012, http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/dr-abdullah-cevdetle-istiklal-harbi-uzerine-1922-yilinda-yapilan-ilginc-bir-mulakat/1043
134. "Çok Okunanlar", Açık İstihbarat, 12.10.2011, http:// www.acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=9783
135. George Washburn, "Robert Kolej Hatıraları" İstanbul'da Elli Yıl, İstanbul: Meydan Yayıncılık, 2011
136. "Atatürk'ün Anadolu'ya Geçişi, İstanbul Hükümetinin Tutumu", Türk Töresi, 30.12.2010, http://www.turktoresi.com/viewtopic.php?f=57&t=2745
137. "Damat Feri Paşa", Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/ wiki/Damat_Ferit_Pa%C5%9Fa#cite_note-8
138. "Derviş Vahdeti", Wikipedia https://tr.wikipedia.org/wiki/Dervi%C5%9F_Vahdeti
139. Cihan Dura, "Bir Dincinin Portresi: Derviş Vahdetî", Cihan Dura, 01.03.2011, http://www.cihandura.com/tr/ makale/-BIR-DINCININ-PORTRESI-DERVIS-VAHDET
140. Cihan Dura, a.g.m.
141. 'Atatürk'ün Anadolu'ya Geçişi, İstanbul Hükümetinin Tutumu', Türk Töresi, 30.12.2010, http://www.turktoresi. com/viewtopic.php?f=57&t=2745
142. Türk Töresi, a.g.m.
143. Yılmaz Özdil, Ali Kemal'in Oğlu Boris, Sözcü, 15 Temmuz 2016, http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/ali-kemalin-torunu-boris-1314618/
144. "İngiliz Muhipler Cemiyeti", Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ngiliz_Muhipler_Cemiyeti#cite_note-ref208-5
145. "Tripoliçe Katliamı", Wikipedia, https://tr.wikipedia. org/wiki/Tripoli%C3%A7e_katliam%C4%B1
146. ''Tripoliçe Katliamı", Wikipedia, https://tr.wikipedia. org/wiki/Tripoli%C3%A7e_katliam%C4%B1
147. Süleyman Kocabaş, Osmanlı İsyanlarında Yabancı Parmağı "Bir İmparatorluk Nasıl Parçalandı?", I. Baskı, İstanbul: Vatan Yayınları, Ekim 1992, s. 81-82
148. Süleyman Kocabaş, a.g.e., s. 91-92
149. John Henry Newman, Historical Sketches, Volume 1, London: Aeterna Press, 2014; 'Gladstone and the Bulgarian Atrocities', Ellopos, http://www.ellopos.net/politics/turkey-blight/gladstone.asp?pg=3
150. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, New York: D. Appleton and Company, 1888. s. 285-286
151. "The Telegraph (Brisbane, QLD), 18 Oca 1919", Myheritage, https://www.myheritage.com.tr/research/collection-10450/avusturalyali-gazeteler?itemId=56619410&action =showRecord#fullscreen
152. William John Hamilton, Researches in Asia Minor, Pontus and Armenia, Vol. I, John Murray, London:1842
153. Soner Yalçın, "Osmanlı İstihbarat Teşkilatı İngiliz Elçisinin Israrıyla Kuruldu", Hürriyet, 10.03.2010, http://www. hurriyet.com.tr/osmanli-istihbarat-teskilati-ingiliz-elcisinin-israriyla-kuruldu-6102121
154. Doğan Gürpınar, "The Rise and Fall of Turcophilism in Nineteenth-Century British Discourses: Visions of the Turk, 'Young' and 'Old'', British Journal of Middle Eastern Studies, Vol. 39, Issue 3, 2012.
155. David Mikkelson, 'Churchillislam', Snopes, 08.01.2015, http://www.snopes.com/politics/quotes/churchillislam.asp
156. Evelyn Baring, Political and Literary Essays, 1908–1913, London: Cambridge University Press, 2010
157. Candan Badem, "Amiral Adolphus Slade'in Osmanlı Donanmasındaki Hizmetleri ve Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Gözlemleri", Türkiyat Mecmuası, C. 21, Bahar 2011, s. 121
158. Candan Badem, a.g.e., s. 121
159. Candan Badem, a.g.e., s. 124
160. Sadık Ilgaz, "Osmanlı Donanması'na Dair İki İlginç Anekdot", İlim Dünyası, 2012, http://www.ilimdunyasi. com/dun-bugun-yarin/osmanli-donanmasi8217na-dair-iki-ilginc-anekdot/?imode
161. Fatih Erbaş, "Osmanlı Donanmasında Yabancı Müşavirler", Academia, https://www.academia.edu/13440260/ OSMANLI_DONANMASINDA_YABANCI_M%C3%9C%C5%9EAV%C4%B0RLER
162. Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul: Cumhuriyet Kitapları, 2010
163. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 200
164. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 220
165. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 249
166. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 121
167. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 122
168. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 125
169. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 159
170. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 164
171. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 230-231
172. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 247-248
173. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 165
174. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 176
175. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 212
176. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 215
177. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 227
178. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 230
179. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 237
180. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 242
181. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 254
182. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 255
183. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 188-189
184. Erol Ulubelen, a.g.e.
185. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 211-212
186. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 212-213
187. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 213
188. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 244-245
189. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 246
190. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 257
191. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 261-266
192. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 267-268
193. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 269
194. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 281
195. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 283
196. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 202
197. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 202
198. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 191
199. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 206
200. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 217
201. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 218
202. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 269
203. Erol Ulubelen, a.g.e., s. 272