NATO ve Gladio
NATO, Amerika'daki en güçlü Yahudi Lobilerinden biri olan CFR tarafından kurulmuştur.1 Öncülüğünü Yahudi ve mason ABD Devlet Başkanı Harry Truman yapmıştır.
Kurucuları arasında hem Bilderberg Group'a, hem de CFR'ye üye olan Joseph Luns2, George Marshall ve Dean Acheson bulunmaktadır. Ayrıca Yahudi Etienne Hirsch, Bilderberg'den mason Jean Monnet, CFR'den Harrimann da NATO içinde 1950'lerde önemli role sahipler.3
İlk NATO Başkumandanı da CFR'den çıkmış olan ve Yahudi Lobilerine önemli katkılarıyla bilinen Dwight Eisenhower'di.4 NATO'nun en üst kademelerine kadar yükselebilmiş birçok önemli isim vardır ki, bunların da CFR, Bilderberg ya da Trilateral ile yakın bağları bulunmaktaydı. Birçoğu da masondur. Bu isimlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
General Lemnitzer, NATO Başkomutanı, Yahudi ve mason...5
Omar Bradley, NATO Başkomutanı, mason...6
Andrew Goodpaster, NATO Supreme Komutanı, Bilderberg üyesi...7
Paul Henri Spaak, NATO Genel Sekreteri, Bilderbergli ve mason...8
Earl Alexander, Ortadoğu Barış Gücü Kuvvetleri Başkomutanı, 33.dereceden mason...9
Lord Carrington, NATO Genel Sekreteri, Bilderberg Başkanı...10
Alexander Haig, NATO Genel Sekreteri, Bilderbergli, CFR'li...11
Manfred Wörner, NATO Genel Sekreteri, Bilderbergli...12
Bilderberg-Masonluk-Yahudilik çıkarları arasında sıkışmış bu pakttan, bu çıkarlara hizmet eden ünlü faili meçhul şebekesi Kontrgerilla doğmuştur.
Kontrgerilla, dünyanın çeşitli ülkelerinde İsrail ve ABD'nin çıkarlarına uygun hükümetleri başta tutmak, ya da bu çıkarlara hizmet edebilecek olanları başa getirmek için faaliyetlerde bulunmaktadır. Kontrgerilla için ideal hükümet modeli, P2 dönemindeki İtalya'da olduğu gibi Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, bazı bakanların mason olduğu, mafyayla iç içe bulunduğu Mafya-Masonluk-Kontrgerilla üçgenini meydana getiren bir modeldir. Bu modelin uygulatılmasında özellikle Yahudi Lobilerinin rolü büyüktür. Örneğin "İtalya'nın sahipleri" denilen iki sanayici Yahudi Benedetti ve Rothschild'in ortağı olan Bilderbergli Agnelli , İtalya'daki Yahudi Lobilerine üye işadamlarının başta gelen önemli isimlerindendir.
P2 Mason Locası da işte bu Mafya-Masonluk-Kontrgerilla üçgeninde önemli bir yere sahiptir. Siyaset hayatı boyunca sayısız skandala adı karışan "tilki" lakaplı İtalyan Başbakan Giulio Andreotti, Gladio'ya "sadece tertemiz yurtseverlerin dahil olduğunu, bu işin tamamen yasal olduğunu" açıklamıştı. Andreotti ve Askeri İstihbarat Örgütü Başkanı Amiral Martini, Senato Komisyonu önünde verdikleri ifadelerde bu örgütün "tamamen dış saldırılara karşı hazır bulundurulduğunu, ülkenin iç meseleleriyle hiçbir ilgisi olmadığını" iddia ederler. Ancak gerek yasallık iddiası, gerekse "ülkenin iç meseleleriyle ilişkisizlik" iddiası gayet tutarsızdı. Yasallık ve meşruluk iddiaları, Gladio'nun 10.000 kişiye ulaştığı söylenen personelinden sadece 622'sinin kimliğinin SISMI'nin bilgisi dahilinde olduğunun söylenmesiyle gölgeleniyordu.13
NATO'nun görünen amacı, komünist SSCB ve Doğu Bloku ülkelerinden gelebilecek tehditlere karşı Avrupa ülkelerini ABD ile ortak bir kuvvet oluşturarak koruma şemsiyesi altına almaktı. Bir barış ittifakı ve bölgesel savunma teşkilatı olarak bilinen NATO'nun müttefiği bir ülke olmak bir övünç ve kıvanç kaynağı idi.
Ancak SSCB'nin dağılmasından ve tehdidin son bulmasından sonra NATO faaliyetlerini sürdürmeye devam edince, işin aslının farklı olduğu anlaşıldı. NATO'nun başdüşmanı komünizm ölümcül yaralar alarak savaş sahnesinden çekilmişti, artık yeni bir düşman ortaya çıkarmak ve buna karşı örgütlenmek gerekliydi. Bu düşman ise "islam" olacaktır.
Bosna-Hersek'te, Karabağ'da müslümanların öldürülmesi NATO tarafından engellenmek şöyle dursun, müslümanlara giden yardımlar durduruluyordu. NATO tarafından teşkilatlandırılan kontrgerilla da İslam'a karşı kullanılmak için faaliyetlerine devam ediyordu. En son NATO Kararlılık Tatbikatı'nda bir Türk hücum botuna kaza süsü verilerek saldırılması da bir İslam ülkesi olan Türkiye'nin sindirilmeye çalışılmasının bir göstergesi olmalıydı. Derinlemesine incelenen bir çok olaydan sonra görülmektedir ki NATO, dünya barışını korumaya çalışan bir teşkilat değil, aksine bütün dünyada terör ve anarşiyi körükleyen, dünya barışını kökünden bozan, kışkırtıcı ve kan dökücü bir teşkilattır. Bütün dünyayı temelinden sarsan Gladio Skandalı sadece bir örnektir.
NATO ve Gladio
Gladio, Latince "Gladius" (kılıç) kelimesinden türemiştir. Örgütün NATO nezdindeki gizli adı ise "The Allied Coordination Committee" (Müttefikler Koordinasyon Komitesi)dir.
CIA'nın öncülüğünde hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde örgütlenen Gladio'nun Naziler'ce kurulan "Kurt Adam" adlı gizli örgütten esinlenerek oluşturulduğu söylenmektedir. SS teşkilatının önemli isimlerinden Otto Skorzency'ye ve CIA eski şefi James Jesus Angleton'a "Gladio'nun mimarları" diyebiliriz.14
Gladio'nun temelleri II. Dünya Savaşı sırasında bir Nazi generali olan Reinhard Gehlen tarafından atılmıştı. Mossad hesabına da çalışan Gehlen, 50'lerde, soğuk savaş sırasında Amerikalıların en önemli kaynaklarından birisidir. 1953'te Berlin direnişi ve 1956'da Macaristan olayları gibi pek çok devrimin organize edilmesine yardımcı olmuştu. Ayrıca Sovyetler Birliği'ne birçok ajan sokmayı da başarmıştı.

James Jesus Angleton
Savaş bitince, CIA, sözde "vatansever" aşırı sağcıları örgütleyerek Gladio'ya son şeklini verdi.
1990 sonlarında Avrupa kamuoyu "Gladio"nun bir ucundan su yüzüne çıkmasıyla çalkalandı. Gladio, İtalya'da devletin üst kademelerini ele geçirmiş, büyük ölçüde bağımsız hareket eden bir silahlı yeraltı şebekesi olarak ortaya çıkmıştı. Bu şebeke, gizli servislere tanınan "hareket serbestisi" ölçülerini kat kat aşan, neredeyse denetim dışı bir "resmi illegalite" içinde hareket ediyordu! İtalya Başbakanı Andreotti'nin "bütün NATO ülkelerinde benzeri örgütlenmelerin var olduğunu" açıklaması, skandalın çapını uluslararasılaştırdı. Çok geçmeden anlaşıldı ki, bu resmi illegal örgütler hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinde faaliyet göstermekteydi.
Bu örgütlerin kuruluş gerekçesi, aşağı yukarı her yerde şöyle açıklanıyordu: "Düşman işgali halinde, cephe gerisinde kontrgerilla faaliyeti yürütecek sivillerden müteşekkil bir direniş ağı oluşturmak". Ancak "Gladio"ların faaliyetleri kuruluş düsturuyla hiç mi hiç uyuşmuyordu. "Muhtemel bir işgale karşı hazırlık" gibi "vatanseverce" bir gerekçeyle meşrulaştırılan bu örgütler, yıllarca ülkelerinin siyasi hayatını, kamuoyunu-ülkelere göre değişen dozajlarda-terörize eden bir "işgal gücü" gibi işlev gördüler.
ABD'nin ve CIA'nın dolaylı dolaysız gözetimi altında olmalarıyla şaibe altındaydı. Birim amirlerinin, koordinatörlerinin gizli servis elemanı olduğu, ona bağlı çalışan "personelin" ise sivillerden oluştuğu hücreler biçiminde örgütlenen Gladio'lar, "vatanı dışarıya karşı savunmaktan" çok ideolojik olarak "dış güçle" özdeşleştirdikleri bir "iç düşmanı" hedef alan, kronik bir iç savaş hesabını veya beklentisini güden yapılardı.15
Gladio'nun NATO Anlaşmasıyla Kuruluşu
5 Kasım 1990 tarihli Sabah gazetesinde "Terörün Faili NATO mu?" başlıklı haberinde Mehmet Altan, NATO'ya bağlı gizli terör örgütü Gladio'nun büyük çaplı tüm terör ve darbecilik faaliyetlerinde parmağının olduğunu söylemişti.
Diğer bir gazete haberinde de şöyle deniyordu: "NATO çerçevesinde, ABD'nin desteğiyle kurulan gizli Gladio örgütünün şimdiye kadar sanıldığı gibi sadece İtalya, Belçika ve Yunanistan'da değil, NATO üyesi bütün ülkelerde faaliyet gösterdiği belirlendi." 16
"Stay Behind", 50'li yıllardan itibaren neredeyse bütün NATO ülkelerinde kurulmuş olan bir diğer gizli teşkilattı. "Stay Behind" ulusal gizli servislere ya da ilgili NATO karargahlarına bağlı olarak çalışıyordu. Böylece her türlü parlamento ve kısmen de hükümet kontrolünün dışındaydı. Bazı hükümet başkanları, söz konusu gizli örgütün varlığından dahi haberdar edilmemişti.17
Gladio mensupları çoğunlukla askeri haberalma servisleri içinden seçiliyordu. P2 Mason Locası üyelerinin büyük bir kısmı da Gladio mensubuydu. Öte yandan pek çok ülkede radikal sağ partilerin yöneticileri de "Gladio" ya da "Stay Behind"a içtenlikle kabul ediliyordu.
Stay Behind'ın deşifre olmasına rağmen lağvedilmeyişine ilişkin nedenler oldukça zayıf nedenlerdi. Federal hükümetin Stay Behind'ın Almanya'da faaliyet gösterdiğini istemeyerek de olsa kabul etmesinden sonra Başbakanlık Müsteşarı Stavenhagen, 1990 yılında yapılan eleştirilere oldukça rahat yaklaşıyordu. Stavenhagen'e göre örgütün tümü, topu topuna 17 memurdan oluşan bir kadroya sahipti. Örgüt 41 D ya da 43 B kadrolarıyla anılıyordu ve Federal İstihbarat Dairesi Bölüm IV'e bağlıydı. Ancak Stavenhagen'in unuttuğu bir şey vardı: Gladyatörler, "ihtiyaç halinde" seferber edilen uzmanlardan oluşuyordu ve bunların da devlet memuru olması gerekmiyordu. Örgütte 17 devamlı memurun bulunması, seferberlik halinde çok geniş bir alana sahip olduklarını ispatlıyordu. Örneğin İtalya'da da devamlı çalışan memurların sayısı pek fazla olmamasına rağmen yaklaşık 5.000 kişilik bir Gladyatörler kitlesinden söz ediliyordu.18
24 Kasım 1990 tarihli Der Spiegel dergisi de, "Kuzu Postundaki Kurt" başlıklı haberinde, askeri darbelerde Gladio'nun da büyük bir rol üstlendiğini yazıyordu.
11 Kasım 1991 tarihli Yüzyıl dergisi ise bağlantıları şöyle açıklamıştı: "Aldo Moro cinayetinin ortaya çıkardığı sır: Her üye NATO'ya girerken ülkesinde gizli örgütün kurulmasını kabul etmekte..."

İtalyan polisi yerlerini tespit ettiği halde Aldo Moro'yu kaçıran Kızıl Tugaylar Örgütünün elemanlarını yakalamıyordu. Teröristler ise ellerindeki tutukluyu geri verebilmek için özel çaba harcayıp, isteklerinden taviz verdikleri halde, başarısız kalıyorlardı. Yıllardır aynı yolda yürüdükleri arkadaşları ve hizmetine koştuğu devlet Moro'yu ortada mı bırakmıştı? Perdenin arkasında herşeye kadir bir el mi vardı? Aldo Moro'nun yargılandığı Kızıl Tugaylar'a ait Halk Hapishanesi'nden çıkan belgeler İtalya'da NATO'ya bağlı gizli bir örgütün varlığını doğruluyordu. Bulunan belgelere ek olarak Moro'nun el yazısıyla yazdığı mektuplar da İtalya da NATO'ya bağlı gizli bir örgütün varlığını ortaya koyuyordu. Bu örgütün adı Gladio idi, ve bu örgüt, silahlı bir komando örgütü olarak dünya siyasetinde yön tayin edici bir güç olmak amacındaydı.
20 Nisan 1978'de öldürülen Aldo Moro'nun yaşadığı son haftalarda ölümle tehdit edilirken, yazdığı mektuplardan birinde "Dışişleri Bakanı olduğumdan beri belirli durumlarda gerilla faaliyetlerine karşı mücadele etmekle görevlendirilen gizli askeri bir örgütün varlığına şahit oldum" demektedir. Milli güvenlik yetkililerinin ve istihbarat teşkilatının bile bilmediği gizli askeri eğitim kampları, bürokrasi dışı işbirliği, milli egemenliğin zedelenmesi gibi son derece stratejik konularda da Moro mektuplarına notlar düşer. Bu örgütün militanlarının bir çeşit partizan savaşına hazır olarak yetiştirildiğini, Sovyet casuslarının muhtemel eylemlerine karşı gerilla eylemleri yapmasının da planlandığını ekler. Andreotti'nin "NATO'ya paralel olarak çalışan istihbarat örgütü" açıklamasıyla yukarıdaki tanımlar birbiriyle tam çakışmaktadır. O sıralarda Moro, Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı bulunuyordu. Gizli İstihbarat Şefi Vito Miceli de bu tarife tıpatıp benzeyen bir örgütten bahsetmişti. İtalyan Başbakanı P2 Locası'nın önde gelen isimlerinden Guilo Andreotti bu gerçeklerin bir kısmını yarım ağızla bir meclis komisyonunda doğrulayarak "İtalya'yı dış tehlikelerden koruyacak bir istihbarat ağı" diye tanımladı bu esrarlı örgütü. Sonra bunun 1972'de dağıtıldığını iddia etti. Ancak usta gazeteciler tarafından bu örgütün günümüzde de çalışmalarına devam ettiği Andreotti'nin ağzından alındı.
Venedikli Hakim Felici Casson, SISMI'nin dosyalarında bu gizli örgütle ilgili bazı ipuçlarına ulaştı. SISMI her hükümet değişikliğinde, en yüksek seviyedeki gizlilik derecesinde, yeni Roma yönetimini bir örgütün varlığından haberdar ediyordu. En üst düzeydeki politikacılar, içyüzünü bilmedikleri bir gizli örgütün varlığıyla ilgili bir mektup okuyup imzalayıp geri veriyorlardı. Mektuplardan tam olarak anlaşılamayan bu gizli komando birliği 40 kişi civarında olmalıydı.
Casso'nun elde ettiği bilgilere göre İtalya'nın NATO'ya girmesinden sonra İtalyan ve Amerikan istihbarat teşkilatları arasında yapılan bir antlaşma gereğince bir "özel birlik" kurulmuştu. Bu birliğin yardımıyla "NATO'nun yumuşak karnı" SSCB'nin saldırılarına karşı daha iyi korunabilecekti. Birliğin görünürdeki görevi böyleydi. Fakat sonradan bu birliğin, amacını aşan bir çok göreve yollandığı ve daha da önemlisi terörist eylemlerde bulunduğu ortaya çıktı. Aldo Moro bu gizli eylemlerin "kokusunu" aldığı için öldürülmüştü.
Polis Moro'yu kurtarabilecek her türlü imkana sahip olduğu halde, politik bir tercih olarak Moro'yu kurtarmamış ve komünistlerle Moro'nun arasını açmak mı istemişti?
Yunanistan'da da Gladio benzeri bir kontrgerilla örgütünün kurulduğu biliniyordu. Eski Yunan Başbakanı Andreas Papandreu, Te Nea adlı gazeteye yaptığı açıklamada Milli hakimiyetleriyle bağdaşmayan bu örgütün gizli kapaklı işler çevirdiğini açıklamıştı.19
Fransa'da da durum pek farklı değildi. Fransız Gladio temsilcisi, İtalyan enformasyonlarına göre, Ekim sonunda NATO gizli servislerinin Brüksel'deki oturumlarına katılmıştı. Mitterand'ın sıkı dostlarından biri olan François de Graussoure, Fransız "Gladio" örgütünün kuruluşunda bulunmuştu.20
İngilizlerin yardımlarıyla oluşturulan "Glaive" adındaki Belçika Gladiosu 1949 yılı başından beri SGR askeri gizli servisinin alt bölümü olan SDRAB'nin koruması altında kurulmuş bulunuyordu. Sivil "Glaive" nüvesi sekiz aktif ve on emekli subaydan oluşuyordu. SGR Şefi Tümgeneral Raymond Van Calster Kasım'da tüm Avrupa Gladiosu'nun işbaşındaki yöneticisiydi. Raymond Brüksel'deki ACC kurmaylar konferansını da yönetmişti.
Belçika'daki "Glavie"nin ortaya çıkışı, Belçika'da seksenli yıllarda sorumlusu belli olmayan terörist darbelere askerlerin katıldığını düşündürtmeye başlamıştı. "Brabant katliamcısı" olarak ün salan terör örgütü "Savaşan Komünist Hücreler" ilk başlardaki gibi Brüksel Gladio yönetici çevresinin "Clandestine Coordination Committee" (Gizli Koordinasyon Komitesi)nin benzeri "CCC" kısaltmasıyla aynı olduğunu göstermişti.21
1950'lerde Belçika Komünist Partisi Başkanı Julien Lahaut ve İtalyan Komünist Partisi Başkanı Togliati'nin ortadan kaldırılması tipik Gladio operasyonlarıydı. ABD korumasında bulunan ve şu anda Florida'da yaşam süren Marshall Lekeu ve Güney Afrika'da saklanan Jean Bultot Belçika'daki gladyatörlere iki örnektir.
İsviçre'de NATO'ya bağlı bir yeraltı ve provokasyon örgütü olarak çalışan ve varlığından İsviçre Federal Parlamentosu'nun dahi haberdar olmadığı gizli terör ordusu P26 ve buna bağlı olarak çalışan gizli haberalma teşkilatı P27'nin varlığı ortaya çıkarılmıştı. Bu teşkilatlar süratle feshedildi. Bu arada İsviçre'deki Gladio'nun uzantısı olan örgütlerin bütün vatandaşları fişlediği, bunlar hakkında İngiltere ve ABD'nin İsviçre Federal Parlamentosu'ndan daha çok bilgiye sahip olduğu ve kuruluş mensuplarının devamlı olarak İngiltere'de eğitildikleri de gün ışığına çıktı.
Avusturya'da Kontrgerilla'nın organizatörü eski İçişleri Bakanı Franz Olah'dı. CIA'dan para ve silah yardımı alıyordu.
Genellikle tüm ipuçları bizi Gladio'nun emirleri CIA'dan aldığı sonucuna çıkarıyordu. Ancak bağlantılar bununla bitmiyordu. Gladio'nun emir-komuta zinciri CIA'dan daha da yukarılara, Mossad'a kadar uzanmaktaydı.
Gladio Nasıl Ortaya Çıkarıldı?
3 Mayıs 1988 günü üç İtalyan Jandarması Kuzey Sagrola yakınlarında Peteano köyünde, kuşkulandıkları bir araçta arama yapmak için bagajı açtıklarında, arabada meydana gelen patlama sonucu ölmüşlerdi. Bu olaydan sonra, Kuzey İtalya'da bir dizi operasyon sonunda, kırsal alanlarda toprağa gömülü 127 silah, tahrip kalıbı ve patlayıcı madde deposu ortaya çıkarılmıştı.
Venedikli Savcı Felice Casson, bulunan silah ve patlayıcı madde depolarının SISMI'nin denetiminde olduğunu saptadı. Jandarmaları öldüren üç neo-faşisti ömürboyu hapse mahkum ettirdi. Ancak, bir generalle bir yarbayın soruşturmayı saptırmaya çalıştıklarının farkına varınca, tıpkı Yunanistan'da Lambrakis'in öldürülmesi olayında olduğu gibi, İtalya Başbakanı Andreotti'ye gizli servis arşivlerini incelemek için başvuruda bulundu ve başvuru belgesinin bir kopyasını da Parlamento Güvenlik Komisyonu'na gönderdi.
Yaptığı başvuruya uzun süre yanıt alamayan Casson, harekete geçmeye karar verdi. Sonuçta, 20 Temmuz 1990'da Andreotti ile görüşerek İtalyan İstihbarat Servisi'nin arşivine girmeyi başardı. Yaptığı araştırma sonucunda Gladio'nun 1956 yılı Kasım ayında İtalyan ve Amerikan gizli servisleri tarafından Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'ndan gelecek bir istila olasılığına karşı, bir direniş örgütü çekirdeği oluşturmak için kurulduğunu saptadı. İtalyan Anayasası'na göre uluslararası anlaşmaların meclislerin tarafından onaylanması zorunlu olduğu halde, bu durum hiç dikkate alınmıyor ve 26 Kasım 1956'da CIA ile Sifar aracılığıyla, üsler ve silah depoları oluşturulması, anti-komünist ölçütlerle yüzlerce kişinin kontrgerilla savaşı için eğitilmesi amacı ile gizli ve yasadışı bir örgüt kuruluyordu.
1956 yılında asker-sivil karışımından oluşan örgütün eğitim kampları ve üsleri Sardinya Adasında konuşlandırılmış pozisyondaydı. Bu arada Savcı Casson'un incelemelerinden kuşkulanan SISMI Başkanı Amiral Martini, değişik yolları deneyerek Casson'un çalışmasını engellemeye çalışıyordu. Bunun üzerine Casson, Parlamento Terör Komisyonu'na yazdığı bir mektupla Amiral Martini'yi şikayet etti ve çalışmalarına hız verdi. Köşeye sıkışan Andreotti gizli örgütü açıklamak durumunda kaldı ve böylelikle tüm Avrupa ülkelerini kapsayan Gladio Skandalı patlak verdi. Bu arada savcı Casson, İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga'yı da, işe bulaşmış gördüğü için tanık olarak dinlemek üzere soruşturma kapsamına aldı. İtalya yasalarına göre cumhurbaşkanlarının sorgulanması mümkündü ancak Cossiga ifade vermekten kaçındı. Çünkü yıllardan bu yana Hıristiyan Demokrat Parti, CIA dolarları ile beslenmekteydi ve bu örgütün çıkarlarına aykırı hareket etmesi olanaksızdı. Aldo Moro'nun katledilmesine kadar uzanan tertiplerin içinde bulunmaları mümkün kişilerin konuşmaları kesin olarak yasaklanmıştı. İtalya'da da gerek Gladio gerekse SISMI ve hatta P2 Mason Locası CIA'dan maddi destek görmüş ve CIA ile iç içe çalışmıştı. Örneğin neofaşistlerce gerçekleştirilen Bologna Garı'nın bombalanması olayında 80 kişi ölmüştür. Bu olayın soruşturmasını saptırmaya çalışan SISMI Başkan Yardımcısı General Musumici mahkum olmuştur. CIA görevlisi Richard Erenneke Licio Gelli başkanlığındaki P2 Mason Locası'na, bazen ayda 10 milyon dolara kadar ulaşan maddi yardım yapıldığını açıklamıştır.
Başbakan Andreotti, daha önce de belirttiğimiz gibi, Gladio'nun varlığını itiraf etti ve "biz bu örgütü 1972'de dağıttık" diyerek olayın boyutunu hafifletmeye çalıştı. Ancak savcıların ve kamuoyunun baskısı yoğunlaşınca, Andreotti, Gladio mensubu 622 kişinin kimliğini basına açıkladı. Uzun listede gizli servis mensupları dışında önemli işadamları ve ordu mensupları da bulunuyordu. Andreotti ardından CIA ile yapılan anlaşmayı, bazı Gladio operasyonlarını, gizli silah ve para depolarının yerlerini, İtalya dışındaki Gladio benzeri örgütleri de açıkladı. Herkes şoke olmuştu. Kimse Andreotti'den bu kadarını beklemiyordu. Muhalifleri, "Başbakan hakkındaki iddiaları boşa çıkarmak ve olayların kontrolünü ele geçirmek için konuştu. Böylece kendisini kurtarmaya ve olaydan sıyırmaya çalışıyor" diyorlardı. Başbakan yaklaşan çığın altında kalmamak için kendini emniyete almıştı. Artık soruşturulanlar değil, soruşturanlar safında olabilirdi.22
Soruşturmalarda kamuoyunu şoke eden başka bilgiler de ortaya döküldü. Önce Başbakan Andreotti'nin "İşte Gladio'cular bunlar" diye açıkladığı 622 kişilik listenin gerçeği yansıtmadığı ileri sürüldü. Parlamento Terör Komisyonu Başkanı Martino Dorigo "şu anda 2.000 aktif Gladio üyesinin yanı sıra, 1500 civarında gladyatör de çeşitli operasyonlarında kullanılmak üzere hazır vaziyette. Andreotti bu gerçek listeyi saklamak ve zaman kazanmak için soruşturmayı saptırdı, yanlış isimleri hedef gösterdi" dedi.
Dorigo, gizli servislerde bulunan bazı dosyaların Gladio tarafından değiştirildiğini ya da yok edildiğini de ekledi. Dosyalarda Moro'nun öldürülmesi, Trani hapishanesinin ayaklanması, Achille Lauro'nun Filistinlilerce kaçırılması ve birçok olay hakkında bilgiler bulunuyordu.
Bu iddialar ortalığı karıştırırken, bir bomba daha patladı: Eski CIA ajanı Oscar Le Winter Almanya'da bir röportaj sırasında çarpıcı açıklamalarda bulunmuştu. NATO gizli bir oturumunda üye ülke gizli servislerine, sağcı ve anti-komünist grupların eylemlerini takip etmeme ve soruşturmamaya ilişkin bir protokol sunulmuş ve bu zorunlu kılınmıştı.
Böylece İtalyan savcılar bu bilgi üzerine soruşturmalara daha da ağırlık verdiler ve eski defterleri karıştırmayı hızlandırdılar. Böylece SISMI'nin 7'nci bölümüne bağlı olarak çalışan "K" departmanının, yani Gladio'nun tetikçilerinin birçok saldırı ve bombalama olayına karıştığı anlaşıldı. Bologna savcıları 85 kişinin öldüğü katliamdan sonra başlatılan soruşturma sonucunda NATO antlaşması konusundaki iddiaları doğrularcasına "K" bölümünü olayla ilgili suçladılar. 466 sayfalık iddianamede, SISMI Başkanı General Santovito'nun ve sağ kolu Francesco Pazienza'nın ve Licio Gelli liderliğindeki "Propaganda 2" (P2) Mason Locası'nın da olaya karıştığı ileri sürüldü.23
21 Mart 1991 tarihinde çok ilginç bir şey daha olmuştu. İtalya Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga, İtalyan Radyo Televizyon Kurumunun (RAI) üçüncü kanalındaki "Cose La Patria" (Vatan Nedir?) programında yaptığı on beş dakikalık konuşmasında, hem NATO'nun gizli terör örgütü Gladio'yu hem de mason locası P2 mensuplarını, vatan aşkıyla yanıp tutuşan milliyetçi ve vatanseverler ilan ediyordu. Ona göre, asıl ihanet şebekeleri devlet ve milliyet düşmanları, Gladio'cu ve mason olmayanlardı.
Aldo Moro Cinayeti ve Kissinger Faktörü
Gladio tarafından öldürülen Aldo Moro, mason localarına, mafyaya karşı büyük bir mücadele vermiş ve sonunda bu güçler tarafından "tasfiye edilmişti".
Böylece 90'ların başında herkes Gladio'yu konuşur oldu. Tam da bu sıralarda, sürpriz bir gelişme oluverdi: Parlamento Terör komisyonu'nun sosyalist üyelerinden Luigi Cipriani öldü ve evraklarının içinden bir not defteri çıktı. Kapağında, yozlaşmış İtalyan devletini ima ettiği sanılan "çürük imparator" kelimeleri yazan defterde, Aldo Moro cinayetiyle Gladio arasında bağlantı olduğu yolunda önemli iddialar vardı. Cipriani, Moro'nun yıldızının ABD'yle hiç barışmadığından sözediyordu.
Şöyle diyordu Cipriani:

Solda, Aldo Moro'nun rehin tutulduğu süre boyunca eline günlük gazeteler tutuşturularak her gün çekilip basına dağıtılan resimlerinden biri. Sağda araba içine bırakılan cesedi.
"Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'la çatışıyorlardı. Kissinger, Moro'dan çok rahatsızdı ve onun İtalya'yı NATO'dan çıkarmaya çalıştığı yönünde bir izlenim edinmişti. Ekonomik kriz İtalyan Komünist Partisini güçlendiriyor, ABD Başkanı Ford da bundan rahatsızlık duyuyordu. Aldo Moro'nun karısı Eleonora, eşinin Komünist Partisi'yle ittifak politikasından dolayı tehditler aldığını söyledi."
Moro, ölümünden dört yıl önce Dışişleri Bakanı olarak ABD'yi ziyaret ettiğinde o zamanki ABD hükümetinde Devlet Bakanı olan Henry Kissinger'la görüşmüş, bu görüşmesinde Kissinger tarafından "uyarılmıştı". Aynı "uyarı", kimliği açığa çıkmayan bir istihbarat yetkilisi tarafından da yapıldı. Eleonora Moro, kocasının şu sözlerini aktarıyordu:
"Bana şöyle dediler: Ülkendeki tüm siyasi güçleri işbirliğine yöneltme politikandan vazgeçmelisin... Yoksa ödeyeceğin bedel ağır olur!"
Moro bu tehditler üzerine ziyareti yarıda kesip ülkesine döndü. Ancak politikasını değiştirmeyi düşünmüyordu. Amerika'nın baskısı bunun üzerine artmaya başladı. Ziyaretten iki yıl sonra Senato üyesi Henry Jackson İtalya'da kendisiyle yapılan bir röportajda aynı uyarıları tekrarlayacaktı.
Aldo Moro bunlara rağmen "Tarihsel Uzlaşma" adını verdiği sol ve sağ partileri birleştirme politikasına hız verdi. Aynı yıllarda Türkiye'de gazeteci Abdi İpekçi de CHP-AP koalisyonu için liderler arasında mekik dokuyor, kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. İlginç bir "rastlantı" sonucu, ikisi de terörist kurşunlarına hedef oldular. İpekçi'nin "suçu" terör ortamına götürülen bir ülkede yumuşama ve istikrar istemekti.
Cipriani'nin not defteri, başka gerçekleri de gözler önüne sermekteydi: "Moro öldürülmeden önce, Gizli İstihbarat Servisi'ne bir dilekçeyle başvurarak kendisine zırhlı bir araba tahsis etmelerini istedi. Ama araba verilmedi! Olaydan 3 hafta önce bir tutuklu, Roma'da çok yüksek bir siyasi görevlinin kaçırılacağını ihbar etmişti. Bundan 20 gün kadar önce de M. S. Senatore Hapishanesi'nden Aldo Moro'nun kaçırılacağı konusunda bir bilgi sızmıştı. Bu iki bilgiye rağmen istihbarat servisi bunları değerlendirmedi. Politikacılara yeterli koruma sağlanmadı. Ve servis bu bilgileri Moro davasını yürüten mahkeme istemesine rağmen vermedi. Tüm bunları değerlendirdiğimde, şu kanaate varıyorum: Moro'nun kaçırılması ve öldürülmesi, yalnızca Kızıl Tugaylar tarafından değil, içinde mafya ve gizli servislerin de bulunduğu bir grup tarafından gerçekleştirilmiş olmalıydı..."
Bu arada Aldo Moro'nun Kızıl Tugaylar'ın elindeyken yapılan sorgularının tutanakları ve bazı kişilere yazdığı özel mektupları bulundu. Moro bunlarda Gladio benzeri bir yapılanmadan söz ediyordu. Mektupları yakından inceleme şansı bulunan iki kişiden Jandarma Generali Carlos Alberto Della Chiesa kayıp mektuplar hakkında bazı sorular yöneltmesinden birkaç ay sonra yeni görev yeri olan Sicilya'da "Mafya Usulü" bir saldırıyla öldürüldü. Mektupların diğer yakın tanığı, gazeteci Mino Pecorelli ise, 1979'da Roma'da sokak ortasında kurşunlanarak ortadan kaldırıldı. Mektupların içeriğini kamuoyu hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyecekti... 1994'de bir başka gelişme daha oldu. Panorama dergisi, Pierluigi Ravasio adlı bir jandarma paraşütçüsüyle röportaj yaptı. Ravasio şok bir açıklamada bulunmuştu: "Moro'nun kaçırılması sırasında, Sardinya Adası'ndaki Gladio kampının eğitmeni Albay Guglielmi de olay yerindeydi. İşin içinde gizli servisler ve mafya da vardı..."
Gizli servislerle mafyanın yolu, İtalya'da bir tek adreste kesişiyordu:
Gladio...
Aldo Moro Cinayetinin Perde Arkası
İtalya Başbakanı Aldo Moro terörizmin suç ortaklığını gizli servislere bağlamıştı. CIA, Mossad ve BND'yi terörist faaliyetleri organize etmekle suçluyordu. Bunları söyledikten kısa süre sonra da öldürüldü.
Moro'nun öldürülmesi olayında basın, Kızıl Tugaylar'ın o gün Moro'nun izleyeceği yolu nasıl öğrendiklerinden hiç bahsetmediler. Yol polis tarafından her gün değiştiriliyordu, ve bir terörist örgüt tarafından da kolayca öğrenilmesi imkansızdı.
Kızıl Tugayları yakalamak konusunda hiç te israrcı ve başarılı olamayan polis, kısa bir sürede arşiv ve fişleri nasıl ele geçirebildi, bunu kimse açıklayamadı. Bu ölümden kimin ne yararı olduğunu kimse izah edemedi. Bazı politikacı ve polisler Kızıl Tugaylar'la batılı ülkeler arasında ilişki kurmaya çalışıyorlardı. Bazıları da Kızıl Tugaylar'ın arkasında, İsrail'in tipik yanıltma yöntemi olan "KGB Bağlantısı" tezini bulmaya çalışıyorlardı.
Suikastten önce Roma'daki Amerikan büyükelçisi, Washington'a Moro hakkında sürekli rapor yollamıştı. Aynı dönemde, Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski, Moro'ya Washington'a gelmemesini çünkü kimsenin onu görmek istemediğini söylemişti.
3 Mart 1978'de Amerikan Büyükelçisi ve Trilateral üyesi M. Gardner "Aldo Moro İtalyan politikasının en tehlikeli ve en bulanık insanıdır" der. 16 Mart'ta Moro öldürülür. Polis elindeki bilgi ve belirlenmiş isimlere rağmen 56 gün boyunca teröristleri yakalayamaz. Soruşturmayı takip eden memur da 24 saat ortadan kaybolur. Yeni bir kaçırılma olayı söz konusu olabilir endişesiyle polis alarma geçirilir. Sonradan, polis memurunun Sicilya'da yazlık bir ev kiralamaya gittiği öğrenilir. Cossiga 'Plan Zero'yu önerir ancak bu planın fotokopisi polislerde yoktur, kimileri tarafından ise hiç bilinmemektedir. Kısacası son derece umursamaz ve gevşek hareketler söz konusudur.
İtalyan siyasi partileri bu olay üzerine bir araştırma komisyonu kurulmasına gerek olmadığını söylerler. Onlara göre bu "adi bir suçtur." İlerleyen günlerde Moro'nun bir arkadaşına, ölmeden önce "politik çizgimi bana ödetecekler, göreceksin. Aynı Berlinger gibi... O, SSCB'de anlaşılmamıştı. Beni de ABD ve Almanya anlayamadı" diye dert yandığı ortaya çıkar.24 Bir başka ilginç olay da Moro'nun 30 yaşındaki karısına yazdığı mektupta "Elonora yakında beni öldürecekler. Arkadaşlar beni kurtarabilirlerdi fakat kurtarmadılar."25 demiş olmasıdır.
Moro öldükten sonra yerine P2 Locası'nı yöneten önemli isimlerden Giulio Andreotti geçer.26
İtalyan gazeteleri Hıristiyan Demokrat Partili Başbakan Aldo Moro'nun Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılıp öldürülmesi olayının gerisinde de Gladio'nun yattığının savcılık araştırmalarında ortaya çıktığını yazar. Aynı gazetelerde 70'li yıllarda Gladio'nun ülkede terörizmi tırmandırdığı ve özellikle de içine sızmayı başardığı solcu Kızıl Tugaylar örgütünü yönlendirdiği belirtilir.27
Aldo Moro'nun öldürülmesini soruşturan komisyon "parti başkanının kaçırılmasının soruşturulmasında, loca mensubu masonların sessizce geçiştirilmeyecek etkilerini" saptamıştır. Özellikle de, Moro'nun alıkoyulduğu yerin (halk hapishanesi) araştırılmasında ve bulunmasındaki sayısız başarısızlıkların, bugün P2 Biraderlerinin polis ve gizli servislerdeki nüfuzlarından kaynaklandığı ortaya çıkar. O zamanki P2 mensuplarının bilgilerine göre, P2 Locasının Üstadı Gelli, gizli servis yöneticilerinden ve soruşturmanın şefinden sürekli olarak, olup bitenlerin en son durumu hakkında bilgi alabilmektedir.28
Bu arada sol terörizmde de Gladio parmağının olduğu şüpheleri doğar. Polis teşkilatında ve gizli serviste P2'nin üst düzey yöneticileri vardır. Mahkemelerin ve Parlamento Komisyonlarının bilgilerine göre, "silahlı mücadele"nin üyeleri çok sayıda değildir ya da tesbit edilmelerine rağmen izlenmiyorlardır.Her Kızıl Tugay elemanı ortaya çıkarıldığında —Moro kaçırıldığında da henüz hayattayken de— onların hemen hemen tümü biliniyordur. Fakat "Gladyatörler"in elleri bunun üzerinde de oynuyordu. Daha sonra Moro'nun öldürülmesinde kullanılan silah (bir "akrep") hakkında uzmanlar, eski bir tanıdığı bulurlar: Peteano suikastı olayında da izleri görülen birisidir bu... Gladyatör Marco Morin.29
Kızıl Tugaylar-Mossad Bağlantısı
İsrail'in İtalya'da edindiği müttefikler, yalnızca faşist gruplarla sınırlı değildi. 11 Ocak 1982'de yayınlanan Panaroma dergisinde, Kızıl Tugaylara mensup bazı teröristlerin sorgularında, İsrail ajanlarının 1973'ten beri örgütü desteklediklerinin itiraf edildiği yazıyordu. Dergideki habere göre İsrail ajanları teröristlere silah, para, eğitim konularında destek veriyor, İtalyan devletine karşı da korunacakları kendilerine vaad ediliyordu. İsrail ajanları Kızıl Tugaylar'dan, yardımlarına karşılık olarak İtalyan iç politikasında istikrarsızlık yaratmak üzere daha güçlü taahhütler vermelerini ve sansasyonel eylemlere girişmelerini istiyordu. Böyle bir isteğin ise tek bir sebebi olabilirdi: İsrail, İtalya'yı istikrarsızlığa sürükleyerek bu ülkenin Akdeniz bölgesindeki güçlü konumunu bitirmek istiyordu.

Renato Curcio
Pek çok terör örgütü gibi Kızıl Tugaylar da Lübnan'da İsrail'in denetimi altındaki kamplarda eğitim yapmaktaydı. Yanlarında Almanya'dan Baader-Meinhof çetesi elemanları da eğitiliyordu. Bu kamplarda eğitmenlik görevini Mossad'lı subaylar üstlenmişti.30 Tutuklanan Kızıl Tugay lideri Renato Curcio'nun da, Mossad tarafından eğitilmiş olduğu öğrenilmişti.31 Kızıl Tugaylar'ın elemanları yakalandığında, ellerinde Lübnan'daki yerleşim merkezlerinin haritaları olduğu görülmüştü. Üstelik Aldo Moro'nun öldürülmesinde kullanılan silah da Ortadoğu menşeili idi.32
Öte yandan Kızıl Tugaylar'ın örgüt amblemi, Alman Kızılordu Fraksiyonu'nun amblemi gibi beş köşeli yıldızdı. Kızılordu'nun da Kızıl Tugaylar gibi İsrail ve Mossad ile yakın ilişkileri vardı.
Roma'da terorist eylemleri soruşturan müfettiş Ferdinando Imposimato, Il Messaggero gazetesinde 17 Ocak 1982 tarihinde yer alan bir röportajda Panorama'yı doğrulamaktadır. Buna göre İsrail gizli servisinin komplocu İtalyan örgütlerine sızdığı ve bu örgütlere birçok kez silah, para ve bilgi yardımı yaptığı bir gerçektir. İsrail planlarının amacı ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyerek Akdeniz bölgesinin denetimini kendilerinin devralmasını sağlamaktı. İtalya'da reklamcılık ve özel televizyonculuk dalında faaliyet gösteren büyük Yahudi şirketleri de, İtalyan Komünist Partisi yöneticileri ile yakın ilişki içindeydi. Mossad ile çok yakın ilişkide olan İtalya'daki işadamları, İtalyan Komünist Partisi yöneticilerini kullanarak faaliyetlerini sürdürüyorlardı.33
Kızıl Tugayların önde gelen simaları Mossad'ın, İtalya'da istikrarsızlık yaratmak üzere, bir İtalyan yargıcın "Şeytan Planı" olarak adlandırdığı operasyonun bir parçası olarak, suikast hedefleri hakkında kendilerine bilgi sağlayarak yardım etmeye çalıştığını iddia ettiler. Radikal Parti'li bir parlamenter Mossad'ın İsrail aleyhtarı bir devlet adamı olarak nitelenen Aldo Moro'nun ortadan kaldırılmasıyla ilgili olabileceğini söyledi. İtalyan Parlamentosu'nda İsrail'in İtalya'yı istikrarsızlığa sürüklemek istediği açık olan Kızıl Tugaylar'a yardım ettiği doğrulandı.
Moro, terörizmin ve PCI (İtalyan Komünist Partisi)'nin durumunu analiz ediyordu. Bazı gizli servislerin terörle bağlantılarını da inceliyordu. Moro, ölümünden sonra İtalya Başbakanı olan P2 Locası üyesi Andreotti'yi skandal ve yolsuzluklara karışan insanları korumakla suçluyordu. "Lockheed Skandalı 76'daki Hıristiyan Demokrat (DC) Partisi'nin gerileyişi ve Komünist Partisi'nin (PCI) yükselişinin bir meyvesidir. Lockheed Skandalı askeri alandaki yolsuzluklar arasından tesadüfen seçilmiş bir olaydı. CIA ve Mossad'ın geçmişte de İtalya ve ABD'de önemli bir rol oynadığı kanaatindeyim" 34 diyordu.
Aldo Moro öldürüldükten sonra, tuttuğu 53 sayfalık doküman Milan'daki evinde bulunmuştu. P2 Locası üyesi Başbakan Andreotti belgeleri gizli tutmaya çalışmış, fakat gazeteciler bunu ortaya çıkarmışlardı. Bulunan notlarda Moro "partiyle alakamı kestim çünkü çok fazla rüşvet, çok fazla alçaklık ve çok fazla aptallık vardı. Hıristiyan Demokrat Partiden istifa edeceğim" demekteydi. Andreotti'yi de vicdansız, karanlık işler çeviren biri olarak tanımlamıştı.35
Henry Kissinger 1975 yılında, İtalya'da kendi istekleri dışındaki bir hükümete izin vermeyeceklerini açıkça beyan etmişti. Bir CIC (Karşı İstihbarat Birliği) uzmanı olan Kissinger İtalya'da Gladio operasyonunu devreye sokacağına dair açık bir sinyal vermiş oldu böylelikle.
P2 Mason Locası'nın Mossad'ın desteklediği Kızıl Tugaylar'ı kullanarak organize ettiği, Aldo Moro'nun öldürülmesi olayı, İtalya'nın gerekli istikrarlı yapıyı edinmesi için attığı adımlardan birini daha durdurmuştu.
Kızıl Tugaylar Ne Kadar Kızıl?
Aldo Moro'yu kaçırıp öldüren Kızıl Tugaylar, Avrupa'nın gelmiş geçmiş en kanlı solcu terör örgütüydü. Ancak sonradan bunların sadece basit bir solcu grup olmadığı, karanlık bağlantıları bulunduğu bir bir ortaya çıktı. "Kızıl Tugaylar Moro'yu, Gladio'nun emri üzerine öldürdü" iddiaları da bu noktada ortaya çıktı.
Kızıl Tugaylar'ın militan devşirdiği Paris'teki Hyperion Dil Okulu'nun üç kurucusundan biri olan Corrado Simioni, bir dönem CIA bağlantılı Özgür Avrupa Radyosu'nda çalışmıştı. Kuruculardan bir diğeri, Duccio Berio ise, bir dönem İtalyan Askeri İstihbarat Servisi'ne İtalya'daki sol gruplarla ilgili bilgi aktardığını kabul etti... Hyperion Dil Okulu, Aldo Moro'nun kaçırılmasından kısa bir süre önce İtalya'da şube açtı ve Moro'nun öldürülmesinden birkaç ay sonra bu şube kapatıldı! Bir İtalyan emniyet raporunda Hyperion'un Avrupa'daki en kilit CIA noktalarından biri olduğu belirtilmişti...
Moro'nun kaçırıldığı günlerde Kızıl Tugaylar'a ait bir hücre evine yapılan baskında, daha önce İtalyan Askeri İstihbarat Servisi'ne ait olduğu belirlenen bir baskı makinesi ele geçirildi. Kızıl Tugaylar tarafından gerçekleştirilen bir başka kaçırma olayında, çıkan çatışmanın ardından toplanan 92 mermi kovanında yapılan balistik incelemede ise, bu kovanların yarısının Gladio depolarındaki mermilere uyduğu belirlendi...36
"Temiz Eller" Operasyonun Sonucu:İtalya'da Mafyanın Arkasında Devlet Var!
Aldo Moro'nun öldürülmesinden P2 skandalına, mafyadan Gladio'ya her türlü karanlık işin arkasında "Yaşlı Tilki" lakabıyla anılan Hristiyan Demokrat Parti'nin önde gelen isimlerinden P2 Locası üyesi Giulio Andreotti'yi görmek mümkündür.
Soruşturma açan Palermo Başsavcısı Giancario Caselli, elinde güçlü deliller olduğunu iddia eder ve Andreotti'nin hükümet ile mafya arasında köprü görevi yaptığını da ekler.37
Caselli, suç duyurusuyla beraber aynı zamanda 200 sayfalık bir raporu da imzalayarak Senato'ya gönderir ve Andreotti'nin dokunulmazlığının kaldırılmasını ister. 47 yıl aralıksız parlamento üyesi olan ve hükümetlerde savunma, maliye, dışişleri bakanlıkları ve 7 defa başbakanlık yapan Andreotti, eski Cumhurbaşkanı Cossiga tarafından ömür boyu senatör olarak atanmıştır.38
Soruşturmanın sağlıklı seyretmesi açısından Andreotti'nin dokunulmazlığının kaldırılmasını isteyen Palermo savcıları, "Andreotti'nin sağ kolu Sicilyalı Salvo Lima'nın öldürülmesinden sanık, üç eski mafya üyesi pişmanlık duyarak itirafta bulundular. Açıklamalarına dayanarak 200 sayfalık bir soruşturma dosyası hazırladık. Elimizde yeterince kanıt var" dediler. Buna göre özellikle 80'li yıllarda birçok kaçakçılığı ve cinayeti hasır altı etmekle suçlanan Andreotti, yıllardır mafya babalarının korunmasını ve işbirliğini üstlenen üst düzey bir devlet adamı olarak parlamentoda görev almaktaydı.39
Andreotti'nin mafya ilişkilerine dair soruşturma tutanakları, gerçekleri gözler önüne serdi. Mafya'nın "Giulio Amcası"nın 1968-1992 arasında yeraltı örgütüne her türlü desteği verdiği ortaya çıkmıştı.40
Rüşvet ve yolsuzluk skandallarından sonra, Mafya'nın da devletin en üst kademelerine kadar sızdığının ortaya çıkması üzerine, Giulio Andreotti ile birlikte "Birinci Cumhuriyet'in filmi koptu" dendi. Tüm yönetici sınıfı soruşturma altına alındı. Epoca dergisi "suçlananları lütfen linç etmeyelim. Sadece yargılayalım. Ancak bu arada doğacak 'İkinci Cumhuriyet'i sağlam temellere oturtalım" dedi.41
P2-Gladio-Mafya Hükümeti Yargılanıyor!
Andreotti'nin Gladio-Mafya-P2 üyelerinden müteşekkil hükümeti yargı önüne çıkarılır. P2'nin önemli isimleri Sindona ve Calvi de Andreotti dosyasının karanlık simalarıdır. Aslında tüm dünya hükümetlerini saran bu karanlık şebekeler, İtalya'da deşifre edilerek "Temiz Toplum" projesi devreye sokulmuştur. Yapılan bu olağanüstü operasyona da "Temiz Eller" adı verilmiştir.
Aldo Moro'nun kaçırılmasından tutun da P2, Calvi ve Sindona skandalları gibi İtalya'nın gelmiş geçmiş en karanlık skandallarıyla öteden beri özdeşleştirilmiş olan Andreotti, hakkında açılan 28 parlamento soruşturmasından hep dokunulmazlığı arkasına sığınarak kurtulmuştur. Her seferinde de tüm mücadelesini önce dokunulmazlığını korumaya dayandırmaktadır.42
Tommaso Buscetta ve Francesco Marino Mannoia adlı eski mafya üyelerinin tanıklıklarına dayanılarak hazırlanan bir rapora göre, mafyayla mücadele etmesi için Sicilya'ya gönderilen ve 1982 yılında bir suikaste kurban giden terörle mücadele uzmanı eski Sicilya Valisi Carlo Alberto Dalla Chiesa ve 1979 yılında vurulan gazeteci Mimo Pecorelli, Andreotti'nin verdiği emirlerle öldürülmüşlerdir. Raporda Andreotti'nin bu iki kişiyi 1978 yılında eski Başbakan Alda Moro'nun Kızıl Tugaylar tarafından kaçırılarak daha sonra öldürülmesine ilişkin sırrı bildikleri gerekçesiyle öldürttüğü belirtilmektedir.
İtalyan basınında yer alan haberlerde Chiesa'nın ve Pecorelli'nin, hükümet darbesi yapmak üzere eğitilmiş gizli bir askeri örgüt (Gladio) hakkındaki bazı bilgilerin kopyalarını ele geçirdikleri için öldürüldükleri bildirilir.43
Cezaevinde zehirlenen banker Sindona, Londra'da bir köprü altında asılan banker Calvi ve geçen yıl evinin önünde arabasına binerken kurşunlanan parlamenter Salvo Lima, hep bir ucu Andreotti'ye dayanan ünlü skandalların baş kahramanları olarak hatırlanmaktadırlar.44
Bu arada P2 üyesi ve Gladio skandalına da adı karışan İçişleri Bakanı Vincenzo Scotti bu kez de mafya üyesi olmakla suçlanmaktadır. Suçlamada bulunan makam ise Napoli Savcılığı'dır.45 Parlamento'da Mafya Komisyonu Başkanı olan Scotti'nin mafya üyesi olması gerçekten ilginçtir.
Mafya ile işbirliği yapmakla suçlanan bir başka politikacı ise, eski İçişleri Bakanı Antonio Gava'dır. Basındaki haberlerde "Antonio Gava'nın da mafya bağlantısı göz önüne alınırsa, ülkenin güvenlik teşkilatına, polise ve finans dünyasına yön veren siyasetin en yüksek katmanlarının uyuşturucu trafiğini yöneten canilerle yol arkadaşlığı etmiş olduğu ortaya çıkıyor."46 denilmektedir.
Öte yandan İtalya'nın en büyük özel şirketi Fiat ve devlet kuruluşu ENI'nin üst düzey yöneticileri de Şubat 1992'de açılan yolsuzluk dosyalarının içinde yer almaktadırlar. Üç eski Başbakan Giulio Andreotti, Bettino Craxi ve Arnoldo Foriani, ve Giulio Amato hükümetinden beş eski bakan da yolsuzluk suçlamalarıyla karşı karşıyadırlar.
Çizme'deki bunalıma geniş yer ayıran New York Times gazetesi olayları şöyle yorumlamaktadır: "Bu son krizle birlikte, İtalya'da olup bitenler artık gerçek bir Baba filmi senaryosuna taş çıkartmaktadır. Dünyanın beşinci büyük sanayi ülkesinin bunca yıldır mafya patronları ve gangsterleri koruyan politikacılarla yönetildiği anlaşılmıştır. Zincirleme skandallar İtalya'yı giderek trafik ışıkları olmayan bir dört yol ağzına itmektedir."47
Hıristiyan Demokratlar ve Gladio
İtalya'da P2 Locası, gizli servislerle işbirliği içinde çalışarak çok kısa bir zamanda İtalyan siyasi yaşamı üzerinde kontrol sağlamıştı. Bu yolla da P2-Hıristiyan Demokratlar-Gladio üçgeni kurulmuştu. Bu üçgene en büyük yardımcı olarak İtalyan Sanayici ve İş Adamları Derneği, Lions kulüpleri ve benzeri dernek ve kuruluşlar kullanılmıştı. P2 Locası'ndaki generaller, tüm NATO ülkeleri nezdinde kurulan kontrgerilla teşkilatlarından biri olan Gladio'nun mason localarından aldığı talimatlar doğrultusunda, eylemlerini gerçekleştirmesini ve bu eylemlerin örtbas edilmesi işlemini üzerlerine almışlardı. Savcılar da P2 tarafından kendi çıkarları doğrultusunda karar vermeleri için kullanılmış, buna yanaşmayan savcıların ise Sicilya'ya atanmaları sağlanarak ölüm fermanları verilmişti.
CIA'dan önceki ABD gizli servisi OSS'nin gizli dosyaları, bir masonik kuruluş olan ve İtalya'nın pek çok seçkin kişisini içine alan P2 Mason Locası'nın eline geçmişti. CIA ve P2 arasındaki kilit adam Micheal Sindona idi. Sindona, CIA'nın İtalya'daki seçimlere pompaladığı 65 milyon doları götüren kişiydi. Ayrıca, Nixon Hukuk Firması ve John McCottrey ile bağlantısı vardı.48 Bu sıralarda özellikle Hristiyan Demokrat Parti ve Liberal Parti, CIA ile ilişkileri yüzünden tepki topluyordu.49
Gladio'nun Kurmay Kadrosu, İtalya'da Darbeci Masonlar: "20'lerin Gülü"
İtalya'da mason gladyocular değişik adlarla faaliyetlerini sürdürmüşler ve darbe özlemlerini her dönemde canlı tutmayı başarmışlardır. Provokatif kontrgerilla eylemleriyle ülkenin kargaşaya sürüklenmesi ve fail-i meçhul cinayetlerle dolu karanlık tarih bu masonik şebekenin eseridir. İtalya'da ortaya çıkan "20'lerin Gülü" adıyla örgütlenmiş olan darbeci masonlar bunun ilginç bir örneğini teşkil etmektedir. Bu darbe düşkünü masonların ortaya çıkışı, bir cenaze töreni ile başlar.
17 Mayıs 1973'teki bu cenaze töreni sırasında kalabalığın üzerine bir bomba atılır. Bilanço, 4 ölü ve 80 yaralıdır. Saldırının faili Bertoli isimli bir teröristtir. Bu olay birbirini takip eden bir dizi olayın başlangıcı olacaktır.
Bu saldırının ardından İtalya'da bir darbe yaşanır. Darbenin mimarları, adı "Rosa dai Venti" (20'lerin Gülü ya da Rüzgar Gülü) adlı bir gruptur. Darbenin gerçekleşmesine sebep olan Bertoli, SID'in memurlarından yardım görmüştür, Marsilya'da bir süre yaşadıktan sonra İsrail'e göç etmiş ve 2 yıl orada kalmıştır. Bu suikasti yapmak için İsrail'den İtalya'ya geldiğinde bu "Yirmilerin Gülü" adlı grup tarafından misafir edilmiştir.50
Eğer 20'lerin Gülü adlı grup tarafından hazırlanan bu darbe başarılı olsaydı, 2000'e yakın politikacı ve askeri görevli devredışı kalacaktı. Komplocuların ortaklarından Avukat Marchi yakalandığında, yanında bazı tehlikeli ortakların kimliklerinin belirlenmesine ve zararlarının engellenmesine yarayacak belgeler vardı: Bu kişileri şöyle sıralayabiliriz:
- Rafael Molina (Padove Polis Şefi)- Cacallaro (Gladio ile suikastçilerin ilişkisini sağlayan kişi)- Spiazzi Calbay (Verona'daki gizli servislerin başkanı)- Dominioni (NATO'nun Psikolojik Savaş Bölümü Başkanı)- Nordella (gizli servislerle ortak çalışan bir general. Olaydan sonra yurt dışına kaçmayı başardı. Nordella'nın avukatı Degli Occhi, daha sonra işbirlikçilik suçundan tutuklandığında, yanında bir gangster grubunun soydukları bankaya ait faturalar vardı.)
Bu konuyla ilgilenen savcı Tamburino'nun tutuklanan askerlerle ilgili bilgi danışmak için başvurduğu SID Şefi Micelli, cevap vermeden önce Savunma Bakanı'na danışır ve "mümkün olan en az bilgiyi verin" talimatını alır. Bakanın bu ortaklığı sonucu Micelli bilgi vermediği gibi, savcıyı tamamen yanıltmak için yanlış bilgiler verir. Tüm bunlara rağmen mahpuslar konuşmaya başlarlar ve diğer ortaklar ortaya çıkar:
- Ricci (general),- Fanalli (Hava Kuvvetleri eski Başkanı),- Pecorella (Carabinieri Albayı),- Casero (general),- Lo Vecchio (albay),- Marzollo (Gizli Servis'te albay),- Venturi (Gizli Servis Komutanı)
Ayrıca ünlü sermayedarlardan P2 üyesi Sindona ve Lecari de planı finanse etmekle suçlanırlar. "Gül Operasyonu" üzerine yapılan resmi araştırmalar, olaylardan bir kaç ay evvel askeri yönetimin önemli mevkilerinde birçok atamalara ve tahliyelere sebebiyet verir.
İşin ilginç yanı, atamalara Savunma Bakanlığı tarafından karar verilmemiştir. Atamalar, 1973 yılında Sindona başkanlığında yapılan gayrıresmi bir toplantı sonucu kararlaştırılmıştır. Bu toplantıya Sindona, Johnson (NATO'da görevli bir general), Cacioppo ve Cabrini adlı amiraller ve o zamanki Savunma Bakanı P2 üyesi Andreotti katılmıştır.
"Rosa dai Venti" grubununkine benzer bir şekilde, devlete karşı bir başka gizli komplo da Bilderberg üyesi diplomat Eduardo Sogno tarafından yönetilmiştir. Bu komployla ilgili dokümanlara göre darbe "sert, çabuk ve acımasız" olmalıdır. Şimdi tarihte biraz geriye gidelim...
Eduardo Sogno, II. Dünya Savaşı sırasında OSS için çalışıyordu. Allen Dulles tarafından CIA'ya sokulduktan kısa bir süre sonra anti-komünist hareketin kurucusu olarak ortaya çıkmıştı. Daha sonra CIA tarafından finanse edilen "Demokrasiyi Savunma Komitesi"ni kuracaktır. 1971-73 yılları arasında Fiat şirketi ona, 187 milyon dolar, ve Agnelli'lerin sahibi olduğu Turin Endüstri Birliği de 12 milyon dolar bağışlar. Ve 1974 yılından itibaren de ayda 7 milyon dolar vermeyi vaadeder.
28 Mayıs 1974'de Piazza Delle Logia'da sağcıların gösterisi sırasında bombalar patlar, 6 kişi ölür, 100'den fazla kişi de yaralanır. Araştırmayla görevli savcılardan M. Arcari, polisin ortak çalışmak istememesini ve üstü olan Travato'nun hareketlerini resmi olarak protesto eder. Polis şefi Diamara, savcı olay yerinde araştırma yapmadan önce alanı tamamen yıkatır. Bu yüzden savcı hiçbir teknik analiz yapamaz ve patlayıcıdan eser dahi bulamaz.
Ertesi gün savcının oğlu polislerce tutuklanır. Teröristlerle ortaklıkla suçlanır. Bunun üzerine Arcari olaydan çekilir. Eldeki tutuklular ya serbest bırakılır ya da uzaklardaki hapishanelere gönderilir. Savcı basına yaptığı açıklamada şunları söyler: "Beni bu işten uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Suikasti yapan gruptaki polisler ortaya çıkmasın diye araştırmalara hile kattılar. MAR (Devrimci Harekat Grubu)'na katılan polisler, çok üst derecede polis ve İçişleri Bakanlığı üst düzey görevlileridir... Tutuklananların arasındaki Malfredi adlı bir kişi İçişleri Bakanı'nın bir ortağıdır. Güvenlik Müfettişi General Musolino teröristleri korumaktadır. Komiser Calabresi'yi öldüren Nardi, uzun süre binbaşı Mezziani'nin evinde saklanmıştır...."
Gazeteciler bu suçlamaları niye yaptığını sorduğunda ise "Bunları gerçekler ortaya çıksın diye söylüyorum. Teröristler üst düzey görevlilerince korunurken, olaydan alakasız gençlerin tutuklanması doğru değil" cevabını verir.
3-4 Ağustos'ta "Italicus" adlı uluslararası bir trenin yakınlarında bir bomba patlar. 12 ölü, düzinelerce yaralı tesbit edilir. Aşırı sağcı örgütlerle ilgili bir sürü ipucu yakalanmıştır. Olayla ilgilenmek üzere savcı Occorsio görevlendirilir. Savcı, gizli servisinden bu örgütlerle ilgili bilgi temin etmek ister. Gizli servis bu üç örgütün ilkinin var olmadığını, son ikisininse barışsever olduğunu bildirmiştir.51 İtalyan gizli servisi örgütlerin gerçek kimliğini saklamayı tercih etmiş, Occarsio ise bir süre sonra Roma'da öldürülmüştür.
Mossad'la bağlantılı olan SID Başkanı Maletti ve Yarbay Labruna'ya yapılan suçlamalarsa şunlardır:
- Padoue'daki neo-faşist Marco Pozzan'ı SID lokalinde günlerce koruduktan sonra 13 Ocak 1973'de İspanya'dan kaçırtmak için sahte pasaport sağlamak.- Bu pasaportu almak için kanunsuz belge düzenlemek.- SID ajanı Giannettini'ye yardım etmek.
Devlet güvenliğinin ortaklığı olmadan, değişik gizli servislerin koruma ve yardımı olmadan, casuslara yapılan maddi yardım olmadan bu terör hareketlerinin gerçekleştirilmesi imkansız gözükmektedir.
Şimdiye kadar pek çok gazeteci ve bağımsız savcı bu olaylarla ilgili araştırma yapmıştır. Yapılan her araştırmanın sonucunda, teröristlerin yüksek düzeydekilerle ortaklıkları olduğu bulunmuştur... Ama bu araştırmaların sonucunda yapılan suçlamaların belki de en sert olanı, uzun süre Adalet dağıtma görevi yapmış bir kişiden gelmiştir. Roma Başsavcısı Spagnuolo, Ocak 1974'de yaptığı konuşmada "polis teşkilatını temizlemek lazımdır. 50'li yıllardan beri İçişleri Bakanlığı ve gizli servisler politik hareketlerde görevli memurları korudular. Leone, Henke, Miceli gibi askeri güvenlik hizmetleri sorumluları, hükümet başkanı Rumor ve Polis Teşkilat Başkanı Mangano bunlardan sadece birkaçıdır" demiştir.
D'Amato polisin içindeki karışıklığın sebebi gibi gözükmektedir. Ama başsavcı görevde olduğu dönem boyunca onlarla ortak çalıştığını unutmuştur. 1969'dan beri ne zaman ki bir savcı onurlu bir şekilde görevini tamamlamak ve cinayetleri takip etmek istese, İtalyan Yüce Mahkemesi tarafından anlaşılmaz sebeplerle görevden alınmış, daha uslu ve zararsız bir göreve getirilmiştir.52
1968 yılında patronlarla gizli servislerin ilişkisini sağlayan bir gizli servis albayının intiharını araştırmak isteyen savcı Pesce görevden alınır. Bulduğu belgeler gizli servislere iade edilir. Telefon dinleme olayını araştıran savcının bulduğu belge ve kayıtlar mahkemeden gizlenir. Bu araştırmada politikacılar, İtalyan gizli servisi, yabancılar ve pek çok isim geçmektedir. Ama yargıçlık bu görevi Roma mahkemesine devreder ve tutukluları da serbest bırakır. Ve daha pek çok yargıç olaylardan uzak tutulur. Teröristler de davalar sonucu tek tek serbest bırakılır.53
İtalyan politika sınıfı, sadece sağcılar değil, fakat istisnasız olarak tüm kanatlar, çıkarları ve politik karları için bu şiddet olaylarından faydalanmışlardır. Bu sınıf bu saldırılardan doğrudan ya da dolaylı yoldan faydalanmıştır.
ETA-Gladio İşbirliği ile Öldürülen İspanya Başbakanı: Carrero Blanco
İspanya Başbakanı Carrero Blanco, 11 Aralık 1973'te teröristler tarafından öldürüldü. Yapılan araştırmalarda herhangi bir ipucuna rastlanamadı. Daha sonra cinayeti ETA'nın işlediği anlaşıldı. Cinayeti işleyen ETA komandoları ise iki gizli servisin gözetimi altında çalışmalarını sürdürüyorlardı.
Gerçekleşene kadar iki ayrı gizli servis de olaya destek veriyordu. Ve İspanyol gizli servisleri güvenlik görevlilerine birçok kez müdahale etti. Ayrıca İspanyol polislere de, teröristlerin durdurulup rahatsız edilmemesi konusunda müdahale ettiler.
1973 Ocağında Madrid'de pek çok terörist zanlısı saptandı. Ama onları yakalamak için hiçbir girişimde bulunulmadı.
Aynı yılın Şubat ayında bir İspanyol gizli servis görevlisi, Madrid'de bir kafede polisin aradığı teröristleri bulur. Bundan üst düzey yetkilileri haberdar ettiğinde bu konuya karışmaması konusunda uyarılır.
İspanya'da Baskların ETA'sı kontra bir güç olarak ortaya çıkarılmış ve İspanya Gizli Servisi CESID'le doğrudan bağlantılı olarak eylemlerini düzenlemişti. Akdeniz ülkelerinde aynı ETA özelliği taşıyan birtakım kontra örgütler de o ülkelerin gizli servislerinin yönlendirdiği biçimde hareket etmekteydi. SISMI-Kızıl Tugaylar bağlantısı bunun bir örneğidir.
ETA gerillası ile Der Spiegel dergisi arasındaki bir röportaj, Avrupa'nın iki büyük terör örgütü ETA-IRA bağlantısını ortaya koymaktadır:
Spiegel: ETA neden Başbakan Carrero Blanco'yu öldürüyor da eyaletbaşı olan Franco'yu öldürmüyor?
ETA: İnanıyorum ki bugün Franco'yu öldürmenin pek anlamı olmazdı. Bizce, Franco rejiminin devamlılığını sağlayan herhangi birini saf dışı bırakmak daha önemliydi. Basklara ve İspanyollara faşist rejimin sivri yönlerinin zedelenebilir olduğunu göstermek istedik.
Spiegel: Milli bir azınlıkla özellikle birlikte çalışıyor musunuz, örneğin IRA ile?
ETA: IRA ile ilişkilerimiz iyi, çok iyi...54
Kızıl Tugaylar lideri Renato Curcio da, diğer terör örgütleriyle ilişkilerini "RAF ve Action Direct ile ilişkimiz vardı. ETA ve IRA ile temaslarımız oldu." 55 sözleriyle açıklamıştır.
17 Eylül 1982 tarihli Hürriyet gazetesinde de İspanya'da yayınlanan haftalık Actuel dergisinden alıntı yapılarak Mossad'ın Marsilya Mafyası aracılığıyla İspanya eski başbakanlarından Adolfo Suarez'e karşı planladığı suikast girişimi ve bunun önceden fark edilerek önlenmesinden bahsetmiştir. Bu da İspanya ve çevresinde dönen kirli dolapların sadece basına yansıyan küçük bir kısmıdır.
Gladio: Mossad-P2 İttifakının Yasadışı Sokak Gücü
P2 Mason Locası deşifre olan tek masonik kontrgerilla şebekesiydi. Fakat masonluğun sırlarını korumaktaki ustalığı düşünülürse, P2'nin bir istisna değil, diğer ülkelerdeki localara bir örnek olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla kontrgerilla, masonluğun yasadışı sokak gücü olarak karşımızda şekillenmektedir.
Masonluk alt örgütlere kontrgerilla vasıtasıyla inebilmektedir. Bu örgütlenmeler arasında Adli Tıp, Savcılık ve Emniyet gibi önemli kademeler vardır. Dünyanın pek çok ülkesinde Mossad-Masonluk-Kontrgerilla zincirini bu kademelerde ezici güçler barındırmaktadır. Örneğin Adli Tıp kurumlarının bu örgütlenmenin izni dışında dışarı bilgi vermesi mümkün değildir. Kontrgerillanın temel özelliği ise aynen masonluk gibi halka kapalı olmasıdır. Bu gizlilik zaman zaman masonlar tarafından ancak "gerektiği kadar" deşifre edilir. Masonluk kontrolü dışında kontrgerilla'nın kendi kendini deşifre etmesi ise söz konusu değildir. Devletlerin kontrgerillayı açıklaması da aynı şekilde mümkün değildir. Zaten genelde, kontrgerilla hakkında soru sorulan kişiler de bu zincirin içinde yer alanlardan seçilmektedir. Bunun en iyi örneği "kontrgerilla açıklansın" diyen P2 Locası'nın önde gelen isimlerinden İtalya Başbakanı Andreotti ve yine "Kontrgerilla vardır" diyen P2 Locası Üstad-ı Azamı Gelli'dir. Aldo Moro cinayeti, savcı katliamları ve benzeri cinayetlerin faili P2 Locası, kontrgerillayı inkar etmek değil masonlukla bağlantısız göstermek amacını güdüyordu. Bu da masonların "gerektiği kadar deşifre etme" yöntemlerinin bir parçasıydı.
Mossad dünya üzerindeki hemen hemen tüm kontra hareketleriyle yakından ilişki içindedir. Hindistan'da Sihlerden, Sri Lanka'da Tamillere, Güney Afrika'da İnkatalardan Lübnan Falanj Partisine, Ermeni Asala Örgütü'nden Azerbaycan Milli İstiklal Partisi'ne, İtalya'da Kızıl Tugaylar'dan İspanya'da ETA'ya, Peru'da Aydınlık Yol Gerillaları'ndan Sırbistan'da Çetniklere, Yunanistan'daki 17 Kasım Örgütü'nden, Latin Amerika'daki bütün kontra hareketlerine kadar tüm kontrgerilla örgütlenmelerinde Mossad damgasına şahid oluyoruz.
Gladio-Terör Örgütleri İlişkisi
Günaydın gazetesindeki bir haberde, Gladio'nun terör örgütlerine nasıl nüfuz etmesi gerektiği Kontrgerilla'nın kendi iç kitabı olan FM [Field Manuel (Sahra Talimnamesi)]'den alınarak verilmiştir:
FM 30-31B adlı dosyada Amerikan İstihbarat Örgütleri'nin birçok ülkede aşırı solun içine özel eylem grupları sızdırarak terör hareketleri düzenlediği bildiriliyor. Anarşi, terör örgütlerine sızan bu özel ajanlarla şiddetlendiriliyor.56
Dünyanın hemen her yerinde sayısız terör örgütü faaliyet içindedir. Ama bunlar nedense Mossad, CIA gibi istihbarat örgütlerinin, ve bunların uzantılarının bütün çabalarına rağmen (!) bir türlü susturulamaz. Zaman zaman bu terör örgütlerinin birbiriyle bağlantılı olduğu ortaya çıkar, "uluslararası terörizm"den bahsedilir. Kimi zaman da bu örgütlerin CIA'nın, Mossad'ın hesabına çalıştığı ortaya çıkar, ama nedense hemen bu "zararlı bilgiler" hasır altı edilir, unutturulur.
Aslında bunlar bir gerçeği ortaya koymaktadır: Anarşist örgütleri Mossad-CIA ve bunun uzantısı olan kontrgerilla kurmaktadır. Bu örgütlerin ihtiyaç duyduğu istihbaratı da, parayı da sağlayan bu zincirdir. Kontrgerilla himayesi dışında anarşist örgütlerin yaşaması ise mümkün değildjr. Beslediği bu örgütleri, ihtiyacı kalmadığında ortadan kaldıran ise yine kontrgerilladır. Dünyadaki sağ-sol bütün önemli terör örgütlerini kontrgerilla yönetmektedir. Yüzlerce kişiden oluşan bir gizli örgütün halkın ve güvenlik güçlerinin gözünden kaçması mümkün değildir. Kontrgerilla, himayesinde olan terör örgütlerinin istihbarat ve koruma görevini yapar. Haklarında yapılan ihbarları izleme, takip, vs. gibi bahanelerle gizler, zaman zaman uygun gördüğü tarihlerde uygun aralar ve uygun şartlarda bu örgütlerin içinden kurbanlar alır. Bu kurbanlar en alt militan kesimden olabileceği gibi en üst kademelerinden de olabilmektedir.
Masonluğun yasadışı sokak gücü konumundaki kontrgerillanın normal ideolojiler içerisinde mücadele imkanı yoktur. Komünizm ve faşizm gibi iki yapay ideolojiyi kullanır. Komünist ya da faşist idolojiye bağlı militanlar kendilerini kısa sürede kontrgerilla alanında bulurlar. Çünkü bir komünistin genişçe örgütlenmeye, istihbarata ihtiyacı vardır. Bir faşistin örgütünde yaptığı cinayetlere göz yumulmasına, cephanesinin saklanmasına, yakalandığında hapishaneden kaçmaya ihtiyacı vardır. Kontrgerilla bu imkanları sağlar. İzni olmadan da hiçbir terörist örgütün yakalanması söz konusu değildir. Her terör örgütünün gelişmiş bir istihbarata gereksinimi vardır. Özellikle devlet teşekküllerinde bilinen kendileri hakkındaki bilgiyi öğrenmeleri gerekir. Bu da ancak kontrgerilla ile mümkün olmaktadır.
İtalyan kontrgerillası Gladio, milliyetçi, vatansever geçinen sokak serserilerine, mafya takımına, para, kadın ve de sadist zevklerini tatmin edecek ortamı fazlasıyla sağlamaktadır. Kontrgerillanın gücünü görmüş, sıkıntısını çekmiş birçok aydın ise "bükemediğin bileği öp" mantığıyla, zamanla kontrgerilla saflarında yer almaya başlamıştır. Kontrgerilla gücü, üst düzey devlet memurlarına uygun bir dille hissettirilir, gerekli uyarılar yapılır. Örneğin, İtalya'da Adli Tıp görevlileri kilit noktalardaki adamları bilir ve bunlardan çekinirler.
14 Kasım 1991 tarihli Hürriyet gazetesi, Gladio'nun terör örgütleri ile arasındaki bağlantıyı açıkça ortaya koymaktadır:
İşine geldiği zaman sağ terör örgütlerinin, işine geldiği zaman da sol terör örgütlerinin içine sızan, sonra da bu örgütleri birbirine düşüren, bu örgütleri kullanarak terör olaylarını kışkırtan ve bunlara ayrı ayrı sabotajlar yaptırtan Gladio'yu köşeye sıkıştırmak imkansızlaştı.
CIA ajanı David Galula da şöyle söylüyor:
...İlk adım, şuursuz terörizm: Şuursuz terörizmden maksat ayaklanma hareketleri ve sebepleri için fazla alaka toplamak ve halkın dikkati bir defa çekildikten sonra gizli olarak bulunan tarafları cezbetmektir...
İkinci adım, seçilmiş terörizm: Seçilmiş terörizm çarçabuk, şuursuz terörizmi takip eder. Bundan maksat isyanı bastırmakla görevli olan tarafı halktan uzak tutmak, halkı mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif suç ortaklığını temin etmektir.
Bu da memleketin muhtelif yerlerinde bazı kimseleri, hala en yakın teması olan küçük rütbeli hükümet memurlarını, polis, postacı, belediye reisi, belediye meclis azası ve öğretmen gibi insanları öldürerek yapılır. Yunanistan'da giriştiği sansasyonel saldırılarla kendisinden söz ettiren "17 Kasım Terör Örgütü"nün askeri silah ve teçhizat kullandığı ve askeri personeli bünyesinde istihdam ettiği ileri sürüldü. Bu ipuçları örgütün Kızıl Tugaylar gibi kontrgerilla olduğu iddialarını gündeme getirdi.57
Terör Örgütleri Tek Bir Merkezden mi Yönetiliyor?
Ebu Nidal'den Çakal Carlos'a, Kızıl Tugaylar'dan Barzani'ye, ETA'dan Baader-Meinhof'a, Gladyatörlerden Neo-Nazilere, Çetnikler'den Ustaşalar'a tüm terör şebekeleri Mossad'la içiçedir. Bu örgütlerin birçoğu aynı zamanda Opus Dei, P2, Thule gibi localarla da bağlantılıdır. Belli başlı istihbarat servislerinin bağlantılarını ele aldığımızda olay daha da karmaşıklaşır. SDECE-MI5-Mossad-CIA işbirliği bunun bir örneğidir. BND'nin Mossad'la, KGB'nin Gladio ile işbirliğine girmesi de konunun çarpıcı gerçekleridir.
P2'nin bir üst kolu olan Monte Carlo Locası, Trapani C Locası gibi Mafya Locaları, 20'lerin Gülü gibi Darbeci Gladyatör localar da bu karanlık sistemin dişlilerinden birkaçıdır. Bütün dünyayı saran Gladio ve masonluk skandallarının arkasından Andreotti gibi üst düzey bürokratlar çıkmaktadır. "Terör olaylarından bu kişilerin ne menfaati var?" sorusuna bir cevap bulmak gereklidir. Tıpkı Mısırlı zengin bir Yahudi bankerin oğlu olan Henri Curiel'in tüm terör örgütlerini kendi evinde barındırıp, silahlandırmasından ne kazancı olacağı sorusu gibi... Henri Curiel, "dayanışma" yöntemiyle "Tek Merkez" uygulamasını en çarpıcı şekilde gözler önüne sermişti. Dayanışmanın evlerinde dünyanın çeşitli terör örgütlerine mensup kişiler emniyet içinde olabiliyorlar, kanlı hesaplaşmalar bu evlerin dışında gerçekleşiyordu. Tüm istihbarat servislerinin adresini ezbere bildiği bu dayanışma evleri nedense hiç basılmıyordu. Teröristler burada huzur (!) içinde birarada bulunabilirlerdi. Kissinger'ların, Meyer Lansky'lerin emeğiyle kurulan bu sistem bugün ihtiyaç olduğunda devreye sokulacak şekilde el altında tutulmaktadır. Yeni Dünya Düzeninin mimarları için yeni Herbert Marcuse'lar bulmak pek de zor değildir. 3M'in efsane Herbert Marcuse'sinin de Yahudi olduğunu düşünürsek 68 olaylarını daha iyi tahlil edebiliriz.58
Mossad-Yahudi Lobileri-Masonluk-Gizli Servisler-Mafya-Terör Örgütleri zinciri uyuşturucudan, fuhuşa, kumardan, silah kaçakçılığına, Kontralardan, Gladyatörlere uzanan geniş bir kirli işler yelpazesini kontrolü altında tutmaktadır.
İtalya ve İspanya'da terör olayları yaratan ve faaliyetlerini masonların kontrolünde yürüten aşırı sağcı bir örgüt olan RACOIN (Raporti Commerciali Internazionali), P2 Locası'yla bağlantılı olarak İtalya'ya silah ticaretini sağlamaktadır.
1976'da Başsavcı Occorsio'nun ölümünü araştırdığında polis RACOIN adlı silah satışıyla ilgilenen bir şirkete ait belgeler bulur. Yıllık kazancı 500 milyon dolar olan bir şirket. Gazeteler RACOIN'in arkasında bir bakan, bir devlet sekreteri, bir meclis üyesi, pek çok güvenlik servisleri müdürleri ve masonların olduğunu açıklamıştır. Başsavcı Occorsio P2 Genel Sekreteri M. Mingheli'yi de adam alıkoyma, kanunsuz para gizlemekle suçlamıştı. Coppolo da bu locanın üyelerindendi.
Şirket kurulduğunda 250 bin dolar olan bütçesi, kısa zamanda 20-25 milyon doları geçmişti. Bu para çok-uluslu topluluklardan ve gizli servislerden geliyordu. Bu paralar transit kanallarla, özel bankalarla geliyor, bu şekilde para verenlerin bilinmesi önleniyordu. Sadece İtalya'daki bir Amerikan petrol şirketi 50 milyon doların üzerinde yardım yapmıştı.59
"Gerçek Terör Şebekesi"
Dünyadaki gerçek terör şebekesi olan ABD ve İsrail'in, yalan haber yazma ustası olan ajan gazetecilerini kullanarak suçu nasıl başkalarına attıklarını bu bölümde ayrıntılarıyla ele alacağız.
Noam Chomsky'nin yakın dostu Edward Herman'ın The Real Terror Network isimli kitabı, CIA ajanı Claire Sterling'in The Terror Network kitabındaki dezinformasyonlara karşı yazılmıştır. Claire Sterling'in kitabında ABD ve İsrail terörüne hiç değinilmezken, Doğu Bloku tüm terör eylemlerinden sorumlu tutulmaktaydı.
The Real Terror Network'e göre ABD "hiçbir zaman resmi bir şekilde terörist olanları desteklemez sadece Libya ve Sovyetler Birliği bu tip işler yapar" tarifinde verildiğine göre, ABD sadece, bağımsız hükümetleri teröristlere karşı korumak için onları destekler(!) Bu yalanı her hükümet söyler. CIA de hükümetin bir kolu olduğu için yalanla en iç içe olan odur. Bundan daha ilginç olanı, CIA'nın bu tip yalanları kendi raporlarında yayınlarken dolaylı yollardan da Claire Sterling'in yazılarında ve Robert Moss'la Arnauld de Borchgrave'in dezinformasyon takımında da bu yalan haberlerin ortaya çıkması ve yayılmasıdır.60

En çok kullanılan bir diğer yöntem şöyle özetlenebilir: "Eğer birşeyden hoşlanmazsan ona terör damgasını vur." Bu tanım NATO Genel Sekreteri Alexander Haig ve diğer birçokları tarafından çok güzel kullanılmıştır. Claire Sterling ise terörün kesin bir tanımını asla yapmamıştır, fakat kitabı The Terror Network'de, Pinochet, Videla, Güney Afrika ve Latin Amerika'nın ölüm timlerini açıklama yapmadan konudışı tutmuştur. Sterling'in hikayelerine kaynak olan terör küçük ve daha az etkili olan terördür. Dikkatli bir şekilde tüm teröristleri aşırı sağdan uzak tutmuş, çok az ayrıntı açıklamıştır.61
Sterling'in kitabında bahsedilen ayrıntıların çok büyük bir kısmı haberalma kaynaklarından gelmektedir. Kitabın geriye kalan küçük bir kısmı da propagandacı Borchgrave, Michel Ledeen, Robert Moss, Michari Crozier ve diğerlerindedir.
CIA'nın Angola'daki operasyonlarının başında bulunmuş olan John Stockwell "biz savaştan sonra Küba'nın Sovyetler Birliği'nin emri olmadan bu savaşa girdiğini öğrendik. Küba liderleri kendi ideolojik sebeplerinden dolayı savaşmışlar. Bizim Angola programımız (aynı Kastro'ya karşı yapılan Domuzlar Körfezi ve Mongoz Operasyonu gibi) politikacılarımız tarafından yalanlanmış ve ABD halkından gerçekler saklanmıştır. Kübalılar kendi programlarından utanmıyorlar. Ve bunu kendi insanlarından ya da dünya basınından saklamaya gerek duymuyorlar" demiştir.62
Sterling'e göre uluslararası terörizm Moskova tarafından Batı demokrasilerini yok etmek için kullanılmaktadır. Sterling'in kitabındaki genel amacı terörün kaynağını Doğu Bloku'na yönlendirip Batı kaynaklı terörü gözardı ettirmektir.
Orlando Bosch, hiçbir zaman Haig ve Kirk Patrick tarafından bahsedilmeyen bir katildir. O ve grubu, yani Kübalı mülteci faşist teröristler, 1976'da Küba Havayolları'nı bombalayarak 73 kişinin ölümüne sebep olmuşlardır. Bocsh ve yakın arkadaşları Küba'daki gizli ve yasa dışı savaş için CIA tarafından eğitilmişlerdir. Ve son yıllarda Bocsh'un Şili ve Venezuella gizli polisiyle yakın ilişkileri olmuştur... Bu gizli polislerde aynı şekilde CIA tarafından eğitilmişlerdir. Acaba Bosch bir CIA ajanı mıdır? Eğer bir kişi değil Libya, Küba veya Sovyetler Birliği tarafından eğitilmek, orayı ziyaret edecek olsa hemen Haig-Moss-Sterling tarafından damgayı yer, fakat hangi nedenden olduğu belirsiz aynı kurallar CIA'nın eğittiği kişiler için geçerli olmamaktadır.
David Yallop, Claire Sterling'in Mossad-CIA destekli dezinformasyon kampanyasını şöyle anlatır: Langley, Tel Aviv ve Londra'da bulunan dezinformasyon kampanyası ardındaki kişiler en büyük darbelerini hazırlıyorlardı. Bunlar CIA direktörünü, Amerikan Dışişlerini, Başkanı ve Başkan Yardımcısını ve onların yardımıyla Margaret Thatcher'i kendi yalanlarının saf gerçekler olduğuna inandırma yolundaydılar. Bunun için bütün herşey hazırdı. Sadece bütün planlananlara inanacak Amerikalı bir yazara ihtiyaç vardı. Bu da Claire Sterling idi. Yazdığı kitap The Terror Network (Terör Şebekesi) saçmalıklarla dolu idi. Kitabın girişinde yazdığı "bu kitabı yazarken CIA ile hiçbir bağlantım olmadı" sözü sadece görünürde geçerli olabilirdi. Aslında dolaylı olarak CIA yanında MI6 ve Mossad'ın dezinformasyon kampanyalarına da hedef olmuştu. Sterling'in kitabında Carlos'la ilgili bölümler okuyucuya inandırıcı gelebilir. Payne, Dobson, Smith, Crozier eski Fransız Dışişleri Bakanı Paniatowski ki bakan haberleri ilk 4 kişiden alıyordu.63
Gladio Örgütlenmesinde Görev Alanlar?
Mason locaları, Faşist örgütler ve CIA ile içiçe faaliyet gösteren Gladio örgütlenmesi, güçlü bir istihbarat bağlantısını gerçekleştirmek için, FM 31-16 simgeli "Kontrgerilla Hareketleri" adlı Amerikan Talimnamesi'nin 34'üncü sayfasında da belirtildiği gibi aşağıdaki kişileri bünyesinde barındırmaktadır.
FM 31-16 simgeli Counter Guerilla Operations (Kontrgerilla Harekatları) adlı Amerikan Talimnamesi'nin 34. sayfasında, azgelişmiş ülkelerdeki "Temizlik Harekatı"nın gerçekleştirilmesi için, Kontrgerilla örgütlenmesinin içinde, ACC (Bölge Koordinasyon Merkezi) emrinde de görevlendirilecek şekilde kimlerin birlikte sunulacağı belirtilmekte ve ek olarak CMAC (Civil Military Advisory Committee) Sivil-Asker İstişare Komitesi'nin kurulması da önerilmektedir.
Böyle bir örgütlenme içinde bulunması gereken kişiler anılan talimnameye göre şunlardan oluşmaktadır:
1. Yerel Polis Müdürü2. Okul idaresi ve müdürleri3. Yargıçlar ve hukuk temsilcileri4. Sendika lideri veya liderleri5. Etkili basın yayın organlarının yayımcıları6. Büyük iş ve ticaret kuruluşlarının temsilcileri7. Diğer etkili kişiler
Basın-CIA-Mossad-Gladio İşbirliği
Bazı basın organları ve kontrgerilla, dünya çapındaki önemli eylemlerin flaş haber şeklinde yayılması veya örtbas edilmesi, suçluların deşifre edilmeden gizlenmesi ve yalan haber yayılmasında gizli servislerle işbirliği yapar. Eylemi Kontrgerilla, reklamını ise basın yapar. Kontrgerilla bomba patlatır, basın sansasyonunu ayarlar. Suçluyu suçsuz, ahlaklıyı ahlaksız gösterir, uyuşturucu kaçakçısından bahsetmez, bu suçlamaları masum kişilerin üzerine yıkar. Bu telkinler dünyanın önde gelen basın-yayın kuruluşlarında bu şekilde verilerek, kitle propagandası yapılmış, halk bu şekilde bir düşünceye itilmiş olur. Kontra-Basın son derece saldırgandır, kolaylıkla iftira atar, kendilerinin en iyi düşündüğünü en akıllı ve her zaman haklı oldukları imajını verir. Yalan haber yayma aracı olan bu kuruluşların sahiplerine göz attığımızda herşey daha da iyi şekillenmektedir.
"Basın Kralı" Mossad ajanı Yahudi Maxwell, bir diğer "Basın Kralı" Yahudi Rupert Murdoch, İtalyan basın imparatoru Yahudi Benedetti, CNN'den Yahudi Ted Turner, Yahudi sermayeli NBC, ABC televizyonları, New York Times'dan Yahudi Arthur Sulzberger gibi basın ve televizyon kuruluşlarının önemli isimleri ile gizli servisler arasındaki ilişkiler dikkat edilmesi gereken bir konudur. Ayrıca yalan haberlerle halkı yanıltarak suçluyu masum, suçsuzu suçlu gösterme taktikleri de basın-kontra işbirliğinin güzel bir örneğini teşkil eder. ABD basın-kontrasının ünlü ismi CNN en son Körfez Savaşı'nda CNN-CIA ortaklığının nasıl çalıştığını tüm kamuoyuna sunmuştur.
Gladio'nun patronlarından CIA eski başkanı William Colby, CIA'nın gazetecileri kendi servisinde kullandığını açıklıkla ifade etmiştir:
Pek çok dergi ve gazeteyi basan, Foreign Publications Inc. CIA'ya bağlıdır. CIA, kuruluşundan itibaren basımevlerini, ajansları, gazete ve gazetecileri kontrol eder.64
Dünyada CIA hesabına çalışan radyo merkezleri vardır. Bunlara bu kuruluşun en önemli dalları gözüyle bakılır. Söz konusu yayın organları genellikle yabancı ülkelerin başkentlerinde bulunan ABD konsolosluklarında faaliyet gösterir. Mesela Batı Almanya'da CIA'nın çalışmaları, Bonn'daki ABD Büyükelçiliği'ndeki radyo merkezinden yönetilmektedir.
CIA, parası CIA tarafından karşılanan özel kuruluşların arkasına gizlenerek bir çok faaliyetlerde bulunabilir, bazı işlerini onların aracılığıyla yürütebilir. CIA'nın en ünlü yan kuruluşlarından ikisi 1950 yılında kurulan Hürriyet Radyosu ve Hür Avrupa Radyosu merkezleriydi. En önemli mevkilere CIA'nın ajanları yerleştirilmişti. Radyoların yayınlarını ve programlarını hazırlayanlar da onlardı.65
Washington'daki Çin olaylarını tahlil eden uzmanların raporlar sonucunda yanlış bilgi edindiklerini bilen CIA bu durumdan hiç rahatsız olmuyordu. Durumdan habersiz bazı gazetecilerin FBIS (CIA'nın Dış Yayın Bilgi Servisi) tarafından hazırlanan raporlardaki "gerçek dışı" bilgi ve haberleri değerlendirip makale ve yazılar yazmalarına aldırmıyorlardı.
Bu arada CIA'nın ajanları Çin'de iç karışıklığı artırmak amacını güderken yanıltıcı bilgi yaymaya gün geçtikçe daha fazla önem vermeye başladılar.
CIA kadrosunda sosyologlar, psikologlar, tarihçiler, metin uzmanları çalışıyordu. Hepsi erişilebilecek hedefler seçmekte ustaydılar. Seçtikleri hedef ise gençlik ve aydın sınıftı. Onların vasıtasıyla istedikleri mesajı iletebilirlerdi.66
CIA sahte dokümanlardan bir hayli faydalanıyordu. Watergate skandalının mimarı E. Howard Hunt, 1973 yılında Kennedy hükümetinin Güney Vietnam Başkanı Ngo Dinh Diem'in öldürülmesiyle doğrudan ilgisi olduğu kanısını uyandıran Dışişleri Bakanlığı'ndan çekilen sahte bir telgraf yüzünden suçlandığında kendini şöyle savunmuştu: "Alt tarafı geçmişte, CIA için çalıştığım yıllarda, bu tip şeyler yapmaya alıştım. Bu sahada yetiştirildim... Sahte gazete kupürleri, sahte telgraf dağıtıyorduk".67
Pentagon evrakları CIA'nın propaganda ve yanıltıcı bilgi faaliyetleriyle ilgili bazı örnekler de vermişti. CIA'nın propaganda faaliyetlerine kitap ve dergi yayını da dahildi. Kuruluş yıllarca, Doğu Avrupa mülteci organizasyonlarından New York'taki Frederick A. Trager gibi ün salmış yayın evlerine kadar bir sürü dergi ve yayın organlarına maddi yardımda bulunmuştu. Frederick Trager 1967 yılında CIA'nın isteği üzerine 15-16 kitap yazdığını itiraf etti.68
Kontrgerillanın tipik vasfı hem faşist gruplara hem de komünist gruplara destek verip yapay terörizm oluşturmaktı. New York komünist gazetesi The Daily Worker'a CIA yıllar boyunca para yardımında bulunmuştu. Worker'de çalışanların bu yardımdan haberi yoktu. CIA bu suretle Amerikan kamuoyuna komünist tehlikesinin gerçekten var olduğunu ispatlamak istiyordu.
Gizli servislerin kullandığı Üç çeşit propaganda vardı: gerçeklerin açıklandığı beyaz propaganda, dinleyici ve okuyucunun fikrini değiştirmek için gerçeklerin biraz değiştirilerek aksettirildiği, gerçekle yalanın birbirine karıştığı gri propaganda, ve tamamen yanlış, gerçekten çok uzak bilgilerin verildiği kara propaganda. Aslında yanıltıcı bilgi kara propagandanın bir çeşidiydi. Gizlilik içinde yürütülüyor ve sahte dokümanlarla destekleniyordu.69
1971 yılına kadar CIA'nın en önemli propaganda araçları Hür Avrupa Radyosu (RFE) ve Hür Radyo (RL) idi. Seçkin devlet adamları, emekli askeri liderler ve şirket müdürleri tarafından meydana gelen ve New York'da toplanan yönetim kurulunun sağladığı imkanlar sayesinde görevine devam eden bu iki radyonun asıl istasyonları Münih'te idi. Bu iki radyonun bütçesi 30-35 milyon dolardı. Bu bütçenin % 95'i CIA tarafından karşılanırdı. İlk yıllarda RFE ve RL Demir Perde'de karışıklık çıkartmaya çalışıyordu.
CIA tarafından paraca desteklenen başka bir kuruluş da Asya Vakfı'ydı. CIA'nın bu vakfa yardımı yılda 8 milyon doları buluyordu. CIA vakfa soktuğu adamları ve üyeleri vasıtasıyla çeşitli Asya ülkelerindeki muhalif aydınları desteklemek, Asya'da Çin, Kuzey Vietnam, Kuzey Kore'ye karşı menfi bir hava yaratmak ve yabancı ajan bulmaktan geri kalmıyordu.70
Bugün gerek CIA gerekse diğer haberalma servisleri, ajanın yanında bir de odalara mikrofon veya telefon dinleme aleti takabilecek teknisyen de aramaktadırlar. Hatta bazı ülkelerdeki telefon telgraf kuruluşları CIA'nın hedefleri haline gelmiştir. CIA ajanları dış işleri ve savunma bakanlarından başka hedef ülkenin haberleşme sistemlerine de sızmaya çalışmaktadırlar. Bu hususta CIA'ya Amerikan şirketleri yardım etmektedir. En önemli yardımcısı ise ITT'dir. Posta servisleri de casusluk amacıyla kullanılmaktadır.71
Basın-Kontra İşbirliği: Yalan Haber Yayma
CIA'nın Londra'daki propaganda ve dezinformasyon merkezi Forum World Features (FWF)dır. CIA 1966'da FWF'yi ticari basın ajansı olarak finanse eder ve destekler. Bu ajans dünyadaki bütün gazetelere haftalık haberler satmaktadır. İki sene içinde FWF, 50 gazeteye bilgi sağlayabilecek duruma gelir. Robert Gene Grately adlı bir bağlantı elemanı FWF'nın CIA'nın yatırımlarını geri ödemesini garanti eder. 1975 yılında FWF'nın CIA'nın paravan şirketi olduğu ortaya çıkar ve Başkanı Brian Crozier tarafından kapatılır. Bundan beş sene önce Crozier, Bağlantı Araştırma Enstitüsü'nü (ISC) kurmuştur. Bu da CIA tarafından finanse edilen bir kuruluştur. FWF gibi ISC'de CIA ve İngiliz Gizli Servisi ile yakın bağlantı içindedir. Yıllar boyu bu enstitünün yönetiminde ultra muhafazakar sayılabilecek kişiler bulunmuştur.72

CIA çalışmalarının en önemlileri arasında propaganda ve politik eylem çalışmaları gelir. Amerikan propaganda programlarında CIA'nın rolü, resmi propaganda bölümünce "Beyaz, Gri ve Siyah" olarak üçe ayrılır. Beyaz propaganda açıkça Amerikan hükümeti, yani Amerikan Danışma Bürosu'nca (USIA) yapılan propaganda olarak kabul edilir. Gri propaganda, propaganda malzemesinin kaynağını Amerikan hükümeti olarak göstermeyen ve kendi malzemeleriymiş gibi yayan kişi ya da örgütler aracılığıyla yapılır. Siyah propaganda ise hiçbir kaynağa dayanmayan, var olmayan bir kaynağa dayandığı gösterilen, ya da gerçek bir kaynakla ilgili sahte propagandadır. CIA siyah propaganda çalışmaları yapmaya yetkili tek Amerikan kuruluşudur.73
Gündelik basın, dergi, radyo, televizyon, duvarlara yazılan yazılar, el ilanları, dini vaazlar ve politik konuşmalarla siyah ve gri propagandanın uygulandığı ülkeler de vardır. El ilanları veya duvara yazılan yazıların önemli etki yaptığı ülkelerde, merkezlerin gizli basım ve dağıtım olanakları sağlaması, duvarlara sloganlar yazacak ajan ekipleri kurması gereklidir.
Bu tür çalışmalar hükümetin komünizm konusunda, CIA tarafından istenmeyen bir politika gütmesini sağlayan politikacıları etkisiz kılmak için yapılır. Amerika'nın çıkarlarına daha uygun olması halinde yasa dışı yöntemlere veya askeri darbelere başvurulur. Askeri darbenin gerçekleşmesinde CIA genellikle komünizme karşı koyma kozunu kullanırsa da külçe altın ve çuvallar dolusu para çoğu kere aynı ölçüde etkilidir. Bazı durumlarda bir merkez görevlisinin tam zamanında harekete geçmesinin ardından yapılacak gösteriler, sonunda da düzenin sağlanması ve ulusal birliğin kurulması adına komutanların işe karışması yararlı bir yoldur.
CIA'nın "gri ve siyah" propagandalarını yayınlayan uluslararası ajanslar; Associated Press (AP), Reuters ve United Press International'dır. CBS televizyon şirketi genellikle CIA haberlerinin yayımcısıdır. Papa suikastı sırasında, dünya kamuoyunu bu işi KGB'nin yaptığına inandırmak için çok çaba harcamıştır. Hatta Sovyet görevlisi Yurçenko, CIA baskısı ile bu işi Sovyetlerin yaptığını açıklamaya zorlanmıştır. The New York Times yazarı Claire Sterling, Robert Moss, Arnaud de Borchgrave, Washington Times'ın editörü Brian Crozur, Fransız Ch. Roulette ve F. Broche gibi dünyaca tanınmış yazarlar CIA ile işbirliği içindeki gazetecilerdir. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) yine CIA etkisindedir. CIA'nın rüşvet ve eylem paralarının transferi için kullanılan en önemli iki banka "First National", "City Bank" ile "First National Bank of Boston"dur. Bunların yabancı ülkelerdeki bütün müdürleri Amerikalı olup ya CIA görevlisidirler ya da CIA ile sözleşmelidirler.

Allen Dules
Mossad'ın uzantısı niteliğindeki CIA'yı her türlü kirli işin içinde görmek mümkündür. Bu ilişkiler mafyadan başlayıp, Vatikan bankalarına oradan mason localarına ve uyuşturucu madde kaçakçılığından, silah kaçakçılığına kadar karmaşık bir yol izler. Bunların haricinde gri ve siyah propagandaların basın yoluyla işlenmesi için uluslararası ajanslar ve rüşvetlerin kamuflajı için —örtülü ödenek bankaları— kurulmuştur. CIA'nın kurduğu sendikalar, partiler, yardım fonları, dernekler son tahlilde CIA aracılığıyla yürütülen emperyalist siyasetin kuklalarıdır.
Amerika, kültür imparatorluğunu, sadece basın, televizyon, sinema ve ABD'ye çağırılan yabancı öğrencileri kullanarak ayakta tutamaz. Kitap da önemli bir silahtır. İki büyük kuruluş büyük finansörler yardımıyla bu propagandayı yapmaktadır: USIA ve CIA hükümetin isteği üzerine politikasını haklı göstermek için, tarihi gerçeklere hiç saygı göstermeden kitaplar yazdırır. Örneğin 1965'de USIA, milyonlarca dolar harcayarak binlerce kitap bastırır. Kitaplar USIA tarafından düzeltilmiş ve kontrol edilmiştir.74
USIA'nın Müdürü Leonard Marks "bu kitaplarda hükümetin adını kullanırsak ters tepki alırız. O yüzden ünlü yazarları kullanıyorduk" demiştir.75
1966 Nisanında çok saygı duyulan bir dergi olan Foreign Affairs, New York CFR'sinin patronluğunu yaptığı Vietkong konusunda uzman olarak tanıtılan George A. Carver'ın yazdığı bir yazıyı yayınlar. Yale ve Oxford mezunu gibi tanıtılan Carver aslında CIA'nın bir kuklasıdır. Amerika'nın Vietnam'daki politikasının haklı olduğunu ispatlamak için CIA'nın yazdığı kitap için kullanılmıştır.
USIA çok basit bir yöntem izler, kitabın yazılması, okunması, propagandası için sansasyon yaratır. Yazarla anlaşıp devletle ilgili bazı sırları açığa kavuşturarak bir kitap yazmasını ister. Tek isteği kitap üzerinde tam bir kontrol sahibi olmaktır. Pek çok gazeteci çok para kazanmaya hayır diyemez. Ayrıca gizli haberleri ele geçiren yazar diye bir üne de kavuşacaktır. Yönlendirilmiş, sansürlenmiş bir kitaba imza atmak tek yapmaları gerekendir.76
CIA-Basın-Kontra ilişkisi daha derinlemesine incelendiğinde ise zincirin en üst halkası olan Mossad'a ulaşmak mümkündür.
Amerikan istihbaratı, 250'den fazla yerli ve yabancı radyo istasyonu, gazete, dergi ve yayınevine sahiptir. Yahudi sermayeli New York Times, Washington Post ve Washington Times gibi büyük gazeteler de CIA ve Mossad'ın etki alanındadırlar. CIA bütçesinin üçte biri iletişim araçlarını yönlendirmeye ayrılmaktadır. BBC şeflerinin bir kısmı İngiliz-Amerikan istihbarat ajanıdır. Belçika'da 17 CIA ajanı gazeteci vardır. Ünlü Yahudi CIA ajanı Paul Henze ve CIA Şefi Richard Helmshem heh ajan hem gazetecidir. ABD'nin en büyük iki siyonist gazetesi olan Washington Post ve New York Times, CFR tarafından doğrudan kontrol edilir.77
Yahudi Henry Luce ve mason Allen Dulles zamanından beri Time dergisiyle CIA arasında yakın bir ilişki vardır. Time görevlileri CIA'yı ilgilendiren bir yazı hazırladıklarında taslağı önce onlara gösterirlerdi.78
Medya'da Yahudi Lobisi'nin ve Rockefeller'ların etkinliği Trilateralism isimli kitapda şöyle anlatılmaktadır:
Bu zamanda medya kalpler ve akıllara en iyi girebilen etkili bir yöntemdir. Medya hemen hemen büyük operasyonlar tarafından kontrol edilir. Örneğin Time, CBS, RCA (NBC), ABC; bunlarda büyük bankalar tarafından kontrol altında tutulur. Pieter Barnan'ın The Nation'de yayınlanan 25 Kasım 1978 tarihli "Yayın Organlarını Kim Kontrol Ediyor?" adlı yazısında ABC, CBS, NBC'nin Rockefeller ve Chase'in şirketlerinin hisseleri olduğu ortaya çıkmıştır. Mesela 1973 Senato Raporuna göre Senatör Muskie ve Metcalf Chase Manhattan CBS'in % 14'ünü kontrol etmektedir. Bunlardan büyük bir bölümü ülkeyi yönlendiren sınıftır. Medya başlarından Hedley Donovan'da bu komisyonun meşhur bir üyesidir.79
Ancak CIA'nın bu tür faaliyetleri doğrudan örgüt merkezinden yönetilmez. Bunların bir kısmı değişik adlar altındaki kuruluşlar ya da çeşitli şubeler aracılığıyla hayata geçirilir. Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan Congrés Pour La Liberté de Culture ve New York kentinde bir yayınevi olan Foreign Publications bunlardandır.
CIA yönetimindeki radyolardan en belirginleri, Soğuk Savaş döneminde kurulan ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik yayın yapan Radio Free Europe (Hür Avrupa Radyosu) ile Radio Liberty'dir (Hürriyet Radyosu). Günlük yayın yapan bu iki kuruluş içinde 1760 dezinformasyon uzmanı çalışmaktadır. Ancak iş bununla da kalmaz; 1975'te Church Komisyonu'nun yaptığı araştırmaya göre, CIA 200 kadar radyo istasyonu, gazete, haftalık-aylık dergi ve yayınevine sahiptir. İki yıl sonra New York Times gazetesi, 50 kadar yerli ve yabancı basın yayın kuruluşu ile 12 yayınevinin daha CIA denetiminde olduğunu kanıtlar.
CIA'nın iyi bağlantı kurduğu yayınlardan biri Time dergisidir.80 Öte yandan National Review, CIA'nın en etkin yayınıdır. Jean Kirkpatrick'i, Milton Friedman'ı ve İstihbarat Topluluğu ile Viyana Ekonomi Okulu'nu sürekli övmektedir.
CIA'nın gazeteleri, dergileri ve yayıncıları Dünya Düzeni'nin programını oluşturmak için milyonlarca dolar harcamışlardır. Frederick A. Praeger Co. N. Y. adlı yayın şirketi 1967'de CIA için 15 veya 16 kitap yayınladığını söylemiştir. Birçok yazar ve gazeteciler CIA'dan seyahat teklifleri, Fransa veya İsviçre'de villalar, ve diğer şekillerde rüşvet almış böylece CIA için propaganda yaparak hedeflerini gerçekleştirmişlerdir.81
Kamuoyu yaratmada, toplumları belli bir yönde etkilemede, çağdaş basın ve yayının en etkin silahlardan biri olduğu inkar edilebilir mi? Bu etkin silah elbet emperyalizmin emrinde ve hizmetinde kullanılmaktadır. ABD sineması, televizyonu ve dünyayı ağ gibi sarmış ajanlarıyla, her gün hatta her saat dünyaya, dünya olaylarını, hatta her ülkenin kendi iç olaylarını, ABD gözü ile göstermekte ve emperyalizmin beyniyle değerlendirerek sunmaktadır.
ABD, ayrıca bir kültür imparatorluğu da kurmuştur. Kitlelerin etkilenmesi ve eğitiminde kitabın, gazete ve dergilerin rolü bilinir. Ekonomik ve askeri yönden dünyanın yarısını saran bu imparatorluk, asıl etkinliğini, dünyaya, bilimsel ve sosyal gerçekleri bozarak yaydığı kitaplarla da sürdürmektedir. Bu alanda CIA kadar etkin bir örgüt de United States Information Agency (USIA)'dır. Bu örgütün, sadece 1964 yılında bu tür kitaplara yüksek ücretler ödeyerek profesörüne kadar, sahte yazarlar bulduğu, Jason Epstern'in yazdığı gibi uydurma ve keyfi değerler sistemi kurarak, üniversite öğretim üyeleri, bilginler ve yazı işleri müdürlerini kullandığı bilinmektedir.
Böylece basını, radyo-televizyonu, sineması ve dünyanın her yerine dağılmış işadamı, profesörü, öğrencisi, sivil ve asker danışmanlarıyla emperyalizm, Amerikan ideolojisi günün her saatinde, dünyanın her yerinde işlemektedir.
Az gelişmiş ülkeler, olayları ABD gözüyle görecek düzeye getirilmekte, bu yolla "Amerikancı" bir kamuoyu yaratılmaktadır.82
1950 yılı başından beri Milli Öğrenci Birliği'nin (NSA) başkanlarının dış ülkelerdeki talebe faaliyetlerini finanse etmek için CIA'dan gizlice milyonlarca dolar aldığı açıklanmıştır. Bu faaliyetler, başlıca Afrika kıtasında ve diğer az gelişmiş ülkelerde oluyordu ve çoğu açıkça casusluk kategorisine giriyordu. Ramparts dergisinin Mart 1967 sayısında yaptığı yeni ifşaatlar, Washington'da ve Beyaz Saray'da büyük şaşkınlık yarattı. Hükümet, CIA'nın milli öğrenci kuruluşlarına ve diğer özel komünizmle mücadele derneklerine mali yardımlarını durdurmasını emretti. Kongre'de bu kanunun araştırılması için girişimler başladı.
Bu teşhirler, masum isimler altındaki fonların, CIA tarafından hangi "iyi amaçlar" için kullanıldığını da ortaya koymuştu. 15 Şubat tarihli Times ile Ramparts dergisinde bildirildiğini göre, CIA, her yıl parasını bu gibi fonlar aracılığı ile Milli Öğrenci Birliği'ne aktarmaktaydı.
CIA ile işbirliği halinde çalışan USIA kamuoyunu belli bir yönden etkilemek için her yıl on binlerce doları çeşitli yayınevlerine ve araştırma merkezlerine veriyordu. Yukarıda adı geçen, Amerika'nın en güçlü yayınevlerinden Frederick A. Praeger'den başka Potomac Books Inc. ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsüne bağlı Milletlerarası Çalışmalar Merkezi ile de CIA'nın yakın işbirliği halinde olduğu ve her yıl USIS aracılığı ile 60 milyon doları çeşitli yayınevlerine dağıttığı bilinmekteydi. Örneğin USIS, Amerika ile ilgili ve olayları belli bir görüş açısından yorumlayan 6 ciltlik bir eserin yayınlanması için Potomac Books Inc.'e 25 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti.83
CIA'nın Milli Öğrenci Birliği'ne para yardımı yaptığı yolunda Ramparts dergisinin (Mart 1967 sayısı) yaptığı ifşaat sarsıntı yaratmıştı. Bunun ardından gene CIA'nın Amerika'daki sendikalara eğitim, basın ve öteki kuruluşlara akıttığı milyonların hikayesi ortaya çıktı.84
CIA eski başkanlarından Stanfield Turner "CIA, Gizlilik ve Demokrasi" başlığı altında yayımlanan anılarında şunları söylemektedir:
1967 yılında CIA'nın yurt dışındaki dost unsurları desteklemek için harcadığı para yılda on milyon dolara yükselmişti. Bu paranın büyük bir bölümü bizim sendikalar, dernekler bir tür paravan kuruluş görevi yaparak, para kaynağının CIA olduğu gerçeğinin öğrenilmesini önlüyordu. Böylece, bizden para alan yabancı sendika ve derneklerin "Amerikan kuklası" diye anılmasını da önlüyorduk. Bu öylesine büyük bir operasyondu ki, Ford, Rockefeller ve Carnegie Vakfı dışındaki yabancılara burs veren kurumların 1963-67 arasında harcadığı paranın üçte biri CIA'dan geliyordu.85
Milli Öğrenci Birliği'ne verilen paralar gazetelerde büyük puntolarla yayınlanırken, Victor Reuther ise basına şöyle diyordu: "CIA'nın Amerikan İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile olan mali ve öteki ilişkileri yanında öğrenci örgütleriyle ilişkisi hiç kalır... Ben bu ilişkiler üzerindeki örtüyü araladım, bir gün nasıl olsa herşey ortaya dökülecek."
Milli Öğrenci Birliği'nin önemli miktarlarda paralar aldığı ve bir CIA yatağı olduğu bilinen Gençlik ve Öğrenci İşleri Vakfının yardım ettiği kuruluşların listesinde bu Uluslararası Konfederasyon da yer almaktadır. Genel merkez bu haberi derhal yalanlamakla beraber Konfederasyonun, Amerikalılar arası şubesinin CIA'dan büyük miktarda paralar aldığı muhakkaktır.86
Buna ek olarak CIA'nın "ajan ve dost" olarak tanımladığı sayısız insanın kitle iletişim araçlarında çalıştığını ortaya koyan da Church Komisyonu ile New York Times gazetesi oldu. Örneğin dünyaca ünlü Reader's Digest dergisinin eski Yazı İşleri Müdürü John Barron'un aylık ödemeleri CIA tarafından yapılıyordu. Amerikan istihbaratının "ajan ve dost"lar listesinde şu isimler vardı: New York Times'da çalışan Robert Moss, Washington Times'ın iki ay öncesine kadar Yazı İşleri Müdürü olan Belçikalı Arnaud de Borchgrave ve "terörizm uzmanı" olarak basın-yayın organlarında sık sık boy gösteren Claire Sterling. Bu gazeteciler, sık sık CIA'nın yayınlanmasını istediği hikaye ve romanlar yazıyorlardı. CIA patentli hikayeleri de Amerikan Reader's Digest, Human Event, The Washington Inquirer gibi gazeteler yayımlıyordu. "Saygın" nitelemesini kendilerine etiket yapan National Review, New Republic At Commentary gibi yayın organları da CIA'dan ilham alanlar arasında sayılıyordu.
1973-1976 arasında CIA şefliğini yapmış olan William Colby, İngiliz Haber Ajansı Reuters ile çok iyi bağlantıları olduğunu itiraf etmişti. Kuşkusuz ki CIA basını yönlendirmede yalnız değildi. Örneğin, MI6 ile araları iyiydi. 22 Aralık 1975 tarihli Washington Post gazetesine göre, bütün İngiliz günlük gazetelerinin kadrolarında bir ya da birkaç MI6 ajanı bulunmaktaydı. The Times bu konuda rekor kırmıştı: Dış Haberler Servisi'nde çalışanların yarısı MI6'dan maaş alıyordu. CIA'nın işbirliği içinde çalıştığı İngiliz Askeri Haberalma Servisi MI4, Gerald Mansell adlı ajanını 1972-1981 tarihleri arasında BBC yöneticisi olarak atamayı başarmıştı. Aynı dönemde BBC'nin Yazı İşleri Sorumlusu Alan Protheroe ise MI4'te Binbaşı rütbesindeydi.
Bir terörist kültürün hakkıyla değerlendirilebilmesi için Dışişleri tarafından ifade edilmiş bulunan prensiplerin genelde kabul görmekte olduğu hususuna, hükümetin izlediği politikanın muhaliflerinin bile bu konuda kayda değer bir itirazlarının bulunmadığına özellikle dikkat etmek gerekir. Basın da bu kervana dahildir. Yapılan zulmü hoşgörü ile karşılamakta, işini kolaylaştırmak için türlü bahaneler icat etmektedir. Çiftliklerinde öldürülen köylülerin saldırı amacıyla silahlanmış olduklarını ileri sürmekte, kendilerini savunmak için bu yola başvurmuş olabileceklerinden bir ihtimal olarak bile söz etmemektedir. Bu insanların savunma için silah kuşandıkları ileri sürülmekte, her seferinde haklı olduklarını kanıtlamanın bir yolu bulunmaktadır.87
CIA'nın yaklaşık 200 yayın kuruluşuna sahip olduğu ve bu kuruluşların faaliyetlerinin tümünün bu olmadığı artık bilinmektedir. Bunlardan 10 kadarı açıkça ve CIA adına faaliyetlerde bulunur. Bunun için özel araştırma grupları vardır. Son zamanlarda Türkiye'de de çevirileri yapılan Japon asıllı Fukuyama, işte böyle bir araştırma grubunun üyesidir.88 Fukuyama CIA'nın yayın kuruluşlarından Rand Corporation'ın baş analistidir ve basın kontra konusunda son dönemin ünlü ismidir.
CIA Yalan Haberciliğine Bir Örnek

Philip Agee
1982'de Küba için bir senaryo düzenlendi. CIA, dünya kamuoyuna, Küba'nın Karaib Adaları'ndaki uyuşturucu trafiğini yönlendirdiği yalanını yutturmak istiyordu. Hikaye New York Times'da yayımlandı. Robert Moss ve Arnaud de Borchgrave adlı paralı ajanlar 1982 Haziranında "Castro'nun Gizli Savaşı" başlıklı bir dizi yazdılar. Yazıda verilmek istenen mesaj şuydu: "Küba önderi Fidel Castro ile Nikaragua lideri Daniel Ortega, uyuşturucu trafiğine bulaşmışlardır."
Reader's Digest'in Temmuz 1982 tarihli nüshası, bu mesajı aldığı gibi Ağustos 1982'de ünlü Moon Tarikatı'nın gazetesi Washington Times'e aktardı. Dönemin Başkan Yardımcısı George Bush, aynı suçlamaları Küba'nın burnunun dibindeki Miami'de yineledi. Ve Amerikan basını olayın içine balıklama daldı.
CIA eski ajanlarından Philip Agee, bu tür yalanlarla halkın beyninin yıkanmasının CIA açısından pek güç olmadığını yazıyordu anılarında. Örneğin bir yazıyı, aynı anda dünyanın çeşitli ülkelerinde yayınlatmak, kamuoyu oluşturmak için yeterli sayılırdı. Salvador Allende, Şili'de seçimi kazandığında da CIA kendisine karşıt bir kampanya başlatmıştı. Bundan birkaç gün sonra da 10 ayrı ülkeden 15 gazeteciyle temasa geçti. Bu gazeteciler Washington Times ya da Reader's Digest gibi adı CIA'cıya çıkmış kuruluşlarda değil, "saygın ve büyük" diye nitelenen günlük gazetelerde çalışıyorlardı. Kendisi de UPI'da çalışan bir gazeteci olan ve daha sonra CIA Şefi seçilecek olan Richard Helms, özellikle 1966'dan başlayarak üst düzeydeki "okkalı" basın mensuplarıyla sıkı bağlantılar kurdu. Üst düzeyde ilişkiler geliştirdi.89
ABD'deki İsrail Medyası
İsrail'in imajını daha iyi duruma getirmek için uyguladığı bir yöntem de Hasbara Projesi'dir. Bunun taraftarları arasında önde gelen ABD medya yöneticileri de vardır, bunlar yabancı bir hükümete halkla ilişkiler konusunda yardım etmekten çekinmezler. Aslında Amerikalılar İsrail'in başının belada olduğunu ve İsraillilerin kendi hükümetlerinin politikalarını kontraları, üçüncü dünya ülkelerini ve Güney Afrika'yı silahlandırmaları nedeniyle eleştirdiğini bilmezler ve bazı meşhur Amerikan editörleri ve yayıncıları, sahte tarafsızlıklarını kaybedip İsrail'in halkla ilişkiler danışmanları oldukları için bunun böyle kalmasını isterler.
Dünya Siyonist Organizasyonu, Hükümet Basın Ofisi, Kudüs'teki Dünya Yahudi Yazarlar Birliği tarafından Ocak 1985'te düzenlenen konferansta Commentary editörü Norman Podhoretz'in belirttiğine gibi "hem Yahudi basınında, hem de genel basında yazı yazan Yahudiler İsrail'i savunmak zorundadır, İsrail'e karşı yazılara katılamazlar.
Bir çok ABD yazarı, Podhoretz'in İsrail'le ilgili düşüncelerini paylaşmaktadır. Bu ortodoksluğa meydan okuyanlar ise İsrail Lobisi'nden —bunun içinde editörlerin bir koalisyonu, yayıncılar, İsrail taraftarı komiteler, zengin işadamları var— merhametsiz bir saldırıya maruz kalmaktadırlar ve bunlar anti-İsrail taraftarlarını cezalandırmaktadırlar.
Amerikan Yahudi Kongresi eski Başkanı "İsrail, Amerika'da sevilmekte ve savunulmaktadır" demiştir. İsrail ve ABD arasındaki bu kör ve karşılıklı "aşk" medyaya İsrail'in çarpıtılmış bir imajının yansımasına neden olur. Bu yüzden ABD'nin gerçekçi dış politikacılar belirlemesi engellenmiştir ve ABD Ortadoğu'da dürüst olamamıştır.
Ayrıca ABD'de İsrail Lobisi'nin eleştirmenlere saldırması, haber akışını kısıtlaması ve Yahudi topluluğundaki tartışmaları bastırmaya çalışması işgal altındaki topraklarda İsrail gücünü sağlamlaştırmıştır. Bu, İsrail ve ABD anlaşma yanlısı olanları zayıflatmaktadır. Aslında Yahudi ve Hıristiyan yazarlar medya desteği sağlamaktadır.
İsrail hükümeti Beyrut'a saldırısını savaşın ilk günlerinden beri yabancı basından saklamıştır. Savaşın mimarı Ariel Sharon savaşın amacı konusunda yalan söyler, çok sıkı sansür uygulatır, yanlış ölü sayıları verir ve cephelere girişi yasaklar. İbranice medyayı da aynı yöntemle kontrol altına almıştır.
İsrail hükümet görevlilerinden birinin söylediğine göre, basın alanında bulunan Amerikan Yahudileri kendi işverenlerinden daha fazla İsrail'e "sadakat" göstermektedirler.
İsrail'in ABD'deki en az on konsolosu bölgesel medyayı kontrol eder ve yazarlarla bağlantı kurar. Menachem Shalev "İsrail'in Amerika'daki varlığı her yere yayılmıştır" der ve ekler: "Gazetelere baskı uygulamak televizyonlardan daha kolaydır. Gazete idarecileri daha kolay elde edilebilir. Ve çoğunlukla yayıncıyla da çok yakın ilişkilerimiz vardır."
Rockefeller Medyası
Bir avuç uluslararası finansör yakında dünyanın haber ve eğlence endüstrilerini giderek büyüyen bir tekelle kontrol altına alacak gibi görünmektedir. Haberleri gerçekte oldukları gibi mi, yoksa "medya baronları"nın yazdırdığı şekilde mi duyacağız? Beş yıl içerisinde medya ve eğlence endüstrisi hem yabancı hem yerli şirketlerden oluşan dev kuruluşların elinde olacaktır. Uluslararası Medya Ortakları'nın genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı David Rothkopf durumu şöyle özetler: "Bu kadar az medya sahibi olması gerçekten korkutucu..." Dünyadaki medya tekelinin büyümesini sağlayan faktörlerden biri de Avrupa Birliği'nin oluşması ve Asya ile Pasifik'teki medya pazarlarının büyümesidir. Totaliter ülkelerde hükümet medyayı kontrol eder. Fakat Amerika'da ve dünyanın bir çok yerinde özelleştirilmiş medya aynı zamanda hükümeti kendi özel çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanmaktadır.
Media Business Weekly'deki araştırmacıların belirttiğine göre, dünyanın medya tekelinde isimleri duyulan 11 asıl medya endüstrisi vardır:
- Time Warner Inc: Dünyanın en büyük medya şirketidir.- Bertelsmann A 6: Batı Almanya'da kurulmuştur ve holdingleri arasında Doubleday Books ve RCA müzik şirketi bulunmaktadır.- News Corp. Ltd: Rupert Murdoch'a ait Fox Televizyonu bu şirketin bünyesindedir.- Maxwell Communications Corp.- Hatchette SA: Dünyanın en büyük ansiklopedi ve magazin yayıncısıdır- Walt Disney Corp.- Turner Broadcasting Corp: Turner CNN'in sahibidir, MGM ve RKO film kütüphanelerinin kontrolü de ona aittir.- General Electric: Amerika'nın bir numaralı televizyon şirketi NBC'nin sahibidir. Büyük finansal şirketlerden GE Capital ve Kidder Peabody Inc.'in de kontrolünü elinde tutar.- Sony Corp: Yakın zamanda CBS'i alarak Hollywood'a girmiştir.- Tele-Communications/United Artists Entertainment: Meşhur Blockbuster sinema-video zincirinin sahibidir.- Viacom Inc.
Prof. Ben H. Bogdikian'a göre bütün medya farklı kişilerce yönetilseydi 25.000 değişik medya sesi olacaktı. Ne var ki 25.000 değişik ses yoktur. Bugün günlük gazetelerin, magazinlerin, televizyonların, kitapların ve sinemaların üretimi 29 şirket tarafından kontrol edilmektedir. Bu şirketlerin başındaki 50 kişi büyük bir odaya sığabilir. Bunlar yeni bir Özel Bilgi ve Kültür Bakanlığı oluşturmaktadırlar.
Gladio: İsrail'in Gizli Ordusu...
Mossad'ın kuruluş amacı, İsrail'in belirlediği siyonist hedeflerin gerçekleşmesine katkıda bulunmaktır. Bu noktada Mossad'ın işlevi, Yahudi ırkının hegemonyasına bağlı bir dünya oluşturmak, diğer milletlerin ve inançların ise sömürü sistemi içinde kullanılmasını, güçlenmemesini sağlamak olarak kabul edilebilir. Bunun için kullandığı temel yöntem ise, diğer milletleri ve dinleri kaos ve istikrarsızlık içine sürükleyecek olan savaş, karışıklık, terör ortamları hazırlamak, bu ortamları kışkırtmak, "düzensizliğin düzeni"ni kurmaktır. Kontrgerilla ise, bu hedefi gerçekleştirmek için kurulmuş bir alt örgüttür. Yaptığı iş, hedef ülkelerde, temel Mossad yöntemi olan şiddeti, hayat şekli haline getirmiş olan sadist ve saldırgan ruhlu kişileri beslemek, örgütlemek ve yapay ideolojileri de kullanarak eylemlere yöneltmektir.
İsrail'in dünyadaki tüm kontrgerilla hareketlerinin eğitimi için kurduğu merkez Mossad Aman Kfar Sirkin, Tel Aviv ve Mossad Aman Beersheba, İsrail'de bulunmaktadır. Ayrıca ikinci merkez olan Jonathan Institute Jerusalem de İsrail'dedir. Buradan yollanan subaylar dünyadaki kontrgerilla hareketlerinin eğitimi ve idaresi görevini alırlar. Ayrıca bu merkezde bazı kontragerilla grupları bizzat eğitim görür. Mossad'ın Inkata şubesi Güney Afrika'daki kontrgerilla hareketlerini, Hindistan'da Sihler, Sri Lanka'da Tamiller, Peru'da Aydınlık Yol, İtalya'da Kızıl Tugaylar, Sırbistan'da Çetnikler ve Sırbistan Yenileme Harekatı, Hırvatistan'da Ustaşa, İspanya'da ETA, Ermenistan'da ASALA gibi birçok kontragerilla hareketinin eğitimini yapar.90
ABD'nin büyük tekellerinden Rockefeller Grubu 1956 yılında ileri sürdüğü bir öneriye göre, ABD'nin çıkarlarına uygun düşmeyen herhangi bir durumu düzeltmek için dünyanın neresinde olursa olsun, derhal müdahale edebilecek yeteneklere sahip özel askeri birlikler kurulmalıdır. Bu özel askeri birliklerin çok hareketli olması ve çeşitli lokal harpleri başarıyla sona erdirecek yetenekte bulunması gerekir...
Rockefeller Grubu'nun önerdiği özel askeri birlikler Amerikan kontrgerillarının ilk nüvesini meydana getiriyordu. Bu öneri doğrultusunda Stratejik Müdahale Birlikleri kurulmuştur.91
Kontrgerillalarının fikir babalarından bir diğeri uluslararası Yahudi Lobiler Bilderberg, Trilateral ve CFR üyesi McNamara'dır. Amerika Eski Savunma Bakanı, Dünya Bankası'nın yıllarca başkanlığını yapmış McNamara "gerilla ve anti-gerilla savaş taktik ve biçimlerini iyice öğrenmiş ve dış müdahaleler de özel silahlarla donatılmış küçük birlikler kullanmak gerekir" demişti.92 Bu yeni kuvvetler McNamara'nın belirttiği gibi kontralardı. Bu örgütlenme tüm dünyada yapıldı.
Rockefeller grubunun bir raporunda kontraların amacı şu şekilde açıklanmıştır:
Gerek bizim gerek dünya devletlerinin güvenliğini sağlamak için mahalli kuvvetler ve akımlar tarafından sıkışık durumda bırakılmış olan dost hükümet ve rejimlere silahlı yardımlar yapmak zorunluluğunu duymalıyız. Bu zorunlulukla yapılacak askeri müdahale, ne klasik askeri stratejiye uymakta ne de geleneksel diplomatik müdahaleye benzemektedir. Bu askeri müdahalenin kendine özgün bir niteliği ve biçimi vardır.93
Bu konuda, Yahudi Lobisi'nin bir numaralı ismi, 40'lar Meclisi'nin Başkanı olan, sınırlı savaş kuramcılarından Kissinger'ın görüşlerini izleyelim:
Eğer hür dünya, yavaş fakat sürekli bir erozyondan kurtulmak istiyorsa, lokal savunma savaşlarına hazırlanmalı ve bu savaşlar için gerekli önlemleri alıp, gerekli ordular kurulmalıdır. Sömürgeciliğe karşı Ayaklanma Hareketi'nin hemen her tarafı sardığı bir dönemde, Pentagon'daki bazı otoriteler hala toptan-red-yıldırma stratejisinde inatla ayak diretiyorlar. Bir yandan hür dünyanın sosyalist devletlere karşı konvansiyonel bir denge kuramayacağını söylerken, diğer yandan yıldırma stratejisinde ayak diretmek, anlaşılmaz bir tutumdur.
Kissinger, Nuclear Weapons And Foreign Policy adlı kitabında, topyekün savaş ile bölgesel savaşın uygulama ve sonuçlarını incelemiştir. Kissinger'a göre, topyekün savaş, ABD için, dolayısıyla kapitalizm için intihardır. Asya, Afrika ve Güney Amerika'daki Ulusal Kurtuluş Savaşları ancak bölgesel-sınırlı savaşlarla önlenebilir. Bu bölgenin sınırı sosyalist blok ülkeleri sınırlarından başlar, Türkiye de sınırlı savaş bölgesi içindedir.94
"Devlet içinde devlet" halinde örgülenmiş olan Gladio, NATO çerçevesinde kurulmuştu. ABD'nin güçlü istihbarat birimi CIA, kuruluşta rol oynamıştı. İtalya'daki Gladio ve diğer NATO ülkelerindeki benzer kuruluşlar, sivil ve askeri "yerli" istihbarat örgütleri yanında "gizlilik" esası ile çalışan bazı derneklerin üyelerini de içine almışlardı. Gladio Skandalı, İtalyan P2 Mason Locası ve İtalyan İstihbarat Teşkilatı ile ordunun bazı kesimlerinin yakın işbirliği içerisinde olduğunu ortaya çıkardı.
Skandalın ortaya çıkardığı bir gerçek de, İtalya'yı bir ara kasıp kavuran terör olaylarının büyük bir bölümünün, NATO çerçevesinde kurulmuş "yarı resmi" Gladio örgütünün eseri olduğuydu. Suikastlar, siyasi cinayetler, bombalama ve tedhiş olayları, kökleri devlet içinde olan bu örgüt elamanlarının eseriydi.
Kontrgerilla örgütlenmesinin mimarlarından en başta geleni hiç kuşkusuz Henry Kissinger'dır. Kissenger, 1968 yılından günümüze değin, ABD'nin yürüttüğü sınırlı savaşların, teorik ve pratik planda geliştirilmesinde zaman, emek harcayan uzmanlardan en önemlisi olarak kabul edilmektedir.95 Kissinger'in NATO içindeki gizli örgütlenmenin ABD'deki sinir uçlarından biri olduğu sonradan öğrenilecektir.96 Ayrıca, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da Nazi artıklarının toparlanarak yeniden örgütlendirilmesi faaliyetinde oynadığı rol artık belgelendirilmiştir.97
Kissinger'in kökeninde özel savaşçılık, kontrgerillacılık vardır. Kissinger aynı konuda Harvard Üniversitesi'nde bir kurulun üyesi olarak hazırlamasına katıldığı ve Türkiye'de Genelkurmay Basımevi tarafından 1965 yılında tercüme edilerek Türkçeye kazandırılan Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri çalışmasıyla da bu özelliğini geliştirmiştir.98
Gladio'nun Katil Programı Peşimizde!
Washington'da, Türk Gladiosu ile ilişkisi saptanan "California Grubu"nun önemli bir davası yürütülmektedir. Görünüşte basit bir bilgisayar programı hırsızlığıdır: Adını İrangate Skandalı'yla duyuran CIA-hükümet bağlantılı çete 1980'lerin başında, elektronik ortamdaki her işlemi bilgi olarak derleyip merkezileştirmeyi amaçlayan Promis adlı programı, sahibinden izinsiz çeşitli ülkelere satmışır. Ama, programa bir de virüs yerleştirir. Böylece programı kullanan her ülkedeki gizli bilgiler ABD istihbaratına da açılmış olacaktır. Ve davaya temel teşkil eden Senato Araştırma Komisyonu raporuna göre, bu program Türkiye'ye de satılmıştır...
10 Mart 1997 günü ABD'deki en yüksek yargı makamı olan US Court of Federal Claims'te önemli bir davaya başlanmıştır. Devlet aleyhine açılan bir tazminat davasıdır bu. Davacı, küçük bir bilgisayar yazılım şirketi olan Inslaw'dır. Tazminat istenen devlet kurumu ise ABD Adalet Bakanlığı'dır. Inslaw bakanlığı bilgisayar yazılımı korsanlığı yapmakla suçlamaktadır.

Davayı fazlasıyla önemli kılan, "Promis" adlı bu yazılımın özelliğidir. 80'lerin ortalarından itibaren çeşitli ülkelerin gizli servisleri tarafından suçluların, şüphelilerin, giderek de politik muhaliflerin fişlenmesi, takibi ve hatta "infaz"ı için kullanılan Promis, Orwell'in "1984"ündeki "Büyük Birader"e benzemektedir. Program elektronik ortamlarda bırakılan her izi bir avcı gibi adım adım sürüp hafızasında saklar. Nüfus müdürlükleri, askerlik şubeleri, vergi daireleri, kredi kartı merkezleri, su, elektrik, telefon idareleri bu yazılımın kişilerle ilgili bilgi derlediği yerlerdir...
80'lerin sonlarında patlayan İran-Contra Skandalı'nın baş kahramanları bu korsanlık olayında da ön plandadır. Türk kamuoyu tarafından da yakından tanınırlar; Türk Gladiosu ile yakın ilişkileri vardır ve İran-Contra skandalında öne çıkan Oliver North'un en yakın adamlarından Michael Ledeen ve Frank Terpil'in, başta Mehmet Ali Ağca olmak üzere Gladiocular'ı yönlendirdikleri saptanmıştır.
90'ların başlarında, yazılım korsanlığı da dahil bu ekibin marifetleri üstüne araştırmalar yapan veya yargıya bilgi sağlayan dokuz ABD vatandaşı ise şimdi toprağın altında yatmaktadırlar!
Promis'in dokuz cana malolan önemini anlamak için, kronolojik olarak en baştan başlayalım...
Yıl 1982: Inslaw'la ABD Adalet Bakanlığı arasında, firmanın hazırladığı bir yazılım programının ülkedeki savcılık bilgisayarlarına yerleştirilmesine yönelik milyonlarca dolarlık bir anlaşma imzalanır. Açılımı "Prosecutor's Management Information System" (Savcılık Yönetim Bilgi Sistemi) olan Promis adlı yazılımın temel özelliği, farklı veri tabanlarından bilgiler toplayıp bunları birbirleriyle bağlantılı hale getirebilmesidir. Yani suçlular hakkında çeşitli bilgisayarlara dağılmış bölük pörçük bilgileri tek bir dosyada birleştirebilir. Anlaşmanın imzalanmasını izleyen üç yıl içinde yazılım, ülkedeki en büyük 20 savcılığın sistemlerine yerleştirilir.
Yıl 1985: Inslaw'la Adalet Bakanlığı arasındaki pürüzsüz ilişki garip bir biçimde bozulmaya başlar. Bakanlık yetkililerinin adeta düşmanca tavırları, Inslaw'un önüne olmadık bürokratik engeller çıkarmaları, işleri durmadan yokuşa sürmeleri zamanla taraflar arasında ipleri kopma noktasına getirir. Sonunda Promis'in geri kalan savcılıklara yerleştirilmesi işi iptal edilir ve anlaşma bozulur.
Yıl 1990: 80'lerin ortalarından itibaren Inslaw'un bakanlık aleyhine açtığı davalar sürerken, Promis'i geliştiren kişi olan firma sahibi William Hamilton, Kanada'dan gelen bir mektupla sarsılır: Kanada Hükümeti, birçok Bakanlıkta ve Dağ Polisi de dahil pek çok devlet dairesinde zorunlu olarak İngilizce sürümün kullanıldığını belirtip Promis'in Fransızca versiyonunun olup olmadığını sormaktadır. Hamilton şaşırır, çünkü o güne kadar Inslaw Kanada'ya tek bir kopya bile Promis satmamıştır!
Sonra haberler birbirini izler: Promis'in birçok ülkede pek çok kuruluş tarafından kullanıldığı, yazılımın el altından dünyanın dört bir yanına pazarlandığı ve birilerinin bu işten milyonlarca dolar kazandığı ortaya çıkar. Sonunda CIA de bu isimde bir yazılım kullandığını kabul eder. Bu arada, yazılımın bazı versiyonlarında gizli servis raporlarının işlenmesi ve hafızaya alınmasında yararlanılan özel bir bölümün bulunduğu da anlaşılır.
Derken, ABD'nin teknoloji istihbarat servisi olan ve bir zamanlar Hamilton'ın da programcı olarak çalıştığı National Security Agency (NSA), Promis ve yeni bir yazılımdan yararlanılmış "melez" bir yazılım üretildiğini açıklar. ABD'nin Narkotik Dairesi DEA de (Drug Enforcement Administration) benzer bir açıklama yapmıştır.
Promis'in 1982'den itibaren çeşitli gizli servislere, devlet dairelerine ve şirketlere pazarlanmasında Earl Brian adlı kişinin kilit rol oynadığı bilinmektedir. O zamanlar ABD Başkanı Ronald Reagan'ın ekibinde milli sağlık politikasıyla ilgili bir görev üstlenen Brian, sahtekarlık suçundan 90 yıl hapis cezasıyla halen cezaevinde yatmaktadır.
Gizli servislerin Promis'i çok tutmasının nedeni ise, bu program aracılığıyla milyonlarca kişi hakkında hem ulusal hem de uluslararası düzeyde araştırma yürütülebilmesi, çeşitli kaynaklardaki kayıtların birleştirilebilmesidir. Programın "örnekleme" taraması denen işlemi yapabilmesi cazibesini daha da arttırmıştır. Gizli servisler çeşitli nitelikleri göz önünde bulundurarak bir "sakıncalı" örneklemi oluştururlar: Protesto eylemlerine katılanlar, bir ortak bildiriyi imzalayanlar ya da yalnızca bu tür eylemlere katılanlarla ilişki içinde olanlar buna dahil edilir.
Tam bir muhalif avlama programı olarak kullanılabilen Promis'in bir ülkede nasıl sonuçlara yol açabildiğinin en çarpıcı örneği Guatemala'dır. "Bilgisayar"ın "B"sinden bile habersiz, okur-yazar oranının son derece düşük olduğu bu ülkede 80'lerin ortalarına doğru birden "bilgisayarlaşma" kampanyası başlatılmıştır. Başkan Oscar Mejia Victores basına verdiği demeçlerde, bilgisayar sayesinde yoksulluğun üstesinden gelineceğini vaadeder. Askerlere de bilgisayar eğitimi verilmeye başlanır. Kısa sürede sokaklarda, tren istasyonlarında görev yapan devriye birimleri bile bilgisayarla donatılmıştır. Muhalif olduğundan şüphelenilen herkes elektronik olarak fişlenir. Kampanyanın başlamasını izleyen bir yıl içinde ünlü ölüm mangalarının infazlarında da patlama yaşanır: 20 bin muhalif ya öldürülür ya da ortadan kaybolur.
"Truva Atı"yla dünyaya sızılmaktadır...
Earl Brian, Promis'in dünyaya pazarlanması işini tek başına organize etmemişti. Bunu, Reagan'ın Başkan seçilmesiyle birlikte devlet içinde yuvalanan ve "California Ekibi" olarak da bilinen bir grup hükümet ve devlet görevlisinin desteğiyle yaptığı ortaya çıktı. Ama Yarbay Oliver North ve CIA Başkanı William Casey gibi kişilerin başını çektiği bu ekip asıl ününü İran'a gizlice silah satılması ve bu satıştan elde edilen paralarla Nikaragua'daki muhalif Contra gerillalarının finanse edilmesi operasyonuyla kazandığı için Promis Skandalı o dönemde gölgede kaldı. Oysa şimdi anlaşılıyor ki, bu skandalın İran-Contra skandalından geri kalır yanı yoktur. Çünkü yazılım korsanlığında da, para kazanmanın çok ötesinde, "devletin yüce çıkarlarına yönelik" bir hedefi vardı ekibin.
Inslaw'dan habersiz, kaçak olarak satılan kopyaların çok özel bir marifeti vardı. Pazarlayanlar, bunlara bilgisayar dilinde "arka kapı" ya da "Truva Atı" olarak bilinen bir virüs yerleştirmişti. "Ön kapı" giriş kodları şifrelerle ne kadar sağlamlaştırılırsa sağlamlaştırılsın, arka kapının anahtarını elinde bulunduran Amerikalı operatörler sistemlere istedikleri zaman sızabiliyor, bu sistemlerdeki yerel bilgilere rahatça erişebiliyordu. Sovyetler Birliği'ne bile pazarlanmıştı Promis. Ari Ben Menaşe adlı bir Mossad ajanının ifadesine göre, buna ünlü basın imparatoru Robert Maxwell aracılık etmişti.
Promis'in yeni versiyonuna "arka kapı" ilavesi Michael Riconoscuito adlı bir bilgisayar dahisinin eseriydi. Riconoscuito bunu 20 Mart 1991'de, Inslaw'la Amerikan Adalet Bakanlığı arasındaki hukuk savaşının yeni bir aşamasında kurulan Brooks Senato Araştırma Komisyonu'na itiraf ediverdi. Bu arada bir Truva Atı'nın da Mossad tarafından pazarlanan kopyalara yerleştirildiği ortaya çıktı.
Kısacası yeni Promis çift taraflı çalışıyordu artık. Bu yazılımı alıp kullanan ülkeler bilgisayar sistemlerindeki gizli bilgileri otomatik olarak ABD ve İsrail istihbaratına açmış oluyordu.
İşin karanlık yönü, kan dökülünce iyice ortaya çıktı. Daniel Casolaro adlı Amerikalı bir gazeteci, 1991'de bu Promis olayını araştırmaya başladı. Ama olayı yalnızca bir yazılım korsanlığıyla sınırlamamıştı Casolaro. "Ahtapot" diye adlandırdığı devlet çetesinin diğer kirli işlerini de ortaya çıkarmaya çalışıyordu...
Ne yazık ki Casolaro, 10 Ağustos 1991'de Batı Virginia'da kaldığı otel odasında ölü bulundu. Her iki bileğinde de derin kesikler vardı.
Başlangıçta eyalet polisi olaya "intihar" dedi. Ama mesleğine tutkuyla bağlı Casolaro'nun intihar etmek için hiçbir nedeni yoktu. Sürdürdüğü araştırmada düğümü çözme noktasına gelmiş olduğu pek çok yakını tarafından açıklanınca, cesedi otopsiye alındı. Ama ceset çoktan ilaçlanmış, sağlıklı bir otopsi yapma imkânı ortadan kalkmıştı. Kaldığı oda da bir güzel temizlenmiş, cinayete işaret edecek deliller bilinçli ya da bilinçsiz, ortadan kaldırılmıştı.
Casolaro "işi bitirmek üzere olduğu"nu, ölümünden kısa süre önce en az üç yakın dostuna söylemişti. Tehdit telefonları aldığı da biliniyordu. Öte yandan insanın kendi kollarında, bazıları kemiğe kadar dayanan böyle derin yaralar açamayacağını söyleyen bilirkişiler de vardı. Kısacası Casolaro'nun "normal bir intihar"a kurban gitmemiş olması ihtimali çok yüksekti...
Skandalın başka kurbanları da vardı. Casolaro'nun ölümünden birkaç ay önce, 31 Ocak 1991'de, Casolaro'ya araştırmalarında bilgi temin eden NSA görevlisi Alan Standorf, Washington'da kafasına sopayla vurularak öldürülmüştü.
5 Nisan 1991'de Inslaw davasıyla ilgili avukat Dennis Eisman da ölü bulundu. Vurulmuştu...
Casolaro'nun ölümünden yaklaşık 15 ay sonra, 1 Kasım 1992'de ise, Büyük Jüri'ye Inslaw davasıyla ilgili belge temin eden Ian Spiro'nun evinde, karısı ve üç çocuğunun cesetleri bulundu. Başlarına pompalı tüfekle ateş edilmişti. Spiro'nun cesedi ise birkaç gün sonra Borego Çölü'nde bir arabanın içindeydi. FBI raporunda Spiro'nun ailesini katlettikten sonra intihar ettiği belirtiliyordu.
Son kurban Paul Wilcher adlı bir avukattı. 23 Temmuz 1993'te O da Washington'daki evinde ölü bulundu. Wilcher, çetenin, Promis korsanlığı yanında silah ve uyuşturucu kaçakçılığını içeren başka işlerini de araştırıyordu. Üstelik bu konuda Casolaro'dan bile ileri bir noktaya geldiği iddia ediliyordu. Ve o da "intihar etmişti."
Brooks Senato Araştırma Komisyonu"nun davaya temel teşkil eden raporunda, eski Amerikan gizli servis ajanı DIA ve DEA Kıbrıs Rum Kesimi görevlisi Lester Coleman'ın 1991'de verdiği bir ifade vardı. Donald Goddard adlı Amerikalı yazarın 1993'te yayımladığı Trail of the Octopus (Ahtapotun İzi) adlı kitapta bu ifadenin hangi nedenle verildiği şöyle anlatılıyordu:
"Yaz ayları boyunca (1986) Coleman Kıbrıs'taki (Rum Kesimi) Narkotik Masası'nın danışmanı olarak çalışmıştı. Bu masaya bağlı memurları iletişim ve izleme konularında eğitmişti. Onlara Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Fonu (UNFDAC) tarafından finanse edilen çeşitli elektronik cihazları kullanmayı öğretmişti. İlkbaharda Kıbrıs'a döndüğünde, teknolojinin o yokken ne kadar ilerlediğini farketti. Tüm narkotik bilgisayarlarının, ABD hükümeti bağlantılı Link System Ltd. adlı bir şirket tarafından kurulan merkezi veritabanına bağlandığını gördü. Narkotik merkezinde ise, birlikte çalıştığı birçok memurun, üzerinde "Promis Ltd. Toronto, Canada" ibaresi bulunan kutular açmakta olduğuna tanık oldu... Coleman biraz araştırma yaptı ve söz konusu yazılımın, içlerinde Kıbrıs, Mısır, Suriye, Pakistan, Türkiye, Kuveyt, İran ve Irak'ın da bulunduğu bir dizi ülkenin emniyet ve askeri kurumlarına da temin edildiğini saptadı...
Gladio Kimlerin Emrinde?

William Casey
Kontrgerillanın kimlerin emrinde olduğunu New York Times muhabiri James Lemoyne ve eski CIA ajanı Philip Agee şöyle açıklıyorlar:
ABD'nin dış ülkelere ekonomik yardımından daha çok zenginler yararlanmaktadır. Bunlar vergi vermedikleri gibi sürekli olarak ülke dışına para çıkarmaktadırlar. Oğulları askerlik yapmaz. Vergi vermek fakir halkın işidir. Yaşamak zenginlere, ölmek fakirlere düşmüştür. Ne var ki bu iş bölümünden yoksullar hiç de memnun gözükmemektedirler. Dış yatırımların ancak küçük bir kısmı yoksullara ulaşabilmektedir. Siyasi güç sosyetenin elindedir. Fakirlere siyaset vasıtasıyla da durumlarını düzeltme yolu da tıkanmıştır. Halk polisten ve askerden korkmaktadır. Yasal yollardan haklarını aramak bu insanlar için olacak işlerden değildir. Fakir halk ile zenginler arasında fakirlerin hakkını temsil edecek hakimlerin varlığı hayal bile edilememektedir.99
Eski CIA ajanı Agee ise şöyle diyor: "Ben kapitalizmin gizli polislerinden biriydim. Yoksul ülkelerdeki Amerikan şirketlerinin hisse senedi sahiplerinin kaymağını yemelerini sürdürmelerini sağlamak için politik barajın sıkıntılarını Amerikan kapitalizminin gizli polisinden başka bir şey değildir ki. Yoksul ülkelerde CIA başarısının anahtarı, nüfusun kaymağının çoğunu yiyen % 2 ya da % 3'lük kısmının bulunmasıdır. Şimdi çoğu ülkelerde bu sınıfın geliri 1960 dan bu yana daha da artmış ancak bir kenarda bırakılan ve nüfusun % 50 ya da % 70'ini teşkil eden sınıfların gelirleri ise daha da azalmıştır. CIA, karşı sindirme öğretisi, milliyetçilik vatanseverlik kavramlarını ileri sürüp azınlıkta kalan zenginlere karşı gelişen halk hareketlerini Sovyet yayılımıyla ilgili göstererek bu uluslararası çıkarcı sınıflar arasındaki ilişkiyi örtmeye çalışır." 100
Philip Agee'nin ve James Lemoyne'nin tarif ettiği Kontrgerilla uzantılarının özelliği milliyetçi, vatansever havasına bürünmeleri, gerektiği yerde dindar gözükmeleridir. Ama dinle yakından uzaktan hiçbir ilgileri olmadığı tavırlarıyla ortaya çıkmıştır. Bunların yanısıra Yahudi Lobileri'yle, Yahudi finansörlerle de yakın ilişkiler içindedirler. Yoksa "değirmenin suyu" nereden gelecektir?
Kontrgerilla'nın kullandığı sokak serserilerinin ikiyüzlülüğü her yönden ortadadır. Uyuşturucu kaçakçılığını yapanlar da, çıkar çatışması olduğunda yakalatanlar da onlardır. Fail-i meçhul cinayetlerin faili bu gruplar, fakat sahte failler üretmekte de üstlerine yoktur. Bu "belalı" gruplara, sergiledikleri mafya karakteri nedeniyle kimse "bulaşmak" istemez. Bu gizli hükümranlıktan istifadeyle de bunları örgütleyen kontrgerilla istediği ülkelerde rahatlıkla eylem yapabilir.
Kontrgerillanın kurucusu Yahudi finansör Rockefeller'in Eisenhower'e mektubu, ülke içinde ekonominin kilit noktasını ele geçiren şahısların bunu nasıl sağladıklarını açıklıkla ortaya koymaktadır. Bu mektupta bildirildiğine göre, ...ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım artırılmalı ve böylece bu işadamlarının ilgili ülke ekonomisinin kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır.
Rockefeller'in bu önerisi ABD'nin gizli servislerinden AID tarafından uygulanmıştır.
ABD'li senatör Albert J. Beueridge'in şu sözleri de anlamlıdır: "...Dünya ticareti bizim olmalı ve olacaktır. Ticaret karakollarımızın çevresinde bizim bayrağımızı dalgalandıran ve bizimle ticaret yapan, kendi hükümetlerine sahip büyük sömürgeler kurulacak, kurumlarımız ticaretin kanatları altında bayrağımızı izleyecektir."
Bu görüşler çerçevesinde ABD Savunma Bakanı McNamara 1967'de bir konuşmasında "askeri yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini ABD ideolojisine göre yetiştirmek ve onlardan gelecekte gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktır" demekte ve ABD'de eğitim gören subayların, biraz önce adından söz ettiğimiz AID programı çerçevesinde eğitildiklerini ifade etmektedir.
Demokrasi, insan hakları gibi değerler adına ortaya çıktığı söylenen Kontrgerilla hareketi için ünlü Yahudi anti-siyonist yazar Noam Chomsky ise şunları söyler:
Bu arada siyasi teolojinin hemen her terimi gibi demokrasi teriminin de iki manasının olduğu gerçeğini iyi bilmek gerekir. Bunlardan biri sözlük anlamıdır, diğeri ise yapılanlara gerekçe oluşturmak amacıyla demokrasi terimine giydirilmiş bulunan bir anlamdır. Bu ikinci anlamına teknik anlamı diyebiliriz. Teknik anlamda bir yerde demokrasi olması demek, o yerde ABD'li yatırımcıların çıkarlarının emniyet altında olması demektir. Sermayenin yarınından emin olmadığı yerde teknik anlamda demokrasi yoktur.101
ABD'nin şartlarına uyan devletlerde demokratik prensipler bir derece uygulanabilir, elle tutulur gözle görülür neticeler de elde edilebilir. Kaynakların askeriyenin, oligarşinin, iş çevrelerinin ve profesyonel seçkinlerin elinde bulunması, gücünü halktan alan organizasyonların sesinin kısılması halinde politik sistemin ve medyanın bütünüyle kontrol altında tutulmasını garanti altına alır. Halkın sesinin bastırılmasının yollarından biri de terördür. Halkın terör yoluyla susturulması ABD'nin tercihidir ve sopayla halkın üzerine yürüyen hükümetlerin Washington'un gözünde itibarı ve kredisi artmaktadır.102
CIA Başkanı William Casey ise şunları söylemektedir: "Küçük bir ülkenin ekonomik istikrarını ve iç barışını bozmak için çok az sayıda insan ve bunlara çıkılacak küçük destekler yeterlidir." 103
CIA'nın komplolarının kaynağını Gestapo oluşturmaktadır. Örgüt şemaları karşılaştırıldığında benzerlik görülecektir. Amerika Yeni Dünya Düzeni rolü ardına sığınarak tıpkı Gestapo gibi her türlü kirli işe bulaşmakta sakınca görmemektedir. Nitekim Gestapo'nun servislerinde bulunan "karşı sabotaj", siyasi polis, maddi manevi ve siyasal sabotajlar düzenleme ve yürütme bölümleri CIA'nın (Covert Action) Örtülü Harekat Servisi'nde olduğu gibi yansıtılmıştır.
Amerika ev sahibi ülke diye tanımladığı müttefik ülkelerin bütün istihbarat örgütleri ve bu amaçla kurdurttuğu militer ve para-militer yeraltı örgütlerine her türlü desteği sağlayıp onlara çıkarlarının bekçiliğini yaptırmaktadır.
Kuşkusuz Amerika ev sahibi ülkenin sadece istihbarat örgütlerine sızmakla yetinmemektedir. Bu anlayışla adı geçen ülkelerin tüm toplumsal kesitlerinden kişilere burs sağlamaktadır. İçlerinden elverişli olanları ayartıp kendi ajanı gibi kullanmakta en azından seçtiği kişilerin Amerikan hayranı olmaları için büyük çaba göstermektedir. Bu hedefe ulaşma için depo saydığı ev sahibi ülkelerin Kapitalist Enternasyonel örgütleriyle kişisel çıkarlarını düzenle özdeşleştirmiş tüm kişilere her türlü desteği vermektedir.104
Gladio Yapısı ve Tarihteki Benzerleri
Kontrgerilla, aslında yeni bir örgüt değildir. İsmi farklı da olsa tarihte birbirine benzeyen kontrgerilla yapısına sahip örgütlere rastlamak mümkündür. Kontrgerilla'nın siyonizm ve masonluğun sokak gücü, bir anlamda gizli askeri kanadı olduğu göz önünde bulundurulursa, bu tür örgütlerin tarihinin de masonluk tarihiyle paralel durumda olduğu sonucu ortaya çıkar. Masonluk, tarihteki çeşitli operasyonlarında da, örgütleyip finanse ettiği sokak gücü niteliğindeki grupları kullanmıştır.
Kontrgerilla, masonluğun klasik sokak gücünün yalnızca yeni bir ismidir. Bu görünmeyen masonik ordunun prensipleri de masonlukla paraleldir; sır verilmez, toplantılar gizlidir. Masonların mason olduklarını gizleyişleri gibi, kontrgerilla üyeleri de kendilerini gizlerler. Birbirlerini gizli parola ve gizli masonik işaretlerle tanırlar.
Masonluğun kullandığı tarihteki kontrgerilla benzeri örgütler oldukça ilginçtir. Bu örgütler, Fransız İhtilaline kadar uzanmaktadır.
Fransız İhtilalinin lider kadrosunu oluşturan ve hemen hepsi mason olan Jakobenler, aynı zamanda bir tür kontrgerilla örgütünün lideriydiler. Jakobenler, Sans Culotte'lara ve daha sonra da Kırmızı Boneliler adı verilen kiralık sokak serserilerine terör eylemleri düzenletiyorlardı. Aynı şekilde, Bolşevik Devrimi'ni düzenleyen ya da Hitler'i iktidara getiren, ünlü "fail-i meçhul" Reichteig yangınını çıkartanlar da kontrgerilla karakterindeki örgütlerdi. Hitler döneminde, SA ve SS olarak şekillenen bu örgüt toplantılarını Thule Locası adı verilen mason locasında yapmaktaydı. İllümine masonluk, yani ihtilalci masonluk, Jakobenler ile Fransız ihtilalinde, Thule Locası ile Almanya'da, P2 ile İtalya'da kendini göstermiştir.
İtalya'da 19. asrın başlarında ortaya çıkan Carbonari Cemiyeti de İllüminizm ile bağlantılıydı. Esas amacı kiliseyi yıkmak ve din aleyhtarı bir düzen kurmaktı. Milano, Londra ve Berlin'de bulunan bazı Yahudi bankacılardan büyük mali destek gördü. Bilinebilen en üst teşekkülü "Haute Vente" idi. Bu 40 kişilik bir heyetti ve bu heyete Volpe, Piccolo, Tigre, Clauss gibi birçok Yahudi dahildi. Carbonari Cemiyetinin uzantıları bugün de faaliyet halindedir. Asıl amaç yapılacak provokasyonlarla halkı kiliseden soğutmak, kilise düşmanlığını laiklik olarak göstererek halkı kutuplara ayırmaktır. Günümüzde İtalya'daki Brendizi Locası Masonluk-Kontrgerilla bağlantısının en açık örneklerinden biridir. Brendizi Locası, Avrupa'nın çeşitli ülkelerindeki üst düzey kontrgerilla yapısındaki örgütlerin buluşma yeridir.
Sırp Terörünün Ardındaki Çetnik-Kontgerilla Örgütlenmesi
Kontrgerilla Yugoslavya'da da faaliyettedir. Çetnik Kontrgerilla grupları, Bosna-Hersek'teki katliamın mimarıdırlar. Katliamı gerçekleştiren gerçekte Sırp halkı değil, mason liderlerin örgütlediği Çetnik Örgütüdür.
Kosova'yı Arnavutlar'dan "temizlemek" ve bölgeyi "Büyük Sırbistan"'ın bir parçası yapmaya çalışan Arkan adı ile tanınan Zelijka Raznjatoviç"in başında bulunduğu terör şebekesinin adı da "Kurtlar"dır.105
Gladio benzeri bu 10.000 kişilik Çetnik milisleri müslüman halkı katleder.
Çetnikler masonluğun kurduğu bir ordudur. Çetnik çetelerini ilk kez bir araya getirip örgütleyen kişi mason "Kasap" Mihailoviç, bugünkü liderleri de yine bir mason olan Miloseviç'tir. Dünyadaki belli başlı Kontra-gerilla/paradox-militer örgütlerinin arasında Sırbistan'daki Çetnikler'in bulunduğu iddia edilmektedir.106
Çetnik'ler hakkındaki daha detaylı bilgiler için bkz. Harun Yahya'nın, 'Gizli El' Bosna'da: Sırpların Arkasındaki Anti-İslami Enternasyonal'in Bilinmeyen Hikayesi, İstanbul: Vural Yayıncılık, Mart 1997.
Hitler'in Kurduğu Kontrgerilla Grupları: SA ve SS
Hitler, Alman kontrgerillasının kurucusuydu. Kurduğu SA ve SS grupları tipik kontrgerilla örgütleriydi. Yeni Dünya Düzeni adlı çalışmasında Halid Özkul şu bilgileri vermektedir:
SA'lar 1921de Hitler'in Muhafız Birliği olarak doğdu. Örgütsel dayanağı Nazi hareketine katılmış serserilerdi.107 Sokak eşkiyaları, eski katiller, işsiz, güçsüz kişilerin oluşturduğu bir örgüt olan SA'lar, rakip partilerin toplantılarını basıyor, Hitler'in fedailiğini yapıyorlardı.108 SA'ların yöntemi de tüm faşist örgütlerde olduğu gibi terör ve işkence olmuştur. "Berlin'de SA'ya ait bir köşkte işkence odaları bulunuyordu. İtiraf ettirmek için burada akla gelebilecek her türlü işkence yapılıyordu.109
Faşist-Siyonist lider Jabotinsky'nin kurduğu kontrgerilla grubu Kahverengi Gömlekliler'den esinlenen Hitler, SA'ları kurdu. SA'ların başında ise Yahudi Pfeffer Von Solomon bulunmaktaydı.
Hitler 1925 yılında kendi koruması için SS adı verilen daha organize bir birlik oluşturdu. Diğer bir Kontrgerilla grubu olan SS'ler daha çok orduya yönelikti. Bunların rolü çok farklıydı. Herhangi bir SS subayı Alman generalinden daha yukarıda yer almaktaydı. Devlet içinde devlet yapısı gösteren Hitler'in çok özel ordusu SS'lerin başında ünlü faşist Himmler bulunuyordu. Gestapo ise tipik bir istihbarat teşkilatıydı. Rejim aleyhtarlarını saptıyordu. Gestapo'nun başında Heidrich bulunmaktaydı.
Kontrgerilla yapısının zengin örneğini Gestapo örgütlenmesinde görmek mümkündür. Örgütün kuruluş şemasında "Cinayet Bölümü"ne de rastlıyoruz. Görülüyor ki Naziler kendilerine karşı olanları öldürmek için devlet içinde cinayet işlemekle görevli birimler oluşturmuşlardır.
Gestapo'nun etkin kişilerinden biri olan Heidrich, 1921'de kurduğu derneğin üyelerini vatansever olarak niteliyordu. Bugün Heidrich'in portresi bilinmektedir. Daha sonra istihbarat yapmak için fahişe olarak kullanılan kızların da vatansever olduğu iddia edildi.
Gestapo'yu Nazizm'den soyutlayarak incelediğinizde, onun dünyanın en organize istihbarat örgütü olduğunu anlayabilirsiniz. Bu gerçeğin ilk kez farkına varan ABD'liler, II. Dünya Savaşı'ndan sonra OSS simgeli istihbarat örgütlerini CIA'ya dönüştürdüler. Bunu yaparken de, Gestapo örneğinden ve işbirlikçi Alman istihbaratçılarından geniş ölçüde yararlandılar. CIA şeması içinde, Kirli İşler (Dirty Action) Bölümü, doğrudan ya da işbirliği halindeki ülkelerin yerli istihbarat örgütlerini kullanarak, bugüne kadar sayısız cinayet işlemiştir.110
Alman Nazizmi ile İtalyan Faşizmi ve onların istihbarat örgütlerine (özellikle Gestapo) baktığımızda bunlarda cinayet işleme birimleri bulunduğunu görüyoruz. CIA, II. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş ve Gestapo deneyimlerinden büyük ölçüde etkilenmiş bir istihbarat örgütü. CIA içinde Kirli İşler Bölümü ve onunla işbirliği halinde bulunan istihbarat örgütleri 40 yıldan bu yana cinayet işleyerek, 3 milyon kişiyi öldürmüş, 54 milyon kişiyi sakat bırakmıştır.
II. Dünya savaşından sonra örgütlenen İtalyan faşist grubu Osoppo da zamanında düşmanlara karşı 10.000 kişilik gücüyle devletin yanında olduğunu açıklamıştı.
Kontrgerillanın tüm özellikleri Hitler'in SS ve SA'larında toplanmıştı. Psikopat komutanların yönlendirdiği sokak eşkiyaları ve katiller vatansever, milliyetçi kisvesi altında her türlü işkenceyi, katliamı yapıyorlardı.
Gladio ve Faşist Örgütler İçiçe
Özellikle Avrupa'da son yıllarda tırmanış gösteren ırkçı-faşist hareketlenmelerin ardında Gladio olarak da bilinen NATO'nun gizli yeraltı örgütlenmesinin bulunduğu belirlendi. Gladio'nun Avrupa'nın belli başlı ırkçı-faşist örgütlerin liderleri ve ABD kökenli Ku Klux Klan temsilcileri ile belli aralıklarla toplanarak strateji ve eylem planı belirledikleri İtalya'nın ünlü gazetelerinden Corriera Della Serra ve La Repubblica'da yayınlandı. İtalya'nın Verona kentinde Gladio'yla toplantı yaptıkları saptanan Faşist örgüt temsilcileri Gladio'nun belirlediği eylem stratejisi doğrultusunda hareket ediyorlardı.
Sardinya'da bulunan Capo Marragiu'daki eğitim kampları, Gladio'nun neferlerinin eğitildiği tam teçhizatlı bir terörizm okuluydu. Bu kampta eğitim gören Gladyatörler arasında sade İtalyan vatandaşları da bulunuyordu. Bunlardan bir kısmı Gladio'nun çekirdek kadrosunda da görev yaptılar. Bu kişiler İtalya'da 1960'lardan 80'lere değin büyük bir kitlesel hareket olan İtalyan neo-faşistleriydi.111
İtalya'yı kasıp kavuran neo-faşist terörün gerisinden bütün haşmetiyle İtalyan kontrgerillası Gladio çıkıverdi. Baş Kontrgerillacının ise İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga'dan başkası olmadığı herkesin bildiği bir "sır" artık. Belçika Kontrgerillasını keşfetti, Fransa geri kalmadı ve gerisi çorap söküğü gibi geldi.112
II. Dünya Savaşı sonrasında ABD kontrgerillayı örgütlemiş, bu düşünceyi diye tüm ülkelere ihraç etmiş ve bu amaçla neo-Nazi ve neo-faşist partileri CIA dolarları ile beslemiş, çıkarına ters gelen parti, örgüt ve kişileri bu kiralık maşaları kullanarak etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Fransa'da yayımlanan ve Patrice Chairoff tarafından kaleme alınan yapıtta, Avrupa faşist partilerinin CIA'dan önemli ölçüde yardım aldığı açıklanmıştır.113 Neo-Nazi ve neo-faşist örgütlenmeler tüm dünyada o günden bu yana ABD istihbarat örgütlerince finanse edildi ve ölüm mangaları oluşturuldu. Siyasi cinayetleri aydınlatmak isteyenler bu zincirleri kırıp, perdenin arkasına bakmalıdırlar.114
Uluslararası terörizmin ve devlet terörünün vurucu gücü olanı ölüm mangaları, Alman Nazizmi'nden günümüze kadar uzanmaktadır. Ölüm mangaları'nın simgesi, aynı zamanda onların işlevini açığa vurur: Arjantin, Brezilya, Uruguay, Paraguay, İspanya'da koşullandırılmış ve dolarla beslenen aşırı sağcı militanlar, kurdukları partiler ve bürokrasideki yandaşları ölüm saçıyorlar, terör estiriyorlar.
El Salvador, Tayvan, neo-Nazi generallerin yönetimi altında bulunan Arjantin ve Honduras'da ABD'nin vekili durumunda olan devletlerdi ve bu devletlerin yönetimi ile Washington hemen her konuda mutlak manada bir mutabakat içerisinde hareket etmekteydiler.115
Gladio Sendromu ve Beklenen Karşı Çözüm
Mossad'ın ve masonların, kontrgerilla sistemini kurmaları ve ayakta tutmaları, bu sisteme uygun yapıdaki insanların bolca bulunabilmesinden kaynaklanmaktadır. Şiddeti bir zevk ve şeref göstergesi haline getirmiş, kabadayı karakterine sahip, güce tapan, haklının değil güçlünün yanında olan faşist grup ve kişiler bulunduğu sürece, Mossad kendine maşa bulmakta zorluk çekmeyecek gibi gözükmektedir.
Bu şiddete dayalı faşist kültürün yaşatılması ise, söz konusu güçlerin üzerinde özellikle durduğu bir konudur. Irkçılığı, şiddeti, savaşçılığı yücelten, güzel ahlakı, sevgiyi, barış ve huzuru ise aşağılayan bu faşist düşünce yapısının yayılması için şimdiye dek çalışmış olan ideologların hemen hepsinin Yahudi ya da mason olması elbette bir tesadüf değildir. Bu ideoloji, özellikle hedef olarak seçilen toplumlarda canlı tutulmaktadır. İslam Dünyası'nda söz konusu felsefenin oldukça yaygın olmasının nedeni de bu yönde yapılan uzun provokasyonlardır. Özellikle 20. yüzyılda İslam Dünyası'nda körüklenmiştir bu düşünce yapısı. Arap ülkelerinde Yahudilerin kurduğu Baas Partisi, Türkiye'de Mois Kohen'ler ve benzerleri, güce tapınmanın felsefesini yapanlardır.
Bugün de bütün dünyaya filmler, romanlar, resimli romanlar aracılığıyla söz konusu faşist düşünce yapısı, tarih kültürü, milli kültür, askeri ahlak vs. isimler adı altında enjekte edilmektedir. Bu propaganda ile, lümpen, kan dökücü kabadayı karakteri "gözü pek, bileği ve yüreği güçlü" gibi tanımlamalar altında kendine meşruiyet zemini bulur.
Önce sahte bir haksızlık ortamı yaratmak, sonra saldırmak... Sonra halkı kendini savunmaya mecbur edip, sonra tekrar saldırmak Kontrgerillanın en önemli taktiğidir.
Ancak bu sistemin ortadan kaldırılmasıyla, mutlak barış ve huzur çağı oluşabilir. Dünya üzerindeki bu cinayet şebekesinin çözülmesi gerçek huzuru meydana getirebilir. Bu durumdan sonra, artık silahlanma ve savaş sanayine, teröre ve ondan korunmaya yönelik resmi organizasyonlara ayrılan para, refaha, eğitime, beslenmeye, barınmaya, giyime, sanata, çevre düzenlemelerine ve her türlü güzelliğe, iyiliğe ve mutluluğa harcanabilir.
Mossad'dan Kontrgerillaya uzanan zincirin ortadan kalkması ise çok güçlü bir sistem gerektirmektedir. Hükümetler ve hükümet başkanları, kontrgerilladan şiddetle çekinmektedirler. Kontrgerilla bir anlamda devlet içinde devlet konumundadır. Kontrgerillayı ortadan kaldırabilmek için, bir hükümetin gücünü, fikrini ancak son derece sağlam bir düşünce yapısından alması gerekir. Şiddete, gurura, nefrete dayalı olan bu sisteme karşı beklenen karşı çözümün tamamen bu yapının dışında olması, sevgiye, adalete, fedakarlığa, alçakgönüllülüğe, merhamete dayalı olması gereklidir. Bunların dışında yapay çözümlere, geçici tedbirlere sarılmak sonuç vermemektedir. Mossad-CIA-Masonluk-Kontrgerilla zincirinin kendisine en büyük hedef olarak İslam'ı seçmiş olması durumu yeterince açıklamıyor mu?
New York Dünya Ticaret Merkezi'ninBombalanması ya da Hayali İslam Terörü
New York Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanması, İslam'a terör damgası vurmak isteyenlerin en son provokatif eylemiydi. Somut hiçbir delil olmadığı halde, Türkiye'de, Hindistan'da, ABD'de düzenlenen benzeri eylemlerle, hep tek bir adrese doğru kamuoyu oluşturularak "İslamcı Terör" suçlamaları gündeme getirildi. Hayali İslami örgütler ve komedi filmlerini aratmayacak basitlikteki komplolar su yüzüne çıkmış olsa da, basının da katkılarıyla vaziyet idare edilerek, İslam'a karşı kamplaşma başlatıldı. Bu kamplaşmaya her nedense Müslüman ülke tabirinin kullanıldığı birtakım ülkelerin de destek vermesi asıl işin şaşırtıcı tarafıydı. Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır'ı bu konuda örnek verebiliriz.
Türkiye'de Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle başlatılan bu kampanya suikastin Mossad damgalı bir eylem olduğuna dair bazı belgelerin açığa çıkmasıyla, alelacele gündem dışı bırakılarak, "İslami Terör" damgası vurulabilecek eylem arayışına girişildi. Artık bu arayış öyle bir boyuta vardı ki, siyasi olmaktan çok uzak görünen Çetin Emeç cinayeti bile İslami kesime maledilmek istendi. Dünyada da benzeri gelişmeler olurken Hindistan'daki Mossad destekli Sihler'in estirdiği terör bile İslami Terör olarak adlandırıldı. Eylemlerin arkasında hep hayali İslami örgütlerin adına rastlandı. Newsweek dergisi kontra-basın olma özelliğini bir kez daha gözler önüne sererek, "İslamın Öfkesi" başlıklı bir kapak hazırlayıp hayali İslami terörden bahsetti. Bu arada asıl hedefin İslam olduğunu açıklıkla gözler önüne serecek şekilde "Batı Bosna'da Müslümanların katledilmesinden memnun" gibi bir cümleye de yazısında yer vermeyi ihmal etmedi. ABD'de New York Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanmasıyla birlikte kampanya en hareketli günlerini yaşadı. Filistinli Muhammed Selame'nin suçlu olarak tanıtılıp "işte İslami terör" suçlamasının bir çırpıda gündeme getirildiği bu ilginç olayın içyüzü, Zaman gazetesinde ayrıntılarıyla şöyle anlatılıyor:
New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'nin bombalanmasının tezgah olduğu ortaya çıkarken bütün şüpheler İsrail istihbarat Servisi Mossad üzerinde yoğunlaştı.
Olayın hemen ardından Filistinli Muhammed Selame gözaltına alınmış ve bütün dünya kamuoyunda "İslam terörizmi" safsatasının propagandası yapılmıştı. Batılı basın yayın organları bombalanma olayını Filistinli Muhammed Selame'nin üzerine yıkmakta gecikmezken, delil yetersizliğinden salıverilmesini es geçmiş, zihinlerde yanlış imaj kalmıştı.
Araştırmalar sonucu olayın arkasında Selame'nin Musevi patronu FBI'nın Mossad ajanı olarak da bildiği Jossei Hadas'ın olduğu ortaya çıkarıldı.
Muhammed Selame, Ryder Econoline marka minibüsü patronu Yahudi Jossie Hadas'ın isteği üzerine kendi adına kiraladı. Muhammed Selame kendi kartı olmadığı halde Yahudi patronu kendisini zorlamış, nakit parayla kiralamaya mecbur etmişti. Hadas, Yahudi patron, kira sebebi olarak da kendi şahsi eşyalarını taşıyacağını bahane etmişti. Bunun içinde Muhammed Selame kira için kendi ismini verdiği halde, telefon numarası olarak da Brooklyn'de yaşayan Yahudi patronu Jossie Hadas'ın ev telefonunu vermişti.
Muhammed Selame, daha sonra Yahudi patron tarafından minibüsün kaybolduğunu öğrenince, patlamadan bir gün evvel çalıntı durumunu polise bildirmek için emniyete gitmişti. Fakat üzerinde minibüsün plaka numarası olmadığı için polis bu müracatı kabul etmemiş ve kayıtlara da geçirmemişti.
Patlamanın olduğu gün minibüsün plaka numarasını öğrenen Muhammed Selame, yine patlamadan dört saat sonra polise gidip, minibüsün plakasını vererek kayıtlara geçirir. Bu kesin olarak tespit edilmiştir. Sonra da 400 dolar depozitini almak için minibüs sahiplerine gitmiş ve paranın 200 dolarını geri almıştır. Daha sonra hiçbir şeyden habersizken yakalanmıştır. Aslında polis tarafından Muhammed Selame'nin apartmanı, Selam Camii ve diğer uğradığı yerlerde araştırmalar yapılmış asla şüpheli hiçbir şey bulunmamıştır. Bütün bunlara rağmen elde hiçbir delil yokken Selame suçlu ilan edilmiştir.
Filistinli Muhammed Selame'nin ifadelerinden yola çıkan ABD polisi Selame'nin patronu İsrailli Jossie Hadas'ın apartmanında yaptığı araştırmalar sonucunda İngilizce yazılmış bomba formülleri, patlayıcı madde parçaları ve tesir arttırıcı kablolar buldu. Bombalama ile ilgisi olduğu ortaya çıkan suç delilleri ortadayken basın tek taraflı yayın yaparak gerçekleri kamuoyundan gizledi. Mossad ile ilgisinin FBI tarafından bilindiği belirtilen Hadas'ın kim olduğu, olayla bağlantısı ve şu anda nerede olduğu konusunda kamuoyuna bilgi verilmedi.
Şimdi cevap bekleyen sorular şunlardır:
- Niye Yahudi patron Jossie Hadas kendi özel işiyle ilgili bir minibüsü Muhammed Selame'ye kiralattırdı?
- Polis ve basın niye İsrail ajanı Jossie Hadas'ın apartmanında bulduğu bomba imalıyla ilgili parçaları açıklamadı?
- Muhammed Selame eğer suçlu ise, kiraladığı arabanın çalındığını bildirmek için niye iki defa polise gitti?
- Eğer Muhammed Selame minibüsle bomba taşıyacak idiyse, niçin kendi adına araba kiraladı, herhangi bir arabayı çalmak aklına gelmemiştir?
- Eğer Muhammed Selame gerçekten bir terörist idiyse niçin patlamadan sonra kaçmamıştır?
- Niçin FBI, New York polisine bu konunun acele örtülmesi ve dava dosyalarının açık kalması için baskı yapılıyor. Acaba FBI üzerinde CIA ve Mossad'ın bir baskısı mı var?194
FBI üzerinde CIA ve Mossad'ın baskısı olup olmadığını İzlenim dergisindeki şu ilginç alıntı açıklamaktadır:
Tutuklanan faillerle ilişkisi olduğu anlaşılan Hadas olaya bir de Mossad boyutu ekliyor. Ancak FBI İsrail gizli servisi Mossad'ın olayla ilgili olup olmadığı konusunda sessiz. International Herald Tribune gazetesine yaptığı açıklamada FBI sözcüsü Joe Valiquette şunları söylüyor: "Hadas'ın Mossad üyesi olup olmadığı konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Ama, böyle bile olsa, herhalde bunu size söyleyecek değiliz."116
ABD'de yayınlanan New American View dergisi de, hayali İslam Terörü'nün hangi kaynaktan üretildiğini şöyle anlatır:
Washington'da haberlerde ve medyada çok ilginç bir oyun sürdürülüyor. Oyuncuları ise Clinton yönetiminin üyeleri, ABD istihbarat topluluğu, İsrail'in gizli ajanları ve yazarlar arasındaki ajanlar. Bu insanlardan bazıları daha doğrusu İsrailliler ve onların taraftarları bizi İran tarafından desteklenen bir fundementalist İslam terörist örgütünün ABD'de faaliyet gösterdiğine inandırmaya çalışıyor. ABD hükümeti ve diğerleri ise bu Ortadoğulu müslümanların kendi başlarına hareket ederek Dünya Ticaret Merkezi'ni bombaladığına inandırmak istiyor. Deliller, bu İslam terörist ağının İsrailliler tarafından ortaya atılan bir teori olduğunu anlamak için yeterli.117
Bu konudaki en önemli haber ise 13 Mart 1993 tarihli, İsrail basınının en önemli yayın organı The Jerusalem Post'ta çıktı. Siyonist örgüt B'nai B'rith'in Karşıt İstihbarat Bürosu'yla (Anti-Defamation League; ADL) Muhammed Salameh arasındaki bağlantıdan bahseden Jerusalem Post, 20 Mart 1993 tarihli sayısında ADL'den gelen baskı sonucu bu haberini değiştirip, "ADL'nin Muhammed Salameh'le hiçbir ilişkisi yoktur" şeklinde bir düzeltme yaptı.
Mossad-CIA-Masonluk-Gladio Zincirinin Son Hedefi: İslam
Bosna-Hersek, Afganistan, Cezayir, Tacikistan, Somali, Abhazya, Karabağ'da katledilen Müslümanlar ABD'nin Yeni Dünya Düzeni'nde Müslümanların durumunu ortaya koymaktadır. Anti-Komünist maskesi düşen ABD, gerçek düşmanının İslam olduğunu artık gizlememektedir. Bu düşüncenin öncülüğünün Kissinger ve Brzezinski gibi iki İsrail bağlantılı Yahudi stratejist tarafından yapılması İsrail'in perde arkasındaki rolünü daha iyi açıklar niteliktedir.
Beyaz Saray'daki "Durum Değerlendirme Odasında" Henry Kissinger, Washington Özel Harekat Grubu'nun kritik toplantılarını yapıyordu. Bütün müdahalelerde ABD'nin politikasını Milli Güvenlik Grubu değil Washington Özel Harekat Grubu hazırlıyordu. Fakat bunu Milli Güvenlik Grubu üyeleri oluşturuyordu. Washington Özel Harekat Grubu'nda toplananlar zaman zaman değişiyordu. Fakat üst düzey temsilciler sürekli aynı kalıyordu. Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, CIA, FBI bu gruba bağlıydı." 118
Henry Kissinger'ın Müslüman ülkelere karşı düzenlediği kontra hareketleri de kontrgerillanın asıl hedefinin İslam olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır. 23 Nisan 1987 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki haberden Kontrgerillanın kimlerin emrinde olduğu ve asıl hedefinin ne olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Haber'e göre Washington, Yahudi aleyhtarı sloganlar atılan mitingler dolayısıyla Türk siyasi hayatını yakın takibe almıştır. Türkiye'deki İslami akımların yok edilmesi gerektiğinin belirtildiği ABD deki konferans Klinghofter adlı Yahudi adına kurulan Yahudi Vakfı tarafından düzenlenmiştir. Konferansta konuşmaları ABD Dışişleri Bakanlığı Kontr-Terörizm Dairesini yöneten Paul Bremer, CIA Ortadoğu Uzmanı ve ABD Savunma Bakanı danışmanı Peter Probst yapmıştır.119

Stephen Joshua Solarz
Eski ABD başkanlarından Richard Nixon da bir konuşmasında "bazıları SSCB'nin Ortadoğu'da tehlike oluşturduğunu zannediyor, bazıları da asıl tehlikenin Filistinlilerden geldiğini söylüyor. Ben diyorum ki, asıl tehlike, Kuzey Afrika'dan Endonezya'ya kadar bütün İslam dünyasını birleştiren devleti kurmak ve halklarını eski dönemlere götürmek isteyen Müslümanlardır" der.120
Bush'un Başkan Yardımcısı Dan Quayle ise "İslam, Komünizm ve Nazizmden sonra batının yeni düşmanıdır" 121 şeklinde demeciyle asıl hedefin İslam olduğunu açıkça belli eder.
Carter'ın Ulusal Güvenlik danışmanı Brzezinski de "İslam, düşmanlarımızda teşvik edilmeli dostlarımızda bastırılmalıdır" 122 demiştir.
CIA Ortadoğu İstasyon Şeflerinden Türkiye sorumlusu Paul Henze, 19-23 Mart 1986 tarihleri arasında İstanbul'da verdiği "Demokrasi ve Terörizm" adlı konferansta Türkiye için sadece bir şeyi övmüştür. O da bir kısım Türk basınının yıllardır yılmadan, usanmadan yürüttüğü irtica kampanyalarıdır. Paul Henze açıkça şöyle söylemiştir: "Türk basınının İslami akımlara karşı yürüttüğü mücadele Washington'da takdirle karşılanmakta ve teşvik edilmektedir." 123
Kissinger'a yakın isimlerden, ABD eski Dışişleri Bakan Alexander Haig'in "Müslüman ülkeler için en büyük tehlikenin İsrail değil, İslam olduğu" şeklinde verdiği garip demeç de, ABD ve İsrail komutasındaki Kontrgerilla'nın İslam karşıtı kullanılacağını anlamak için bir başka örnektir.
Talat Turhan'a göre, AGİK toplantısından önce imzalanan AKKA Antlaşması'nda, antlaşmaya imza koyan tüm ülkeler konvansiyel silahlarda belirli bir oranda indirimi kabul ederken, Mersin Limanı dahil 39. Paralel'in güneyini antlaşma kapsamı dışında bırakmışlardı. Yani Türkiye'nin Güneydoğu bölgesi, başta ABD olmak üzere diğer NATO devletlerine savaş alanı olarak peşkeş çekilmişti. Gerçekte ABD, Körfez Savaşı'nda Türkiye'yi kullanmak ve bu bölgedeki üs ve tesislerden kolaylıkla yararlanmak için, bu bölgeyi savaş alanı ilan etmişti.
Daha da önemlisi gelişen İslami anlayışa karşı bir İslam ülkesini kullanmak, İslam alemi içindeki çelişkileri artırmak için bulunmaz fırsattı. Brzezinski gibi ABD'li stratejistler çoktan İslam'ı düşman ilan etmişlerdi. ABD'nin yeni düşmanı İslam'dı. Peki ABD'nin sadık dost ve müttefiki olan Türkiye nasıl İslam'ın düşmanı olabilirdi? Bu memleketin % 99'u İslam değil miydi? Bunun bir yolunu bulmak lazımdı. Bunun için birkaç kişinin teröre kurban seçilmesinin önemi mi olurdu? Peki böyle bir durumda ülke çapında meydana gelebilecek hoşnutsuzluk ve ayaklanma gibi olaylar olursa ne yapılacaktı? 124
II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Körfez'in ve civarında bulunan petrol zengini bölgelerin mutlak manada kontrol altında bulundurulması, ABD'nin hedeflerinden biri olmuştur. İslami çabaların sonuç verip bölgenin kaynaklarının kontrolünün bölge halkının eline geçmesini mümkün kılarsa, Batı'nın bu bölgede dilediğince at oynatabilmesi imkan harici olacaktır.125
NATO'nun ve çağın terör örgütü Gladio'nun bundan sonra tek hedefinin, en büyük düşmanının ve faaliyet alanının Türk ve İslam Dünyası olacağı kaygılarını taşıyoruz... NATO 'nun bu terör örgütünün esrarı çözülmeden, hiçbir sağlıklı iç ve dış politikanın üretilemeyeceği kanaatini taşıyoruz.126
ABD'nin uygulamaları da "Yeni Düşman"ın İslam olarak seçildiğini göstermektedir.
ABD Başkanı Clinton ülkesinde uzun süredir devam eden Amerika dışında yayın yapan radyoların yayınlarının kesilip kesilmemesi konusunda kararı verdi. Bu istasyonlardan yayın yapan Amerika'nın Sesi ve Hür Avrupa Radyosu şimdiye kadar Bölge halklarını komünizm tehlikesi hakkında bilgilendiriyordu. Ama 1995'e kadar yayınlarına devam edecek olan bu dönemde düşman değişti. Bu yayınların devam etmesinin sebebi ise yeni bir tehditten kaynaklanmaktadır. Bu tehdit "İslam"dır. ABD bölgedeki İslami gelişmeden dolayı kaygılıdır. İslami hareket iki yıl boyunca yükselmeye devam ederse, bölgeye yönelik propaganda yayınları kesilmeyecek, ancak bu kez rakip değişmiş olacaktır.127
İtalyan basını da Türkiye'de büyümekte olan İslam tehlikesine özel bir önem verir. İtalya'nın en büyük gazetelerinden Corriera Della Sera'da Yahudi yazar Arrigo Leve şöyle yazıyordu: "Yazık ki Türkiye'de İslam yeniden uyandı. Avrupalılar uyanın! İslam nedir? Biliyor musunuz? İslam sömürgecilik, baskı, zulüm ve geriliktir. Bundan fazlası İslam Barboros Hayrettin ve Turgut Reis'tir. Bu tehlike zamanında bertaraf edilemeyecek olursa, Avrupa bu günleri çok arayacaktır." Bugün ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya'da basın aynı şeyleri yazmaktadır.128

Rand Corporation analisti ve "ılımlı İslam" projesinin mimarı Graham Fuller
"Batı Yeni Bir Düşman İcat Ediyor: İslam" başlığı altında Sabah gazetesindeki yazısında Mehmet Ali Birand da hedefin İslam olduğunda hemfikirdir:
Geçen hafta New York'un ünlü Dünya Ticaret Merkezi'ni sarsan bomba olayı, bir süredir için için yaygınlaşan bir inancı, aniden su yüzüne çıkarttı. Amerikan kamuoyunun bakışları ağır ağır aynı konuya dönmeye başladı. Bütün suçlayıcı bakışlar ve parmaklar bir sorumlu gösteriyordu: İslam.
Aslında sorumlu sandalyesine oturtulmaya hazırlanılan, tek başına İslam değil, daha çok "köktenci İslam" hedefleniyor ancak, bir süre sonra bütün bu kavramlar birbirine karışacak ve Müslümanlık bir cephe durumuna sokulacak... Eğer gelişmeler kontrol altına alınamazsa, ilerde Hıristiyan-Müslüman çatışmalarına kadar gidebilecek bir sürtüşmeye kayabilecek.
İşte en büyük tehlike bu... Batı, Sovyetler Birliği'nin dağılışından bu yana kendine yeni bir düşman arıyor. Komünizm son derece yararlıydı. Tek başına, değişik ideoloji, değişik din veya renkteki insanı kolaylıkla birleştirebiliyordu. "Komünizm geliverir" dendi mi, herkes anlaşmazlıklarını içine atar ve ortak bir hedefe doğru birleşirlerdi. Şimdi komünizm tehlikesi bitince adeta düşmansız kalındı. Yeni bir düşman, yeni bir cepheleşme aranır oldu. Galiba cepheleşme hızlanıyor. Hiç değilse, yavaş yavaş siperler kazılıyor ve bir savaşın tohumları atılıyor.129
3 Kasım 1990 tarihli National Journal gazetesi yazarı Rochelle Stanfield "İslam'ın, dünyanın bir çok bölgesinde sıçrama yaptığını" belirterek, ABD'nin bundan endişe duyduğunu açıklıyordu. Yunanistan Savunma Bakanı Yanis Varviçyotis, Portekiz, İtalya ve Fransa'ya İslam'a karşı Akdeniz Paktı kurmayı teklif etmesi de yine bu döneme rastlıyordu...
Sunday Times'da 8 Haziran 1990 günü yayınlanan bir makale "Fundementalist Menace" başlığını taşıyor ve yazıda Batı için Varşova Paktı'nın artık bir tehdit değil, buna karşılık İslam'ın tehlike olduğu ele alınıyordu. Batı ve Sovyetler Birliği'nin, Kuzey Afrika'nın Akdeniz sahillerinden Sovyetlerdeki bazı cumhuriyetleri de içine alacak şekilde Orta Asya yoluyla Çin'e kadar uzanan bir İslam dalgasına kendilerini hazırlamaları gerektiği belirtilen yazı "Batı, nasıl komünizmi durdurmayı öğrendiyse İslam dalgasını kırmayı da öğrenmek zorunda" 130 sözleriyle sonuçlanıyordu.
Varşova Paktı ve COMECON kendini feshetti, fakat NATO hala ayakta... Yanına Batı Avrupa Birliği'ni de (BAB) alan NATO yeni bir düşmana karşı mevzilenmektedir. Bu yeni düşmanın adını Batı Dünyası'nın önemli liderlerinden biri olan Margaret Thatcher bir NATO zirvesinde açıkça İslam olarak verir. O zamandan beri, yanına Sovyetler Birliği ve uydularını da müttefik olarak almış Batı'nın gözü İslam Dünyası üzerindedir.
NATO üyesi parlamenterlerin katıldığı 21-24 Mayıs 1993 tarihleri arasında yapılan KAA (Kuzey Atlantik Asamblesi) yıllık olağan toplantısında "Yugoslavya" ve "İslam'ın Yükselişi" konularına ağırlık verilmiştir. İspanyol parlamenter Augosta Borderas tarafından hazırlanan "Kuzey Afrika'da İslamın Tırmanışı" başlıklı raporda, Batı'nın İslami hareketlere baskı yapan hükümetlere destek verdiği belirtilir. Raporda ayrıca Tunus Devlet Başkanı Ben Ali'nin çoğulcu demokrasiye geçeceği yolundaki sözlerinden cayınca Batının tepki göstermemesinden, Cezayir'de demokrasiye geçiş askerler tarafından engellenince Avrupa'dan hiç itiraz gelmemesinden, Cezayir'in eleştiri yerine Batı bankalarından kredi almasından, İslami muhalefeti acımasızca susturan Fas yönetiminin Batı'nın Kuzey Afrika'daki en sadık müttefiki olmasından bahsedilir. NATO üyesi ülkelerin İslami yönetimler yerine darbeci rejimleri tercih ettiğine dikkat çekilen raporda, bu tutumun bazı gruplar tarafından "iki yüzlü" olarak sıfatlandırıldığı belirtilmiştir.131
NATO toplantısında da ele alındığı gibi İslam'ın yükselişi ve Kuzey Afrika'daki İslami patlama Batının bu bölgeleri hedef alanlar olarak saptamasına sebeb olmuştur. Katliamlar, darbeler, fail-i meçhul cinayetlerin ardı arkasının kesilmediği bu bölgelerdeki piyon liderlere Batı her türlü desteği sağlamıştır.
İspanya eski Dışişleri Bakanı Fernando Moran bir konuşmasında "Avrupa'nın en büyük problemi, Kuzey Afrika ülkelerinde İslam'ın ortaya çıkmasıdır. Eğer bu İslami gruplar başarıya ulaşırlarsa, Avrupa için son derece önemli olan bu bölgede denge değişecektir" demiştir.132 Cezayir'de İslami bir hükümet kurulması durumu, Kuzey Afrika'daki İslam korkusunu körükler. Tunus Başbakanı Ben Ali, FIS'in başarısından telaşa kapılır. Tunus'un İslami partisi Al-Nahda baskı altında ve otoriteler tarafından terörist hareket olarak tanımlanır. Tunus Başbakanı ise, Muhammed Budiaf'ı ilk tebrik edenlerden biridir. İslami hareket barışçı yollarla iktidarı ele geçirmeye kalkınca, Cezayir seçimlerinde olduğu gibi, baskıyla karşılaşır ve ABD de buna karşı çıkmaz.133
Amerikan Milli Eğitim Dernekleri Federasyonu'nun kapanış konuşmasında Afrika'nın 21. asrın kıtası olduğu belirtilmiştir. Buna göre dünya medeniyeti Afrika'nın şekillenmesine bağlıdır. Çünkü burası bakir bir kıtadır. Ona hakim olan dünyaya hakim olacaktır. Burada Batı medeniyeti için iki tehlike vardır. Biri komünizm, diğeri İslamiyettir. Fakat anlaşılan İslamiyet komünizmden daha tehlikelidir. Zira komünizm başarılı olsa bile maddi imkanlarla onu bertaraf etmek mümkündür. Fakat İslam Afrika'ya girerse, bu kıta Batı medeniyeti için ilelebet kaybolacaktır.134
Yeni Dünya Düzeninin Kuzey-Güney çatışması olarak sunduğu kontrgerilla örgütlenmelerinin, tamamen İslam'ı hedef alacak şekilde düzenlendiği görülmektedir. AGİK ve BM'de bu sürecin gerçekleşmesi için önemli yapı taşı görevi üstlenmişlerdir. Sosyalist Blok'un da Brzezinski'nin katkılarıyla NATO çerçevesinde örgütlenmesi de bunun en çarpıcı göstergesidir.
Günümüzün Yeni Dünya Düzeni yutturmacası ve abartılmış Kuzey-Güney çelişkisi olgusu, temelinde formüle edilen hafif ve orta yoğunlukta çatışma doktrinleri, petrol üreticisi İslam ülkeleri başta olmak üzere, hammadde kaynaklarına sahip üçüncü dünya ülkelerindeki her türden karşı çıkışı ve karşı koyuşu bastırmayı hedeflemektedir. 1990 yılında AKKA Anlaşması gereğince 39. Paralelin güneyi ve ek olarak da Mersin Limanı, hem konvansiyonel hem de paramiliter güçler açısından indirim kapsamı dışında tutulmuştur. Eski NATO stratejisine hakim olan "kuzeyden gelen tehdit" olgusunun, yeni NATO stratejisine göre "güneyden gelen tehdit" olgusuna dönüştürülmesi suretiyle, özel savaş örgütlenmesinin de stratejik gerekçesi böylece hazırlanmış olur.135
AGİK ve Yeni Dünya Düzeni sürecinde, bir yandan BM Örgütü ABD'nin dümen suyuna sokulmakta, bir yandan da bu örgütlenme tarzı eski "Sosyalist Blok" ülkelerine taşınmaktadır. Polonya'daki oluşumun gerçekleştirilmesinde, Papa'nın ve ABD'de Başkanlık Danışmanı olarak görevli Brzezinski'nin (Polonya asıllı Yahudi) oynadığı rol bilinmektedir. Eski sosyalist ülkelerin düşürülmesinde, lider olarak seçilen kişilerin, çoğunlukla, mason olmaları da bir raslantı değildir.
19 Mart 1993 tarihli Hürriyet gazetesi "Füzelerin Tayini Çıkıyor" başlıklı haberinde Amerikalı strateji uzmanlarının uzun menzilli füzelere Rusya'dan sonra yeni hedefler aradığını belirtmiştir. Bu hedeflerinde öncelikle Üçüncü Dünya ülkeleri olduğu söylenmektedir.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı ve ABD'nin eski NATO Büyükelçisi David Abshire, eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Hurt ve AKKA görüşmelerinde ABD heyetini temsil eden Büyükelçi James Woolsey tarafından hazırlanan bir raporda, NATO'nun "geleneksel görev alanı dışına müdahale için Fas'tan Arap Yarımadası'na ve Türkiye üzerinden Orta Asya'ya uzanan coğrafyayı dikkatle gözlemesi gerektiği" kaydedilir. Büyükelçi Woolsey, AA muhabirinin sorusuna karşılık, "NATO'nun bundan sonra karşılaşacağı tehdit Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dır. NATO'nun bu bölge için hazırlık planları yapma zamanı gelmiştir" 136 der.
BM'de uzun zamandır çalışmış yetkililer, Clinton'ın CIA'nın başına James Woolsey'i getirmesini, İsrail'in Bush ve Reagan dönemindeki etkisini ve gücünü yitirmediğine dair bir sinyal olarak yorumlamışlardı. Woolsey daha önce Henry Kissinger'ın Milli Güvenlik Danışmanı olarak çalışmıştı. Woolsey'i Mossad'ın değerli bir varlığı olarak tanımlayan Ortadoğu diplomatları, Woolsey'in bu göreve getirilmesi karşısında şaşkınlıklarını gizlemediler. BM'deki İsveçli yetkililerden Dr. Waldemar Hen "Woolsey, yeni bir nesli temsil ediyor. Bu nesil İsrail'le bağlantısını gizlemeye gerek duymuyor" demek ihtiyacını hissetmiştir.
Woolsey 1973'de CSIA'e (Center For Strategic and International Affairs) katılır. Bu kurum İsrailli stratejistler Edward Luttwak, Micheal Ledeen ve Walter Laqueur tarafından yönetilen Washington'un gizli düşünce bankasıdır. Körfez Savaşı'nın ABD'li uzmanlarından biri "Woolsey, CSIA'de ABD-İsrail askeri kuvvetlerini İslami düşünceyi taşıyan milletlerle savaştıran savaşlar planlayanlardandı" der. Ve sözlerine şöyle devam eder: "Bu planlar Reagan ve Bush hükümetlerinin İslam karşıtı politikalarını oluşturdu ve Irak'a karşı barbarca yapılan bombardımana sebep oldu."
Woolsey ayrıca Jewish Institute For National Security Service'de çalışmıştır. İran-Kontra skandalında bu düzenin İsrail bağlantılarına adı karışmıştır.
Bir Kongre üyesinin iddiasına göre Woolsey, Mossad'a çok iyi hizmet vermiştir. Kongre üyesi Woolsey'in Amerika'nın sırlarını dürüstçe saklayabilecek biri olup olmadığını sorgulamaktadır.137
Woolsey'in Ağustos ayında haber verdiği Somali müdahalesinin arkasındaki gerçeği 13 Aralık 1992 tarihli 2000'e Doğru dergisi şöyle anlatır:
Kızıldeniz'in girişinde yer alan Somali bu konumuyla Ortadoğu'nun güney kapısı özelliğini taşıyor. ABD kuzeyde Kahire'den güneyde Mombasa'ya kadar bölgede İslam'ın güçlendiği tesbitini yapıyor. Sudan'daki İslamcı yönetime özel bir dikkat gösteriyor. Somali ve Somaliland'da İslam'ın güçlendiği belirtiliyor.138
İslam'ın güçlendiği diğer bir ülke olan Pakistan'a karşı da tavır alınmaya başlanmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı son zamanlarda Pakistan'ı terörist ülkeler listesine dahil etmeye çalışmaktadır. Washington'daki Yahudi Lobisi bu faaliyeti takip etmektedir. Bu lobide başı çeken kişi Senatör Stephen Solarz'dır. Washington, Pakistan'da etnik kargaşayı kışkırtmak istemektedir.139
Kuzey Afrika'da, Cezayir'de İslam'a karşı düzenlenen kontra darbe İslami rejimlerin bu bölgede başa gelmesine izin verilmeyeceğinin göstergesi olmuştur. Hindistan'da Sihlerin, Sri Lanka'da Tamil gerillalarının, Güney Afrika'da ırkçı rejimin yaptığı müslüman katliamının nedenleri, bu grupların Mossad tarafından eğitildiği de gözönüne alınırsa daha anlaşılır hale gelir.
Diğer bütün Afrika ülkelerinde olduğu gibi İsrail, G. Afrika'ya da askeri danışmanlar, tarım uzmanları yada diplomat görüntüsü altında Mossad ajanlarını yerleştirmiştir. İsrail'i ve onun ırkçılığını örnek alan G. Afrika hükümeti de buna ses çıkartmaz, hatta sevinçle karşılar. G. Afrika polisiyle işbirliği yapan İsrail ajanları buradaki güvenlik kuvvetlerine Mossad'ın uyguladığı taktikleri öğretirler. Mossad, Kral Hasan için de özel bir güvenlik servisi kurmuştur. Bu ekip Fas'lı Yahudilerden oluşuyordu ve bunlar Mossad uzmanlarınca özel olarak eğitilip teçhizatlandırılıyordu. Ayrıca Fas casusluk servislerinin kuruluşuna da yardım ediyorlardı.
Somali, Sudan, Fas, Tunus, Yemen, Hindistan ve Etiyopya'daki gelişmeleri izlemeye devam edelim.
....Kafkaslar'da Yahudi asılla Gürcü lideri Eduard Schwardnadze yönetimindeki Gürcüler Müslüman Abhaz halkına katliam uyguladılar....
...Yine Kafkaslar'da Leon Ter Petrosyan'ın Ermenistan'ı Azerbaycan'ı kan gölüne çevirdi. Dünya bu katliama seyirci kaldı...
...Bosna-Hersek'te İsrail destekli Çetnikler etnik temizlik uyguladılar. BM ve AGİK yutturmacalarıyla yüzbinlerce müslüman Avrupa'nın ortasında göz göre göre katledildi...
...NATO kararlılık tatbikatı sırasında Türk Muavenet gemisi ABD gemisi Saratoga tarafından kasten vurularak 5 Türk askeri şehit edildi...
...Somali'de ABD'nin Yeşil Berelileri'ne (Özel Harekat Timi) ait uçak kahvaltı yapmakta olan Türk askerlerinin yanından kasıtlı olarak ani bir manevra yaparak askerlerimize ölüm tehlikesi yaşattı. Albayımız olayda kasıt olduğunu söyledi...
...İsrail bu arada 415 Filistinliyi sürgün etti. Sürgün edilen Filistinlilerin 17'si profesör, 88 tanesi ise üniversite öğrencisi...
...Mossad destekli Kontrgerilla Cezayir'de darbe yaptı. Seçimle iktidara gelen Müslümanlar dünya kamuoyunun alkışları arasında katledildi...
... Çekiç Güç askerleri kaymakamımızı tokatladı. Çekiç Güç kendilerine gösterilen bütün tepkilere rağmen bölgeden ısrarla ayrılmadı. Üstüne üstlük İncirlik'ten kalkan uçaklar Irak'taki sivil müslüman halkı vurdu...
...Daha önce Deniz Baykal ile görüşen Bosna-Hersek Başkan Yardımcısı Hakkı Turayliç Bosna'da Türk yetkilileriyle görüştükten hemen sonra BM aracıyla kente dönerken 40 Sırp milisi (Çetnik) tarafından durduruldu. Sırplar Turayliç'i araçtan indirerek kurşuna dizdiler. Turayliç'in cesedinin daha sonra Saraybosna'daki BM karargahının önüne getirilerek öylece bırakıldığı bildirildi. Yetkililer olayın Türkiye'ye karşı bir hareket olduğunu belirttiler...
...Batı Trakya Bölgesi'nde yaşayan Müslüman Türk azınlığın dini özgürlüğünü yargılamaya kalkışan Yunanistan, gerginliğin artması üzerine mahkemeyi 27 Haziran 1994'e erteledi. Sadık Ahmet trafik kazası süsü verilerek öldürüldü. Müftü Mehmet Emin Aga tutuklandı.
...ABD Sudan'a cephe açtı. New York Ticaret Merkezi'ndeki patlamanın faturası müslümanlara kesildi. Hindistan'da uluslararası komplo eseri patlamalardan sonra, Hindu-Müslüman çatışması binlerce kişinin ölümüne neden oldu.
...Çeçenistan Devlet Başkanı Cahar Dudayev Mossad destekli bir operasyonla cep telefonu kullanarak öldürüldü...
...Doğu Türkistan'ın Sincan eyaletinde müslümanlara karşı yapılan zulüm had safhaya vardı...
Türkiye'nin ve İslam'ın bölge üzerindeki Stratejik yönelişini engellemek isteyen ülkelerin taktik hesapları İzlenim dergisinde şöyle anlatılmaktadır:
Bu stratejik (İslami) yönelişi engellemek isteyen sistemik unsurlar birbirleriyle ilintili üç ayrı taktiği devreye sokmak istemektedirler. Birincisi Adriyatik'ten Çin'e, Fas'dan Pasifik adalarına kadar uzanan stratejik etki alanındaki İslam karşıtı unsurlar arasında ortak bir menfaat alanı oluşturmaktır. Bu coğrafya içindeki sistemik unsurlar harekete geçirilmhştir. Bu açıdan Sırbistan, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Ermenistan, Gürcistan, Hindistan ve Singapur arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması dikkatle izlenmesi gereken bir olgudur. Yunanistan'ın Sırbistan'a birleşme tekliflerine kadar varan açık desteği, İsrail'in Hindistan ve eski Yugoslav cumhuriyetlerindeki etnik temizlik hareketlerine sağladığı lojistik ve istihbarat desteği, Türkiye'deki Yahudi Lobisi'nin Ermenistan ile ilişkileri arttırmak için gösterdiği yoğun çaba, Amerikan yetkililerinin Orta Asya'daki muhtemel İslami uyanışa karşı Hindistan ile işbirliği çabalarını arttırma teşebbüsleri, İsrail ile Singapur arasında gittikçe yoğunlaşan ilişkiler bu açıdan tutarlı ve anlamlı gelişmelerdir....
Davudoğlu'nun sözünü ettiği İsrail-Singapur ilişkisi ile ilgili bir bilgiyi hemen verelim:
Singapur Mossad'ın Asya'daki operasyonlarında karargah görevi gördü. Mossad'ın Singapur'daki istasyon şefi Albay Ben Eliezer'di. Ben Eliezer ve ajanları Singapur ordu ve gizli polisine danışmanlık yapıp, eğitim verdiler ve hatta onları silahlandırdılar.140
İzlenim'den yaptığımız alıntıya devam ediyoruz:
...Türkiye'nin Bosna'daki muhtemel NATO Barış gücüne, asker vermesini, ortak din bağı dolayısıyla reddeden Batı ülkelerinin Sırbistan'ın Bosna'da uyguladığı etnik temizlik taktiklerini Keşmir'de uygulayan Hindistan'ın askeri yetkilisini eski Yugoslav Cumhuriyetlerindeki barış gücü komutanı olarak tayin etmesi son derece ilginçtir. Hala sistemik unsurların dışında kabul edilen Çin'in dahi İsrail ile ilişkilerini normalleştirme sürecini başlatması ile Doğu Türkistan'daki baskılarını arttırmasının aynı döneme rastlaması da dikkat çekicidir.
Son günlerde Rand Corporation tarafından yapılan senaryo çalışmalarında Türkiye'ye Irak ve Suriye'den yönelecek askeri tehdidin ele alınması, bu senaryonun Türk basınınca hemen manşetlere yerleştirilmesi tesadüfi değildir. Balkanlar ve Kafkasya'da yoğunlaşmaya başlayan Türkiye'nin dikkatleri Güneye çekilmek istenmektedir. Faili meçhul cinayetlerin hemen akabinde Türkiye-İran ilişkilerinin gerginleşmesi ve bu konuda İsrail ile kurulan ilgi de önemli ele alınması gereken bir olaydır. Şu anda Türkiye'nin, sakin sınırı görünümündeki İran hattı da gerginleştirilmek istenmektedir. Hele hele bu olayların Türkiye'nin Bosna konusunda ilk defa aktif bir tavır alma sürecine girdiği ve bu noktada Pakistan, Malezya ve İran gibi Bosna'ya destek yanlısı ülkelerle yakınlaştığı bir döneme rastlaması kesinlikle bir tesadüf olamaz.
Üçüncü olarak bu stratejik hatta etkin rol oynayabilecek ülkeler, siyasi istikrarsızlığa sürüklenmek istenmektedir. Cezayir'deki anti-demokratik baskı yönetiminin kurularak halk ile yönetim arasındaki bir meşruiyet uçurumu oluşturulması, Irak'ın bir bölünmenin eşiğine getirilmesi, Mısır'da iç gerginliğin tırmandırılması, Türkiye'de batı-doğu, Türk-Kürt kutuplaşmasından sonra faili meçhul cinayetler yoluyla ortaya çıkan yeni kutuplaşmalarla sistemik koalisyonun muhtemel bir tıkanması halinde olağanüstü bir döneme geçirilmeye çalışılması, Pakistan'da belli dönemlerde yoğunluk kazanan iç çekişmeler, bu hat üzerinde yaşanan siyasi istikrarsızlığın ve meşruiyet krizinin misalleridir. Türk kamuoyu, sistemik güçlerin bu stratejik yöneliş ve arayışın önünü kesme çabaları konusunda her zamankinden daha dikkatli ve uyanık olma zorundadır.
Türkiye'nin Hindistan ile sürdüreceği herhangi bir yakınlaşma bir yandan Türkiye'nin en sadık dostu olan Pakistan'ı gücendirecek, diğer yandan Hindistan'da sürdürülen müslümanlara yönelik etnik arındırma faaliyetine yeşil ışık yakmış olacaktır. İstiklal Savaşı'na en büyük mali desteği sağlayan Hindistan müslümanları herhangi bir prensibe dayanmayan bu pragmatik taktiği hiçbir zaman affetmeyeceklerdir.
Türkiye kendisinin tabii etki alanı olan bu stratejik hat üzerinde yabancılaşmasına ve tepki toplamasına yol açacak telkinlere karşı uyanık olmak zorundadır. Bu telkinlerin kaynağı olan sistemik güçleri kısa dönemde tatmin etmek için atılacak yanlış adımlar uzun dönemli stratejik etki alanını feda etmek anlamına gelecektir. Kaldı ki AT müracatı, Körfez Krizi ve Bosna meselelerinde tecrübe edildiği gibi bu unsurları ne kısa dönemde ne de uzun dönemde tatmin etmek mümkün değildir. Onlarla kurulacak rasyonel dış politika ilişkisi stratejik bir bağımlılıktan çok taktik hesaplara dayanmak zorundadır.141
Newsweek dergisinin bir yorumuna göre, "İslamcılar geçen yıl Cezayir seçimlerinde olduğu gibi barışçı yollardan iktidara yaklaştıklarında, Washington'un onayıyla yolları şiddetle kesilmektedir. Ancak, islamcıların ölümü Batı'yı hiç üzmemektedir. Batı'nın, Müslümanların bir yılı aşkın bir süredir Bosna'da öldürülmeleri, tecavüze uğramaları ve topraklarındaki "etnik temizlik" hedefi olmaları karşısındaki tepkisizliği, İslam'a karşı bir tavır olarak algılanmaktadır."142
NATO Genel Sekreteri Willy Claes'in yapmış olduğu açıklamalar gerek NATO içinde gerekse diğer çevrelerde bir tartışma başlatmıştır. Genel Sekretere göre, Sovyet Bloku'nun çöküşünden sonra bu bloğa karşı kurulmuş olan NATO'nun yeni hedefini, daha çok Akdeniz havzasında ve Ortadoğu ülkelerinde odaklaşan İslamcı hareketler oluşturmaktadır. Claes'in iddialarında eski komünist tehdidin yerini İslamcı tehdit almıştır.143
Tarihin Son Demleri ve İslam
Batı'nın ve onun gerçek yöneticisi konumunda olan ve önceki sayfalarda ayrıntılı olarak incelediğimiz örgütlenmelerin İslam'a karşı bu denli geniş çaplı bir "alarm" içinde olmaları boşuna değildir kuşkusuz. Hakimi oldukları modern Batı'ya karşı en büyük alternatifin İslam'dan geldiğinin farkındadırlar. İslam'ın seküler bir dünya görüşünün ürünü olan Batı medeniyetini hem "içten" hem de "dıştan" tehdit ettiğini görmekte ve uzun vadede global bir "Hıttin Savaşı" yitirmekten çekinmektedirler.
İslam'ın Batı medeniyetine "içerden" etki etmesi, Avrupa ve Amerika'da sayıları ve güçleri giderek artan müslümanlar sayesinde olacaktır öncelikle.
Amerikan yönetimi, dünya çapındaki İslami hareketleri korkuyla izler ve durdurmaya çalışırken, New York'un göbeğinde İslamcılık yayılmaktadır... Amerika'da İslami hareketler her geçen gün güçlenmektedir. Amerikan hükümeti, Cezayir'de çoğunluğun oyunu alan İslamcıları, Orta Asya cumhuriyetlerinde olası bir İranlaşmayı yakından ve korkuyla izlerken, Amerika'nın göbeğinde İslami hareketler artış göstermektedir. Amerika'da 5 milyondan fazla müslüman olduğu ve bu sayının her geçen gün arttığı tahmin edilmektedir. Müslüman liderler ise bu rakamın 12 milyon olduğunu iddia ederler. 250 milyonluk bir nüfusta fazla gibi durmasa da, her iki rakam, politik gücün insan sayısından çok, para ve iyi organizasyona bağlı olduğu Amerika'da, politik kararlarda etkili olabilmek için yeterlidir. Müslümanlar genelde Amerika'nın büyük şehirlerinde bazı bölgelerde yoğunlaşmış olarak yaşamaktalar. Chicago, Detroit, Washington, Boston gibi belli başlı kentlerde, New York benzeri mescitlere sıksık rastlamak mümkündür.144
İslam Ohio'da da yayılmaya başlamıştır. Ülke çapında örgütlenen komiteleriyle, ibadet edenlerin çoğalmasıyla İslami hayat tarzı Amerika'nın bir parçası haline gelmiştir. İslam'ın dört milyon taraftarıyla Amerika'nın en hızlı yayılan ve büyüyen dini olduğu söylenebilir. Laik batı cemiyeti Ortadoğulu teröristleri tanımlamak için genelikle "müslüman" sıfatını kullanırlar. Hızla yayılmasına rağmen İslam yanlış anlaşılmakta ve iftiralara maruz kalmaktadır. Şu anda ABD'deki müslümanların sayısı 4 milyonun üstündedir ve ABD müslüman nüfusunun 1/3'ini oluşturmaktadırlar.145
İtalya'da bugüne kadar 10 bin Katoliğin Müslümanlığı tercih ettiğini de hatırlatan Corriere Della Sera, 2000 yılında Katoliklerin 1 milyar 144 milyonda kalırken, Müslümanların 1 milyar 200 milyon duvarını aşacağını ve bunun özellikle Afrika'da artan nüfustan doğacağını açıklamıştır. Halen Afrika'nın toplam 581 milyon nüfusundan 236 milyonu Müslümandır.146
Almanya'da ise 1.7 Milyon müslüman vardır. Müslüman cemaati, Almanya'daki Hıristiyan olmayan en büyük dini gruptur. Dinlerini değiştirip müslüman olan Almanların sayısı da 100 bin kadardır. Bunların yarıdan fazlasını kadınlar oluşturur.147
Panik 1980'lerin başında başlamıştı. Ülkedeki müslümanların sayısı 3 milyona dayanmış. İslam, Fransa'nın ikinci dini konumuna gelmişti. Olay, Fransa'da İslam'ın bütün karşı çabalarına rağmen kurumsallaştığının bir kanıtı olarak değerledirildi. Müslümanlar, Fransa'da, bugüne kadar 1.000 kadar cami, 600 kadar dernek kurmuşlar, son yerel seçimlerde birçok belediye başkanlığını Arap kökenli Müslüman Fransızlar kazanmıştı. Ama İslam, son olayla ilk kez, bir Fransız kurumunda, kültürel varlığını kabul ettiriyordu.
İngiltere'den bir İslam partisinin kurulduğu haberi geliyordu. Yaklaşık 1.5 milyon Müslümanın yaşadığı ülkede, partinin kurucusu Hintli ya da Pakistanlı bir göçmen değil, Katolik kökenli, sonradan Müslüman olma, İngiliz Davud Musa Pidcock idi. Aynı şekilde, partinin on iki kurucusunun altısı, Müslümanlığı sonradan seçmiş İngilizlerdi. Parti, önümüzdeki ilk genel ve yerel seçimlere katılacaktı. İslam Partisi'nin bir diğer ilginç yanı ise, sanılanın aksine, parti üyelerinin üçte birini kadınların oluşturmasıydı.
Fransa ve İngiltere'de islam kurumsallaşıp örgütlenirken, diğer AT ülkelerinde, Müslümanların varlığı küçümsenmeyecek durumdaydı.
İslam'ın Batı'ya "dışardan" yönelttiği tehdit ise, Batılıların gözünde daha da tehlikelidir. Bunun en açık biçimde ifade eden CFR'li stratejist Samuel Huntington, Batı ile İslam arasında gelecekte bir "Medeniyetler Çatışması" yaşanacağını öne sürmüştür. Huntington'a göre, İslam, Batı'nın kurduğu dünya sistemine karşı yegane farklı alternatifi öne sürer ve bunu da son derece kararlı ve güçlü bir şekilde yapmaktadır. "Sahibinin (CFR'nin) Sesi"ne göre, işte bu nedenle, yakın gelecekte Batı ile İslam arasında bir çatışma kaçınılmazdır.
Mark Juergenmeyer tarafından kaleme alınan The New Cold War? Religious Nationalism Confronts the Secular State adlı kitapta seküler kesim ile dindarlar arasında çıkacak bir soğuk savaştan ayrıntılarıyla bahsedilmektedir.
Ancak kuşkusuz Huntington ve Mark Juergenmeyer bu çatışmada Batı'nın galip geleceğini düşünmektedirler. Oysa bu yanlış bir değerlendirme sayılabilir, çünkü yanlış kıstaslara bakarak analiz yapılmıştır.
DİPNOTLAR
1. Jean Monnet, Memoires, s. 419.
2. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 21.
3. Yesevizade, Bilderberg Group, s. 117.
5. Historia Hors Serie, No: 30, 1973.
6. İlhami Soysal, Dünya’da ve Türkiye’de Masonlar ve Masonluk, s. 138.
7. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 315.
9. Stephen Knight, The Brotherhood, s. 41.
10. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 65.
11. Yesevizade, Bilderberg Group, s. 15.
14. “Menderes Özel”, Milliyet, 15 Kasım 1996.
17. Werner Raith, Yeni Mafya Karteli, s. 52.
20. Leo A. Müller, Gladio, s. 39.
22. “Gladio Yazı Dizisi”, Milliyet, 24 Aralık 1996.
23. “Gladio Yazı Dizisi”, Milliyet, 27 Aralık 1996.
24. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 261.
28. Leo A. Müller, Gladio, s. 33.
32. Yonah Alexander, Charles K. Ebinger, Political Terrorism and Energy, ss. 49-50.
33. 2000’e Doğru, 10 Ocak 1993.
34. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 263.
36. “Gladio Yazı Dizisi”, Milliyet, 24 Aralık 1996.
42. Nilgün Cerrahoğlu, Aktüel, 29 Nisan-5 Mayıs 1993.
44. Nilgün Cerrahoğlu, Aktüel, 8-14 Nisan 1993.
46. Nilgün Cerrahoğlu, Sabah, 1 Nisan 1993.
48. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 111.
49. Charles W. Kegley, Eugene Wittkopf, American Foreign Policy, s. 109.
50. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 77.
54. Der Spiegel, Sayı 11, 1974, s. 103.
55. Reha Erus, Hürriyet, 6 Mayıs 1993.
58. Meydan Larousse, Cilt 8, s. 376.
59. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 23.
60. Edward S. Herman, The Real Terror Network, s. 23.
63. David A. Yallop, Die Verschworung Der Lugner.
64. Gonzales Mata, Les Vrais Maitres du Monde, s. 132.
65. Victor Marchetti, John D. Marks, CIA, The Cult of Intelligence, s. 141.
72. David A. Yallop, Die Verschworung der Lugner, s. 532.
73. Philip Agee, CIA Diary, s. 91.
74. Claude Julian, L’Empire Americaine, s. 301.
77. Georges Virebeau, Mais Qui Gouverne L’Amerique, s. 41.
78. Victor Marchetti, John D. Marks, CIA, The Cult of Intelligence, s. 349.
79. Holy Sklar, Trilateralism, The Trilateral Commission and Elite Planning For World Management, s. 39.
80. David A. Yallop, Die Worschworung Der Lunger, s. 537
81. Eustace Mullins, The World Order: A Study in the Hegemony of Parasitism, s. 115.
82. Emin Değer, CIA, Kontrgerilla ve Türkiye, ss. 92-95.
83. David Welsh, G. Morris, CIA, Vietnam’da Pasifikasyon ve Dünya İşçi Hareketleri, s. 40.
85. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 35.
86. David Welsh, G. Morris, CIA, Vietnam’da Pasifikasyon ve Dünya İşçi Hareketleri, s. 155.
87. Noam Chomsky, ABD Terörü, ss. 88-89.
89. 2000’e Doğru, 18 Ağustos 1991.
90. Halid Özkul, Yeni Dünya Düzeni.
91. Rockefellar Vakfı’nın Raporu, “Prospects of America”, Amerikan Harp Doktrinleri, s. 271.
94. Emin Değer, CIA, Kontrgerilla ve Türkiye, s. 125.
95. Süleyman Genç, Bıçağın Sırtındaki Türkiye, s. 20.
96. Fehmi Koru, Türkiye’de Laiklik ve Fikir Özgürlüğü, s. 178.
97. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 24.
99. James Lemoyne, New York Times, 16 Şubat 1987; 5-7 Nisan 1987.
100. Philip Agee, CIA Günlüğü, ss. 760-766.
101. Noam Chomsky, ABD Terörü, s. 148.
103. “Reagan Versus the Sandinistas”, WP, 8 Mayıs 1983.
104. Talat Turhan, Doruk Operasyonu, s. 84.
105. Sami Kohen, Milliyet, 25 Şubat 1993.
106. Halid Özkul, Yeni Dünya Düzeni, s. 87.
108. Robert Payne, The Life and Death of Adolf Hitler.
109. Encyclopædia Judaica, Cilt 4, s. 714.
110. Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, s. 54.
111. “Menderes Özel”, Milliyet, 16 Kasım 1996.
112. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 173.
113. “Yeni Nazizm Dosyası”, Politika, 2 Şubat 1978.
114. Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, s. 55.
115. Noam Chomsky, ABD Terörü, s. 207.
117. New American View, 15 Nisan 1993, s. 8.
118. The Sunday Times Savaş Muhabirleri, Yom Kippur, Cilt 2, s. 391.
119. Cumhuriyet, 23 Nisan 1987.
120. M. Ahmet Varol, Bilinmeyen İslam Dünyasından Kesitler, Cilt 2, s. 8.
121. The Chribtian Science Monitor, 17 Ocak 1991.
122. US News and Report, 30 Haziran 1986.
123. Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvetin Gölgesinde Türkiye, s. 84.
124. Talat Turhan, Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, 69.
125. Noam Chomsky, ABD Terörü, s. 202.
126. Mehmet Yale, Zaman, 24 Temmuz 1992.
128. Ali Bulaç, Ortadoğu Gerçeği, s. 30.
129. Mehmet Ali Birand, Sabah, 13 Mart 1993.
130. Fehmi Koru, Yeni Dünya Düzeni, s. 31.
131. Özgür Gündem, 19 Mayıs 1993.
132. M. Ahmet Varol, Bilinmeyen İslam Dünyasından Kesitler, Cilt 2, s. 8.
134. Sabahattin Zaim, Türk ve İslam Dünyası’nın Yeniden Yapılanması, s. 117.
135. Talat Turhan, Kontrgerilla Cumhuriyeti, s. 42.
136. Tercüman, 26 Ağustos 1992.
137. The Spotlight, 1 Şubat 1993.
138. 2000’e Doğru, 13 Aralık 1992.
139. 2000’e Doğru, 17 Ocak 1993.
140. Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, ss. 155-156.
141. Ahmet Davudoğlu., İzlenim, Mart 1993.
143. Nuri Yurdusev, Yeni Yüzyıl, 24 Mart 1995.