Kosova Dramı -I-Ocak 2001
Daha önce yayınlanan yazılarımızda da sık sık vurguladığımız gibi Soğuk Savaş sonrası kurulan yeni dünya düzeninde "İslam" batı medeniyeti için ortak bir düşman olarak algılanmıştı. İşte bu nedenle de 20. yüzyılın son çeyreğinde Müslüman ülkelerde yaşanan çatışmaların birer tesadüf olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Yaşanan savaşların nedenlerini bu ülkelerin bulundukları coğrafi bölgelerin doğal sonuçları olarak algılamak da, aynı nedenle yanlış bir düşünce olacaktır. Özellikle de Balkanlar'da, Ortadoğu'da ve Kafkasya Bölgesinde yaşananlar her ne kadar birbirinden bağımsız gibi gözükse de, gerçekte birbirleriyle çok yakından bağlantılıdır. Doğu Timor'daki Katolik nüfus için Batı'nın ayağa kalkması, ama Açe'de yaşanan dramı görmezden gelmeleri rastlantı değildir. Çeçenistan'da en ağır silahlarla katliama girişen Rusya'ya ses çıkarılmaması; Azerbeycan halkına büyük bir zulüm uygulayan Ermeni güçlerinin batılı devletlerden destek görmeleri; Keşmir'de yıllardan bu yana Hindistan hükümetinin devam ettirdiği zulme göz yumulması ve Bosna'dan sonra Kosova'da tekrarlanan, Sırp zulmüne uzun süre seyirci kalınması da aynı şekilde bir tesadüf değildir.
2. Dünya Savaşı'ndan sonra 20. yüzyılın en büyük soykırımının gerçekleştiği Balkanlar hafızalardan silinmeyecek bir vahşete ve katliamlara sahne olmuştur. Ve bu katliamları gerçekleştirenlerin siyasi yaşamları hala devam etmekte, bu kişiler Batılı ülkeler nezdinde hala itibar görmekte, hatta kırmızı halılar serilerek karşılanmaktadırlar. Bu kişiler ne yargılanmakta, ne de herhangi bir yaptırımla karşılaşmaktadırlar. Sanki hiçbir şey olmamış gibi Bosna'da yaşananlar unutulmuş, Kosova'da devam eden çatışmalar ise olağan karşılanmaya başlanmıştır.
Oysa Kosova'da yıllardır yaşanan ve 2001'li yıllarda hala devam eden etnik soykırım tüm Müslümanlar için kanayan bir yaradır. Yaşanan bu büyük dramın sebeplerini anlayabilmek içinse, Balkanların Osmanlı İmparatorluğu ile kesişen tarihine kısa bir göz atmak gerekir.
Kosova'da Yaşananları Anlayabilmek
Yugoslavya Federasyonu dağıldıktan sonra, nüfusunun çoğu Müslüman olan birlik bölgelerinin bağımsızlığa doğru gitmesi bazı ülkelerde rahatsızlık yarattı. Çünkü Avrupa'nın ortasında bağımsız Müslüman devletlerin kurulması, dahası bu kurulan ülkelerin kendi aralarında bir birlik oluşturmaları ihtimali, İslam medeniyetinin batılı devletlerin çok yakınına kadar gelmesi demekti. İşte bu nedenle Balkanlardaki Müslümanlar, tüm dünyanın gözleri önünde insanlık dışı bir soykırıma uğradılar. Üstelik bu soykırım Sırpların önderliğinde, pek çok ülkenin teşvikiyle ve aynı devletlerin güvenlik şemsiyesi altında gerçekleşti. Batılı ülkeler, ancak Sırp vahşeti amacına ulaşıp Müslümanları etnik temizlikten geçirdikten sonra müdahalede bulundular.
Bosna-Hersek'te yaşanan katliamlar, etnik temizlik ve insanlık dışı diğer uygulamalar zihinlerden daha silinmeden, "Yugoslav" Cumhuriyetlerinden Kosova'da, ikinci bir Sırp vahşeti başlatıldı. Bu olaylara tarihsel açıdan bakıldığında, Sırpların 600 yıl önce aldıkları mağlubiyetin acısını çıkarmaya çalıştıkları ortaya çıkıyordu. Çünkü Sırplar Kosova'daki Müslüman Arnavutları "Osmanlı'nın devamı" olarak gördükleri için asimilasyon uyguluyor, Osmanlı'dan kalan tüm izleri yoketmeye çalışıyorlar ve tüm söylemlerinde Osmanlı'yı hedef alıyorlardı. Saldırılar sadece insanlarla sınırlı kalmıyor, Osmanlı'yı hatırlatacak camilere, binalara, çeşmelere, köprülere, kısaca tarihin tüm izlerine yöneliyordu.
Sırpların Osmanlı'ya, dolayısıyla Türkler'e kini, bundan tam 612 yıl öncesine dayanıyor. 1389'da Priştina'nın kuzeybatısında yaşanan ve 1. Kosova Savaşı olarak tarih kitaplarına adını yazdıran bu savaşta, l. Murat kendini elçi olarak tanıtan bir Sırplı tarafından hançerlenerek ağır yaralanmış, ancak, kazanılan galibiyeti gördükten sonra hayatını yitirmişti. Türklerin Kosova'daki ikinci büyük savaşı ise 1448 yılında gerçekleşti. Osmanlı padişahı 2. Murat yine Haçlı ordusuyla karşı karşıya kaldı ve galip geldi. 2. Kosova Savaşı sonrasında Türkler Balkanlar'a artık iyice yerleştiler.
Balkanlar Osmanlı idaresinde kaldığı müddetçe hiçbir etnik sorun yaşamamış, huzur ve güven ortamı hakim olmuştur. Ancak Osmanlı içinde milliyetçilik duygularını kışkırtarak Balkan savaşlarının çıkmasına sebep olan batılı güçler, Balkan savaşları sonrasında burayı yeniden şekillendirmişlerdir. Milliyetçilik hareketleriyle parçalanan Osmanlı, bu bölgeyi Sırp işgaline karşı koruyamamış ve 1913'te yapılan Londra Antlaşması ile Kosova Vilayetini resmen Sırbistan'a bırakmıştır.
1913'te savaşın bitiminde uluslararası dengeler açısında önem arz eden suni sınır çizimleri, 1919 yılında Versailles anlaşmasıyla uluslararası sınırlar olarak teyid edilmiştir.
Arnavutların Parçalanması
Versailles anlaşmasıyla çizilen Balkan haritasında ilginç bir nokta hemen dikkati çeker: Balkanlarda önemli bir nüfus olan Arnavutlar tek bir devlet çatısı altında birleştirilmek yerine, çeşitli devletler içinde dağınık olarak bırakılmışlardır. Peki Arnavutluk sınırları çizilirken niçin bütün Arnavutlar Arnavutluk sınırları içinde toplanmamıştır?
Bu sorunun cevabı işte o günden bu güne değişmedi. Uluslararası güçler burada Müslüman bir halk olan Büyük Arnavutluk devletinin oluşmasını çıkarlarına uygun bulmuyorlardı. Son on yıldır devam eden sorunun bir türlü çözüme kavuşturulmamasının nedeni işte bu. Eğer Kosova'nın bağımsızlığı tanınırsa Balkanların güneyinde büyük Arnavutluk kurulabilir. Arnavutluk'un % 95'ten fazlası Arnavut. Makedenya sınırları içinde % 35 oranında önemli bir Arnavut nüfus var. Kosova ise Yugoslavya içindeki Arnavutların büyük bir kısmının toplandığı bölge. Ve birbirleri ile sınır olan bu ülkeler ya birleşir de Avrupa'nın ortasında Büyük Arnavutluk'u kurarlarsa!
Buradaki korku etnik kökenden çok dini kökenle ilgilidir. Tıpkı Bosna'da olduğu gibi, burada da nüfus çoğunluğu Müslüman olacak bir devlet -üstelik Avrupa'nın ortasında- kurulamazdı. Çünkü kurulmak istenen yeni düzende, özellikle de Avrupa'nın içinde, Müslümanlara yer yoktu.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı Arnavutlar I. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde parçalanmış bir millet olarak yaşadılar,
2. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan Yugoslavya Federasyonu'nda ise Kosova'ya Sırbistan içinde özerklik statüsü verildi. Tito Kosovalılara yeni haklar verdi. Örneği Arnavutçaya Sırp-Hırvat dili ile aynı statü tanındı. 1966'da ise Kosova hukuki bir varlık olarak tanındı. Bu tarihten itibaren Kosovalılar için bağımsız bir cumhuriyet yolu açılmıştı. Hatta Kosovalılara komşuları olan Arnavutluk'un bayrağını kullanmalarına izin verdi.
1974 yılı Kosova'nın tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı. Çünkü yeni anayasa ile Kosovalılara çok geniş bir özerklik, adeta otonomi verildi. Buna göre Kosova kendi anayasasını çıkarabilecek, hatta kendi talebine göre Yugoslavya'dan ayrılabilecekti. Bu anayasa ile Kosova'nın kendi rızası olmadan değiştirilemeyecek sınırlara sahip olduğu teyit edilmişti. Ancak Kosovalıların bağımsızlık umutları çok kısa sürdü. Bu duruma bir an önce son vermek için bekleyen Sırplar, Tito'nun ölümünü fırsat bildiler.
Miloseviç'in Kosova Baskısı
Miloseviç
1980'de Tito'nun ölümünden sonra Sırbistan Komünist parti içinde bir isim öne çıkmaya başladı: Yıllarca Balkanları Müslüman kanına boğacak Miloseviç. 1984 yılında Komünist parti içinde hızla yükselişe geçen Miloseviç, Avrupa'yı kan gölüne çeviren Faşist diktatörler Hitler ve Mussolini gibi milliyetçilik silahına sarıldı ve politikasının temelini Sırp milliyetçiliği üzerine bina etti.
Miloseviç ilk önceleri "Sırbistan Komünistler Ligi" olarak bilinen, daha sonra da "Sırbistan Sosyalist Partisi" olarak adlandırılan iktidar partisi Merkez Yürütme Kurulu'nun Başkanı oldu.
1986 yılına gelindiğinde ise artık Miloseviç devlet başkanıydı. Miloseviç iktidar koltuğuna oturunca yaptığı ilk iş 1974 anayasasını yeniden düzenlemek oldu. Buna göre Kosova Sırp yönetimine dahil edilmişti. 1988'de çeşitli bölgelerde mitingler düzenlemeye ve Sırp milliyetçiliği ateşini körüklemeye başladı. Özellikle Kosova'da Slavların bölgenin gerçek sahipleri olmalarına rağmen ezildiklerini ve eziyete uğradıkları söylentilerini yaymaya başladı. 1987 yılında Kosova'da yapmış olduğu bir konuşma esnasında Sırp göstericileri tartaklayan Arnavut polisini "Bu insanlara kimse dokunamaz" ifadesini kullanarak uyarmış ve takip edeceği Sırp milliyetçiliği politikasını açıkça ilan etmiştir. Aynı zamanda Voyvodino'da yönetimi istifa ettirerek, yerine kendisine sadık bir yönetim iş başına getirdi.
Aynı gelişmelerin Kosova'da da gerçekleşmesinden korkan Arnavutlar, gösteriler düzenleyerek cumhuriyet taleplerini dile getirmeye başladılar. Bunun başka sebepleri de vardı elbette. 1981'den sonra Kosova'da yüksek öğretim kurumlarında Arnavutça eğitim yasaklanmış, Arnavut öğretmen ve profesörler görevlerinden alınarak yerlerine Sırp ve Karadağ kökenli öğretim görevlileri atanmıştı. Yargı sistemi ve hastanelerde aynı etnik köken temizliğine maruz bırakılarak buralarda görevli Arnavut asıllı personelin görevlerine son verilmişti. Arnavutça yayınlanan gazete kapatılmış, halk tam anlamı ile baskı altına alınmaya başlamıştı. Bölge etnik ayrımcılığa tabi tutularak Arnavutların buradan göç etmesi sağlanmaya çalışılmıştı. Nitekim bu dönemde 400 bine yakın Arnavut Kosova'yı terk etti. Aynı zamanda Hırvatistan'dan Sırbistan'a geçen Sırplar Kosova'ya yerleştirilerek bölgenin demografik yapısı değiştirilmeye çalışıldı. Sırplar, Kosova nüfusunun yüzde 90'ını oluşturan Müslüman Arnavutlar'ı yok ederek bölgeyi Sırplaştırmak istiyorlardı. Sırplar, zorla boşalttıkları köylere Sırp aileleri yerleştiriyor, hatta Kosovalı Müslümanlar'a ait kültürel kimliği tamamen silebilmek için tapu ve evlilik kayıtlarını bile tahrip ediyorlardı.
Miloseviç'in iktidara gelmesi Yugoslavya Federasyonu sınırları içinde yaşayan tüm halklar için adeta bir dönüm noktasıydı. Çünkü Miloseviç iktidara geliş sürecinde yapacaklarının sinyallerini veriyordu. Irkçı söylemlerinde yepyeni bir dönem açacağını, bu yeni süreç içinde Sırpların dışındaki halklara yer olmadığını, onları topraklarından süreceğini sık sık dile getiriyordu. Uyumlu bir etnik mozaik görüntüsü veren bu toprakların aslında kaynayan bir volkan olduğu ise zamanla anlaşıldı.
1989'da Kosova'nın özerkliği tamamen kaldırıldı. Miloseviç her gün Kosovalılara yönelik yeni yaptırımlar uygulamaya koydu. 1990'da Arnavutça gazeteler ve üniversiteler kapatıldı. Mühendisler, kimyagerler ve daha pek çok bilim adamı taksicilik, işportacılık, temizlikçilik yapmak zorunda kaldı. Hatta Kosovalı Arnavutlar'ın resmi izin olmaksızın mülk alıp satmaları bile yasaklandı. Sırp milliyetçiliğinin amacı Kosova'yı Kosovalılara dar etmek ve onları ya bu topraklardan sürmek ya da "bir şekilde" ortadan kaldırmaktı.
Yugoslavya federasyonu, dağılmadan bir süre öncesine kadar altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşuyordu. Sırbistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Hırvatistan, Karadağ ve Makedonya ve iki özerk bölge olan Voyvodino ile Kosova. 1991'de Yugoslavya'nın dağılmasıyla beş bağımsız cumhuriyet kurulmasına rağmen, Kosova'da önder konumunda bazı kesimlerin pasif davranışı ve Sırp yönetiminin türlü manevraları nedeniyle Kosova bağımsızlığını kazanamadı.
1991 yılında başlayan savaş ise, Sırp milliyetçiliğinin zalimliğini dünyaya gösterdi. Miloseviç'in önderliğindeki Sırp milliyetçileri, yüzbinlerce kişiyi kadın, çocuk, yaşlı demeden vahşice katletti, yüzbinlerce kişiyi kamplara topladı, programlı işkence uyguladı, tecavüzler, toplu katliamlar, kurşuna dizmeler tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşti.
Aşırı milliyetçilik, asimilasyon ve etnik temizlik gibi amaçların yanısıra, Sırplar, Kosova'daki zengin doğal kaynak rezervlerine de göz dikmiş bulunmaktadırlar. Bölge, altın, gümüş, çinko, kurşun, kömür ve nikel madenleri ile elektrik santralı açısından son derece zengin ve ekonomik olarak önemli bir konumdadır. Başkenti Priştina olan Kosova, Balkan yarımadasında meşhur bir ovanın adıdır. 2.5 milyona yakın nüfusunun yüzde 90'ı Müslüman'dır. Ancak Tito yönetimi boyunca din eğitimi engellenmiş, bu nedenle toplumda İslam bilinci oldukça zayıflamıştır. Kosova'da işsizlik diğer bölgelere göre üç kat daha fazlaydı. Bölge çoğunluk olarak Müslüman Arnavutlardan oluştuğu için ekonomik olarak bilinçli bir şekilde geri bırakılmıştı. Halkın çoğu tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu.
Kosova'da Gerginliğin Tırmanması
Miloseviç 1989 yılında Kosova'nın özerkliğini kaldırdıktan sonra, Yugoslavya'nın birliğini Arnavutlara karşı koruma bahanesiyle Sırp asker ve polisini bölgeye gönderdi. Bunun neticesinde, şiddetli sokak çatışmaları meydana geldi, onlarca Kosovalı, Sırp güçleri tarafından öldürüldü. Hergün yeni bir kasaba Sırp milisler tarafından yerle bir ediliyor, insanlar kurşuna diziliyor, vahşice katlediliyordu.
Arnavut halk, tüm yapılanlara karşı barışçı bir direniş göstermeye devam etti ve İbrahim Rugova'nın liderliğinde anayasal zeminde haklarını elde etme mücadelesini yürüttü. 2 Temmuz 1990'da Kosova Meclisi aldığı bir kararla anayasal bir hak olarak self determinasyon hakkını kullanacağını açıkladı. Buna göre Kosova, Yugoslavya federasyonunun yedinci cumhuriyeti olacaktı. Bunu kabul etmeyen Sırbistan Kosova meclisini üç gün sonra kapattı ve idareyi eline aldı. Bunu grevler ve toplu protestolar izledi. Gerginlik giderek daha arttı, Sırpların uyguladığı zulüm doruk noktasına çıktı. Sırpların Kosovalıları katliamlardan geçirmeleri ve her gün onlarca kişinin ölmesi hemen hemen günlük rutin olaylar haline geldi.
Eylül 1991'de sürgündeki meclis Priştina'da gizlice toplanarak bağımsızlık kararının referanduma sunulmasına karar verdi ve yapılan referandum sonucunda % 99.8 oyla Kosova'nın bağımsız bir cumhuriyet olması karara bağlandı. 19 Ekim 1991'de Kosova'nın bağımsız bir devlet olduğu ve Yugoslavya Federasyonu'nu oluşturan diğer devletlerle işbirliği içerisine girip girmeme yetkisinin kendisinde olduğunu ilan etti. 18 Ekim 1992'de yapılan seçimlerde oyların % 99.7'sini alan İbrahim Rugova Kosova Başbakanı oldu.
Sırplar bölgede güçlü bir hakimiyet kurmak ve diğer etnik toplulukları sömürerek, bölgenin tek hakimi olmak prensibi ile hareket ediyorlardı. Sırpların bu anlayışları Bosna'dan sonra, Kosova'da da tahayyülü güç acıların yaşanmasına yol açtı. Uzun yıllar siyasi baskı altında her türlü haktan yoksun bırakılarak, asimilasyona tabi tutulan Arnavut halkı son iki yılda etnik temizliğe maruz kalınca dünyanın ilgisini çekmeye başladı. Sırplar Kosova'ya asker ve polis yığdılar. Ellerinde savunma yapabilecek hiçbir silahı olmayan halka ağır silahlarla saldırdılar ve sistemli bir etnik temizlik başladığında tarihler 27-28 Şubat 1998'i gösteriyordu.
1998 yılında başlayan etnik temizlik harekatına müdahale kararı bir yıl sonra, 24 Mart 1999 tarihinde geldi. Oysa bu dram on yıla yakın bir süredir Kosova toprakları üzerinde yaşam mücadelesi veren bir halkın sessiz çığlıkları olarak devam ediyordu. Milosevic'in iktidarının ardından saldırılar, işkenceler, sebepsiz tutuklamalar, gözaltında ölümler hız kazanmıştı. Ancak sorun etnik temizlik boyutuna çıkınca Batı daha fazla sessiz kalmanın artık zor olduğunu gördü. Çünkü yanıbaşında yaşanan katliamlara göz yumması, her gün yapılan söylemlerle uyuşmuyordu. Bu nedenle birtakım göstermelik yardım müdahaleleri ile olaya el koyduğunu söyledi. NATO harekatı ile dünyanın buraya uzattığı el, ne yazık ki sorunu içinden çıkılmaz bir hale getirmekten başka bir işe yaramadı. Son iki yıldır NATO şemsiyesi altında yaşayan halk hala saldırılara uğruyor ve hala yok sayılmaya devam ediyor.