Eritreli Müslümanların Zor GünleriOcak 2001
Osmanlı döneminde Türk-İslam medeniyetinin ışığıyla aydınlanan üç kıtada huzuru, adaleti, hoşgörü ve barışı yaşayan dünya bugün aradan geçen onca yıla rağmen hala sükuneti yakalayabilmiş değil. Türk Milleti'nin inşa etmiş olduğu adaletin ve barışın yerine bugün dünyanın dört bir yanında insanları acı, sıkıntı ve gözyaşı içinde yaşamaya mahkum eden zalim bir düzen hakimiyetini sürdürmekte. Üstelik soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte yeni bir şekil alan bu düzen, İslam'ı ve Müslüman halkları kendisine karşı bir tehdit unsuru olarak belirlemiş durumda. İşte bu nedenle Asya'da, Balkanlar'da, Ortadoğu'da, Kafkasya'da ve Afrika'da Müslüman halklara karşı izlenen baskıcı ve yok edici politikalar yüzbinlerce insanın yurdundan sürülmesi, kadınlar, yaşlılar ve çocuklar başta olmak üzere yüz binlerce masum insanın ölümü ve belki yüzbinlercesinin de sürülmesi ve baskı görmesiyle neticelendi.
Savaş ve kargaşalar Afrika'da da hiç hızını kaybetmeden on yıllardır devam etmektedir. Önceleri sömürgeci güçlerin işgalleri altında ezilen Afrika, bu güçlerin topraklarından çekilirken çizdikleri suni sınırlar neticesinde 50-60 yılı aşkın bir süredir de sınır çatışmaları ve savaşların pençesinden kurtulamamaktadır. Doğal yapısı gereği çok farklı kültür, dil ve etnik kökene bağlı farklı kabilelerden oluşan Afrika halkı bir yandan 19. ve 20. yüzyılda masa başında çizilen sınırların neden olduğu savaşlarla mücadele ederken, öte yandan da ekonomik ve maddi sıkıntılara boyun eğmek durumunda kalmaktadır. Afrika'nın bu mazlum nüfusu içinde çok sayıda Müslüman halk da bulunmaktadır.
Müslümanların çektiği acıların kaynağı ise sadece ekonomik sıkıntılar değildir. Onların acılarının belki de en büyük nedeni, mevcut siyasi sistemlerin kendileri için belirlediği modeldir. Sömürgeci güçlerin ardından yaklaşık 60 yıldır faşist veya Marksist diktatörlerin yönetimleri altında bulunan Afrika devletleri, müteffiklerinin de yönlendirmeleriyle Müslümanlara karşı sistemli bir sindirme politikası izlemişlerdir ve hala da izlemektedirler.
Eritre
Meles Zenavi
Bu politikalar neticesinde aralıksız savaş ve kargaşanın yaşandığı yerlerden birisi, 16. yüzyılın ortalarından itibaren yaklaşık 2 asır Osmanlı yönetiminde kalmış olan Eritre'dir. Halkının % 70'i Müslüman olan Eritre, ancak 1993 yılında bağımsızlığını kazanabilmiştir.
Bugün Eritre'nin Devlet Başkanı olan Issayas Afaworqi ile yine bugün Etiyopya'nın Devlet Başkanı olan Meles Zenavi, yıllarca Etiyopya halkına kan kusturan diktatör Mengistu'ya karşı birlikte savaşmış ve bu zalim diktatörü yerinden etmeyi başarmışlardı. Diktatör Mengistu'nun ardından yönetime geçen Meles Zenavi, Eritre halkının bağımsızlık isteği karşısında fazla dayanamamış ve 25 Nisan 1993'de gerçekleştirilen halk oylaması neticesinde Eritre Etiyopya'dan ayrılmıştı. Eritre'nin Etiyopya'dan ayrılmasıyla birlikte Issayas Afaworqi yeni lider olarak ortaya çıktı. ancak Afaworqi'nin Devlet Başkanı sıfatıyla Eritre'nin başına geçmesi hem iç hem de dış politikada ciddi sorunlar oluşturdu. Uygulamalarıyla diktatör Mengistu'yu aratmayan Afaworqi tüm ülke çapında büyük bir terör estirmeye başladı. Hem Devlet Başkanı hem de Parlamento Başkanlığı'nı üstlenmiş olan Afaworqi'nin baskısı, Eritre muhalefetini silahlı mücadeleye sevk etti. Bu yüzden özellikle ülkenin dağlık kesimlerinde halen muhalefet güçleriyle Eritre askerleri arasında yoğun çatışmalar yaşanmaktadır.
Issayas Afaworqi
Afaworqi döneminde özellikle Müslüman halka karşı yapılan zulüm de had safhaya çıktı. Yargısız infazlar, sorgusuz sualsiz gerçekleştirilen idamlar birbirini izledi. İslami okullar kapatıldı, camiler yıkıldı, Arapça resmi dil olmaktan çıkarıldı, yüzbinlerce insan evini terkedip komşu ülke Sudan'a sığındı. Üstelik yönetimi eleştirmeye kalkışan herkes de Afaworqi'nin teröründen nasibini aldı.
Peki Afaworqi, yönetimi boyunca kendi vatandaşlarına karşı izlediği zalim politikayı komşularına karşı izlediği mütecaviz politikalarla da destekleyen, Eritre'yi komşuları Yemen ve Cibuti ile savaşın eşiğine getiren ve diğer bir komşusu olan Sudan'a karşı düşmanca bir politika izlemesini sağlayan bu gücü nereden buluyordu?
Üstelik bu güç Afaworqi'ye öyle bir cesaret vermişti ki bu hasmane politikayı, siyasi ve stratejik pek çok ortak politikası bulunan Etiyopya'ya karşı da kullanmış ve Etiyopya topraklarını işgal etmişti. Bu işgal, 18 Haziran 2000 tarihinde imzalanan ateşkes anlaşmasına kadar yüzbinlerce insanın evsiz ve yurtsuz kalmasına, on binlercesinin ölümüne, uygulanan ekonomik ambargolar neticesinde de binlercesinin açlık sınırında yaşamasına neden oldu.
Dünya siyasetini yakından takip eden herkes, bu kadar çok karmaşa ve kargaşa olan bir bölgede birtakım olağanüstü gelişmeler olduğunu kolaylıkla tahmin edebilir. İşte hem yukarıdaki sorunun cevabını verebilmek, hem bu bölgedeki olağanüstülüklerin ardındaki etkenleri bulabilmek, hem de bu kıtanın Müslümanları üzerinde kimin ne planları olduğunu daha iyi anlayabilmek için Eritre'nin yakın tarihine kısaca bir göz atmakta fayda vardır.
Afrika'nın Stratejik Noktası Eritre
Etiyopya'nın kuzeyinde, Afrika'nın Asya'ya en çok yakınlaştığı Bab-ül Mendep Boğazı'na kadar olan kıyı boyunca uzanan bir ülkedir Eritre. Afrika boynuzunda binlerce yıldır ticari ve askeri olarak önemli bir noktadır. Koloni Afrikası'nın çoğu gibi, bu ülke de yerli halkların rızasına bakılmadan, sömürgeci Avrupalı güçlerin kendi aralarında paylaşımlarıyla ortaya çıkmıştır.
Eritre'yi elinde tutan güç Kızıldeniz'in güney girişini dolayısıyla Akdeniz'den Hint Okyanusu'na yapılan tüm çıkışları da kontrol altına almış olur. Tüm bunların yanısıra Etiyopya için ise Eritre bir anlamda denizlere açılan liman konumundadır.
İşte Eritre'nin sahip olduğu bu stratejik önem nedeniyle, İngilizler II. Dünya Savaşı esnasında Amerika'ya Eritre'nin haberleşme üssünü kiralamışlar ve ABD Etiyopya ile arasındaki bir savunma sözleşmesine dayanarak 25 yıl boyunca burayı kullanmıştır. Burası dünyanın en önemli haberleşme üslerinden birisidir ve Kore Savaşı boyunca Washington'a haber akışında çok önemli rol oynamıştır. Mevcut stratejik öneminin yanı sıra sahip olduğu altın kaynakları ve mineraller, olması muhtemel petrol ve gaz kaynakları da (halen Eritre Kızıl Denizi'nde pertol arama çalışmaları devam etmektedir) belli odakların gözünde Eritre'yi daha da değerli hale getirmektedir.
Eritreli Müslümanların Mücadelesi
II. Dünya Savaşı öncesinde nüfusu 1 milyon olan Eritre'nin şimdiki nüfusu batılı kaynaklara göre 2.5 milyon, bölgede faaliyet gösteren direniş örgütlerine göre ise 3.5 milyondur. Ve bu nüfusun büyük bölümünü de Müslümanlar oluşturmaktadır. Osmanlı yönetiminden koparıldıktan sonra İtalya tarafından işgal edilen Eritre, 1952'de Birleşmiş Milletler kararı ile Etiyopya ile birleşik bir federe devlet haline gelmiş ancak halk tarafından kabul görmeyen bu durum geniş halk ayaklanmaları ile neticelenmiştir. 14 Kasım 1962'de ise Etiyopya'daki iç karışıklıkları bahane eden İmparator Haile Selassie Eritre'yi Etiyopya topraklarına kattığını ilan etti. Selassie dönemiyle birlikte Müslümanlara karşı büyük bir baskı ve işkence politikası başlatıldı, Etiyopya rejimine karşı koyan pek çok Müslüman katledildi.
Etiyopya'nın şiddet ve terör uygulamalarının neticesi olarak 1967'den 70'lerin başına dek yüzbinlerce Eritreli yurtlarından sürüldü. Tarihin en kalabalık mülteci gruplarından birini oluşturan bu insanlar kadın, çocuk, yaşlı demeden ölüme terkedildiler. Bu durumu, yönetimin uyguladığı yanlış tarım politikaları sonucu 200 bine yakın insanın da kıtlıktan ölmesi izledi. Tüm bu gelişmeler neticesinde Haile Selaisse yönetimi 1974'de yapılan bir darbe ile devrildi. Yönetimi Marksist görüşe sahip bir cuntanın ele geçirmesi Müslümanlar açısından herhangi bir değişikliğe neden olmadı. Faşist bir diktatörlüğün yerine Marksist bir diktatörlük kurulmuştu. Müslümanlar için yine baskı, yine işkence, yine gözaltılar, yine zorluk ve sıkıntılar söz konusu idi.
Haile Selassie'nin halefi Marksist Mengistu, yönetimi boyunca tam anlamıyla şiddet yanlısı bir politika izledi. Sadece kendisine muhalif olan görüşü yok etmekle kalmadı, yönetimde kaldığı 17 yıl içerisinde ülke nüfusunun da büyük bir çoğunluğunu yok etti. Genel olarak tüm ülke üzerinde terör uygulayan Mengistu da bölgede süregelen anti-islami çizgiyi devam ettirdi. Mengistu'nun 17 yıl süren Marksist yönetimi esnasında 10 bin cami yıkıldı, bölge halkından yaklaşık 500 bin kişi çareyi Sudan'a sığınmakta buldu. Aynı sayıda bir başka Müslüman grup için ise tek kurtuluş yolu Somali'ye sığınmak oldu. Mayıs 1991'de Etiyopya yönetimi bir kez daha el değiştirdi, ancak Mengistu'nun geride bıraktığı bilanço oldukça ağırdı. 60 bin çocuk sakat ve 45 bin çocuk da ana-babasız kalmıştı, 750 bin mülteci vardı ve bunların 500 bini Sudan'da açlık sınırında yaşamaktaydı, nüfusun % 80'i gıda yardımına muhtaçtı, 48 bin kişiye bir doktor düşmekteydi ve ülkede ortalama yaşam süresi 46 yıl idi.
Eritre'de İsrail Gölgesi
Tüm sosyo-ekonomik ve jeo-stratejik önemine rağmen bugün hala dünyanın en yoksul bölgelerinden biri olan bu topraklarda yıllardır kargaşa, anarşi, çatışma ve savaşların dinmek bilmemesi doğal olarak yabancı güçlerin, özellikle de dünya politikasını belirleyen ABD ve İsrail'in, bu bölge için stratejisi nedir sorusunu akla getirmektedir.
Bu, yerinde bir sorudur. Çünkü gerçekten de Eritre'de Müslümanlara karşı uygulanan zulmün arkasında, İsrail'in ve bölgede İsrail çıkarlarını koruyan ABD'nin önemli bir rolü vardır.
Etiyopya ve Eritre'deki değişen tüm rejimlerle İsrail Devleti'ni ortak paydada birleştiren tek bir unsur olmuştur: Anti-İslami çizgi. İsrail, Ortadoğu'da zulüm, tecavüz ve baskı sayesinde kurduğu düzene karşı en ciddi tehlike olarak İslam'ı görmektedir. Bu nedenledir ki Bosna Hersek'ten Filipinler'e, Türkistan'dan Eritre'ye kadar dünya Müslümanlarının ezilmeye, baskı altına alınmaya ve yok edilmeye çalışıldığı her bölgede İsrail'in parmağı vardır. İsrail Hayfa Üniversitesi Profesörlerinden Benjamin Beit-Hallahmi "The Israeli Connection: Who Israel Arms and Why" (İsrail Bağlantısı: İsrail Kimi Neden Silahlandırıyor?) adlı kitabında, kendi ülkesinin bu şekilde dünyanın dört bir yanına uzanan faaliyetlerini "İsrail'in dünya savaşı" olarak yorumlamaktadır. Üstelik İsrail bu savaşta Kudüs İbrani Üniversitesi'nden Israel Shahak'ın sözleriyle, "İsrail, İslami düşmana karşı girişilecek olan savaşta Batı'nın öncülüğünü yapmak hedefindedir."1
İsrail'in, halen birisi Dahlak adalarında birisi de Sudan sınırına yakın Mahel Agar dağlarında olmak üzere Eritre'de stratejik olarak son derece önemli iki üssü bulunmaktadır. İsrail'in Etiyopya ile sıcak ilişkiler kurması ise 1950'li yıllarda başlamıştı. 1952'de sivil ticaret ilişkileriyle başlayan İsrail-Etiyopya ittifakı, 1956'da bir İsrail temsilcisinin İmparator Haile Selassie ve yardımcıları ile görüşmeye başlamasıyla birlikte en üst düzeyde yürütülen bir diyalog haline gelmişti. Bölgede radikal hareketleri ve "hristiyan Etiyopyalılara saldıran ve başkaldıran Müslümanları bastırmak" amacıyla İsrail, Selassie yönetimine hem silah yardımı yapıyor, hem askeri istihbarat sağlıyor, hem de Selassie'nin ordusunu "halk hareketlerini bastırma" konusunda eğitiyordu. Prof. Hallahmi Etiyopya-İsrail ittifakının ideolojik temelini ise şu sözleri ile dile getiriyordu:
"Bu ittifakın arkasında yatan ideolojik temel, Etiyopyalıların İsraillileri de yine kendileri gibi 'tehditkar Müslüman denizinin ortasında kendi güçlerini korumaya çalışan cesur bir halk' olarak görmeleriydi"2
Hallahmi'nin kitabında anlattığına göre Eritre'deki ayaklanmaları bastırmak üzere Selassie tarafından kurulmuş olan "Acil Durum Polisi" adlı 3100 kişilik bir kontrgerilla timi özel olarak İsrail uzmanlarının eğitiminden geçmişti. Hatta 1971'de General Haim Bar-Lev komutasındaki askerlerin Etiyopya ziyaretinin ardından, Etiyopya stratejik önemi oldukça yüksek iki adayı –Halep ve Fatıma adaları- İsrail donanmasının kullanımına açtı.
Elbette Eritreli Müslümanlar da karşı karşıya oldukları ittifakı tanıyorlardı. Eritreli Müslüman güçlerin lideri Ebu Halid, 1970 Temmuz'unda kendisiyle yapılan ve Türk basınında da yer alan bir röportajda bu gerçeği şöyle dile getirmekteydi:
"Şu anda Etiyopya ve İsrail kader birliği etmişlerdir. Müslümanları boğazlayan Habeş askerlerini İsrailli subaylar yetiştiriyorlar..."
Haziran 1967 savaşı, Akabe Körfezi'nin Mısır tarafından kapatılması bahanesiyle çıkmıştı. İsrail doğu alemiyle yaptığı ticaretin kapısı olan Elyat Limanı'nı ve Akabe Körfezi'ni daima açık görmek ister. Biz Eritre'yi bağımsızlığına kavuşturursak Kızıldeniz'in güneyinde Güney Yemen ile birlikte bu su yolunu İsrail'e kapatabiliriz. İşte İsrail bu endişe ile Etiyopyalılara yardım ediyor. Amerika'da 6 milyon yahudi bu tezi destekliyor. Halen Habeş ordusunda 400 yahudi subay bulunmaktadır. Bizim üç büyük düşmanımız Habeşliler, İsrailliler ve ABD'dedir." (Detaylı bilgi için bakınız. Yeni Masonik Düzen, Harun Yahya)
Etiyopyalı komando ve kontrgerilla birliklerini eğiten İsrailli uzmanlar Haile Selaisse'ye ülke içindeki iktidarını koruması için de büyük destek olmuşlardı. İsrail ordusu eski üst düzey yetkilisi General Matityahu Peled'e göre, Addis Ababa'daki gizli polis üzerinde etki sahibi olan İsrail'li ajanlar sayesinde Haile Selaisse üç ayrı darbe girişiminden kurtulmuştu. Ancak 1974'de Selassie'yi devirmek amacıyla yapılan Marksist darbeye karşı İsrail ajanları fazla bir müdahalede bulunmadılar. Çünkü yeni rejim de onların istediği standartlara uygun bir rejim, yani anti-İslami bir rejim olacak ve Eritre Müslümanlarına karşı yürütülen savaşı devam ettirecekti. Prof. Hallahmi'nin ifadesiyle, "Etiyopya ile İsrail arasında devam eden ilişki, iki ülkenin bölgedeki İslami gruplara olan karşıtlığına dayanıyordu."3 Nitekim Marksist Mengitsu döneminde de İsrailli uzmanların Etiyopya topraklarındaki çalışmaları tüm hızıyla devam etti. İsrailli uzmanlar Etiyopyalı kontrgerilla timlerini eğitti, Etiyopya rejimine silah sevkiyatı yaptı. Anti-İslami temel üzerine oturtulan bu ittifak, 1990 yılında İsrail'in "ayrılıkçı militanlara" karşı kullanılması için Etiyopya rejimine misket bombaları göndermesiyle daha güçlendi.
Eritre'nin Kurulması, Zulmü Ortadan Kaldırmadı
Eritreli Müslümanlara karşı katliamlar yürüten Etiyopya ordusu birlikleri.
1993 yılında Assayi Afaworqi'nin liderliğinde Eritre'nin bağımsızlığını ilan etmesi ilk planda Müslümanlar için olumlu bir gelişmeymiş gibi görünse de, geçen zaman bu kanaatin ne kadar yanlış olduğunu gösterdi. Çünkü zalim Etiyopya diktatörleri gibi Afaworqi de İslam'a karşıydı ve İsrail'e sırtını dayıyordu. Nitekim dönemin İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, Afaworqi'nin iktidarını ve Eritre'nin bağımsızlığını kazanmasını "Eritre'de sadık bir dost bulduk" sözleri ile halkına müjdeliyordu. Afaworqi'de İsrail'e duyduğu sevgi ve dostluğun bir işareti olarak, bağımsızlığın ilanıyla birlikte ülkesinin kapılarını siyonistlere sonuna kadar açıyordu.
Nitekim bugün Sudan ve Yemen'e karşı cephe alan Eritre, aynı zamanda İsrail'in stratejik müteffiki haline de gelmiş durumdadır. Ve hatta Mossad ajanları bölge devletlerinden ülkelerine karşı yönelebilecek herhangi saldırı ihtimaline karşı Eritre'yi kendilerine merkez üs durumuna getirmişlerdir. Mossad ajanlarının Eritre'yi kullanmasının yanı sıra ülkenin muhtelif yerlerine İsrail askeri üslerinin yerleşmesine de müsaade eden Afaworqi, siyonist yönetimden aldığı manevi destek ve maddi ve askeri yardım ile hem Müslümanlara karşı hem de komşularına karşı mütecaviz tavırlarını sürdürmüştür.
Eritre'de Son Durum
Etiyopya ile Eritre arasında 1999 yılında başlamış olan sınır çatışması 18 Haziran 2000 tarihinde Afrika Birliği Örgütü'nün girişimleri neticesinde ateşkes ilan edildi. Ancak her iki tarafın da içinde bulunduğu ekonomik dar boğaza ve halkın açlık sınırında yaşıyor olması gerçeğine rağmen, milyonlarca dolarlarını savaşa yatırmaları oldukça şaşırtıcıdır. Bu çatışmalar esnasında limanlar, elektrik santralleri ve havaalanları gibi bir ülke için son derece önemli olan alt yapı kurumları yerle bir olmuş, yüzbinlerce insan göçe zorlanmış ve milyonlarca dolarlık hasarlar meydana gelmiştir. On binlerce insanın ölmesine, binlercesinin yaralanıp sakat kalmasına neden olan bu çatışmalarda bölge halkının fazlasıyla ihtiyacı olan bir milyar dolara yakın kaynak silah temini için telef edilmiştir. Böylece her ikisi de İsrail müttefiki olan taraflar hem İsrailli ve Amerikalı silah üreticileri için iyi bir pazar olmakta hem de dünya kamuoyunun dikkatinin savaşa yönelmesi itibarı ile nüfusları dahilinde bulunan Müslümanlara yaptıkları zulümleri gizleyebilmektedirler.
Oysa Eritre'de Müslümanlara karşı uygulanan zulmün gözardı edilmesi mümkün değildir. Müslümanların hiçbir gerekçe gösterilmeden gözaltına alınıp tutuklanmaları, adaletsiz mahkemelerde yargılanıp idamla cezalandırılmaları, yargısız infazlar yapılması, ülkede her türlü muhalefetin yasak olması itibariyle Müslümanların düşüncelerini özgürce dile getirememeleri, ibadet etme özgürlüklerinin kısıtlanması, Müslüman nüfus arasında kayıpların sayısının gün geçtikçe artması gibi Müslümanlara yönelik baskı, şiddet ve sindirme politikası tüm hızıyla devam ediyor. Müslümanların çocuklarına dini eğitim verecekleri okullar kapatılıyor, ibadetlerini yapacakları cami ve mescidleri yıkılıyor. On binlerce Müslüman göçe zorlanıyor. Zalim idarecilerin zulmünden kaçmış olan bir milyona yakın mülteci evlerinden uzakta, açlık ve kıtlık içinde yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.
Sonuç
Elbette temennimiz, gerek Eritre'de gerekse İslam dünyasının dört bir yanında Müslümanlara karşı yürütülen tüm baskı ve zulümlerin sona ermesidir. Farklı dinlerin ve etnik kökenlerin barış içinde yaşayabileceği, insanların inanç veya dilleri nedeniyle katledilmediği, zulüm görmediği adil ve barışçı bir dünya düzeni kurulmasıdır.
Tüm Müslümanların bu hedef için çalışmaları, bir taraftan dünyanın dört bir köşesindeki mazlum Müslümanları kurtarmak bir yandan da fitne ve kargaşa içindeki dünyayı sükuna kavuşturmak, Osmanlı gibi dünya çapında bir "Nizam-ı Alem" tesis etmek için çaba harcamaları gerekir. Önemli olan bu hedefe inanmak ve uğrunda çaba sarf etmektir. Hedefi gerçekleştirmek ise, ancak ve ancak Allah'ın elindedir.