Ahirzaman Ve Hz. Mehdi

Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır.

    Güzel Hatırlatmalar

    • "Dünyadan beş bin altı yüz yıl geçmiştir". Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek, fakat bin beş yüz (1500) seneyi pek geçmeyecek.

      (Kıyamet Alametleri, Medineli Allame Muhammed b. Resul el-Hüseyni el-Berzenci, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 299)

    • Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Evlatlarımdan olan Mehdi’yi inkar eden beni inkar etmiştir.”

      (Bihar-ul Envar, c.51, s.73)

    • Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.' Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.

      (Tevbe Suresi, 6)

    Güzel Konular

    Güzel Konular

    Ölüm anında bile adamlık dinini uygulayabilmek, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir ibret vesilesidir

    Ölüm, insanın, var olduğunu zannettiği tüm gücünü yitirdiği, Rabbimiz'in karşısındaki zavallığını, muhtaçlığını, aczini kamil anlamda ve olabilecek en açık şuurla kavradığı andır. Normal şartlarda bu apaçık gerçekle yüzleşen bir insanın, o ana kadar her nasıl bir ahlak yaşamış olursa olsun, büyük bir sevgi, saygı ve acz ile Allah'a teslim olması umulur. Samimiyetin olabilecek en üst derinliğine ulaşması, imanı ve iman ahlakını olabilecek en iyi şekilde yaşaması beklenir.

    Ancak kimi zaman bu konuda, iman edenlerin büyük bir ibret vesilesi olarak gördükleri, olağandışı durumlar oluşur. Dayanılması çok zor sıkıntılar yaşayan, tedavisi mümkün olmayan ve onulmaz acılar yaşatan hastalıklara yakalanan ve hatta ölümüne çok az süre kaldığı tıbben kesinleşmiş olan bazı insanlar, değil aczlerini hissedip Allah'a sığınmak, -Allah'ı tenzih ederiz- çok çirkin bir cesaret ve imani şuursuzluk örneği sergilerler. Ölümün yakınlığını görüp Allah'a sığınmak; iman edip ahireti düşünmek yerine, dünya hayatına olan bağlılıklarında direnirler. İman eden insanların, büyük bir hayret ve ibret ile izledikleri bu kimseler, aynı zamanda da Allah'ın Kuran'da haber verdiği ayetlerin çok önemli tecellileridir.

    Elbetteki bu, “adamlık dini” olarak ifade edilen, sadece dünyayı esas alan; yalnızca dünyaya ve insanlara göre yaşamayı hedef alan hayat şeklinin, kişiyi sürüklediği en uç ve en boş, en akılsızca ve en büyük pişmanlığa yol açacak olan evresidir.

    Müminlerin, ibret alarak imanlarının artmasına, Allah'a daha da derin bir saygıyla bağlanmalarına ve aczlerini daha da iyi hissetmelerine vesile olan bu insanların örneklerine hemen hemen her gün gazetelerde, haberlerde ya da toplumda rastlamak mümkündür. Örneğin dünya ortalamasında sağkalım oranı yaklaşık 20 - 30 ay olan bir kanser türünde, -Allah'ın lütfuyla- kansere yakalandığı halde 10-20 yıl daha hayatını sürdürebilen bir insanın, bu durumuna şürkedip, her geçen gün Allah'a daha da yakınlaşması; ahiret için daha da samimi çaba harcaması beklenirken, böyle bir kişi, hayatını, son anına kadar dine ve inananlara karşı mücadeleyle geçirebilmektedir. İçerisinde bulunduğu onca acz ve sıkıntıya rağmen, belki de bir an olsun, Allah'ın üzerindeki rahmetini düşünmemekte; yaşadığı tüm güzellikleri ona verenin yalnızca ve sıkıntılarını giderecebilecek tek gücün Yüce Rabbimiz olduğunu takdir edememektedir. Ölmesinin an meselesi olduğunu, Allah'ın huzuruna varacağını ve kendisini kurtarabilecek Allah'tan başka hiçbir güç olmadığını çok iyi kavradığı halde, bile bile imandan yüz çevirmektedir.

    Aynı şekilde hiç ummadığı bir anda ölümcül bir kanser türüne yakalandığını ve birkaç aylık bir ömrünün kaldığını öğrenen bir kişi, -Allah’ın gücüne, kudretine, merhametine sığınması beklenirken-, çirkin bir cesaret ile dinsizliğini, inançsızlığını daha da iyi vurgulamaya çalışmakta; halen hem kendisine hem çevresine dinsizliğin tebliğini yapabilmektedir. Bu tavrının nedeni sorulduğunda ise, “Sırf öleceğim diye dindar olmam” ya da “Her canlı bir gün ölümü tadıyor; mühim olan insanın, ölüme kadar nasıl bir hayat geçirdiği” gibi şuursuz konuşmalar yapabilmektedir.

    Bir daha asla geri dönemeyeceği dünya hayatından elinde sadece son birkaç ay kalmıştır. Ancak buna rağmen bu son birkaç ayını, sevgiyle, samimiyetle; iyilikten, güzellikten, doğrulardan yana birşeyler yaparak geçirmek yerine, isyan, öfke ve çirkin cesaret ile tüketmektedir. Ve bunun ne kadar boş bir çaba ve ne kadar büyük bir kayıp olduğundan; ve sonrasında nasıl telafi edilemez, derin bir acı ve pişmanlığa dönüşeceğinden habersizdir. Kendince insanları şaşırtacağını, ilgi çekeceğini, ölümden ve ahiretten yana duyduğu korkuyu tamamen gizleyebildiğini düşündüğü marjinal ve uç konuşmalar yapması, bu kişiye ne dünyada ne de ahirette fayda sağlayacaktır. Yüzyıllardır ölümden hiçkimse kaçamamıştır. Bugünden sonra da kimse kaçamayacaktır. Kendince –Allah'ı tenzih ederiz- ölüme, ahirete meydan okuyan konuşmalar yapması, o kişiyi güçlü ve bağımsız hale getirmeyecektir. O kişi, yine Allah'ın yarattığı bir kul olmaktan başka bir şey olamayacaktır. Ve Allah'ın dilediği gün, dilediği saniye, dilediği yerde kesin olarak ölecektir. Aynı şekilde, etrafına yaptığı “cennetin, cehennemin olmadığı” şeklindeki konuşmalarla da ahiretten kaçamayacaktır. Allah, bu kişiyi gösterdiği çirkin cesaretten ve Allah'a karşı gösterdiği enaniyet ve kibirden dolayı cezalandıracaktır. Dolayısıyla bu kimsenin elinde kalan tek şey, sonsuza kadar yaşayacağı pişmanlık olacaktır.

    Yine doktorların birkaç saat içerisinde öleceğini söyledikleri ve ciğerleri ancak solunum cihazlarıyla zar zor çalışabilen bir başka kanser hastası, bu son saatlerini, kendisini, hastanedeki hasta yatağından atarak, solunum cihazlarını yüzünden söküp çıkarmaya çalışarak geçirmektedir. Vücudunun iflas etmesi, solunum organlarının tamamen çökmesi sebebiyle gerçekten çok acı çektiği, her geçen saniye ölüme biraz daha yaklaştığı anlar, o kişinin Allah'a sığınması, Allah'ın gücünden başka hiçbir güç olmadığını anlaması ve Allah'ın merhametine sığınıp tevbe etmesi için çok özel yaratılmış, çok kıymetli vakitlerdir. Ölümüne artık dakikalar kalmıştır. Ama bu kişi, bu gerçeği görerek Allah'a teslim olmak, acz içinde Allah'a sevgiyle bağlanmak yerine, yine isyanı tercih etmektedir. O anda asıl olarak hedefi, yalnızca o saniyeler içinde yaşadığı acıdan kurtulabilmenin yolunu bulabilmektir. Oysa yaptığı bu tercih ile, ne bir saniye, ne bir saat, ne bir yıl; sonsuza kadar onulmaz acılara dayanmak zorunda kalacağını göz ardı etmektedir.

    Dünya hayatında iman edenler için ibret vesilesi olan bir başka insan türü de, ölümleriyle, cenazeleriyle ya da mezarlarıyla övünen kişilerdir. Bu kimseler bu konuları da, acizliklerini, Allah'a olan muhtaçlıklarını anlamak için birer vesile olarak değil de; dünya hayatında giriştikleri yarışta insanlara hava atabilmenin, üstün çıkabilmenin bir yolu olarak görürler. “Çok iyi bir yerde, deniz manzaralı, boğaza nazır bir mezar satın aldım. Benim mezarım herkesinkinden daha iyi. Öldükten sonra da çok iyi bir yerde olacağım” gibi sözlerle insanlara sükse yapabildiğini sanır. Ölümden sonra da çok iyi bir yerde vakit geçireceği aldatmacasıyla kendisini avutmaya çalışır. Halbuki ister deniz kenarında, ister dünyanın en şaşalı, en lüks, en görgemli yerinde gömülsün; mezar taşları dünyanın en pahalı taşlarıyla, elmaslarla, pırlantalarla, zümrütlerle, yakutlarla bezensin, toprağın altında bedeninin alacağı hal bellidir. Ve bu gerçekten tek bir insan bile kaçamayacaktır. Vücudu çok kısa bir süre içerisinde çürüyüp kokuşacak; kimsenin bir saniye bile olsun görmek veya yanında durmak dahi istemeyeceği bir varlığa dönüşecektir. Kimse o kişinin, ne ne kadar ihtişamlı bir mezara sahip olduğunu ne de mezarının konumunu düşünmeyecektir. Ahirette ise, mezarının hangi semtte, hangi mevkide bulunduğu, ne kadar para harcanarak yapıldığı gibi detayların hiçbir önemi kalmayacaktır. Geriye kalan sadece bu kişinin, hayatını Allah'ın rızasına uygun bir şekilde geçirip geçirmediği olacaktır.

    Kimisi de “Önemli olan ölmem değil; cenazemin nasıl olacağı. Madem ölüyorum, o zaman en mükemmel ölüm merasimi benim olsun” gibi sözlerle ölümü anlamazlıktan gelmeye çalışır. “Cenazemde şu şarkı çalsın, şu resmim herkese dağıtılsın, naaşım önce şu yerlere götürülsün, şu binalarda benim için tören yapılsın, televizyonlardan şu şekilde naklen yayınlansın” gibi detayları organize ederek, ölümün kendisini götüreceği zorlu sondan kurtulabileceğini düşünmeye çalışır. Halbuki, ne kadar ‘iman etmediğini ve ahirete inanmadığını’ söylese de, içten içe aklının bir yerlerinde ahiretin kesin bir gerçek olduğuna ve hesap günüyle karşılaşacağına ihtimal vermenin dehşet dolu korkusunu yaşamaktadır. Son anına kadar hala, dünyaya yönelik organizasyonlar yaparak kendisini rahatlatabileceğini ve bu korkuyu unutabileceğini sanır. Ama en ufak bir faydası olmaz.

    Buraya kadar birkaç örnekle anlatılan bu insan karakterlerine, hemen her gün, hem de dünyanın her yerinde rastlamak mümkündür. Cehennem ise, Allah'a ibadette büyüklük gösteren bu tür insanların buluşma yeri olacaktır.

    Ayrıca Allah, adamlık dinine son noktasına kadar kendini kaptıran bu insanları da, -Allah'ı tenzih ederiz- onların cesaret dolu sözlerini ve tavırlarını da belirli hikmetlerle yaratmaktadır. Bunlardan en önemlilerinden biri, ‘müminlerin imanını artıracak ibret vesileleri’ olmalarıdır. Allah, kendisine büyük bir sevgi, samimiyet ve saygı ile bağlı olan kullarınına, imansızlığın korkunçluğunu anlayabilecekleri böyle örnekler göstermektedir. Müminler de, bu olayları ve insanları Kuran gözüyle değerlendirip daha da şuurlu, daha da şevkli, daha da derin imanlı kimseler haline gelmektedirler.

    Allah Kuran'da adamlık dinini yaşayan bu kişileri, henüz dünyada vakitleri varken iman etmeleri için şu şekilde uyarmıştır:

    Allah'tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden evvel, Rabbiniz'e icabet edin. O gün, sizin için ne sığınılacak bir yer var, ne sizin için inkar (etmeye bir imkan). (Şura Suresi, 47)

    Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbiniz'e yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbiniz'den, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel.(Zümer Suresi, 54-55)

    Allah'a iman etmemede gösterdikleri kararlılık ile tüm dünyada ibret vesilesi olan bu insanların ahiretteki pişmanlık dolu sözleri ise, Kuran'da şöyle ifade edilmiştir:

    Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kafir olan da: "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" diyecek.(Nebe Suresi, 40)

    Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık."(Enam Suresi, 27)

    Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık."(Mülk Suresi, 10)

    Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 24)

    "... Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım."(Kehf Suresi, 42)

    "... Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım,"(Furkan Suresi, 27)

    İnsan, 'kendini tam olarak ifade edememe'nin sıkıntısını yaşamamalıdır. Allah insanın içindekini insanlara mutlaka hissettirir.

    İnsan, bazen çevresindeki insanlara düşüncelerini, hissettiklerini tam olarak anlatamamanın sıkıntısını yaşar. Kendini istediği gibi ifade edememek, içinde yaşadıklarını tam kendi algıladığı şekilde karşı tarafa da algılatamıyor olmak, bu kişiyi telaşlandırır. Sanki ancak bunu başarabilirse, karşısındaki kişinin de onu anlayacağı ve o doğrultuda onunla ilgili olan fikirlerini değiştireceği kanaatindedir.

    Elbetteki bunu başarabilmek -eğer mümkün oluyorsa- güzel bir şeydir. Hakikaten de, düşünüldüğü gibi, bu insanların birbirlerini daha iyi anlamaları ve tanımaları açısından önemlidir. Ama insan eğer istediği gibi kendini ifade edemiyorsa, içinde hissettiklerini, düşüncelerini tam olarak dışarıya aktaramıyorsa da, yine de bu, onu telaşlandıran, sıkıntıya sokan bir şey olmamalıdır.

    Çünkü insanın karşısındaki kişiyi de, yaşayacağı olayları da, tüm fikirleri ve hisleri de yaratan yalnızca Allah'tır. İnsan kendini ifade edemese de, onun içinde olanların tümünü en iyi bilen Allah'tır. Zaten onun tüm bu yaşadıklarını da yaratan Allah'tır. Dolayısıyla eğer bir insan, -konu her ne olursa olsun- içinde samimi, güzel duygular besliyorsa; iyiliği, dostluğu, güzel ahlakı amaçlıyorsa, içindeki bu duyguları insanlara da hissettirecek olan Allah'tır. Bu nedenle insanın bu yönde telaşlanacağı, sıkıntıya düşeceği hiçbir şey olmamalıdır.

    Ama aynı şekilde eğer içinde, az da olsa kötü hisler varsa ve bu kişi sözleriyle bunu örtüp karşı tarafa farklı bir imaj vermeye çalışıyorsa, o zaman elbetteki bu kişi samimiyetsizliğin verdiği bir telaş içerisinde olabilir. Çünkü karşı tarafta, gerçek olmayan bir kanaat oluşturmaya çalışmaktadır. Ve Allah, kişinin kalbindeki bu samimiyet eksikliğini bilmektedir. Dolayısıyla kişi, karşı tarafı iyi niyetli olduğuna ikna etmeyi başarabilse bile, Allah olayları bu kişinin gerçek niyetine göre yaratacaktır. Kalbindeki eksiklikler, -insanlar aksine inansalar bile- bir şekilde bu kişinin hayatına yansıyacaktır.

    İşte bu nedenle eğer insan, karşısındaki insanlarda olumlu bir kanaat oluşturmak istiyorsa, sadece sözle bu kişileri ikna etmeye yönelmektense, asıl olarak kendi içinde gerçekten samimi bir ruh elde etmeye çalışmalıdır. Eğer kendi içinde gerçekten samimiyeti yaşıyorsa, Allah o kişideki bu değeri mutlaka insanlara da hissettirecektir.

    İnsanın dikkatini, dünya hayatındaki beklentilerinin gerçekleşip gerçekleşmemesine değil, sonsuz hayatında bunları kazanabilecek bir ahlakta olup olmadığına vermesi gerekir...

    Her insanın dünya hayatında olmasını çok fazla istediği olaylar vardır. Kimi için bu olayların gerçekleşmesi çok yakın, imkanları da bu durumun oluşması için çok uygundur. Kimi insanların çok büyük bir istekle arzuladıkları olayların gerçekleşmesi ise, -Allah'ın dilemesi dışında- çok zor görünmektedir. Bu kişilerin ellerindeki maddi manevi imkanlar ve içerisinde bulundukları şartlar, beklentileri için gereken özellikleri içermemektedir. Örneğin yaşlı bir insan her ne kadar geri dönüp genç yaşında birşeyler yaşayabilmeyi arzu etse de, -Allah'ın adetullahı gereği- dünya hayatında bu -Allah bir mucize yaratmadığı sürece- mümkün değildir. Ancak ne var ki, imkanları, isteklerinin gerçekleşmesi için çok uygun olan insanlar da, olmayanlar da, aynı derin tutkuyla hayallerinin gerçekleşmesini isterler.

    Fakat insanın dünya hayatında istediği her şey en mükemmel şekilde gerçek olsa da, hayatının sonuna kadar hiç gerçekleşmese de, insanların hiç unutmamaları ve çok iyi düşünmeleri gereken bir hakikat vardır:

    Tüm istediklerini elde edenler de, hiçbirini elde edemeyenler de, bu dünyada çok kısa bir süre yaşayabileceklerdir...
    Dünya hayatı bir göz açıp kapayıncaya kadar geçecek ve insanların elde ettikleri mutluluklar da hızla tükenip bitecektir...

    Bu nedenle insanın tüm dikkatini sadece isteklerinin gerçekleşip gerçekleşmemesine değil, sonsuz ahiret hayatını kazanabilecek bir ahlakta olup olmadığına vermesi gerekir. Çünkü bir insanın tüm istekleri, tam hayal ettiği şekilde kusursuzca gerçekleşse bile, bundan alacağı mutluluk, olsa olsa birkaç on seneyi aşmayacaktır. Sonunda mutlaka bu nimetler elinden gidecek, ölümle birlikte sahip olduğu herşey geride kalacaktır. Arzu ettiği tüm güzellikleri asıl olarak ahirette elde etmeyi hedefleyen bir insan ise, bu mutluluğu sonsuz anlar boyunca dilediği kadar yaşayabilecektir.

    Büyük İslam alimi İmam Gazali, bu konuda insanlara şöyle bir hatırlatmada bulunmuştur:

    ... Dünyadaki hükümdarların rütbeleri onların sahip oldukları makamların yanında küçük ve sönük kalır, onlarla kıyas bile edilemez! Ahiret sultanlığı hakkında Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk (saltanat) görürsün." (İnsan Suresi, 20)

    Cenab-ı Hakk'ın büyük bir saltanat dediği ahiret mülkünü sen de yüce tut! Sen de çok iyi biliyorsun ki dünya ve içindekiler çok az ve değersiz şeylerdir. Hayat kısa, dünyadaki nimetlerin devamı kısa ve çok azıcık bir süredir. Sonra bizler kalkıyoruz bu azın azını elde etmek ve azıcık bir süre onunla birlikte olmak için canımızı ve malımızı seferber ediyoruz. Bir kısmımız bunu elde ediyor, bir kısmı elde edemiyor elde edenlere imreniyor. Onu elde etmek için canını ve malını tehlikeye attığına hiç bakmıyorlar.” (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 319)

    “... Şunu bilmelisin: Bu dünya asla baki değildir. Ya sen onu terk edeceksin, ya da o seni terk edecek! Hasan (r.a.) der ki: "Dünya nimetleri devam etse de senin hayatın bir gün sona erecek. O halde dünya hayatı peşinde koşmanın ve çok değerli ömrünü onun peşinde harcamanın ne anlamı var?"” (İmam Gazali, Cennete Doğru, (Yedi Geçit), Minhacü'l-Abidin, sf. 145)

    İnsanın kısa bir an için bu gerçeği düşünmesi ve bu kıyası yapması çok önemlidir. Kendi kendine bir karar vermeli; sadece dünyadaki güzellikleri elde etmeye kitlenmenin insana hiçbir faydası olmayacağını görmelidir. Allah dilerse insana dünyada da nimet verebilir ve bu bir insan için çok büyük bir lütuf olur. Ama insanın bunu ‘olmazsa olmaz’ bir hedef haline getirerek, tüm huzuru, mutluluğu, neşesi, sevinci için bunu adeta şart koşması çok büyük bir gaflet ve hatadır. Yapılması gereken, insanın arzu ettiği tüm güzellikleri Allah'tan dünyada ve ahirette kendisine lütfetmesini dilemesi; ancak takdiri Rabbimiz'e bırakarak kendisine verilenlerle mutlu olmasıdır. Ancak önemli olan bu mutluluğu da, sadece yüzeysel bir mutluluk olarak değil, sonsuz hayatında Allah'ın kendisine tüm dilediklerini verebileceği umudunun, samimi mutluluğu olarak yaşamasıdır.

    Fakat şu da unutulmamalıdır ki, elbetteki insanın ahireti yalnızca sonsuz yaşayabilmek ve orada her istediğini sonsuza kadar elde edebilmek için istemesi, ona hiçbir şey kazandırmayacaktır. İnsanın asıl hedefi ,Rabbimiz'in sevgisini istemek, O’nun dostluğunu kazanmaya çalışmak ve sonsuza kadar Allah'ın hoşnut olduğu kimselerden olarak yaşayabilmek olmalıdır. Allah’a karşı böylesine güçlü bir sevgisi olan bir insana, Allah nimetini sınırsızca lütfedecektir. Ama Allah sevgisi olmadan ve Allah sevgisi kişinin asıl hedefi olmadan, böyle bir sonuç oluşması mümkün değildir.

    İmam Gazali, Allah'ın rızası ve sevgisinin ne kadar kıymetli olduğunu ve Allah'ın rızasını tercih eden bir kişinin ne kadar büyük mükafatlara layık görüleceğini şöyle bir örnekle anlatmıştır:

    Bir kimsenin çok kıymetli ve nefis bir mücevheri olduğunu düşünelim. Bunu yüklü bir bedel karşılığında satması mümkün iken götürüp birkaç kuruşa satsa; bu davranış o kişi için büyük bir zarar ve muazzam bir aldanma olmaz mı? Aynı zamanda bu davranış himmetinin (emeğinin) düşüklüğüne, görüşünün zayıflığına ve aklının kıt olduğuna delalet etmez mi?

    İşte bir kulun alemlerin Rabbinden alacağı rıza, mükafat, övgü ve sevap ile yetinmeyerek bunun yanında insanlardan elde edeceği övgü ve dünyalıklar, milyonlara hatta dünya ve içindekilerden daha fazlasına nisbetle bir kuruş kadar bile değer ifade etmez. O halde, şu değersiz dünyalıklar karşılığında Allah Teala'nın Yüce ve değerli ikramlarını kaybetmek apaçık bir aldanış değil midir?

    Eğer bu değersiz dünyalıklar sana mutlaka gerekli ise, sen yine de ahirete yönel; göreceksin ki dünya da peşinden gelecektir. Sen sadece Rabbinin rızasını talep et, o da iki cihanın da sahibi olan Yüce Zat'tır.

    Resullullah (s.a.v.) da şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki Allah Teala ahirete ait bir amel karşılığında dünyalık verir; fakat dünyalık bir amel karşılığında ahireti vermez!"
    (Suyuti, Münavi)

    Öyleyse amelleri halis niyetle sırf Allah rızası için yapan ve himmetini (emeğini) ahireti kazanmak için sarf eden kimse hem dünyasını ve hem de ahiretini mamur etmiş (kalkındırmış) olur. Eğer dünyaya yönelirse ahiretini kaybettiği gibi, belki de arzu ettiği dünyalıklara da nail olamaz (sahip olamaz). Nail olsa (sahip olsa) bile o dünyalıklar elinde baki kalmaz. Sonunda hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğrayanlardan olur. (İmam Gazali, Cennete Doğru (Yedi Geçit) Minhacü’l-Abidin s. 264-265)

    Mehdi’nin çıkışından evvel, (her tarafı) aydınlatan kuyruklu bir yıldız doğacaktır.”(Kıyamet Alametleri, s. 200)