Peygamberlerdeki ve Samimi Müminlerdeki Cesaret Örnekleri

Müminler imanları dolayısıyla, başkalarının cesur olamayacağı çekingenlik göstereceği noktalarda hiç tereddüt etmeden, büyük bir şevk ve cesaretle davranırlar. Örneğin, inkarcıların tuzak kurdukları, kimi zaman fiziksel bir baskı uyguladıkları anlarda dahi, son derece kararlı, cesur, mert, mütevekkil ve güçlü tavırlarıyla dikkat çeken müminler, hak olanı yaptıklarından emin oldukları için inkarcıların kendilerinden istedikleri tavrı asla göstermezler, Kuran ahlakını yaşamaktan ve imanlarından taviz vermezler.

Nitekim inkarcılar müminlerin pişman olmalarını ve bir daha güzel ahlakı tebliğ edecek hiçbir çabada bulunmamalarını isterler. İleriki sayfalarda örnekleriyle anlatacağımız gibi, Kuran ayetlerinde inkarcıların bu tutumlarını tarihin her döneminde gösterdikleri haber verilmektedir.

Müminler de inkar edenlerin kendilerine sürekli olarak tuzaklar planladıklarından haberdardırlar; nitekim bunu onlara Allah, Katından gönderdiği Kuran ile bildirmiştir. Bu tuzaklar müminlere maddi manevi zarar vermek amaçlıdır. Fakat herşeye rağmen müminler -Allah'ın kendilerine emrettiği üzere- onlara karşı zorlu ve onurlu tavırlarını sürdürür, cesaretle onlara karşı bir fikir mücadelesi verirler. Bu, Allah'ın kendilerine bir emridir:

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cehd eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)

Peygamberimiz (sav)'in zamanında müminler inkarcılarla doğrudan savaşlarda bulunmuşlardır. Savaş zamanları inkarcıların müthiş moral kaybettikleri, toplumların çoğunlukla manevi çöküntüye uğradıkları zamanlardır. Fakat müminler bu modelin dışında bir tavır göstermişler, Peygamberimiz (sav) ve sahabeler kendilerinden sonra gelen bütün Müslümanlara örnek teşkil eden güçlü bir cesaret sergilemişlerdir. Bazı Müslümanlar savaşta mallarını, bazıları bir uzuvlarını, belki kolunu, bacağını kaybetmiş, bazısı yakınlarını yitirmiş, ama cesaretlerinden asla taviz vermemişlerdir. Allah Kuran'da geçmişte yaşamış Müslümanların son derece yiğit olduklarına, kendilerine bir musibet dahi isabet etse, "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz" (Bakara Suresi, 156) dediklerine dikkat çekmektedir. Bu cesaretleri onların Allah'a, Peygamberimiz (sav)'e ve Kuran'a ne kadar güçlü bir bağlılıkla bağlı olduklarını göstermektedir. Münafıklar havanın sıcak olmasını bahane ederek savaştan kaçarken, müminler mallarını ve canlarını ortaya koyarak mücadele etmişlerdir.

Peygamberimiz (sav)'e içinde savaş emri geçen ayetler indiğinde münafıklar hızla kendilerini belli etmeye başlamışlardır. O ana kadar kendilerini Müslüman olarak tanıtan birçok kişi, savaş emrini duyar duymaz kalplerindeki hastalığı ortaya çıkarmıştır. Allah onların bu durumlarını şu ayetle haber vermiştir:

İman edenler, derler ki: "(Savaş izni için) Bir sûre indirilmeli değil miydi?" Fakat, içinde savaş (kıtal) zikri geçen muhkem bir sure indirildiği zaman, kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün… (Muhammed Suresi, 20)

Bu ayette de görüldüğü gibi korkak olmaları münafıkların en belirgin özelliklerinden biridir. Bir başka ayette Allah şöyle buyurmaktadır:

Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun Suresi, 4)

Peygamber Efendimiz (sav)'e kendilerine saldıranlara karşı savaşma emri gelmeden önce kendilerinin Müslüman olduğunu iddia eden, dahası bir savaş olsa mutlaka bu savaşa katılacaklarına dair söz veren münafıklar, savaş emri geldiğinde daha önce savaşa çıkacaklarını söyleyenler kendileri değilmiş gibi davranmışlardır. Oysa güzel olan, vaadlerini yerine getirmeleridir. Allah bununla ilgili şöyle buyurmaktadır:

… Oysa onlara evla (olan): İtaat ve maruf (güzel) sözdü. Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. (Muhammed Suresi, 20)

Allah'a ve ahirete kesin bir bilgiyle iman etmedikleri için savaşa çıkmaktan korkmuşlar, müminlerin gösterdikleri cesareti gösterememişlerdir. Oysa samimi Müslümanlar bu ayetleri duyduklarında şevkleri kat kat artmıştır. Allah bir ayetinde müminlerin kararlılığını vurgularken, "… onlar hiçbir değiştirmeyle (sözlerini) değiştirmediler" (Ahzap Suresi, 23) buyurmaktadır. Gerçek imana sahip olmayanlar ise genellikle böyle zorlu imtihanlarda kendilerini ele vermişlerdir. Çünkü cesaret çoğu zaman taklit edilemeyen bir mümin özelliğidir. Allah insanlar için pek çok imtihan ortamı yaratmış, bu imtihanlarda kimin doğrulardan, kiminse yalan söyleyenlerden olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Allah Kuran'da müminlerin güzel ahlakından, Kendisi'ne olan bağlılıklarından sık sık bahsetmekte, onların cesaretlerini birçok ayetle örnek vermektedir. Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan bu örneklerden biri şöyledir:

Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü'nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir". Ve (bu) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı. (Ahzab Suresi, 22)

Yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı gibi müminler, yalnızca Allah'a güvenip dayanan insanlardır. Allah'a kayıtsız şartsız, tam bir tevekkülle tevekkül etmişlerdir. Düşmanlarının kendilerine karşı toplanmış olmaları onları yıldırmaz, çünkü düşmanların da yaratıcısı Allah'tır ve karşılaştıkları zorlukları da Allah yaratmaktadır. Allah'ın gücünün herşeyi kapsadığını, düşmanların da müstakil bir güce sahip olamayacaklarını bilir ve bu nedenle ayettekine benzer bir olayla karşılaştıklarında da herşeyin yaratıcısı olan Rabbimiz'e tevekkül ederler. Onların, aleyhlerine gibi görünen her haberi hayra yormaları, her olayda Allah'a yönelip dönmeleri ve morallerini hiçbir zaman bozmamaları inkar edenleri yıldırmakta, onların büyük bir korkuya kapılmalarına neden olmaktadır.

Kuran'da güzel bir mümin özelliği olarak bildirilen cesaretin en çok tecelli ettiği kişiler ise kuşkusuz peygamberler olmuştur. Kuran'da cesaretleriyle örnek verilen peygamberlerin ve takva sahibi müminlerin yaşadıkları olaylardan bazıları şunlardır:

Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sav)

Peygamberimiz (sav) Allah'ın Kuran'ı vahyettiği ve son peygamber kıldığı mübarek bir insandır. Sahip olduğu güzel ahlak, Allah'a ve Allah'ın dinine olan bağlılığı pek çok Kuran ayetinde bütün Müslümanlara örnek verilmiştir. Din düşmanlarının şiddetle karşı çıktığı ve baskı altına almaya çalıştıkları Peygamberimiz (sav), düşmanları peşinde olduğu bir sırada yanında bir arkadaşı ile birlikte hicret etmiş ve yolda sığınmak için bir mağaraya girmiştir. Oradaki konuşmaları, yanındaki kişiye yaptığı hatırlatma onun, Allah'a olan güvenini ve bundan kaynaklanan cesaretini çok güzel vurgulamaktadır:

Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir". Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)

Yanındaki arkadaşına Allah'ın kendileriyle birlikte olduğunu, bu nedenle hiçbir şekilde hüzne kapılmamak gerektiğini hatırlatan Peygamberimiz (sav), bugün de bütün Müslümanlara örnek teşkil etmektedir. O dönem, inkarcılarla doğrudan savaşların yapıldığı bir dönem olmuştur. O zorlu dönemde Allah'ın dini için mücadele eden herkes büyük bir cesaret örneği sergilemiştir. Bütün Müslümanların başında bulunarak en büyük tehditin altına giren kişi olan Peygamberimiz (sav) ise, sahip olduğu cesaret ile en güzel örnektir.

Hz. İbrahim

Hz. İbrahim Allah'ın Kuran'da çok çeşitli konularda örnek gösterdiği bir peygamberdir. Son derece güçlü bir imana sahip olması, Allah'a çok büyük bir tevekkülünün olması ve büyük bir cesaretle inkarcılarla mücadele etmesi Hz. İbrahim'in çok önemli özellikleridir. Allah bir ayetinde Hz. İbrahim'in "tek başına bir ümmet" (Nahl Suresi, 120) olduğundan bahsetmiştir. Bu, bütün Müslümanların örnek alması gereken bir durumdur. Her Müslüman Hz. İbrahim'i kendine örnek alarak "tek başına bir ümmet" olabilecek, yani tek başına dahi olsa Kuran'ı yaşayabilecek ve insanlara da yaşatabilecek bir iman, cesaret ve kararlılığa sahip olmalıdır.

Hz. İbrahim'in Allah korkusundan kaynaklanan güçlü bir akılla birleşen cesareti pek çok ayette örnek verilmiştir. Kuran'da geçen bir kıssada İbrahim Peygamberin putları ilah edinen inkarcılara karşı akılcı bir cesaret gösterdiği anlatılmaktadır:

Doğrusu İbrahim de onun (soyunun) bir kolundandır. Hani o, Rabbine arınmış (selim) bir kalp ile gelmişti. Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizler neye tapıyorsunuz? Birtakım uydurma yalanlar için mi Allah'tan başka ilahlar istiyorsunuz? Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?" Sonra yıldızlara bir göz attı. "Ben, doğrusu hastayım" dedi. Böylelikle arkalarını çevirip ondan kaçmaya başladılar. Bunun üzerine onların ilahlarına sokulup: "Yemek yemiyor musunuz?" dedi. "Size ne oluyor ki konuşmuyorsunuz?" Derken onların üstüne yürüyüp sağ eliyle bir darbe indirdi. (Saffat Suresi, 83-93)

Ayetlerde bildirildiği gibi Hz. İbrahim tek başına bütün kavmini karşısına almış ve putların ilah olamayacağını, aksine onların insanlar tarafından yontulmuş tahtalardan başka şeyler olmadığını çok akılcı bir yöntemle onlara hissettirmiştir. O güne kadar putlara karşı çıkan hiç kimseye rastlamamış olan inkarcılar bu durum karşısında öfkeye kapılmışlar, onu cezalandırmak istemişlerdir:

Çok geçmeden (halkı) birbirine girmiş durumda kendisine yönelip geldiler. Dedi ki: "Yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır." Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. (İbrahim) Dedi ki: "Şüphesiz ben, Rabbime gidiciyim; O, beni hidayete erdirecektir." (Saffat Suresi, 94-99)

Halkın öfkesine ve kendisine karşı gösterdiği düşmanlığa rağmen Hz. İbrahim onlara Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmaya devam etmiş, üzerine düşen tebliğ görevini cesaretle yerine getirmiştir. Tüm varlıkların, hiddetle kendisine karşı çıkan kavmi de dahil tüm insanların Allah'ın kontrolünde olduğunu bilerek, Rabbimiz'e sonsuz güvenini gösteren güzel bir tavır sergilemiştir. Bütün bunlardan çok rahatsız olan kavmin önde gelenleri onu ateşe atmak istemişler, ancak Allah bir mucize gerçekleştirerek onu ateşten kurtarmıştır. Bu da, Allah'ın Kendi yolunda korkusuzca mücadele eden kullarına yardım vaadinin bir delilidir.

Başka ayetlerde de Hz. İbrahim'in Allah'a olan bağlılığını ifade edişi ve gösterdiği cesur mümin tavrı şöyle örnek verilmektedir:

Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" "Hem siz, Onun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz." İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir. (Enam Suresi, 80-82)

Hz. Musa

Kuran'da hayatı en ayrıntılı anlatılan peygamberlerden biri Hz. Musa'dır. Onun inkar eden zalim kavmine karşı gösterdiği cesaret ve sabrı da Müslümanlara çok önemli bir örnek teşkil eder. Mısır'ın tek hakimi olan Firavun, din ahlakından uzak, baskıcı ve ürkütücü yöntemleriyle bütün çevresini sindirmiş, zorba yönetimiyle her tarafa korku salmıştır. Firavun'un o dönemde kendisine itaatsizlik yapanlara işkence yaptığı, kollarını ve bacaklarını çaprazlama kestirdiği ayetlerden anlaşılmaktadır.

Böyle bir ortamda Allah Hz. Musa'yı, çocukluğunda kendisini sarayına alıp büyüten Firavun'u ve çevresini din ahlakına davet etmekle görevlendirmiştir. Güzel ahlaktan son derece uzak, aksine insanlara zulmetmekle ünlü olan bir hükümdar olan Firavun'a karşı mücadeleye girişmek, kuşkusuz büyük bir iman ve cesaret gerektirmektedir. Hz. Musa da, Allah'ın kalbine verdiği iman ve kararlılıkla Firavun'u uyarıp ona öğütte bulunmuştur. Firavun, sarayında büyüyen Hz. Musa'nın, kendi batıl sisteminden yüz çevirerek Allah'ı tek ilah olarak tanıması üzerine son derece öfkelenmiştir. Kuran'da Firavun'un bu öfkesi şöyle haber verilir:

(Gittiler ve Firavun:) Dedi ki: "Biz seni içimizde daha çocukken yetiştirip büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirmedin mi? Ve sen, yapacağın işi (cinayeti) de işledin; sen nankörlerdensin." (Şuara Suresi, 18-19)

Daha sonra Firavun Hz. Musa'yı sorgulamaya başlar; eğer onu tartışmada yenerse, konunun kapanacağını düşünmektedir. Bu arada bütün yakın çevresini de yanına alarak toplum önünde Hz. Musa'yı küçük düşürmeye çalışmaktadır. Bu da fayda etmeyince onu hapse atmakla tehdit eder. Hz. Musa kesin bir kararlılıkla, durmaksızın Allah'ın varlığını onlara tebliğ etmektedir.

Nihayet Hz. Musa ardı ardına mucizeler gösterince Firavun durumun ciddiyetini biraz daha kavrar; ancak bu sefer de Hz. Musa'nın "büyü" yaptığını düşünmeye başlar. Gurur ve kibiri ortadaki olağanüstülüğü görmesini engeller. Yakın çevresiyle başbaşa verip Hz. Musa'ya bir tuzak kurmaya karar verir.

Hz. Musa, Firavun'un zalim ve azgın bir hükümdar olduğunu bilmesine rağmen Allah'ın emrini yerine getirmekte en küçük bir zaaf göstermemiş, her türlü tehlikeyi göze alarak tek başına Firavun'un karşısına çıkıp onu Allah'a iman etmeye, sapkın dinini terk etmeye davet etmiştir. Firavun'un kendisinin ölümüne hükmetmesi an meselesi iken Hz. Musa en ufak bir tereddüt dahi geçirmeden ona Allah'ın emrini tebliğ etmiştir. Firavun'un, Kuran'da bir kısmı aktarılan bu diyalog boyunca kendisine yaptığı tehditler de Hz. Musa'yı yıldırmamıştır:

(Firavun) dedi ki: "Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım". (Musa) Dedi ki: "Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?" (Şuara Suresi, 29-30)

Firavun'un Hz. Musa'yı yenmeleri için görevlendirdiği sihirbazlar da Hz. Musa'nın onların sihirlerini yok etmesi ve küçük düşürmesi sonucunda iman etmişlerdir. Ve o anda imanın kendilerine kazandırdığı büyük cesaretle Firavun'un karşısında, herkesin içinde imanlarını açıkça ikrar etmişlerdir. Bu hareketleri sonucunda Firavun'un kendilerine işkence yaparak idam etme tehditlerine aldırmadan açıkça imanlarını ilan etmişler, işkence ve ölümü seve seve göze almışlardır.

Hz. Musa'nın iman ve cesaretini hemen örnek alan sihirbazların bu şerefli hareketleri Kuran'da şöyle aktarılmaktadır:

Ve sihirbazlar secdeye kapandılar. "Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler. "Musa'nın ve Harun'un Rabbine…" Firavun: "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz". Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim". (Onlar da:) "Biz de şüphesiz Rabbimiz'e döneceğiz" dediler. Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz'in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür". (Araf Suresi, 120-126)

Sihirbazların bu gözüpek tavırları imanın kişiyi bir anda nasıl cesur, korkusuz, üstün ahlaklı bir insan haline getirdiğinin açık bir göstergesidir.

Cesaretin ve Allah'a olan tevekkülün örnek verildiği bir başka ayet de, kavminin yenik düştüklerini sandıkları bir sırada Hz. Musa'nın Allah'a olan güvenini asla kaybetmemesidir. Kavmi korkuyla onu terk etmiş ve mücadelede yalnız bırakmıştır. Ancak Hz. Musa, samimi olarak inanmış tek bir insanın cesaretinin dahi inkar edenlerin önünü kesmeye yeteceğini göstermiştir. Ve Allah Hz. Musa'yı Firavun'dan kurtararak inanan kullarına olan yardım vaadini bir kez daha yaşatmıştır:

İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler. (Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir". Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekileri suda boğduk. Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 61-68)

Hz. Süleyman

Hz. Süleyman da güzel ahlakın yaygınlaştırılmasında son derece cesur ve kararlı davranmış olan peygamberlerden biridir. Allah ona büyük bir hakimiyet nasip etmiştir. Güzel ahlakı insanlar arasında hakim kılma arzusu çok şiddetli bir şekilde tecelli etmiş, bu amaçla daha önce benzeri görülmemiş yöntemler geliştirmiştir. Cesareti pek çok toplumu derinden etkilemiş, sırf onun bu üstün vasfı, dirayet ve kararlılığı başka kavimlerin hayranlığını uyandırmıştır. Kendisine karşı büyük ordulara sahip olan Sebe Melikesine haber yollayarak onun ve kavminin iman etmesi için son derece etkili bir yöntem izlemiştir:

(Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki: "Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı. Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve 'Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla' (başlamakta)dır. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır).

Dedi ki: "Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (herşeye) şahidlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim".

Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız).

Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar.

"Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler".

(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.

"Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları ordan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız". (Neml Suresi, 29-37)

Hz. Süleyman'ın bu kararlı ve cesur tutumu, Allah'ın rızasını araması ve dünyevi hiçbir şeye tamah etmeyen tutumu Sebe melikesini derinden etkilemiş ve imanına vesile olmuştur:

… Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)

Hz. Nuh

Hz. Nuh da söz dinlemeyen kavmine Allah'ın dinini büyük bir kararlılıkla tebliğ eden peygamberlerden biridir. Çok uzun bir süre boyunca kavmini doğru yola davet eden Hz. Nuh, bunu yaparken sayısız yöntem ve taktiğe başvurmuştur. Ancak içinde bulunduğu kavim, hiçbir şekilde anlattıklarını kavramadığı gibi, doğru sözü dinlemeye tahammül dahi edememişlerdir. Bütün peygamberlere yaptıkları gibi, her türlü baskı ve yıldırma yöntemini kullanmışlar, böylesine mübarek bir insanı tehdit etmekten kaçınmamışlardır. Büyük bir sabır ve kararlılıkla tekrar tekrar onlara Allah'ın varlığını, ahireti anlatmasına rağmen Hz. Nuh'a kavminden iman edenlerin sayısı çok az olmuştur. Ayetlerde Hz. Nuh'un mücadelesi şöyle haber verilir:

Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler. Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim". (Nuh Suresi, 5-9)

Hz. Nuh da diğer peygamberler gibi azgın inkarcıların hakaret, tehdit ve saldırılarına maruz kalmıştır.

Dediler ki: "Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?" (Şuara Suresi, 111)

Dediler ki: "Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulup kovulacaksın". (Şuara Suresi, 116)

Fakat ne yılgınlık göstermiş ne de tebliğ vazifesinden feragat etmiş, cesaret ve kararlılıkla Allah'ın emrini kavmine tebliğ etmiştir. Öyle ki kavminin içinde kaldığı uzun bir süre boyunca bu güzel ve üstün ahlakı üzerinde taşımıştır.

Hz. Nuh'ta gördüğümüz ahlak, kınayanın kınamasından hiç çekinmeyen, aksine yalnızca Allah'ın rızasını kaybetmekten çekinen ve O'na tam bir teslimiyetle güvenen mümin tavrıdır. Ve Nuh Peygamber bu tavrıyla kendisinden sonra yaşamış olan bütün Müslümanlara çok güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Hz. Nuh kavminin her türlü alayını, azgınca tavrını göze alarak yalnızca Rabbimiz'in emirlerini yerine getirmiş ve Allah'ın yardım vaadine kesin olarak iman etmiştir:

"Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır".

Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi. "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azab kimin üstüne çökecek". (Hud Suresi, 37-39)

Uzun süren mücadelesinin sonunda Allah, Hz. Nuh'un inkar eden kavmini cezalandırmış, onunla alay eden, ona eziyet eden ve onu tehdit edenleri suda boğmuştur. Hz. Nuh ve beraberindeki müminleri de kurtarmıştır. Hz. Nuh'un kıssası, Allah'ın, Kendi yolunda cesaret ve kararlılıkla mücadele edenlerin yaptıklarını boşa çıkarmayacağının, onları sabretmeleri dolayısıyla dünyada ve ahirette en güzel sona ulaştıracağının, onlara eziyet edip engel olmak isteyenlerden de mutlaka intikam alacağının yaşanmış bir örneğidir.

Hz. Meryem

Hz. Meryem Kuran'da iffeti, sabrı, samimiyeti, imanındaki kararlılığı ve 'kınayanın kınamasından korkmaması' ile tanıtılan bir mümindir. Allah Hz. Meryem'i seçmiş ve mucizevi bir şekilde eğitmişti. Hz. Meryem, Allah'a yakınlığı ve ahlakıyla üstün kılınmıştır:

Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, bu sana nereden geldi?" deyince, "Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. (Al-i İmran Suresi, 37)

Allah'tan bir mucizeyle Hz. İsa'ya hamile kalan Hz. Meryem, birtakım çirkin iftiralara uğramasına rağmen, Allah'ın emirlerinden kesinlikle taviz vermeden kendisine emredilen herşeyi tam olarak yerine getirmişti.

Hz. Meryem, Allah'a son derece bağlı ve iffetine son derece düşkün, mübarek bir insandı. Allah, doğduğu andan itibaren ona her zaman, her işinde yardım etmiş ve her işini hayra çıkarmıştı. Hz. Meryem ise her işin Allah'ın iradesinde olduğunu hiç unutmaması gerektiğini ve bu asılsız iftiralardan onu yine Allah'ın temize çıkaracağını biliyordu.

Nitekim Allah bu işinde de Hz. Meryem'e bir kolaylık sağlamış ve ona "konuşmama orucu" tutmasını vahyetmişti. Kavmi kendisi ile konuşmak istediğinde Allah, Hz. Meryem'e susmasını ve kendisine yanaşıp suçlamalarda bulunanlara, Hz. İsa'yı işaret etmesini bildirdi. Böylece Hz. Meryem, Allah'tan bir kolaylık olarak, sıkıntı verebilecek bir konuşmadan uzak tutulmuş oluyordu. Allah bu şekilde Hz. Meryem'e yardım etmiş ve kavminin beklediği en doğru açıklamayı da Hz. İsa'nın ağzından yaptırmıştı.

Allah'ın böyle bir mucize ortamı yaratmasıyla, kavminin Hz. Meryem'e karşı kurduğu tuzak da bozulmuş oluyordu. Bu olay Kuran'da şöyle haber verilir:

O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi. (Meryem Suresi, 20)

Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi". Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı." (Meryem Suresi, 27-30)

Türlü iftiralara uğradığı halde şevk ve kararlılığını koruyan Hz. Meryem, gösterdiği cesur, dirayetli Müslüman karakteriyle bütün müminlere şevk ve cesaret örneği olmuştur. Allah'ın Kuran'da ismini zikrederek tüm iman edenlere de örnek kıldığı üstün bir makama ulaşmıştır:

Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: "Rabbim bana Kendi Katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar." İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 11-12)

Hz. Lut, Hz. Şuayb, Hz. Hud

Lut, Şuayb ve Hud Peygamberlerin de içinde bulundukları kavimler, azgınlıkta ileri gitmiş, güzel ahlaktan tamamiyle kopup uzaklaşmış kavimlerdir. Lut kavminin diğer kavimlerden farklı olarak öne çıkan özelliği, büyük çapta cinsel sapkınlığa kapılmış olmalarıdır. Kavmini ahlaklı olmaya davet eden Hz. Lut'un sözlerine uymayan insanlar, Hz. Lut'tan ve onun telkinlerinden kurtulmanın yolunu, onu kavimden sürmekte bulmuşlardır. Ancak sapkın kavim tehlikenin yakınlığının farkında olmamıştır. Allah Hz. Lut'a melekler göndererek kavmin sonunun yakın olduğunu müjdelemiştir:

Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz". Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (Araf Suresi, 80-82)

(Elçiler) Dediler ki: "Ey Lut, biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kesin olarak ulaşamazlar. Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü (yola çık). Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir. Onlara va'dolunan (azab) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?" (Hud Suresi, 81)

Ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Lut Allah'a güvenerek kavmini uyarmış ve karşılığında sürgüne gönderilmekle tehdit edilmiştir. Fakat bu hiçbir şekilde Hz. Lut'u korkutmamış ve O Allah'ın yardımının yakın olduğunu bilmiştir.

Hz. Şuayb'ın kavminde de önde gelenler tarafından her türlü yolsuzluk ve zorbalık yapılmaktaydı. Hz. Şuayb'a karşı tuzaklar kuran, ona ve yanındakilere baskı uygulayan bu azgın kavim, her türlü adaletsizliği uygulamakta sakınca görmemiştir.

Şuayb Peygambere daha korkunç yöntemler uygulamalarına engel olan şey ise, onun yakın çevresinden çekinmeleridir. Hz. Şuayb ise hak dini anlatmakta ve yaşamakta hiç taviz vermemiş, örnek bir mücadele sergilemiştir, her fırsatta yakın çevresine değil, Allah'a güvendiğini, korkacaklarsa Allah'tan korkmaları gerektiğini vurgulamıştır.

Onunla uğraşanlar ise Hz. Şuayb iman ettiği için, onu yurdundan sürmek ya da taşa tutarak öldürmekle tehdit etmiş, yakın çevresini ve ona uyanları tehdit etmişlerdir. Buna karşılık olarak da büyük felaketlere uğramışlardır. Kuran'da Şuayb Peygamberin kavmine karşı kararlı ve cesaretli tutumu önemli bir örnek olarak anlatılmıştır:

"Ey Şuayb" dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz 'kavrayıp anlamıyoruz'. Doğrusu biz seni içimizde zayıf biri görüyoruz. Eğer yakın-çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar-öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin. "

Dedi ki: "Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır. Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de yapacağım. Kime aşağılatıcı azab gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim". (Hud Suresi, 91-93)

Hz. Şuayb'ın kavmine tebliği ve kavmiyle yaptığı mücadele birçok ayette anlatılmaktadır:

Medyen (toplumuna da) kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik. Şuayb onlara:) Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp-eksiltmeyin ve düzene (ıslaha) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız".

O'na iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın".

"İçinizden bir grup, kendisiyle gönderildiğim şeye inanmışken diğer bir grup inanmadığına göre, artık Allah, aramızda hüküm verenlerin en hayırlısıdır".

Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb:) "Biz istemesek de mi?" dedi. "Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 'Sen hak ile hüküm ver, ' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın." (Araf Suresi, 85-89)

Bütün elçiler gibi Hz. Hud da kavmini doğru yola davet edip onları uyarınca, kavmi, benzer saldırı ve tehditlerde bulunmuşlardır. Ona delilik isnat etmeye çalışmışlar, sözleri ile ona zarar vermeye kalkışmışlardır. Ancak kavmin kendisi ve yanında bulunanları baskı altına almaya çalışmaları Hz. Hud tarafından çok güzel bir cesaretle karşılanmıştır. Hz. Hud'un sözleri Kuran'da şöyle haber verilir:

Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'aklî bir yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz". (Hud:) "Ey kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim" dedi. (Araf Suresi, 66-67)

"Andolsun" dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azab ve gazab gerekli kılındı. Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Araf Suresi, 71)