Ahirzaman Ve Hz. Mehdi
Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.
Güzel Hatırlatmalar
-
"Dünyadan beş bin altı yüz yıl geçmiştir". Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek, fakat bin beş yüz (1500) seneyi pek geçmeyecek.
(Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 299)
-
Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Evlatlarımdan olan Mehdi’yi inkar eden beni inkar etmiştir.”
(Bihar-ul Envar, c.51, s.73)
-
Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.
(Tevbe Suresi, 6)
Güzel Konular
Daha samimi ve daha çok inanarak dua etmek...
Allah insana, dilediği her konuda Allah'tan yardım isteme ve dua edebilme imkanı vermiştir. Ve Allah, samimi kullarının dualarına kesin olarak karşılık vereceğini vadetmiştir. İnsan için bu, Allah'ın çok büyük bir lütfu ve nimetidir.
Ancak samimiyette çok büyük bir sır gizlidir. Bir insan bir olayın gerçekleşmesini gerçekten samimi olarak çok isteyebilir ve Allah'a bunu çok fazla isteyerek dua edebilir. Ancak duada aranılan samimiyet bu değildir. Buradaki, insanın sadece o istediği şeye odaklandığı ve onu istemede yaşadığı samimiyettir. Duada asıl gereken samimiyet ise, Allah'a karşı duyulan şiddetli samimiyettir. Allah'ı çok sevmek, Allah'a çok güvenmek, Allah'ın sözlerine ve vaadlerine hiç şüphe duymadan inanmak, Allah'ın sonsuz akıllı olduğunu bilmek ve Allah'ın en güzelini yaratacağından kesin emin olmak...
Bir insan Allah'ın sonsuz gücünü, sonsuz aklını, sonsuz sevgisini, sonsuz şefkat ve merhametini, sonsuz lütufkarlığını, sonsuz affediciliğini ve dilediği an dilediği her şeyi hiç sebepsiz yaratabileceğini gereği gibi takdir edebiliyorsa ve tüm bu gerçeklere olan inancında asla şüpheye yer vermiyorsa, işte ancak o zaman bu kimse samimi dua edebilir.
Toplumda Allah'a gereği gibi inanmayan, fakat şüpheyle de olsa (Allah'ı tenzih ederiz), zaman zaman Allah'ın adını anan pek çok insan vardır. Bu kimseler Allah'a gerçekten inanmadıklarını, Allah'a ibadet etmeyerek ve Kuran ahlakını yaşamayarak açıkça ortaya koyarlar. Ancak dünyadaki şartlar dahilinde bir konuda istedikleri sonucu elde edemeyeceklerini gördüklerinde ya da sıkıntı, zorluk, hastalık gibi sorunlarla karşılaştıklarında Allah'ın ismini anmaya başlarlar. Ancak elbetteki aranılan samimiyet burada yoktur. Bu sadece, içerisinde bulunduklarını düşündükleri açmazdan kurtulmak için, insanların geçici ve yüzeysel olarak Allah'a yönelmeleridir.
Allah Kuran'da bu gibi insanların tavrını çeşitli ayetlerle açıklamıştır. Normal şartlarda Allah'ı hiç düşünmeyen, Allah'ı hiç anmayan; Allah'a şükretmeye, Allah'a ibadet etmeye, Allah'tan korkup sakınmaya hiç gerek duymayan (Allah'ı tenzih ederiz) insanlar, zahiren çaresiz olduklarını hissettikleri anlarda, ‘yalnızca Allah'ın adını anıp, yalnızca Allah'tan yardım dilemektedirler’:
De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz."
De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (Enam Suresi, 63-64)
Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. (İsra Suresi, 67)
Ayetlerde bildirilen insanlar, Allah dualarına karşılık verip üzerlerindeki sıkıntıyı kaldırdığında, hemen imansızlıklarına ya da şirk içerisindeki hayatlarına geri dönerler. Allah'ın yaratmadaki sonsuz gücünü, kullarına olan yakınlığını, sevgisini, şefkatini, koruyup kollamasını çok açık gördükleri halde, yine de samimi olmaz ve gerçek anlamda iman etmezler.
Kimi insanlar da Allah'a iman eder ve gün boyu, Allah'ın bu isimlerinin tecellilerini hayatlarında açıkça görürler. Allah'ın ne kadar büyük lütuf sahibi olduğunu, iman edenlere ne kadar güzel bir hayat sunduğunu, her bir insana ne kadar eşsiz nimet ve rızıklar verdiğini çok açık olarak fark ederler. Ancak yine de dua ederken, bazen bu gerçeklerden gaflete düşer; ‘Allah'ın dualarına kesin olarak icabet edeceğine olan inançlarını’ tam olarak muhafaza edemezler. Olayları Allah'ın sonsuz gücüne göre değil de, dünyadaki şartlara, olayların gelişimine, teknik gerçeklere bakarak değerlendirirler. Kendi akılları doğrultusunda, hayat ve yaşanacak olaylar hakkında kesin teşhislerde bulunur ve kendilerine göre belirli çıkarımlar yaparlar. Örneğin ‘2+2 toplanırsa, kesin olarak 4 eder; ve bu iki rakamdan bunun dışında da bir sonuç çıkması mümkün değildir’ gibi teknik teşhislerde bulunurlar. Ve bu teknik gerçeklere olan inançlarını dualarına da yansıtırlar. Allah'tan bir şey isterken, gerçekte dünya şartlarında bunun mümkün olmayacağına dair neredeyse kesin bir inanç içerisindedirler.
(Allah'ı tenzih ederiz) Bu inançtaki insanlar Allah'a, ‘Ya olursa’ mantığıyla dua etmektedirler. ‘Ben bu olayların nasıl gelişeceğini biliyorum, sonuç kesin şu şekilde olur, ama ben yine de belki aksi olur diye dua edeyim’ gibi bir anlayışla Allah'a yönelmektedirler. Bu düşünceleriyle, aslında kendi teşhislerinin gerçekleşmesi için dua ettiklerinin farkında değillerdir. Çünkü böyle bir insanın asıl inandığı ve desteklediği fikir, kendi teşhisleridir. İstediği şeylerin gerçekleşmesi için gerekense, bunun tam tersidir. Allah'a çok kesin olarak güvenerek ve Allah'ın istediği herşeyi yaratabileceğine çok fazla inanarak dua etmek...
Samimi imanın ve samimi duanın en önemli şartlarından biri, insanın kendine ait, dünya hayatının görünen yüzüne aldanarak yaptığı teşhislerini kafasından atmasıdır.Allah'ın sonsuz aklının yanında, kendisinin çok sınırlı ve yüzeysel bir akla sahip olduğunu bilmesidir. Ve Allah'ın dilediğini yaratmadaki sonsuz gücünün yanında, kendi acizliğini görmesidir. Olayların dıştan görünen yüzüyle, bunların ardında gizlenen gerçeklerin aynı olmadığını ve bunları ancak Allah'ın bilebileceğini kavramasıdır. Teknik gerçeklere bakarak yaptığı teşhislerin çoğu zaman aldatıcı olabileceğini, Allah'ın gücünün tüm bunların üstünde olduğunu anlamasıdır. Bir insan kalbinde Allah'a karşı derin bir sevgi, güven ve teslimiyet yaşıyorsa, Allah'ın bu insan için, her olayı olabilecek en güzel en hayırlı şekilde sonuçlandıracağını unutmamasıdır. Allah'ın, sıkıntı ve ihtiyaç içerisinde olan samimi bir kulunu, mutlaka rahmetiyle kuşatacağından emin olmasıdır.
Allah Kuran'da, dilediği takdirde herşeyin mümkün olabileceğini insanlara çok açık olarak göstermektedir.Allah en zor anlarda; hiçbir çıkış yolunun olmadığına dair çok net deliller oluştuğu olaylarda dahi, hiç beklemedikleri yerlerden kullarına yardımını ulaştırmaktadır. Allah dilediğinde çok az bir topluluğu, çok fazla sayıdaki insanlara galip getirmektedir. Firavun'un askerleriyle denizin suları arasında sıkışıp kalan İsrailoğullarına ve Hz. Musa (a.s.)'a Allah hiç ummadıkları şekilde bir kurtuluş yolu açmaktadır. Yaşı ilerlediği ve hanımı da doğuma elverişli bir yaşta olmadığı halde, Allah peygamberinin soyunu sürdürecek bir çocuk vermektedir. Allah bir balığın karnındaki peygamberine oradan çıkıp kurtulma imkanı yaratmaktadır. Allah, kimsenin göremeyeceği bir kuyunun dibine bırakılan peygamberine oradan kurtulacak bir imkan yaratmaktadır. Kuran'da Allah'ın sonsuz yaratma gücüne ve samimi kullarına olan yardımlarına dair daha pek çok haber verilmiştir. Tüm bu örneklerin bir hikmeti de, insanların Allah'ın sonsuz gücünü, sonsuz rahmetini ve dilediğinde insanlara hiç ummadıkları yerlerden yardımını ulaştırabileceğini kavramalarıdır.
Allah, Kendisine gönülden bir samimiyetle inanan; kayıtsız şartsız, hiçbir şüphe duymadan, tam bir teslimiyetle güvenen bir kimsenin bütün dualarına icabet edeceğini Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Rabbiniz dedi ki: “Bana dua edin, size icabet edeyim.Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)
Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı?Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)
Andolsun, Nuh bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik.(Saffat Suresi, 75)
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.(A’raf Suresi, 55)
İnsan kendini olumsuz düşüncelere teslim edip bırakmamalıdır...
Bazen insan, herhangi bir konuda hiç çaba harcamasa da, yine de kendiliğinden ortaya iyi bir şeyler çıkacağına inanır. Oysa ki bu tümüyle yanlış bir inançtır. Hiçbir güzellik çaba harcamadan kendi kendine ortaya çıkmaz. Bu, Allah'ın insanlar için yarattığı imtihanın bir kuralıdır.
İnsan nefsinde, iyi ve kötü olan herşey biraradadır. Bu da, Allah'ın insanlar için yarattığı imtihanın bir başka özelliğidir. İnsan, hayatının son saniyesine kadar nefsindeki kötülüklere karşı mücadele etmek durumundadır. Nefsini kendi haline bıraktığı takdirde, bu iyilikler hiçbir zaman için kendi kendine kötülükleri yenerek baskın çıkamaz. İnsan bunun için sürekli olarak çaba harcamalıdır. Aklını, iradesini, vicdanını sürekli olarak daha iyi olabilmek için kullanmalıdır.
İnsanın bu mücadelesinde irade kullanarak elde etmesi gereken özelliklerden biri de ‘olumlu düşünmek’tir. İyi ve kötünün birarada olduğu ‘nefsin, insanları olumsuz düşünmeye teşvik etme özelliği’ de vardır. Ve elbetteki bunu, çeşitli kılıflarla örterek, doğru ve mantıklı göstererek, hatta akılcılığın bir gereği olduğunu düşündürterek yapmaya çalışır. Olumlu düşünmenin bir anlamda ‘kendini kandırmak’ olacağını, ‘olumsuzlukları düşünmenin ise, insanı her zaman için daha iyi ve tedbirli hale getireceğini’, ‘daha akılcı adımlar atmasını sağlayacağını’, ‘böyle bir insanın tehlikeleri, riskleri çok daha iyi göreceğini’telkin eder. İnsanları, olumsuz düşünmenin ‘gerçekçilik’, olumlu düşünmenin ise ‘insanın kendini kandırması’ olduğuna inandırtmaya gayret eder.
İnsanın böyle bir durumda Kuran ahlakından yana tavır alması gerektiği çok açıktır. Allah Kuran'da Müslümanlara ‘tevekkül etmeyi, her olayı hayra yormayı, Allah'ın kaderde herşeyi hayırla yarattığını düşünmeyi, her ne olursa olsun her konuda Allah'tan ümitvar olmayı’ bildirmiştir. O halde mümin, Kuran'ı ölçü aldığı için, şeytan ya da nefsi aksini her ne kadar makul görünen delillerle süslese de, olumlu düşünmekten yana tavır koyacaktır.
Ayrıca insan gerekirse ‘olumlu düşünmek’ ile ‘olumsuz düşünmenin’ insanlara kazandırdıklarını ve kaybettirdiklerini basit ve hızlı bir mantık kıyaslamasıyla da çok açık bir şekilde kavrayabilir.
Olumsuz düşünmek, kişiyi en başta Allah'ın rızasına uygun düşünmekten ve Allah'ın razı olacağı ahlakı yaşamaktan uzaklaştırır. Allah'ı ve Allah'ın sonsuz güzel sıfatlarını unutmasına neden olur (Allah'ı tenzih ederiz). Allah'ın aklını, şefkatini, merhametini, sevgisini, adaletini, kullarına olan yakınlığını, dualara karşılık veren olduğunu, samimi olan kullarını affedeceğini, ahirette herşeyin karşılığını en güzeli ve en fazlasıyla vereceğini unutturur. Dünyada olup biten olayların Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği (Allah'ı tenzih ederiz) inancına kapılmasını yol açar. Tüm bunların sonucunda da kişinin cahiliye insanlarının mantığıyla düşünmesini sağlar. Bu da insanı daimi bir üzüntü içerisine sokar. Her olaya karamsar bir bakış açısıyla bakan; karanlık, kasvetli, içine kapalı, mutsuz bir insan modeli ortaya çıkar. Böyle bir kişi, aklındaki bozuk mantık örgülerinden dolayı çevresindeki insanlara ve yaşadığı olaylara karşı yapıcı bir tavır sergileyemez. Etrafındaki insanlara karşı hep olabilecek en olumsuz ihtimallerle yaklaştığı için alabildiğine şüpheci, önyargılı, mesafeli ve küskün bir tavır içindedir. Negatif düşünen, negatif konuşan, negatif adımlar atan bir insan olarak çevresindeki insanların sevgisini, saygısını, güvenini kaybeder. Yanında rahat edilemeyen ve dostluğu tercih edilmeyen bir insan haline gelir. Kimseyi gerçek anlamda gönül rahatlığıyla sevemez, kimseye şüphe duymadan güvenemez. Hayatı sürekli tedirginlik, mutsuzluk, üzüntü ve karamsarlık içinde geçer. Tüm bunların sonucunda da, manevi açıdan olduğu gibi fiziksel olarak da pek çok yönden güçsüz düşer.
Bunun yanında, olumlu düşünen bir insan ise, bu özelliğiyle herşeyden önce Allah'ın razı olacağı ahlakı göstermiş olur. Çünkü olumlu düşünmek, Allah'ın beğendiği ahlakın, samimi imanın, Allah'a duyulan güven ve teslimiyetin bir gereğidir. Bu ahlakı yaşayan kişinin vicdanı rahattır, çünkü Kuran'a uygun bir tavır içerisindedir. Yaşadığı olayları, etrafındaki insanları Allah'ın istediği ve beğendiği şekilde yorumlamaktadır. Her olayı hayra yoran, herşeyin güzel yönlerini gören bir yaklaşımı vardır. Yaşadığı olaylardaki olumsuzlukları bulup, bunlara üzülüp, sıkılıp karamsarlığa kapılmak yerine; %1’lik bile bir güzellik varsa, bu nimet için Allah'a şükreden ve bunun sevincini yaşayan bir ahlak içerisindedir. Allah'ın her insan için olduğu gibi, kendisi için de sayısız nimet yarattığının farkındadır. Olumsuz gibi görünen tüm olayların Allah'ın birer imtihanı olduğunu ve ‘Allah'tan yana tavır gösterildiğinde’ bunların her birinin, dünyada ve ahirette kişiyi nimete kavuşturacak vesileler olduğunu bilir. En zor, en kormaşık, en sıkıntılı olaylarda bile olumsuz düşünmez çünkü ‘Allah'ın, samimi kullarına kesin olarak yardım edeceğini’ unutmaz. Gücünün yetmediği bir şeyde paniğe kapılmaz, çünkü Allah'ın sonsuz güç sahibi olduğunun şuurundadır. Olayların kendi kendine olmadığını; Allah'ın herşeyi hayır ve hikmetlerle yarattığını bildiği için her yaşadığında bir güzellik görür. Tüm bu gerçekleri bilmesi, ona dünyada daimi bir huzur ve mutluluk kazandırır. Her ne olursa olsun, Allah'tan ümitvar olmanın, Allah'a çok güvenmenin, Allah'ın yardımını ummanın rahatlığı içerisindedir. Her konuda son derece pozitif ve yapıcı bir yaklaşımı vardır. Olaylarda ya da insanlardaki olumsuzlukların, eksikliklerin, kusurların elbetteki farkındadır. Ama bunun çözümünün, herşeye karamsar bir bakış açısıyla bakıp, üzülüp, sıkılıp, ters tavır almak olmadığını bilir. Bu eksiklikleri gidermek için atacağı her adımı Allah'a güvenerek, olumlu düşünerek, ümitvar olarak, güzellikleri görüp bunları esas alarak yapar. Dolayısıyla çevrelerinde en sevilen, akıllarına en çok güven duyulan, sözlerine en çok itimad edilen, fikirlerine en çok danışılan, dostlukları en çok tercih edilen insanlar, işte olumlu düşünen, bu ahlaka sahip kimselerdir.
Ayrıca ‘olumlu düşünmek’, ‘kendini kandırmak’ ya da ‘gerçekçi düşünmemek’ değildir. Aksinepek çok insanın göremediği asıl gerçeği görmek; ‘Allah'ın sonsuz gücünü gereği gibi takdir edebilmek, Allah'ın dilediği herşeyi yapabileceğini bilmek’ demektir. Asıl gerçekçilik budur. Asıl doğruluk, dürüstlük budur. Asıl aksi, insanın kendini kandırmasıdır. Çünkü aksini düşünen insan, herşeyi kendisinin ya da karşısındaki insanların yapacağını zannetmektedir. Kendi gücünün ve insanların gücünün ne kadar sınırlı olduğunu; varlıkların ne kadar acz içerisinde olduğunu gördükçe de, kendince olumsuz düşüncelere kapılmaktadır. Oysa ki kendi gücü zaten hiçbir şeye yetmez. İnsana olumlu düşünebilme, ümitvar olabilme, her olayın sonucundan bir güzellik umma gücünü veren ‘Allah'ın gücüne olan inancı’ ve‘Allah'ın gücünü gereği gibi kavrayabilmiş olması’dır.
Tüm bu gerçekleri dikkatle gözden geçiren bir insan, ‘Allah'ın rızasının, olumlu düşünmekte olduğunu’ görmelidir. Bununla birlikte, olumsuz düşünmenin insana hiçbir faydası olmadığını; aksine kişinin hayatını çok kötü ve kavruk hale getirdiğini, çok zorlaştırdığını ve manen çok kalitesizleştirdiğini kavramalıdır. İnsanı bir üzüntüden bir başkasına sürükleyen, her yerde, her olayda kişiye mutsuzluğun kapısını açan, ne kendisine ne de başkalarına hiçbir faydası olmayan şeytani bir bakış açısı olduğunu anlamalıdır. Kuran ahlakı insanın, Allah'ın insanlar üzerindeki büyük lütfunu görmesine, etrafındaki güzelliklerin sevincini ve mutluluğunu yaşamasına, tüm bunlar için Allah'a gönülden şükretmesine ve en zor şartlarda bile Allah'tan güzellik ummasına vesile olur. İşte asıl gerçekçilik budur.
Bunun yanı sıra olumsuz düşünmenin ‘tedbircilik’ olduğunu sanan bir insan, bu konuda da tamamıyla yanılmaktadır.Öylesine karamsar, çökmüş, içine kapanmış, mutsuz, ümitsiz bir insanın gerçek anlamda tedbir alabilmesi zaten pek mümkün değildir. Doğru düşünebilme, olayları olduğu gibi görüp isabetli değerlendirebilme ve tedbir alabilme yeteneğini, yaşadığı ruh haliyle birlikte zaten kaybetmiş durumdadır. İnsan tedbir alabilmeyi, ancak olumlu düşünmenin getireceği huzurlu, akılcı, pozitif ve dengeli bir ruh hali içerisindeyken gerçekleştirebilir. İnsanları, olayları ve tehlikeleri doğru analiz edebilmesi, ancak böyle makul bir bakış açısı içerisindeyken mümkün olabilir.
Allah'ın Kuran'da insanlara bildirdiği bir sır vardır.İnsan, olumsuzluklardansa, çevresindeki güzellikleri, nimetleri, olumlu gelişmeleri görebildiği ve bu bakış açısıyla düşünebildiği tekdirde ‘Allah bu kişiye olan nimetini daha da fazla artırmaktadır’. Aksi olduğunda, yani insan sürekli içerisinde bulunduğu şartlardan, yaşadığı olaylardan, çevresindeki insanlardan şikayetçi olduğu, yalnızca eksiklikleri, kusurları görebildiği, güzelliklerin ise gereği gibi farkına varamadığında ise, bu kişi kendi oluşturduğu mutsuzluğun getirdiği kötü bir hayat yaşamaktadır.
İşte her insanın, Allah'ın bildirdiği bu sırrı iyi düşünmesi gerekir. En zor şartlar altındaki insanın bile hayatında, sevineceği, mutlu olacağı, şükredeceği çok fazla nimet ve güzellik vardır. Eğer az bir nimete dahi şükretmesini, az bir olumlulukta bile ümidi görebilmesini başarırsa, Allah ona Katından, dünyada ve ahirette çok daha fazlasını verecektir. Allah Kuran'da insanlar üzerindeki nimetinin eşsizliğini ve nimete şükretmenin sırrını şöyle bildirmiştir:
"Rabbiniz şöyle buyurmuştu:“Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz.Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 34)
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız.Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
İnsan hayatı boyunca, en sıkıntılı anlarında bile bu gerçekleri asla unutmamalıdır. Hayatının sonuna kadar olumlu düşünmekten yana kesin bir karar almalı ve her ne yaşarsa yaşasın, bu kararından asla geri dönmemelidir.
Ancak şu da asla unutulmamalıdır ki insan, güzel ahlakı, olumlu düşünmeyi, Allah'tan ümitvar olmayı, nimete kavuşabilmek için değil, Allah'ın rızasını kazanabilmek için yaşamalıdır. Allah Katında asıl makbul olacak olan budur. Çünkü Allah'ın rızası, dünyadaki ve ahiretteki tüm nimetlerin üzerindedir.Allah razı olduğunda Allah zaten nimetini lütfedecektir. Fakat bu güzellik ancak, -Allah’ın izniyle- Allah'ın rızasının hiçbir nimet ile kıyaslanmayacak kadar büyük bir lütuf olduğunu kavrayan insanlara nasip olacaktır.
Kararlı dua, kaderin anahtarıdır
Hayatın içerisinde hemen hemen her gün yüzyüze geldiğiniz; çok iyi bildiğinizi ve çok iyi kavradığınızı düşündüğünüz bazı konular vardır. Öyle ki hatta çoğu zaman o konuyu, daha iyi kavrayabilmenin mümkün olmadığını sanırsınız. Ama bazen öyle bir söz duyarsınız, öyle farklı bir anlatıma şahit olursunuz ki, o çok iyi bildiğinizi sandığınız konuda daha önce hiç düşünmediğiniz yepyeni bir kapı, yepyeni bir ufuk açılır. Bir anda tüm bakış açınız kökten değişir. O konuya karşı olan tüm ülfetiniz kırılır. O çok iyi bildiğiniz konuyu sanki hayatınızda ilk kez duyuyormuşçasına yeni bir kavrayış şekli elde edersiniz.
İşte insanın, hayatının çeşitli aşamalarında sürekli olarak yeni ve daha derin bir kavrayış kazanacağı bu konulardan biri ‘dua’dır. İman eden her insan, Allah'ın tüm dualara icabet edeceğini bilir ve bu gerçeğe tüm benliğiyle gönülden iman eder. Ancak kişinin Allah'a olan yakınlığı, iman derinliği, kaderi kavrayışı arttıkça, dua konusundaki bakış açısı da sürekli olarak daha derinleşir ve mükemmelleşir. Kuran ayetlerini çok iyi bilmesine rağmen, aynı ayetleri tekrar okuduğunda, Allah'ın o ayetler ile kalbine yerleştirdiği mana gücü de sürekli olarak artar. Ve imanda kararlı olan her insan için bu durum hayatın sonuna kadar sürekli olarak tekrarlanır.
İşte dua konusunda insanın duyduğunda bir kez daha kalbinin açılmasına vesile olacak bilgilerden biri de, ‘duanın kaderin anahtarı olduğu’dur. Bu, Allah'ın adetullahının bir parçasıdır. Müslümanlar aşkla, şevkle Allah’tan istediklerinde, Allah'ın izniyle bu dua gerçek olur.
Bu, dünyada pek çok insanın bilmediği bir sistem ve Allah’ın gizli bir sırrıdır. Dua edildiğinde Allah’ın kaderi hareket etmeye başlar. Özellikle de toplu duanın özel bir gücü vardır; Müslümanlar topluca ve ısrarla bir istekte bulunduklarında, ve bu yönde sebebe sarıldıklarında, insanların olmayacak zannettikleri şey dahi Allah'ın izniyle olur. Allah dünyayı bu adetullah ile yaratmıştır.
Allah insanların kaderin bu sırrını kavrayabilmeleri için Kuran'da pek çok örnek vermiştir: Hz. Yunus (a.s.) bir balığın karnında iken Allah'ı çokça tesbih ederek dua etmiş ve Allah, benzersiz bir şekilde onu bu durumdan kurtarmıştır. Hz. Musa (a.s.) ve kavmi de, deniz ile Firavun'un askerleri arasında kaldıklarında, Hz. Musa (a.s.) Allah'a tam bir teslimiyetle güvenerek dua etmiş, Allah ona ve kavmine mucizevi bir çıkış yolu yaratmıştır. Resulullah Efendimiz (sav) de arkadaşıyla birlikte mağarada iken Allah'ın sonsuz gücüne gönülden teslim olmuş, Allah onu inkar edenlerin tuzaklarından koruyup galip getirmiştir. Aynı şekilde Hz. Yusuf (a.s.) bir kuyunun dibinde bırakıldığında da, Allah ona sonsuz merhametiyle yardımını ulaştırmıştır. Hz. İbrahim (a.s.) ateşe atılmak üzere iken de yine Allah'ın sonsuz lütfu tecelli etmiş ve Allah, Hz. İbrahim (a.s.) için ateşi esenlik kılmıştır. Hz. Zekeriya (a.s.) ise Allah'a dua etmiş ve eşi de kendisi de ileri yaşlarda olmalarına rağmen Allah'ın lütfuyla Hz. Yahya (a.s.)’ın doğumuyla müjdelenmişlerdir.
Kuran'da Allah'ın, peygamberlerin samimi çağrılarına olan icabetini bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.
Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.
Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
İki topluluk birbirini gördükleri zaman Musa'nın adamları: "Gerçekten yakalandık" dediler.
(Musa:) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir."
Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.
Ötekileri de buraya yaklaştırdık.
Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.
Sonra ötekileri suda boğduk.
Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 61-67)
Siz Ona (Peygambere) yardım etmezseniz, Allah Ona yardım etmiştir.Hani kafirler ikiden biri olarak Onu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah Ona 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, Onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)
Onlar şöyle demişti: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir."
"Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın.Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz." (Yusuf Suresi, 8-9)
Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: "Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin."(Yusuf Suresi, 15)
Bir yolcu-kafilesi geldi, sucularını (kuyuya su almak için) gönderdiler. O da kovasını sarkıttı. "Hey müjde... Bu bir çocuk." dedi. Ve onu (kuyudan çıkarıp) 'ticaret konusu bir mal' olarak sakladılar. Oysa Allah, yapmakta olduklarını bilendi.
Onu ucuz bir fiyata, sayısı belli (birkaç) dirheme sattılar. Onu pek önemsemediler. (Yusuf Suresi, 19-20)
Onu satın alan bir Mısır'lı (aziz,) karısına: "Onun yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz" dedi. Böylelikle Biz, Yusuf'u yeryüzünde (Mısır'da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.
Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. (Yusuf Suresi, 21-22)
"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir" dediler.
"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler.
Dediler ki: "Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin ki ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahid olsunlar."(Enbiya Suresi, 59-61)
Dediler ki: "Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun."
Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol."
Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık.(Enbiya Suresi, 68-70)
Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın."
Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık.Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Biz'e dua ederlerdi. Biz'e derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 89-90)
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi.
O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir."
Dedi ki: "Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısırken nasıl bir oğlum olabilir?" "Böyledir" dedi, "Allah dilediğini yapar."(Al-i İmran Suresi, 38-40)
Kuran'da verilen bu örneklerin benzerleriyle kendi hayatlarında karşılaşan kimi insanlar, o anki bazı şartların değişmesinin “mümkün olmadığı” yanılgısına kapılırlar. Ümitsizlik ve inançsızlıkla yaklaştıkları için de Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edemez, Allah'a samimiyetle ve kesin bir teslimiyetle güvenerek dua edemezler. İşte bu, söz konusu insanların kararlı duanın sırrını bilmemelerinden ve duanın kaderin anahtarı olduğundan habersiz olmalarından kaynaklanmaktadır.
Oysa Allah dilerse, insanların gafletleri nedeniyle “imkansız” dedikleri şeyler, hemen o anda dahi gerçek olabilir. Geçmişte nasıl ki Allah elçilerine, salih müminlere yardımını ulaştırdıysa, “imkansız” sanılan durumlar gerçek olduysa, bu durum, tüm insanların hayatları için de geçerlidir.
İşte her insanın hayatında, Allah'tan çok istediği, ama gerçekleşmesi çok zor görünen böyle durumlar olabilir. Bu zor şartlar insanı asla yanıltmamalıdır. Duanın kaderin anahtarı olduğunu ve dua edildiğinde Allah'ın kaderinin hareket etmeye başladığını asla unutmamak ve Allah'tan kesin inanarak istemek çok önemlidir. Nasıl ki Rabbimiz Hz. Musa (a.s.)'a yol açtıysa, Peygamber Efendimiz (sav)'e, Hz. Yunus (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a, Hz. Zekeriya (a.s.)’a, Hz. İbrahim (a.s.)’a yardım ettiyse, onlar gibi tüm samimi Müslümanların da dualarına da mutlaka rahmetiyle icabet edecektir.
Ancak elbetteki bir şeyin gerçekleşmesini çok isteyen bir mümin de, aynı Hz. Yunus (a.s.) gibi Allah'ı çokça zikredecek; Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) gibi, Hz. Musa (a.s.) gibi, en zorlu şartlarda dahi yılgınlığa kapılmadan “Elbette Allah bizimle beraberdir” diyecek ve hiçbir şüpheye kapılmaksızın Allah'ın gücüne derin bir iman ile iman edip güvenecektir. İşte o zaman Allah'ın duadaki sırrı gerçekleşecek ve Allah'ın izniyle kader bu yönde hareket etmeye başlayacaktır.
Büyük İslam alimi İmam-ı Rabbani Hazretleri bir sözünde müminlere bu önemli ve kesin gerçeği şöyle hatırlatmaktadır:
|
"Bir şeyi istemek, ona nâil olmak (onu elde etmek) demektir; Zirâ Allahû Teâlâ kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." (İmam-ı Rabbani) |
Mehdi’nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.”(Kıyamet Alametleri, s. 200)